hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Nifak ve münafıklar > Münafıkların Özellikleri

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 21. February 2012, 11:49 AM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Bilerek-bilmeyerek nimete nankörlük.

''Salât vazifesinin yerine getirilmesi dua anlamında secde etmekle bitmez. ''Namazın dosdoğru kılınması'' için Salavât şartının da yerine getirilmesi gerekir. Yani Havra havarileri, Mescid ve Manastır (Beyt)ehli gibi kavam miktarını aşmadan, maişeti aşmayan ve ücret niteliğinde bulunmayan karşılığa razı olarak yaşanmalıdır. Ya Mescid el Haram üzere boyun eğilerek mülkte iştirak üzere olunup zekât kaynakta kesilecektir(Buna 'sadaka denir'). Ya da, arazide komşu(Leyli kalma şartı kaldırılmış ve Mu'minun-4 ve Nahl-71'e tabi) olarak ve her artma sonrası kavam miktarını aşan kısım kamuya iade edilecektir. Çünkü Allah eşitliği(mizanı) şeriat, mizanın veznini de Kavam(Bir insanın geçimine yeten miktar) yapmıştır.

Kuran’da kıssaları anlatılan Selam onlara Şuayb ve hatta Salih kıssalarına basiretle bakmayanlar mizan ve vezni inkâr ederek tuhaf bir şeriat uydurmuşlardır. Yani sadece selam Ona Zekeriya’yı öldüren ve selam ona İsa’yı öldürmeye kalkışan Yahudiler hep bol kazançla mesrur veya şâd olanlardır. Bunun için bunlara Mülkperest Putperestler dedik. Kalp katılığı ve bunu bir deyimle anlatan eski ahitte sıkça geçen ''sert enselilik'' gibi kavramlar, adalet ve rahmetten uzak, katı kalpliliğin ifadesi için kullanılan kavramlardır. Bu özellik ise, ekseriye Kuran’da Mütrefler ve meleler için kullanılmaktadır. Çünkü bütün peygamberlere direnenler, bu aristokratlar veya kodamanlar sınıfı olmuştur. Direnme sebepleri ise, tamamen sosyal ve ekonomiktir. Sınıflı toplumdan taviz vermemek ve insanları kendilerine uşaklar yapmaktır. Bu ise eşitlikten nefret eden köleci toplumun tepkileridir. Şirklerinin ve putperestliklerinin altında yatan sebep budur. Onların kâfirliklerinin büyük bir kısmı nimeti saklayıp, gömüp biriktirdikleri ve böylece nimete nankörlük ettikleri içindir.

''Kalbin gılaflı'' olması Kur'an'ın başka ayetlerinde de geçmesine rağmen, biz Fusullet süresinden misali vermek istiyoruz. Fusullet süresinin 3. ayetinde Kuran’ın; bilgi ile donatılmış bir toplum için detaylandırılmış olduğunu belirtikten sonra, çok önemli bir hususu vurgular 4. ayette. Onun detayının hem uyarma ( İnzar) ve hem de, muştulayıcı ( Müjdeleyici) olduğu belirtilir. Demek ki, kavramsal ve kurumsal İncil öğrenmek isteyenlere Kuran tükenmez bitmez çok uzun detaylar verir. Zaten Doğru sözlü Selam ona İsa, bu haberi kendi zamanındaki havarilere haber vermiştir. Hakikat ruhunun geleceğini ve onda olanın hiçbirinin, kendisinde bulunmadığını haber vermiştir.

Gerçekten de, eldeki İncil'lerde en açık davet şudur. “Neyin varsa sat ve parasını fakirlere ver; gel peşime” . Elbet ki bu önemli bir mesajdır. Ama kim neyi kime satacaktır. Niçin satacaktır? Mülk niçin kirleticidir? Sonra, satmak çözüm değildir. Çünkü onu bir aristokrat alacaktır. O daha da mülkleşirken, manastırda oluşacak Salih toplum malsız mülksüz ve bilhassa arazisiz ne yapacaktır? Denizin üzerinde mi yaşayacaktır? Oysa Neyin varsa getir, manastırda iştirak halinde onu kullanalım denilmesi daha doğrudur. Yine asıl fakirlerin çilesine son vermek için oluşturulan manastırlar varken Fakirler malı ne yapacaktır? Mademki davet onlaradır. Onların kurtuluşu içindir. Onların yeni topuluma gelmesi için mademki hususi malsızlık şarttır, öyle ise, yeni topluma katılan mallı, maldan arınarak buraya girmeyi hak ederken, fakire mal verildiği için, fakiri Melekût toplumuna giremez hale getirilmesidir ona malın parasını verip zengin etmek. Halbuki fakirin de bunu satması gerekmez mi manastıra girebilmesi için? Öyle ise, doğru emir, neyin varsa al gel onu buraya, müşterek mülkiyete ve müşterek kullanıma aç, çünkü buranın yasası budur hükmüdür. Hem de, malsız mülksüz fakirler buraya malsız geleceklerinden, onların kullanım ve yararlanmasına açılsın. Yoksa burada ne yer ne içerler denilmesi gerekmez miydi?

Fusullet süresi diyor ki, işte müjdenin gerekçeli ve detaylı izahı buradadır. Kuran önceki kitapları hem kapsamına almış ve hem de onları en küçük detaylarına kadar açıklamıştır. Bunu anlayabilmeniz için geriye kalan şey “Bilgiyle donatılmış olmanızdır”. Kalbi sünnetsizler buraya davet etseniz de asla girmeyeceklerdir. Çünkü onlar adaleti, eşitliği sevmedikleri gibi, kalplerinde rahmetten eser yoktur. Onlar insanları değil, kendilerini, bir de ''canım cicim'' diyecekleri karşı cinsi severler. Merhametsiz oldukları için, bu kitaptan nasipleri yoktur. Yoksa kitap ilimle donatılmış, cahil cühela olmayan herkese binlerce bilgi verir. Onu, doğru ve yanlışı ayıracak hale getirir, hem de Muhsinlikle coşturur ve onu bambaşka bir insan yapar. Yeter ki içine adalet ve merhamete yatkın bir sünnetli kalp bulunsun. İlimle donatılmış olsun.

Yine kitap odur ki, inzar yapar, yani kötü bir sosyo ekonomi politiğin, insanın insana köleliğini nasıl devamlı hale getirdiğini, dünya ve Ahiret saadetinden nasıl mahrum ettiğini izah etmelidir ki, insan uyarılmış olsun ki, müjdenin gerekliliğine inansın. Köle edinmeden ve köle de olmadan yaşamanın, böylece kirden, pislikten ve hüsran dan, haramdan, insan haklarından temizlenip, tertemiz olsun. Kirleten şeyler anlatılmazsa nasıl insanlar temizlik yolunu seçerler. Çünkü onlara, eski ahitte adı geçen ''yalancı muallimler'' mülk şehveti(tutkusu) içinde ve refah ve geniş dirlikte yaşamanın kirletici olmadığını ve küçük bir yüzdelikle temizlenebileceğini öğretmiştir. Bunun mümkün olmadığı anlatılıp, uyarılmadan (İnzar), o insan nasıl ve niçin itidal üzere yaşamayı tercih etsin? O ölü müdür? Onun nefsi yok mudur? Hayattan kam alarak cennet vaat eden dinler varken, niçin paylaşarak ve “Salla” diyerek tanımadığı ve soyundan da olmayan insanların kahırlarını çeksin, onlara iyilik dilerek kendi keyfini kaçırsın, hatta onları kendi nefsine tercih ederek “îsâr yapsın? Yoksa kendisine sefih derler(Bakara–13)

