hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 51.Yunus suresi

 
 
Seçenekler Stil
Alt 28. September 2008, 02:09 AM   #11
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

ZALİMLER İÇİN FİTNE OLMAK


Daha evvel bir çok kez açıkladığımız gibi, “fitne” sözcüğü altın, gümüş gibi kıymetli madenlerin, içlerinde bulunan değersiz maddelerin ateşte yakılması suretiyle saflaştırılması anlamına gelmektedir. Sözcük, Rabbimizin kullarını saflaştırmak, olgunlaştırmak için onları içerisine düşürdüğü belâlar, sıkıntılar için kullanılan bir kavramdır. Ancak “fitne” sözcüğü burada “zalimlere fitne olmak” tabiri içinde yer almaktadır. Bu sebeple, sözcüğe 83-86. ayetlerden oluşan pasaj bütünlüğü çerçevesinde bakıldığında, sözcüğün meful anlamının kastedildiği görülür. Buna göre, Musa’nın kavminin duası şu anlama gelmektedir: “Ey Rabbimiz! O kavim, bizi dinimizden döndürmek için bize baskı, zulüm yapmasın, yaptırtma bunu!”

Ve Biz Musa ile kardeşine “Kavminiz için Mısır’da birtakım evler hazırlayın ve evlerinizi kıble kılın ve salatı ikame edin ve müminlere müjde verin!” diye vahyettik. (Yunus/87)


Bu ayette, İsrailoğullarını dinlerinden döndürmek isteyen Firavun’un baskı ve asimilasyon politikalarına karşı, Musa ile Harun’a, birlik ve beraberliklerini koruyabilmeleri için nasıl bir yol izlemeleri gerektiği bildirilmiştir. Rabbimizin bu talimatına göre, elçiler ve onlara inananlar birbirine bakan yakın evler [veya toplantı merkezi şeklinde kullanılan hücre evler] oluşturacaklar ve salatı da ikame edeceklerdir. Aksi hâlde sürüden ayrılanı kurt kapacaktır.

Ve Musa; “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun’a ve ileri gelenlerine basit hayatta ziynet ve mallar verdin. -Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye.- Rabbimiz! Onların mallarını sil süpür ve kalplerine sıkıntı düşür! Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler!” dedi.
O [Allah]: “Her ikinizin de duası kesinlikle kabul olundu. Öyleyse ikiniz doğru yolda devam edin. Ve bilmeyen kişilerin yolunu sakın izlemeyin!” dedi. (Yunus/88, 89)

Bu ayetlerde, Musa’nın Firavun ve ileri gelenler için yaptığı dua ile Rabbimizin bu duanın kabul edildiğini bildiren beyanı yer almaktadır.

Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen takip etti. Nihayet boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı`dan başka tanrı olmadığına ben de inandım ben de teslim olanlardanım.” dedi. —Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun.- Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız. Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim ayetlerimizden gafildirler. (Yunus/90-92)


Bu ayetlerde Firavun’un boğulma anında iman ettiği ve onun cesedinin sonraki kuşaklara ibret olması için gösterileceği bildirilmektedir.
Firavun’un ölüm anındaki imanı “iman-ı yeis ve imanı-ı beis” denilen “zoraki iman” kategorisindedir. Sahibine faydası olmayan bu iman, daha evvel Kıyamet suresinin tahlilinde detaylı olarak açıklanmıştır. (Tebyinü’l-Kur’an; c:1, s:616-619)
Ayette geçen “beden” sözcüğü “insanın vücudu” anlamına geldiği gibi, aynı zamanda “zırh” da demektir. (Lisanü’l-Arab; c:1, s:355, 356) Bu nedenle ayetin “seni bedeninle kurtaracağız” diye çevrilmesinde bir anlam yoktur. Zira “sen” ifadesi içinde “beden” anlamı zaten vardır. Buna göre ayetin “bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız” şeklindeki ifadesi, daha sonra Firavun’un ibret için ortaya çıkarılışının, üzerinde savaş elbisesi olduğu hâlde gerçekleşeceğini düşündürmektedir.
Ancak bazı kimseler “beden” sözcüğünün aynı zamanda “zırh” anlamına da geldiğini dikkate almamışlar ve Firavun’un cesedinin bulunduğunu ve sergilendiğini ileri sürmüşlerdir.
Bu iddialardan biri, British Museum’da EA 32751 kod numarası ile sergilenen cesedin o günkü Firavun II. Ramses’e ait olduğu yolundadır. Bu iddianın sahipleri, cesedin namazdaki secde pozisyonunda olmasını bu iddialarına delil göstermişlerdir. Ancak British Museum Eski Mısır Eserleri Bölümü yetkilisi olan Derek A. Welsby tarafından yapılan yazılı açıklamada bu cesedin M.Ö. 3400 yıllarına [yani Musa peygamberden çok önceki bir döneme] ait olduğu ve mezarda cesedin kimliğini ele verecek hiçbir özel takı, giysi ya da işarete rastlanmadığı bildirilmiştir.
Bu konuda ileri sürülen görüşlerden bir diğeri de Mevdudi’ye aittir. Mevdudi kendi iddiasını şöyle dile getirmiştir:

Bu va’d-i ilahi gerçekleşmiş, herkesin bildiği gibi, Firavunun cesedi su üstüne çıkmış, müzede sergilenmektedir.
Hatta bugün bile, Firavun`un cesedinin yüzerken bulunduğu yer, bölge sakinlerince gösterilir. Bu yer Sina Yarımadası`nın batı kıyısındadır ve şimdi Cebel-i Firavun [Firavun Dağı] olarak bilinir. Bu dağın yakınında da, Hammam-ı Firavun [Firavun Hamamı] denen sıcak bir kaplıca vardır ki, Firavun`un cesedinin bulunduğu söylenen Ebu Zenime`den birkaç mil mesafededir. Eğer boğulan Firavun, Musa`nın [a.s] kendisine gönderildiğinde Mısır`ı yöneten Minfetah ise, mumyalanmış cesedi hala Kahire müzesinde sergilenmektedir. Sir Grafton E. Smith, Firavun`un mumyasından bandajları kaldırdığında cesedi üzerinde bir tuz tabakası bulunmuştu ki, bu da onun denizde boğulduğunun apaçık delilidir. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an, Yunus, 92 no’lu dipnot)


FİRAVUNUN ÇIKARILMASININ BAŞKALARINA İBRET OLMASI


Bilindiği üzere Firavun, yeryüzünde büyüklenmiş, azdıkça azmış, kendisini yeryüzünün rabbi, ilâhı olarak tanımaya ve tanıtmaya başlamış bir hükümdardır. Böyle birinin cesedi, o azametli kişinin nasıl erimiş, bitmiş, tükenmiş hâle geldiğini göstermesi bakımından hem onun gibi azmışlara hem de o hâli gören tüm izleyenlere ibret olacak, ders verecektir.
Ayetin sonunda yer alan “Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim ayetlerimizden gafildirler” ifadesiyle insanların duyarsızlığına dikkat çekilmiştir. Gerçekten de insanların çoğu, Allah’ın sayısız ayetleri ile iç içe yaşamalarına rağmen işin farkında değildirler. Oysa böyle özel bir durum söz konusu olduğunda, para vererek o ayeti müzelerde bile izlerler. (Kur’an kıssalarının yararları için A’raf suresinin tahlilindeki açıklamamıza bakılabilir.) (Tebyinül’l-Kur’an; c:2, s:607-608)
Firavun’un cesedi konusunda Kuran Araştırmaları Grubu’nun “Kuran Hiç Tükenmeyen Mucize” adlı kitabında şu açıklamalar bulunmaktadır:

FİRAVUN`UN CESEDİ: ÇOĞUNLUĞUN HABERSİZ OLDUĞU DELİL

Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu ise azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Boğulmak üzereyken: "İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, ben de müslümanlardanım" dedi.
Şimdi mi? Daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.
Bugün senin bedenini kurtaracağız ki senden sonrakilere bir delil olsun. Gerçekten insanların çoğunluğu delillerimizden habersizdirler. (Yunus/90-92)

Firavun öleceğini kesin olarak anlayınca inandığını, müslüman olduğunu söylemektedir. (Kuran`da Allah`ın indirdiği tüm Peygamberlerin müslümanlığı anlattığı söylenir. Allah`a ortak koşmadan inanan, Allah`a yönelen kişi müslümandır. Türkçedeki "Müslümanlık" kelimesi yanlış bir şekilde sadece Peygamberimize uyanlar ile sınırlanmıştır.) Fakat Allah, öleceğini kesin olarak anlayan Firavun`un bu inancını kabule değer bulmamaktadır. Bununla birlikte, Allah, Firavun`un cesedinin daha sonradan gelen insanlara bir delil olsun diye bozulmadan saklanacağını söylemektedir. Peygamberimiz`in döneminde, hatta ilerleyen asırlarda müzecilik diye bir zihniyetin gelişeceğinin, binlerce yıllık bozulmamış insan cesetlerinin, hem de firavunlarınkilerin bulunacağının tahmin edilmesine imkan yoktur. Kuran`ın hem bu ifadesi bir mucize oluşturmaktadır, hem de bu ifadeyle beraber Kuran`ın bu açık mucizelerine rağmen insanların çoğunun bunlardan habersiz olduğunun vurgulanması önemlidir. Gözümüzle gördüğümüz bu tablo gerçek değil mi? Gerçekten Allah`ın delilleri çoktur, gerçekten de insanların çoğunluğu bunlardan habersizdir.
Kuran`ın geldiği dönemde, Nil nehrinin kıyısındaki Krallar Vadisi`nde bütün firavunların cesetleri mumyalanmış bir şekilde saklı bulunuyordu. Bu cesetler, günümüzde müzeciliğin en değerli parçaları olarak saklanmaktadır. Bu mumyaların keşfedilmesi ancak 19. yüzyılda mümkün oldu. Kuran`da bahsedilen Firavun`un hangisi olduğu tartışılabilir ama bu Firavun hangisi olursa olsun, bugün Kahire Müzesi`ndeki Kral Mumyaları Salonu`ndadır ve ziyaretçilere açıktır. (Hz. Musa`nın yaşadığı tahmin edilen döneme daha çok II. Ramses veya onun oğlu Merneptah uymaktadır. Merneptah`ın vücudunda öldürücü darbelerin izi vardır. Bu darbelerin, bu Firavun`un denizde boğulması sırasında oluştuğu, bu Firavun denizde boğulduktan sonra, kıyıya vuran cesedini Mısırlılar`ın diğer Firavunlar`ına yaptıkları gibi mumyaladıklarını söyleyenler vardır. Elimizdeki tarihsel veriler bu Firavun`un nasıl öldüğünü söylemeye yetmez. Fakat Kuran`da bahsedilen Firavun`un ölümü ile bu cesedin arasında bir çelişki de tespit edilememiştir.)
Krallar Vadisi`nde firavunların cesetleri 3000 yıllık istirahatlerinden sonra keşfedildi [1881 ve 1898 yıllarında]. Kuran, Firavun`un cesedinin delil olacağını söylediğine göre bu cesedin bulunması gerekmez miydi? Gerekirdi... Peki ne oldu? Her zamanki gibi, gereken yine oldu. Cesed bulundu. Tam 3000 yıllık uykunun ardından... Peki, Kuran`ın "İnsanların çoğu delillerimizden habersizdirler" öngörüsü ne oldu? Bunu da hem bu konuda, hem diğer konularda etrafınıza sorular sorarak siz test edin. Acaba insanların çoğu Allah`ın delillerinden ne kadar haberdar?
Prof. Dr. Maurice Bucaille, Kuran`ın, Firavun`un cesedinin ileride bulunacağını söyleyen ayetindeki mucizeye, kitaplarında dikkat çekmektedir. (Kur’an Hiç Tükenmeyen Mucize)

Ve ant olsun İsrailoğulları`nı çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onları hoş nimetlerden rızklandırdık da kendilerine ilim gelene kadar ihtilâfa düşmediler. Şüphesiz Rabbin, o anlaşmazlığa düştükleri konularda, kıyamet günü, aralarında gerçekleştirecektir. (Yunus/93)

Burada İsrailoğullarının özellikle bilgin olanları kınanmaktadır. Çünkü ayette ilim gelene kadar onların ayrılığa düşmediği belirtilmiştir. Yani bilgi, ayrılığa değil birliğe sebep olacak en büyük etken iken, İsrailoğulları arasında ihtilâfa yol açmıştır.
İsrailoğullarının bilgi geldikten sonra ayrılığa düşmeleri, onların hem Musa dönemindeki hem de Kur’an indiği dönemdeki durumlarına uymaktadır. Zira İsrailoğullarının içlerinden bazıları, Tevrat geldiğinde de, Kur’an’ı gördüklerinde de, ilim kaynağı olan kitabı tanımayarak çıkarları doğrultusunda hareket etmişler ve ayrılığa düşmüşlerdir.

94, 95 – Artık, sana indirdiğimiz şeylerin bir kısmından “şekk”te idiysen [“kesin bilgi”n yok idiyse], hemen senden önce kitap okuyan kimselere sor. Ant olsun ki, sana Rabbinden hakk gelmiştir. O hâlde sakın şüphe edenlerden olma! Sakın Allah`ın ayetlerini yalanlayanlardan da olma, sonra hüsrana uğrayanlardan olursun.

94. ayetin “artık” sözcüğüyle meallendirdiğimiz “ف fe” edatıyla başlaması, bu edattan sonra gelen sözlerin bu ayetten önceki pasaja ait olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla 94, 95. ayetlerdeki uyarılar, 75-93. ayetlerde yer alan kıssaya bağlı olarak yapılmıştır. Bu edatın dikkate alınmaması hem ayette hem de pasajda sorunlara yol açar.
Ayetin muhatabı tüm insanlar olmasına rağmen hitabın tekil olarak peygamberimize yapılması, tam olarak Türkçedeki “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit” deyimine benzemektedir. Kur’an’da bunun bir çok örneği vardır:

Ve ant olsun ki, sana ve senden öncekilere vahyedildi ki: “Ant olsun ki, eğer şirk koşarsan amelin kesinlikle boşa gidecek ve mutlaka kaybedenlerden olacaksın. Onun için, tam aksine yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” (Zümer/65, 66)

Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O [İsa]: “Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise Senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen; gaybleri bilen yalnız Sensin, Sen!” (Maide/116)

Ey insan, `üstün kerem sahibi` olan Rabbine karşı seni aldatıp yanıltan nedir? (İnfitar/6)

İşte insana bir sıkıntı dokunuverince Bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da “O, bana bir bilgi üzerine verildi” der. Aslında o [verilen nimetler], bir fitnedir. Velâkin onların çoğu bilmezler. (Zümer/49)


Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman onları iddetleri içinde boşayın ve iddeti de sayın. Ve Rabbiniz Allah`a takvalı davranın. Apaçık bir hayâsızlıkla gelmeleri müstesna, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Ve bunlar Allah`ın sınırlarıdır. Kim Allah`ın sınırlarını aşarsa, bilsin ki kesinlikle şüphesiz kendine zulmettir. Sen bilmezsin, Allah, bundan sonra bir durumu ortaya çıkarmak için … (Talak/1)

Ey peygamber! Allah`a takvalı davran, kâfirlere ve münafıklara da itaat etme. Şüphesiz Allah en iyi bilendir, Hakiym’dir [en iyi yasa koyandır].
Ve Rabbinden sana vahyedilen şeylere uy. Şüphesiz Allah, sizin ne yapıp durduğunuzdan haberdardır.
Ve Allah`a tevekkül et, Vekil olarak da Allah yeter. (Ahzab/1-3)

Ey insan! Şüphesiz sen Rabbine doğru koştukça koşan birisin. Sonunda da O’na varacaksın. (İnşikak/6)


الشّكّŞEKK

Türkçede “kuşku anlamında kullanılan “ الشّكّşekke” sözcüğünün esas anlamı “kesin olmayan bilgi [yakin karşıtı]” demektir. (Lisanü’l-Arab; c:5, s:167, 168) Dolayısıyla burada söz konusu olan, peygamberimizin kuşku duyması değil, daha önceden kendisine vahyedilen konularda yeterli bilgisinin olmamasıdır. Zaten ayette de ifadenin şimdiki zaman olarak değil, geçmiş zaman kalıbıyla “ فان كنتfein künte [eğer idiysen …]” şeklinde yer alması, sözcüğün bu anlamda kullanıldığını göstermektedir. Bunun bir başka örneği de yine bu surenin 104. ayetinde karşımıza çıkacaktır.
Peygamberimizin geçmiş kavimler hakkında yeterli, kesin bir bilgisinin olmadığı, başka ayetlerde de bildirilmiştir:

Kesinlikle sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir. (Kaf/22)

Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki sen bundan önce kesinlikle gafillerden [duyarsız olanlardan, bilgisizlerden idin]. (Yusuf/3)

Ve sen bundan önce, bir kitaptan okur değildin. Onu sağ elinle yazmazdın da. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı. (Ankebut/48)

Ve sen Kitap’ın sana ilka edileceğini [indirileceğini] umuyor değildin. [O] Ancak Rabbinden bir rahmet olarak [verildi]. Öyleyse sakın kâfirlere arka çıkma [yardımcı olma]. (Kasas/86)

Ayetteki “ منmin” edatının teb’iz [bölme, parçalama] için olması, özellikle anlatılan kıssanın detayının o günkü ehl-i zikirden öğrenilmesinin, onlara sağlama yaptırılmasının ve böylelikle o konuda tam bir bilgiye ulaşılmasının istendiği anlamına gelmektedir ki, o günün Mekke’sinde de bu bilgilere sahip ve vahiy kültürü olan bir takım kimseler bulunmaktadır.

96, 97 – Şüphesiz şu, aleyhlerinde Rabbinin Kelime’si hakk olmuş olan kimseler, kendilerine bütün mucizeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler.

Peygamberimizin üzüntüleri gideren, ona manevî destek veren bu ayetlerde Rabbimizin iki ilkesine işaret edilmektedir. Bu ilkelerden biri; özgür iradeleriyle inançsızlığı seçen kişilerin ne kadar mucize görseler de inanmayacak olmalarıdır. Hatırlanacak olursa, bu ilke surenin 23. ve 33. ayetlerinde de geçmişti. Burada “ كلمة ربّك Kelimeti Rabbik [Rabbinin kelimesi]” olarak ifade edilmiş olan ikinci ilke ise daha evvel “ قولKavl [Söz]” olarak da izahını yaptığımız “Rabbimizin cehennemi doldurma” kararıdır. (Konunun detayı için bakınız: Tebyinü’l-Kuran c:2, s:110-111)
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da, ne kadar mucize görseler de inanmayacak olanların bu tavırlarının o acıklı azabı görünceye kadar devam edecek olduğudur. Bu inançsızlar o acıklı azap karşısında imana gelecekler ancak bu zoraki iman onlara hiçbir fayda sağlamayacaktır.

98 – Ne olurdu, iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir kent olsaydı ya? Ancak Yunus’un kavmi ayrıdır. Onlar iman ettikleri vakit, basit yaşamda o rezillik azabını üzerlerinden kaldırdık ve onları bir süreye kadar yararlandırdık.

Bu ayetin anlamı 97. ayetin anlamı ile karıştırılmamalıdır. Çünkü 97. ayette zoraki imandan bahsedilmesine karşılık, burada, insanlardan o son dakika gelmeden kendilerine yarar sağlayacak bir şekilde iman etmeleri istenmekte, buna da Yunus peygamberin kavmi örnek gösterilmektedir. Yunus (as) kavmi, bir takım sıkıntılara maruz bırakılan, tam bir “rezillik içinde” iken iman eden ve bu davranışları sebebiyle Allah’ın rezillikten kurtarıp bu dünya hayatından bir süre daha yararlandırdığı bir kavimdir. Rabbimizin, yaptıklarının bir kısmının karşılığı olmak üzere insanlara bir takım sıkıntılar vermesi, onların akıllarını başlarına almalarını sağlamak içindir:

Dönmeleri için; insanların elleriyle kazandıkları yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/ kargaşa çıktı. (Rum/41)

Ayette Yunus kavmi gibi davranmayıp iman etmeyen ve bu yüzden de helâk edilen toplumlara gönderme yapılarak şayet inanmış olsalardı bu toplumların imanlarının ken*dilerine fayda sağlamış olacağı bildirilmektedir. Ayetin asıl hedefi, o günkü Mekkelileri önceki toplumların başlarına gelenlerle uyarmak ve kendilerini düzeltmelerini teşvik etmektir. Yunus kavminin yaptığı gibi yaparak fırsatı kaçırmadan durumlarını dü*zelttikleri takdirde kendileri için hayırlı bir iş yapmış olacaklardır.
Yunus peygamber için Kur’an’da “Zünnun [kılıç sahibi]” ifadesi kullanılmaktadır. Bu ifade, kılıç yapımı ile ünlü “Ninova kentinden olan” ve “Ninovalı” demektir. Ninova bugünkü Irak’ın Musul kenti yakınlarında bulunan antik bir kenttir. Yunus ve kavmi ile ilgili detay, A’raf suresinde yapılmış olan “Hut” sözcüğünün tahlili içinde bulunduğundan burada ayrıntıya girmiyoruz. Ancak Yunus peygamber ile ilgili olarak ileride karşımıza çıkacak bazı ayetleri vermenin yararlı olacağını düşünüyoruz:

Ve Zünnun’u [kılıç sahibini, Ninovalıyı] da. Hani, öfkelenerek giderken, kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı. Ama sonunda karanlıklar içinde, “Senden başka ilâh yoktur! Seni tespih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!” diye seslenmişti. (Enbiya/87)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
 

Bookmarks

Etiketler
giriş, sûresi’ne, yunus


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:32 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam