28. September 2008, 02:04 AM | #1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Yunus sûresi’ne giriş
Yunus suresi Mekke’de 51. sırada inmiştir. Surenin 40- 90. ayetleri ile 95 ve 96. ayetlerinin Medine döneminde indiği görüşünde olanlar olduğu gibi, 41. ayetten itibaren tümünün [41-109. ayetlerin] Medine’de indiğini ileri sürenler de vardır. Ancak surede işlenen konuların içeriği ve işleniş tarzı gibi nedenlerden dolayı surenin tamamının Mekke’de indiği kanaati ağır basmaktadır.
Surede iman, tevhit, ahiret inancı, elçi ve elçinin görevi gibi konular ile Kur’an’ın tartışılmaz mucizeliği ve insanların sorumlulukları üzerinde durulmuştur. Bu konularda kâfirlerin çeşitli itirazlarına ikna edici cevaplar verilerek bu itirazlarının asıl sebepleri ortaya konmuş, Nuh kavmi ve Musa-Firavun kıssalarındaki özel noktalara değinilerek çok çarpıcı ibret levhaları sergilenmiştir. https://youtu.be/Yk7ff2_oW0k Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 319. Bölüm Yunus Suresi 1. Bölüm. https://youtu.be/8-2zwZdgtME Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 320. Bölüm Yunus Suresi 2. Bölüm https://youtu.be/7SkNznBmyR0 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 321. Bölüm Yunus Suresi 3. Bölüm https://youtu.be/wRUzf5Fj7hk Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 322. Bölüm Yunus Suresi 4. Bölüm. https://youtu.be/EZ5EoPR3Ns4 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 323. Bölüm Yunus Suresi 5. Bölüm https://youtu.be/JGUm6u9GQn0 HakkıYılmaz Kuran ve İslam 324. Bölüm Yunus Sures 6. Bölüm. https://youtu.be/liScjD0tSxg Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 325. Bölüm Yunus Suresi 7. Bölüm https://youtu.be/mEaP2_CEw2k Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 326. Bölüm Yunus Suresi 8. Bölüm RAHMAN, RAHİM ALLAH ADINA MEAL: 1 - Elif, lam, ra. İşte bunlar, o yasalar içeren kitabın ayetleridir. 2 - İnsanları uyar ve inananlara Rabbleri nezdinde kesinlikle “kademe sıdk” olduğunu müjdele diye kendilerinden bir adama vahyedişimiz onlara tuhaf mı geldi? O kâfirler “Hiç şüphesiz bu kesinlikle apaçık bir sihirbazdır/ sihirdir” dediler. 3 – Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istiva eden, işi yönetip duran Allah’tır. Şefaatçi ancak O’nun izninden sonradır. İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O`na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız? 4 – Hepinizin dönüşü sadece O`nadır. Allah bunu hakk olarak vaat etmiştir. Şüphesiz O, halkı ilk baştan yaratır, sonra iman eden ve salihatı işleyen kimseleri kıst [nasipleri, hakları olan payları] ile karşılık vermek için geri döndürür. Şu küfretmiş olan kimseler, küfretmeleri nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap kendileri için olanlardır. 5 – O, Güneş’i bir aydınlık, Ay’ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, Ay’a menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile yaratmıştır. O, bilecek olan bir kavim için ayetleri detaylandırır. 6 - Şüphesiz gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve Allah`ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde ittika eden bir kavim için nice deliller vardır. 7, 8 – Şu, Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olan, onunla tatmin bulan kimseler ve kendileri Bizim ayetlerimizden gafil olan kimseler; işte bunlar, kendi elleriyle ettikleri yüzünden varacakları yer ateş olanlardır. 9 - Hiç şüphesiz şu iman eden ve salihatı işleyenler; imanlarından dolayı Rabbleri kendilerini hidayete erdirir. Naim cennetlerinde onların altlarından ırmaklar akar durur. 10 - Onların oradaki duaları “Allah’ım, Sen her türlü eksiklikten münezzehsin!”dir. Ve onların oradaki selâmlaşmaları, “selâm!”dır. Dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah`a hamdolsun!”dur. 11 – Ve eğer Allah, insanlara, onların hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri alelâcele verseydi, onlara, kesinlikle kendilerinin ecellerini gerçekleştirirdi. Fakat Biz, Bize kavuşmayı ummayanları azgınlıkları içinde bocalayanlar olarak terk ederiz. 12 – Ve insana sıkıntı dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken, dikilirken Bize yalvardı. Kendisinden sıkıntısını gideriverdik mi de sanki kendisine dokunan o sıkıntı için Bize hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçip gitti. Haddi aşanlara yaptıkları şeyler işte böyle süslenmiştir. 13 - Ve ant olsun ki, sizden önceki kuşakları zulmettikleri zaman helâk ettik. Ve onların elçileri açık belgeler ile gelmişlerdi. Zaten onlar inanacak değillerdi. İşte günahkârlar topluluğunu Biz böyle karşılıklandırırız. 14 - Sonra nasıl amel edeceğinize bakalım diye onların sonrasından sizi yeryüzünde halifeler kıldık. 15 - Ve ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir Kur’an getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu nefsimin [kendimin] öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım. 16 - De ki: “Allah dileseydi, ben onu [Kur’an’ı] size okumazdım ve O [Allah], onu [Kur’an’ı] size bildirmemiş olurdu. Ben de ondan [Kur’an’dan] önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” 17 - Öyleyse Allah’ın aleyhine bir yalanı uyduran veya O’nun ayetlerini yalanlayan kişiden daha zalim kim olabilir? Hiç şüphesiz bu günahkârlar kurtuluşa eremezler. 18 – Onlar, Allah`ın astlarından, kendilerine zarar vermeyen ve kendilerine yarar sağlamayan şeylere tapıyorlar ve “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\" diyorlar. De ki: \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\"Siz Allah`a göklerde ve yerde kendisinin bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\" Allah, onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir ve çok yücedir. 19 – Ve insanlar, sadece bir tek ümmet idiler, sonra ihtilâfa düştüler ve eğer Rabbinden bir Söz geçmemiş olsa idi, ihtilâf edip durdukları şeyler hakkında aralarında hüküm kesinlikle gerçekleştirilmişti. 20 - Ve onlar “Ona Rabbinden bir ayet [mucize] indirilseydi ya!” diyorlar. “Gayb kesinlikle Allah’a aittir. Hadi bekleyin. Şüphesiz ben sizinle birlikte bekleyenlerdenim” deyiver! 21 – Ve insanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız zaman, ayetlerimiz hakkında onların bir plânı vardır. De ki: “Plân bakımından Allah daha çabuktur.” Şüphesiz ki elçilerimiz plânladığınız şeyleri yazıp duruyorlar. 22 - O [Allah], size karada ve denizde yolculuk ettirendir. Gemilerde bulunduğunuzda gemiler içindekileri tatlı bir rüzgârla götürür. Onlar [yolcular] neşelendiklerinde, şiddetli bir fırtına gelip çatar, dalgalar her mekândan gelir. Ve onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dini Allah için arındıranlar olarak O’na yalvarırlar: “Bizi bundan kurtarırsan, hiç kuşkusuz, şükredenlerden [karşılığını ödeyenlerden] oluruz.” 23 - Sonra ne zaman ki Biz onları oradan kurtardık, kurtulur kurtulmaz yeryüzünde haksız yere taşkınlıklar yaparlar. -Ey insanlar, taşkınlığınız şu basit hayatın kazanımı olarak sırf kendi zararınızadır. Sonra dönüşünüz sadece Bizedir. Sonra Biz yapmış olduklarınızı size haber vereceğiz.- 24 - Dünya hayatının misali, “Bizim gökten indirdiğimiz su gibidir. Ki gökten indirdiğimiz suyla insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği, sahipleri de kendilerinin ona gücü yetenler olduklarına inandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzleyin, ona emrimiz gelivermiştir de ansızın, sanki dün orada hiçbir şenlik yokmuş gibi onu ta kökünden biçivermiştir.” Biz ayetlerimizi düşünecek bir toplum için işte böyle detaylandırırız. 25 – Ve Allah, selam yurduna çağırıyor ve O, dilediği/dileyen kimseye kılavuz olur. 26 - Güzellik yapan kişiler için daha güzeli ve fazlası vardır. Yüzlerine kara bulaşmaz, zillet de. İşte bunlar cennet ashabıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. 27 - Kötülük kazanmış olan kimseler de, kötülüğün cezası, bir misli iledir. Ve onları bir zillet kaplar. Onlar için Allah`tan, hiçbir koruyucu yoktur. Sanki onların yüzleri karanlık gecelerden bir parçaya bürünmüş gibidir. İşte onlar ateşin ashabıdırlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır. 28, 29 – Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o şirk koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık aralarını iyice açtık [açacağız] ve onların ortakları, “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Biz sizin ibadetinizden kesinlikle gafildik [duyarsızdık]” dediler [diyecekler]. 30 – Onlar, işte burada/ o zaman herkes ne gönderdiyse onun imtihanını verecek. Ve gerçek mevlâları olan Allah`a döndürüldüler. İftira edip uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kayboldular. 31, 32 - De ki: “Sizi gökten ve yeryüzünden kim rızklandırıyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim sahip oluyor? Ve ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Ve işleri kim düzenliyor?” Hemen “Allah” diyecekler. O zaman de ki: “O hâlde hâlâ takvalı davranmayacak mısınız? Öyleyse işte O, sizin gerçek Rabbiniz Allah’tır. Artık “bu gerçek”ten sonra sapıklıktan başka ne olabilir! O hâlde nasıl da çevriliyorsunuz?” 33 – Fasıklık eden kişilere Rabbinin kelimesi [o ilkesi] gerçekleşmiştir: Şüphesiz onlar imana gelmezler. 34 - De ki: “Ortaklarınızdan, önce yaratıp, sonra da onu çevirip yeniden iade edecek [diriltecek] kimdir?\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\" De ki: \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\"Allah önce yaratır sonra da onu iade eder. O hâlde nasıl döndürülüyorsunuz?\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\" 35 - De ki: “Ortaklarınızdan doğru yolu gösterecek olan kimdir?” De ki: \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\"Allah, hakk olan doğru yola hidayet eder. O hâlde kim doğru yola kılavuz olur? O hâlde doğru yola kılavuz olan mı kendisine uyulmaya daha lâyıktır, yoksa kendisine yol gösterilmeyince onu bulamayan mı? O hâlde size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\" 36 - Ve onların çoğu, ancak bir zanna uyarlar. Şüphesiz ki zann, “Hakk”tan hiçbir şey kazandırmaz. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir. 37 – Ve bu Kur`an, Allah`ın astları tarafından uydurulan değildir. Lâkin kendinden önceki kitapları tasdik eder ve o kitabı ayrıntılı olarak açıklar. Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. Âlemlerin Rabbindendir. 38 - Yahut “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse siz benzeri, bir sure meydana getirin, Allah’ın astlarından çağırabileceklerinizi de çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.” 39 – Bilakis, onlar bilgisini kavrayamadıkları ve tevili kendilerine henüz gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Bunlardan önceki kişiler böyle yalanlamışlardı. İşte bak zalimlerin akıbeti nasıl olmuştur. 40 - Onlardan ona [Kur`an`a] inanacaklar da var, inanmayacaklar da var. Ve senin Rabbin fesatçıları en iyi bilendir. 41 – Ve eğer seni yalanladılarsa hemen de ki: “Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Benim yaptıklarımdan siz uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.” 42 – Ve onlardan sana kulak veren kimseler vardır. Onlar akletmez kimseler iken sağırlara, sen mi dinleteceksin? 43 – Onlardan sana bakanlar da var. Fakat sen, körlere, onlar görmeyenler olsalar da sen mi kılavuz olacaksın? 44 - Şüphesiz ki Allah, insanlara hiçbir şeyce [şekil ve yolla] zulmetmez. Velâkin insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar. 45 – Ve onlar, O’nun [Allah’ın], onları toplayacağı günde, sanki onlar sadece gündüzden bir saat kalmışlar gibi, aralarında tanışırlar. Allah`a kavuşmayı yalanlayan kişiler, doğru yoldan gidenler olmadıklarından kesinlikle ziyana uğramışlardır. 46 – Ve Biz onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de, yahut seni vefat ettirsek de, sonunda onların dönüşü yalnızca Bize olacak. Sonra Allah onların ne yapacaklarına şahittir. 47 – Ve her ümmet için elçi olacaktır. O elçileri geldiğinde de aralarında adalet gerçekleştirilmiştir. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. 48 – Ve onlar; “Eğer doğru kimseler iseniz bu vaat ne zamandır?” diyorlar. 49 - De ki: \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\"Ben, Allah`ın dilediğinin dışında kendim için bir zarar ve bir faydaya muktedir değilim.” Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince artık ne bir saat [an] erteleyebilirler, ne öne alabilirler. 50 - De ki: “Gördünüz mü [ne düşünürsünüz]? O’nun azabı size geceleyin uykuda veya gündüzün gelecek olsa!” Suçlular bundan neyi acele isterler? 51 - Bu azap meydana geldikten sonra mı ona iman edeceksiniz, yoksa şimdi mi? Hâlbuki siz onu acele olsun istiyordunuz. 52 - Sonra o zulmedenlere, “Tadın şu ebediliğin azabını!” denilecek. -Kazanmış olduğunuz şeylerden başkası ile mi cezalandırılacaksınız?\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\"- 53 – Ve \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\"O [azap] gerçek mi?\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\" diye senden haber almak istiyorlar. De ki: “Evet. Rabbime ant olsun ki o, kesinlikle bir gerçektir. Ve siz âciz bırakanlar değilsiniz.” 54 – Ve eğer ki, zulüm yapmış olan herkes yeryüzünde ne varsa kendisinin olsa onu feda ederdi [kurtulmalık verirdi]. Ve onlar azabı görünce pişmanlık duyardı. Ve aralarında adalet gerçekleştirildi. Ve onlar haksızlığa uğramazlar. 55 - Haberiniz olsun! Şüphesiz göklerde ve yerde olan şeyler Allah içindir. Haberiniz olsun! Şüphesiz Allah`ın vaadi gerçektir. Velâkin onların çoğu bilmiyorlar. 56 – O [Allah], hayat verir ve öldürür. Ve siz, yalnızca O`na döndürüleceksiniz. 57 - Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerdekine şifa, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet gelmiştir. 58 - De ki: “Bunlar, Allah`ın ihsanıyla ve rahmetiyledir. İşte yalnızca bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” 59 - De ki: “Gördünüz mü [Ne dersiniz]? Allah sizin için nice rızklar indirdi de siz onlardan bir kısmını haram ve helâl yaptınız.” De ki: “Allah mı izin verdi size yoksa siz Allah`a iftira mı ediyorsunuz [Allah adına yalan mı uyduruyorsunuz]?” 60 – Ve Allah’a yalanı iftira atanların kıyamet gününe kanaati nedir? Şüphesiz Allah, insanlara lütfedendir velâkin onların çoğu şükretmiyorlar [karşılığını ödemiyorlar]. 61 – Ve sen hangi işi yaparsan yap, Kur`an`dan onun hakkında ne okursan oku ve siz ne işte çalışırsanız çalışın, unutmayın ki, siz ona dalıp gitmişken, Biz sizin üzerinizde şahidiz. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiç bir şey Rabbinizden uzak kalmaz. Ve bundan küçüğü ve daha büyüğü ancak apaçık bir kitaptadır. 62, 63 - Açın gözünüzü! Allah’ın veliylerine -ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir- kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de. 64 - Onlara dünya hayatında ve ahiret hayatında müjde vardır. Allah`ın sözleri için değişiklik diye bir şey yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir. 65 – Ve onların sözü seni üzmesin. Kesinlikle izzet [hâkimiyet, şan ve şeref] bütünüyle Allah’a aittir. O, en iyi işiten, en iyi bilendir. 66 - Gözünüzü açın! Göklerde olan kimseler ve yeryüzünde olan kimseler kesinlikle Allah’ındır. Ve Allah’ın astlarından istekte bulunan kimseler, eş tuttuklarına tâbi olmuyorlar. Onlar sadece zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar. 67 – O [Allah], içinde dinlenesiniz diye sizin için geceyi, göresiniz diye de gündüzü kılandır. Şüphesiz bunda kulak verecek bir kavim için ayetler vardır. 68 - Dediler ki: “Allah, çocuk edindi.” O, bundan münezzehtir. O, Ğaniyy’dir [zengindir; hiçbir şeye muhtaç değildir]. Göklerde ve yerde olan şeyler O`nundur. Buna dair yanınızda hiçbir delil yoktur. Allah`a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? 69 - De ki: “Şu, Allah’a yalan uyduran kimseler kesinlikle kurtulamazlar. 70 – (O şeyler) Dünyada bir kazanımdır. Sonra dönüşleri yalnızca Bizedir. Daha sonra da inkâr ettikleri şeyler nedeniyle kendilerine o çetin azabı tattıracağız. 71, 72 - Bir de onlara Nuh`un önemli haberlerini oku: Hani o kavmine: “Ey kavmim, eğer benim aranızda duruşum/ size karşı çıkışım ve Allah`ın ayetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben yalnızca Allah`a tevekkül etmişimdir. Artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp bütün gücünüzle karar veriniz. Sonra bu işiniz size dert olmasın. Sonra bana gerçekleştirin, bana mühlet de vermeyin. Sonra da eğer yüz çevirirseniz; zaten ben sizden bir ücret istemedim! Benim ücretim sadece Allah’ın üzerinedir. Ve ben müslümanlardan olmakla emrolundum” demişti. 73 - Buna rağmen yine de onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide kendisiyle beraber olanları kurtardık. Ve onları halifeler yaptık. Ayetlerimizi inkâr edenleri de suda boğduk. O uyarılanların akıbetinin nasıl olduğuna bir bakıver. 74 - Sonra onun ardından kendi kavimlerine elçiler gönderdik de onlar, onlara apaçık belgeler getirdiler. Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar. İşte Biz, haddi aşanların kalplerini böyle damgalarız/mühürleriz. 75 - Sonra bunların arkasından Musa ve Harun`u ayetlerimizle Firavun`a ve ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler ve günahkâr bir kavim oldular. 76 - Kendilerine tarafımızdan gerçek gelince, “Hiç şüphesiz bu, kesinlikle apaçık bir sihirdir” dediler. 77 - Musa dedi ki: “Siz hakk için, o, size gelince, ‘Bu, sihir midir?’ mi diyorsunuz? Hâlbuki sihirbazlar iflâh olmazlar [umduklarına eremezler].” 78 – Onlar: “Sen atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin ve yeryüzünde saltanat ikinizin olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmayız\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\" dediler. 79 – Ve Firavun “Bana en bilgili sihirbazların tümünü getirin!” dedi. 80 - Nihayet sihirbazlar gelince, Musa onlara “Ne atacaksanız atın!” dedi. 81, 82 - Onlar ortaya atınca da Musa “Sizin getirdiğiniz şey sihirdir. Şüphesiz, Allah onu iptal edecektir [boş ve asılsızlığını ortaya çıkaracaktır]. Şüphe yok ki, Allah fesatçıların işini düzeltmez. Ve Allah, günahkârların hoşuna gitmese de hakkı kelimeleriyle ortaya koyup gerçekleştirir” dedi. 83 – Sonra Firavun ve adamlarının kendilerini ateşe atacağı korkusundan dolayı Musa`ya kendi kavminden bir soydan başka kimse iman etmedi. Ve şüphesiz Firavun yeryüzünde çok üstün idi ve o kesinlikle haddi aşanlardandı. 84 – Ve Musa “Ey kavmim! Siz Allah`a iman ettinizse, sadece O’na teslim olan müslümanlardan oldunuzsa, artık sadece O’na tevekkül edin!” dedi. 85, 86 - Onlar da; “Biz Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi o zalim kavim için fitne kılma ve bizi rahmetinle o kâfirler kavminden kurtar!” dediler. 87 - Ve Biz Musa ile kardeşine “Kavminiz için Mısır’da bir takım evler hazırlayın ve evlerinizi kıble kılın ve salatı ikame edin ve müminlere müjde verin!” diye vahyettik. 88 – Ve Musa: “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun’a ve ileri gelenlerine basit hayatta ziynet ve mallar verdin. -Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye- Rabbimiz! Onların mallarını sil süpür ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi. 89 – O [Allah] “Her ikinizin de duası kesinlikle kabul olundu. Öyleyse ikiniz doğru yolda devam edin. Ve bilmeyen kişilerin yolunu sakın izlemeyin!” dedi. 90-92 - Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen takip etti. Nihayet boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı`dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. -Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun.- Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız. Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim ayetlerimizden gafildirler. 93 – Ve ant olsun İsrailoğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onları hoş nimetlerden rızklandırdık da kendilerine ilim gelene kadar ihtilâfa düşmediler. Şüphesiz Rabbin, o anlaşmazlığa düştükleri konularda, kıyamet günü, aralarında gerçekleştirecektir. 94, 95 – Artık, sana indirdiğimiz şeylerin bir kısmından “şekk”te idiysen [“kesin bilgi”n yok idiyse], hemen senden önce kitap okuyan kimselere sor! Ant olsun ki, sana Rabbinden hakk gelmiştir. O hâlde sakın şüphe edenlerden olma! Sakın Allah`ın ayetlerini yalanlayanlardan da olma, sonra hüsrana uğrayanlardan olursun. 96, 97 – Şüphesiz, şu, aleyhlerinde Rabbinin Kelime’si hakk olmuş olan kimseler, kendilerine bütün mucizeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler. 98 – Ne olurdu, iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir kent olsaydı ya? Ancak Yunus’un kavmi ayrıdır. Onlar iman ettikleri vakit, basit yaşamda o rezillik azabını üzerlerinden kaldırdık ve onları bir süreye kadar yararlandırdık. 99 - Oysa Rabbin dileseydi elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inananlar olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın? 100 - Allah`ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme yoktur. Ve O [Allah], kirliliği/ azabı aklını kullanmayanların üzerine kılar [bırakır]. 101 - De ki: “Göklerde ve yerde ne var bir bakın! –Ve iman etmeyecek bir topluluğa apaçık ayetler ve uyarmalar bir şey sağlamaz./ uyarmalar ne sağlar?- 102 – Artık onlar, sadece kendilerinden önce gelmiş geçmiş olanların uğradıkları günlerin aynısını mı bekliyorlar? De ki: “Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” 103 - Sonra Biz, elçilerimizi ve iman edenleri kurtarırız. İşte böyle! Müminleri kurtarmak üzerimizde bir hakktır [ düşen bir görevdir]. 104-106 - De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimden “şekk”te idiyseniz [benim dinimin ne olduğunu kesin ve tam olarak bilmiyorduysanız], iyi bilin ki, Allah’ın astlarından sizin taptıklarınıza ben tapmam. Velâkin sizin canınızı alacak olana [Allah’a] taparım. Ve ben müminlerden olmamla ve ‘yüzünü [tüm benliğini] hanif olarak [şirkten, küfürden Hakk’a dönen biri olarak] Din’e döndür ve sakın müşriklerden olma! ve Allah`ın astlarından sana fayda vermeyen, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Buna rağmen eğer yaparsan, o zaman hiç şüphesiz sen zalimlerden olursun’ diye emrolundum.” 107 - Ve eğer Allah, sana bir zarar dokunduracak olursa, onu O’ndan başka giderecek biri yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse, o zaman da O’nun fazlını geri çevirecek biri yoktur. O, onu [lütfunu] kullarından dilediğine isabet ettirir. Ve O [Allah] çok yarlıgayıcı, çok merhametlidir. 108 - De ki: “Ey insanlar! Rabbinizden, elbette, size hakk gelmiştir. Artık doğru yola giren, ancak kendisi için girmiştir ve gerçekten, sapan da, kendi zararına sapmıştır. Ve ben, sizin üzerinize vekil [sizi ayakta tutan; sizden sorumlu biri] değilim.” 109 – Ve sen sana vahyolunan şeye uy! Ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. Ve O [Allah], hüküm verenlerin en hayırlısıdır. |
28. September 2008, 02:05 AM | #2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
TAHLİL:
1 - Elif, lam, ra. İşte bunlar, o yasalar içeren kitabın ayetleridir. Sure, bizim kanaatimize göre birer uyarı edatı olan “kesik harfler”e dikkat çekerek başlamıştır. “ اE,ل L, رR” harflerinin anlamı ile ilgili olarak geçmiş dönemlerde - “Rabb benim, Ben Rabbim”, - “Ben Allah`ım, görürüm”, - “Ben Allah`ım, Rahman`ım” gibi bir takım yakıştırmalar yapılmıştır. Bazıları da bu harfleri Allah’ın “er-Rahman” isminde bulunan harflerin dağıtılmış şekli olarak görmüştür. (Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) Bu harflerin EBCD [Ebced] tablosundaki sayı değerleri; ا Elif: 1, ل Lam: 30, ر Ra: 200 olup bu sayı değerlerinin neyi ifade ettiği konusuna henüz bir açıklama getirilememiştir. Ümidimiz, bu konu üzerinde ciddî çalışmalar, araştırmalar yapacak Kur’an erlerindedir. “Kesik harfler”den sonra ayet, somut varlıkları göstermekte kullanılan “işte bunlar” anlamındaki “ تلكtilke” işaret zamiri ile devam etmektedir. Bu durum, Kur’an’a sihir diyenlere sert bir cevap mahiyetindedir. “ تلكTilke [işte bunlar]” sözcüğüyle ayetin başlangıcındaki “ا E, ل L, ر R” harflerine işaret edilmiş olabileceği gibi, bu ayetten sonra vahyedilecek olan 2-109 arasındaki ayetlere de işaret edilmiş olabilir. Biz, “ تلكtilke” sözcüğüyle bu suredeki ayetlere işaret edilmiş olma olasılığını daha güçlü görüyoruz. Keza, ayette geçen “Kitab-ı Hakim [hikmet dolu kitap]” tabiri ile kastedilen şey için de iki olasılık söz konusudur: “Kitab-ı Hakim” olarak nitelenen kitap Kur’an olabileceği gibi, gönderilmiş her kitabın kendisinden yazıldığı “Allah katında saklı kitap”, yani Allah’ın bilgisi kapsamındaki “Levh-i Mahfuz” da olabilir. Ayrıca “Kitab-ı Hakim ifadesi ile Tevrat ve İncil kastedilmiştir, çünkü bu surede zikredilen ayetlerden Tevrat ve İncil`de de bahsedilmiştir” şeklinde bir anlam ortaya çıkarmak mümkünse de, bize göre bu çok uzak bir ihtimaldir. KİTAP HAKKINDA KULLANILAN “HAKİM” SIFATININ MANASI: “ الحكيمHakim” sözcüğü “hikmet sahibi, muhkem kılınmış” demektir. Bu sözcük Kitap’ı niteleyen bir sıfat olarak kullanıldığında, o Kitap’ın helâl, haram ve ceza hükümlerini içerdiği, yani onun bir yasalar kitabı olduğu anlamına gelir. Bu ayette geçen “Hakîm Kitap” Kur’an’dır. Nitekim bunu Kur’an’daki birçok ayette görmek mümkündür. Konu daha önce Ya Sin suresinde de tahlil edildiği için ilgili bölümün tekrar okunmasını önermekle yetiniyoruz. (Tebyînü’l-Kur’an; c:3, s:261-262) “Hakim” sözcüğü Kur’an’da 92 yerde Allah’ın sıfatı mahiyetinde, 5 yerde de Kur’an’ın niteliği olmak üzere 97 kez geçmektedir. Sözcüğün Kur’an’ın niteliği olarak kullanıldığı diğer dört ayet şunlardır: Çok hikmetli Kur’an’a ant olsun ki sen, o gönderilenlerdensin [elçilerdensin]. (Ya Sin/2, 3) İşte bu, Bizim sana okuduğumuz, ayetlerden ve yasalar içeren hatırlatmalardan / öğütlerdendir. (Âl-i Imran/58) İşte bunlar, o yasalar içeren kitabın ayetleridir. (Lokman/2) Gerçekten o [Kur’an] Bizim nezdimizdeki ana kitaptadır, çok yücedir ve yasalar içermektedir. (Zühruf/4) “Hakim” sözcüğünün ilk [vaz’] anlamı olan “ منعmenea [engel olmak]” manasından yola çıkılarak “Kitab-ı Hakîm” tamlamasından “bozulması engellenmiş”, “sağlam olarak korunmuş”, “içerisinde tutarsızlık, çelişki bulunmayan Kitap” anlamı da elde edilebilir. 2 - İnsanları uyar ve inananlara Rabbleri nezdinde kesinlikle “kademe sıdk” olduğunu müjdele diye kendilerinden bir adama vahyedişimiz onlara tuhaf mı geldi? O kâfirler “Hiç şüphesiz bu kesinlikle apaçık bir sihirbazdır/ sihirdir” dediler. Bu ayette, Allah’ın kendilerinden bir beşeri elçi tayin etmesine şaşıran kâfirlere bunda yadırganacak bir şey olmadığı söylenmektedir. Esbab-ı nüzul nakilleri, peygamberimizin elçi olarak gönderilmesi üzerine, Mekkelilerin “Allah, elçisi bir insan olmayacak kadar büyüktür” ve “Peki, Allah Ebu Talib`in yetiminden başka elçi gönderecek kimse bulmadı mı?” diyen kâfirlere bu ayetin bir cevap olarak nazil olduğunu kaydetmektedir. (Razi, el-Mefatihu’l-Gayb;Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) Sureye girişin bu ayetle olması, Yunus suresinin İsra suresinin devamı olduğunu gösteren önemli bir işarettir. Bu, konumuz olan 2. ayetin İsra suresinin 95-111 ayetlerinin devamı olarak okunması hâlinde daha iyi anlaşılmaktadır. “KADEME SIDK” Ayette geçen “kademe sıdk” ifadesi hakkında klâsik kaynaklarda şu açıklamalar yapılmıştır: Katade, bu ifadeyi "eskiden beri doğruluk" diye açıklamıştır. er-Rabi` ise “doğru ve gerçek bir mükâfat”, Ata, “sıddıklık makamı”, Yeman ise “doğru bir iman” diye açıklamıştır. Ayrıca “Meleklerin duası” diye açıklandığı gibi, “Önden gönderdikle*ri [kendilerinden önce vefat eden] salih evlat” diye de açıklanmıştır. el-Maverdî der ki: (Kademe Sıdk), doğru ve samimi, itaate uygun, doğru mükâfatın veril*mesi demektir. el-Hasen ve yine Katade derler ki: Kadem-i sıdk, Muhammed [sav]`dır. Yine el-Hasen`den dedi ki: Bu, Peygamber [sav]`ın vefatı musibetiyle kar*şı karşıya kalmaları demektir. Abdulaziz b. Yahya da der ki: "Kadem-i sıdk", Yüce Allah`ın: "Şüphesiz ken*dileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar, işte on*lar oradan [cehennemden] uzaklaştırılmışlardır" (Enbiya/101) buy*ruğunda dile getirilmiştir. Mukatil ise der ki: Kadem-i sıdk`tan kasıt, onların dünyada iken işledikleri güzel amellerdir. Taberî de bu görüşü tercih etmiş*tir. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) “ قدمKadem [ayak]” ve “ صدقsıdk [doğruluk]” sözcüklerinden meydana gelen “kademe sıdk” tamlaması, bize göre “doğruluk ayağı” demektir ve “insanların yaptıkları amellerin karşılığının hayırlı, uğurlu olması” anlamına gelir. Bu tamlama ile ayette “inananların yaptıkları amellerin karşılıklarını mutlaka eksiksiz hatta fazlasıyla alacakları, amellerin boşa gitmeyeceği” ifade edilmiştir. Yakın bir anlama gelmek üzere Türkçede de “Uğurlu kademli olsun” diye bir deyim vardır. “Kadem” sözcüğü bu deyimde “alınan, edinilen bir şeyin, alan için hayır ve uğur getirmesi” temennisini dile getirmekte ve Kur’an’daki “Kademe Sıdk” tamlamasındakine yakın bir anlam taşımaktadır. Ayetin birinci cümlesini oluşturan “İnsanları uyar ve inananlara Rabbleri nezdinde kesinlikle ‘kademe sıdk’ olduğunu müjdele diye kendilerinden bir adama vahyedişimiz onlara tuhaf mı geldi?” şeklindeki soru cümlesi “İstifham-ı İnkari” olup takrir ve azar anlamı taşımaktadır. Kendilerine içlerinden birinin elçi olarak gönderilmesine şaşırdıkları için azarlanan kâfirlerin bu durumu başka ayetlerde de dile getirilmiş, hatta daha önceki kavimlerin de kendi peygamberlerine tıpkı Mekkeliler gibi davrandıkları bildirilmiştir: Ve içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldiğine şaştılar da o kâfirler; “Bu bir sihirbazdır, çok çok yalan söyleyen birisidir. O bunca ilâhı, bir tek ilâh mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak [çok tuhaf] bir şey!” dediler. Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler [ve dediler ki]: “İlâhlarınız üzerinde sabır ve sebat edin. Bu, gerçekten, istenen [sizden beklenen] bir şeydir! Biz bunu son [başka bir] dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Zikir [öğüt] aramızdan onun üzerine mi indirildi?” -Aksine onlar benim Zikrimden bir kuşku içindeler, aksine onlar henüz azabımı tatmadılar.- (Sad/4-8) Yine onlar; “Bu Kur`an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler. (Zühruf/31) Ve insanlara yol gösterme gelince, kendilerinin iman etmelerine, sadece “Allah bir beşeri mi elçi gönderdi?” demeleri engel olur. (İsra/94) Peki, şimdi siz bu sözden mi hayrete düşüyorsunuz? (Necm/59) Kaf / 100. Çok şerefli / çok büyük Kur`an`a kasem olsun ki, ama, kendilerine içlerinden uyarıcı geldiğine şaşırdılar da kâfirler, "Bu şaşılacak bir şeydir! Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi? Bu uzak bir dönüştür." dediler. (Kaf/1-3) [Nuh] Dedi ki: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur. Velâkin ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Takvaya sahip olmanız ve rahmete nail olabilmeniz için, içinizden sizi uyaracak bir kişiye, bir zikir [öğüt, kitap] gelmesine şaştınız mı?” (A’raf/61-63) [Hud da] “Ey kavmim! Bende sefahet [akıl hafifliği; cahillik] yok, velâkin ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderilerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm. Sizi uyarması için içinizden bir adam üzerine Rabbinizden, size bir zikir [öğüt / kitap] gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra, halifeler yaptı ve yaratılışta boy pos itibariyle sizi artırdı. Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa erdirilesiniz.” dedi. (A’raf/67-69) Ve onlar [inkâr etmiş olanlar]; “Bu ne biçim elçi ki, yemek yiyor, sokaklarda yürüyor? Ona, bir melek indirilseydi ya! Böylece onunla beraber bir uyarıcı olur! Yahut kendisine bir hazine bırakılsaydı veya kendisinden yiyeceği bir bahçe olsaydı ya!” dediler. Bu zalimler; “Siz, yalnızca büyülenmiş bir kişiye uyuyorsunuz.” da dediler. (Furkan/7, 8) AYETTEKİ “ ساحرSAHİR” SÖZCÜĞÜ Ayetin son bölümündeki “ ساحرsahir” sözcüğünün kıraatindeki farklılık, ayette “ هذاbu” işaret zamiri ile işaret edilenin de farklı şekillerde anlaşılmasına yol açmaktadır. İbn Kesir, Asım, Hamza, Halef, Kisaî ve Kûfeliler, sözcüğü “sahirün [sihirbazdır]” şeklinde kıraat etmişlerdir. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) Bu kıraate göre, ayette, sihirbazlık isnat edilen peygamberimize işaret edilmektedir. Sözcüğün yaygın kıraati ise “ سحرsihrün [sihirdir]” şeklindedir. Bu durumda, “sihir” olan Kur’an’dır. Yani “ هذاbu” işaret sıfatı Kur’an’ı göstermektedir. Kur’an’ın kâfirlerce “sihir” olarak nitelenmesinin geçerli bir sebebi vardır, çünkü Kur’an’ın nitelikleri onların becerilerinin çok üstündedir. Kur’an’a ulaşamadıkları için onun edebi üstünlüğünü tenkit edememekte, “sihir” olduğu iddiasına yapışarak güya kendilerini sorumluluktan kurtaracaklarını sanmaktadırlar. 3 – Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istiva eden, işi yönetip duran Allah’tır. Şefaatçi ancak O’nun izninden sonradır. İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O`na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız? Bu ayette peygamberimize Allah’ı tanıtma yükümlülüğünü yerine getirmesi için gerekli olan “Allah’ı tanıtıcı bilgiler”den bazıları verilmektedir. Bu bilgilerden şu dört tanesi ayette ön plâna çıkarılmıştır: 1- Allah, gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır: "اليوم Yevm" sözcüğü Türkçeye "gün" olarak çevrilebildiği gibi "devir" olarak da çevrilebilir. Çünkü Arapçada "yevm" sözcüğü hem gündüz ve geceden oluşan 24 saatlik bir "devir [gün]" anlamına, hem de genel olarak "devir" anlamına gelir. “Yevm" sözcüğünün buradaki anlamının "devir" olarak kabulü, bizlere Kur`an`ın bir mucizesini daha görme imkânı vermektedir. Bilindiği gibi günümüz itibariyle elde edilmiş kozmolojik bulgular, evrenin [dolayısıyla Dünya’nın da] bir takım evrelerden geçerek bugünkü durumuna geldiğini göstermektedir. Kur`an, evrenin ve dünyanın 6 "yevm"de [devirde] yaratıldığını bildirerek, bugünkü bilimsel bulgularla varılan sonucu, yani oluşumun evreler, devirler hâlinde gerçekleştiğini on dört asır önceden ilân etmiş ve bir mucizesini daha gözler önüne sermiştir. Bu konu daha evvel Kaf suresinde detaylı olarak açıklandığı için bu kadarla yetiniyor, daha fazla bilgi edinmek isteyenlerin ilgili bölümü yeniden okumalarını öneriyoruz. (Tebyînü’l-Kur’an; c:2, s:122-125) 2- Allah, arş üzerinde istiva edendir: Müteşabih bir kavram olan “استوى istiva” sözcüğü ayette mecaz olarak kullanılmıştır. Sözcüğün mecazi anlamı “egemenlik kurdu, kontrolü altına aldı” demektir. Rahman, Arş üzerine istiva etmiştir [egemenlik kurmuştur]. (Ta Ha/5) Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra da Arş üzerine istiva eden [egemenlik kuran], gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürüyen, Güneş, Ay, yıldızları emrine boyun eğdirmiş olarak var eden Allah`tır. Gözünüzü açın; yaratış da O’nundur, buyruk da. -Âlemlerin Rabbi olan Allah çok yücedir.- (A`râf/54) O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra semaya istiva edip [egemenlik kurup] onları yedi gök olarak düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilicidir. (Bakara/29) “İstiva” sözcüğü, yukarıdaki ayetlerden başka, Yunus/3, Ra`d/2, Furkan/59 ve Secde/4’te de bu şekilde geçmektedir. Görüldüğü gibi, ayetlerdeki “ استوى istiva” sözcüğü, müteşabih bir anlatımla Allah`ın gücünü ve kuvvetini ifade etmektedir. Bundan başka, “Gökte olan”, “Tahtta oturan”, “Tahtını sekiz meleğin çektiği kral” gibi Kur’an ifadeleri de müteşabih olup Allah`ın gücünü ve kuvvetini anlatmak için kullanılmıştır. Bu müteşabih ifadelerin çoğu, o günkü Araplar arasında dolanımda olan ifade kalıplarıdır. Bu nedenle Yüce Allah da kendi muradını Arapların o günkü konuşma ve anlamalarına uygun olan bu deyim ve kalıplarla ifade etmiştir. Kur`an`da müteşabih ayetlerin varlığını bildiren Âl-i Imran suresinin 7. ve Zümer suresinin 23. ayetleri göz ardı edilip müteşabih ayetlerdeki her ifade zahirî, lâfzî ve hakikat anlamlarıyla dikkate alınırsa, bu, Kur`an`ın ruhuna aykırı bir davranış olur. Meselâ Allah`ın gelmesi, inmesi, yaklaşması, Arş üzerine istiva etmesi, gökte olması, eli olması, yüksek-açık ufukta olması, Âdem ve İblis ile bire bir diyalog kurması, görmesi, işitmesi müteşabih ifadeler olup bunlar ehil kişilerce tevil edilirler. Müteşabih ifadelerin anlaşılmasını zamana ve ehline bırakmak daha doğru bir davranıştır. Zaman içinde mutlaka her ilimde rasih olanlar çıkar ve bu donanımlı uzmanlar o ayetleri gereği gibi tevil ederler. “العرش Arş” sözcüğü, iktidar alameti olan “kral koltuğu, taht” demektir. “Arşın sahibi” ifadesi ise yeryüzünün, gökyüzünün, içindeki varlıklarıyla tüm evrenin tek sahibi, tek yöneticisi, tek hükümranı anlamına gelir. Her şeyin ve herkesin sahibi olan bu yüce varlık, kimsenin ve hiçbir şeyin kendisinden kaçamayacağı Allah’tır. |
28. September 2008, 02:05 AM | #3 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
3- “İŞİ YÖNETİP DURAN” ALLAH’TIR:
Ayette geçen “ تدبيرtedbir” sözcüğü, “bir işin iyi bir sonuca ulaşması için ardını ve akıbetini, önünü ve sonunu, bilerek, hesap ederek gözetmek, takdir ve idare etmek” demektir. Bu ifade kullanılmak suretiyle Allah’ın yarattıktan sonra evrenle ilişkisini kesmediği, aksine evrenin yönetimini sürekli kontrolü altında bulundurduğu vurgulanmaktadır. 4- ŞEFAATÇİ, ANCAK ALLAH’IN İZNİNDEN SONRADIR: Bu ifade, şefaatin Allah’ın iznine bağlı olduğu anlamına gelmektedir. Ancak bu, Allah’ın bu konuda herhangi bir kişiye veya zümreye şefaat etme izni verdiği veya vereceği şeklinde yorumlanamaz. Çünkü Rabbimizin bu meyanda bir bildirimi yoktur. Şefaat konusu ile ilgili daha fazla detay Necm, Meryem ve Ta Ha surelerinde sunulmuştur. (Tebyinü’l-Kur’an c:1, s:421-424) Ayetteki “ شفيعşefi’” sözcüğünü “çift, ikincil, yani ikinci olan, yaratılan, yaratıklar” anlamında alarak “Şefaatçi ancak Allah’ın izninden sonradır” ifadesinin “her var olanın, her meydana gelenin ancak Allah’ın izni ile var olup meydana geleceği” anlamına geldiğini söylemek de mümkündür. Çünkü Fecr suresinde belirttiğimiz gibi, “çift sayı” kavramı, aynı türden birden fazla unsurun varlığına işaret eder; başka bir ifadeyle, karşıtı veya karşıtları olan ve bu sebeple başka şeylerle ilişki içinde bulunan her şeyi kapsar. Ayetin son bölümünde yer alan “İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O`na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?” ifadesiyle müşriklere şöyle denilmektedir: “İbadeti tek ve ortağı olmayan Allah’a tahsis ediniz, ey müşrikler! Durumunuz hakkında öğüt dinlemez misiniz ki, Allah ile beraber O’nun yegâne yaratıcı olduğunu bildiğiniz hâlde bir başkasına da ibadet ediyorsunuz?” Konumuz olan ayet, Zühruf ve Müminun surelerinde detaylandırılmıştır: Göklerin ve yerin Rabbi, arşın Rabbi onların niteledikleri şeylerden münezzehtir, yücedir. Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar ve oynayadursunlar. Ve O, gökteki ilâh ve yerdeki ilâhtır. Ve O, Hakiym’dir, Aliym’dir. Ve göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece kendisine ait olan o kimse [Allah] ne cömerttir. Saat’in bilgisi de yalnızca O’nun yanındadır. Ve siz sadece O’na döndürüleceksiniz. Onların, O’nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler şefaate malik olamazlar. Ancak hakka şahit olan kişi müstesna. Onlar da biliyorlar. Ve hiç kuşkusuz, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, kesinlikle “Allah” derler. Öyleyken nasıl çevriliyorlar! Ve onun “Ey Rabbim! Bunlar şüphesiz imana gelmez bir kavimdir.” demesi kanıttır ki… Artık sen onlardan vazgeç ve “Selam!” de! Artık onlar yakında bileceklerdir. (Zühruf/82-89) De ki: “Eğer biliyorsanız, bu yeryüzü ve onun içindeki kimseler kime aittir?” Onlar; “Allah`a aittir” diyecekler. “Öyle ise siz düşünüp taşınmaz mısınız?” de. Peki, “Yedi göklerin Rabbi ve azametli Arş’ın Rabbi kimdir?” [Onlar] “Allah’ındır” diyecekler. “Öyleyse takvalı davranmayacak mısınız” de. “Peki eğer biliyorsanız, her şeyin melekûtu [mülkiyeti ve yönetimi] kendisinin elinde olan ve kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmayan kimdir?” Onlar “Allah`ındır” diyecekler. “Öyle ise nasıl büyülenirsiniz?” de. (Müminun/84-89) 4 – Hepinizin dönüşü sadece O`nadır. Allah bunu hakk olarak vaat etmiştir. Şüphesiz O, halkı ilk baştan yaratır, sonra iman eden ve salihatı işleyen kimseleri kıst [nasipleri, hakları olan payları] ile karşılık vermek için geri döndürür. Şu küfretmiş olan kimseler, küfretmeleri nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap kendileri için olanlardır. Bu ayette, 3. ayetteki “işi yönetip duran Allah’tır” ifadesi biraz daha açılarak Rabbimizin yarattığı varlıkları daha sonra da kontrol etmeye devam ettiği üzerinde durulmuş, yaratılıştan sonraki ikinci aşamanın dünyanın sonuna kadar Allah’ın kontrolünde olduğu ve adaleti sağlamak maksadıyla insanların mutlaka dirilteceği vurgulanmıştır. Yeniden diriltilmenin mümkün olduğu Kur’an’da günlük hayattan birçok aklî örnekler gösterilerek açıklanmış, her şeyi ilk defa yaratan ve bu yaratmayı sürekli devam ettiren Allah’ın, istediği her şeyi kıyametin ardından istediği biçimde yeniden yaratabileceği, bunun O’na çok kolay olduğu, mukayeseler yapılarak defalarca tekrarlanmıştır: Ve Allah rüzgârları gönderendir. Sonra onlar da bir bulutu harekete geçirip yukarılara kaldırır. Derken Biz onu ölmüş bir beldeye sevk etmişizdir. Böylece yeryüzüne ölümünden sonra onunla hayat veririz. İşte böyledir ölmüş çürümüş insanlara hayat vermek. (Fatır/9) Ve şüphesiz senin yeryüzünü boynu bükük görüp de Bizim onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman onun titreşmesi ve kabarması O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki ona hayat veren kesinlikle ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü yetendir. (Fussilet/39) Allah`ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki pınarlara koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu sararmış gördüğünü, sonra da onu bir çöpe çevirdiğini görmedin mi? Şüphesiz bunda kavrama yeteneği olanlar için bir öğüt/ hatırlatma vardır. (Zümer/21) Sonra öldürdü onu, kabre koydurdu. Sonra dilediği zaman diriltip ortaya çıkardı onu. Hayır… Hayır… O, O`nun kendisine emrettiğini şimdiye kadar hiç yerine getirmedi. Hadi, bakıversin insan kendi yiyeceğine! (Abese/21-24): De ki: “Onları ilk defa yaratan, onları diriltecektir. Ve O her yaratmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş yapandır. Şimdi de siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibilerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet [elbette kadirdir]! Ve O çok mükemmel yaratandır, çok iyi bilendir. (Ya Sin/79-81) Peki Biz ilk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır ama, onlar yeni bir yaratılıştan kuşku içindedirler. (Kaf/15) Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır? O, ayarlanmış meniden bir nutfe değil miydi? Sonra bir alak [embriyon] idi de sonra onu yaratmış sonra da düzene koymuştur; ki ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etmiştir. Peki, bu [bütün bunları yapan] ölüleri diriltmeye kadir [güç yetiren] değil midir? (Kıyamet/36-40) Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz, -[bilin ki] ne olduğunuzu size açıklamak için- şüphesiz Biz sizi topraktan, sonra nutfeden sonra bir alakdan sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkartırız, sonra sizi, olgunluk çağına erişmeniz için bırakırız. Bununla beraber kiminiz öldürülür, kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en fena zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. İşte bu [gösteriyor ki], şüphesiz ki Allah hakktır [gerçektir]. Şüphesiz ölüleri sadece O diriltir ve şüphesiz sadece O her şeye kadirdir. Kıyamet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah bütün kabirlerde olan kimseleri tekrar diriltecektir. (Hacc/5-7) De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun. Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi çağıracağı [diriltileceğiniz] gün, O’nu överek onun çağrısına uyacaksınız ve zannedeceksiniz ki, pek az kaldınız.” (İsra/50-52) Onlar, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmakla yorulmamış olan Allah’ın ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmediler mi? Evet şüphesiz ki, O her şeye gücü yetendir. (Ahkaf/33) Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Onu [göğü] O [Allah] yaptı. (Naziat/27) Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş ecelin [vadenin] gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O’nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir. (En’am/60) Sonra kendi gerçek Mevlâları Allah’a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O`nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir. (En’am/62) Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar, diğerlerini de adı konmuş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır. (Zümer/42) Ölümü aranızda Biz takdir ettik Biz. Ve Biz, sizi benzerlerinize değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine önüne geçilenler değiliz. Ve ant olsun, ilk yaratılışı bildiniz. Peki, düşünüp öğüt almanız gerekmez mi? (Vakıa/60-62) Konumuz olan 4. ayetteki “sonra iman eden ve salihatı işleyen kimseleri kıst [nasipleri, hakları olan payları] ile karşılık vermek için geri döndürür” ifadesiyle ahiretin neden gerekli olduğu açıklanmaktadır. Ahiretin gerekliliği, bu ayetin ışığı altında şu şekillerde ortaya konabilir: * Ahiret korkusu, rahatını sevecek ve dünya nimetlerini arzu edecek bir yapıda yaratılmış olan insanı bu uğurda işleyeceği suçlar konusunda caydırıcı bir unsurdur. Çünkü menfaati için her türlü sorumsuz davranışta bulunabilecek yapıdaki insan ancak bir “mükâfat ve ceza yurdu”nun varlığı sayesinde kendisini denetleyebilmekte, böylece dünya yaşamındaki kötülüklerin artış hızı bir parça da olsa frenlenmektedir. Ahiret korkusunun hiç olmadığı bir dünyadaki fesadın, kargaşanın, düzensizliğin hayali bile korkunçtur. * Kendisine doğru yol gösterilmesine karşılık, insan, bu dünyada tam olarak özgür bırakılmıştır. Dolayısıyla insanlardan bazısı imanı, bazısı küfrü, bazısı da şükrü veya nankörlüğü tercih etmektedir. Mantıkî olarak düşünüldüğünde, tam bir serbesti içinde yapılan bu tercihlerin mutlaka mükâfat ya da ceza şeklinde karşılık bulması gerekmektedir. Bu karşılıkların verileceği yer ahirettir. * İnsanın yaptıklarının tam karşılığını bu dünyada aldığını söylemek mümkün değildir. Zira birçok iyi davranış görülmediği veya görmezden gelindiği için karşılıksız kalır, birçok iyi kimse de hiç suçu yokken zulme uğrar, suiistimale maruz kalır. Oysa adalet, karşılıkların tam olarak alınmasını gerektirir. O hâlde, yapılan zerre kadar bir hayır ve şerrin bile ihmal edilmediği, kesin adaletin sağlandığı bir başka dünya daha olmalıdır. İşte, bu dünya ahiret yurdudur ve orada bütün ameller, “Hâkimler Hâkimi”, “Adiller Adili” Allah tarafından karşılıklandırılacak, böylece hakk yerini bulmuş olacaktır. قسطKIST VE عدلADALET Ayette geçen “ قسطkıst” sözcüğü genellikle “ عدلadalet” diye açıklanmıştır. Böyle açıklanmış olmakla beraber, “kıst” sözcüğü tam olarak “adalet” demek değildir. Çünkü “adalet”, “bire bir karşılık, denge, denklik, eşitlik” (Lisanü’l-Arab; c.7, s. 359-360) demek iken, “kıst” sözcüğü “nasip, pay, hak edilmiş olan pay” (Lisanü’l-Arab, c.6, s. 123-128) demektir. “Kıst” söz konusu olduğunda, mutlaka hak edilen ve söz verilen kadar karşılık ödenir. Bir nevi eşitlik olan “adalet” ise işlenene bire bir karşılık vermeyi gerektirir. Hâlbuki eşitlik her zaman hakkın karşılığı değildir, hatta bazen de zulümdür. Nitekim çalışma hayatında eşitlik esası değil, elemanların kalifiye oluşu, kıdemi gibi hususlar hesaba katılarak kıst esası uygulanır; böylece ücretler kişilerin niteliklerine göre belirlenir. Bir aile reisi de evlâtları arasında eşitlik ilkesiyle değil, kıst ile muamele yapar. Çünkü her çocuğun yaşına ve gördüğü eğitime göre ihtiyaçları değişiktir ve çocuklar aile bütçesinden bu ihtiyaçlara göre pay alırlar. Meselâ, biri ilk öğretimde diğeri üniversitede okuyan iki çocuklu bir aile, çocukların harçlıklarını hiçbir zaman eşit miktarlarda tespit etmez. Türevleriyle birlikte Kur’an’da 27 kez yer alan “kıst” sözcüğünün, “ اقتساط iktisat [zulme yol açmadan, aşırıya kaçmadan, hayırlı, yararlı yolu izlemek”, “ تقسيط taksit [hakkı olan bir şeyi belli zamanlara pay pay bölmek]” ve “ قسطاسkıstas” formları Arapça anlamlarının aynısıyla Türkçede de kullanılmaktadır. Rabbimiz hem “ عادلAdil”, hem de “ قاسطKasit”tir. Yani, hem adaletle hem de kıst ile muamele eder: Ve Allah rızk konusunda kiminizi kiminize fazlalıklı kılmıştır. Kendilerine fazlalık verilenler, kendi rızklarını sağ ellerinin malik olduklarına, hepsi onda eşit olmak üzere vermezler. O hâlde bunlar Allah’ın nimetini bilerek inkâr mı ediyorlar? (Nahl/71) Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zühruf/32) Mirasın dağıtımında evlâtlar arasındaki pay farklılığı ve miras taksiminde başkasına ait yetim bulunması hâlinde o yetime de pay verilmesi, Rabbimizin “kıst” ile muamelesinin örneklerindendir. Rabbimiz insanlara da kıst ile muamele etmelerini emretmiş ve bu davranışta bulunanları övmüş ve sevdiğini bildirmiştir. Yalana çok kulak verenler, haram çok yiyenler! Artık onlar, eğer sana gelirlerse, aralarında hükmet ya da onlardan yüz çevir. Ve eğer onlardan yüz çevirirsen, artık sana hiçbir zaman zarar veremezler. Ve eğer hükmedersen o zaman aralarında hakkaniyetle hükmet. Şüphesiz Allah, hakkaniyetle davrananları sever. (Maide/42) Ve eğer müminlerden iki grup birbirleriyle savaşırlarsa hemen onların arasını düzeltin. Şayet biri ötekinin üzerine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Sonra da eğer dönerse aralarında adaletle barış yapın ve hakkaniyetle davranın. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever. (Hucurat/9) Ant olsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah`ın dinine ve elçilerine görmeden yardım edenleri belirlemesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz, demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak üstündür. (Hadid/25) Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men etmez. Şüphesiz ki Allah adalet yapanları sever. (Mümtehine/8) Ve eğer ki yetimleriniz konusunda hakkaniyeti koruyamayacağınızdan korktuysanız; o takdirde sizin için hoş [helâl, uygun] olan, yetimlerin kadınlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın. Şayet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini nikâhlayın. Ya da yeminlerinizin malik olduğunu nikâhlayın. Bu haksızlığa sapmamanız için en uygunudur. (Nisa/3) Bu konuda ayrıca Bakara/282, Ahzab/5, Âl-i Imran/18, 21, Nisa/127, 135, En’am/152, A’raf/29, Yunus/4, 47, 54, Hud/85, Enbiya/47 ve Rahman/9’a bakılabilir. “Kıst” sözcüğü, “adl” sözcüğü gibi “ezdat”tandır. “Hak edilmiş pay” anlamında kullanılan sözcük, aynı zamanda bu anlamın zıddı olan “zulüm, hakkı gasp etme” anlamında da kullanılır: Ve gerçekten biz [bize gelince, bizim durumumuz ise]; Müslümanlar bizdendir, zalimler de bizdendir. Ama kimler teslim olduysa [Müslüman olduysa], işte onlar rüşdü [doğruyu, güzeli, iyiyi, gerçeği] arayanlardır. Ama zalimlere gelince, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.” (Cinn/14, 15) |
28. September 2008, 02:06 AM | #4 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
حميمHAMİYM
Ayetten anlaşılacağı gibi, insanlar ahirette iki genel grupta toplanacaklardır. Bu grupların bir tanesi “iman eden ve salihatı işleyenler” grubu, diğeri de müşrikler, münafıklar ve inkârcıların da dâhil olduğu “kâfirler” grubudur. Konumuz olan 4. ayette, “Kâfirler” grubu için cehennemde hazır bulundurulacak şeylerden birinin de “kaynar su” anlamına gelen “hamiym” olduğu bildirilmektedir. Muttakiler cennette her türlü nimet içinde mutlu yaşarken, kâfirler de cehennemde acıklı bir azaba maruz kalacaklar, içecek olarak kaynar su tadacaklardır. Cehennemdeki cezalandırmalar arasında “hamiym [kaynar su]” da bulunacağı başka ayetlerde de konu edilmiştir: Kuşkusuz cehennem gözetleme / pusu yeri olmuştur. Azgınlar için son varılacak yer olarak. Orada çağlarca kalacaklardır. Orada bir serinlik ve içecek bir şey tatmazlar. Ancak yaptıklarına uygun bir ceza olarak bir kaynar su ve irin (tadarlar). Ve onlar hesabı ummazlardı. Ve ayetlerimizi yalanladıkça yalanladılar. Oysa Biz her şeyi yazarak saydık döktük: “Öyleyse tadın! Bundan böyle size azaptan başka bir şey arttırmayacağız.” (Nebe’/21-30) Takvalı davranmışlara vaat edilen cennetin örneği: Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rabblerinden bir bağışlanma vardır. Bunlar, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimse gibi olur mu? (Muhanmmed/15) Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O`na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O`nundur. O çok güçlüdür, hikmet sahibidir. (Rum/27) Onlar içlerine işleyen bir ateş ve kaynar şu içindedirler, serin olmayan, sevimli olmayan kapkara dumandan bir gölge içindedirler. (Vakıa/42-44) Suçlular simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından tutuluverirler. Peki siz ikiniz Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir. Onlar, onunla kaynar su arasında dolaşır dururlar. (Rahman/41-44) 5 – O, Güneş’i bir aydınlık, Ay’ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, Ay’a menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile yaratmıştır. O, bilecek olan bir kavim için ayetleri detaylandırır. 6 - Şüphesiz gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve Allah`ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde ittika eden bir kavim için nice deliller vardır. Rabbimiz, evrende apaçık görünen Güneş ve Ay gibi ayetlerine dikkat çekerek kendi kudret ve ilmine işaret etmektedir. Ayetteki ifadede Güneş’in “ ضياءZiya”, Ay’ın ise “ نورNur” olarak nitelenmesi dikkat çekicidir. Bu niteleme başka ayetlerde de yapılmıştır: Gökte burçlar kılan, onların içinde bir kandil ve aydınlatıcı bir Ay kılan ne cömerttir. (Furkan/61) Ve Ay’ı onların içinde bir ışık kıldığını, Güneş’i de bir lâmba kıldığını (görmediniz mi)? (Nuh/16) Ve sizin üstünüze yedi sağlamı bina ettik. Ve ışık saçan bir kandil kıldık. (Nebe/12, 13) Yukarıdaki ayetlerden, Güneş’in alev alev yanan bir enerji, ışık kaynağı; Ay’ın da bir ışık yansıtıcısı olduğu anlaşılmaktadır. Konu ile ilgili bilimsel bir incelemeyi önemine binaen aşağıda naklediyoruz: GÜNEŞ`İN VE AY`IN FARKI “Güneş`i bir ziya [ışık, ısı kaynağı], Ay`ı bir nur[ışık] kılan ve yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona duraklar tespit eden O`dur. ...” (Yunus/5) Güneş dev bir nükleer reaktör olarak Dünya`mızın hem ışık, hem de ısı kaynağıdır. Uzay`ın soğuğunda Dünya`mızı ısıtan Güneş`ten Dünya`mıza gelen ışın miktarı Güneş`in ışınlarının milyarda ikilik dilimidir. Ay ise Güneş`ten aldığı ışığı Dünya`mıza yansıtır. Ay, Güneş gibi bizzat ısının ve ışığın kaynağı değildir. Güneş`in ve Ay`ın bu farklarına Kuran Güneş`i "ziya", Ay`ı "nur" kelimeleriyle farklı şekilde tarif ederek dikkat çekmektedir. Güneş`i tarif eden "ziya" kelimesi ışığı tarif ettiği gibi aynı zamanda yakıcılığı, ısıyı da tarif etmektedir. "Ziya" kelimesine verilen anlamlarda "ziya"nın bizzat ısının ve ışığın kaynağını ifade etmesi, "nur" kelimesinin ise böyle bir vurguya sahip olmaması da ayette bu kelimelerin seçilmesindeki inceliği gösterir. Kuran`da Güneş için "ziya" sıfatından başka sıfatlar da kullanılmıştır. Güneş bir meşaleye [sirac] ya da yanan bir lambaya [vehhac] benzetilmiştir. Bu ifadeler de Güneş`in yakıtını kendi içinden aldığına işaret eder. Meşale de, lamba da kendi içlerinde yanan ateş ile etrafa ısı ve ışık saçar. Bu ifadelerin Ay için kullanılmaması, sadece Güneş için kullanılması, Kuran`da her kelimenin nasıl yerli yerinde kullanıldığının delilidir. GÜNEŞ`İN HİZMETLERİ Güneş`in bir saniyede ürettiği enerji Dünya`daki üç milyar enerji santralinin bir yılda ürettiği enerjiye eşittir. Dünya Güneş`ten gelen ışınların sadece milyarda ikisini alır. Bu miktar çok ince şekilde tespit edilmiştir. örneğin bu miktardaki çok küçük bir azalma Dünya`nın yaşanmayacak şekilde buzullara gömülüp soğumasına sebep olacaktır. Güneş`in Dünya`mıza uzaklığı, Güneş`in büyüklüğü, Güneş`teki reaksiyonların gücü hep çok ince hesaplara bağlıdır. Bizim de yaşamımız bu çok ince hesaplarla belirlenmiştir. Tüm bu değerlerdeki çok ufak bir değişiklik bile Dünya`daki hayatın yok olmasına sebep olacaktır. Tüm bu kritik değerlerin hem yaratılması, hem de devam ettirilmesi bizim hayatımızın olmazsa olmaz şartlarındandır. Güneş`in hem kendi ekseninde, hem de bir doğrultuya göre hareketi; Dünya`nın ise kendi ekseninde, Güneş`in etrafında, Güneş`e bağlı olarak, Ay`dan etkilenerek birçok farklı hareketi vardır. Bu çok hızlı hareketlerin tümünde Dünya`mız Güneş sistemiyle, galaksisiyle hep yepyeni, her biri öncekinden farklı bir konumda bulunmaktadır. İşte tüm bu çok hızlı, çok ince hareketlerin hiçbiri bizim Güneş`e göre konumumuzu etkilemez, Dünya`daki hayatın yok olmasına sebep olmaz. Hayatın oluşması için mutlaka Karbon bazlı moleküllere ihtiyaç vardır. Karbon bazlı moleküller ise sadece –20 °C ile +120 °C arasında oluşabilmektedirler. Evren`de ise yıldızların içindeki milyarlarca derecedeki sıcaklıktan, mutlak sıfır noktası olan –273.15 °C`ye kadar çok geniş bir sıcaklık aralığı mevcuttur. Sadece Karbon bazlı moleküllerin oluşması için gerekli sıcaklık aralığının oluşturduğu dilim, mevcut sıcaklık farklılıklarında yüz binde birlik bir dilim bile değildir. Dünya mevcut ısısını koruyamayıp kısa bir süre için bile içinde bulunduğu sıcaklık diliminden çıksaydı, Dünya`mızdaki hayat son bulurdu. Neyse ki, Yaratıcımız her an ihtiyaçlarımızın farkındadır ve her an her şey O`nun kontrolündedir. “...Güneş`e, Ay`a boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi yoluna koyup, düzenler. Delilleri birer birer açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.” (Rad/2) GÜNEŞ`TEKİ OLUŞUMLAR Yaklaşık 150 milyon kilometre mesafeden Güneş, Dünya`daki hayatın mümkün olmasını sağlamaktadır. Saatte 1000 kilometre hızla giden bir uçağa binsek 17 yılda bile ulaşamayacağımız bir mesafedir bu. Yüzeyindeki sıcaklık 6 bin derece olan Güneş`in merkezindeki sıcaklık ise 15 milyon derecedir. Alev alev gazdan oluşan bu kürenin yüzeyinde bile hayat düşünülemez. Oysa mevcut uzaklığa yerleştirilince Güneş, Dünya`mızın en yakın dostu, hayatımızın kaynağı olmuştur. Güneş, enerjisini bünyesindeki hidrojeni helyuma dönüştürerek açığa çıkarmaktadır. Dört ayrı hidrojen çekirdeğinden tek bir helyum oluşur. Bu oluşum tek bir aşamada gerçekleşmez. Bu dönüşüm yavaş yavaş oluşur, Güneş de buna bağlı olarak ağır ağır yanar. önce iki hidrojen birleşip dötronu oluşturur. Dötronun oluşmasını sağlayan da atom çekirdeğindeki güçlü nükleer kuvvettir. Bu kuvvetin gücü de bu noktada çok dengeli bir şekilde ayarlanmıştır. Eğer güçlü nükleer kuvvet mevcut değerinden daha zayıf olsa iki Hidrojen çekirdeği birleşmeyecektir. Yan yana gelen artı yüklü protonlar birbirlerini itecekler ve Güneş`teki nükleer reaksiyon yani Güneş`in kendisi oluşamayacaktır. Eğer güçlü nükleer kuvvet mevcut değerinden daha güçlü olsa, dötron yerine iki protonlu DiProton oluşacaktır. Bu o kadar etkili bir yakıt olurdu ki; Güneş ve Güneş`e benzer yıldızlar bu güç yüzünden çok kısa sürede infilak ederek yok olurdu. Bu durumda her örnekte olduğu gibi yine ne biz, ne de Dünya`mız var olacaktık. Tüm bu göstergeler Allah`ın Evren`i, Evren`deki fizik kurallarını nasıl mükemmel, planlı bir şekilde yarattığını ve işlettiğini ortaya koymaktadır. “Sizin tanrınız yalnızca Allah`tır. O`nun dışında bir tanrı yoktur. O bilgi bakımından her şeyi kuşatmıştır.” (Taha/98) (Kuran Araştırmaları Grubu” tarafından hazırlanan “Kuran Hiç Tükenmeyen Mucize” adlı kitaptan) AY’IN MENZİLLERİ Konumuz olan 4. ayetteki “Ay’ın menzilleri” ifadesi Ya Sin suresinde de geçmiş ve konu orada açıklanmış idi. Ay’ın Dünya’dan görünüşünün her gün değiştiği; “hilâl”den başlayarak 14. günde “dolunay” hâline gelen Ay’ın, sonraki günlerde yavaş yavaş tekrar eski şekline döndüğü eski tarihlerden beri bilinmektedir. Ay’ın görümündeki bu değişikliklerin daima aynı periyot ve şekilde olması, “Ay’ın Menzilleri” olarak değerlendirilmektedir. Daha fazla ayrıntı için ilgili bölümün Ya Sin Suresi’nden tekrar okunmasını öneriyoruz. (Tebyînü’l-Kur’an; c:3, s:292-295) 7, 8 – Şu, Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olan, onunla tatmin bulan kimseler ve kendileri Bizim ayetlerimizden gafil olan kimseler; işte bunlar, kendi elleriyle ettikleri yüzünden varacakları yer ateş olanlardır. Bu ayette, 5, 6. ayetlerde ittika eden bir kavim için deliller bulunduğu bildirilen gerçeklere itibar etmeyerek ahireti ummayan, sırf dünya nimetleriyle oyalanıp onlarla tatmin olan ve Allah’ın ayetlerine duyarsız kalan akılsız kimseler tehdit edilmektedir. Ayette geçen “ النّارateş” sözcüğünün, hem cehennemdeki “maddî” ateş hem de “vicdan azabı, pişmanlık ateşi, hasret ateşi” olarak anlaşılması mümkündür. Zira inanmadıklarını ilân edenlerin zihinlerinde daima onları rahatsız eden bir “acaba” vardır. Öyle ki, cennetten mahrum kalma ihtimali bir tarafa, bir de cehenneme gitme ihtimali bu kişilerin içlerini yakar, kavurur. Bize göre, bu tür kişiler inançsızlıklarından bile emin olamadıkları için sürekli tedirgin yaşarlar. Zihinlerinin derinliklerinde daima bu tedirginliği hissederek yaşayanların, Ali b. Ebitalib’e nispet edilen şu sözü iyi düşünmeleri, iyi değerlendirmeleri gerekir: “Müneccim [astrolog] ve tabib, her ikisi de dediler ki: ‘Ölüler, [ölümlerinden sonra] haşrolunmayacak!’ Ben de sizlere derim ki: ‘Eğer sizin dediğiniz doğru çıkarsa, ben hiçbir şey kaybetmem. Ama eğer benim sözüm doğru çıkarsa, vay geldi başınıza!” 9 - Hiç şüphesiz şu iman eden ve salihatı işleyenler; imanlarından dolayı Rabbleri kendilerini hidayete erdirir. Naim cennetlerinde onların altlarından ırmaklar akar durur. 10 - Onların oradaki duaları; “Allah’ım, Sen her türlü eksiklikten münezzehsin!”dir. Ve onların oradaki selâmlaşmaları; “selâm!”dır. Dualarının sonu da; “Âlemlerin Rabbi Allah`a hamdolsun!”dur. İnkârcıların 7, 8. ayetlerde anlatılan akıbetlerine karşılık, bu ayetlerde de inananların akıbetleri beyan edilmektedir. Rabbimizin beyanına göre, iman etmiş ve salihatı işlemiş kişiler, imanları sebebiyle Allah’ın kendilerini kılavuzladığı üzere olacaklar ve cennette gireceklerdir. Cennette kavuştukları nimetler için Allah’ı tesbih ve tenzih ederek O’na hamd edecek olan cennetlikler, birbirlerini de “Selam [esenlik, güvenlik, mutluluk, sağlamlık]!” diyerek kutlayacaklardır. Cennetliklerin selamlanması sadece diğer cennetliklerce olmayacak, bu kişiler ayrıca cennetteki görevliler ve en güzeli Yüce Allah tarafından da selamlanacaklardır. Söz olarak (onlara) Rahîm Rabbden “selâm” (vardır). (Ya Sin/58) Takvalı davranmışlara vaat edilen cennetin örneği: Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunlar, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimse gibi olur mu? (Muhammed/15) Kim de Allah`a ve Elçi’ye itaat ederse artık onlar, Allah`ın, peygamberlerden, sıddıklardan, şehitlerden ve salihlerden kendilerine nimet verdiği kişilerle beraberdir. Ve bunlar arkadaş olarak ne güzeldir! Bu lütuf Allah`tandır. Bilen olarak Allah yeter. (Nisa/69, 70) O’na kavuşacakları gün onların selâmlamaları “selâm”dır. O [Allah] da onlar için cömertçe bir ödül hazırlamıştır. (Ahzab/44) (Onlar) Yaptıklarına karşılık olarak; mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Yüz yüze onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde], kaynağından doldurulmuş, testiler, ibrikler, kadehler -ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir- beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz olarak; “selâm!”, “selâm!” (Vakıa/15-26) Onlar orada boş bir söz işitmezler. Ancak “Selâm” işitirler. Orada onlar için sabah akşam [her zaman] rızkları da vardır. (Meryem/62) (Takva sahipleri) O kimselerdir ki, melekler, onların canlarını hoş ve rahat hâlde alırlar. “Selam size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete...” derler. (Nahl/32) Rabblerine karşı takvalı olanlar da cennete bölük bölük sevk edildi. Nihayet oraya vardıkları zaman kapıları açıldı ve bekçileri onlara; "Selâm sizlere, ne hoşsunuz! Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" dediler. (Zümer/73) Şüphesiz tarafımızdan kendilerine güzellik hazırlanan kimseler; İşte onlar ondan [cehennemden] uzaklaştırılmışlardır. (Enbiya/101) Ve o kişiler, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirirler. Rabblerine haşyet duyarlar ve hesabın kötülüğünden korkarlar. Ve o kişiler Rabblerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmişler, namazı ikame etmişler ve kendilerine verdiğimiz rızklardan gizli ve açık infak etmişlerdir. Ve onlar çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldırırlar. İşte bu yurdun akıbeti; Adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [Adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra’d/21-24) Onlar orada; “Hamd, bizden o üzüntüyü gideren ve bizi lütfundan, kendisinde bize yorgunluk gelmeyecek, kendisinde bizim için usanç olmayacak, durulacak bu yurda konduran Allah’a özgüdür. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve çok karşılık vericidir” derler. (Fatır/34, 35) 11 – Ve eğer Allah, insanlara, onların hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri alelâcele verseydi, onlara, kesinlikle kendilerinin ecellerini gerçekleştirirdi. Fakat Biz, Bize kavuşmayı ummayanları azgınlıkları içinde bocalayanlar olarak terk ederiz. “Ecel” konusuna dikkat çekilen bu ayette, peygamberlerle alay ederek “vaat edilen azap”ın kendilerine hemen inmesini isteyenlere zımnen şöyle cevap verilmektedir: “İnsanlar hayrı çar*çabuk istiyorlar. Şayet Allah, onların hayrı çarçabuk istemeleri gibi şerri de çarçabuk ver*seydi, işleri hemen bitirilir ve kesinlikle helâk olurlardı. Fakat Allah`ın hikmeti gereği, Allah’la kar*şılaşmayı inkâr edenlere, tüm azgınlık ve isyanlarına rağmen, günahlarından tövbe etmeleri için süre verilmekte ve bu süre içinde defalarca uyarı yapılmaktadır. Dolayısıyla bu kişilerin hak ettikleri şer de belli bir zamana kadar ertelenmiş olmaktadır. Ancak; vurdumduymaz bir şekilde taşkınlık yapmaya ve hadlerini aşmaya devam ederek kendilerine tanınan bu fırsatı kullanmayanlar için ise bu süre sonunda azabın hakk olması kesindir.” İnkârcıların, tehdit edildikleri ilâhî azabın hemen gelmesi konusunda aceleci davrandıkları, başka ayetlerde de konu edilmiştir: Ve insan, hayrı davet eder gibi kötülüğü davet eder. Ve insan çok acelecidir. (İsra/11) Bir de onlar; “Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen [tehdit] ne zaman?” diyorlar. De ki: “Size öyle bir gün vaat edilmiştir ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.” (Sebe’/29, 30) Bir de onlar; “Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen [tehdit] ne zaman?” diyorlar. De ki: “Kesinlikle Bilgi [onun bilgisi], Allah’ın yanındadır. Ben ise yalnızca apaçık bir uyarıcıyım.” (Mülk/25, 26) Bir isteyen, -kâfirler için kendisini savacak kimsenin olmadığı “olacak azap”ı istedi. (Mearic/1, 2) Bir vakit de, “Ey Allah’ım, eğer bu Senin katından gelmiş bir hakk/ gerçek ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver.” demişlerdi. (Enfal/32) Ve onlar, “Eğer doğrular iseniz bu vaat ne zamandır?” diyorlar. (Yunus/48) De ki: “Gördünüz mü [ne düşünürsünüz]? O’nun azabı size geceleyin uykuda veya gündüz gelecek olsa!” Suçlular bundan neyi acele isterler? (Yunus/50) Ve onlar senden, iyilikten önce kötülüğü çabuklaştırmanı isterler. Hâlbuki onlardan önce onlara misal olacak cezalar gelip geçmiştir. Ve gerçekten senin Rabbin, zulümlerine karşılık insanlar için cidden mağfiret sahibidir. Ve kesinlikle senin Rabbin, azabı cidden çok çetin olandır. (Ra’d/6) Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah`ın gafil [duyarsız] olduğunu sanma! Ancak O, onları gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. (İbrahim/42) Öyleyse onların aleyhinde acele etme. Şüphesiz Biz onlar için saydıkça sayıyoruz. (Meryem/84) Onlar; “Sen bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer doğrulardan isen, hadi o bizi tehdit edip durduğun azabı hemen getir!” dediler. O [Hud]; “Şüphesiz Bilgi [o azabın ne zaman geleceğine dair bilgi] Allah katındadır. Ben ise size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Velâkin ben sizi cahillik edip duran bir kavim olarak görüyorum” dedi. Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde gördüklerinde; “Ha işte!” dediler, “bu bize yağmur getirecek bir bulut!” Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi; Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden içinde acıklı bir azap olan rüzgâr. Sonunda o hâle geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz günahkârlar topluluğunu işte böyle cezalandırırız. (Ahkaf/22-25) Bu konuda ayrıca Enbiya/38 ve Neml/71’e de bakılabilir. 12 – Ve insana sıkıntı dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken, dikilirken Bize yalvardı. Kendisinden sıkıntısını gideriverdik mi de sanki kendisine dokunan o sıkıntı için Bize hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçip gitti. Haddi aşanlara yaptıkları şeyler işte böyle süslenmiştir. |
28. September 2008, 02:06 AM | #5 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Bu ayette insanın nankörlük özelliğine dikkat çekilmiştir. İnsanların nankörlüğü Kur’an’da pek çok kez konu edilmiştir:
Ve Biz insana nimet verdiğimiz zaman o yüz çevirir, yan çizer. Kendisine bir kötülük dokunduğu zaman da geniş geniş yalvarır. (Fussilet/51) Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna [kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür!” (İsra/67) Ve Biz insana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirip uzaklaşır. Ona fenalık dokununca da ümitsizliğe düşer. (İsra/83) Ve insanlara bir sıkıntı dokununca, Rabblerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, içlerinden bir gurup, Rabblerine şirk koşarlar. (Rum/33) İşte insana bir sıkıntı dokunuverince Bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da “O, bana bir bilgi üzerine verildi” der. Aslında o [verilen nimetler], bir fitnedir. Velâkin onların çoğu bilmezler. (Zümer/49) Ve eğer insana, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür. Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler benden gitti.” der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir. (Hud/9, 10) Ve onlardan, “Eğer Allah lütfundan bize verirse, mutlaka bağışta bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız.” diye Allah’a söz verenler vardır. Sonra, ne zaman ki Allah, onlara lütfundan verir, onda cimrilik ederler ve yüz çevirerek geri dururlar. (Tövbe/75, 76) O, size karada ve denizde yolculuk ettirendir. Gemilerde bulunduğunuzda gemiler içindekileri tatlı bir rüzgârla götürür, [yolcular] neşelendiklerinde şiddetli bir fırtına gelip çatar, dalgalar her mekândan gelir. Ve onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dini Allah için arındırarak O’na yalvarırlar: “Bizi bundan kurtarırsan, hiç kuşkusuz, şükredenlerden oluruz.” Sonra O, onları kurtarınca, bir de bakarsın ki, yeryüzünde haksız yere azgınlık ederler. Ey insanlar! Gerçekten, şimdiki hayatın geçici yararları için azgınlığınız, bizzat kendi zararınızadır! Sonra dönüşünüz Bizedir. Yaptıklarınızı size bildireceğiz. (Yunus/22, 23) Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda, hemen yalnız O’na sığınırsınız. Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir grup, Rabblerine şirk koşarlar. (Nahl/53, 54) Ayetlerini size göstermek için, geminin denizde, Allah’ın nimetiyle kayıp gittiğini görmedin mi? İşte gerçekten bunda, tüm çok sabırlı ve çok şükreden için, ayetler vardır. Ve gölgeler gibi bir dalga onları kapladığında, O’nun için dini arındırarak Allah’a yalvarırlar. Ama ne zaman ki karaya çıkararak kurtardı, onlardan bir kısmı muktesıttır. Ve ayetlerimizi ancak, tam hain ve tam nankör bile bile inkâr eder. (Lokman/31, 32) İşte gemiye bindiklerinde, dini yalnız O’na özgü kılarak Allah’a yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, şirk koşuyorlar. (Ankebut/65) Ve eğer onlara acıyıp da için de bulundukları sıkıntıyı giderseydik, kesinlikle iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi. Ve ant olsun, Biz onları azap ile yakaladık buna rağmen Rabblerine boyun eğmediler ve yakarmadılar. Ta ki üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada ümitsiz kalmışlardır! (Müminun/75-77) Konumuz olan ayetin sonunda yer alan “Haddi aşanlara yaptıkları şeyler işte böyle süslenmiştir” ifadesindeki “süsleme” işini yapan, ya çevrede bulunan başka bir inançsızdır, ya da hevasına kapılıp yaptığı her işi beğenen insanın kendisidir: O zaman şeytan onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara; “Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım.” demişti. Ne zaman ki, iki topluluk birbirini görür oldu o, iki topuğu üstünde geri döndü ve “Şüphesiz ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğinizi görmekteyim, ben Allah’tan da korkmaktayım.” dedi. Allah sonuçlandırması pek şiddetli olandır. (Enfal/48) De ki: Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi? Kendileri güzel sanat/ sanayi olarak güzellik ürettiklerini sanırken basit hayatta çalışmaları boşa gitmiş olan kimselerdir. (Kehf/103, 104) Şüphesiz Biz şu, ahirete inanmayanların işlerini kendilerine süslü gösterdik de onlar şaşırıp kalmışlardır. (Neml/4) Ve insanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız zaman, ayetlerimiz hakkında onların bir plânı vardır. De ki: “Plân bakımından Allah daha çabuktur.” Şüphesiz ki elçilerimiz plânladığınız şeyleri yazıp duruyorlar. (Yunus/21) 13 - Ve ant olsun ki, sizden önceki kuşakları zulmettikleri zaman helâk ettik. Ve onların elçileri açık belgeler ile gelmişlerdi. Zaten onlar inanacak değillerdi. İşte günahkârlar topluluğunu Biz böyle karşılıklandırırız. 14 - Sonra nasıl amel edeceğinize bakalım diye onların sonrasından sizi yeryüzünde halifeler kıldık. Bir önceki ayette nankörlüğü açıklanan insana burada da geçmiş toplumlardan ibret alması ihtar edilmektedir. Çünkü bu dünya, giden bir neslin arkasından hep başka bir neslin getirildiği ve bu düzenin böylece devam ettirildiği bir sınav dünyasıdır: De ki: O [Allah] her şeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka Rabb mi arayayım? Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece O [Allah], ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir. Ve O, sizi yeryüzünün halifeleri kılan, verdikleriyle sizi belâlandırmak [sınamak] için, kiminizi kiminizin üzerine derecelerle yükseltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (En’am/164, 165) 14. ayetteki “Sonra nasıl amel edeceğinize bakalım diye onların sonrasından sizi yeryüzünde halifeler kıldık” ifadesinde geçen “halife” sözcüğü, “sonradan gelip birilerinin yerini alanlar” demektir. (“Kur’an’da Halife sözcüğü veya Kur’an’daki Halife” başlıklı bir yazımız Sad suresinin sonunda bulunmaktadır.) (Tebyinü’l-Kur’an; c.2 s. 459- 464) Yukarıdaki ifade ile muhataplara şu mesaj verilmektedir: “Siz yeryüzünün tek hakimi değilsiniz. Sizden evvel bu dünyada başkaları egemendi. Biz onları yok edip yerlerine sizi geçirdik. Eğer siz de zulme yönelirseniz, sizi de yok eder, yerinize başkalarını getiririz.” Bu mesaj daha önceki toplumlara da iletilmiştir: (Ant olsun ki Semud’a da kardeşleri Salih’i (elçi olarak gönderdik). O dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil [kanıt] geldi. İşte şu, Allah’ın dişi devesi, sizin için bir ayettir; bırakın onu Allah’ın yeryüzünde yesin, sakın ona kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir. Ve düşünün ki Ad’dan sonra sizi halifeler yaptı. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinden saraylar yapıyorsunuz, dağlarından evler yontuyorsunuz. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde fesatçılar olarak taşkınlık yapmayın.” (A’raf/73, 74) Ey insanlar! Allah’a muhtaç olanlar sizlersiniz. Allah ise; O, zengin ve hamde lâyık olandır. Eğer O dilerse sizi giderir [yok eder] ve yepyeni bir yaratmayı / halkı getirir. Bu, Allah’a hiç güç de değildir. (Fatır/15–17) Gökleri ve yeryüzünü gerçekten Allah’ın yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi giderir ve yepyeni bir halk / yaratılış getirir. Bu, Allah’a göre zor değildir. (İbrahim/19, 20) Eğer O [Allah] dilerse sizi giderir ey insanlar! Ve başkalarını getirir. Ve Allah, buna güç yetirendir. (Nisa/133) Ey iman etmiş olan kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki O [Allah], onları sever, onlar da O’nu [Allah’ı] severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, “Vâsi”dir, çok iyi bilendir. (Maide/54) 15 - Ve ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar; “Bundan başka bir Kur’an getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu nefsimin [kendimin] öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım. 16 - De ki: “Allah dileseydi, ben onu [Kur’an’ı] size okumazdım ve O [Allah], onu [Kur’an’ı] size bildirmemiş olurdu. Ben de ondan [Kur’an’dan] önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” Bu ayetlerde Rabbimiz, Kur’an’ın değiştirilmesi talebinde bulunan müşriklere, şayet iyice düşünür ve akıllarını kullanırlarsa, Peygamber`in tebliğ ettiği Kur`an`ın Allah’tan başkasının sözü olamayacağını kesinlikle anlayacaklarını söylemektedir. Müşriklere verilen bu cevap aynı zamanda Kur’an’ın inananların kalplerindeki yerini de pekiştirmektedir. Esbab-ı nüzul nakillerinde, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Abdullah b. Ümeyy el-Mahzumî, Velid b. Muğire, Mukevvir b. Hafs, Amr b. Abdullah b. Ebi Kays el-Amiri ve As b. Amir b. Hişam adlarındaki beş kişinin peygamberimizden kendi akıllarına uygun, onların ilâhlarını reddetmeyen, onlara ne yapacaklarını bildirmeyen ve istediklerinde duruma göre değiştirilebilen bir başka Kur’an getirmesini istedikleri, bu ayetlerin de bu talep üzerine indiği haberi yer almaktadır. (Razi; el-Mefatihu’l-Gayb) Müşriklerin “Bu Kur’an bizim ilâhlarımızı aşağılıyor, bizi kınıyor ve biz de bundan rahatsızlık duyuyoruz” diyerek Kur’an’ın değiştirilmesi talebinde bulunmalarının altında sinsi bir plân yatmaktaydı. Onlar aslında peygamberimizi denemek istemişlerdi ve eğer peygamber böyle bir şey yaparsa, Kur’an’ı kendisinin derlediğini ve onu kendi istediği gibi değiştirdiğini ileri sürmeyi plânlamışlardı. Ama peygamberimize verdirilen “Allah dileseydi, ben onu size okumazdım ve O, onu size bildirmemiş olurdu. Ben de ondan önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” şeklindeki cevap hem müşriklerin plânını boşa çıkarmış, hem de Kur’an’ın gerçekten Allah`tan gelen vahiy olduğuna bir kanıt olmuştur. Çünkü bu cevapla onlara: “Böylesi büyük ve kıymetli bir kitabın, öğrenim görmemiş, talebe olmamış, hiçbir kitap okumamış ve ilmî tartışmalarda bulunmamış bir kimsenin eliyle gelmesi, bunun ancak bir vahiy ile olacağını gösterir. Böyle bir olguyu kabul etmemek ise aklın alacağı bir şey değildir. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” denilmiştir. Hiç kuşkusuz Biz, o ZİKİRİ Biz indirdik Biz. Ve mutlaka Biz onun için koruyucularız. (Hicr/9) Eğer o [elçi; Muhammed] bazı sözleriBizim sözlerimiz olarak ortaya sürseydi, kesinlikle ondan sağ elini koparırdık [tüm gücünü alırdık]. Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Sizin hiç biriniz ona siper de olamazdınız. (Hakkah/44-47) 17 - Öyleyse Allah’ın aleyhine bir yalanı uyduran veya O’nun ayetlerini yalanlayan kişiden daha zalim kim olabilir? Hiç şüphesiz bu günahkârlar kurtuluşa eremezler. Allah’ın aleyhine yalan uydurmak; kendisinin veya bir başkasının sözünü Allah’ın sözü imiş gibi göstermek, bilgilerin kendisine Allah tarafından verildiğini söylemek demektir. Dikkat edilirse, Allah’ın ayetlerini yalanlayan kişi ile Allah’ın aleyhinde yalan uyduran kişi aynı kefeye konmuş ve her ikisi de “en zalim” sıfatıyla nitelenmiştir. Açık bir tehdit olan bu nitelemenin muhatabı o günkü ve sonraki inkarcılar ve iftiracılardır. Dolayısıyla, Peygamberimiz Allah aleyhinde herhangi bir yalan uydurmadığına göre, ayetin içerdiği tehdit de Allah’ın aleyhinde yalan uyduran başka kişilere yöneliktir. Nitekim tarihî kayıtlar da kendi kuruntularını “Allah tarafından yazdırıldı, vahyedildi” diyerek Allah’a isnat eden iftiracı sapıkları ve Yalancı Müseyleme gibi sahte peygamberleri göstermektedir. Ve onlardan [Kitap ehlinden], o, kitaptan olmamasına rağmen, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip büken bir güruh vardır. O, Allah katından olmadığı hâlde, “Bu, Allah katındandır” derler. Kendileri bilip dururken, Allah’a karşı yalan söylerler. (Âl-i Imran/78) Ve Allah’a karşı yalan uydurandan, yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı hâlde “Bana vahyolundu” diyenden ve “Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha zalim kim olabilir? O zalimleri ölümün şiddetleri içindeyken, melekler de onlara ellerini uzatmış “Nefislerinizi [canlarınızı] çıkarın! Bugün, Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O’nun ayetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir görsen! (En’am/93) Ve O, size Kitap’ı [Kur’an’ı] ayrıntılı/ hakk-batıl ayrılmış olarak indirdiği hâlde, Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Ve kendilerine kitap verdiğimiz şu kişiler, onun [Kur’an’ın] şüphesiz Rabbinden hakk ile indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde sen sakın şüphecilerden olma! (En’am/114) 18 – Onlar, Allah`ın astlarından, kendilerine zarar vermeyen ve kendilerine yarar sağlamayan şeylere tapıyorlar ve “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" diyorlar. De ki: "Siz Allah`a göklerde ve yerde kendisinin bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" Allah, onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir ve çok yücedir. Bu ayette; Allah’ın yaratıcı, rızk verici, her şeye gücü yeten ve her şeyi düzenleyen olduğuna inanan ama aklını kullanmayarak Allah’ın astlarından bir takım ilâhlar edinip bunların kendisini Allah`a yaklaştıracağını zanneden müşrikler kınanmaktadır. Müşriklerin bu sapık mantığı Kur’an’da pek çok ayette dile getirilmiştir: De ki: “Allah’ın astlarından sizin için zarar ve faydaya gücü yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Oysa Allah, çok iyi işitendir, çok iyi bilendir.” (Maide/76) İnsanlardan kimi de Allah`a bir yar kenarı üzerinde ibadet eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse onunla mutmain olur. Ve eğer kendisine bir fitne gelirse yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı da ahireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. Allah’ın astlarından da kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O, zararı faydasından daha yakın olana yalvarıyor. O [yalvardığı şey] ne kötü mevlâ [yardımcı, koruyucu] ve ne kötü yoldaştır. (Hacc/11-13) De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” De ki: “Allah’ın astlarından o kendi kendilerine fayda ve zarar vermeye gücü olmayanları Yakınlar mı ediniyorsunuz?” De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Hiç karanlıklarla aydınlık bir olur mu?” Ya da Allah’a, O’nun gibi yaratan bir takım ortaklar buldular da, bu yaratış kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, birdir, her şeye üstün ve kahredicidir.” (Ra’d/16) O [İbrahim]; “O hâlde, Allah’ın astlarından size hiçbir şeyce fayda vermeyen ve size zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Size de, Allah’ın astlarından taptıklarınıza da üff [yazıklar olsun]! Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?” dedi. (Enbiya/66, 67) De ki: “Allah’ın astlarından bize yarar sağlamayan ve zarar vermeyen şeylere mi yakaralım? Ve Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, kendisinin “bize gel” diye doğruya ve güzele çağıran arkadaşları varken şeytanların kendisini ayartıp yeryüzünde şaşkın dolaşır hâle getirdiği kimseler gibi gerisin geri mi döndürülelim? De ki: “Şüphesiz Allah’ın doğru yolu, gerçek doğru yolun ta kendisidir. Ve biz Âlemlerin Rabbine teslim olmakla ve “Salâtı ikame ediniz ve O’na takvalı olunuz” diye emrolunduk. Ve O [Allah], sadece kendisine toplanacağımız kimsedir.” (En’am/71, 72) Onlar da Allah’ın astlarından kendisine fayda vermeyen ve zarar vermeyen şeylere tapıyorlar. Ve o kâfir, Rabbinin aleyhine arka çıkandır. (Furkan/55) Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, müşriklerin ortak koştukları nesneler ne kendilerine zarar verebilmekte, ne de faydaları dokunabilmektedir. Müşriklerin böyle şeylere tapmaları ve onlardan yardım istemeleri, her türlü eleştiriyi hak eden bönlükten başka bir şey değildir. Ayetteki “Siz Allah`a göklerde ve yerde kendisinin bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” ifadesi şu şekilde takdir edilebilir: “Yani siz, Yüce Allah’a, mülkünde bir ortağı, yahut da O’nun izni olmaksızın nezdinde bir şefaatçi bulunduğu*nu mu haber vermektesiniz? Oysa O, göklerde olsun, yerde olsun, kendisi*nin bir ortağı olduğunu bilmemektedir. Zira O’nun ortağı yoktur, O`nun için böy*le bir şey söz konusu değildir.” Müşriklere özgü bu densizliğin yüzlerine vurulduğu bir ayet de Ra’d suresindedir: Peki, kazandığı şeyler ile birlikte her bir nefsin [kişinin] üzerinde ayakta duran O kişi kimdir? Onlar ise Allah`a ortaklar kıldılar. De ki: “Onları isimlendirin! Yoksa siz O’na yeryüzünde bilmediği bir şey mi haber vereceksiniz? Yoksa sözden açık olanı mı? Aslında şu, küfre sapmış olan kişilere planları güzel gösterildi de Yol’dan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur. (Ra’d/33) Daha sonra Yüce Allah, kendini zalim bir ortağı bulunmaktan [şirkten] tenzih ve tak*dis ederek şöyle buyurmaktadır: “Allah, onların ortak koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir ve çok yücedir.” 19 – Ve insanlar, sadece bir tek ümmet idiler, sonra ihtilâfa düştüler ve eğer Rabbinden bir Söz geçmemiş olsa idi, ihtilâf edip durdukları şeyler hakkında aralarında hüküm kesinlikle gerçekleştirilmişti. Başlangıçta sadece tek bir ümmet olan insanlığın sonradan farklı inançlara, farklı gruplara ayrıldıklarının bildirildiği bu ayetten anlaşıldığına göre; insanların sonradan bir takım ihtilâflara düşerek ayrışması Allah’ın iradesi ve izniyledir. Yani Yüce Allah, inanma konusunda insanlara herhangi bir zorlama yapmayarak onları özgür bırakmış, böylece de insanlar arasında ihtilâflar oluşmuştur. |
28. September 2008, 02:07 AM | #6 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
NSANLAR AYRILIĞA DÜŞMEDEN ÖNCE TEK BİR ÜMMET İDİLER:
Çoğulu الامم[ümem] olan الامّة[ümmet] sözcüğü, ümm, ümmî, emam, imâm, âmmîn, teyemmüm sözcükleri gibi emm sözcüğünden türemiştir. Emm sözcüğü “kasdetmek, amaçlamak” demek olduğu için gerek ümmet sözcüğünde ve gerekse sözcüğün diğer türevlerinde –Türkçe`deki kullanımına uymasa da– “kasdetmek” anlamı mevcuttur. (Lisanü’l-Arab; c.1, s.221-225) Ümmet sözcüğünün terim anlamı ise: “Kendi irâdeleriyle veya bir zorunluluk neticesinde aynı zamanda aynı yerde bulunan; iyi ya da kötü aynı inanca sahip olan; aynı amacı gütme neticesinde bir arada yaşayan insan topluluğu” demektir. Çoğulu olan ümem sözcüğü ile birlikte Kur’ân`da 64 yerde geçmektedir. Ayrıca Kur’ân`da değişik kalıplarda olan ama aynı kökten gelen yüzlerce sözcük mevcuttur. Bu sözcüklerin hepsi de “kasdetmek, amaçlamak” anlamı eksenindedir. Ümmet kavramı ile ilgili olarak A’râf Suresi’nde açıklama yapıldığı için ilgili bölümün oradan okunmasını öneriyor, (Tebyinü’l-Kur’an c. 2, s. 577-580) insanların önceleri tek bir ümmet olduğu konusuna geçiyoruz: İnsanlar tek bir ümmet idi. Allah, peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetsin diye o peygamberle beraber, gerçekleri içinde taşıyan kitap indirdi. Oysa kendilerine kitap verilmiş olanlar, kendilerine açık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü, o kitap hakkında anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, kendi izniyle inananları, onların üzerinde ihtilâf ettikleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir. (Bakara/213) Yukarıdaki ayette insanların kendilerine uyarıcı gelmeden önce [küfür yolunda iken] bir tek ümmet oldukları bildirilmektedir. Sözcük küfür yolundaki insanlariçin kullanıldığı gibi, mümin insanlar topluluğu için de kullanılmıştır. Nitekim aşağıdaki ayetlerde ümmet sözcüğü müminler için kullanılmıştır: Ey elçiler! Tayyibattan [temiz, hoş, yararlı şeylerden] yiyin ve salihi işleyin. Şüphesiz Ben sizin yaptıklarınızı çok iyi bilenim. Ve işte bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O hâlde bana takvalı davranın. Sonra insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi. (Müminun/51-53) Şüphesiz bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O hâlde bana kulluk edin. (Enbiya/92) Buna göre, konumuz olan 19. ayette geçen “insanlar sadece bir tek ümmetti” ifadesinden: * “İnsanlar önceleri tevhit ve İslâm ümmeti idiler. Ancak daha sonraları bir kısmının tevhit inancını bırakarak şirke batması, sapıtması sebebiyle aralarında ayrılık baş gösterdi. Böylece birbirlerine karşı hak hukuk tanımayan, her türlü zulmü reva gören çeşitli soylara, gruplara ve milletlere ayrıldılar” şeklinde veya, * “İnsanlar önceleri kâfir bir ümmet idiler. Ancak daha sonraları bir kısmı İbrahim peygamber gibi hanifleşti ve diğerlerinden ayrılarak tevhit ve İslâm ümmeti oldu” şeklinde anlamlar çıkarmak mümkündür. RABBİMİZDEN GEÇEN SÖZ Ayette konu edilen Söz, Rabbimizin cezaları “adı konmuş süreye erteleme” ilkesidir. Yüce Allah, bu ilkesinden ve bu ilkeyi bozmayacağından başka ayetlerde de bahsetmiştir: Ve onlar kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki taşkınlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından, “adı konmuş bir süreye kadar” sözü geçmemiş olsaydı aralarında kesinlikle gerçekleştirilirdi. Ve şüphesiz kendilerinden sonra Kitap`a vâris kılınan kişiler ondan [Kur`an’dan] kesinlikle kararsızlığa götüren bir kuşku içindedirler. (Şûra/14) Ve ant olsun ki Biz, Musa’ya Kitap’ı verdik de onda ihtilâfa düşüldü. Eğer Rabbinden daha önce verilmiş bir Söz olmasa idi, elbette aralarında gerçekleştirilirdi. Ve onlar şüphesiz, bundan [Kur’an’dan] kuşkulu bir şüphe içindedirler. (Hud/110) Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, onun sırtında [yeryüzünde] hiç bir dabbehi [canlıyı] bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman da artık şüphesiz Allah kendi kullarını en iyi görendir. (Fatır/45) Ayrıca Fussılet/45 ve Ta Ha/129’da da aynı ilkeye değinilmiştir. Bu açıklamalardan sonra anlaşılmaktadır ki: Şayet Yüce Allah daha önce insanların anlaşmazlığa düştükleri ko*nularda aralarında hüküm verme işini kıyamet gününden ön*ce yapacağına dair bir Söz söylememiş olsaydı, elbet*te hükmünü dünya hayatında gerçekleştirir ve amelleri sebebiyle mümin*leri cennete, kâfirleri de cehenneme koyardı. Fakat Yüce Allah insanlara -neler yapacaklarını tam olarak bilmekle beraber- özgür irade ve yeterli süre vermek suretiyle fırsat tanımış, verdiği sürenin vadesi olarak da kıyamet gününü tespit etmiştir. 20 - Ve onlar “Ona Rabbinden bir ayet [mucize] indirilseydi ya!” diyorlar. “Gayb kesinlikle Allah’a aittir. Hadi bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim” deyiver. Rabbimiz, elçisinden ısrarla tekvinî mucize isteyen kâfirlere verilmesini istediği cevabı doğrudan peygamberimize söylettirmiştir. Peygamberimizden dile getirilmesi istenen tehdit mahiyetindeki bu cevabın takdiri şöyle yapılabilir: “Allah bana neyi vahyediyorsa ben size onu söylüyorum. Siz ise benden, Allah`ın bana vahyetmediği, dolayısıyla hem benim hem de sizin için gayb olan şeyler istiyor ve mucizeler görmeden inanmayacağınızı söylüyorsunuz. Gaybe ait bilgileri ifşa etmek ya da etmemek bütünüyle Allah`a kalmış bir şeydir. Bu sebeple, ısrarla talep ettiğiniz mucizeyi Allah`ın gönderip göndermeyeceğini hep beraber bekleyip göreceğiz.” Rabbimiz, inkârcıların bu tavırlarını ve değişik taleplerini Kur’an’da birçok kez dile getirmiş ve bu durumun önceki peygamberler için de aynı olduğunu bildirmiştir: Ve onlar [inkâr etmiş olanlar]; “Bu ne biçim elçi ki, yemek yiyor, sokaklarda yürüyor? Ona, bir melek indirilseydi ya! Böylece onunla beraber bir uyarıcı olur! Yahut kendisine bir hazine bırakılsaydı veya kendisinden yiyeceği bir bahçe olsaydı ya!” dediler. Bu zalimler; “Siz, yalnızca büyülenmiş bir kişiye uyuyorsunuz.” da dediler. (Furkan/7, 8) Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar halinde üzerimize düşürmelisin, yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, okuyacağımız bir kitabı bize indirmene kadar, asla inanmayız.” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan münezzehtir. Ben beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki?” (İsra/90-93) Ve Bizi, ayetleri [mucizeleri] göndermekten ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semud’a, açık, gözle görülebilir biçimde o dişi deveyi vermiştik de onun sebep olmasıyla zulmetmişlerdi. Ve Biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz. (İsrâ/59) Şüphesiz şu, aleyhlerinde Rabbinin Kelime’si hakk olmuş olan kimseler, kendilerine bütün mucizeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler. (Yunus/96, 97) Ve Biz onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da onlar oradan yukarı yükselseler bile, mutlaka “Gözlerimiz döndürüldü/ bulandırıldı. Aslında biz büyülenmiş bir topluluğuz.” diyeceklerdir. (Hicr/14, 15) Ve gökten düşmekte olan bir parça görseler, “Üst üste yığılmış bulutlardır” derler. (Tur/449 Ve Biz eğer ki sana kâğıtta yazılı bir kitap indirmiş olsak, onlar da ona elleriyle dokunsalardı, kesinlikle o küfretmiş olan kişiler, “Bu, apaçık sihirden başka bir şey değildir" derlerdi. Ve onlar; “Bu peygambere bir melek indirilseydi ya!” dediler. Eğer Biz bir melek indirmiş olsaydık, iş, mutlaka bitirilmiş olurdu. Sonra da kendilerine göz bile açtırılmazdı. Eğer Biz onu [Peygamberi], biz bir melek yapsaydık, yine de onu bir adam şeklinde yapardık ve katmakta olduklarını onlara elbette katardık [onlar yine düştükleri kuşkuya düşerlerdi]. (En’am/7-9) Bir vakit de, “Ey Allah’ım, eğer bu Senin katından gelmiş bir hakk/ gerçek ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver.” demişlerdi. Hâlbuki sen içlerinde iken Allah, onlara azap edecek değildi. İstiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir. (Enfal/32, 33) Onlar dediler ki: “Sen, kesinlikle büyülenmişlerdensin! Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir ayet getir.” (Şuara/153, 154) Onlar; “Sen, kesinlikle büyülenmişlerden birisin. Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Biz senin kesinlikle yalancılardan biri olduğundan eminiz. Şayet doğrulardan isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver” dediler. (Şuara/185-187) Onlar dediler ki: “Ey Hud! Bize bir açık kanıt ile gelmedin. Ve biz Senin sözünle ilâhlarımızı terk edecek değiliz. Biz sana inananlar değiliz de. Ancak “Tanrılarımızdan bazısı seni fena çarpmış” diyebiliriz. O [Hud] dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki ben, Allah’ın astlarından O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Hadi öyleyse hepiniz bana tuzak kurun, sonra beni hiç bekletmeyin. Şüphesiz ben gerçekten, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Onun, perçeminden yakalayıp denetlemediği hiçbir dabbeh [hareket eden canlı] yoktur. Şüphesiz ki benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir. Buna rağmen yine de sırt çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ve benim Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi halife yapar. Ve siz O’na hiçbir şeyce zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir. (Hud/53-57) Hani bir zamanlar da, “Ey Musa biz Allah’ı açıkça görmedikçe senin sözünle asla inanmayacağız.” demiştiniz de bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpıvermişti. (Bakara/55) Ve onlar dediler ki: “Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” De ki: “Şüphesiz ki Allah, bir mucize indirmeye kadirdir, fakat onların çoğu bilmezler.” (Enam/37) Ve onlar [müşrikler], kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka iman edeceklerine dair en ağır yeminleriyle Allah`a yemin ettiler. De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır.” Onlara mucizeler geldiğinde de iman etmeyeceklerini anlamıyor musunuz? (En’am/109) 21 – Ve insanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız zaman, ayetlerimiz hakkında onların bir plânı vardır. De ki: “Plân bakımından Allah daha çabuktur.” Şüphesiz ki elçilerimiz plânladığınız şeyleri yazıp duruyorlar. İnsanın nankörlük özelliğine somut bir örneğin verildiği bu ayette, bir sıkıntıdan sonra kendisine bir rahmet tattırılan insanın hemencecik Allah’ın ayetlerine dil uzatmaya kalkıştığı ifade edilmektedir. İşaret anlamı Mekkeli kâfirler olan “insanlar” sözcüğü aslında tüm insanları kapsamaktadır. Esabab-ı nüzul kayıtları, ayetin iniş sebebi olarak şu olayı nakletmektedir: Ebu Süfyan: “Senin bedduan sebebiyle bize yağmur yağmaz oldu. Eğer bize yağmur yağdırılmasını [ister ve] sağlarsan, biz de se*ni tasdik ederiz” demişti. Peygamber`in duası üzerine yağmur yağdığı hal*de iman etmediler. İşte onların “tuzaklarından” kasıt budur. (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) Ayetteki “Plân bakımından Allah daha çabuktur” ifadesi, Müşakele sanatıyla yapılan bir beyan olup anlamı “Allah çarçabuk cezalandırır” demektir. Müşakele sanatıyla ilgili detay Tarık Suresi’nin tahlilinde sunulmuştur. (Tebyinü’l-Kur’an; c.2, s.198-199) İnsanların genel karakteri olan nankörlük, değişik ifadelerle başka ayetlerde de ortaya konmuştur: Hayır… Hayır… Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan, kendi*ni yeterli gördüğünde [zengin olduğuna inandığında], kesinlikle azar [tuğyan eder]. (Alak/6-8) Ve insana sıkıntı dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken, dikilirken Bize yalvardı. Kendisinden sıkıntısını gideriverdik mi de sanki kendisine dokunan o sıkıntı için Bize hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçip gitti. Haddi aşanlara yaptıkları şeyler işte böyle süslenmiştir. (Yunus/12) Ve Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman onunla şımarırlar. Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse, hemen onlar umutsuzluğa düşerler. (Rum/369: 22 – O [Allah], size karada ve denizde yolculuk ettirendir. Gemilerde bulunduğunuzda gemiler içindekileri tatlı bir rüzgârla götürür. Onlar [yolcular] neşelendiklerinde, şiddetli bir fırtına gelip çatar, dalgalar her mekândan gelir. Ve onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dini Allah için arındıranlar olarak O’na yalvarırlar: “Bizi bundan kurtarırsan, hiç kuşkusuz, şükredenlerden [karşılığını ödeyenlerden] oluruz.” 23 - Sonra ne zamanki Biz onları oradan kurtardık, kurtulur kurtulmaz yeryüzünde haksız yere taşkınlıklar yaparlar. -Ey insanlar taşkınlığınız şu basit hayatın kazanımı olarak sırf kendi zararınızadır. Sonra dönüşünüz sadece Bizedir. Sonra Biz yapmış olduklarınızı size haber vereceğiz.- Bu ayetlerde, insan denen varlığın çaresiz kaldığında şirk koşup şefaatini umduğu sahte tanrılarını hemencecik terk ettiği, Allah’a tam da O’nun istediği gibi yalvardığı; buna karşılık, o sıkıntıdan kurtulur kurtulmaz aynı süratle taşkınlık ve haksızlık yapmaya geri döndüğü ifade edilerek insanın nankör karakterine somut bir örnek daha verilmektedir. Bu örneğin verildiği bir başka ayet de İsra suresindedir: Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna [kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür! (İsra/67) 23. ayetteki parantez içi cümlede “Ey insanlar, taşkınlığınız şu basit hayatın kazanımı olarak sırf kendi zararınızadır. Sonra dönüşünüz sadece Bizedir. Sonra Biz yapmış olduklarınızı size haber vereceğiz” denilerek dünya hayatındaki başarılarına aldanıp ahireti bütünüyle unutan müstağnilere bir uyarı yapılmaktadır. 24 - Dünya hayatının misali, ‘Bizim gökten indirdiğimiz su gibidir. Ki gökten indirdiğimiz suyla insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği, sahipleri de kendilerinin ona gücü yetenler olduklarına inandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzleyin, ona emrimiz gelivermiştir de ansızın, sanki dün orada hiçbir şenlik yokmuş gibi onu ta kökünden biçivermiştir.’ Biz ayetlerimizi düşünecek bir toplum için işte böyle detaylandırırız. Bir önceki ayette “basit hayatın kazanımı” olarak nitelenmiş olan safa sürmek, vurgun vurmak gibi geçici zevklerin uzun süreli olmayacağı, bu ayette çok veciz bir benzetme ile anlatılmıştır. Mükemmel bir doğa manzarası şeklinde resmedilen basit hayatın kazanımları, bir an sonra harap olmuş bir bölge olarak tasvir edilmek suretiyle insanlar çok etkileyici biçimde uyarılmıştır. Arka arkaya çizilmiş iyi ve kötü tablolar şeklindeki bu uyarı yöntemi başka ayetlerde de kullanılmıştır: Ve sen onlara basit hayatın misalini ver: O [basit hayat], gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı oluvermiştir. Ve Allah her şeye muktedirdir. (Kehf/45) Allah`ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki pınarlara koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu sarmış gördüğünü, sonra da onu bir çöpe çevirdiğini görmedin mi? Şüphesiz bunda kavrama yeteneği olanlar için bir öğüt/ hatırlatma vardır. (Zümer/21) Bilin ki, iğreti yaşam ancak bir oyun, ‘[eğlence türünden] tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin [veya kafirlerin] hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk [rıza] vardır. İğreti yaşam, aldanış metaından [malından, malzemesinden] başka bir şey değildir. (Hadid/20) DÜNYA HAYATI BİTKİYE BENZER İnsanın zaman ve emek harcayarak elde ettiği bu dünyaya ait kazanımlar, ölüm gelip çattığında tıpkı büyük gayretlerle güzelleştirilen bir bahçenin bir afet sonucu ansızın kuruyuvermesi gibi sıfırlanacak, bir ömür boyu beslenmiş ümitler bir anda ümitsizliğe dönüşecektir. Çünkü ölüm, bu dünyaya sımsıkı sarılarak arzularını her an arttıran insanlara genellikle ansızın, hiç beklemediği bir anda gelip çatmakta, bu beklenmedik sonla karşılaşan insan kendisini âdeta yüksek bir tepeden yere çakılmış gibi hissetmektedir. Bu gerçek, başka bir ayette şöyle tasvir edilmiştir: Derken kendilerine hatırlatılanı terk ettiklerinde, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular. (En’am/44) 25 – Ve Allah, selam yurduna çağırıyor ve O, dilediği/dileyen kimseye kılavuz olur. 24. ayette, kazanırken, muhafaza ederken ve harcarken insana sıkıntı ve mutsuzluk veren dünya kazancının geçici ve değersiz olduğu açıklanmıştı. Bu ayette ise Rabbimiz insanları gerçek mutluluğa, esenliğe ve güvenliğe çağırmaktadır. Cennete “selâm yurdu” adının verilmesi, oraya gi*renin her türlü afet ve musibetten selâmete ermesinden ötürüdür. Ayrıca “es-Selâm” sözcüğü Rabbimizin isimlerinden biri olup “Dâru’s-Selam” ifadesinden “Allah kendi yurduna çağırıyor” anlamı da çıkmaktadır. Ve o kişiler, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirirler. Rabblerine haşyet duyarlar ve hesabın kötülüğünden korkarlar. Ve o kişiler Rabblerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmişler, salatı ikame etmişler ve kendilerine verdiğimiz rızklardan gizli ve açık infak etmişlerdir. Ve onlar çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldırırlar. İşte bu yurdun akıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [Adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selam olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra’d/21-24) Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar basit hayatın kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer kendi katında olandır. De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Takva sahibi olan kişiler için Rabblerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan hoşnutluk vardır. Allah kulları en iyi görendir.” (Âl-i Imran/14, 15) 26 - Güzellik yapan kişiler için daha güzeli ve fazlası vardır. Yüzlerine kara bulaşmaz, zillet de. İşte bunlar cennet ashabıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. 27 - Kötülük kazanmış olan kimseler de; kötülüğün cezası, bir misli iledir. Ve onları bir zillet kaplar. Onlar için Allah`tan, hiçbir koruyucu yoktur. Sanki onların yüzleri karanlık gecelerden bir parçaya bürünmüş gibidir. İşte onlar ateşin ashabıdırlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Bu ayetlerde mesaj “karşıtlık” metodu kullanılarak verilmektedir. Hem güzellik yapan kişilere hem de kötülük kazanmış kimselere hangi karşılıkların verileceğinin ayrı ayrı anlatılması, “karşıtlık” metodunun bir gereğidir. İyilerin ve kötülerin durumlarının karşıtlık içinde ele alınması, onları birbirleriyle mukayese edebilmeyi kolaylaştıran bir yöntemdir. Güzel düşünüp güzel iş yapanlar ahirette daha güzeli ile karşılık bulacak, buna karşılık, işledikleri suçlar sebebiyle o gün yüzlerini zilletin bürüyeceği kötüler ise sadece yaptıklarının misliyle cezalandırılacaklardır: İyiliğin karşılığı, yalnızca iyilik değil midir? (Rahman/60) |
28. September 2008, 02:07 AM | #7 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Ve sen, onları aşağılıktan dolayı başları öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli etrafa bakarlarken ona [ateşe] sunulduklarını göreceksin. İman edenler de; “Şüphesiz zarara uğrayanlar, kendilerini ve ehillerini [ailelerini, yakınlarını] kıyamet günü zarara uğratmış olan kimselerdir.” diyeceklerdir. İyi bilin ki zalimler devamlı bir azap içerisindedirler. (Şûra/45)
Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah`ın gafil [duyarsız] olduğunu sanma! Ancak O, onları gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. Başlarını dikerek koşacaklar, bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur. İnsanları, azabın geleceği gün ile uyar. Ki o gün, zalimler, “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar ertele de Senin davetine uyalım ve elçilere tâbi olalım.” derler. -Daha önce sizin için zeval olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız, size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik. (İbrahim/42-45) İşte, göz şimşek gibi çaktığı, Ay tutulduğu ve Güneş ve Ay bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan, "Kaçış nereye / Kaçacak yer neresi?" der. Hayır… Hayır… Sığınak diye bir şey yoktur. O gün varıp durmak sadece Rabbinedir. / O gün varılıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur. (Kıyamet/7-12) O gün kimi yüzler ağaracak, kimi yüzler de kararacaktır. Yüzleri kararanlara şöyle denecektir: “Siz inandıktan sonra yeniden kâfir mi oldunuz? Öyleyse, kâfirliğinizden dolayı tadın cezayı! Ve yüzleri ağaranlar ise, Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada temelli kalacaklardır.” (Âl-i İmrân/106-107) Ve o kıyamet günü, Allah’a karşı yalan söyleyen kişileri yüzleri kararmış olarak göreceksin. Kibirlenenler için cehennemde yer yok mu? (Zümer/60) Yüzler vardır o gün, pırıl pırıl. Gülen, müjdeleyen. Ve yüzler vardır o gün, üzerlerinde toz-toprak. Tozu-toprağı da bir is bürümüştür. İşte bunlar, evet bunlardır küfre sapanlar, kötülüğe batanlar. (Abese/38-42) Hayır… Hayır… İşin aslında siz aceleciyi [dünyayı] seviyorsunuz, ve ahireti bırakıyorsunuz. Yüzler var ki o gün apaydınlıktır. Rabblerine nazar edicidirler. (Kıyamet/20-23) Kim iyilik getirirse, artık ona onun [getirdiğinin] on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (En’am/160) Kim iyilik, güzellik getirirse, onun için ondan [getirdiğinden] daha hayırlısı/ getirdiğinden dolayı bir hayır vardır. Ve onlar o gün korkudan güvende olanlardır. (Neml/89) Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar[daki hakların]dan bağışlama ile [vaz]geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Âl-i Imran/134) Ve Bizim yolumuzda cihat eden kimseleri kesinlikle kendi yollarımıza kılavuzlayacağız. Ve şüphesiz Allah muhsinlerle [iyilik, güzellik üretenlerle] beraberdir. (Ankebut/69) 28, 29 – Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o şirk koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık aralarını iyice açtık [açacağız] ve onların ortakları; “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Biz sizin ibadetinizden kesinlikle gafildik [duyarsızdık]” dediler [diyecekler]. Bu ayetlerde, şirk koşanlar ile kendilerine yapılan isnadı reddedip buna Allah’ı tanık gösteren sahte ilâhlar arasındaki tartışma bir ahiret tablosu hâlinde sergilenmektedir. Şirk koşanlara ve taptıklarına hitaben söylenen “Yerlerinize!” ifadesi, tehdit için kullanılan bir ifadedir ve “Hesabınız görülünceye kadar yerinizde durun!” anlamına gelmektedir. Oysa, toplanma günü Allah’ın sert muamelesine maruz kalacak olan kâfirler, bu kötü günle karşılaşmamaları için dünyada iken Kur’an’da pek çok kez ikaz edilmişlerdir: Ant olsun ki Biz her ümmete, “Allah’a ibadet edin ve putlara tapmaktan sakının.” diyen bir peygamber gönderdik. Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık hakk olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş? (Nahl/36) Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona, “Gerçek şu ki Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için Bana ibadet edin!” diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiya/25) Ve sen, senden önce gönderdiğimiz elçilere sor, Biz Rahman’ın astlarından ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız? (Zühruf/45) Şüphe yok ki O, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün onun geri döndürülmesine güç yetirendir. (Tarık/8, 9) O gün, o insan, önden yolladığı şeyler ve geriye bıraktığı şeyler ile haberlenir. (Kıyamet/13) Ve her insanın kendi kuşunu ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız. -“Oku kendi kitabını! Bugün nefsin [kendi zatın], kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!”- (İsra/13, 14) Suçluların o gün bir arada toplanacakları, değişik ifadelerle birçok ayette bildirilmiştir: Toplayın o zulmedenleri, eşlerini ve Allah’ın astlarından tapmış oldukları şeyleri. Sonra da onları cahimin [cehennemin] yoluna kılavuzlayın. Ve durdurun onları; şüphesiz onlar sorguya çekilecekler: “Ne oldu sizlere de yardımlaşmıyorsunuz?” (Saffat/22-25) Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/ dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık. (Kehf/47) Ve ey günahkârlar! Bugün [şimdi] siz hadi ayrılın! (Ya Sin/59) Ve Saat’in dikildiği günde, işte o gün ayrılırlar. (Rum/14) Öyleyse Allah’tan geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru dine çevir! O gün onlar bölük bölük ayrılırlar. (Rum/43) Hayır... Hayır... [Onların zannettikleri gibi değil…] Onlar [edindikleri ilâhlar] onların ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır. (Meryem/82) Ve Allah’ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiç bir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Onlar [tapılan kimseler], onların yalvarışlarından habersizler de. İnsanlar bir araya toplandığı zaman onlar [taptıkları kimseler] kendilerine düşmandırlar. Ve onların kendilerine tapmalarını inkâr ederler. (Ahkaf/5, 6) Ve o gün O [Allah], onları hep birlikte toplayacak, sonra meleklere “Şunlar mı size tapıyorlardı?” diyecektir. Onlar: “Seni tenzih ederiz. Onlara karşı bizim veliymiz Sensin. Bilakis onlar cinnlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inananlardı” dediler. (Sebe/40, 41) Ve cennet ashabı ateş ashabına, “Biz, Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek bulduk. Peki, siz Rabbinizin size vaat ettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslendiler. Onlar, “Evet” dediler. Aralarında bir duyurucu, şüphesiz ki Allah’ın lânetinin, Allah’ın yolundan geri çevirip yolun eğri-büğrüsünü isteyen ve ahireti inkâr eden zalimlerin üstüne olacağını duyurdu. (A`raf/44, 45) O gün Allah da tanık gösterecek ve suçlulara söylenecek söz kalmayacaktır: Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryemoğlu İsa, sen mi insanlara: ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O [İsa], Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen; gaybleri bilen yalnız Sensin, Sen! Ben onlara sadece, Senin bana emrettiklerini söyledim; benim ve sizin Rabbınız olan Allah’a kulluk edin, dedim. Ve ben aralarında olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin, onları gözetleyen yalnız Sen oldun Sen. Ve şüphesiz Sen gaybleri en iyi bilensin. (Maide/116, 117) 30 – Onlar, işte burada/ o zaman herkes ne gönderdiyse onun imtihanını verecek. Ve gerçek mevlâları olan Allah`a döndürüldüler. İftira edip uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kayboldular. Daha önceki ayetlerin tamamlayıcısı mahiyetinde olan bu ayet, dünya hayatı ile ilgili olan her şeyin bittiği o saate ve geri dönüşün mümkün olmadığı o yerde neler olacağını kısaca şöyle özetlemektedir: İnsanlar, uydurdukları yardımcıları kendilerinden uzaklaşmış bir hâlde gerçek mevlâları olan Allah’a döndürülecekler ve önceden gönderdiklerinin karşılığını bulacaklardır. Bir başka ifade ile, o gün orası kafaların dank ettiği zaman ve yer olacaktır. O zaman kendilerine uyulan kimseler, azabı görerek kendilerine uyanlardan kaçıp uzaklaşmışlardır. Ve onlarla bağlar kesilmiştir. (Bakara/166) Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp kayboldu. (En’am/24) İşte onlar kendilerine zarar vermiş olan kimselerdir. O uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır. (Hud/21) Ve Sur’a üflendiği gün; artık Allah’ın diledikleri hariç olmak üzere göklerde ve yerde kimler varsa hepsi dehşete kapılırlar. Ve hepsi hor-hakirler olarak O’na gelirler. (Neml/87) Ve Biz her ümmetten bir şahit çekip çıkardık da “Haydi, kesin delilinizi getirin!” dedik. Artık bildiler ki, hakikat Allah’a aittir ve uydurageldikleri şeyler kendilerinden ayrılıp kaybolmuştur. (Kasas/75) Ayetin başındaki “orada” sözcüğü; “o yerde, o durakta” demek olup mahşer alanındaki duruş yerini ifade etmektedir. Ancak sözcük, yer isminin zaman için kullanılmış olduğunun kabulü ile “o vakitte” olarak da anlaşılabilir. GERÇEK MEVL Ayetin açık ifadesi, “Gerçek Mevlâ”nın “Allah” olduğunu vurgulamaktadır. Hatırlanacak olursa, A’raf suresinin 3. ayetinin tahlilinde bu hususa değinmiş, “veliy” sözcüğü ile aynı anlamda olan ve ismi fail anlamıyla “yol gösteren, yardım eden, koruyan, yakın” manasındaki “mevla” sözcüğünün kullara nispet edilmemesi gerektiğini, Mevla’nın sadece Allah olduğunu belirtmiştik. (Tebyinü’l-Kur’an; c:2, s:511) Bundan dolayıdır ki, gerek Celaleddin-i Rûmî adlı şairimizin, gerekse Hindistan, Pakistan ve Afganistan gibi toplumlarda benzer bazı şahsiyetlerin Mevlana unvanıyla anılmaları doğru bir uygulama değildir. Gerçek Mevlâ’nın Allah olduğu Kur’an’da pek çok ayette bildirilmiştir: De ki: “Sizin çabuk gelmesini istediğiniz şey benim yanımda olsaydı, benimle sizin aranızdaki iş kesinlikle gerçekleşmiş gitmişti. Ve Allah, zulmedenleri en iyi bilendir. Gaybın anahtarları da yalnızca O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş ecelin [vadenin] gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O’nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir. Ve O [Allah], kulları üzerinde Kahir’dir [hükümranlığı sürdürür] ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onun canını alırlar. Sonra kendi gerçek Mevlâları Allah’a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O`nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir. (En’am/58-62) Ve Allah uğrunda gerektiği gibi cihat edin. O, sizi o seçti ve dinde; babanız İbrahim`in milletinde sizin için bir zorluk kılmadı. O, daha önce ve işte bunda [Kur’an’da], elçinin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, sizi “Müslümanlar” olarak isimledi. Öyleyse, salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin Mevlânızdır [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır]. O, ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır! (Hacc/78) Ve eğer onlar geri dururlarsa, siz şüphesiz Allah’ın Mevlânız olduğunu bilin. O, ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır! (Enfal/40) İşte bu, şüphesiz Allah’ın iman eden kimselerin Mevlâsı olmasından, inkâr edenler için Mevlâ olmamasındandır. (Muhammed/11) Allah, yeminlerinizi çözmeyi kesinlikle size meşru kılmıştır. Ve Allah sizin Mevlânızdır. O, en iyi bilen, en iyi yasa koyandır. (Tahrim/2) Ve iş bitince şeytan onlara; “Şüphesiz ki Allah size gerçek vaadi vaat etti, ben de size vaat ettim, hemen de caydım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi çağırdım, siz de icabet ettiniz. O nedenle beni kınamayın, nefsinizi [kendinizi] kınayın! Ben sizi kurtaramam, siz de benim kurtarıcım değilsiniz! Ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim.” dedi. Kesinlikle zalimler için acı bir azap vardır! (İbrahim/22) 31, 32 - De ki: “Sizi gökten ve yeryüzünden kim rızklandırıyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim sahip oluyor? Ve ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Ve işleri kim düzenliyor?” Hemen “Allah” diyecekler. O zaman de ki: “O hâlde hâlâ takvalı davranmayacak mısınız? Öyleyse, işte O, sizin gerçek Rabbiniz Allah’tır. Artık “bu gerçek”ten sonra sapıklıktan başka ne olabilir! O hâlde nasıl da çevriliyorsunuz?” Bu ayetlerde, müşrikleri gerçek ilâhın Allah olduğuna ikna etmesi için peygamberimize taktik verildiği söylenebilir. Ancak ayetlerde hedef alınan kitle, bize göre sadece Mekkeli müşrikler değil, tüm kitlelerdir. Rabbimiz peygamberimizden müşriklere sorular yöneltmesini istemekte, verecekleri cevaplarla müşriklerin Allah’ın birliğini ve Rabb olduğunu itiraf edeceklerini bildirmektedir. Peygamberimize öğretilen taktik, bu itiraflarını Allah’ın birliğine delil göstererek müşriklere suçlarını kabulden başka yol bırakmamaktır. Rabbimiz bu yöntemin uygulanmasını başka ayetlerde de istemiş, rızkı verenin kendisi olduğu gerçeğini “Rabb”lığına delil olarak göstermiştir: Böylece, yeryüzünde daneler/ hububat bitirdik. Ve üzümler, yoncalar ve zeytinler, hurmalar ve gür çimenli, sık ağaçlı bahçeler ve meyve, otlak, size ve hayvanlarınıza geçimlik olarak. (Abese/27-32) Veya, eğer O [Allah] rızkını kesiverse, size rızk verecek o kimse kimdir? Aslında onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar. (Mülk/21) De ki: "Sizi inşa eden [yaratan], size kulak, gözler ve gönüller veren O`dur. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk/23) De ki: “Gördünüz mü [düşündünüz mü]; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alır ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah`tan başka getirebilecek ilah kimdir?” Bak, Biz ayetleri nasıl açıklıyoruz. Sonra da onlar sırt çevirip engelliyorlar? (En`âm/46) Göklerde ve yerde bulunan kimseler, O`na istekte bulunurlar. O, her gün [an] bir iştedir. (Rahman/29) Siz Allah’ın astlarından bir takım taştan, ağaçtan putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki, o sizin Allah’ın astlarından mabut diye taptıklarınız, sizin için bir rızk vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah yanında arayın ve O’na kulluk edin ve O’na şükredin. O’na döndürüleceksiniz.” demişti. (Ankebut/17) O [Allah], gökten yere işleri düzenler, sonra da o [işler], ölçüsü sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde O`na [Allah’a] yükselir. (Secde/5) Dikkatli olun, halis din sadece Allah’a aittir! O’nun astlarından bir takım veliler edinenler: “Onlar bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” [diyorlar]. Ayrılığa düştükleri bu konuda onların arasında Allah hüküm verecektir. Allah kuşkusuz, yalancı ve çok nankör kişilere kılavuzluk etmez. (Zümer/3) Ant olsun ki onlara "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, kesin “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Allah`a hamd olsun.” Aslında onların çoğu bilmezler. (Lokman/25) De ki: “Eğer biliyorsanız, bu yeryüzü ve onun içindeki kimseler kime aittir?” Onlar: “Allah`a aittir” diyecekler. “Öyle ise siz düşünüp taşınmaz mısınız?” de! “Peki, yedi göklerin Rabbi ve azametli Arş’ın Rabbi kimdir?” (Onlar “Allah’ındır” diyecekler. “Öyleyse takvalı davranmayacak mısınız” de! “Peki eğer biliyorsanız, her şeyin melekûtu [mülkiyeti ve yönetimi] kendisinin elinde olan ve kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmayan kimdir?” Onlar “Allah`ındır” diyecekler. “Öyle ise nasıl büyülenirsiniz?” de! (Müminun/84-89) 33 – Fasıklık eden kişilere Rabbinin kelimesi [o ilkesi] gerçekleşmiştir: Şüphesiz onlar imana gelmezler. Bu ayette, Rabbimizin ezelî ilmi ile bildiği “gaybe ait olaylar”dan biri dile getirilerek “fasıklık eden kişilerin imana gelmeyeceği” bildirilmektedir. Ayetin işaret ettiği fasıklar, afak ve enfüsteki [evrendeki ve insanların iç dünyalarındaki] ayetlere gözlerini kapayıp kulaklarını tıkayanlardır. Bu kişiler söz konusu davranışlarıyla sadece kalplerine kilit vurmakla kalmamakta, aynı zamanda kendilerini âdeta dünya zevklerine ve nimetlerine boyunlarından tasmalamış olmaktadırlar. Ebuleheb örneğinde olduğu gibi, bu kişiler, kendilerine uyarı geldikten sonra yıllarca yaşamış olmalarına rağmen iman etmeden ölmekte ve böylece Rabbimizin “Şüphesiz onlar imana gelmezler”sözü de gerçekleşmiş olmaktadır. Ve onlar var güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, mutlaka ümmetlerin her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi ehlini çepeçevre kuşatır. O hâlde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın. (Fatır/42, 43) Ve inkâr etmiş olanlar bölük bölük cehenneme sevk olundu [olunacak]. Nihayet oraya vardıklarında kapıları açıldı [açılacak]. Ve onun bekçileri onlara; “İçinizden size Rabbinizin ayetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” dediler [diyecekler]. Onlar da; “Evet geldi” dediler [diyecekler]. -Velâkin kâfirler üzerine azap kelimesi hakk oldu.- (Zümer/71) 34 - De ki: “Ortaklarınızdan, önce yaratıp, sonra da onu çevirip yeniden iade edecek [diriltecek] kimdir?" De ki: "Allah önce yaratır sonra da onu iade eder. O hâlde nasıl döndürülüyorsunuz?" 35 - De ki: “Ortaklarınızdan doğru yolu gösterecek olan kimdir?” De ki: "Allah, hakk olan doğru yola hidayet eder. O hâlde kim doğru yola kılavuz olur? O hâlde doğru yola kılavuz olan mı kendisine uyulmaya daha lâyıktır, yoksa kendisine yol gösterilmeyince onu bulamayan mı? O hâlde size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?" Bu ayetlerde Rabbimiz müşriklere gerçek ilâhla sahte ilâh karşılaştırmasını yaptırmak için peygamberimizden yine soru-cevap yöntemini kullanmasını istemektedir. Bir zaman o, babasına; “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin ibadet ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O hâlde bana uy da, sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytana kulluk etme. Şüphesiz şeytan Rahman’a asi oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahman’dan bir azap dokunur da şeytan için bir veliy [yardımcı] olursun diye korkuyorum” demişti. (Meryem/42-45) O [İbrahim]; “Elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa ki sizi ve yaptığınız şeyleri Allah yaratmıştır” dedi. (Saffat/95, 96) 36 - Ve onların çoğu, ancak bir zanna uyarlar. Şüphesiz ki zann, “Hakk”tan hiçbir şey kazandırmaz. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir. Önce Mekkelileri, sonra da tüm insanlığı uyaran bu ayet, zannın insanlara hiçbir şey kazandırmayacağını bildirmektedir. Zannın “ilim” karşısında hiç bir değeri yoktur. Gerek insanları batıl inançlara sürükleyen sahte din koyucuları, gerekse görüş ve önerilerini ilimden çıkarsamayan filozof ve kanun yapıcıları yalnızca tahmin ve zanlarına dayanmaktadırlar. Zann ise “hakk”tan hiçbir şey ifade etmediği için kimseye bir kazanç sağlamamaktadır. Bu konu ileride, 66. ayette tekrar gündeme gelecektir. 37 – Ve bu Kur`an, Allah`ın astları tarafından uydurulan değildir. Lâkin kendinden önceki kitapları tasdik eder ve o kitabı ayrıntılı olarak açıklar. Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. Âlemlerin Rabbi tarafındandır. 38 - Yahut “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse siz benzeri bir sure meydana getirin, Allah’ın astlarından çağırabileceklerinizi de çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.” 39 – Bilakis, onlar bilgisini kavrayamadıkları ve tevili kendilerine henüz gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Bunlardan önceki kişiler böyle yalanlamışlardı. İşte bak, zalimlerin akıbeti nasıl olmuştur! Bu ayetlerde İsra/88’deki konu ele alınarak zanna uyan müşriklerin Kur’an’a bakışları üzerinde durulmuş ve onlara gerekli cevaplar verilmiştir. “Onu kendisi uydurdu” diyen inançsızlar, “Öyleyse siz benzeri bir sure meydana getirin!” şeklinde Rabbimizin açık bir meydan okumasına muhatap olmuşlardır. Rabbimizin bu meydan okuması başka ayetlerde de devam etmiştir: De ki: “Ant olsun ki ins ve cinn [herkes], bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini, kesinlikle getiremezler.” (İsra/88) Yahut [aslında], “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse, eğer doğrulardan iseniz, uydurma olarak da olsa benzeri on sure getirin, Allah’ın astlarından gücünüzün yettiği kişileri de çağırın.” (Hud/13) Yahut, onu kendi uydurup söyledi diyorlar. Hayır, onlar inanmıyorlar. Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğruysalar. (Tur/33, 34) Ve eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku duyuyorsanız, haydi onun gibi bir sure siz getirin ve Allah’ın astlarından tüm tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru iseniz. (Bakara/23) Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, Rabbimizin meydan okuması Kur’an’ın tümüyle bir benzerinin getirilmesi teklifiyle sınırlı kalmamış, bu teklif Kur’an’ın on suresinin, bir suresinin, hatta tek bir sözünün benzerinin getirilmesine kadar indirilmiştir. Rabbimiz ayrıca Kur’an’ın bir benzerinin şahıslar tarafından getirilememesi halinde aynı işi herkesin birleşip yardımlaşarak yapmayı denemelerini teklif etmekte, ancak ne yapılırsa yapılsın, bunun asla becerilemeyeceğini bildirmektedir. Aslında Rabbimiz, bu meydan okuma ile insanları Kur’an üzerinde çalışmaya ve düşünmeye sevk etmektedir. Çünkü bilmektedir ki, insanlar, yapacakları ciddî çalışmalar neticesinde, en azından şu sonuçlara ulaşacaklardır: * Kur’an, fesahat, belağat ve icaz bakımından eşsiz bir kitap, ebedî bir şaheserdir. Oysa Allah elçisi Muhammed (as)’in ne edebî bir geçmişi, ne de yaptığı herhangi bir öğrenimi vardır. Dolayısıyla böyle bir kitabı kendisi yazmış olamaz. * Kur’an, kendinden evvelki kitapları ve elçileri tasdik etmektedir. Oysa onu elçinin kendisi yazmış olsaydı, mutlaka hevasına uyar, geçmiş kitap ve elçileri tasdik etmek yerine kendisini ön plâna çıkararak her şeyi kendisine mal etmek isterdi. * Kur’an, içerisinde fiziğe, kimyaya, biyolojiye, astronomiye, kozmolojiye, eğitime, psikolojiye, sosyolojiye ait nice bilgiler bulunması sebebiyle, içeriği ve öğretisi bakımından da eşsiz bir kitaptır. Oysa peygamberimiz, Mekke’de yetişmiş, hayatının her dönemi herkesçe bilinen, çevresinde herhangi bir okul veya öğretici bulunmayan bir kimsedir. Dolayısıyla Kur’an’daki bilgileri bilmesi bir yana, o konuları düşünmesi bile mümkün değildir. * Kur’an gerçeklere dayanan birçok tarihî olay içermektedir. Allah elçisi Muhammed (as) ise böyle konulardan haberi olmayan bir kişidir. Bu olayları bilmesi de, yanlışsız olarak uydurması da imkânsızdır. * Kur’an, geçmişe ait olduğu kadar geleceğe [gaybe] ait bilgiler de vermektedir. Bu bilgilerin doğrulukları zaman içinde bir bir ortaya çıkmıştır. Sıradan bir insanın mutlaka doğru çıkan bu tür haberler verebilmesi mümkün değildir. Allah’ın elçisi olduğunu söyleyen ve herkesin kendisine inanmasını bekleyen birinin kendine ait bir takım tahminleri geleceğe ait bilgilermiş gibi söylemesi ve güvenilirliğini riske etmesi düşünülemez. O hâlde bu bilgilerin onun kendi tahminleri olması söz konusu değildir. * Kur’an, yapısal yönü ile de birçok mucize içermektedir. Öyle ki, geniş hacmine rağmen metninde hiçbir açıdan çelişki, tutarsızlık bulunmamaktadır. Böyle bir kitabın, kapasitesi bu işe yetmeyeceği herkesçe bilinen bir kimse tarafından yazılamayacağı ise ortadadır. |
28. September 2008, 02:08 AM | #8 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Hâlâ Kur’an’ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer ki o, Allah’tan başkası tarafından olsaydı, kesinlikle onun içinde bir çok karışıklıklar bulurlardı. (Nisa/82)
Kur’an üzerinde çalışıp düşünen her insanın tespit edebileceği bu hususlar, Kur’an’ın peygamberimizin eseri olmadığını göstermektedir. 37. ayetteki “Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. Âlemlerin Rabbi tarafındandır” ifadesi de buna işaret ederek Kur’an’ın Allah katından vahiy ile indirilmiş bir kitap olduğunu bildirmektedir. Rabbimizin bu meydan okuyuşu bugün hâlâ geçerli olduğu gibi, kıyamete kadar da geçerli olacaktır. Mucizelerin en büyüğü olan Kur’an’ın içerdiği mucizeler kıyamete kadar tükenmeyecek, insanlar o güne kadar onda birçok yeni mucizelerle karşılaşmaya devam edecektir. Kur’an’da karşılaşılacak her yeni mucize ise onun Allah’tan olduğunu bir kez daha ortaya çıkaracaktır. Kur’an’ın sadece indiği çağa değil, kıyamete kadar tüm insanlara hitap edecek bir kitap olduğu asla akıllardan çıkarılmamalıdır. Bu hususu göz ardı eden ya da Kur’an’ın bu kadar çok mucize içerebileceğine akıl erdiremeyen bazı cahiller, kendilerinin anlayamadıkları bu tür ayetleri eleştirip itiraz etmişlerdir. 39. ayetteki “Bilakis, onlar bilgisini kavrayamadıkları ve tevili kendilerine henüz gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar” ifadesi, tam da böyle bir duruma işaret etmektedir. Cahillerin kavrayamadıkları ayetlere yaptıkları itirazların bir örneği de aşağıdaki ayetler hakkında olmuştur: İkram olarak bu mu daha hayırlı yahut zakkum ağacı mı? Şüphesiz Biz onu zalimler için bir fitne kıldık. Şüphesiz o [zakkum ağacı], cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları şeytanların [boynuzlu yılanların] başları gibidir. İşte, kesinlikle onlar, ondan yiyecekler de karınlarını bundan dolduracaklardır. (Saffat/62-66) Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yiyeceğidir. O, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar. (Duhan/43-46) Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse inkarcılar için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan Ateş’ten korunun. (Bakara/24) Yukarıdaki ayetler ile ilgili olarak o günün müşriklerinden Ebu Cehil şu eleştiriyi yapmıştır: “Arkadaşınız [Muhammed], ‘Onun yakıtı taşlar ve insanlardır’ diyerek cehennem ateşinin taşları bile yaktığını iddia ediyor, sonra kalkıp o cehennemin içinde bir ağacın yeşerdiğini söylüyor. Halbuki ateş, ağacı yer, yakar, bitirir. Öyle ise o cehennemde nasıl o ağaç yeşerebilir?” Müteşabih ayetlerden henüz tevili yapılmamış olanlar hakkında Ebu Cehil gibi ortalığı bulandırmak isteyenlerin olabileceğini haber veren Rabbimiz, bu ayetlerin tevilinin kimler tarafından yapılması gerektiğini de Âl-i Imran suresinde bildirmiştir: O [Allah], sana bu kitabı indirendir. Ondan [bu kitaptan] bir kısmı muhkem [yasa içerenler] ayetlerdir ki bunlar, kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihlerdir [benzeşen anlamlılardır]. Amma, kalplerinde kaypaklık olan kimseler, fitne çıkarmak ve onu tevil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun tevilini ancak Allah ve -"Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” diyerek- ilimde uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yeteneği olanlar öğüt alırlar. (Âl-i Imran/7) 40 - Onlardan ona [Kur`an`a] inanacaklar da var, inanmayacaklar da var. Ve senin Rabbin fesatçıları en iyi bilendir. 41 – Ve eğer seni yalanladılarsa hemen de ki: “Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Benim yaptıklarımdan siz uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.” 42 – Ve onlardan sana kulak veren kimseler vardır. Onlar akletmeyenler iken sağırlara sen mi dinleteceksin? 43 – Onlardan sana bakanlar da var. Fakat sen, körlere, onlar görmeyenler olsalar da sen mi kılavuz olacaksın? Bu ayet grubunda peygamberimize kendi çevresindeki insanların davranışları konusunda bilgi verilmekte ve inançsızların ortaya koydukları tepkilerden dolayı kendisini suçlamaması öğütlenmektedir. İnançsızlar burada “ المفسدينmüfsidler [bozguncular]” olarak isimlendirilmiştir. Çünkü inkârları herhangi bir anlamlı sebebe değil, önyargıya ve nefsaniyete dayanmaktadır. Ve onlar; “Biz seninle beraber hidayete uyarsak, yurdumuzdan atılırız” dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızk olarak, her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği, güvenli, haram [dokunulmaz] bir yere [Mekke’ye] yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler. (Kasas/57) Yine onlar; “Bu Kur`an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” dediler. (Zühruf/31) Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını Bize isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi [sana yanlış yaptırıp seni ateşte yakacaklardı]. İşte o takdirde seni Halil [izdaş, yoldaş, dost] edinirlerdi. (İsra/73) Kalplerinin [bilinçlerinin] sesini bastıran bu düzenbaz bozguncular, inkâr edişlerinin sebebi olarak Kur`an’ın Allah`ın Kitabı olduğuna ikna edilememelerini gösterirler ve bu hâlleriyle zihinlerde sorular uyandırıp başkalarının da inanmasına engel olmaya çalışırlar. Ne var ki, mazeretlerinde samimî olmadıkları Allah’a gizli değildir. Samimiyetsiz ve kötü niyetli olmalarından dolayı da Rabbimiz tarafından “müfsid”ler olarak anılmaktadırlar. Esbab-ı nüzul nakilleri bu kimselerden bazılarının içtenlikle Kur`an`ın Allah kelâmı oldu*ğunu kabul ettiklerini, ancak inat ya da kınanma korkusu gibi nedenlerle Kur’an’ı yalanlamaya yöneldiklerini kaydetmektedir: “Velid b. Muğire, Peygamber Kur`an okurken onu dinler ve şöyle der: ‘Ben biraz önce Muhammed’den bir söz işittim ki, o ne insan ne de cin sözüne benziyor. Allah`a ant olsun, onun sözlerinde bambaşka bir tatlılık ve zarafet var. Sözlerinin başlangıcı sağlam bir hurma ağacına, sonları da o ağacın meyvelerine benziyor. O, yücedir, kimse alt edemez.’ Velid, Kureyş’in ileri gelenlerinden biri idi. Ebu Cehil, Velid`in bu sözünü öğrenince onu azarla*mak için doğruca ona gitti. Çünkü Ebu Cehil Peygamber`e kin kusuyordu.” Bir başka nakil: “Velid, Ebu Bekir`e gelerek ondan Kur`an okumasını istedi. Bu*nun üzerine Ebu Bekir ona Kur`an`dan biraz okudu. Sonra Kureyş`in ileri gelenlerinin yanına döndü ve ‘İbn Ebi Kebşe`nin [Peygamber`in] dediği ne kadar harika! And olsun ki, o ne şiir, ne sihir, ne de delilik hezeyanıdır. Şüphesiz O Allah`ın kelamıdır’ dedi. Bunun üzerine Kureyş uluları onun iman edip başkasına zarar vereceğinden korktular. Ebu Ce*hil onun yanına geldi, ayıpladı, kınadı. Dönünceye dek onu fitledi.” (İbn-i Kesir; Müddessir Suresi açıklamaları) 41. ayette din seçme hürriyetinin temel ilkesi dile getirilmiştir. Bu konu ilk önce Kâfirun suresinde ortaya konulmuştu: De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibadeti yapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibadeti yapmazsınız. Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibadeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibadeti yapıcı değilsiniz. Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.” (Kâfirun/1-6) Size karşı kıskanç olarak... Derken o korku gelince, sen onları, ölümden baygınlık sarmış kimse gibi gözleri dönerek sana bakıyorlarken gördün. Sonra o korku gidince, iyiliğe kıskançlık ederek size keskin keskin diller sıyırdılar. İşte bunlar iman etmediler de Allah amellerini boşa çıkardı. Ve bu, Allah üzerine çok kolaydır. (Ahzab/19) 42. ve 43. ayetlerde ise inkarcılar duyarsızlıkları sebebiyle “kulak veren ama duymayan”, “bakan ama görmeyen” kimseler olarak nitelenmektedirler. Bu niteleme, inkarcıların veciz bir ifadeyle kınanması demektir. İbrahim`de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve sizin, Allah’ın astlarından taptıklarınızdan uzağız. Biz sizi inkâr ettik. Ve siz bir tek olarak Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda ebedi bir düşmanlık ve buğuz belirmiştir.” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in babası için, “Senin için mutlaka mağfiret dileyeceğim. Ve Allah’tan olan hiçbir şeye gücüm yetmez.” demesi hariç. — Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana yöneldik. Ve dönüş ancak sanadır. Rabbimiz! Bizi inkar edenler için bir fitne kılma! Bizi bağışla! Rabbimiz! Şüphesiz Sen Aziz ve Hakim’in ta kendisisin!- (Mümtehıne/4, 5) Seni gördükleri zaman da, “Bu mu Allah’ın elçi olarak gönderdiği? Şayet tanrılarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçekten de bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı.” diye seni alaya almaktan başka bir şey yapmıyorlar. Ve onlar yakında azabı gördükleri zaman, kimin yolca daha sapık olduğunu bilecekler! (Furkan/41-42) Siz onları doğru yola çağırsanız da duymazlar. Ve onları sana bakar görürsün, hâlbuki onlar görmezler. (A’raf/198) Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki olanların, kendisiyle akledecekleri kalpleri, ve kendisiyle işitecekleri kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur. (Hacc/46) 44 - Şüphesiz ki Allah, insanlara hiçbir şeyce [şekil ve yolla] zulmetmez. Velâkin insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar. Herkes için bir uyarı mesajı içeren bu ayette Allah’ın kimseye zulmetmediği bildirilmektedir. Bu, cehennemde azap çekecek olanların o duruma bizzat kendi tercihlerinin bir sonucu olarak düşecekleri anlamına gelmektedir. İlk bakışta hiç kimsenin bile bile kendi kötülüğünü istemeyeceği gerekçesiyle akla aykırı gibi görünen bu çıkarsama, aslında tam olarak doğrudur. Zira Allah insanlara işitecek kulaklar, görecek gözler, hissedip akledecek kalpler vermiş ve ayrıca hakk ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmayı sağlayan kılavuzu [Kur’an’ı], onu tebliğ ve tebyin edecek elçiyle birlikte göndermiştir. Eğer insan, önüne serilmiş bütün bu donanıma itibar etmiyor ve sonucu baştan belli olan yola sapıyorsa, bu onun kendi iradesi ile yaptığı bir tercih demektir. Dünya hayatında iken geçici çıkarlar uğruna ebedî hayatlarını mahveden bu kimseler, ahirette ise sadece pişmanlık duyacaklardır: Derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.” Ve derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık, yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin halkı arasında olmazdık. (Mülk/9, 10) Sonuç olarak; ahiret hayatında herkes yaptığını çekecek, ektiğini biçecek, ettiğini bulacaktır. 45 – Ve onlar, O’nun [Allah’ın], onları toplayacağı günde, sanki onlar sadece gündüzden bir saat kalmışlar gibi, aralarında tanışırlar. Allah`a kavuşmayı yalanlayan kişiler, doğru yoldan gidenler olmadıklarından kesinlikle ziyana uğramışlardır. Bu ayette, cehenneme gitmeyi hak etmiş olanların yaşayacakları -mahşer gününe ait- bir tablo canlandırılmaktadır. Haşr alanındaki toplanma sürecinden bir enstantanenin tasvir edildiği bu tablodan anlaşıldığına göre, kendilerine zulmeden insanlar, dünyada ne kadar uzun yaşamış olurlarsa olsunlar, yaşadıkları süreyi az göreceklerdir. O gün bazılarına “sadece gündüzden bir saat”, bazılarına “bir akşam veya kuşluğu” kadar, bazılarına da çok kısa olduğu anlamında “bir gün” kadar gelecektir. Dünyada kalış sürelerinin böylesine kısa algılanacağı hususu ayetlerde şöyle anlatılmıştır: Sonra onlar onu [kıyameti] görecekleri gün dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka durmamış gibidirler. (Naziat/46) Kim ondan [Bizim verdiğimiz zikirden; Kur’an’dan] yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyamet günü; Sur’a üflendiği gün, sürekli içinde kalacakları bir yük yüklenecektir. Ve kıyamet günü onlar için bu ne fena bir yüktür! Biz suçluları o gün, gözleri göğermiş olarak toplayacağız. Aralarında fısıldaşacaklar: “Siz dünyada sadece ‘on’ kaldınız.” -Biz aralarında ne konuşacaklarını daha iyi biliriz.- Yolca en üstün olan; “Siz ancak bir gün kaldınız.” diyecektir. (Ta Ha/100-104) Ve kıyametin kopacağı gün günahkârlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı. Kendilerine ilim ve iman verilenler de diyecekler ki: “Ant olsun ki, Allah`ın kitabında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.” (Rum/55, 56) O [Allah; “Yeryüzünde yıl sayısı olarak kaç yıl kaldınız?” dedi. Onlar; “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte sayanlara sor.” dediler. O [Allah]; “Siz sadece pek az bir süre kaldınız; keşke siz bilmiş olsaydınız!” dedi. (Müminun/112-114) Konumuz olan ayetteki “aralarında tanışırlar” ifadesinden, bu kişilerin kabirlerinden çıktıktan sonra birbirlerini -dünyadaki gibi- hemen tanıyacakları anlaşılmaktadır. Ancak bu tanışma, dünyadaki dostluk veya akrabalık ilişkilerinde olduğu gibi insana yarar sağlayacak şekilde değil, birbirlerini azarlamak ve rezil etmek şeklinde bir sonuç verecektir. Bu husus aşağıdaki ayetlerde şöyle bildirilmektedir: Sonunda Sur’a üflendiği zaman da onların o gün aralarında soy yakınlığı yoktur. Onlar istekleşemezler de. (Müminun/101) Ve bir sıcak dost bir sıcak dosta sormaz. Birbirlerine gösterilmiş oldukları hâlde suçlu o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye vermek ister. Sonra kendini kurtarabilsin. Hayır… Hayır…. O, alevlenen bir ateştir. (Mearic/10-15) [Allah onlara] “Sizden önce geçmiş cinn ve insden [tanıdığınız-tanımadığınız] ateş içindeki ümmetlerin [toplumların] içine girin!” dedi [der]. Her toplum girdikçe kardeşine lânet etti [eder]. Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten kat kat azap ver” dediler [derler]. [Allah] “Herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz” dedi [der]. (A’raf/38) Ve dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi onlar yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve kendilerini büyük bir lânet ile lânetle.” (Ahzab/67, 68) İnkâr edenler; “Biz kesin olarak, ne bu Kur’an’a inanırız, ne ondan önceki [indirile]ne.” dediler. Sen o zulmedenleri, Rabbleri huzurunda tutuklanmış, sözü [suçlamaları] birbirlerine karşı evirip-çevirip birbirlerine atıp dururken bir görsen! Zaafa uğratılan[müstazaf]lar, büyüklük taslayanlara, “Eğer sizler olmasaydınız, gerçekten bizler mümin[kimse]ler olurduk.” Diyecekler. Büyüklük taslayanlar, zayıf düşürülenlere; “Size kılavuz geldikten sonra, sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis, siz kendiniz suçlular oldunuz.” derler. O zayıf düşürülenler de o büyüklük taslayanlara; “Bilakis gecenin ve gündüzün tuzağı! Siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eş koşmamızı emrediyordunuz.” derler. Bunlar azabı gördükleri zaman içlerinden pişmanlık getirmektedirler. Biz de o kâfirlerin boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar sadece yaptıklarının karşılığını görüyorlar. (Sebe`/31-33) Sonra, şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiği zaman; bir gün ki o, kişi kaçar kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden, oğullarından. O gün onlardan her kişi için kendisini boş bırakmayacak bir uğraş vardır. (Abese/33-37) Ayetin sonunda yer alan “Allah`a kavuşmayı yalanlayan kişiler, doğru yoldan gidenler olmadıklarından kesinlikle ziyana uğramışlardır” ifadesi, “Onlar, geçiciye aldanıp ebediyi tercih etmediler; malın sahtesini aldıkları için bu ticâretten kâr sağlamadılar, böylece tüm emekleri boşa gitti” anlamına gelmektedir. 46 – Ve Biz onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de, yahut seni vefat ettirsek de, sonunda onların dönüşü yalnızca Biz’e olacak. Sonra Allah onların ne yapacaklarına şahittir. Ayette peygamberimize hitap edilerek tüm topluma bir uyarı yapılmaktadır. Ayetin mesajını şu şekilde takdir etmek mümkündür: “Onlara yapacağımızın bir kısmını sana sağlığında göstersek de, yahut bunu göstermeden senin canını alsak da değişen bir şey olmayacak. Biz onlara yapacağımızı yapacağız. Onların Bize döndürülmelerinden ve toplanılmalarından kaçıp kurtulmaları söz konusu değildir. Biz onların her yaptıklarına tanığız ve onları bir bir yazmaktayız.” Bu ayetin mesajı, Ra’d suresinde de verilmiştir: Ve onlara vaat ettiğimizin bir kısmını sana göstersek yahut seni vefat ettirsek, şüphesiz yine de sana düşen sadece tebliğ etmektir. Bize düşen de hesap görmektir. (Ra’d/40) Gerçekten de onlara vaat edilenlerin bir çoğu, gerek peygamberimiz hayatta iken gerekse onun vefatından sonra, kısım kısım gerçekleşmiştir. Meselâ peygamberimiz hayatta iken gerçekleşen Bedir hezimetinin benzerleri, onun vefatından sonra da binlerce kez tekrarlanmıştır. Ancak şurası muhakkaktır ki, insanların ahirette başlarına gelecekler, bu dünyadakinden daha çoktur. 47 – Ve her ümmet için elçi olacaktır. O elçileri geldiğinde de aralarında adalet gerçekleştirilmiştir. Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. Peygamberlerin kendi ümmetlerine “gelme”lerinin bu dünyada mı yoksa ahirette mi söz konusu edildiği hususuna göre ayetten iki farklı anlam çıkarılabilir. Biz, her iki anlamın da doğru olduğu kanaatindeyiz. Şöyle ki: Birinci anlam: Peygamberler toplumlarına dünyada iken gelirler ve Allah’ın mesajlarını onlara iletirler. Bu anlama uygun olarak; bu dünyada her topluma elçiler gönderilmiş, elçi ile gönderilen mesaj muhataplara ulaştığında insanların da bilmemek gibi bir mazeretleri kalmamıştır. Her toplum kendilerine gönderilen mesajdan sorumludur. Mesajı kabul edip hayatlarını buna göre düzenleyenler Allah’ın rahmetine mazhar olacaklar, inkâr edenler ise ahirette veya hem bu dünyada hem de ahirette azaba uğrayacaklardır. Gerek mükâfat gerekse ceza olan karşılıklarda tam bir adaletle hüküm verilecektir. Bu dünyada kendilerine elçi gönderilmemiş olanlar ise, Kur’an’da birçok ayette bildirildiği gibi, cezalandırılmayacaklardır. Ayetten bu anlamın çıkarılmasını destekleyen başka ayetler de vardır: Şüphesiz Biz seni hakk ile bir müjdeci, bir uyarıcı olarak gönderdik [elçi yaptık]. Her ümmetin de içinde bir uyarıcı mutlaka gelip geçmiştir. (Fatır/24) Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir Peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsra/15) Ve [inkâr edenler]; “Rabbinden bize bir ayet [mucize] getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile helâk etseydik, muhakkak; “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin ayetlerine uysaydık.” diyeceklerdi. (Ta Ha/133, 134) İkinci anlam: Her peygamber ahirette kendi ümmetinin başına gelir ve yargılanma esnasında toplumuna tanıklık eder. Toplumlar, başlarında kendilerine gönderilmiş olan elçileri olduğu hâlde ahirette hesaba çekilecekler, elçiler de bu sorgulamada tanık olarak dinleneceklerdir. Konumuz olan 47. ayetten bu anlamın çıkarılmasına uygun olan ayetler de vardır: Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl? İnkâr edip peygambere isyan edenler, o gün toprağa karışıp gitmeyi isterler. Allah’tan hiçbir sözü gizleyemezler de. (Nisa/41, 42) Ve Sur’a üflenmiştir. Allah’ın dilediği kimseler hariç göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar hazır olda bekliyorlar. Ve yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanmış, kitap konulmuş, peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hakk ile karar verilmiştir. Ve onlar zulüm olunmazlar [onlara haksızlık edilmez]. (Zümer/68, 69) elçiler, vakitlendirildikleri zaman, bunlar hangi gün için ertelendiler ise! Ayırt etme günü için… (Mürselat/11-13) Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şahitler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık. Daha önce içinde durduğun kıbleyi kılmamız da yalnızca; elçilere uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım diyedir. Bu iş, elbette, Allah`ın hidayet ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür.Ve Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Bakara/143) Elçi de; “Ey Rabbim, hiç şüphesiz benim kavmim şu Kur’an’ı mehcur [terk edilmiş bir şey] edindiler.” dedi. (Furkan/30) Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryemoğlu İsa, sen mi insanlara: ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O [İsa], Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen; gaybleri bilen yalnız Sensin, Sen! Ben onlara sadece, Senin bana emrettiklerini söyledim; benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin, dedim. Ve ben aralarında olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin, onları gözetleyen yalnız Sen oldun Sen. Ve şüphesiz Sen gaybleri en iyi bilensin. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, Aziz ve Hakîm’in ta kendisisin.” (Maide/116-118) 48 – Ve onlar, “Eğer doğru kimseler iseniz bu vaat ne zamandır?” diyorlar. 49 - De ki: "Ben, Allah`ın dilediğinin dışında kendim için bir zarar ve bir faydaya muktedir değilim.” Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince artık ne bir saat [an] erteleyebilirler, ne öne alabilirler. Bu ayette, inkârcıların “Eğer doğru kimseler iseniz bu vaat ne zamandır?” şeklindeki sorularına cevap verilmekte ve bu vaadin Allah’ın bilgisi dahilinde olduğu, Peygamberin ise bu konuda bir bilgisinin bulunmadığı dile getirilmektedir. Bir benzeri daha önce Ya Sin/48’de de dile getirilen bu soru, inananlara inkarcılar tarafından yöneltilmiştir. Ya Sin suresindeki açıklamamızda da belirttiğimiz gibi, gerçekten öğrenmeye yönelik samimi bir soru değil, inkâr ve istihzaya yönelik bir sorudur. Kâfirlerin bu sorusu Kur’an’da birçok ayette geçmektedir: Bir de onlar: “Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen [tehdit] ne zaman?” diyorlar. De ki: “Size öyle bir gün vaat edilmiştir ki, ondan ne bir saat geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.” (Sebe’/29, 30) Bir de onlar: “Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen [tehdit] ne zaman?”diyorlar. De ki: “Kesinlikle Bilgi [onun bilgisi], Allah’ın yanındadır. Ben ise yalnızca apaçık bir uyarıcıyım.” (Mülk/25, 26) Bu konuda ayrıca Enbiya/38 ve Neml/71 ayetlerine de bakılabilir. 49. ayetin son bölümündeki “Her ümmet için bir ecel vardır” ifadesiyle, her toplumun kendisi için belirlenen süre sonunda yıkılıp gideceği bildirilmiş, dolayısıyla toplumlara mevcut güçlerine güvenmemeleri mesajı verilmiştir. O’na inanmayanlar onun [kıyametin] çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkuyla titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, saat [kıyamet] hakkında tartışanlar kesinlikle uzak [geri dönüşü olmayan] bir sapıklık içindedirler. (Şûra/18) Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiç bir kimseyi kesinlikle ertelemez de. Ve Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafikun/11) Suçluları, Rabblerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz” derlerken bir görsen! (Secde/12) Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler, “Allah’ın birliğine inandık ve O’na şirk koştuğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler. Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. Allah’ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu [kanunu] budur. İşte o kâfirler burada hüsrana düştüler [kaybettiler, zarara uğradılar]. (Mümin/84-85) 50 - De ki: “Gördünüz mü [ne düşünürsünüz]? O’nun azabı size geceleyin uykuda veya gündüz gelecek olsa!” Suçlular bundan neyi acele isterler? 51 - Bu azap meydana geldikten sonra mı ona iman edeceksiniz, yoksa şimdi mi? Hâlbuki siz onu acele olsun istiyordunuz. 52 - Sonra o zulmedenlere “Tadın şu ebediliğin azabını!" denilecek. -Kazanmış olduğunuz şeylerden başkası ile mi cezalandırılacaksınız?"- Bu ayet grubu, inkârcıların 48. ayette bahsedilen “Eğer doğrular iseniz bu vaat ne zamandır?” sorusuna verilen ikinci cevaptır. Bu cevabın bir benzeri de Tur suresindedir: O gün onlar cehennem ateşine itildikçe itilirler. -İşte bu yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz?Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin artık sizin için birdir. Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!- (Tur/13-16) Ayet grubunun en sonunda yer alan “Kazanmış olduğunuz şeylerden başkası ile mi cezalandırılacaksınız?” ifadesi, hiçbir suçlunun kendi suçundan başkasıyla cezalandırılmayacağı ilkesine atıf yapmaktadır. Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsra/15) 53 – Ve "O [azap] gerçek mi?" diye senden haber almak istiyorlar. De ki: “Evet. Rabbime ant olsun ki, o, kesinlikle bir gerçektir. Ve siz âciz bırakanlar değilsiniz.” 54 – Ve eğer ki, zulüm yapmış olan herkes yeryüzünde ne varsa kendisinin olsa onu feda ederdi [kurtulmalık verirdi]. Ve onlar azabı görünce pişmanlık duyardı. Ve aralarında adalet gerçekleştirildi. Ve onlar haksızlığa uğramazlar. 53. ayette, kendilerine onca ikaz yapılmasından sonra hâlâ “O [azap] gerçek mi?” diye soran inkârcılara, vaat edilen azabın gerçek olduğu ve ondan kurtulmanın mümkün olmadığı bir kez daha ifade edilerek ciddî bir uyarı yapılmaktadır. Rabbimizin kimsenin bu azaptan kaçamayacağını bildiren uyarıları pek çoktur: Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde, O’nun buyruğu / işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir. (Ya Sin/82) Ve inkâr edenler: “Bize o saat [kıyamet] gelmeyecektir” dediler. De ki: “Ama, gaybı bilen Rabbime ant olsun o, size mutlaka gelecektir. O’ndan göklerde ve yerde zerre ağırlığı bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır.” (Sebe’/3) Şu inkar eden kimseler, katiyen diriltilmeyeceklerine yanlışça inandılar. De ki: “Aksine, Rabbime kasem olsun ki kesinlikle diriltileceksiniz, sonra kesinlikle yapmış olduğunuz şeyler size haber verilecektir. Ve bu, Allah`a göre çok kolaydır.” (Tegabün/7) 54. ayette Rabbimiz, bütün dünya inkarcıların olsa bile, kıyamet koptuğunda hepsini vermek suretiyle o azaptan kurtulmak isteyeceklerini bildirerek o günkü pişmanlıklarının derecesini ve işin ciddiyetini inkarcılara haber vermektedir. Ancak o gün kimse haksızlığa uğratılmayacak, aralarında doğrulukla ve adaletle hüküm verilecektir: Ve, hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden şefaatin kabul edilmediği, kimseden fidyenin alınmadığı ve onların yardım olunmadığı günden sakının. (Bakara/48) Ey iman etmiş kimseler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızklardan infak edin. Ve kâfirler, zalimlerin ta kendileridir. (Bakara/254) Şüphesiz ki şu inkâr etmiş ve inkârcı oldukları hâlde de ölenlerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın -onu fidye verseler bile- asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur. (Âl-i Imran/91) Hepsi de kıyamet günü O’na [Rahman’a] tek başlarına gelirler. (Meryem/95) 55 - Haberiniz olsun! Şüphesiz göklerde ve yerde olan şeyler Allah içindir. Haberiniz olsun! Şüphesiz Allah`ın vaadi gerçektir. Velâkin onların çoğu bilmiyorlar. 56 - O [Allah], hayat verir ve öldürür. Ve siz, yalnızca O`na döndürüleceksiniz. Tüm insanlara yönelik bir bildiri mahiyetindeki bu ayetler “ الاela!” ünlemiyle başlamaktadır. “Haberiniz olsun, gözünüzü açın, iyi bilin ki!” anlamlarına gelen bu ünlem ancak gafillerin dikkatini çekmek ve onları gaflet [ilgisizlik, duyarsızlık] uykusundan uyandırmak için kullanılır. Bu ilahî bildiride, göklerde ve yerde bulunan şeylerin gerçek sahibinin Allah olduğu, hayat ve ölümün O’nun elinde bulunduğu vurgulanarak dünyayı sahiplenmenin ve dünyada baki kalma çabasının anlamsızlığı açıklanmakta, böylece insanlar öğüt verilerek uyarılmaktadır. 57 - Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerdekine şifa, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet gelmiştir. |
28. September 2008, 02:09 AM | #9 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Tüm insanlara hitap edilen bu ayette, dört ana niteliği ön plâna çıkarılarak Kur’an tanıtılmakta, Kur’an’ın ancak inananlara yarar sağlayacağı belirtilmektedir.
Hatırlanacak olursa, Kur’an’ın “şifa” ve “rahmet” nitelikleri ilk olarak İsra/82’de geçmişti. Orada da açıklandığı gibi, Kur’an’ın şifa oluşu bedensel hastalıklara değil, zihinsel hastalıklara yöneliktir. Çünkü Kur’an zihinleri ikna eder, sıkıntı ve bunalımları gidererek gönülleri tatmin eder, insanların ahlakî seviyelerini yükseltir, böylece toplumun dirlik ve düzenini, huzur ve sükununu da sağlamış olur. Kur’an, insana lâzım olan dosdoğru yolu göstererek onu rüşde erdirdiği ve doğru bir yaşam için gerekli olan bilgileri insanın istifadesine sunarak onu bilgi edinmeye teşvik ettiği için aynı zamanda en büyük “rahmet”tir de... Kur’an’ın “şifa” ve “rahmet” özelliklerinin inananlar için olduğunun vurgulanması, Kur’an’dan ancak müminlerin istifade etmeleri sebebiyledir. Konu ile ilgili daha geniş açıklama için İsra/82’nin tahliline bakılmasını ve ilgili bölümün tekrar okunmasını öneriyoruz. 58 - De ki: “Bunlar, Allah`ın ihsanıyla ve rahmetiyledir. İşte yalnızca bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” Bu ayette, peygamberimiz aracılığı ile insanlara Kur’an’ın bir önceki ayette sayılan niteliklerinden sağlayacakları faydaların dünyanın bütün kazanımlarından daha değerli olduğu mesajı verilmektedir. İnsanların bu dünyadaki kazanımlarının sadece mal-mülk, para-pul, makam-mevki, şan-şeref olmadığı; geçmişten intikal eden gerek maddî gerekse manevî değerler mirasının da bu kazanımlar içinde bulunduğu dikkate alınacak olursa, Kur’an’dan sağlanacak yararların ve bu gerçek kazanımlardan duyulacak hazların ne kadar büyük olduğu belki daha iyi anlaşılır. Burada tüm insanlara yönelik olarak yapılan bu mukayese, bir başka ayette peygamberimize yönelik olarak yapılmıştır: Ve kendilerini fitnelemek için basit hayatın çiçeği olarak, onlardan kimi çiftleri kendileriyle yararlandırdığımız şeylere [mal, mülk, evlât ve saltanata] sakın gözlerini dikme [rağbetle bakma]. Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir. (Ta Ha/131) 59 - De ki: “Gördünüz mü [Ne dersiniz]? Allah sizin için nice rızklar indirdi de siz onlardan bir kısmını haram ve helâl yaptınız.” De ki: “Allah mı izin verdi size yoksa siz Allah`a iftira mı ediyorsunuz [Allah adına yalan mı uyduruyorsunuz]?” 60 – Ve Allah’a yalanı iftira atanların kıyamet gününe kanaati nedir? Şüphesiz Allah, insanlara lütfedendir velâkin onların çoğu şükretmiyorlar [karşılığını ödemiyorlar]. Kur’an’ın niteliklerinden ve insanlara sağladığı faydalardan bahsedildikten sonra rızkları haram ve helal diye tasnif etmenin ne gibi bir ahlakî sonuca yol açtığı konusuna geçilmesinden, bu iki ayetin farklı bir necm olduğu anlaşılmaktadır. Allah’ın rızklarından bazısını helâl bazısını haram ilân eden müşrikler bu tutumları sebebiyle eleştirilmekte ve buna yetkileri olmadığı mesajı verilmektedir. Müşriklere bu tasnifi yaparlarken Allah’tan mı yetki aldıkları yoksa yalan mı uydurdukları sorulmakta ise de, Allah’ın bu konuda kimseye yetki vermediği herkesçe bilindiğinden, bu soru aslında onların yalan uydurduklarının ilânı anlamına gelmektedir. Rabbimizin başka ayetlerde de değinmiş olduğu “haram” ve “helal” hükmü koyma yetkisi, en detaylı olarak En’am suresinde gündeme getirilmiştir: Ve onlar, O’nun [Allah`ın] yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah`a bir hisse kıldılar da kendi sapık inançlarına göre, “Bu, Allah için; şu da ortaklarımız içindir” dediler. İşte ortakları için olan şey [hisse] Allah`a ulaşmaz, Allah için olan şey ortaklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne kötüdür! Ve onların ortakları, kendilerini mahvetsinler ve dinlerini karıştırıp bozsunlar diye müşriklerden çoğuna evlâtlarını öldürmeyi güzel gösterdi. Ve Allah dileseydi bunu yapmazlardı. O hâlde onları ve onların uydurdukları şeyleri bırak! Ve onlar, yanlış inanışları sebebiyle; “Bunlar, dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar sırtları yasaklanmış hayvanlardır” dediler. Bir kısım hayvanları da O’na bir iftira olarak üzerlerine Allah`ın adını anmazlar. O [Allah], onları iftira ettikleri şeyler sebebiyle cezalandıracaktır. Ve onlar; “Bu hayvanların karınlarındakiler sadece erkeklerimize ait olup kadınlarımıza haramdır. Eğer ölü olursa o zaman onlar onda ortaklardır” dediler. O [Allah], onların nitelemelerini onlara ceza olarak verecektir. Şüphesiz O, Hakîm’dir Alîm’dir. Bilgisizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah`ın kendilerine verdiği rızkı Allah`a iftira ederek haram kılanlar kesinlikle zarara uğradılar. Onlar, kesinlikle sapmışlardır ve onlar hidayete ermişler değillerdir. Ve O [Allah], asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde kılandır. Meyve verince meyvesinden yiyin, hasat günü de onun hakkını verin ve israf etmeyin. Şüphesiz O [Allah], israf edenleri sevmez. Ve O, hayvanlardan yük taşıyan, döşek yapılan yaratandır. Allah`ın sizi rızklandırdığı şeylerden yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır. Sekiz eş: Koyundan iki, keçiden de iki. De ki: “O [Allah], iki erkeği mi haram kıldı yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinin sarıp büründüğünü mü [yavruları mı]? Eğer doğrular iseniz bana ilme dayanarak haber verin.” Ve deveden iki, sığırdan da iki. De ki: O [Allah], "İki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinin sarıp büründüğünü mü [yavruları mı]? Yoksa Allah’ın size böyle vasiyet ettiğine şahitler mi oldunuz [O’nun yanında mıydınız]? Böyle hiçbir bilgiye dayanmadan, insanları saptırmak için, Allah`a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kim olabilir? Şüphesiz Allah, o zalimler topluluğuna kılavuz olmaz.” (En’am/136-144) Allah Bahriye’den Saibe’den Vasiyle’den ve Ham’dan hiç birini (meşru) kılmamıştır. Ancak inkâr edenler, Allah’a karşı yalan düzüp-uyduruyorlar. Onların çoğu akıl erdirmez. (Maide/103) Konumuz olan bu iki ayette Allah’ın aleyhinde yalan uyduranların akıbetlerine değinilmese de, bu surenin 17. ayetinin “Öyleyse Allah’ın aleyhine bir yalanı uyduran veya O’nun ayetlerini yalanlayan kişiden daha zalim kim olabilir? Hiç şüphesiz bu günahkârlar kurtuluşa eremezler” ifadesine göre, bu kimselerin Allah’ın cezalandırmasından kurtulamayacakları zaten bellidir. Nitekim 60. ayette bu yalancılara kıyamet günü hakkındaki kanaatlerinin sorulması da bir uyarıdır ve onların acı bir akıbetle karşılaşacak olduklarını ima etmektedir. Allah’a karşı yalan uyduranlar hakkında Kur’an’da daha birçok uyarı ayeti bulunmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak En’am/21, 93, A’raf/37, Hud/18, Ankebut/68, Zümer/32 ve Saff/7’ye de bakılmalıdır. 61 – Ve sen hangi işi yaparsan yap, Kur`an`dan onun hakkında ne okursan oku ve siz ne işte çalışırsanız çalışın, unutmayın ki, siz ona dalıp gitmişken, Biz sizin üzerinizde şahidiz. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiç bir şey Rabbinizden uzak kalmaz. Ve bundan küçüğü ve daha büyüğü ancak apaçık bir kitaptadır. Rabbimiz asıl mesajını önce peygamberimizi muhatap alarak sonra da İltifat sanatı ile hitabını tüm insanlara yönelterek ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu ayetin mesajı hem peygamberimize hem de herkesedir. Ayette peygamberimize verilen mesajı şu şekilde takdir etmek mümkündür: “Biz senin büyük bir sabır ve dirençle Hakikat mesajını iletmek ve insanları ıslah etmek için yaptıklarının hepsini görmekteyiz. Şundan emin ol ki, görevini icra ederken senin nasıl çabaladığını, düşmanlarının hangi saldırılarına maruz kaldığını yakinen biliyoruz.” Ayetin herkese ve özellikle de peygamberimizin düşmanlarına verdiği mesajın takdiri ise şöyle yapılabilir: “Zannetmeyin ki elçimize ve Hakkın savunucusu, sözcüsü olan insanlara karşı yaptıklarınızı bilmiyoruz. Kurduğunuz bütün düzenleri, koyduğunuz bütün engelleri görmekteyiz. Üstelik bu yaptıklarınızı, ayrıntılı ve sağlam biçimde kayda geçiriyoruz. Bu yüzden dikkatli olun; bu yaptıklarınızın hesabının sizden sorulmayacağı zehabına kapılmayın.” Demek oluyor ki, her kişi -ister elçi olsun, ister toplumun normal bir bireyi- yaptığı işin kendisine zarar vermesini istemiyorsa, o işin Kur’an’a [Allah’ın rızasına] uygun olmasına dikkat etmek durumundadır. Çünkü yapılan her iş tanıklıdır, hepsinin hesabı tek tek sorulacaktır. Dünyada hiçbir şey Allah’ın ilminden ve görmesinden saklı kalamaz. Bu o kadar sıkı bir izlemedir ki, göklerde ve yerde olan zerre ağırlığında hatta zerreden daha küçük veya daha büyük hiçbir şey bundan kaçamaz. Hepsi apaçık bir kitaptadır. Gaybın anahtarları da yalnızca O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. (En’am/59) Ve yeryüzünde hiçbir dabbeh [kıpırdayan canlı] ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler [önderli topluluklar] olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık. Sonra onlar Rabblerine toplanacaklardır. (En’am/38) Ve yeryüzünde hiçbir dabbeh [kıpırdayan canlı] yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. O [Allah], onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır. (Hud/6) Ve sen kalktığın [elçilik görevini yapmak için ortaya çıktığın] ve boyun eğenler arasında dolaştığın zaman seni gören Aziz [mutlak galip] ve Rahıym’e [engin merhamet sahibine] güvenip dayan. (Şuara/217-219) 62, 63 - Açın gözünüzü! Allah’ın veliylerine -ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir- kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de. 64 - Onlara dünya hayatında ve ahiret hayatında müjde vardır. Allah`ın sözleri için değişiklik diye bir şey yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ayrı bir necm olan bu ayet grubunda da yine çok önemli ve çok özel bir konu açıklanmaktadır. Bu konu, “ اولياء اللّهAllah’ın veliyleri [yakınları, yardımcıları]” konusudur. Çarpıtılması sebebiyle dinî hayatta bir takım hurafelerin ve sapık akımların oluşmasına yol açmış olan bu konu, önemine binaen burada geniş bir incelemeye tâbi tutulacak, bunun sonucunda da Kur’an terminolojisine ait olan “Allah’ın Evliyası” ifadesinin gerçek anlamı ortaya konacaktır. KİMLER ALLAH’A YAKINDIR, YARDIMCIDIR? Şimdiye kadar hep Allah’ın kullarına yakınlığı, yardımcılığı ile ilgili olarak kullanılmış olan “veliy [yakın, yardımcı]” sözcüğü, ilk kez Yunus/62’deki “evliyaullah” ifadesi dolayısıyla “kulların Allah’a yakınlığı, yardımcılığı” şeklinde gündeme gelmektedir. Çünkü bir izafet terkibi [isim tamlaması] olan “اولياء اللّه evliyaüllah” ifadesi, sözcük anlamı itibariyle “Allah’a yakın olanlar” demektir. “اولياء اللّه Evliyaullah [Allah’a yakın olanlar]” ifadesi Kur’an’da geçtiğine göre, Rabbimizin kendisine yakın, yardımcı olarak gördüğü bazı kimselerin varlığı tartışmasızdır. Önemli olan, bu “yakın, yardımcı” insanların kimler olduğudur. Ne var ki, bu insanların kimler olduğu konusu tamamen çarpıtılmış, kimler olduğunu öğrenmek için Kur’an’a başvurulacağı yerde, yalan yanlış söylentiler dikkate alınarak Kur’an dışı acayip bir terminoloji üretilmiştir. Dine Kur’an dışında kaynak aramak anlamına gelen bu davranışlar, tevhit dininin dışına çıkılmasına yol açarak İslâm’a ters yabancı inanç ve kültürlerdeki bazı kabullerin İslâm’a sokulması neticesini doğurmuştur. Bu kabullerin kendilerini nasıl bir pisliğin içine sürüklediğini fark edemeyen zavallılar ise, İslâm’a Kur’an dışı kaynak icat eden müşriklerle birlikte boğazlarına kadar bu pisliğin içine batmışlardır: Ey inananlar! Müşrikler bir pisliktir. … (Tövbe/28) Oysa “Evliyaullah”ın kimler olduğunu anlamak için şirke batmaya hiç gerek yoktur. Çünkü Rabbimiz bunların kimler olduğunu Kur’an’da açıklamıştır: Onlar Mescid-i Haram’dan geri çevirip dururken, Allah onlara neden azap etmeyecekmiş? Onlar O’nun evliyası [yakını, yardımcısı] da değiller. O’nun evliyası [yakınları, yardımcıları] sadece takva sahipleridir. Velâkin onların ekserisi bilmiyorlar. (Enfal/34) Zihinlerindeki sorulara Kur’an yerine uydurma rivayetlerde cevap arayanlar, bu konuda da Kur’an’ı dikkate almamışlar ve “evliyaüllah” terkibine kendilerince, uydurmalar arasından cevap hazırlamışlardır: Peygamber Efendimize “Evliyâullah kimdir?” diye sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur: “Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır, zikredilir. (İbn-i Mace Zühd-4) Hz. Ömer’den rivâyet edilen bir hadiste de “Kendileri şehid veya nebi olmadıkları halde nebilerin ve şehidlerin gıpta ettiği, aralarında ticaret ve akrabalık bağı olmadığı halde birbirlerini Allah için seven kimselerden” bahsedilmektedir.(Müsned, 5/343) Evliyâüllah, Allah için severler, birbirlerine dost, yârân, ahbâb olurlar. (Ebu Davûd; Sünen/2, 4596. rivâyet) Yüce Allah, Yunus ve Enfal surelerinin yukarıda verdiğimiz ayetlerinde “اولياء اللّهEvliyaullah [Allah’a yakın olanlar], mütteki müminlerdir” buyurarak “evliyaullah” terkibini açıklamışken; uydurma rivayetlerle “evliyaüllah”a Allah’ın beyanına uymayan başka açıklamalar getirmek, bize göre ancak haddini bilmez İslâm düşmanlarının işi olabilir. Müslümanların ömürlerinin boşa geçmesini sağlamak isteyen art niyetli, şeytan tıynetli bu kimseler, zehirli görüşlerinin cilâsı olarak “hadis” kavramını kullanmışlar ve kendi uydurduklarını peygamberimize isnat etmişlerdir. Biz burada, peygamberimizi bu iftiralardan tenzih etmeyi bir borç olarak görmekteyiz. Buraya kadarki açıklamalarımızdan çıkan sonuç şudur: “اولياء اللّه Evliyaüllah” sözcüğünün esas anlamı “Allah’a yakın olanlar” demektir. “Allah’a yakın olanlar” ise, Rabbimizin ifadesiyle “muttaki müminler”dir. Bu noktada sorulması gereken soru şudur: “ Acaba muttaki müminler Allah’a nasıl yakın olabiliyorlar?” Rabbimiz bu sorunun cevabını da yine Kur’an’da vermiştir: Ey inananlar! Eğer Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır. (Muhammed/7) İsa onlardan inkârı sezince şöyle konuştu: “Allah’a gidişte benim yardımcılarım kim?” Havariler dediler ki: “Biz Allah’ın yardımcılarıyız. Allah’a iman ettik biz. Tanık ol, biz müslümanlarız.” (Âl-i Imran/52) Ey iman etmiş olan kimseler! Allah’ın yardımcılarıolun! Hani Meryem oğlu İsa Havarilerine; “Allah’a gidişte benim yardımcılarım kimdir?” demişti de havariler; “Biz Allah’ın yardımcılarıyız.” cevabını vermişlerdi. Bunun ardından İsrailoğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet Biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler. (Saff/14) Görüldüğü gibi, yukarıdaki ayetlerin açık ifadelerinde Allah’a yardımdan ve Allah’ın yardımcılarından bahsedilmektedir. Herkesçe malûmdur ki, bizzat Allah’ın kendisine yardım etmek imkânsızdır; Yüce Allah da böyle bir yardımdan ve yardımcılardan müstağnidir. Nitekim Rabbimizin muttaki müminleri kendisine veliy [yakın ve yardımcı] kabul etmesi de O’nun aczinden, düşkünlüğünden, güçsüzlüğünden, ihtiyacından kaynaklanmamaktadır. Rabbimiz bir ayetinde bu hususu şöyle açıklamaktadır: Ve de ki: Hamd [övgü], hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah’a özgüdür. Ve O’nu [Allah’ı] büyükledikçe büyükle [ululadıkça ulula]! (İsra/111) O halde, muttaki müminlerin, hiçbir yardıma ve yardımcıya ihtiyacı olmayan Allah’a -sözcüğün hakikat anlamıyla- nasıl yardımcı olabildiğini anlamak için şu hususlarda dikkatle zihin yormak gerekmektedir: * Allah insanları ne için yaratmış, onlara neden kitaplar ve peygamberler göndermiş ve onlardan neler istemiştir? * Allah’ın insanlardan istedikleri kimler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir, Sünnetullah nasıl cereyan etmektedir? * Allah’ın düşmanları kimlerdir, bunlar neler isterler, nasıl davranırlar? Bu soruların cevapları hem belli hem de kolaydır: Allah, dünya yaşamında adaletin sağlanmasını, küfrün, şirkin, nifakın yok edilmesini, dinin tümüyle Allah’a özgü kılınmasını istemekte ve O’nun bu istekleri de biz kullarının ortaya koyduğu mücadele [cihad] nispetinde gerçekleşmektedir. Allah’ın kurulmasını istediği düzeni kendisi kurmayıp kullarına bırakması ise kullarını sınamak istemesinden ötürüdür: Öyleyse, inkârcılarla karşı karşıya geldiğinizde, boyunları vurun. Sonra, onları iyice sindirince, bağı sıkıca bağlayın; sonra, savaş sona erince, ya karşılıksız ya da kurtarmalıkla salıverin. -İşte eğer dileseydi, onların hakkından bizzat gelirdi; ama bu, sizi birbirinizle sınamak içindir.- Allah yolunda öldürülenlere gelince, onların işlerini saptırmayacaktır. (Muhammed/4) Demek oluyor ki, Allah’ın istediklerinin gerçekleşmesi için çaba harcayanlar [yani peygamberimiz hayatta iken ona yardım edenler ve Allah’ın dinini ayakta tutmaya çalışanlar], kelimenin tam anlamıyla Allah’a yardım etmiş olmaktadırlar. Başka bir ifade ile “اولياء اللّه evliyaullah [Allah’a yakın olanlar] ve “ انصار اللّه ensarullah [Allah’a yardım edenler], Allah’ın koyduğu emir ve yasakları benimseyerek O’nun dinine sarılıp o dinin yayılması için canla başla çaba harcayanlardır. Bu kimseler Kur’an tarafından “muttaki müminler” olarak nitelenmektedir. “Evliyaüllah” ve “ensarullah” ifadelerinin asıl anlamları bu olmasına rağmen,“veliy” sözcüğünün ve türevlerinin gerçek anlamlarından saptırılıp gayet sığ olarak “dost” anlamında ifade edilmesi sonucu iş çığırından çıkmış ve basit gibi görünen bu yanlışla Allah ile kulun, kul ile Allah’ın arasında “gönül bağı” anlamında bir dostluktan söz edilir olmuştur. Zaten dinî alanlardaki sapmaların çoğu da metinde sözcük anlamıyla kullanılmış sözcüklerin sanki birer kavrammış gibi dayatılmasından kaynaklanmıştır. Dolayısıyla Türkçede doğru anlamı dışında da kullanılan “dost” sözcüğünün gerçek anlamı tespit edilmeli ve bu konuda nasıl bir sapmaya yol açtığı açıkça gösterilmelidir. Aslı “dust” ve çoğulu da “dostân” olan “dost” sözcüğünün anlamı “Birinin iyiliğini isteyen, onu içten seven, iyi görüşülen kimse, en yakın arkadaş, gönüldaş” demek olup dilimize Farsçadan girmiştir. Allah’ın sıfatları hakkında az çok bilgisi olan herkesin kabul edeceği gibi, bu sözcüğün anlamı, herhangi bir kimsenin Allah’la dostluk ilişkisi içerisinde gösterilmesine engeldir. Bu nedenle, “bir kimsenin Allah’a dost olması” veya “Allah’ın bir kimseyi dost edinmesi”, dost sözcüğünün anlamı itibariyle yanlış ifadelerdir. Diğer taraftan, anlam olarak birbirinden farklı olmaları sebebiyle, “dost” sözcüğü ile Arapçadaki “veliy” sözcüğünün aynı anlamda kullanılması da son derece büyük bir hatadır. Yanlış anlamlı sözcük kullanma hatası Allah ile ilgili bir konuda yapıldığında, bunu “hata” sözcüğüyle açıklamak da mümkün değildir. İnsanların basit dünya işlerindeki iyi ilişkilerini, yakınlıklarını anlatmak için kullanılan “dost” sözcüğünün Allah ile O’nun her konuda astı olan insanlar arasındaki mecazî yakınlığı ifade etmek için kullanılması, bu fahiş hatayı yapanların maksatlı olabileceklerini düşündürmektedir. Çünkü bu fahiş hata, yapanların ne Arapçadaki yetersizliklerinden, ne de Allah hakkındaki bilgisizliklerinden kaynaklanmaktadır. Bilakis bu kimseler, böyle bir hatayı yapmayacak kadar Arapçaya vâkıftırlar ve Allah’ı da gayet iyi tanıdıkları iddiasındadırlar. Sonuç olarak, Allah’ın insanlara yakınlığı mecazidir ve bu yakınlık Allah’ın insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarması, onlara yol göstererek yardım etmesi ve onları koruması şeklinde tezahür etmektedir. Muttaki müminlerin Allah’a yakınlığı ve yardımcılığı ise Allah’ın dininin yayılması ve yaşanması için çaba göstermeleridir. Asıl konumuz olan “veliy” sözcüğüne dönecek olursak; bu sözcük üzerinde uzunca durmamızın sebebi, sözcüğün kavramlaştırılarak tevhide aykırı biçimde kullanılıyor olmasıdır. Çünkü çok eskilerden beri “veliy” veya “evliya” diye bir üst sınıf din adamı tipi oluşturulmuş, bu sınıfa mensup sahte “veliy”ler tıpkı Hristiyanlıktaki ruhbanlar gibi bir çok din dışı işleri yapar olmuşlardır. Kendilerine has tevil yöntemleriyle her türlü İslâm dışı düşünceyi üretmiş olan bu sahte veliylerin tuzağına düşen zavallıların sayısı ise, ne yazık ki pek çoktur. Dolayısıyla, bu sahtekârlar kandırdıkları akılsızların veliysi, şeytanlar da bu sahtekârların veliysi durumundadır. Böyle bir felâkete uğramamak için dini sadece Allah’a özgülemeyi ve bizi bu doğru yoldan ayırmaması için O’na yönelmeyi öneriyoruz: “Allah, dini kendisine has kılmak için gayret sarf edenlere velâyetini [yakınlığını, yardımcılığını, karanlıklardan aydınlığa çıkarıcılığını, şefaatini, mürşitliğini ve koruyuculuğunu] esirgemesin! Bu gayret içerisinde olan mümin muttaki kullarını da “evliyaullah” ve “ensarullah” olarak kabul etsin! Bu yolda yürürken O’nun çizdiği rotadan, koyduğu kurallardan çıkmamaya çalıştığımız ve başka bir rehber arkasına düşmediğimiz için de bizleri “halîl” sıfatıyla şereflendirsin!” |
28. September 2008, 02:09 AM | #10 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
65 – Ve onların sözü seni üzmesin. Kesinlikle izzet [hâkimiyet, şan ve şeref] bütünüyle Allah’a aittir. O, en iyi işiten, en iyi bilendir.
Peygamberimizi teselli eden bu ayette, hâkimiyetin, gücün, şan ve şerefin sadece Allah’a ait olduğu bildirilmektedir. İnançsızların davranışlarına üzülmemesi öğütlenerek peygamberimize yapılan teselli, aynı zamanda, Allah’a itaat edenlerin zafere ulaşacakları anlamına gelmesi sebebiyle onun karşıtlarına da bir gözdağı mahiyetindedir. Peygamberimizi üzen sözlerin bir kısmı Furkan suresinde şöyle aktarılmaktadır: Ve inkâr etmiş olanlar; “Bu [Kur’an], onun [Muhammed’in] uydurduğu yalandan başka bir şey değildir. Ona başka bir topluluk da bunun için yardım etmiştir.” dediler. Böylece onlar kesinlikle haksızlık ettiler ve asılsız bir iddia getirdiler. Ve “O [Kur’an], yazılı hâle getirilmiş öncekilerin masallarıdır; şimdi de o, sabah akşam [sürekli] kendisine okunmaktadır.” dediler. De ki: “Onu, göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.” Ve onlar [inkâr etmiş olanlar]; “Bu ne biçim elçi ki, yemek yiyor, sokaklarda yürüyor? Ona, bir melek indirilseydi ya! Böylece onunla beraber bir uyarıcı olur! Yahut kendisine bir hazine bırakılsaydı veya kendisinden yiyeceği bir bahçe olsaydı ya!” dediler. Bu zalimler, “Siz, yalnızca büyülenmiş bir kişiye uyuyorsunuz.” da dediler. (Furkan/4-8) İnkârcıların bu tutumlarına karşı peygamberimiz pek çok ayette teselli edilmiş, Allah’a itaat edenlere de zaferler kazanacakları, şan ve şereflerinin artacağı müjdelenmiştir: Her kim izzet istiyorsa, bilsin ki izzet tamamıyla yalnızca Allah’ındır. Hoş kelimeler yalnızca O’na yükselir. Ve düzgün iş onu yükseltir. Şu, kötülüklerin plânlarını yapan kişiler; onlar şiddetli azap kendileri için olanlardır. Onların plânları ise; o, darmadağın olur. (Fatır/10) Derler ki: “Ant olsun, Medine’ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp-çıkaracaktır.” Oysa izzet [güç, onur ve üstünlük] Allah`ın, O`nun Elçisinin ve müminlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar. (Münafikun/8) İzzetin [güç, kuvvet, yenilmezlik, şan ve şerefin] Rabbi senin rabbin, onların nitelediği şeylerden münezzehtir. (Saffat/180) O hâlde onların sözü seni üzmesin. Şüphesiz ki Biz, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını da biliyoruz. (Ya Sin/76) Biz onların söylediklerinin seni mutlaka üzdüğünü elbette biliyoruz. Ama onlar aslında seni yalanlamıyorlar; ama o zalimler Allah`ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlar. Ve elbette ki senden önce de elçiler yalanlanmıştı da kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabretmişlerdi. Ve Allah’ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Hiç şüphesiz ki sana, gönderilmişlerin [elçilerin] haberlerinden bir kısmı gelmiştir de. (Enam/33, 34) Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere dünya hayatında ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. (Mümin/51) Allah, ”Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Aziz’dir. (Mücadile/21) Ve ant olsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171-173) 66 - Gözünüzü açın! Göklerde olan kimseler ve yeryüzünde olan kimseler kesinlikle Allah’ındır. Ve Allah’ın astlarından istekte bulunan kimseler, eş tuttuklarına tâbi olmuyorlar. Onlar sadece zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar. Bu ayet de yine “ela [gözünüzü açın]!” anlamındaki bir uyarı edatı ile başlamaktadır. Yapılan uyarıda, göklerde ve yeryüzünde olan kimselerin rızklarının Allah’a ait olduğu, buna rağmen Allah’ın astlarından talepte bulunanların ise zanna uyup yalan söyledikleri bildirilmektedir. Böylece ayette zannın, hayalin İslâm dininde yeri olmadığı da vurgulanmış olmaktadır. Ayetin genel mesajı şu şekilde takdir edilebilir: “Sizin sapmanızın gerçek sebebi, araştırmalarınızı zann ve şüphe üzerine dayandırmanızdır. Bu temelsiz davranışınız yüzünden en makul şeylere bile kulak vermek istemiyorsunuz. Sonuçta sadece hakikate ulaşamamakla kalmıyor, aynı zamanda elçiler tarafından bildirilmiş mesajları da doğru değerlendiremiyorsunuz.” Daha evvel Necm/23, 28 ve Yunus/36’da yer almış olan “zanna itibar edilmemesi”ne yönelik ifadeler, ileride En’am/116 ve 148’de de karşımıza gelecektir. 67 – O [Allah], içinde dinlenesiniz diye sizin için geceyi, göresiniz diye de gündüzü kılandır. Şüphesiz bunda kulak verecek bir kavim için ayetler vardır. Bir önceki ayette göklerin ve yerin Allah’a ait olduğu açıklanmış, bu ayette de evrendeki düzene dikkat çekilerek evrendeki tasarrufun Allah’a ait olduğu vurgulanmıştır. Ayetin son cümlesinde de vahye kulak verenlerin bu vurguda ibret alınacak kanıtlar bulacakları bildirilmiştir. Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip de onunla size rızk olarak çeşitli meyveler çıkarandır. Ve O [Allah], emri gereğince denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi, ırmakları da emrinize verdi. Sürekli olarak dönüş halinde olan Güneş’i ve Ay’ı emrinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin emrinize verdi. (İbrahim/32, 33) Onlar görmediler mi ki, dinlensinler diye geceyi kıldık, gündüzü de gördürücü. Şüphesiz ki bunda iman eden bir kavim için kesinlikle ayetler vardır. (Neml/86) 68 - Dediler ki: “Allah, çocuk edindi.” O, bundan münezzehtir. O, Ğaniyy’dir [zengindir; hiçbir şeye muhtaç değildir]. Göklerde ve yerde olan şeyler O`nundur. Buna dair yanınızda hiç bir delil yoktur. Allah`a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? Bu ayette müşriklerin “Allah çocuk edindi” şeklindeki sapık inançlarına gönderme yapılarak bu asılsız iddia kesin bir dille reddedilmektedir. Bu meyanda, Allah’ın bundan uzak olduğu ve böyle bir şeye ihtiyaç duymadığı ifade edilerek tevhid inancı pekiştirilmektedir. Müşriklerin Yüce Allah’a yakıştırdıkları iftiralarından biri de O’na kimi zaman “oğul”, kimi zaman da “kızlar” isnat etmeleridir: Ve Yahudiler; “Uzeyr Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da; “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya bununla, daha önce yaşayan inkârcıların sözlerini taklit ediyorlar. … (Tövbe/30) Şüphesiz ki, “Allah ancak Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kâfir olmuşlardır. (Maide/17) Ve onlar O’nun [Allah] ile cinnler arasında bir nesep [hısımlık bağı] kıldılar. Oysa ant olsun cinnler kendilerinin mutlaka hazır edilenler [mahşerde toplananlar] olduklarını bilirler. Allah, onların nitelediği şeylerden münezzehtir. (Saffat/158, 159) Ve onlar; “Allah, çocuk edindi.” dediler. –O, arınıktır- Aksine göklerde ve yeryüzünde ne varsa yalnızca O’nundur. Hepsi O’nun için boyun bükenlerdir. (Bakara/116) Ve onlar; “Rahman, çocuk edindi” dediler. Ant olsun ki, siz çok çirkin bir şey söylediniz. Az kalsın bundan; Rahman’a çocuk isnat ettiler diye gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılacaktı. Hâlbuki Rahman için çocuk edinmek yaraşmaz. Göklerde ve yerde bulunan kimse Rahman’a, yalnızca kul olarak gelecektir. Ant olsun ki O [Rahman], onların hepsini kuşatmıştır ve kendilerini bir bir saymıştır. Hepsi de kıyamet günü O’na [Rahman’a] tek başlarına gelirler. (Meryem/88-95) O, gökleri ve yeri yoktan var edendir. O’nun sahibesi [eşi] olmadığı hâlde, nasıl olur da O’nun çocuğu olur? Ve O, her şeyi yaratmıştır. Ve O, her şeyi en iyi bilendir. (En’am/101) De ki: “O, bir tek olan Allah`tır, Samed olan Allah`tır, doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey O`na; sadece O`na denk olmamıştır.” (İhlas/1-4) 69 - De ki: “Şu, Allah’a yalan uyduran kimseler kesinlikle kurtulamazlar.” 70 – [O şeyler] Dünyada bir kazanımdır. Sonra dönüşleri yalnızca Bizedir. Daha sonra da inkâr ettikleri şeyler nedeniyle kendilerine o çetin azabı tattıracağız. Bu ayetlerde, delilsiz iftira eden ve kendi saçma görüşlerini Allah’a mal edenlerin bu tür yalanlarla dünyada ancak biraz sefa sürebilecekleri, ahirette ise çok fena bir akıbetle karşılaşacakları bildirilmektedir. Bu fena akıbet, tadacakları çetin azaptır. 71, 72 - Bir de onlara Nuh`un önemli haberlerini oku: Hani o kavmine; “Ey kavmim, eğer benim aranızda duruşum/ size karşı çıkışım ve Allah`ın ayetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben yalnızca Allah`a tevekkül etmişimdir. Artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp bütün gücünüzle karar veriniz. Sonra bu işiniz size dert olmasın. Sonra bana gerçekleştirin, bana mühlet de vermeyin. Sonra da eğer yüz çevirirseniz; zaten ben sizden bir ücret istemedim! Benim ücretim sadece Allah’ın üzerinedir. Ve ben müslümanlardan olmakla emrolundum” demişti. 73 - Buna rağmen yine de onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide kendisiyle beraber olanları kurtardık. Ve onları halifeler yaptık. Ayetlerimizi inkâr edenleri de suda boğduk. O uyarılanların akıbetinin nasıl olduğuna bir bakıver. Bu ayetlerde, çok kısa ve veciz bir şekilde Nuh peygamber ile kavmi arasında cereyan eden olaylara değinilip bir hatırlatma yapılmıştır. Bu olaylara daha önceki surelerde de değinilmiş, özellikle Şuara suresinde konu detaylı olarak aktarılmıştı. Söz konusu olayların kısa bir özet şeklinde bu surede de aktarılmış olması, bize göre, Nuh peygamber ve kavmi arasındaki mücadele ile peygamberimiz ve Mekkeli müşrikler arasındaki mücadelenin birbirine çok benzemesinden dolayıdır. Onlar dediler ki: “Ey Hud! Bize bir açık kanıt ile gelmedin. Ve biz Senin sözünle ilâhlarımızı terk edecek değiliz. Biz sana inananlar değiliz de. Ancak ‘Tanrılarımızdan bazısı seni fena çarpmış’ diyebiliriz.” O [Hud] dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki ben, Allah’ın astlarından O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Hadi öyleyse hepiniz bana tuzak kurun, sonra beni hiç bekletmeyin. Şüphesiz ben gerçekten, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Onun, perçeminden yakalayıp denetlemediği hiçbir dabbeh [hareket eden canlı] yoktur. Şüphesiz ki benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir. Buna rağmen yine de sırt çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ve benim Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi halife yapar. Ve siz O’na hiçbir şeyce zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.” (Hud/53-57) Sana da kendisinden öncekilerini doğrulayan ve onları kollayıp koruyan olarak hakk ile Kitap’ı [Kur`an’ı] indirdik. Öyleyse onların aralarında Allah`ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen haktan saparak onların arzu ve heveslerine uyma. Ve Biz, sizden hepiniz için bir şeriat ve yol kıldık. Ve eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi belâlandırmak [denemek] için [böyle yapmadı]. Öyleyse iyiliklere yarışın. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah’adır. Sonra O, kendisi hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. (Maide/48) “Ben ancak her şeyin sahibi olan ve burayı haram [dokunulmaz] kılan bu şehrin [Mekke’nin] Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Ve ben Müslüman olmamla ve Kur’an’ı okumamla emrolundum. Artık kim doğru yolu bulursa, yalnız kendisi için bulmuş olur; kim de saparsa hemen ‘Ben sadece uyarıcılardanım’” de! (Neml/91, 92) Rabbi ona, “İslâm ol!” dediği zaman o [İbrahim]; “Ben âlemlerin Rabbi için İslâm oldum.” dedi. Ve İbrahim, kendi oğullarına vasiyet etti: “Ey oğullarım! Şüphesiz ki, bu dini size Allah seçti. Onun için uzak durun, yalnızca müslümanlar olarak can verin!” Yakub da [oğullarına vasiyet etti]. (Bakara/131, 132) -“Rabbim! Sen bana mülk verdin ve bana ehadisin [olacakların/ sözlerin] tevilinden öğrettin. Gökleri ve yeri yoktan var eden! Sen benim velimsin Sensin, benim canımı müslüman olarak al ve beni dünya ve ahrette salihler arasına kat!”- (Yusuf/101) Ve Musa: “Ey kavmim! Siz Allah`a iman ettinizse, sadece O’na teslim olan müslümanlardan oldunuzsa, artık sadece O’na tevekkül edin” dedi. (Yunus/84) Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona iman mı ettiniz? Şüphesiz bu halkını şehirden çıkarmak için, şehirde kurduğunuz gizli bir tuzaktır. Yakında bileceksiniz. Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi mutlaka asacağım.” Onlar [sihirbazlar] da dediler ki: “Hiç şüphesiz biz sadece Rabbimize dönenleriz. Senin bizden intikam alman [cezalandırman] da sırf Rabbimizin ayetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır.” -“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır dök [yağdır] ve canımızı Müslümanlar olarak al!”- (A`râf/123-126) Ona “köşke gir!” denildi. Sonra o, onu görünce derin bir su sandı ve eteğini çekti. O [Süleyman], “Bu billurdan yapılmış, şeffaf bir zemindir” dedi. O [Melike]: “Rabbim! Ben gerçekten kendime zulüm etmiştim. Süleyman ile beraber, âlemlerin Rabbi olan Allah`a teslim oldum” dedi. (Neml/44) İçinde hidayet ve nûr bulunan Tevrat`ı, Şüphesiz Biz indirdik. Teslim olmuş kişiler olan peygamberler onunla yahudilere hükmederler, Rabbaniler [kendilerini Allah’a adamış kişiler] ve Ahbar [âlimler] da, Allah`ın kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin Bana saygı duyup ürperin. Benim âyetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah`ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. (Maide/44) Ve hani havarilere: “Bana ve elçime inanın” diye vahyetmiştim de onlar, “inandık, ve bizim gerçekten teslim olduğumuza tanık ol” demişlerdi. (Maide/111) De ki: Benim salatım, ibadetim, hayatım ve ölümüm sadece kendisinin ortağı olmayan âlemlerin Rabbi Allah içindir. Ve ben böyle emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.” (En’am/162-163) 74 - Sonra onun ardından kendi kavimlerine elçiler gönderdik de onlar, onlara apaçık belgeler getirdiler. Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar. İşte Biz, haddi aşanların kalplerini böyle damgalarız/ mühürleriz. Rabbimiz, rahmeti gereği, Nuh peygamberden sonra da toplumlara elçiler göndermiş, kendilerine apaçık belgeler getirmelerine rağmen bu elçiler o toplumlarca yalanlanmıştır. Rabbimizin bu konudaki yasası [Sünnetullah], haddi aşarak yalanlayanların kalplerinin mühürlenmesidir. Ayetin sonunda yer alan “kalplerini böyle damgalarız/ mühürleriz” ifadesi, inançsızların kalplerinin mal-mülk, makam-mevki hırsıyla katılaştığı, duygusuz, düşüncesiz, anlayışsız bir hâle gelerek inanma yeteneğini kaybettikleri anlamına gelmektedir. “Kalplerin Mühürlenmesi” konusu daha önce Tin suresinin tahlilinde açıklandığından, daha fazla bilgi için o bölümün (Tebyinü’l-Kur’an; c: 1, s: 560-572) tekrar okunmasını öneriyor, konu ile ilgili iki ayetin mealini vermekle yetiniyoruz: Ve Biz onların kalplerini ve gözlerini ilkin iman etmedikleri durumdaki gibi ters çeviririz. Ve Biz de onları taşkınlıkları içerisinde kör ve şaşkın olarak bırakırız. (En’am/110) Ve Biz Nuh`tan sonraki nesillerden nicelerini helâk ettik. Ve kullarının günahlarını hakkıyla haberdar olan ve en iyi gören olarak Rabbin yeter. (İsra/17) Kur’an’dan anlaşıldığına göre, Nuh peygamberden sonra gönderilen elçiler Hud, Salih, İbrahim, Lut ve Şuayb peygamberlerdir. 75 - Sonra bunların arkasından Musa ve Harun`u ayetlerimizle Firavun`a ve ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler ve günahkâr bir kavim oldular. 76 - Kendilerine tarafımızdan gerçek gelince, “Hiç şüphesiz bu, kesinlikle apaçık bir sihirdir” dediler. 77 - Musa dedi ki: “Siz hakk için, o, size gelince, ‘Bu, sihir midir?’ mi diyorsunuz? Hâlbuki sihirbazlar iflâh olmazlar [umduklarına eremezler].” 78 – Onlar “Sen atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin ve yeryüzünde saltanat ikinizin olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmayız!" dediler. 79 – Ve Firavun “Bana en bilgili sihirbazların tümünü getirin!” dedi. 80 - Nihayet sihirbazlar gelince, Musa onlara “Ne atacaksanız atın!” dedi. 81, 82 - Onlar ortaya atınca da Musa: “Sizin getirdiğiniz şey sihirdir. Şüphesiz, Allah onu iptal edecektir [boş ve asılsızlığını ortaya çıkaracaktır]. Şüphe yok ki, Allah fesatçıların işini düzeltmez. Ve Allah, günahkârların hoşuna gitmese de hakkı kelimeleriyle ortaya koyup gerçekleştirir” dedi. 83 – Sonra Firavun ve adamlarının kendilerini ateşe atacağı korkusundan dolayı Musa`ya kendi kavminden bir soydan başka kimse iman etmedi. Ve şüphesiz Firavun yeryüzünde çok üstün idi ve o kesinlikle haddi aşanlardandı. 84 – Ve Musa: “Ey kavmim! Siz Allah`a iman ettinizse, sadece O’na teslim olan müslümanlardan oldunuzsa, artık sadece O’na tevekkül edin!” dedi. 85, 86 - Onlar da: “Biz Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi o zalim kavim için fitne kılma ve bizi rahmetinle o kâfirler kavminden kurtar!” dediler. 87 - Ve Biz Musa ile kardeşine, “Kavminiz için Mısır’da birtakım evler hazırlayın ve evlerinizi kıble kılın ve salatı ikame edin ve müminlere müjde verin!” diye vahyettik. 88 – Ve Musa “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun’a ve ileri gelenlerine basit hayatta ziynet ve mallar verdin. -Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye- Rabbimiz! Onların mallarını sil süpür ve kalplerine sıkıntı düşür! Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi. 89 – O [Allah]: “Her ikinizin de duası kesinlikle kabul olundu. Öyleyse ikiniz doğru yolda devam edin! Ve bilmeyen kişilerin yolunu sakın izlemeyin!” dedi. 90-92 - Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen takip etti. Nihayet boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı`dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım!” dedi. -Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun.- Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız. Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim ayetlerimizden gafildirler. 93 – Ve ant olsun; İsrailoğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onları hoş nimetlerden rızklandırdık da kendilerine ilim gelene kadar ihtilâfa düşmediler. Şüphesiz Rabbin, o anlaşmazlığa düştükleri konularda, kıyamet günü, aralarında gerçekleştirecektir. Daha evvel birçok surede anlatılmış olan Musa, Musa-Firavun, Musa-İsrailoğulları kıssalarından derlenmiş bir özetin verildiği bu ayet grubunda, diğer surelerdeki kıssalarda bulunmayan bazı ayrıntılar mevcuttur. Farklı bilgilerin verildiği ayetler şunlardır: Onlar; “Sen atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çeviresin ve yeryüzünde saltanat ikinizin olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmayız." dediler. (Yunus/78) Bu ayette, Musa ve Harun’un Firavun ve kavmini atalarının yolundan çevireceği ve iktidarı bunların ellerinden alacağı konu edilmektedir. Sonra Firavun ve adamlarının kendilerini ateşe atacağı korkusundan dolayı Musa`ya kendi kavminden bir soydan başka kimse iman etmedi. Ve şüphesiz Firavun yeryüzünde çok üstün idi ve o kesinlikle haddi aşanlardandı. (Yunus/83) Bu ayetten anlaşıldığına göre, Musa’ya kendi kavminin tamamı değil, kavminden sadece bir soy inanmıştır. Ayette soy olarak geçen bu inanmış kimseler muhtemelen o günkü gençlerden bir gruptur. Onlar da: “Biz Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi o zalim kavim için fitne kılma ve bizi rahmetinle o kâfirler kavminden kurtar!” dediler. (Yunus/85, 86) |
Bookmarks |
Etiketler |
giriş, sûresi’ne, yunus |
|
|