İşte bunların hepsi inzar kavramı içindedir. Yani inzar edilmesi gereken konular, ahiret inancı olmayan çoğunluk için dahi hayırlıdır. Çünkü tabana dolgu olacakları çok büyük olasılık dâhilinde olan piramitsel sistemlerden boşuna ümit beklerler. Çünkü küçük bir azınlık zirveye çıkar, çoğunluk ise, beterin beteri olur. Zayıfken, daha da zayıflayarak Muztazaaf olur. Şimdi Fusullet süresinin birkaç ayeti ile ''kılıflı kalp sünneti'' ile hiç ilgilenmeyen ve bunun sünnetine de razı olmayan melelerin Kitabı anlamaktan bunun için uzaklaştırıldıklarını görelim. Fusullet süresi Ayet 4 de 3 ayetin detaylarının neye ilişkin olduğunu şöyle verir.

“Muştulayıcı( Müjdeleyici) ve uyarıcı olarak. Onların pek çoğu yüz çevirdi. Kulak verip dinlemez onlar” ( Benciller, kendi aleyhlerine olduğunu sezip duymak bile istemediler)

Fusullet süresi 5.ayetle şöyle devam eder;

“Dediler ki; Bizi çağırdığın o şeye karşı kalplerimiz kılıflar içindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda bir perde vardır. O halde sen işini yap. Muhakkak ki biz de işimizi yapacağız”

Fusullet süresinin 6. ayeti müşriklerin şirk koşmasının bilgisizliklerinden ziyade, zekâtı( İhtiyaçtan artanı) vermemek, infaktan kaçınmak saikine dayandığı anlatılır. İşte bu çok önemlidir. Yani mülkperestler aynı zamanda putperest oldukları gibi, müşrikliği de yine maddi fedakârlıktan kaçınma saikine dayanır. Çünkü inkâr etmek, şirk koşmak için değildir asıl amaç, cimri ve egoist oldukları için müşrikliği tercih etmişlerdir. Allah’ın kudret ve Merhameti ile yarattığı dünyayı ve insanlara sunduğu nimetlerin, ismen var olup gerçekte olmayan ilahlar uydurarak onlarla ilişkilendirerek sorumluluktan kaçarlar. Yani işi şuna getirmeye çalışırlar:''Allah o nimetleri yaratmadı ki, onların tasarrufu konusunda nasıl bizi bağlayıcı hükümler getirsin'' demeye getirirler. ''Böyle bir hakkı yoktur'' diyerek egoistçe yaşamanın yolunu bulmuşlardır. Yine onlardan, kimsenin hesap soramayacağını buna güç yetiremeyecekleri konusunda halkı aciz bırakmak ve kendilerine teslim olmalarını sağlamak için de Ahireti, dolayısı ile hesaba çekilmeyi inkâr ederler.

Bu öyle güzel bir detaylandırma ve delillendirmedir ki, başka bir kitapta bulmak mümkün değildir. Çünkü bu kitap en son ve bütün âlemlere gelmiştir. O’na da böyle olmak yaraşır. İşte şirkin asıl nedenini en doğru sebebe bağlayan bu sürenin (Fusullet) sözü geçen 7. ayeti şöyle der. Şöyle ki;

“ONLAR ZEKÂTI (mizanda vezinden artanın tümünü) VERMEZLER. Ölüm sonrası hayatı inkâr edenler de onlardır.”

Burada yukarıdaki direkt mânâdan başka iki mânâ daha vardır şöyle ki;

Allah ve Ahirete inandığını söyleyip de zekâtı tam vermeyen, Mu'minun Suresi-4. ayet hükmüne uymayıp infak etmeyen gelenekçi dindara da bir mesaj vardır. ''Senin Ahirete inanmanın gereği ve kanıtı, zekâtını vermekle anlaşılır. Sanki Ahirete inanmayanların vurdumduymazlığı ile artan ihtiyaç fazlanı elinde tutuyorsun. Bu nasıl Ahirete inanmaktır'' mesajıdır.

Diğer mesaj da eski çağın aristokrat sınıfı gibi ''diyalektik materyalizmi'' savunup, böylece paylaşmamak için çamura yatan kollektivizm karşıtları iken, ey materyalist Marksist, sen neden fazlanın paylaşılmasını savunmak adı altında diyalektik materyalizmi savunursun. Bu ahmaklık değil midir?'' demektedir ayet. Gerçekten de, Kur'an’ın da belirttiği gibi şirk, eski komprador burjuvanın cimrilik yapmak için girdiği bir sığınaktı ve çamura yatmak için kendi açısından da haklı idi. Ben kazandıysam, buna niçin ortak olunsun iddiasının dayanağıdır. Şirk kollektivizmin mantığına uymayan bir şeydir. Allah, gerek nimete küfrettikleri için kâfir olarak isimlendirilen, gerekse hakkı örttükleri için kâfir olanlar ve müşriklerin bunu bilmediklerinden değil, bile bile yaptıklarını Nahl süresi 83. ayette şöyle bildirir.

“Allah’ın nimetlerini biliyorlar, sonra da onu inkâr ediyorlar. Çoğu nankördür onların”

Gerek küfrün, gerekse şirkin ele başları Allah’ın nimet verici olduğunu elbette ki biliyorlardı. Ama bunu ikrar etmek ve kabul etmek, onları yükümlülük altına sokacağı için, bildikleri halde inkâr ediyorlardır.

Gerçekten küfrün ve şirkin temelinde cimrilikten doğan ekonomik kaygılar yatmaktadır. Bunlara tabi olan aklı ermezler hariç, küfür ve şirk ehli daima mütref ve meleler arasından çıkmıştır. Bu bir tesadüf değildir. Aristokrasi bencillik ve galebe-alt etme-rekâbet kültürü üzerinde yükselmektedir. Din ise, tevazuyu emreder. Diğerkâmlılığı emreder.

Bu erdemli hasletler ise, Aristokrasinin nefret ettiği şeylerdir. Çünkü bunun kabulü, kendi kendilerinin inkârı anlamına gelmektedir. Buna dair Kuran'da onlarca ayet vardır. Aristokrasi kalkmadan, insanların gönüllerinden silinmeden, GÖSTERİŞ mizacı asla silinemez. Gösteriş eğilimi silinmedikçe, fitne ortadan kalkmaz. Fitne ortadan kalkmayınca da, “Din yalnız Allah’ın olmaz”. Dinin aristokrasi ile müttefik olması ve ona destek yapılması ise, hak dinin batıl dine dönüşmesidir. Yine bunu meleler bilirler ve bu tür dinleri gerek açıktan, gerekse el altından desteklerler. Ali Şeraitinin “Dine karşı din” dediği şey işte bu sosyo ekonomi politiği tersine çevrilmiş dindir. Mensubuna faydası, yani Aristokrata zararı olmayan din işte bu batıl dindir. Hak dine karışı çıkanların aristokratlar olduğu ve itirazın ve karşı koymanın altında yatan saikin sosyo ekonomik olduğunun Kuran’daki birçok delilinden(ayetin den) birkaç örnek verelim. Şöyle ki;

Vakıa süresinin 41. ve 45 ayet bu şomluk yaranını (uğursuz soldakiler, yani aristokratlar, yani atavizmi muhafaza edip, tecdide mani olan ferdiyetçi muhafazakâr ) olduğunu bu iki ayet çok açık bir dille anlatır. Müminin iğreneceği solcular, işte liberalizmin sağcılar (güçlüler, gücü kutsayanlar) diye tanımladığı zenginler kesimidir. Yani, genel anlamı ile mülkü özelleştirip çoğunu hazları için harcayan liberalist-kapitalistlerdir zamanımızdaki anlamı. Genel isimleri aristokratlardır. Bir gurup ve sınıf tahakkümünü ellerinde tutanlar eşitlikten, bu anlamdaki gerçek adaletten iğrenenlerdir. Bunlar zimmet ehlidir. Yani “Vela tahmil aleyna Isran kema hameltehü” emrine aldırmayıp işleri sorumlulukları yüklenen mültezim ve müteahhitlerdir. Adil olamayacaklarını bile bile insanları ve onların haklarını zimmetlerinde tutarlar. Bu ise, delice bir cürettir. Bu sorumluluğun ne kadar ağır olduğunu bilmezler.

Ahmaklar ise, bunlara güvenirler, Rablerini veli edinmeyi ve onun gerçek ilahlığı ile insanların lehine gayretler içinde olduğunu unutarak, aristokratlara ulûhiyet verirler. Sanki onlar da Allah gibi adil olup, onların çalışmalarının karşılığını inançlarına bakmaksızın verecekmiş gibi, onlara çalışırlar. Yetki ve üzerlerindeki tahakkümlerine razı olurlar. Bu, zimmet altında olmayı kabul etmektir. Sanki aynı mahvede ve terkide olmak, dizginleri bu “Sak” sürücülere vererek rahat edeceklermiş gibi zanneder, bundan adalet beklerler. Oysa gerçek adalet, eşitlik ve yükün her iki tarafının birbirine denk olmasındadır. Mizanda eşitliktir. Terazi kefelerinin denk olmasıdır. Bunun kadar önemli bir ilke de kavamın vezin yapılmasıdır. Şuayb Nebinin savunduğu budur.

Meleler ise, mizanı ve vezni kavamda eşitlik olmayan şeye adalet demektedirler. Nısfet ve Kıst, vezni kavam olan mizandadır. Hak olan alet ise, aristokratlaşmanın olmadığı, eşitlerin birbirine eşit statü içinde karşılıklı dayanışma ve yardımlaşmasıdır. Hak dinin adalet anlayışı budur. Diğeri müşriklerin adalete yükledikleri izafi anlamdır. Şöyle ki;

“Şomluk (solda veya kuzeyde olmak) ve uğursuzluk yaranı. Nedir şomluk (solda olma) ve uğursuzluk yaranı ?”

“Çünkü şomluk (kapitalist uğursuzlar, meymenetsiz nemrutlar) yaranı bundan önce, SERVET VE REFAHLA ŞIMARANLARDIR”(Sermest, sarhoş ve şâd olmuşlardı).

Refah ve servetin kazanılması ve kullanılmasında oluşturduğu zulmü hak din kaldırmak ister. Dinin solcular (uğursuz ve meymenetsizler) diye tanımladığı bu servet ve sermaye sahiplerinin, bu hususta kalpleri kılıflıdır. Allah bunların kalbini İslam’a açmaz ve onları temizlemez. Üzerinde bulundukları atavizmi İslam zannederek, kendilerini öyle tanımlayacak kadar gaflet içersindedirler. Çünkü onlar, görüp bildikleri halde kavam üzerinde kalan miktarın infakının hakk olduğunu kabul etmezler. Onlara gerçek tebliğ edilmiş veya edilmemiş hiç fark etmez. Kendi Ahiret geleceğini düşünmeyen ve hakkı anlatanlara savaş açanların hidayeti için Allah niçin ısrar etsin ki? Onları sapkınlıkları üzerine bırakır. Hatta bu yollarını onlara kolaylaştırır bile. Çünkü onları veli edindikleri şeytanın güdümüne terk etmiştir. Bu GÜRUH Aristokratlardır. Ferdiyetçilerdir… İşte birkaç ayet;

Bunun nedenini Allah bize Kuran’ın Enfal süresinin 21,22 ve 23. ayetlerinde öyle belirtir;

“Hiç işitmedikleri halde, işittik diyenler gibi olmayın.

Ayetlerin gerçek anlamlarını kavramadan yüzeysel bir inançla kalıp akıllarını çalıştırmayanlar, aristokratlara efendilik ve izzet vermişlerdir. Bunlar Kişiliksiz ve kimliksiz yaşayanlardır.

“ Çünkü Yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, Akıllarını işletmeyen sağır ve dilsizlerdir”

Basiretleri kapalı ve haksızlık karşısında susan ve onu kaldırmaya kalkışmayanlara hak olan sosyo ekonomi politik(Hak dinin şeriat ve minhacı) işittirilse de onlar ona razı olmaz ve atadan kalma şeylere bağlı kalmayı sürdürürlerdi.

“Allah Kendilerin de bir hayır olduğunu bilse idi, elbette onlara işittirirdi. Onlara işittirseydi bile, mutlaka yüz çevirir, döner giderlerdi.”

Görüldüğü gibi burada sadece Aristokratların sağırlığı değil, daha geniş kapsamlı bir basiretsiz ve sağırlar ve haksızlığı kaldırıp adaleti dikmek gibi bir niyet ve gayreti olmayan Dabbeler söz konusudur. Bunlar, hem aristokratlar, hem de ''ikinci el''cilerdir. Rızkı ikinci elden temin için Aristokratlara veya kodamanlara yanaşmalık yapanlardır. Din ve ilmi ne idüğü belirsiz, ismen âlim veya abid bildiklerinden hiç düşünmeden din ve ilim diye söz ve lakırdı alanlardır. Üstelik bu şeyleri aldıkları insanları o kadar büyütür, izzet verir ve kutsarlar ki… Bu tavırları ile Allah’a şirk koştuklarının bekli de farkına varmazlar. Yeryüzünde debelenen sayısız hayvanlar da bulunduğuna göre, bunlar sadece insanların değil, hayvanların da en aşağısında ve en kötüsüdür. Hayvanın aklı insana nazaran yok sayıldığı için, elinde olmayan sebeplerle akıl edemezler. İnsana bu yeti verildiği halde onu kullanmadığı için hayvandan daha aşağıda kalmıştır. Çünkü Akıllarını işletmeyen uyducular ve taklitçilerdir. Yanaşma ve köle mizaçlı insanlardır. Bunlardır zalime, bu tutumları ile meydanı bırakan ve hatta destek olanlar. Onun için de ayetteki bu hakareti hak etmişlerdir.

Nasıl ki vahdet, hayatın her alanında birlik ve beraberliği de içermekte ise, şirkte bunun aksine her alanda parçalı düşünmeyi ve ayrı ayrı öbekleşmeyi gerektirir. Şirkle Aristokrasi ve benzeri kibir düzenlerini kurumlaştırmak ve ona saygılı olmak iç içedir. Birinin emarelerini taşıyan insan, mutlaka diğerini de yol edinmiştir.

İnsanların ümmileri, ilmi ikinci elden almakla yetinip, bizzat ilimde derinleşip gerçeği aslından öğrenmeyi ihmal eden akılsızlardır(Bakara–78). Veya yüzeysel olarak kitaba bakan, ama kitaptakine değil, zanlarına yoranlardır. Aristokratları kapitalistleri ve bilumum eşitlik düşmanı ferdiyetçi sistemleri ayakta tutanlar da bunlardır. Çünkü Füsuk ve fücur kavramının detayını bilmezler. Tefsir diye sunulan mealleri tefsir zan ederler. Oysa tefsir; örtülü olanı açığa çıkarmaktır. Oysa gerçekler ortaya çıkartmak, üzerleri açılmak şöyle dursun, çoğu kez üzerleri örtülerek Vahdet dininde, vahdet ve tevhit tepeden tırnağa bir bütün olduğu halde, onlar sosyo ekonomik alanda infirad(ayrılığı) getirip koymuşlar ve bu Allah’tandır demişlerdir. İşte aklını kullanmayıp bu fakihlerin insanları Aristokratların peşine takıp hüsrana uğrattıkları insanların bir kısmı da bunlardan oluşur… Bunlar o kimselerdir ki; Bakara süresinin 78. ayetinde şöyle tanımlanırlar.

“İçlerinden ümmi olanlar da vardır ki, kitabı bilmezler, sadece hayal ve kuruntu bilirler. Onlar yalnız sanıya saplanırlar.”

Ayet bize, ümmi kavramının da tanımını yapmıştır. Ümmiliğin anlam ve kapsamı, kitabi bilgiye sahip olmamaktır. Resullah’ın ümmiliği de budur. Yani kendisine Kuran’la Yakiyn ilmi verilene kadar, Tevrat ve incil okumuş değildi. Kültürü kitap dışı bilgi niteliğinde idi.

Bunun gibi, Allah inancı gerçekten birci ve şirksiz ise, o insan dinde veliler, sosyal ekonomik yaşamda vekiller edinmeyip, insanların eşitliğine dayalı ve işlerin birleştirdiği, işte de vahdete inanır. Demek ki şirkte, bütün yaşamsal davranışları içine alan, bir ayrılık ve ikilik vardır..Vahdet ise, bütün yaşamsal alanları kapsayan bir bütündür. Onun için, Bakara süresi 64. ayette verilen öğütte, ehli kitaptan olan, ama Hıristiyanlar gibi İsa’yı Rableştirmeyen, Yahudi dinini de ayırmadan, şöyle denilmiştir.

“Deki; ey Ehli kitap; sizin ve bizim aramızda aynı olan şu söze gelelim. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. ALLAH’I BIRAKIPTA BİRBİRİMİZİ RABLER EDİNMEYELİM. Eğer yüz çevirilerse; Tanık olun biz Müslümanlarız/ Allah’a tam anlamı ile teslim olanlardanız”

Ayet çok açıktır ki, bilinen anlamda bir şirk koşması olmayan(Teslis yapmayan) Yahudileri de kapsamaktadır. Öyle ise, verilen mesajın anlamı çok geniştir. Aristokrasinin de, aziz ve Veliyullah diye isimlendirilenlerin de peşine takılmamayı ve kuyrukçuluğun tümünün reddini içermektedir. Çünkü Aristokratlar efendiler haline gelmiş ve bu sıfatlarıyla rableştirilmişlerdir. Para babaları, ekonominin kralları da ''aş ve iş'' verenler ilan edilmiştir. Oysa aş ve işi Allah verir. Bir takım din adamları da kutsanmış ve onların basit yorumları Allah vahyi yerini almıştır. Hatta “hazret” ilan edilmişlerdir. İşte, böyle yapanlar aklını kullanmayanlardır. Zanlarına uyan ümmiler ve bildikleri ve halde mülk tutkuları nedeniyle hak dinin asıl şeriat ve minhacı olan kavamda eşitliği sağlayacak kurumları öveceklerine, firavun gibi kollektivizm ve sosyalizmi ya kötülemişler veya kötüleyenleri ikaz etmemişlerdir. Hatta Şuayb kavminin havra kollektivizmini(Salavat) kastederek, “mülkümüze istediğimiz gibi tasarrufa karışamazsın” itirazını yapanların ferdiyetçi ve kapitalist guruptan olduğunu ve Şuayb’ın hak dinin şeriat ve minhacı olan kollektivizmine direndiklerini bile açıklamaz. Ayeti böyle anlayanlara da “yok canım öyle olur mu” diyerek üzerini örterler. Yeryüzünde debelenen bütün hayvanların en aşağılığıdırlar sözü iyice açılmalıdır. İslam ise Allah’a tam teslimiyettir.''

(Adalet ve Rahmet sitesinden)
Saygılarımla
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (23. April 2017 Saat 12:47 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (24. February 2012), Miralay (24. February 2012)
Alt 22. February 2012, 12:39 PM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

ARAF–88, 89, 90 ŞUAYB NEBİYE KARŞI DURANLAR.


Selam ona Musa hak din ekonomi politiği ve vahyin semantik dili ile bütün detayları ile ortaya koyunca, Firavun kodamanlara (Toprak-arazi Aristokratlarına, komprador burjuvaya) döndü ve mülkleşmelerine son verecek dine karşı dikkatlerini çekti. Şöyle ki; Araf süresi 109 ve 110 ayetler şöyledir;

“ Firavn toplumunun kodamanları şöyle konuştular, Bu adam gerçekten çok bilgili bir büyücü( söz Ustası).”

“ Sizi toprağınızdan çıkartmak (ağalık ve çiftlik sahipliğinize son vermek) istiyor ne buyurursunuz?”

Oysa Musa aristokratları ailece ekip biçmeye yarayacak kadarın çok üzerinde sahip oldukları araziden vazgeçip bizzat ekip biçecekleri kadarını ellerinde tutmasını istemiştir. Yine, Yahudilerin muztazaaflarını Aristokratların elinden kurtarıp bağımsız ve kendilerine ait bir toprakta homojen bir toplum oluşturmak için gelmişti Mısri’ye. Yani çıkartılmak sözü, İsrail oğullarına değil, çok belli ki, Aristokratlaradır.

Zamanın aristokratları çoğunlukla komprador burjuvazi gibi sermaye zenginleri değil, arazi zenginleridir. Yani feodal beylerdir. Toprak ağaları, feodal beyleri indirmeden ve feodal düzeni sona erdirmeden hak din sosyal ve ekonomik düzeninin kurulamayacağı bir gerçek olduğu için, önce onu tasfiye etmek için yol ve yöntem getirmiştir. Selam ona, Musa dini öğretisinin sosyal ve ekonomi politikası, Kompradorluğa ve ağalığa son vermektir

Bunu bilen Aristokratlar, dini “ehlileştirip”, hatta onu geçek sosyo ekonomi politiğinden arındırıp iğdiş edene kadar ona şiddetle karşı koyarlar. Yalancı peygamberler (Muallimler, Belamlar) oluşup, din kendi sosyo ekonomi politiğinden saptırılıp, bu sistem unutturulduktan sonra, Aristokratlar kendi sistemlerini ebedileştirecek fakihler bularak, dini “Ehlileştirirler”. Buna ılımlılık da diyebilirsiniz. Adalet ve rahmeti bütün insanlara yayarak zulme son verme iddiasından vazgeçmiş ve zamanla zulmün emrine girmiş bir din anlayışı. İşte, ondan itibaren bütün hak olan değişim ve dönüşümlere karşı koyan bir gerici güçler koalisyonu oluşturulmuştur. Halktan, haktan ve adaletten yana hiçbir değişiklik uygulanamaz olmuştur.

Bu kesimin tabandaki ümmileri neye, niçin direndiğini bilmez. Aristokrasiyi yıkması gereken hak din ortadan kalkmış, üretim biçimlerindeki gelişme ile değişen geçim yolları ile oluşan yeni sınıf burjuvazidir. Aristokrasiyi ortadan kaldıracak olan da odur. Al birini vur ötekine. Yani bir başka tür oligarşi ve Plütokrasi. Yine Hak din yoktur ortada, batıl batılla sistem mücadelesine girişmiştir. İlk aşamada tutucular bu mücadelede Aristokrasinin piyonluğunu yapmaktadırlar. Aristokrasi tasfiye olduğunda burjuva sınıfına payanda olurlar ki, mülkte iştirak gelip yerleşmesin. Oysa hak dinin öz kurumu ne aristokrasi, nede benzerleridir.

Hak dinin öz kurumu eşitlik üzere ve iştirak halinde yapılanmaktır. Sistem değişikliklerinde feodalizm ile liberalizm arasındaki çekişme batılla batılın çekişmesidir.

Ne değişmiştir? Haktan yana hiçbir şey değişmemiştir. Üstelik yıkılan aristokrasinin kurumlarını topluma dini kurum diye kabul ettirmiş olan besleme fakihlerin, hak olmayan şeraitleri nedeniyle bazı gelenekçi kesim feodalizmden Liberalizme geçişte boşuna direnir dururlar. Oysa Aristokrasiyi onların yıkması, ardından kollektivizmi oluşturmaları ve böylece burjuvazinin kurulmasına fırsat vermemeleri gerekirdi.

Bu kez, gelenekçileri yenilen aristokrasi ve onu yenen Burjuvazi paylaşarak kendilerine taraftar ederler. Çünkü Hak din kendi öz kurumları üzerine hiçbir zaman oturmamış, elden ele dolaşıp durmuştur. Resul ve Nebilerden sonra yarım asrı doldurmadan hak din sosyo ekonomi politiği terk edilip cahiliye mülkperestliğine dönüldüğü için bu böyle olmuştur. Bu arada gelenekçilerin ismi değişmiş ve muhafazakâr olarak tanımlanmışlardır. Her adil olmayan sistem kendi kurumlarını dini gösterecek fakihler ve onlara uyan kör takipçiler bulmakta zorluk çekmemiştir…

Allah, Şuayb peygamberi bu dönüşümü yapması için göndermiştir Medyan halkına. Yine kıyasıya direnen ve nuru ağızlarıyla söndürmeye çalışanlar aristokratlardır. Havraları(Salat-Salavat) kurumlaştırıp, mülkte iştiraki kurmayı başaran Şuayb peygamberin hak din sosyo ekonomi politiğinden dönmesini açıkça teklif edip baskı ile sindirip kaçırmak için müthiş bir baskı yapmaya kalkmışlardır. ''Sen bunları, Salât-salavât inanç ve yaşam biçimiyle milletleştiğin için mi emrediyorsun'' diyorlar. Batılla milletleşen kavmin kodamanları, hak ile İbrahim gibi hanif ve Kanit bir anlayışla Milletleşen Şuayb ve ona uyanları vazgeçirip, kendi milletlerine( hayat anlayışı) dönmeleri için baskı yapıyorlar. Oysa Şuayb, bu tür batıl milletleşmeden kendisini arındırmış ve bir hayli yol kat etmişken niçin dönsün ki? Kişilik ve kimlik kazanıp, hakkı ve batılı ayırma gücüne sahip, hikmetle donatılıp hidayete erdirilmişken, niçin kat ettiği bu yerden geri dönüp, kimliksiz ve kişiliksiz bir vaziyette Melelere uşaklık yapanlar ve nefsini ilahlaştıranlar gibi olsun? Araf süresi ayet 88, 89 ve 90 ayetlerinde şöyle derler.

“Toplumunun büyüklük taslayan kodamanları dediler ki; Ey Şuayb; Ya kesinlikle Milletimize dönersin(bizim hayat felsefemizi ve yaşam biçimimize tekrar geri dönersin), ya da seni ve seninle birlikte inananları kentimizden çıkartacağız. Dedi ki; Ya istemiyorsak, zorla ve baskı ile mi ?”

Şuayb, Aristokrat bir aileden geliyordu. Bunu da bize Kur'an örtülü olarak bildirmektedir. Çünkü aristokratlar ona, arada ailesi ve sülalesi olmasa, onu çoktan helak edecekleri tehdidinde bulunmaktadırlar. O ise, kendisinin tekrar o fasık yaşam biçimine dönmeyeceğini kesin bir dille ifade eder şunu söyler.

“ALLAH BİZİ ONDAN ( sizin fâsık hayat anlayışınızdan) kurtardıktan sonra, tekrar sizin milletinize dönersek, YALAN DÜZÜP ALLAH A İFTİRA ETMİŞ OLURUZ. (aristokrasiyi meşrulaştırmak için, dinden olmayan delili varmış gibi gösterenler Allah’a iftira edenler olarak ifade ediliyor ). Rabbimiz Allah istemediği sürece, sizin milletinize dönmemiz söz konusu edilemez. Rabbimiz bilgice her şeyi kuşatmıştır. ALLAH’A DAYANIP GÜVENDİK BİZ( ne mülke ne de mülk sahiplerine dayanarak müşrik ve putlaştırıcı olmayız demek istiyor). Ey Rabbimiz toplumumuzla bizim aramızda hak ile hükmet. Sen çözüm getirenlerin en hayırlısısın”

Kodamanlar bu kez, Şuayb’ın peşine düşenleri çevirmeye çalıştılar. İtidal üzere yaşamanın hüsran olduğunu, zarara uğrayıp mülksüzleşeceklerini onlara telkin etmeye başladılar. Onlara göre mülkleşen veya mülkleşenlere yanaşmalık yapan her zaman bolluk içinde ve kazançlı çıkardı.Tevazu ve elinin kazancını yemek, servet ve sermaye biriktirmeyip, toplumla kader birliği içinde paylaşarak yaşamak, onlar için mahrumiyetti. Hâlbuki onlarla-Aristokratlarla olmak ve onlara bel bağlamak, açlık ve sefalet nedenidir.

İşte emperyalist devletlere yakın durmayı Şuayb’ın fasık kavmi ve onlara uyanlar gibi zenginlik zanneden siyasilerimizin ülkemizi getirdikleri durum ortadadır. Kodamana yakın durmak zayıf için Muztazaaf durumuna düşmektir. İşte feodalist ve kapitalistin yanlış dini öğretisinin ülkeyi götürdüğü yer. Şuayb inanç ve hayat felsefesi ve müstakim yolu öğretilseydi böyle mi olurdu? Aristokratlar iştirak halinde mülk sisteminden iğrenir ve bu yaşam biçimini seçenleri “Zemmederlerdi”. Bunu İsra süresinde görürsünüz. Ahirette onlara kısas yapılmış ve onlar zemmedilmişlerdir. Araf süresinin 90 ayet bunu şöyle açıklar;

“Toplumun küfre sapan Kodamanları dediler ki; Eğer Şuayb’ın ardı sıra giderseniz hüsrana gömülenler olursunuz”

Tabi ki, Allah en adil çözümü getirdi. Çünkü Şuayb, batıl din sahibi kavminin bir kısmı ile dinler arası diyaloga girmedi ve hak din sosyo ekonomi politiğinden taviz vermedi. Allah aristokratlar topluluğunu ortadan kaldırdı. Aristokratlar onları çıkarmaya kalktı. Şuayb diyaloga yanaşmadığı gibi, hiç olmasa göç etme tekliflerini kabul eder ve dağ başında bir mağarayı manastır yapabilirdi. Ama onu da yapmadı. Çünkü hak din ekonomi politiği kaç-göç yaşanamazdı. O, Medine'de uygulamaya konulmalı, herkes onu görmeli ve sevip sevinerek girmeli idi. Batıl sistem iffetsizken ortalıkta durmaktan utanmazken, niçin hak sistem başat sosyo ekonomik sistem olarak iddialı olmasın ki?

O alenen kurumlaşmaya daha ehaktı. Çünkü onu vazeden Allah, evrende bihakkın Âlimdi. Mülk de onundu. Öyle ise, uyduruk sosyo ekonomi politikler çekip gitmeli idi. Allah’ı duası ile zikreden, verdiği nimeti eşit paylaşarak nimete küfretmeyen, aksine şükreden müminlerin sisteminin alenileşmesi, hem sebep, hem sonuç açısından daha ehaktı çünkü. Zaten Allah, Şuayb’a göç et emri vermeyip, Aristokratları ortadan kaldırdı. Allah, yapılacak şeyin ne olması gerektiğini de böylece vurgulamıştı. Çünkü Hak din ekonomi politiği, karışık bir toplumda saf kalamaz, sonunda mutlaka aristokrasiye ve benzeri sınıflı, hiyerarşik ve gayrı adil bir sisteme dönüşür. Çünkü sınıflı toplum, fitne ve ifsad edici olarak yeter de, artar bile. Aristokrasi ise, zaten Şuayb ve diğer Resullerin çıkıp terk ettikleri milletleşme biçimi idi. Aristokratlar ülkeden çıkarılmadan, hak din yerleşemez. Yerleşse de yozlaşır. Maviye sonrası büyük sapma bunu idrak edememekten doğmuştur. Şimdilerde bile gelenekçi bazı kesimler, aristokrasiye kılıf bulmak için Medine sözleşmesini örnek gösterirler de, Şuayb kavminin aristokratlarının niçin yok edildiğini anlamak istemezler. Çünkü Medine kriterlerini bilmezler. Oysa örnek gösterilecek olan Medine sözleşmesi değil, Medine kıstaslarıdır. O Ensar ve İysar yaparak nefsin cimriliğinden kendisini kurtarmış, böylece ahiretini kazanmış olmanın bilimidir. Yaşam biçimidir. Takvadır, veradır, pozitif zühttür.

Mesela bazı kesimler Osmanlı modeli der dururlar. Karışık toplumda müdahale edilmeyen tapınma ve dua biçimleridir. Yoksa din sosyo ekonomi politiğinden asla taviz verilmez. Bunun örneğini ve ne yapılması gerektiğini, üstelik Aristokratik ve cimrice olan zekâtı bile vermeyen güruha Ebu Bekir’den savaş açma örnek varken ve daha öncede, Liberalist ekonomi politik izleyen Yahudilerin çıkarılıp sürülmesi görülmeden, Medine anlaşması diye tutturup gitmek, gafletin ta kendisidir. Müsamaha edilecek şey, inanç bazında ve kapalı mekân ayin ve dualarıdır. Yoksa, Antikollektivist(Tagut’un yolu) olmak veya artanın hepsini infak etmemek gibi dalalete düşmeye müsamaha yoktur. İslam’ı kabul etmeyenlere bir ödün verilecekse, bu sosyo ekonomi politik dışındaki inanç alanında olmalıdır(Bakara–256/1) İslam minhacında kollektivist sistemi (Takva vera ve Melekûta girmek, şeriatı tam uygulayıp sadece Allah’ı veli edinmek) ve maişet karşılığı çalışmak vaciptir.

Denebilir ki, Selam ona Muhammed niçin göç ettirildi de müşrikler yok edilmedi? Çünkü Şuayb kavmin diğer kesimine direnebilecek ve iştirak halinde ki mülkleri onları geçindirip direnecek ayrı bir oluşumdu. Yani güçlü idiler. Sosyo ekonomi politiklerini kodamanlardan ayırmakla, hem sömürüden kurtulmuş ve hem de Filler’in hortumu kesmişler, kodamanları zayıflatmışlardı. Eğer Selam ona Muhammed(a.s) göç ettirilmese idi, bu kez Mekke müşrikleri yok edilirdi. Ama şunu unutmamak gerekir ki, fasıklarla müminler iç içe değildir Şuayb kıssalarında. Müminler o şehrin dışında ve manastır toplumu içindedirler. Müşrik ve münafıklar ise ayrı bir yerde şöhret(şehir) toplumudurlar. Resulullah ve ilk müminler öyle değildir. Onlar halen müşrik, fasık ve münafıklarla karmadırlar. Toptan helakten az sayıdaki müminlerde zarara görebilirdi. Nitekim Medine( Dini medeniyet) Ensariyetle güçlenen müminler, daha sonra gelip Mekke’yi teslim almışlardır. Bu gücü onlara Salât-Salavât yaşam biçimi kategorisinden olan, Ensariyet tarzı yaşam sağlamıştı. Hatta onlar Ensariyet’in en aşkını olan İysar üzerine yaşamayı dahi özümsemişlerdi. Hak din için en kötü hal, hadarat içinde yaşayanlarla karma toplum oluşturmak ve onların sosyo ekonomi politiği içinde asimile olmaktır. Oysa Hak dinin emsalsiz bir sosyo ekonomi politiği varken, bununla adil ve rahim bir toplumsal model oluşturulup yola devam etmek, bozuk mizaç üzere milletleşmişlere teslim olmamak varken, oların toplumuna veya birliklerine dâhil olmak, hak din ekonomi politiğine ihanet ve bu anlamda dinden dönmedir.



TUĞYAN EDEN KAVMİN, SALİH PEYGAMBER'E İNANANLARI AYARTMAYA ÇALIŞMALARI.

Yine Araf süresinin 75 ve 76. ayetlerinde Semud kavmine gönderilen Salih peygamber ve onun hak din sosyo ekonomi politiğine karşı koyan ve ezilenlerin aklını çelip, Salih’ten koparmaya çalışan kodamanlarla ( Aristokratlarla) karşılaşırız. Söyle ki;

“Toplumunun kibre saplanmış kodamanları, içlerinden inanıp ta baskı altında tutularak ezilenlere şöyle dediler; Siz Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? Onlar; Onun aracılığı ile gönderilene gerçekten inanmıyoruz dediler”

Cevap çok manidar ve çok bilimseldir. Hak din ve Hak Resule Allah şahitliği haricinde, en önemli şahit, getirdiği vahyidir. İşte bu sömürgenler tarafından mağdur ve mahrum edilerek zayıf bırakılanlar, sorulan soruya o kadar iyi cevap veriyorlar ki; Bu kadar olur. Soru ''Salih’in hak peygamber olduğuna inanıyor musunuz?'' Cevap: ''evet inanıyoruz'' olması gerekirken, olar böyle demiyorlar ''Onunla gelene inanıyoruz”. İşte cevabın ilimselliği de buradadır.

1-Gelen hükümler çok adil ve çok rahimdi. Bunu ancak evrende ve insanlar arası ilişkide çıkarı olmayan doğru sözlü bir zat gönderebilirdi. O ise güzel ahlakın, ilmin, Erdemin Rahmetin kendisi olan Cenabı haktan başkasından çıkmış olamazdı.

2-Gelen hükümler, kodamanların aleyhine, zayıfların lehineydi(Kasas–5). İnananlar Muztazaaflardı ve hükümler hak, adalet ve eşitliğin tesis üzerine idi. Yani, inananlara yapılan haksızlığı sona erdirmek veya aristokratların onlara uzanan elini kırmak için indirilmişti. Kâfirlerin sorusu tıpkı grev kırıcı patron veya onun adamlarının işçilere sorması gibi. “Bu grevin size fayda getireceğine inanıyor musunuz”? Size aş ve işverene niçin nankörlük yapıyorsun saçmalığı gibi bir moral bozma sorusudur. Eğer bir ümmet, yukarıda gördüğümüz gibi aklını çalıştırmayan ve yeryüzünde debelenenlerin en kötüsü değilse, aklını kullanır ve bunu yapınca da gelen hükümlerin kendi lehine olduğunu görür. Zaten kendisine soru sorulanlarda bundan delil gösteriyorlar. ''Biz ahmak mıyız ki, kendi lehimize olan hükümlere inanmayıp da, melelerin lehine işleyen düzenin kurallarını benimseyelim'' demek istiyorlar.

İnsanlık tarihinde bunu idrak edemeyen milyonlarca insan vardır. Birlerce ezilen gördük ki, kendilerini kurtarmak için çabalayan iyi insanları ret edip, hatta öldürüp, Aristokratlar lehine çalışan düzene yardakçılık yapmaktadırlar. İşte bu cevabın bu anlamı da vardır. “Baktık gördük ki, bu hükümler adildir, bizim de lehimizedir. İnanmamız için bu yetmiyor mu?” da demek isteyerek, akıllarını çalıştıranlar olduklarını göstermiş oluyorlar.

Bu cevap ne kadar yerinde ise, 76. ayette kodamanların verdikleri cevapta o kadar manidar ve kendi mantığı içinde doğrudur. Onlar da demek istiyor ki, bu hükümler sizin ne kadar lehinize ise, biz aristokratların da o kadar aleyhinedir. Nasıl siz bunları kabul etmekle lehinize bir iş yapmış olmanın, akıllıca davranmanın haklılığını taşıyorsanız, biz de aleyhimize olan, sınıfsal imtiyazlarımızı sona erdirecek bu hak din sosyo ekonomi politiğini kabul etmemekte o kadar haklıyız. Çünkü, bunlar sizin sınıfsal yararınıza olunca, hali ile bizim sınıfımızın da aleyhinedir. Biz de, bunun için kabul etmiyoruz. Siz enayi olmadığınız gibi, bizde değiliz demek istiyorlar.

Kodamanların bu cevapları diğer taraftan, Kuran’ın bize bildirdiği “Bilip dururken inkâr ediyorlar” şeklindeki ayetleri de tasdik etmiş oluyor. Kodamanlar, bunların, erdemli olmanın ilkeleri olduğunu da biliyor ama sınıfsal çıkarına ters düştüğü için, menfaatleri ret etmekte olduğu için ret ediyorlar. Şimdi Araf süresinin bu 76. ayetini verelim. Şöyle ki;

“Kibre sapanlar şöyle konuştu; BİZ SİZİN İNANDIĞINIZI İNKÂR EDİYORUZ”

Bundan doğal ne olabilir ki? Çıkarları çatışan iki sınıftan birisinin lehine olan, diğerinin aleyhinedir. Ezilmişlerin kabul ettiği şey doğal olarak, onların karşıt sınıfı tarafından ret edilecektir. Üstelik kalpleri mühürlü ve derileri kalın olduğu için vicdan muhasebesi olmayan bir kavimdiler. Egolarından vazgeçmeleri için, egoizmin onun mağdurları tarafından dayanılmaz bir şey olduğunu Allah onlara mucize deve vasıtası ile tattırmıştı. Onlar bunun üzerine gerçekten akıl eder toplum olsalardı, kıssadan hisse misali insafa gelirlerdi. Bu sınav dişi deve ile sınava tabi tutulmaları idi. Yani nasıl deve bütün kenti doyuracak süt vermesine rağmen, onun gün aşırı su içmesine dayanamadılar. Kendilerini toplumun zayıf kesimi yerine koysalardı ve vicdanlarına danışsalardı, onların deve kadar dahi halka yararları olmadığı halde, halkı suyun yanına biler yaklaştırmamalarının halka verdiği acıyı idrak ederek adil bir rızık paylaşımı uygularlardı. Onların almaları gereken ders buydu ama anlamak istemediler.

“Salma deve sistemi” (liberalizm) içinde el çabukluğu v.s ile her şeyin tamamına yakınına el koydukları ve böylece insanların büyük bir kısmını mağdur ve mahrum ettikleri açıkça meydanda idi. Bunu bile bile yapıyorlardı. Çünkü Liberalist gurupta yer alan aristokrasi serbest yer diye sözlüklerde ifade edilen sosyo ekonomi politiği kabul ve uygulamaktadır. ''Su''da (Rızıklanmada) nöbet dahi yoktur, gücün hâkimiyeti, kıran kırana rekabet ve şeyler kapanın elinde kalır ilkesi geçerliydi. Yani serbest piyasa ekonomisinde olduğu gibi. Su nöbeti sistemleri bundan biraz daha insaflı idi. Ama bunlar o kadar zalim ve egoisttiler ki, buna bile razı değillerdi. Yaptıkları işin mağdurlarına ne büyük ve dayanılmaz acı verdiklerini bir nebze mağdur olarak tatsınlar da, belki vicdan sahibi olurlar diye, Dişi deve ile imtihan edildiler. Dişi deveye tahammül edemeyip kestiler ve kendilerine de her şeye gücü yetince kısas yapıldı.

Kavme gönderilen deve ile nöbetleşe su içmede ( Rızıklanmada) gün aşırı nöbetleştirildiler. Buna mukabil Deve tam bir Kavam ve iffet ilkesi uyguluyordu. Rızıklandığı bir günün karşılığı olarak toplumun bütün süt ihtiyacı karşılıyordu. Demek ki, kanında ve hücrelerinde kullanılan ( İhtiyacı olan) su veya rızıktan gayrisini tekrar topluma iade ediyordu. Bakara süresi 219 ayetine uyarak ihtiyaç fazlasını( Zekâtı) hiç eksiltmeden, onu özel hazinelerine koymadan topluma geri veriyordu. Hem de rızıkların hepsine veya yüzde doksanına el koyarak değil, sadece nısıf üzere, yani gün aşırı. Diğerleri(Kodamanlar) günaşırı nöbetle yararlandığı halde böyle yapıyordu.

Allah’ın adaletinin kısas yaptığı kodamanlara bakalım. Onların sisteminde nöbet yoktu, yani her gün ve her an istedikleri şeyi alıyor, zayıfları mağdur ederek Muztazaaf konumuna düşürüyor, buna karşın devenin yaptığı gibi itidali tercih edip, fazlayı topluma iade etmiyordu. Bu deve uygulaması, onların halka reva gördüklerinden çok adildi. Buna tahammül edemeyip deveyi kestiler. Oysa onlar haksız uygulamalarından dolayı ezilenler tarafından kesilmeyi çoktan hak etmişlerdi. Yani, onlar yönünden deveyi kesmeleri ne kadar haklı görülüyorsa, muztazaafların da kendilerini ortadan kaldırmaları o kadar haklı olduğu için, bunu da haklı görmeleri gerekirdi. Ama ezilenlerin bunlarla baş edecek gücü yoktu. Onların yerine hak ettiğini her şeye gücü yeten Rableri verdi.

Oysa zerre kadar akıl sahibi olsalardı, bu imtihan onların akıllarını başlarına getirir, eğer toplumun rızıklarının yarısı bile ellerinde bulunsa, devenin herkese doyuncaya kadar süt vermesi gibi, yalnız içinden ihtiyaçlarını alır, gerisini topluma iade etmeye döner ve kurtulurlardı. Ama buna “Kibirleri “ mani oldu. Her aristokrat kibirlidir. Üstelik Hasid dir. Bunun istisnası yoktur. Çünkü eşitliği ve eşit paylaşımı sevmezler. Egoları buna izin vermez. Fark atmayı ve farklı olmayı ihtirasla isterler. Sanki Mülk’ün sahibi Allah değil de, onlarmış, rızkın oluşmasını Allah sağlamıyor da onlar kazandıklarını kendileri yoktan yaratmışlar gibi, nimete nankörlük ediyorlar.

Nuh’a, Hud’a dair kıssalara girmiyoruz, diğerlerine de, çünkü Kuran fikir ve delil bombardımanı dolu bir kitaptır. Ne onun ayetleri açıklamakla biter. Ne de, ondaki ilim almak la tüketilebilir. Selam ona İsa Aristokratların (Plutokratlar’ın) cennete girmelerinin mümkün olmadığına dair verdiği benzetme Araf süresinde detaylı bir şekilde şöyle verilmiştir. Ayet 40;

“Ayetlerimizi yalanlayan ve onlar karşısında büyüklük taslayanlar var ya, Gök kapıları(Melekut) açılmayacaktır onlar için. Ve Deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyecektir onlar. Biz suçluları böyle cezalandırırız “

İşte bu ayetler, zenginliğin nimete küfran olduğunu anlatan ayetlerdir. Yani bunlar artanı infak etmeyip zenginleşenlerdir. Yine bu Aristokrat kesiminin, dünyayı Ahiret karşılığında satın aldıkları belirtilerek bu hüküm, Bakara süresinin 86. ayetinde bir biçimde tekrarlanmaktadır;

“Şu tanıtılanlar, Ahiret karşılığında dünyayı satın alanlardır. Azap hafifletilmeyecek onlardan. Hiçbir şekilde yardımda edilmeyecektir onlara”

Öyle ise sınıflı topluma devam ettikçe, gittikçe batağa saplanmaktayız. Bunun için aristokrasi, feodalizm, oligarşi, liberalizm ve kapitalist üretim tarzından vazgeçmeyenin cennete girmesi mademki bu kadar zordur, öyle ise ..............
(Adalet ve Rahmet Sitesinden)

Saygılarımla
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (23. February 2012 Saat 08:04 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (24. February 2012)
Alt 22. February 2012, 01:59 PM   #3
pramid
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
pramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Öyle ise sınıflı topluma devam ettikçe, gittikçe batağa saplanmaktayız.
firavun, sınıflara ayırırdı. ne değişmiş günümüzde hiç...

Alıntı:
Bunun için aristokrasi, feodalizm, oligarşi, liberalizm ve kapitalist üretim tarzından vazgeçmeyenin cennete girmesi mademki bu kadar zordur, öyle ise ..............
öyle ise ne ?
pramid isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
pramid Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (24. February 2012)
Alt 22. February 2012, 06:58 PM   #4
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Öyle ise:

''O gün gelmeden önce kendi ellerinizle yonttuklarınıza tapmaktan vazgeçin ..

Neye hayır [LA] diyemiyorsanız o sizin ilâhınızdır ..

Elinize geçenden [yonttuklarınızdan] dolayı şımarmayın, elinize geçmeyenden [yontamadıklarınızdan] dolayı da üzülmeyin.

Yontulara bağlı yaşamaktan kurtulun, özgür olun ..''(pramid)

Saygılarımla
Galip Yetkin

Konu galipyetkin tarafından (22. February 2012 Saat 07:48 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (24. February 2012), Miralay (24. February 2012)
Alt 23. February 2012, 06:36 AM   #5
pramid
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
pramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Neye hayır [LA] diyemiyorsanız o sizin ilâhınızdır
hoş bir söz...

la ilahe illa allah

ilah kelimesinin anlamını biliyor musunuz arkadaşlar ? arapça açılımı ile ...
pramid isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
pramid Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (24. February 2012), Miralay (24. February 2012)
Alt 24. February 2012, 02:37 AM   #6
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

nedir? açıklar mısınız?
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 24. February 2012, 06:44 AM   #7
pramid
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
pramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud of
Standart

İlah; arapça bir kelime olup “İbadet edilen varlık” demektir (Lisanul Araba bak c:13 s:467)

KURANDA İSE: izzet ve güç kaynağı, yardım istenen anlamındadır.

Meryem: 81 Onlar, kendileri için bir izzet (عِزًّا) olsunlar diye, Allah'ın astlarından ilâhlar edindiler.

عِزًّ: dişili uzza الْعُزَّىٰ necm 19 bakın

izzetli rab: ilah

Saffat 180:Senin izzetli olan Rabbin, onların vasıflandırmalarından münezzehtir.

ilah: izzet özelliği yakıştırılan

FATIR10: Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır.

(aziz peygamber denmesi ne kötü)

ilahlık yakıştırması

FİRAVUNDA İZZET İÇİNDEYDİ (بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ )

Şuara 44: ...Firavun'un izzeti hakkı için....

Tüm izzet allahın parçalamayın

yunus65: ( إِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا )Şüphesiz 'izzet' tümü Allah'ındır.

ve nisa 139' a bakın
pramid isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
pramid Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
galipyetkin (24. February 2012), Miralay (24. February 2012)
Alt 24. February 2012, 01:12 PM   #8
pramid
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
pramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud of
Standart

umarım uzza 'nın ne olduğunu anlamışızdır.
pramid isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
pramid Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (24. February 2012)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bilerekbilmeyerek, nankörlük, nimete


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 12:41 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam