hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > EKONOMİ > Ticaret ve geçim yolları > Ticaret yapmak

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 27. December 2012, 07:25 AM   #1
pramid
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
pramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud of
Standart Piyasa ekonomisi ve faiz

Liberalizmin, siyasal iktidar karşısında verdiği mücadele aslında Protestanlığın Katoliklik karşısında oluşturduğu tepki ile benzeşmektedir. Aynı zamanda birbirlerini desteklemektedir de. Nasıl ki liberalizm kilisenin ya da kralın iktidarına karşın yasaların egemenliğini öngörüyor ve bireyin haklarını ön plana çıkarıyorsa Protestanlıkta kilisenin skolastik düşüncesine karşın, dinin bireyin anlayışına indirgenmesinin yolunu açmıştır.
İlk bakışta oldukça önemli bir çaba olarak görülmektedir. Geniş halk kitleleri Protestanlık sayesinde anladığı dilden kutsal kitabını okuyabilmiştir. Yalnız halk yeni bir dini kültür ikame edene kadar Protestan ahlakın temelleri önceden atılmış ve Max Weber’in de belirttiği gibi Protestanlık çalışmanın, kazanmanın ve biriktirmenin dini olmuştur. Amaç tabiki de, bağnaz kilisenin kutsal metinlerden bir türlü çıkaramadığı faiz yasağını aşmaktır:
Düşmanınızı seviniz ve ona iyi davranınız. Geri ödemesini beklemeden borç para veriniz. O zaman mükafatınız büyük olur… (Luka VI:35 )
Hz.İsa öğretisinin mülkiyetle ilişkisi o kadar kompleksizdir ki, düşman bellediği kişilerle dahi iktisadi olarak onu boyunduruk altına almayı düşünmez.
Liberalizm ise bireyin kendi mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkı olduğunu iddia ederek, iktisadi bağımlılık ilişkilerinin de temelini atmıştır. Çünkü faiz liberalizmin de olumladığı bir uygulamadır.
Avrupa’da Hristiyanlar hz. İsa’nın net söylemleri karşısında faiz yasağını o kadar önemsediler ki faizciler ve faizi meşru görenler dinsiz ve kafir olarak yaftalandılar. Bu yüzden 789’da faiz yasağı Avrupa hukuk sistemine dahi girmiş oldu. Sonra Protestanlığın ortaya çıkışı, Fransız devriminde burjuva sınıfın etkisi ile oluşan yeni siyasi ve ekonomik düzlem, faiz yasağının ortadan kalkmasını sağladı.
Protestanlık ile birlikte faiz iktisadi kalkınmanın sürdürülebilir aracı olmuştur. Faizin kendisi olan-olmayan ikileminden doğar ve olmayanın olana karşı sürekli bir bağımlılığını ifade eder. Bu da iktisadi faşizmdir ki, Kur'an’ın bu konudaki eleştirisi de oldukça açık ve serttir :
Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve artık faizin peşini bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz. Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Resulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız. (bakara 278-279)
İslam, iktisadi olarak hiyerarşik bir hal almış toplumda faizi yasakladığı yetmediği gibi, karşılıksız vermeyi öğütlemiştir :
Kimdir o ki; Allah'a güzel bir borç versin de Allah onu kat kat fazlasıyla ödesin. Allah, hem darlaştırır, hem de bollaştırır. Ve O'na döndürüleceksiniz. (BAKARA 245)

