27. September 2008, 07:31 PM | #1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Müzzemmil sûresi’ne giriş
3 MÜZZEMMİL [ÖRTÜYE BÜRÜNEN] SURESİ
Hakkı Yılmaz'ın Müzzemmil Suresi açıklamasının 1. Bölümü. 11 Şub 2016 tarihinde yayınlandı 1. Sabır nasıl olmalı? 2. Sabrın 3 unsuru. 3. Kâfirlerin Kur’ân karşısındaki tavırları. 4. Müzzemmil suresine giriş. 5. Geceleyin yapılması istenen görev. 6. Tertil emri. 7. Mushaftaki harflerin bitişik yazılması? 8. Tertilin gerekçesi. 9. Ağır söz nedir? Hakkı Yılmaz'ın Müzzemmil Suresi ile ilgili açıklamalarının 2. Bölümü. 18 Şub 2016 tarihinde yayınlandı 1. Müzzemmil sözcüğünün detaylı açılımı. 2. Ev ve sümme edatlarının önemi. 3. Gece vaktinin önemi. 4. Ağır söz (zor görev) ün bırakılması (İlka) 5. Mesanilik/ikişerlik ilkesi 6. Vahiy nasıl bir iştir? Öz ve Terim anlamları. 7. Allah’ın vahyinin çeşitli örnekleri. 8. Rabbin adının anılması nasıl olur? Hakkı Yılmaz'ın Müzzemmil Suresi ile ilgili açıklamalarının 3. Bölümü 25 Şub 2016 tarihinde yayınlandı 1. Rabbinin adını an emrinin açılımı. 2. Tepettül-Betül sözcüklerinin açılımı. 3. Dinde yozlaştırmalar nasıl başladı? 4. Vekil sözcüğünün açılımı. Allah’ın vekil kılınması. 5. Nimet, mal-mülk sahiplerine mühlet verilmesinin nedeni. 6. Muhataplardan güzel bir ayrılış neden önemli? 7. Hicret sözcüğünün açılımı. 8. Kıyamet bilgileri verilmeye başlanıyor. 9. Uyarının iki yönü. (Bilgilendirme ve tehdit) 10. Firavun örneği ile ilk tarih dersi veriliyor. 11. Elçinin tanıklığı nasıl olur? 12. Çağımızdaki insanların tanıkları kim olacak? Hakkı Yılmaz'ın Müzzemmil Suresi ile ilgili açıklamalarının 4. Bölümü 3 Mar 2016 tarihinde yayınlandı 1. Müzzemmil 20. Âyetin farklılığı 2. Lokman 12-24 3. Mushaf uzerinde oynanan oyunlar, nuzul sirasinin bozulmasi 4. Tevbe 104-106 5. Kur’an’da bir konuda uzmanlasmak 6. Sefer konusunun açılımı 7. Kur’an’dan kolay geleni okumak, namaz sureleri 8. Son vahiy, emeklilik kararnarmesi, Rasurullah’a bile tovbe firsati, Nasr suresi 9. Salâtın ikamesi emri, kurumsallik 10. Zekâti mü’minin kendisi iman borcu olarak Islam devleti ayakta tutulsun diye verir 11. Sadakayi kamu hizmet karsiligi alir 12. Allah’a borç verilir mi? 13. Karz sözcüğünün açılımı 14. Karz-ı hasenin âhiretteki karşılığı 15. Infak: ihtiyactan fazlasi, yardima muhtaclara, dogaya vs. 16. Tegabun 14-18 17. Allah’in kat kat arttirmasi: hasene 1’e10, infak 1’e 700 18. Muzemmil 20. 19. Müzzemmil suresinin güncel mesajı MÜZZEMMİL SURESİ’NE GİRİŞ Adını, birinci ayette geçen “örtüsüne bürünen” anlamındaki “المزّمّل el-Müzzemmil” sözcüğünden alan sure Mekkî olup Kur’an’ın iniş sırasına göre 3. suresidir. Ancak resmî mushafta 73. sırada yer almaktadır. Bunun sebebi, resmî Mushaf’ta 72. sırada yer alan Cin suresinin 19. ayetinde geçen “لمّا قام lemma kame [kalkınca]” ifadesindeki “قام kame” sözcüğü ile bu surede geçen “ قم kum [kalk]” sözcüğü arasında bağlantı kurulmasıdır. Bu suretle Müzzemmil suresi Cinn suresinin arkasına sıralanmıştır. Bazı rivayetlerde surenin 20. ayetinin Medine'de indiği de iddia edilmektedir. Gerçekten de ayetin içeriğine bakıldığında, Medine döneminde kanunlaşan hükümlerden bahsetmesi sebebiyle bu görüşün aklen kabul edilebilir olduğu görülmektedir. Ancak Kur’an’ın ileride gerçekleşeceği kesin olan bazı olayları sanki gerçekleşmiş gibi anlatan üslûbuna dikkat çeken bazı bilginler, bir ayetin sırf Medenî hükümler içerdiği için Medenî sayılamayacağını, bu hükümlerin ileride yürürlüğe girmesi kesin olduğu için bu ayette yer almış olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Klasik kaynaklarda surenin iniş sebebi olarak ileri sürülen iki uydurma rivayet şöyledir: 1- Güya peygamberimiz Hıra mağarasında Cebrail'den korkmuş, dehşete düşmüş, hemen Hadice'nin yanına koşmuş ve ona “زمّلونى زمّلونى beni örtünüz, beni örtünüz” demiştir. Bu ayetler de kendisine üstü örtülü iken inmiştir. 2- Bezzar ve Teberani kaynaklı rivayetlerde tamamen farklı bir neden ileri sürülür: Güya Kureyş'in ileri gelenleri Darü’n-Nedve'de toplanmışlar ve “Şu adama bir isim takın da halk ona göre hareket etsin” demişler. Sonra da peygamberimizin “kâhin, mecnun, sihirbaz” gibi sözlerle nitelendirilmesini kararlaştırmışlar. Bu olup bitenler kulağına gidince peygamberimiz üzülmüş, üzerine giyeceklerini örtünüp kaftanına sarınmış. Cebrail vahyi getirdiğinde onu bu halde görünce, ona “Ey örtüsüne bürünen” demiş. Klâsik tefsirlerde yer alan bu rivayetler hem dayanaksız, hem de akıl ve Kur'an'a terstir. Daha önce Alak suresinde de açıkladığımız gibi, ilk vahyin Hıra mağarasında gelmesi ve peygamberimizin korkuya kapılıp “beni örtünüz” demesi Kur'an'a aykırıdır. Necm ve İsra surelerinde ilk vahyin geliş şekli açıklanmıştır. İkinci olarak; Alak ve Kalem surelerini dikkatle okuyup anlayanların hemen tespit edebilecekleri gibi, peygamberimiz vahiy aldığını ve peygamber seçildiğini o dönemde henüz kimseye söylememiştir. Kısacası, olup bitenlerden henüz kimsenin haberi yoktur. Dolayısıyla Darü’n-Nedve'de toplanılıp peygamberimize isim takmak üzere tartışılmış olduğu iddiası doğru değildir. Peygamberimiz gerekli duyuruyu Müddessir suresinden sonra yapacaktır. Surenin asıl iniş sebebi, peygamber seçilen Abdullah oğlu Muhammed'in Allah tarafından eğitilmesine devam edilmekte oluşudur. Müzzemmil suresi, üçüncü gecede verilen üçüncü derstir. Dersler arasındaki zaman aralığı maalesef bilinmemektedir. Surenin doğru anlaşılabilmesi için ondan önce inmiş olan Alak ve Kalem sureleriyle birlikte ele alınması gerekmektedir. Bu sure indiğinde Alak ve Kalem sureleri dışında peygamberimize inmiş herhangi bir vahiy yoktu. 3/ MÜZZEMMİL [ÖRTÜYE BÜRÜNEN] SURESİ Rahman ve Rahîm Allah adına. Ayetlerin meali: 1-4Ey evine kapanan kişi! Geceleyin –kısa bir süre hariç; bazen gecenin yarısı bazen bundan biraz eksilt bazen de buna biraz ekle– kalk görev yap. Kendine indirilmekte olan Kur’ân'ı da tebliğ ederken düzgünce düzene koy! 5Şüphesiz Biz, senin üzerine çok ağır bir söz/Kur’ân'ı bırakacağız. 6Gecenin yeni oluşum etkinliği, rahat rahat çalışabilme bakımından daha güçlü, söz bakımından daha etkilidir. 7Şüphesiz gündüzde senin için uzun bir uğraşı vardır. 8Rabbinin adını an ve tüm benliğinle O'na yönel! 9O, doğunun ve batının; tüm yönlerin Rabbidir. O'ndan başka, tanrı diye bir şey yoktur. Bu nedenle O'nu vekil et; “tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak tanı! 10Onların söylediklerine/ söyleyeceklerine de sabret. Ve güzel bir ayrılışla onlardan ayrıl, 11Beni ve o nimet sahibi yalanlayıcıları başbaşa bırak! Birazcık süre tanı onlara. 12Kesinlikle Bizim yanımızda bukağılar; ayaklarından bağlayacağımız demir halkalar ve cehennem var. 13Boğazdan zor geçen bir yiyecek, can yakıcı bir azap var. 14O günde ki; yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür. 15Şüphesiz Biz, Firavun'a bir elçi gönderdiğimiz gibi, size, üstünüze tanık olan bir elçi gönderdik. 16Ama Firavun, elçiye isyan etti de Biz de onu korkunç bir tutuşla tutuverdik. 17Buna rağmen eğer küfrederseniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çeviren o günden nasıl korunacaksınız? 18Gök bile o günün şiddeti ile parçalanır. O'nun yerine getirmek için verdiği söz gerçekleşmiştir. 19Şüphesiz ki yukarıda anlatılanlar, Kur’ân bir öğüt vericidir/ düşündürücüdür. Onun için, dileyen Rabbine doğru bir yol edinir. 20Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin gecenin üçte-ikisinden daha azını, yarısını, üçte-birini ayakta geçirmekte olduğunu biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyledir. Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye bağlar. Sizin bu işi kolaylıkla yapamayacağınızı bildi de sizin için bu görevi hafifletti. O hâlde Kur’ân'dan kolay geleni öğrenin-öğretin! Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O hâlde ondan kolay geleni öğrenin-öğretin! Salât'ı [mâli ve zihinsel destek; toplumu aydınlatma kurumlarını] kurun/ayakta tutun, zekat'ı verin! Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok merhamet edicidir. Ayetlerin Tahlili 1.Ayet: 1Ey evine kapanan kişi! Ayetteki, “متزمّل Mütezemmil” sözcüğündeki “ت Te”nin “ز Ze”ye idğam edilmesi [dönüştürülmesi] ile oluşan “مزّمّل Müzzemmil” sözcüğünün anlamı, elbiseye veya herhangi bir şeye bürünen demektir. Deyim olarak sözcük; 1. Uykuya hazırlık, iç çamaşırlarını giyip yatağa yatmak, yorganı üstüne örtmek, 2. Kendi halinde yaşamak, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmamak demektir. Peygamberimizin özellikleri itibariyle ayette ikinci anlam ön plâna çıkmaktadır. Çünkü kişiler toplumdaki davranışlarına göre imaj kazanırlar. Rabbimizin tabiriyle, zihinsel yönden sağlıklı, malî yönden varlığı minnete bulaşmamış, yüce bir ahlâka sahip Abdullah oğlu Muhammed, Darü’n-Nedve üyeleriyle Alak suresinin 9-10. ayetlerinde yer alan tartışmayı yaptıktan sonra evine kapanmış, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz olmuştu. Allah da bu surede ona “Ey örtüsüne bürünen!” diye seslenmiştir. Yani “Ey içine kapanan, toplumsal meselelere karışmaz olan, salâtı/sosyal aktiviteyi, sosyal destekçiliği bırakan Muhammed!” 2 - 4. Ayetler: Geceleyin –kısa bir süre hariç; bazen gecenin yarısı bazen bundan biraz eksilt bazen de buna biraz ekle– kalk görev yap. Kendine indirilmekte olan Kur’ân'ı da tebliğ ederken düzgünce düzene koy! “Geceleyin kalk! Kısa bir süre hariç, Tertil “Tertil” sözcüğü; “Bir şeyin tertibinin güzelliği” demektir. Bu sözcük bedevînin dilinde “Bir şeyden birinin diğerine karışmaması, tarak dişi gibi birbirine karışmamış, karışmayan” anlamına gelir. Bu durum, muhkem, kuvvetli, sımsıkı olmanın zıddıdır. Meselâ dişlerin “tertil”i, “dişlerin seyrek bir şekilde düzene konulmuş, dizilmiş olması” demektir ve bu sözcük Arapçada “güzel dizilmiş dişler” manasında da kullanılır. Sosyal alanda “tertil” ise “konuşma esnasında sözün, yazarken ise kelimelerin, paragraf veya pasajların birbiri ardınca, tek tek, yavaş yavaş, ağır ağır, tane tane dizilmesi, birbirine karıştırılmaması” demektir. Buna göre Kur’an’ın tertili, “Kur’an’ın indiği şekilde tertibinin korunması, bir necmin bir başka necme karıştırılmaması” anlamına gelmektedir. Kur’an’ın nasıl indirildiği ve nasıl okunması gerektiği Kur’an’da şöyle açıklanmıştır: 106"Ve Kur’ân'ı, Biz onu insanlara ağır ağır öğrenip öğretesin diye parça parça ayırdık ve Biz onu indirdikçe indirdik!" (İsra/ 106) Demek ki Kur’an, konularına göre, necmlere göre, iniş sırasına göre bir tertip ve tasnif yapılmak suretiyle okunmalı ve okutulmalıdır. Furkan suresinin 32. ayetinde de Rabbimiz Kur’an’ı tertillediğini, yani her şeyi yerli yerinde, bir birine karıştırmadan, bir düzen içinde indirdiğini beyan etmektedir. Peygamberimize ilk gelen vahylerde de [Müzzemmil; 4], Kur’an’ın tertillenmesi, yani necmlerin gayet düzenli tutulması, birbirine karıştırılmaması emredilmiştir. Ama tüm bunlara rağmen maalesef elimizdeki mushaf tertilli değildir. Biz, samimiyetle ve dürüstçe birçok kez dile getirdiğimiz bu hususta, Kur’an’a gönül verenlerin Kur’an ile derin çalışmalar yapıp Kur’an’ı necm necm dizmeleri ve onu bugünkü sure anlayışından öte, gerçek sureleriyle mushaflaştırmaları gerektiğine inanıyor ve bu gayreti onlardan bekliyoruz. 5. Ayet: 5Şüphesiz Biz, senin üzerine çok ağır bir söz/Kur’ân'ı bırakacağız. “Ağır söz” ile Kur'an ayetleri kastedilmiştir. Kur'an ayetlerinin neden bu sözcüklerle nitelendirildiği bir kaç şekilde açıklanabilir: “Zor görev”, “inecek ayetlerle amel etmenin zor olması”, “gelecek hükümlerin ağır olması”, “peygamberimize ağır gelecek olması”, “hafif ve değersiz olmayan”, “inkârcılara ve ikiyüzlülere çok ağır gelecek”, “kalıcı”, “kıyamette ölçüde/tartıda ağır basan.” 6. Ayet: 6Gecenin yeni oluşum etkinliği, rahat rahat çalışabilme bakımından daha güçlü, söz bakımından daha etkilidir. Ayette geçen “وطئا vat'en” kelimesi, yeri çiğneme anlamına geldiği gibi, derin derin düşünmek üzere konsantre olma, ruhen yoğunlaşma, dikkati yapılan iş üzerinde yoğunlaştırma gibi eylemler için de kullanılır. Bu yoğunlaşmayı sağlayabilmesi için peygamberimize geceleyin kalkması önerilmektedir. Çünkü birkaç saat uyku ile günün yorgunluğu giderilmiş, zihin kendini yenilemiş, akıldaki problemler de uykudan önceki zamanda kalmıştır. Ayrıca gecenin sessizliği dikkatin bir noktaya toplanmasında çok etkili bir faktördür. Ayette Kur'an'ın öğrenilmesi ve öğretilmesi sürecinde dingin bir ortam ve ruh hâlinin olması gerektiğine işaret edilmektedir. 7Şüphesiz gündüzde senin için uzun bir uğraşı vardır. Geceler, zihni toparlayabilmek ve konsantre olabilmek için gündüzlerden daha uygun zamanlardır. Gündüzleri insanın yorucu meşgaleleri ve yoğun telâşları vardır. Çevrenin görüntüsü ve gürültüsü aklı ve zihni karıştırır, dikkatleri dağıtır. Gecenin dinginliği sayesinde akıl ve zihin duru olur, dikkat dağılmaz, her şey daha iyi anlaşılır. Öğrencilik yapmış olanlar bu gerçeği hayatlarında bizzat yaşayarak tecrübe etmiştir. Ezberlerini gece yapmış, derslerine gece çalışmıştır. 8Rabbinin adını an ve tüm benliğinle O'na yönel! Ayette geçen “تبتّل tebettül”, “yalnızca Allah'ı dikkate almak, sadece O’na kulak verip başkasına itibar etmemek” demektir. Bu anlam En'âm suresinin 91. ayetinde “ قل الّله ثمّ ذرهم فى خوضهم يلعبون Sen, Allah de! Ve sonra onları bırak, kendi bataklıklarında oynaya dursunlar!” ifadesiyle yer alır. “ تبتّل tebettül” sözcüğünün asıl anlamı “kesmek” demektir. Araplar “ بتلت الشّىء beteltü’ş-şey’e/o şeyi kestim” derler. Eşinden ayrılan, onunla ilişkisini tümüyle kesen kişi için de “ طلّقها بتّة بتلة tallekaha betteten betleten/onu kesin olarak üç talâkla boşadı” ifadesi kullanılır. Yine Araplar “verilmiş sadaka” için de “وهذه صدقة بتّة بتلة ve hazihi sadakatün bettetün beteletün/bu sahibi ile ilişkisi tamamen kesilmiş bir sadakadır” şeklinde bir tabirleri vardır. Bu tabirde de ilişkisi tamamen kesilmiş anlamında “betlet” sözcüğü kullanılır. Her şeyle ilişkisini kesip sadece Allah'a yöneldiği için Meryem Valideye “ مريم البتول Meryem el-Betül” denmiştir. İnsanlarla her türlü beşeri ilişkiyi koparıp tek başına ibadete yönelen rahibe de “ متبتّل mütebettil” denir. Yani “tebettül” bir bakıma ruhbanlık anlamında da kullanılmaktadır. İslâm dininin ibadet anlayışı yozlaşmış dinlerden farklı olduğundan, başta Maide suresinin 87. ayeti, Hadid suresinin 27. ayeti ve diğer bazı ayetlerle ruhbanlık ve ruhbanlık anlamındaki tebettül yasaklanmıştır. Bazı çevrelerin zahitçe bir hayat yaşama arzusuyla dünya ile ilişkilerini kesmeleri, bu doğrultuda mal, mülk ve eş gibi nimetlerden uzaklaşmaları İslâm’a ters bir anlayıştır. Buradaki tebettül yalnızca Allah'ı dikkate almak, ondan başka otorite tanımamak, Allah'ın belirlediği yolda yürüyüp kimsenin dümen suyunda gitmemektir. 9O, doğunun ve batının; tüm yönlerin Rabbidir. O'ndan başka, tanrı diye bir şey yoktur. Bu nedenle O'nu vekil et; “tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak tanı! Kesin bir yöneliş, yönelinen varlığı tanımak, onu sevmek ve ona hayranlık duymakla mümkündür. Allah bu ayette kendi özelliklerinden birini daha tanıtmakta, mükemmel ve mükemmelleştirici olduğunu belirterek yönelinecek tek varlığın kendisi olduğunu ihtar etmektedir. 10Onların söylediklerine/ söyleyeceklerine de sabret. Ve güzel bir ayrılışla onlardan ayrıl, 11Beni ve o nimet sahibi yalanlayıcıları başbaşa bırak! Birazcık süre tanı onlara. Peygamberimiz göreve başlayınca, Mekke toplumunun müşrik ileri gelenleri daha önce duydukları saygıyı bırakıp ona “mecnun, sihirbaz, şair, ebter” gibi çirkin nitelikler yakıştırmaya başlayacaklardır. Bu ayette ona bu tür çirkin ithamlarda bulunanlardan nezaketle uzaklaşması emredilmektedir. Çünkü peygamberimiz onlarla tekrar karşılaşacak, yüz yüze bakacak ve tebliğine devam edecektir. Eğer ayrılış nezaketle olmazsa, aradaki iletişim kopabilir ve sonraki karşılaşmalarda hiç dinlenmeme riski ortaya çıkabilir. Bu emir ilerideki surelerde de (Kaf 39-40 ve Ta Ha 130) tekrarlanacak ve yine peygamberimizden onlara karşı sabretmesi istenecektir. Ancak bu emir hiçbir zaman davetten bunalarak davadan vazgeçmesi istendiği anlamına gelmez. Ondan istenen, itham edenlere sert değil yumuşak cevap vermesi, kaba davrananlara aldırmaması, şımarıkları kendi hallerine bırakıp davetini kitlelere nezaketle iletmesidir. Yani; “Onları bana bırak, sen aradan çekil, Ben onların hakkından gelirim.” Dikkat edilirse, bu ayette “nimet sahibi” olarak nitelenen Mekke'nin ileri gelenleri, ilk vahiy olan Alak suresinde “kendini zengin gören”, ikinci vahiy olan Kalem suresinde ise “mal ve oğullar sahibi” olarak nitelenmişlerdi. Müzzemmil suresinin bu ayetinde de yine aynı nitelikteki azgınlara dikkat çekilmektedir. Tağutlaşanlar, servetle şımarmış, fukarayı ezen elit kadrolardır. Bu elit zümreler toplumları yönlendirir ve onu istedikleri yöne sürüklerler. Çıkarları elden gidecek korkusuyla mevcut stütükoda bir değişiklik istemezler, hak ve adaletin yaşayan değerler haline gelmemesini sağlamaya çalışırlar. Zayıflar da onlardan korktukları için onların istedikleri yöne giderler. Bu tağutlar yüzünden hakka ulaşamayan nice zavallı topluluklar vardır. Bu azgınlar grubu kendilerini varlıklı görerek her şeyi maddeye bağlar, ahireti de inkar ederler. Ahirete inanmadıkları için dünyada ne yapabilirlerse onları kâr sayarlar. Bu yalanlayıcılardan bir kısmının imana gelmesi muhtemeldir. Onlara süre verilmelidir. Süreyi iyi kullanmadıkları takdirde Allah tarafından mutlaka cezalandırılacakları unutulmamalı, bu konuda aceleci davranılmamalıdır. Nitekim başlangıçta bu yalanlayıcıların en şerlisi olan Velid b. Muğîre'nin oğlu Halid daha sonra iman etmiş, İslâm'ın bayraktarı olmuştur 12Kesinlikle Bizim yanımızda bukağılar; ayaklarından bağlayacağımız demir halkalar ve cehennem var. 13Boğazdan zor geçen bir yiyecek, can yakıcı bir azap var. 14O günde ki; yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür. Bu ayetlerde sayılan azap malzemeleri, genel davranış tarzları yukarıda açıklanmış olan tağutlar içindir. Ondördüncü ayet ahiret gününü anlatan ilk ayet olup o günün nasıl başlayacağını bildirmektedir. O gün arz ve dağlar şiddetli bir deprem ile sarsılır, dağlar kum gibi savrulur, un ufak olup dağılır. Arz dümdüz olur, ne tümsek kalır, ne de alçak bir vadi... 15- 19. Ayet: 15Şüphesiz Biz, Firavun'a bir elçi gönderdiğimiz gibi, size, üstünüze tanık olan bir elçi gönderdik. 16Ama Firavun, elçiye isyan etti de Biz de onu korkunç bir tutuşla tutuverdik. 17Buna rağmen eğer küfrederseniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çeviren o günden nasıl korunacaksınız? 18Gök bile o günün şiddeti ile parçalanır. O'nun yerine getirmek için verdiği söz gerçekleşmiştir. 19Şüphesiz ki yukarıda anlatılanlar, Kur’ân bir öğüt vericidir/ düşündürücüdür. Onun için, dileyen Rabbine doğru bir yol edinir. Bu pasajda, Mısır ile Musa arasındaki ilişkiye gönderme yaparak Mekke ileri gelenlerine hitap etmekte ve onlara kendi içlerinde yetişmiş Abdullah oğlu Muhammed'in bir elçi olarak görevlendirildiğini açıklamaktadır. Musa'nın elçiliğinin örnek gösterilmesi, Mısır'da doğup büyüyen ve onların içinden biri olan Musa gibi, Muhammed'in de Mekke'de doğup büyüyen ve Mekkelilerin içinde yaşayan biri olduğunun hatırlatılması nedeniyledir. Peygamberimizin Mekkelilere tanıklığı iki anlama gelebilir: 1. Peygamberimiz, içlerinden biri olması münasebetiyle Mekkelileri yakından tanımakta ve onlar hakkında tanıklık yapabilecek bir konumdadır. 2. Bakara suresinin 143. ayeti göz önünde tutularak peygamberimizin Mekkelilere tanıklığının ahirette gerçekleşeceği. Biz, ayetin devamında verilen Musa ve Firavun örneğinin de delâlet ettiği gibi, kastedilen tanıklığın birinci şıktaki anlamıyla bir tanıklık olduğu kanısındayız. Çünkü peygamberimiz ile Mekkeliler arasındaki ilişki, Musa ile Firavun arasındaki ilişkiye benzetilmiştir. Musa nasıl Firavun'un yanında büyümüş ve yetişmiş ise, peygamberimiz de Mekkeliler arasında büyüyüp yetişmiştir. Bu ayetlerde Mekke müşrikleri, Allah'ın gönderdiği elçiye karşı çıkması yüzünden cezalandırılan Firavun örnek gösterilerek tehdit edilmektedir. Ayrıca ceza gününün dehşeti çok etkili bir biçimde tasvir edilmektedir. Çocukların bile korkudan saçlarının beyazlaşması ve göklerin yarılıp çatlaması şeklindeki tasvirler, daha sonra inecek olan Hakka suresinin 14., Ta Ha suresinin 105-107., Neml suresinin 87., Nebe suresinin 20., ve Karia suresinin 5. ayetlerinde detaylandırılmıştır. Kıyametin korkunçluğunun değişik sahnelerle anlatılmasının amacı, insanları korku faktörü ile doğruya yöneltmektir. Bu ayette insanın doğruyu ve yanlışı seçmekte özgür olduğu vurgulanmakta ve okunan ayetlerin düşünenler için uyarı olduğu, dileyenin bu ayetlerden öğüt alarak Rabbine varan doğru yolu bulacağı belirtilmektedir. 20Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin gecenin üçte-ikisinden daha azını, yarısını, üçte-birini ayakta geçirmekte olduğunu biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyledir. Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye bağlar. Sizin bu işi kolaylıkla yapamayacağınızı bildi de sizin için bu görevi hafifletti. O hâlde Kur’ân'dan kolay geleni öğrenin-öğretin! Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O hâlde ondan kolay geleni öğrenin-öğretin! ….Salât'ı [mâli ve zihinsel destek; toplumu aydınlatma kurumlarını] kurun/ayakta tutun,18 zekat'ı19 verin! Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok merhamet edicidir. Surenin başında da değinildiği gibi, bu ayetin Mekkî olduğunu ileri süren rivayetler olduğu gibi, Medenî olduğunu ileri süren rivayetler de vardır. Bu ayet, teknik ve içerik; Peygamberimizle birlikte bir grup müminin gece eğitimine katılması, Kur'an'ın oluşmuşluğu, dış ticaret, Allah yolunda savaş, Allah'a güzel bir ödünç verme, salatı ikame etme ve zekât verme gibi konulardan bahsediyor olması İtibariyle kesin olarak Medenidir. Bizim kanaatimize göre de Tevbe suresinin 106. Ayetinden sonra inmiştir. Bu ayet, bazılarının ileri sürdüğü gibi, surenin 2-4. ayetlerini nesh edip hükümlerini kaldırmamakta, aksine o ayetleri farklı bir üslûp ile pekiştirmektedir. Peygamberimize 2-4. ayetlerle verilen talimatların onun tarafından yerine getirildiği beyan edilmekte ve toplum yapısına dikkat çekilmektedir. Buna göre; Kur'an öğrenme ve öğretme ile meşgul olanlar tıpkı peygamberimiz gibi 2-4. ayetlerle amel edecekler, bunların dışında [esnaf, tüccar, avcı, çiftçi, asker, hasta] olanlar ise geceleri dinlenecekler, gündüzleri işlerine bakacaklar, sadece Kur'an'dan kolay geleni öğrenip öğreteceklerdir. Genellikle “okumak” diye çevirilen “gıraat” sözcüğün salt okuma anlamına gelmediğini, “toparlayıp dağıtmak, [öğrenip öğretmek]” anlamını da içerdiğini Alak suresinin tahlilinde açıklamıştık. Ayette bahsedildiğine göre Müslümanlar artık eğitim-öğretim dönemlerini bitirmişler, öğrendiklerini yaşar duruma gelmişlerdir. Böyle durumlarda Kur'an'dan kolaylarına geleni, bilebildiklerini, ulaşabildiklerini imkanları nispetinde okuyup başkalarına da öğretmeleri istenmektedir. Ayette iki kez geçen “O halde Kur'an'dan kolay geleni öğrenin öğretin” ifadesinin namazla bir ilgisi yoktur. Ayette ifade edilen salt Kur'an okumak ve öğretmektir. Kur'an'dan kolay gelenin okunması konusunda farklı fikirler ileri sürülmüş ve çeşitli ayet sayıları verilmiştir. Ayetin konu ettiği kolaylığın ölçüsünü sayısal olarak değil, mantıksal olarak değerlendirmenin daha doğru olduğu kanısındayız. Bu ayetin ibadetleri hafiflettiği yolunda görüşler de ileri sürülmüştür. Ancak bize göre bu görüşler isabetli değildir. Ayette bilgilenmiş olanların mücadeleye çıkmaları, cepheye koşmaları, mücadele esnasında da ellerinde Kur'an, ondan işlerine engel olmayacak kadarını ve bilebildikleri kısımları okumaları ve okutmaları emredilmektedir. Ayrıca bu ayette insanların ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar mükemmelliğe ulaşamayacakları ve tövbe etme yolunun açık olduğu ima edilmekte, “Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok esirgeyicidir” denilmektedir. Tövbe ile ilgili detay ilerideki surelerde verilecektir. Salât'ı [mâli ve zihinsel destek; toplumu aydınlatma kurumlarını] kurun/ayakta tutun, zekat'ı verin! Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! … Alak suresinde “Salat” kavramını açıklamış idik. Burada Rabbimiz salatın ikamesinden bahsetmektedir. Salatın ikamesi, nüğzul sırasına göre mushafta ilk olarak burada yer aldığı için, bu konunun ayrıntısını da burada verip bundan sonra buraya atıfta bulunacağız. [İQÂMİ'S-SALÂT=SALÂT'IN İKÂMESİ] Kur’an’ın birçok ayetinde Salât’ın “İkâmesinden” bahsedilir. “Salât'ın ikâmesi” ile ilgili emir ve haber cümlesi niteliğindeki ifadeler genellikle “namazı doğru kılın, namazlarını dosdoğru kılarlar” şeklinde çevirilegelmiştir. Bizim, sözcüklerin anlamları üzerinden yaptığımız tahlil ise bu çevirilerin ve bu anlayışların yanlışlığını göstermektedir. “İqâmi’s Salât” ifadesi, إقام[iqâm] ve الصّلوة [es-salât] sözcüklerinden oluşmaktadır. Salât sözcüğünün ne anlama geldiği yukarıda açıklandığı için, burada إقام[iqâm] sözcüğünü tahlil edeceğiz. ق و م [q-v-m] harflerinden oluşan إقام[iqâm] sözcüğü, “oturmak” fiilinin karşıtı olan qıyâm sözcüğünün if‘âl babından mastarıdır ve lügatlerde bu kalıbın anlamı; “ayağa kaldırmak, dikmek, ayakta tutmak” olarak belirtilmiştir. Buna göre إقام الصّلوة [iqâmi's-salât] tamlamasının anlamı da; “zihnî ve mâlî yönlerden yapılan yardım ve destekle sorunların üstlenilerek giderilmesi işlerinin gerçekleştirilmesi ve bunun sürdürülmesi, yani ayakta tutulması” demektir. Bunu somutlaştırarak ifade etmek gerekirse “salâtın iqâmesi”: • Zihnî yönü ile , “eğitim ve öğretimin yapılması için okullar, halk evleri, halk eğitim merkezleri açılması ve bunların ayakta tutulması”, • Mâlî yönü ile , “iş alanları açılması, Emekli Sandığı, Bağkur, SSK gibi sosyal güvenlik sistemlerinin teşkil edilmesi, yoksul ve yetimlerin desteklenerek -bekâr ve dulların evlendirilmesi de dâhil- sorunlarının sırtlanması, dertlerine deva olunması için kurumlar oluşturulması ve bunların yaşatılarak ayakta tutulması” demektir. İşin gerçeği olan Salâtın bu anlamına göre, Salât’ın neden dinin direği olduğu daha iyi anlaşılmış ve kabullenilmiş olacaktır. Zekât İslâm dininin temel unsurlarından olan “ الزكوةZekât’ın sözcük olarak kökü olan “ ز ك وzkv/”, “ üreme ve artma, arıtma” demektir. Meyve ve tahıl cinsinden Allah’ın verdiği; artıp çoğalan her şeye “ زكاءzekâ” denir. Bu kökün türevlerinden olan “ الزكوةZekât” sözcüğü, “ صلاحSalâh; bir şeyin en iyi, en temiz, en düzgün hali” demektir. “Malın zekâtı” demek, “malın temizlenmesi, saf; arı-duru hale getirilmesi” demektir. (LİSAN ve TAC) Bu sözcüğün mastarlarından olan “ التزكيةtezkiye”, “Temizlemek, geliştirmek, feyizlendirmek, büyütmek ve temize çıkarmak” demektir. Bir Kur’an kavramı olarak “tezkiye”, nefsini temizlemek, onu şirk, günah, nifak [ikiyüzlülük], rics [pislik], cehalet, kötü duygular ve benzeri şeylerden temizlemek, ona itaati ve takvayı [Allah’ın koruması altına girmeyi] öğretmek demektir. Bu anlamı, A’lâ/14–17, Leyl/14–21 ve Şems/ 1–10’da görmekteyiz. İnsanın nefsini arındırması ancak iman etmesi ve salihâtı işlemesi ile mümkün olan bir durumdur. Kişiyi kirleten, küfür ve şirktir. Çünkü şirkin necis [pislik], müşrikin de neces [pis] olduğunu Kur’an bildirmektedir (Tövbe 28). İman sahibi olan kişide imanın dışa yansıması olan “takva” ortaya çıkacak ve her yönüyle tertemiz bir “nefs” söz konusu olacaktır. İnançsız bir kimsede ise inançsızlığının dışa yansıması olan “fücur” ortaya çıkacak ve her türlü sosyal pisliği barındıran bir “nefs” söz konusu olacaktır. “ الزكوةZekât” sözcüğü de bu kökten (“ ز ك وzkv/”) gelmektedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, zekât”, “ صلاحsalâh; bir şeyin en iyi, en temiz, en düzgün hali” anlamına gelmektedir. Terimsel anlam olarak ise “Zekât”, “Müminlerin devletinde, devletin, var olması, ayakta durabilmesi, salâtın ikame edilebilmesi (maddi ve manevi desteğin ve güvenliğin sağlanabilmesi) müminlerin iman borcu, kulluk görevi olarak verdiği vergi”dir. Zekât, müminlerin bağımsız bir devlet ortamında tüm ibadetlerini özgürce yapmalarını sağlayarak, müminlerin manevi temizliğini sağladığı, onları kusursuzlaştırdığı ve bu ibadeti yaparken, kişiyi mal, mülk evlat tutkusundan arındırdığı, kişileri, günah, cimrilik kirinden arındırıp malda berekete sebep olduğu için bu vergi ibadetine “zekât” denilmiştir. (Yukarıda sunduğumuz tezkiye ayetlerini bir daha hatırlayalım.) Müminlerin, kendilerini, yakınlarını, tüm insanları, tüm hayvanları ve doğayı fitneden, fesattan zulümden ve bozulmadan koruma görevleri vardır. Allah’ın verdiği bu görevler, ancak kendilerine ait bir devlet ve sınırları belirli bir yurtlarının olmasına bağlıdır. Onun için Allah, müminlerin mutlaka bağımsız bir ülkelerinin olmasını, bu ülkeyi savunmalarını ve kendilerini yurtlarından etmek için uğraşanlarla savaşılmasını emretmiştir. Her devlette olduğu gibi müminlerin kurduğu devlette de, devletin, kendisinden beklenen eğitim, öğretim, sağlık, iç-dış güvenlik, alt yapı işlerinin yapılması, dini hizmetlerin yerine getirilebilmesi, geleceğin güvence altına alınması, dinin ve bağımsız bir yurdun korunabilmesi için maddi desteğe; vergiye ihtiyaç vardır. Çağdaş vergi ile İslâm dinindeki Zekât vergisi, şeklen bazı noktalarda benzeşse de temelde [alınış amacı ve gerekçesi (istifade veya iktidar teorisi), harcama yerleri, alınan kesim, alınan değerler, alınacak zaman bakımlarından)] birbirinden farklıdır. Özgür, bağımsız yurt sahibi olmayan müminlerin İslâm dininin ilkelerini yaşamaları, varlıklarını sürdürmeleri imkânsızdır. Zekât’ı sadece müminler verirler. Müminlerin devletinin varlığına, ayakta tutulmasına dış destek gelirse o devlet yozlaşmaya mahkûm olur. Zekât devlet tarafından istenmez ve zorla alınmaz. Müminler, canı gönülden paylarına düşeni kendileri verirler. Onun için Kur’an’da zekât hep “vermek” fiiliyle (“verin!” Veya “verirler”) ifadesiyle yer alır. Kesinlikle zekâtın alınmasından bahsedilmez. Burada “güzel bir ödünç” ile kastedilen, zekâtın dışında verilecek sadakalar, infaklar; muhtaçlara yapılacak diğer yardımlardır. Ancak “güzel” vurgusu, yapılacak yardımların malın iyisinden ve işe yarayanından olması gerektiğini hatırlatmakta, “Allah'a ödünç verin” vurgusu ise yapılacak yardımların sanki bizzat Allah'a borç veriliyormuş gibi değerlendirilerek en lâyık olanlara yapılması gerektiğine işaret etmektedir. Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. … Kişinin ölmeden evvel malıyla mülküyle hayırlı işler yapması, onları ölene kadar elinde tutmasından ve mirasa bırakmasından Allah katında daha değerlidir. Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok merhamet edicidir. Ayetin sonunda da, İslâm'ı yaşarken hata yapanların Allah'tan af dilemeleri istenmekte ve Allah'ın affediciliği bildirilmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 1Razi; el Mefatihu’l Gayb , Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an, İbni Kesir 2Lisanü’l Arab, “zml” mad. 3Lisanü’l Arab, “rtl” mad. 4Lisanü’l Arab, “vte” mad. 5Lisanü’l Arab, “btl” mad. Konu dost1 tarafından (5. January 2014 Saat 07:52 PM ) değiştirilmiştir. Sebep: Düzeltmeler yapmak |
ÖmerFurkan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | mavera (16. October 2010) |
3. September 2010, 08:49 AM | #2 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
MÜZZEMMİL SÛRESİ
1. Ey örtüsüne bürünmüş 1olan 2,3. Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz eksilt. 4. Yahut onun üzerine ekle. Okunacak Kuranı emirleri tertil ile tertillendir. (Hayatına yansıt zira sorumlu olacaksın.) 5. Şüphesiz biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahy aktaracağız.. 6. Şüphesiz gece ibadetinin etkisi daha fazla, (bu ibadetteki) sözler (Kur’an ve dua okuyuşlar) ise daha düzgün ve açıktır. 7. Çünkü gündüzün sana uzun bir meşguliyet vardır. 8. Rabbinin adını an ve bu göreve en iyi şekilde kendini ada. Müzzemmil sözcüğünün anlamı, üste alınan şey demektir. Ey içine kapanan, toplumsal meseleler ile bürünmüş olan kişi olarak yazılabilinir. Zira bu kişi ağır bir yük ile yüklenerek ve bu suredeki emirleri yerine getirerek müddessir olacaktır. رتل "Tertil" tane tane okumak, sıralamak, beyan etmek manasınadır. Aynı kelime Furkan Suresi 32. ayetinde geçmekte olup parça parça, özümseyerek, bu ayetleri hayata geçirerek, bu kitabı yüklenmek ve hayatına yansıtmak için hazırlan. Burada emrinden sonra mastarıyla vurgu yapılması da bu tertîlin en güzel şekilde olmasının arandığını gösterir aynı yapı 8. ayette de görülmekte. Bizlerde bu emirden sonra hayatıma Kuranı almak için zamanımızda bir takım düzenlemeler yapmalıyız. Zira bir sonraki ayetlerde günlük hayatın zamanlamalarından bahsedilmektedir. Gündüzün meşguliyeti fazlalığı ve gecenin planlama ve düzenlemede, Kuranı ezberleme ve idraki için uygunluğundan bahsedilmektedir. بتل kelimesi adamak anlamındadır.. Hz. Meryem lakabı Betül olup kendisini adayan anlamındadır. İSRÂ SÛRESİ 106. Biz bunu (Kur’an’ı), uzun sürede insanların üzerine yükümlü kılmak(yüklemek) için kısımlara (sure, parça) ayırdık ve onu(Kur’an’ı) biz nüzul(indirme) sırasına göre indirdik. Kuran şuan bir bütün olmasına rağmen, hayatımıza geçirmede nüzul sırası takip edilmesi gerektiğini bu ayet bize bildiriyor. |
pramid Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Yiğitcan (1. February 2019) |
3. September 2010, 09:42 AM | #3 |
Guest
Mesajlar: n/a
|
Selam.
Kuran'ı iniş sırasına göre okumamızı söylemişsin. ve nezzelnahu tenzilen cümlesini iniş sırasına göre indirdik olarak anlam vermişsin. Ya da başka bir mealden de almış olabilirsin. Nezzelnahu sözcüğünün indirdik olduğunu biliyorum fakat tenzilen sözcüğü hakkında bir bilgim yok. yavaş yavaş indirme, ağır ağır indirme, parça parça indirme, topluca indirme, bir indiriş gibi anlamlar verenler var. Tabi bunlar ölçütüm değil. O sözcüğü araştırdım. 15 yerde var. 2'si dikkatimi çekti. http://www.kuranmeali.org/kuran_meal...furkan&ayet=25 Buraya bakabilirsin. Burda meleklerin bir iniş sırası ile ineceğini düşünmüyorum. 76:23'e göre de Kuran'ı indirmeyle indirdik olamayacağına göre parça parça ya da bir indiriş daha mantıklı olabilir. Doğrusunu Allah bilir, Rabbim bilgimi arttır. Ayrıca iniş sırasının doğru olduğuna dair kesin bir bilgimiz yok. |
3. September 2010, 01:59 PM | #4 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
arapça lisanını yapısını türkçe düşünmemek gerekiyor. zira türkçe karşılık, bazen bulamıyoruz.nezzelnahu ve tenzilen kelimelerinin aslı nezele kelimesidir.
Furkan-32. ayet sonunun arapçasına bakarsan değerli arkadaşım, "rettelnahü tertilan" ile "nezzelnahü tenzilen" arapça kalıbının aynı olduğunu görürsünüz. kuranın vahyi tamamlandıktan sonra kuranı peygamberimiz cebrail ile birlikte düzenlediler. bunda bir sıralama oldu. fatiha-bakara-al-i imran..... bu sıralanıştaki dikkati çeken hüküm ayetleri içermesi. öncelik hüküm ayetlerindedir. zira iman, kıyamet, cennet, cehennem gibi kavramlar anlaşılmış ve kuranın son bölümlerine konulmuştur. günümüzde ise iman, rab, şirk, cennet ahiret inancı çok zayıf olup tekrar imanın kuvvetlendirilmesi gerekir. günümüzde tekrar kuran mehcur ittihaz edilmiştir.(furkan-30) yine kurana bakalım, FURKÂN SÛRESİ 30. Peygamber, “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı (mehcur) Terkedilmiş bir şey haline getirdi” dedi. 31. Biz, işte böyle, her peygamber için suçlulardan bir düşman yarattık. Yol gösterici ve yardım edici olarak Rabbin yeter. 32. İnkar edenler, “Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz Kur’an’la senin kalbini pekiştirmek için tertil ile tertillendirdik. Mehcur tutmak iki anlama gelir birisi terkedip uzak durmak, onunla amel etmemektir. Zira bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Her kim de Kur'ân'ı öğrenir de ilgilenmez ve bakmazsa; kıyamet günü gelir, yakasına sarılır 'ya Rab! Bu kulun beni mehcûr tuttu (beni terkedip uzak kaldı, benimle amel etmedi), benimle arasında hüküm ver' der." Diğer anlamı ise; hakkında saçma sapan konuştular, evvelkilerin uydurma masalları dediler, demektir. Peygamberin bu şekilde şikayetini söylemek büyük bir tehdittir. Çünkü peygamberler kavmini Allah'a şikayet ettikleri zaman haklarında azab çabuklaştırılmış olur. Rasul kıyamette, Allah’a kendinden sonraki dönemde Kuranın mehcur (değersiz bir şey,terk edilmiş) ittihaz edildiğini söylüyor.(Yani İnsanlar Kurana göre yaşamıyor, ama Kuranı da tam olarak terk etmiyor. İşine geleni alıyor işine gelmeyeni terk ediyor.) Böyle yapanların günahkar olduğu söylenmekte. Doğru yolun bulunmasında yol gösterici olan Allah, Kuranı yaşama geçirmenin aşama aşama olacağını söylüyor. Günümüzde de bu kitabı bir anda insanların hayatına sokmak isteyen kimseler mevcut olup bu yanlış bir yöntemdir. Önce kalplere iman yerleşir, ahiret inancı sağlamlaşır ki bu sağlamlaşma mekki sureler ile olacaktır ve buda nüzul ve tertil sırasına göre olacaktır, daha sonra ibadet ve hüküm ayetleri hayatımıza geçirilmelidir. Şu da unutulmamalıdır ki günümüzde bu kuran bir bütündür. İbadetlerimizi yapmalıyız zira dini yayma ve açıklamada bu yöntemleri kullanmamız gerekmektedir. Bütün peygamberler Allah katındaki tek din ilan islamı tebliğ etmişlerdir. Hz. İsa, Hz. Musa ve Kardeşine inanalar da müslümanlardı ve İslam üzere idiler. Din geldikten sonra insanlar, ihtiras ve aşırılıklarından dolayı ayrılığa düşüp dinlerini bozdular. Sonrasında gelen peygamberlerde insanların bozmuş olduğu dini düzelttiler. Bizlerde Kitap verilmiş insanlar olarak, günümüzde de aynı bozulmalar, dinde ayrışma ve aşırılıklar ile karşı karşıyayız. Bizim üzerimize düşen görev ise Allahın bizden almış olduğu misakı yerine getirmektir. Konu pramid tarafından (3. September 2010 Saat 02:27 PM ) değiştirilmiştir. |
pramid Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi: | Miralay (5. September 2010) |
4. September 2010, 03:53 PM | #6 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
cebrail ile peygamber yapmıştır. cebrail ise vahyi iletir.
|
5. September 2010, 03:05 PM | #8 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Peygamber Efendimiz kendisine nazil olan âyet ve sûreleri yanında bulunan sahabelerine okur, sahabeler de onu ezber ederler, bir kısmı da yazardı. Bundan ayrı olarak, Peygamber Efendimizin vahiy kâtipleri vardı. Bunlar nazil olan âyetleri ve sûreleri özel olarak yazmakla vazifeli idiler. Gelen âyet ve sûrenin nerede yer alacağı, Kuranın neresine gireceği de bizzat Peygamberimize Cebrail vasıtasıyla bildiriliyor, o da vahiy kâtiplerine tarif ederek, gerekeni yaptırıyordu. Böylece Hz. Peygamberin sağlığında Kuranın tamamı yazılmış nereye neyin gireceği belli olmuştur.Aynca Cebrail her Ramazanda gelir o güne kadar nazil olmuş âyet ve sûreleri Peygamberimize yeni baştan okurdu. Efendimizin vefatından evvelki son Ramazanda Hz. Cibril yine gelmiş, ancak bu sefer Kuranı Peygamberimizle iki sefer okumuşlardı. Birinci sefer Hz. Cibril okumuş, Peygamberimiz dinlemiş ikinci seferde ise Peygamberimiz okumuş, Hz. Cibril dinlemişti. Böylece Kuran son şeklini almıştı
|
5. September 2010, 04:34 PM | #9 | |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Alıntı:
Hoşgeldiniz.Alak Suresini okudunuzmu.?.Kur'an 'da bu bilgileri nerede hangi surede hangi ayette buldunuz.?Apaçık ve detaylandırlmış bir kitap olduğu Rabbimizce tasdik edilen Kur'an'da mı buldunuz?Bu bilgileri hangi sağlam kitaptan aldınız ve doğruluğu konusunda eminmisiniz?.Yoksa elinizde başka bir kitap mı var?.Bizim bilmediğimiz.?Sakın beni yanlış anlamayın yapım böyle.Tekrar aramıza hoşgeldiniz.İnşeAllah hep beraber sadece Kur'an diyen Kur'an erlerinden olmayı Allah bizlere hepimize nasip eder. |
|
ÖmerFurkan Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi: | Miralay (5. September 2010) |
6. September 2010, 11:03 AM | #10 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
değerli arkadaşım. "rabbimiz ilmimizi artırsın."taha suresi-114
kasıt aramadığını biliyorum. bu kuranı en iyi şekilde anlamanın yolu arapçayı iyi bilmekten geçmektedir.(taha 2-3, ta-ha 113-114) bu kuranın sıralaması çokda fazla önem arz etmemektedir. ayetlerin inişi ihtiyaca göre, soru sorulması vb. nedenler ile inmiştir. ama bazı alimlerin görüşleri vardır. aşağıda bahsi geçecek.mesele emirlere uymak olup; allahın, bu kuranı nüzul(furkan-32) ve tertil (müddessir-4) ile indirmesi aşikardır. FURKÂN SÛRESİ 27. O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: “Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım!” 28. “Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim!” 29. “Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.” 30. Peygamber, “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı (mehcur) Terkedilmiş bir şey haline getirdi” dedi. 31. Biz, işte böyle, her peygamber için suçlulardan bir düşman yarattık. Yol gösterici ve yardım edici olarak Rabbin yeter. 32. İnkar edenler, “Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz Kur’an’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk.2 "Mehcur tutmak" iki anlama gelir birisi terkedip uzak durmak, onunla amel etmemektir. Zira bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Her kim de Kur'ân'ı öğrenir de ilgilenmez ve bakmazsa; kıyamet günü gelir, yakasına sarılır 'ya Rab! Bu kulun beni mehcûr tuttu (beni terkedip uzak kaldı, benimle amel etmedi), benimle arasında hüküm ver' der." Diğer anlamı ise; hakkında saçma sapan konuştular, evvelkilerin uydurma masalları dediler, demektir. Peygamberin bu şekilde şikayetini söylemek büyük bir tehdittir. Çünkü peygamberler kavmini Allah'a şikayet ettikleri zaman haklarında azab çabuklaştırılmış olur. Rasul kıyamette, Allah’a kendinden sonraki dönemde Kuranın mehcur (değersiz bir şey,terk edilmiş) ittihaz edildiğini söylüyor.(Yani İnsanlar Kurana göre yaşamıyor, ama Kuranı da tam olarak terk etmiyor. İşine geleni alıyor işine gelmeyeni terk ediyor.) Böyle yapanların günahkar olduğu söylenmekte. Doğru yolun bulunmasında yol gösterici olan Allah, Kuranı yaşama geçirmenin aşama aşama olacağını söylüyor. Günümüzde de bu kitabı bir anda insanların hayatına sokmak isteyen kimseler mevcut olup bu yanlış bir yöntemdir. Önce kalplere iman yerleşir, ahiret inancı sağlamlaşır ki bu sağlamlaşma mekki sureler ile olacaktır, daha sonra ibadet ve hüküm ayetleri hayatımıza geçirilmelidir. Şu da unutulmamalıdır ki günümüzde bu kuran bir bütündür. İbadetlerimizi yapmalıyız zira dini yayma ve açıklamada bu yöntemleri kullanmamız gerekmektedir. Bütün peygamberler Allah katındaki tek din ilan islamı tebliğ etmişlerdir. Hz. İsa, Hz. Musa ve Kardeşine inanalar da müslümanlardı ve İslam üzere idiler. Din geldikten sonra insanlar, ihtiras ve aşırılıklarından dolayı ayrılığa düşüp dinlerini bozdular. Sonrasında gelen peygamberlerde insanların bozmuş olduğu dini düzelttiler. Bizlerde Kitap verilmiş insanlar olarak, günümüzde de aynı bozulmalar, dinde ayrışma ve aşırılıklar ile karşı karşıyayız. Bizim üzerimize düşen görev ise Allahın bizden almış olduğu misakı yerine getirmektir. Bazı Alimlerin görüşü ise İbnu'l-Enbârî (01.328/ 940)'dir. Ona göre sûreler genellikle meydana gelen bir hâdise, âyetler de soru soran*lara cevap vermek üzere nazil oluyordu. Cebrail vahiy getirdiği zaman Bu görüşte olan âlimlerden biri, İbnu'l-Enbârî (01.328/ 940)'dir. Ona göre sûreler genellikle meydana gelen bir hâdise, âyetler de soru soran*lara cevap vermek üzere nazil oluyordu. Cebrail vahiy getirdiği zaman Hz- Peygamber'e her sûrenin yerini bildirirdi. Sûrelerin tertibi de, âyet ve harflerin tertibi gibiydi. Bunların hepsi de Nebi (sav) tarafından yapılıyordu. Bu yüzden kim bir sûreyi öne alır yahut geriye bırakırsa Kur'ân'm tertibini bozmuş olur[ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 260; es-Suyûtî, el-İtkân, I, 82-83.]. en-Nehhâs (öl.338/949) da şunları söyler: "Bu hususta tercih edilen görüş, sûre tertibinin bizzat Resûlullah Muhammed (sav) tarafından ya*pılmış olmasıdır"[ez-Zerkeşî, el-Burhân, I, 258; es-Suyûtî, el-İtkân, I, 83.]. el-Kirmânî (öl.502/1108)'nin görüşü de şöyledir: "Eğer iniş açısından Bakara Sûresi, Kur'ân'm ilk sûresi değildir denilirse, ben de derim ki, Kur'ân'ın ilk sûresi, Fatiha Sûresi'dir. Sonra Bakara, ÂI-i İmrân ve Nisa olmak üzere bugünkü tertipde devam etmektedir. Allah Taâlâ tarafından Levh-i mahfûz'a böyle yazılmıştır. Hz. Peygamber her sene nazil olan âyetleri bu tertip üzere Cebrail (as)'e arzetmiş, vefatından önceki Ramazan ayında da söz konusu arza iki kere vuku bulmuştur[El-Kirmani el-Burhan fi tevcihi müteşabihi’l-Kuran (thk Abdulkadir Ahmed Atâ), 5 ]. Sûre tertibinin tevkifîliğini savununanlardan birisi de el-Âlûsî (öl.l270/1853)'dir. Ona göre de Resûlullah (sav) âyet ve sûrelerin yerle*rini ya bizzat açıklayarak ya da işaret yoluyla bildiriyordu. Sahabe de bu tertip üzere icmâ etmişti[el-Alûsî, Rûhu'l-me'ânî, Bulak 1301, I, 27.]. Alak Suresi 1,2. Yaratan Rabbinin adıyla yüklen (oku, anlat)! O, insanı “alak” dan yarattı. 3. Yüklen(oku,anlat)! Senin Rabbin ikram edendir. (Bu yüklendiğin görevin karşılığını verendir.) 4,5. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.2 Ümmi(okuma bilmeyen) bir peygambere oku denmez. Bizler okuma eylemini yazılmış bir yazıyı okumada kullanmaktayız. Okutmak Allaha ait.(Ala Suresi – 6’e bak). Ayrıca Okumaya başlamış bir insana tekrar oku denmez.ِ..قْرأOkumak, yüklenmek, devenin doğurmak üzere yüklenmesi, karşıdan bir şey almak, kabullenmek, aktarmak için almak, anlamlarındadır. İnsan bir bilgiyi karşıdan bir yerden okuduğu zaman o bilgiyi hafızasına yüklenmiş, kabul etmiş, okuduğu yazıyı toplamış ve okumuş olmaktadır.ayetlerin okunması “tela”, Kuranın ve amel defterinin okunması ise “ikra” olarak kuranda geçmektedir. فَإِن كُنتَ فِي شَكٍّ مِّمَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ فَاسْأَلِ الَّذِينَ يَقْرَؤُونَ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكَ لَقَدْ جَاءكَ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ Şimdi şu sana indirdiğimiz şeylerde faraza şüphe edecek olursan, senden önce kitap okuyanlara(kitaptan sorumlu olanlara) sor! Andolsun ki, sana Rabbinden gerçek geldi, sakın şüphe edenlerden olma! YÛNUS – 94 فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ Şimdi, Kur'an okuduğun vakit, önce o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın! NAHL – 98 اقْرَأْ كَتَابَكَ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبً Oku kitabını! Hesap görücü olarak bugün sana nefsin yeter! İSRÂ – 14 وَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرآنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ حِجَابًا مَّسْتُورًا Bir de sen Kur'anı kıraet ettiğin vakıt biz seninle Âhırete inanmıyanların arasına görünmez bir hıcab(gizli perde) çekeriz. İSRÂ – 45 يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ فَمَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَأُوْلَئِكَ يَقْرَؤُونَ كِتَابَهُمْ وَلاَ يُظْلَمُونَ فَتِيلاً Nida gününde bütün insanları önderleriyle çağıracağız; o gün her kime kitabı sağ eliyle verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve kıl kadar zulmedilmeyecekler. İSRÂ – 71 أَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِّن زُخْرُفٍ أَوْ تَرْقَى فِي السَّمَاء وَلَن نُّؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتَّى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَابًا نَّقْرَؤُهُ قُلْ سُبْحَانَ رَبِّي هَلْ كُنتُ إَلاَّ بَشَرًا رَّسُولاً veyahut altından bir evin olsun ya da gökyüzüne çıkasın; ona çıktığına da asla inanmayız; ta ki bize okuyacağımız bir mektup indiresin!» De ki: «Rabbimin şanı yücedir, ben sadece beşer olan bir peygamberim.» İSRÂ – 93 وَقُرْآناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنزِيلاً Hem onu bir Kur'an olarak ayet ayet ayırdık ki, insanlara dura dura okuyasın, hem de gerektikçe parça parça indirdik. İSRÂ – 106 فَقَرَأَهُ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا بِهِ مُؤْمِنِينَ O onlara okusaydı, yine iman etmeyeceklerdi. ŞUARÂ – 199 فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَؤُوا كِتَابِيهْ işte o zaman, kitabı sağından verilen der: «Alın okuyun kitabımı! HÂKKA – 19 إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ Kuşkusuz onu toplamak ve okumak bize aittir. KIYÂME – 17 فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ Biz okuduk mu o vakıt ta'kıyb et o Kur'anı KIYÂME – 18 وَإِذَا قُرِئَ عَلَيْهِمُ الْقُرْآنُ لَا يَسْجُدُونَ Ve onlara Kur'ân okunduğu zaman secde etmezler. İNŞİKAK – 21 سَنُقْرِؤُكَ فَلَا تَنسَى Sana okutacağız da unutmayacaksın A'LÂ – 6 اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ Yaratan Rabbinin adıyla oku! ALAK – 1 اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ Oku, Rabbin En Cömert/Yüce olandır. ALAK – 3 وَمَا آتَيْنَاهُم مِّن كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا وَمَا أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِن نَّذِيرٍ Ve Biz, onlara ders edecekleri kitaplardan vermedik. Ve senden önce onlara bir uyarıcı göndermedik. SEBE – 44 أَمْ لَكُمْ كِتَابٌ فِيهِ تَدْرُسُونَ Yoksa size ait bir kitap var da onda şu dersi mi okuyorsunuz? KALEM – 37 مَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُؤْتِيَهُ اللّهُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ ثُمَّ يَقُولَ لِلنَّاسِ كُونُواْ عِبَادًا لِّي مِن دُونِ اللّهِ وَلَكِن كُونُواْ رَبَّانِيِّينَ بِمَا كُنتُمْ تُعَلِّمُونَ الْكِتَابَ وَبِمَا كُنتُمْ تَدْرُسُونَ Bir insan için, Allah'ın kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra onun insanlara; "Allah'tan başka bana kul olun" demesi olamaz (mümkün değildir). Fakat, sizin kitabı ders etmiş (okuyup öğrenmiş) olmanız ve öğretiyor olmanızdan dolayı ancak: "Rabbâni (kendini Rabb'e adamış) kullar olunuz" der. ÂLİ İMRÂN - 79 ”Okuma zihinde olanı dökme işidir.” Kalem Suresi-15 ayette karşıdaki kişiye ayeti okunma eylemini kelime olarak tilavet geçmekte. *Bu dini, sorumluluğu yüklen, aktar.Misakın gereğini yerine getir.(Ahzap suresi – 7’e bak)) *Neden : (1. ayet) *Neden yarattı? (2. ayet) Alak ne? (Kıyamet Suresi:37: Alak, Anne Rahmine dökülen meniden sonra oluşan yapı. Tarık Suresi 7. ayette de meninin kaynağından bahsetmektedir.) *Niye Kabullen: (3. ayet) *Bu iş Nasıl olacak : Kalem (Kalem Suresi-1’e bak) ile insana bilmedikleri şeyi öğreterek Konu pramid tarafından (6. September 2010 Saat 12:14 PM ) değiştirilmiştir. |
Bookmarks |
Etiketler |
giriş, müzzemmil, sûresi’ne, sûresi’ne |
|
|