Piyasa Ekonomisi…
Bireyin mülkiyet hakkını mutlaklaştırmak ve o hakkın çapını yükseltmek için piyasa ekonomisine ihtiyaç vardır.
Sanki dünyada her hak eşit, her yaşam koşulu birbirine denkmiş te, piyasa koşullarında herkes eşit şartlarda rekabet ederek zenginleşebilirmiş gibi…
Birilerinin piyasada rekabet edebilmesi için ucuz maliyetli mala ihtiyacı vardır. Bu malın üretilebilmesi içinde başka birilerinin imalat alanında ücretli olarak çalışması gerekir. Piyasada rekabet eden kişi sürekli piyasaya mal sürerek kârını arttırırken o malın üretimini sağlayanlar ise statik ücretlerle yerinde sayarlar. O kâr paylaşıma tabi tutulmasın diye de özel mülkiyet devredilemeyecek kadar esastır anlayışı hakim kılınır.
Piyasa ekonomisinin en bariz özelliği, emek sermaye ayrımıdır. Emek piyasada alınım satılan bir nesne haline dönüşür. Rekabet esas alındığından ötürü sermaye olabildiğince özgür ve güçlü olmalıdır. O yüzden emekten de vergiden de denetimden de kaçar. İşte liberalizmin sınırlı devleti ya da ekonomiden vareste devleti budur. Emek, vergi ve denetim dışı sermayenin özgürce hareketi…
Oysa islam hukukunda çok açık bir uygulama vardır ki Emek sahibi ile Sermayedar arasında hukuki bir sözleşmeye dayanır. Mudaraba denilen bu sözleşmeyle iki taraf karşılıklı rıza ile kârı paylaşırlar. Doğacak herhangi bir zararı da sermayedar öder. Yani İslam’da emek sermayeden bağımsız değildir. Bu uygulama emeği dinamik hale sokarak hem işgücü kapasitesini arttırır hem de iktisadi dengesizliği ortadan kaldırır.
Liberalizmde sermaye tek başına hareket eder ve kendi karşıt sermaye guruplarıyla zaman zaman çatışır. Piyasadaki bu sermaye savaşları sermayenin, gücün belirli ellerde toplanmasını kolaylaştırır. Sürekli rekabet eden piyasanın aktörleri büyümek için her yolu denerler , tek başına güç yetiremeyenler çatışmayı bırakıp bir araya gelerek tek güç olma yoluna girerler ve böylece tekelci kapitalizm boyatmış olur. İşte aşağıdaki ayette bunu eleştirmektedir :
"Mal, içinizde zenginlerin arasında dolaşan bir devlet olmasın" (el-Haşr, 59/7)

Liberalizmin Öncülüğünde Kapitalist Müslümanlık…
Bu birikim savaşları Müslüman toplumları da etkisi altına almıştır. Büyümenin geçer akçesi maddi planda artış sağlamak olarak algılanmaktadır. Modernitenin büyük anlatılarla benimsettiği , ‘düşmanı’ yenmek için ondan daha güçlü olmak gerekir düsturu, uydurma hadislerle Müslümanların beynine nakşedilmiştir. Postmodern dönemde ise büyüme esasından vazgeçilmemiş, sadece Büyümenin ‘düşmana’ yakın durmak ve onun büyüme endeksine sahip olmakla mümkün olacağı anlayışı yerleşmiştir. Ticareti meşrulaştıran, büyümeyi, mülkiyeti esas alan anlayış zaten yüzyıllardır İslam alemini meşgul eden bir gerçekliktir. Zaman zaman zühtlük adına dünyaya paye vermeme anlayışı ikame olunsa da, aslında bu da toplumları pasifize ederek dolaylı yoldan biriktirici müslümanlığın yolunu açmıştır.
Türkiye ve dünyada liberal ideolojilerin sosyal ve düşünsel zeminde epey bir karşılık buldukları aşikar. Liberalizm özellikle soğuk savaş döneminden sonra hızla ilerleyen bir ideoloji halini aldı. Bunda, kapitalizmin soğuk savaş döneminde periferileştirdiği ülkelerle soğuk savaş sonrası girdiği paydaş üretim esaslı ilişkinin payı büyük. Batı, finans kapitalizmine evrilerek, üretim sahalarını çevre ülkelere taşıdı. Tekelci kapitalizmin her gün büyüyen dallarıyla tüketim merkezli dünyanın da hakimi oldu.
Türkiye’de ise kapitalizm 1946 lardan itibaren liberalizm ile yerleşmenin yollarını aramış ve nihayet bu yolu bulabilmiştir. Türkiye’de ne zaman kapitalizm yerleşmek istese öncesinde dini-kültürel saha da kısıtlamalar baş göstermiş ve kapitalizm( rambo) ortaya çıkarak Müslümanları bu kısıtlamadan- kemalizm cenderesinden- kurtarmıştır. Bugün kemalizm bir daha hortlatılmamak üzere fena halde dövülmektedir.
Kapitalizmin hayatın her aşamasında var olmasının altında yatan ana neden liberalizmin zihinsel desteğidir. Kapitalizmin dünyaya yayıldığı ülke olan İngiltere aynı zamanda liberal öğretinin de en büyük ideologlarının olduğu ülkedir. 17 yüzyıl İngiliz aristokrat sınıfın toprak mülkiyetinden ticaret kapitalizmine evrilme aşamasında onların akıl hocaları da ünlü liberal düşünür Locke’dir.
Liberalizm bireyi mutlaklaştırıp onun haklarını toplumun ve adaletin üstünde tutarak kapitalizmin günahlarına ortak olmuştur.
Oysa ki İslam sömürüsüz, özgür ve eşit toplumun oluşmasıyla Allah'a ortaksız bir itaatin olacağını tasavvur eden bir dindir. Ve bu adalet mücadelesinde de bireyin hazcı, faydacı, sınırsız mülk edinmesini değil toplumun aşağı sınıflarından gelecek ezilenlerin devrimci mücadelesini destekler :
Biz ise, yeryüzünde ezilenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları firavun’un (var olan iktidarın ) yerine vâris kılmak istiyoruz.. (28/5 )
Bugün Müslüman iktidarlar ezilenlerin devrimci mücadelesine öncülük edeceklerine, yoksul üreten bir sistemin taşeronluğunu yapıyorlar. Ortadoğu isyanları, Allah’ın yeryüzüne varis kılmak istediği yoksulların liberalizme başkaldırısıdır. Eğer özgürlüğün yanında Allah ve ekmek talebi de varsa orada liberalizm yoktur. Bireyi bu kadar pervasızca savunan ve onu kutsayan bir anlayış zalimlerin sesi olmanın ötesine geçemez :
O, İstediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.( İbrahim Suresi / 34 )
Türkiye’de liberalizm Müslümanların karşısına çıkıp Liberal İslam’dan söz edebilmesi için önce Kuran’dan icazet almaları gerekir.Yoksa Türkiye’deki konjonktürel dili okuyup değişen Müslümanların haline bakıp ta liberalizmi etiketleme girişimlerinden vazgeçmelidir.
İslamla liberalizm birlikteliğinin konuşulabilmesi maalesef Müslümanların İslam’dan kopuşlarının göstergesidir. Eğer Müslümanlar Kur'an'a özgür zihinleri ile bakabilselerdi ne Kürt sorunun da ne de Özgürlük ve insan hakları konularında liberalizme gebe kalmazdı.
Eğer Türkiye de liberaller, benim de sevmekten ve okumaktan çekinmediğim, ‘kendisine liberal denen’ F. A. Hayek’i daha doğru okusalardı ,Türkiye’de ve Dünya’da bu kadar toplumdan kopuk ve onu yoksullaştıran ekonomik sisteme de birşeyler deme ihtiyacı hissederlerdi :
‘’ önemli olan, benim kişisel olarak kullanmak isteyeceğim özgürlük değil, topluma yararlı işler yapmak için bir insanın duyacağı özgürlüktür ‘’ (The Constitution of liberty s. 32 )
pramid isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
pramid Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (27. December 2012)
Alt 7. January 2013, 01:55 PM   #2
pramid
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
pramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud of
Standart

Enflasyon, Faiz, Kira Sertifikası, Sukuk ve Fetvalara Dair

Küresel bankaların İslami Finans Departmanlarında geliştirilen ve uzunca süredir devletleri borçlandırma amaçlı olarak kullanılan araçlardan birisi olan sukuk bilindiği gibi büyük uluslararası bankalardan HSBC’nin Şeriat komitesi onayını alarak Türkiye’de yürürlüğe sokuldu. Bunun üzerine bir Malum Hoca tarafından Kira Sertifikası adıyla yarım sayfalık bir genelleme yapılarak sukuk konusunda fetva verildi.
Sukuk fetvası yazımızda ve daha sonra konunun uzmanlarından İlahiyatçı Doç. Dr. Servet Bayındır’ın da katıldığı TV5’deki Sınır Ötesi programında Sukuk Meselesi masaya yatırıldı. O yüzden bu yazıda uzun uzun değinmeyeceğiz.
Ortada gerçekte kiralanan bir malın filan söz konusu olmadığı bu borçlanma senetlerinin devlet tahvillerinden neden daha tehlikeli borçlanmalar olduğu TV programında izah edildi. Bizim zaten meselede itiraz noktamız belli. Sukuk’u bu anlamda değerlendirdiğimizde “Helal Kesim Domuz Eti” diyorduk. Programda Doç Dr. Servet Bayındır hocanın izahatlarından sonra izleyicilerin hatırlayacağı üzere “Demek ki bu domuzun kesimi de helal değilmiş” şeklinde yorum yapmıştık.
Malum Hoca özel olarak kira sertifikası ve katılım bankalarında çalıştığı halde fetva verenlerin durumuyla ilgili üç yazı kaleme almış. Açıkçası bu yazılarda sukuka ilişkin olarak temel sorulara bir cevap alamadık. Ayrıca Borca Dayalı Para Sistemi (BDPS) ve Kısmi Rezerv Sistemi (KRS) çerçevesinde eleştirilerimizden bugüne kadar bu zattan herhangi bir izahat gelmemişti. Sukuk konusunda da yine aynı şey oldu.
Kendisi katılım bankalarında verilen fetvalar konusunda epeyce ayrıntı vermiş. Ancak bu ayrıntılar içerisinde haliyle başka sorular da ortaya çıktı. Onları aşağıda kaleme alıyoruz.
Önceki yazımızda “Merak ettiğim şu. Ortadoğu’da fetva başına çok yüksek fiyatlar ödendiği söyleniyor. Bizde de fetva başına mı çalışılıyor, maaşlı mı çalışılıyor, huzur hakkı bedeli mi alınıyor yoksa bunların hepsinin bir nevi karışımı gibi yöntemlerle mi yürütülüyor bu işler?” şeklinde sorduğumuz soruya şöyle bir cevap verilmiş.
“İslam bankalarının, bazı islami ticaret kurum ve kuruluşlarının hem yurt dışında hem de ülkemizde dinî/şer'î danışmanları vardır. Yurt dışını bilmem, ama ülkemizde bu danışmanlar para karşılığında fetva verecek kadar dinsiz, ahlaksız, vicdansız kimseler olamaz; alanlarında ilelemiş, alandaşları tarafından takdir edilen, halkın da güvendiği kimselerdir. Aldıkları para ise -iftiracıların ağızlarını sulandıracak ölçüde- değildir; huzur hakkı, telif hakkı ölçüsünde mütevazı ücretlerdir.”
Buradan anlıyoruz ki Türkiye’de katılım bankalarından ücret alan söz konusu ilahiyatçılar huzur hakkı ve telif hakları şeklinde ücret alıyorlar. Bu açıklamalardan sonra yeni merak noktaları belirdi. Fetvada telif hakkı bedeli olarak ne kadar ücret alıyorlar? Ayrıca bu ücret bir defalığa mahsus mu alınıyor? Yoksa banka her fetvaya başvurduğu durumlarda mı ödeniyor? Yani diyelim ben katılım bankasına bir işin caizliğiyle ilgili başvuruda bulunduğumda o meselede bir ilahiyatçının fetvası baz alınıyorsa kendisine telif hakkı olarak yeni bir ödemede bulunuyorlar mı? Ayrıca birden fazla katılım bankasında görevi bulunan ilahiyatçılar aynı fetva için her birinden ayrı ayrı telif hakkı mı alıyor?
Diğer ücretlendirme yöntemi olarak da huzur hakkından bahsediliyor. Huzur hakkı ücreti nedir? Her oturumda ne kadar ücret ödeniyor? Ayrıca başka vakıflar veya kurumlar üzerinden dolaylı da olsa başka ödeme şekilleri de var mıdır? İşte bunlar gibi daha bir çok soru takılıyor insanın aklına.
Malum Hocanın bir de “iftiracı” diye bir nitelemesi var. Halbuki başta sorduğumuz soruda görüleceği üzere “fetva başına mı çalışılıyor, maaşlı mı çalışılıyor, huzur hakkı bedeli mi alınıyor yoksa bunların hepsinin bir nevi karışımı gibi yöntemlerle mi yürütülüyor bu işler?” iftira olarak nitelenecek bir ifade yok. Kendisi cevaben huzur hakkı ve telif hakkı ücreti olarak ödendiğini söylüyor ve “iftiracıların ağızlarını sulandıracak ölçüde değil” diye ekliyor. Ağzımızın sulandığına dair çıkarımları nereden elde etti bilemiyorum ama şu rakamları açıklasa da kimlerin ağızları sulanıyor bir görsek!
Bir yazısında kendisinin de içinde olduğu katılım bankalarının danışman heyetlerinin hassas davrandıklarını şöyle ifade ediyor: “Bizde de katılım bankalarının danışman heyetleri ve ayrıca Katılım Bankaları Birliği'nin heyeti var; bunlar kılı kırk yararak hükme varıyorlar. İstenen fetvayı vermek şöyle dursun, pek çok isteği ve teklifi caiz görmeyip geri çeviriyorlar, bankalar da menfaatlerine aykırı olduğu halde bu fetvalara uyuyorlar.”
Yani kendisi fetvalarda dikkat edildiğini, hassas davrandıklarını ve bankaların kendilerine uyduklarını söylüyor.
Acaba, bu kılı kırk yaran zatların BDPS/KRS’den haberleri var mı? Yazılarından olmadığı anlaşılıyor. Halbuki konunun can damarı burası.
Acaba, bu kılı kırk yaran zatların devletin kira sertifikasının işleyiş mekanizmasından haberleri var mı? Yine, olmadığı anlaşılıyor. Bakın küçük bir örnek: Ben diyelim ki 100,000 TL değerinde %10’dan kira sertifikası aldım. Yani 90,000TL verdim, 100,000 TL’lik sertifikayı aldım. Bu iş aynen böyle oluyor. Şimdi benim hangi aletimi devlet alıp kullanmış ve bana da %10 kira vermiş oluyor? Peki, ortada beyan edebileceğimiz bir alet yoksa, bu düpedüz %10 faiz ile 100,000 TL vermiş olmuyor muyum?
Anlamadık ki hangi kılı kırk yarıyorsunuz?
Son bir soru, bu katılım bankalarının bazıları battığında mudilerine para ödemediler! Ödeyenler de kendi kafalarına göre bir hesap yapıp para ödediler. Acaba burada da kılı kırk yaran fetvalar söz konusu muydu? Bu soruyu direkt Malum Hocaya sormuyorum ama bir bildiği var da bizimle paylaşırsa da çok memnun oluruz.
Malum Hocanın kullandığı bazı yakışıksız sıfatları ise kendisine iade ediyorum. Dilin kemiği yok! Bu tür sıfatları herkes üretebilir.
Prof. Dr. B. Gültekin Çetiner
http://www.drcetiner.org

Sukuk fetvası


Merak ettiğim şu. Ortadoğu’da fetva başına çok yüksek fiyatlar ödendiği söyleniyor. Bizde de fetva başına mı çalışılıyor, maaşlı mı çalışılıyor, huzur hakkı bedeli mi alınıyor yoksa bunların hepsinin bir nevi karışımı gibi yöntemlerle mi yürütülüyor bu işler?
BDPS/KRS dediğimiz soygunu ekonomistlerin kavramlarıyla boğmadan herkesin anladığı dilden anlatmaya başlayınca pek çok kimse meseleyi anlamaya bunun yanında bazı kesimler de rahatsız olmaya başladı. Onlar rahatsız oluyorlar diye gerçekleri yazmaktan kaçınacak değiliz.
Artık insanları borç köleliğine yaklaştıran bu soygun düzenini faiz adı altında araçlarla sürdürmek halkı Müslüman olan bizim gibi ülkelerde sorgulamalara neden olmakta. Bu nedenle zulmü İslami bazı kavramlarla bezeyip süsleyerek sunma çabaları gittikçe artıyor. Manifesto niteliğinde ayrıntılı bir yazıyı Prof. Mete Gündoğan “İdeolojiler Batışlarını İslam’a sarılarak geciktirmeye çalışıyorlar” başlığıyla kaleme almıştı.
Devletin kendi parasını basmaması ve bankalarca borç olarak üretilmesi temelli Borca Dayalı Para Sistemini İslami kılıflarla süslemek için katılım bankaları ve bunlar altında faiz kelimesinin kullanılmadığı araçlar hemen her yerde kullanılmaya başlandı.

Artık sık sık faiz yerine kar payı, devlet tahvili yerine sukuk veya kira sertifikası kelimelerini duyabilirsiniz. Sn. Bakan Babacan, bunların arasında hiçbir fark yoktur, neticede hepsi aynıdır demesine rağmen kelimeler ve kavramlar üzerinden bir tür yanıltma çabalarını da görüyoruz.
Adı ne olursa olsun bu sistemin tüm bu araçlarının hepsi riba; yaygın kullanımıyla faiz hükmündedir. Yani birisine 100 birim parayı 110 birim olarak geri ödeme koşuluyla borç veriyorsunuz. Karşılığında kağıt üzerinde hangi işlemler yapılırsa yapılsın 10’luk kısım faizdir. Burada söz konusu olan, alınıp satılan üzerine kar koyulabilecek bir ticari mal değil, paradır. Aslında olay bu kadar basittir.
Adına kar payı veya sukuk denen bu borçlandırma araçları da bileşik faizle hesaplanmaktadır. Bileşik faizin nasıl bir yıkıcı güç olduğunu “Son beş dakika” yazımızı okuyanlar bilir. Neticede bu borçlandırma araçlarıyla diyelim ekonomide insanlar çalışıp didinir. Belli birimlik mal ve hizmet üretirler. Karşılığında tüm bunları döndürmekte kullanılan paraya koyduğunuz her fazlalık toplumda en yoksul kesimlerden başlayarak servetlerin üstte parayı üretenlere ve borç verenlere doğru transferiyle sonuçlanır.
Böylece servet azınlık bir grup arasında dolaşan devlet haline gelir. Paranın borca dayalı üretilmesiyle devletler bir taraftan bunu vergi/zam/özelleştirme gibi şekillerle bu bankalara aktarır. Böylelikle devlet olma erki parayı üretenlere devredilmiştir.
Ekonomilerde paranın %90’ını bankalar kredi veriyorum dediklerinde KRS dediğimiz mekanizmayla havadan yaratırlar. Havadan var ettikleri bu paranın faiz/kar payını halktan kendilerine transfer ederler.
Tüm bunlardan dolayı “Dünyada hiçbir İslami banka yoktur. Hepsi İslami kılıklı batı bankalarıdır. Helal pencereli haram saraylarıdır.”

İşte böyle bir soygun düzeninde halkı Müslüman olan toplumlarda halkın saygı duyduğu din adamlarının fetvalarına ihtiyaç vardır.
Katılım veya diğer bankaların artık İslami finans adı altında operasyonları vardır. Bunların “Shariah board” denen Şeriat Komitelerinde artık özel ulema (!) çalıştırılmaktadır. Hatta HSBC Uleması diye bir yakıştırma yapmışlar bile.
Yani bankacıların ihtiyacına binaen belli bir fetva piyasası oluşmuş durumda. Bunun bir örneği Ortadoğu’da meşhurlardan. Reuters haberine göre Şeyh Nizam Yakubi bu konuda epeyce aranan bir zat. 1989’da İslami (!) Bankalardan birinde işe başlayan Yakubi’ye birileri yürü ya kulum demiş olmalı. Pek çok bankanın Şeriat komitesinde fetva kararlarına imza atan Yakubi; HSBC, BNP Paribas başta olmak üzere farklı bankaların Şeriat Komitelerinde oturuyor ayrıca Dow Jones'a danışmanlık yapıyormuş.

Fetva başına 100,000 Dolar aldığı ve yıllık gelirinin 1,000,000 Dolar üzerinde olduğu söylenen Yakubi’nin önemli bir özelliği var. Yakubi Türkiye’nin Sukuk işlemlerine fetva veren HSBC Bankası Şeriat Komitesinde de yer alıyor. Bankacılar Fetva Komitelerinde çalıştırdıkları bu din adamlarını kaça çalıştırdıklarını açıklamak istemiyorlarmış.
Yakubi geçtiğimiz aylarda Türkiye’de kanunlaştırılan sukuku HSBC bankası adına onaylayan zat (belgesine buradan ulaşabilirsiniz). Hani şu 5 katı talep geldi diye yetkililerimizin sevinç kaynağı olan 8 milyar Dolarlık sukuk borçlanmasından bahsediyorum.

Düşünebiliyor musunuz küresel bankacılar bu tür zevata fetva verdiriyor. Sukuk aracılığıyla İslami (!) borçlanmaların başını çekiyorlar. Bu borçlanmalar kimden çıkacak? Tabii ki hepimizden.
Dışarıda olur da bizde olmaz mı?

Yakubi dışarıda pek çok fetva operasyonunda ön plana çıkıyor. Bizde de katılım bankalarıyla ilgili fetvalara son sıralarda çok rastlıyoruz. Bunlara karşın, BDPS/KRS mekanizmasını bilmeden verilen bu fetvaların yanıltıcı olacağını ve başka amaca hizmet edeceğini defalarca yazdık söyledik. Ama yine de imam bildiğini okuyor.
Metodları da şu şekilde: Önce anahtar kelimeyi alıyorlar, burada diyelim ki “Kira Sertifikası”, sonra da kendilerine göre bir senaryo yazıyorlar. Yazdıkları senaryonun gerçek işlemlerle alakası yok. Ama onlar o senaryoya göre fetvayı bastırıyorlar. Şimdi bu imamların üzerine giderseniz, hemen size kendi senaryolarını söyleyip sadece o senaryoya göre haklı olduklarını savunuyorlar. Ancak diğer taraftan bankacılık sistemi, o senaryoda kullanılan kelimelerin üzerinden “helal” iddiasında bulunabiliyorlar. Tabi bu şekilde fetvayı verenler sadece kendilerini ama bankacılık sistemi herkesi kandırmış oluyor. Ülkemizde bu konuda helal diye hüküm verenlerin sukukun İslama uygun olup olmadığını bugüne kadar gündeme getirmeyip HSBC Bankası şeriat kurulunun kararının sonrasına sarkıtmaları da izaha muhtaç bir uygulamadır.
Ancak bizce işin önemli bir ayrıntısı bu tür yazılarda tek bir kez bile sukuk kelimesi geçmemesi. Bunun da sebebini anlamak için herhalde sayın Ali Babacan’ı takip etmenizde yarar var. Babacan sukuk kelimesinin kullanılmasından hiç hoşlanmıyor. Kira sertifikası yerine sukuk kelimesi kullananı uyarıyor. TV’de de bunu açıkça söyledi. Bankacı kökenli Bakanımız Şimşek’in sürekli sukuk kelimesini kullanmasından hoşlanmaması bu yüzden. Ama bu uyarıya bankacı Şimşek’in kulak asmadığı kesin.
Babacan’ın sukuk dememesi acaba bunun da devlet tahvillerinden farkı olmayan borçlandırma araçları olduğu ve uluslararası bağlantıların bilinmesini istememesi olabilir mi?
Bu, sayın Babacan’ın kişisel tercihi. Ancak konu ile ilgili yazan ilahiyat alimlerinin, sukuk kelimesini yazılarında kullanmamalarının sebebinin Babacan’ın uyarısıyla ilgisi olup olmadığını doğrusu merak ediyoruz.
Neyse bunları bırakalım da asıl herkesin merak ettiği soruya geçelim. Bazı ilahiyatçılar uzun süredir çeşitli katılım bankalarının ilgili fetva kurullarında çalışıyor. Ortadoğu’da fetva başına çok yüksek fiyatlar ödendiği söyleniyor. Bizde de durum böyle ise, birçok ilahiyat öğrencisi için yeni bir iş kapısı oluşuyor demektir.
Sukuk, uluslararası anlaşmalarla ipotek altına alınan hazine yani devlet kaynakları nedeniyle devlet tahvillerinden çok daha tehlikeli bir borçlanma çeşidi.

Bütün bu tehlikeleri gözardı ederek, kendi oluşturdukları yarım sayfalık senaryoya göre fetva verenler “ben sadece bu şekilde olursa” diye cevaz verdim demek ile kurtulacaklarını mı zannediyorlar?
pramid isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
ekonomisi, faiz, piyasa


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:16 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam