hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE NECM NECM KUR'AN'IN TÜRKÇE MEALİ Hakkı YILMAZ > MEKKE DÖNEMİ > TÂ-HÂ SÛRESİ

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 13. July 2012, 02:37 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Tâ-hâ sûresi

MEKKE DÖNEMİ

Necm: 119

1Tâ/9, Hâ/5.138
2-4Biz, Kur’ân'ı sana sıkıntıya düşesin/mutsuz olasın diye değil, ancak saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimse için bir öğüt olmak üzere, yeryüzünü ve yüce gökleri oluşturandan bir indirilişle indirdik.
5Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], en büyük taht üzerine egemenlik kurmuştur.139 6Göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler, bu ikisinin arasında olan şeyler ve nemli toprağın altında bulunan şeyler yalnızca Rahmân'ındır.
7Sen sesini yükseltirsen, Rahmân şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir. 8Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler sadece O'nundur.
(45/20, Tâ-Hâ/1-8)

Necm: 120140

9Mûsâ ile ilgili bilgiler kesinlikle sana ulaştı.
10Hani o bir ateş görmüştü de ehline [ailesine, yakınlarına]: “Kesinlikle ben bir ateş gördüm. Ondan size bir kor parçası getirmem yahut ateş üzerinde bir kılavuz bulmam için siz bekleyin!” demişti.
11Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Mûsâ 12Ben, senin Rabbin olan Benim. Hemen yakınlarını ve mallarını burada bırak,141 şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva'dasın/iki kere
temizlenmiş bir vadidesin. 13Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; “14Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut]. 15Şüphesiz ki o saat/kıyâmet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim. 16O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendi boş iğreti arzusuna uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma uğrarsın” 14uyarısına kulak ver.142
17Ve sağ elindeki nedir ey Mûsâ?
18Mûsâ: “O, benim asamdır, ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve onda benim için başka yararlar da var” dedi.
19Allah: “Ey Mûsâ! Onu bırak/çobanlığı bırakıp yerleşik hayata geç! 24Firavun'a git, şüphesiz o azdı” dedi.143

20O da onu hemen bıraktı/ yerleşik hayata geçti, bir de ne görürsün! Artık sağ elindeki;
kendisine vahyedilen Kitap, koşan bir candır; sosyal hayatın kaynağıdır.144
25Mûsâ: “Rabbim! 33Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34ve Seni çok çok anmamız için 25göğsümü aç, 26işimi bana kolaylaştır. 27Dilimden de düğümü çöz 28ki sözümü iyi anlasınlar.
29Ve ehlimden; 30kardeşim Hârûn'u 29benim için bir vezir kıl, 31o'nunla arkamı kuvvetlendir. 32İşimde o'nu bana ortak et. 35Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” 20dedi.
36Allah: “Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi.” dedi.
21Allah: “23Sana en büyük alâmetlerimizden/göstergelerimizden göstermemiz için 21tut onu,
korkma!145 Biz onu ilk durumuna çevireceğiz. 22Diğer bir alâmet; gösterge olmak üzere de gücünü/kanadına ekle, çirkinlik olmadan hiç kusursuz, mükemmelce çıkacaksın” dedi.146

37Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: “38Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir147 o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu.
Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine geldin, ey Mûsâ!
41Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim.

42Sen ve kardeşin alâmetlerim/ göstergelerim ile gidin ve Beni anmakta gevşeklik etmeyin.
43Her ikiniz gidin Firavun'a. Şüphesiz o azdı. 44Sonra ona öğüt alması ve saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürpermesi için yumuşak söz söyleyin.”
45Mûsâ ile Hârûn: “Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden veya azgınlığından korkarız” dediler.
46Allah: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. 47Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır. 48Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi’ deyiniz.” 46dedi

49Firavun: “Öyleyse sizin Rabbiniz kimdir ey Mûsâ?” dedi.
50Mûsâ: “Bizim Rabbimiz her şeye varlık ve özelliklerini veren, sonra yol gösterendir” dedi.
51Firavun: “Öyleyse ilk asırların durumu nedir?” dedi.
52Mûsâ: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanlış yapmaz ve unutmaz/terk etmez. 53O, yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir” 52dedi. -İşte Biz, o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. 54Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! 55Biz sizi yeryüzünden oluşturduk, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.-
56Ve andolsun ki Biz, Firavun'a alâmetlerimizi/göstergelerimizi; hepsini gösterdik de o yalanladı ve dayattı.
57,58Firavun: “Ey Mûsâ! Sen etkili bilginle bizi topraklarımızdan çıkarmak için mi geldin bize? O hâlde biz de senin etkili bilgin gibi bir etkili bilgi ile sana geleceğiz.148 Şimdi bizimle senin aranda bir buluşma zamanı/yeri belirle ki; bizim ve senin karşı çıkmayacağımız düz ve geniş bir yer olsun” dedi.
59Mûsâ: “Sizinle buluşma zamanı, tören, şenlik günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir” dedi.

60Bunun üzerine Firavun sırt çevirdi de düzenlerini-planlarını topladı, sonra geldi.
61Mûsâ onlara dedi ki: “Yazıklar olsun size! Allah'a yalan uydurmayın. Sonra bir azap ile kökünüzü keser. Gerçekten, uyduran zarar etmiştir.”
62Bunun üzerine etkili bilginler aralarında işlerini tartıştılar ve “63,64Bu ikisi kesinlikle etkili bilginlerdir; etkili bilgileriyle sizi topraklarınızdan çıkarmak ve de en iyi örnek yolumuzu yok etmek istiyorlar. Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra sıralar hâlinde gelin. Bugün
üstün gelen kesinlikle zafer kazanmıştır” dedikleri şeklindeki fısıldaşmalarını gizli tuttular.
65Etkili bilginler: “Ey Mûsâ! Ya sen ortaya koyacaksın veyahut ilk ortaya koyan kişiler biz olalım” dediler.
66Mûsâ: “Tam tersi, siz ortaya koyun” dedi. Bir de ne görürsün! Onların birikimleri, eski inançları ve tezleri/çer-çöpleri/eften püften bilgileri,149 yaptıkları sihirden/hünerli gösterimden ötürü gözünde büyüdü.67Bu yüzden Mûsâ, içinde bir korku hissetti.
68,69Biz: “Korkma, şüphesiz sen; en üstün olan sensin: Sen sahibi olduğun birikimi ortaya koy; o, onların yapıp ürettiklerini yutsun dursun. Şüphesiz onların yaptıkları ancak bir göz boyayıcısı hilesidir. Göz boyayıp etkileyen kişi ise, her nereye giderse gitsin zafer kazanamaz, başarılı olamaz” dedik.

70Sonunda bütün etkili bilginler, “Mûsâ ile Hârûn'un Rabbine iman ettik” demek sûretiyle boyunlarını uzatıp teslim olmuş durumda bırakıldılar.
71Firavun: “Ben size izin vermezden önce mi o'na iman ettiniz? Şüphesiz o, size etkili bilgi öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama/arka arkaya keseceğim ve kesinlikle sizi hurma dallarına asacağım. Ve hangimizin azap bakımından daha şiddetli ve daha kalıcı olduğunu kesinlikle bileceksiniz” dedi.
72,73 Etkili bilginler: “Bize gelen bu açık kanıtlar ve bizi yoktan yaratana karşı asla seni üstün tutmayız. Ne hüküm vereceksen hadi ver! Sen, ancak bu iğreti dünya hayatına hükmedersin. Şüphesiz biz, hatalarımıza ve bizi etkili bilgiden zorladığın şeye karşı, bizi bağışlasın diye Rabbimize iman ettik. Ve Allah daha hayırlı ve daha kalıcıdır” dediler.
77Ve andolsun, Mûsâ'ya “Yetişilmekten korkmayarak ve saygıyla, sevgiyle ürpermeden/ Firavuna minnet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de kendileri için bol suda/nehirde kuru bir yol aç!” diye vahyettik.
78Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de bol sudan/nehirden kendilerini kaplayan şey kaplayıverdi.
79Ve Firavun toplumunu saptırdı ve doğru yolu göstermedi.150

83Seni toplumundan daha çabuklaştıran nedir ey Mûsâ?
84Mûsâ: “Onlar, benim izim-öğretim üzerinde olanlardır. Ben de Sen hoşnut olasın diye Sana acele ettim Rabbim” dedi.
85Allah: “Şüphesiz işte, Biz senden sonra toplumunu imtihan ettik. Samirî de onları saptırdı”dedi.
86Bunun üzerine Mûsâ öfkeli ve üzgün olarak hemen toplumuna geri döndü; “Ey toplumum! Rabbiniz size güzel bir vaat ile söz vermedi mi? Şimdi size bu uzun mu geldi, yoksa Rabbinizden size bir gazap inmesini mi arzu ettiniz de bana olan vaadinizden cayıverdiniz?” dedi.
87Onlar dediler ki: “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Fakat biz o toplumun zînetlerinden birtakım ağırlıklar yüklenmiştik. Sonra onları fırlatıp attık. Sonra da işte böylece Samirî kafamıza soktu.”
88Samirî onlara bir aldatan, tuzağa düşüren cesedi/altını151 çıkardı da İsrâîloğulları: “İşte bu, sizin ilâhınızdır ve de Mûsâ'nın ilâhıdır. Ama Mûsâ onu terk ediverdi” dediler. -89Peki, onlar görmüyorlar mıydı ki, altın kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara bir zarara ve bir yarara güç yetiremiyordu!-
90Ve andolsun ki Hârûn daha önce onlara: “Ey toplumum! Şüphesiz siz bununla imtihana çekildiniz/dinden çıkıp kendinizi ateşe attınız. Ve şüphesiz sizin Rabbiniz Rahmân'dır [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tır]. Gelin bana uyun ve emrime uyun” demişti. 91Hârûn'un toplumu: “Mûsâ bize dönüp gelinceye kadar, biz ona tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz” dediler.
92,93Mûsâ: “Ey Hârûn! Bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit, seni benim yolumu takip etmekten engelleyen ne oldu? Yoksa benim emrime karşı mı geldin?” dedi.
94Hârûn: “Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı tutma. Şüphesiz ben senin ‘İsrâîloğulları arasında ayrılık çıkardın ve benim sözüme bakmadın’ demenden korktum” dedi.
95Sonra da Mûsâ: “Ey Samirî! Senin bu yaptığın nedir?” dedi.
96Samirî: “Ben onların anlamadıkları bir şeyi anladım da elçinin eserinden bir avuç almıştım, sonra da onu fırlatıp attım. Ve bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi” dedi.
97,98 Mûsâ: “Haydi git. Artık senin için hayat boyunca ‘Benimle temas yok’ diye söylemen var. Hem senin için asla karşı çıkamayacağın bir buluşma günü daha var. Bir de kulluk edip durduğun ilâhına bak” dedi. -Elbette Biz onu yakacağız, sonra da kesinlikle onu bol suda kökünden yıkacağız. Sizin ilâhınız, ancak Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. Şüphesiz ki O bilgi yönünden her şeyi kuşatmıştır.-

99Biz, sana geçmiş olan şeylerin önemli haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir Öğüt/hatırlatma [Kur’ân] verdik. 101-102Kim Bizim verdiğimiz Öğüt'ten [Kitap'tan/Kur’ân'dan] yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyâmet günü; Sûr'a üflendiği gün, sürekli içinde kalacakları bir yük yüklenecektir. Ve kıyâmet günü onlar için bu ne fena bir yüktür! Biz suçluları o gün, gözleri gövermiş olarak toplayacağız. 103Aralarında fısıldaşacaklar: “Siz dünyada sadece ‘on gün’ kaldınız.” -104Biz aralarında ne konuşacaklarını daha iyi biliriz.- Yolca en üstün olan “Siz ancak bir gün kaldınız” diyecektir.
(45/20, Tâ-Hâ/9-104)

Necm: 121
74Gerçek şu ki, her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona cehennem vardır. Orada ölmez ve dirilmez.
75,76 Ve kim Rabbine bir mü’min olarak düzeltmeye yönelik işler yapmış olduğu hâlde varırsa, işte onlar; en yüksek dereceler, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin olacak olanlardır. Onlar, orada sonsuz olarak kalacaklardır. Ve işte bu, arınan kimselerin karşılığıdır.
80Ey İsrâîloğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve dağın sağ yanında size söz verdik/dağın sağ yanını size buluşma yeri olarak belirledik. Üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik. -81Sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yiyin ve bunda aşırı gitmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, kesinlikle o iner [düşer, mahvolur]. 82Ve şüphe yok ki Ben, tevbe eden, iman edip sâlihi işleyen, sonra da kılavuzlandığı doğru yolu bulan kimse için çok bağışlayıcıyım.-152
(45/20, Tâ-Hâ/74-76, 80-82)

Necm: 122

105-107Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.”
108O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyarlar ve Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için sesler kısılmıştır. Artık sadece hafif bir ses duyacaksın.
109O gün, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç, yardım-destek, yarar sağlamaz.
110Allah, yardım görmeyenlerin önlerindeki ve arkalarındaki şeyleri bilir. Onlar ise O'nu bilgice kuşatamazlar.
111Ve kişiler, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah için baş eğmiştir. Bir şirke bulaşarak yanlış; kendi zararlarına iş taşıyan kimseler gerçekten zarara uğramıştır.
112Ve her kim iman eden biri olarak düzeltmeye yönelik işlerden yaparsa, artık o, bir haksızlıktan ve hakkının yenileceğinden korkmaz.
(45/20, Tâ-Hâ/105-112)

Necm: 123

113Ve işte böylece Biz Allah'ın koruması altına girsinler yahut onlara yeni bir öğüt oluştursun diye onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik. Onda tehditlerden tekrar tekrar açıklama yaptık.
114İşte hak olan, biricik hükümdar olan Allah ne yücedir! Onun vahyi sana tamamlanmadan evvel, okumayı/öğretmeyi acele etme ve “Rabbim, bana bilgiyi artır!” de.
(45/20, Tâ-Hâ/113-114)

Necm: 124

115Ve andolsun Biz, bundan önce Âdem'den söz aldık da o aklından çıkardı, yapmadı ve Biz, onda bir kararlılık bulmadık.
116Ve Biz bir zaman doğa güçlerine,153 “Âdem için boyun eğip teslimiyet gösterin!” dedik de İblis/düşünce yetisi154 hariç hepsi boyun eğip teslimiyet gösterdiler, o dayattı.
117-119Sonra da Biz, “Ey Âdem! Şüphesiz İblis sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun, kesinlikle senin acıkmaman ve çıplak kalmaman cennettedir. Ve sen orada susamazsın ve güneşin sıcağında kalmazsın” dedik.
120Sonunda şeytan ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Âdem! Sana sonsuzluğun ağacı ve eskimez/çökmez mülk/saltanat için rehberlik edeyim mi?”
121Bunun üzerine ikisi de mal-mülk, altın tutkunu oldular.155 Hemen çirkinlikleri kendilerine açılıp görünüverdi. Ve kendi zararlarına, cennet yaprağından örtüp istifçiliğe başladılar. Âdem, Rabbine asi oldu da şaşırdı/azdı.
122Sonra Rabbi, onu seçti de tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.
123Allah, o ikisine: “Birbirinize düşman olmak üzere hepiniz oradan alçalın. Artık Benden size bir kılavuz geldiği zaman, kim Benim kılavuzuma uyarsa, işte o, sapıklığa düşmez ve mutsuz olmaz” dedi.
(45/20, Tâ-Hâ/115-123)

Necm: 125

124-126Kim Benim anılmamdan/ Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/ yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?” Allah der ki: “Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun.”
127Ve işte Biz, sınırları aşanları ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız. Ve âhiretin azabı kesinlikle daha şiddetli ve daha süreklidir.
128Meskenlerinde gezip durdukları şu kendilerinden önce yok ettiğimiz bunca nesiller, onlar için kılavuz olmadı mı? Şüphesiz ki bunda akıl sahibi olanlar için nice deliller vardır.
129Ve eğer Rabbinden bir Söz156 ve adı konmuş bir süre sonu olmasaydı, kesinlikle kaçınılmaz olurdu.
(45/20, Tâ-Hâ/124-129)

Necm: 126

130Artık onların söylediklerine sabret, hoşnutluğa erebilmen için güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbinin övgüsü ile birlikte Allah'ı tanıt/noksanlıklardan uzak olduğunu öğret! Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da Allah'ı tanıt/noksanlıklardan uzak olduğunu
öğret!
131Ve kendilerini imtihan etmek için, basit dünya hayatının süsü olarak, onlardan kimi çiftleri kendileriyle yararlandırdığımız mal, mülk, evlat ve saltanata sakın gözlerini dikme/rağbetle bakma. Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir.
132Ve ehline salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırıyoruz. Akıbet, “Allah'ın koruması altında olma” içindir.
(45/20, Tâ-Hâ/130-132)

Necm: 127

133,134Ve inkâr edenler: “Elçiliğini iddia eden bu kişi, Rabbinden bize bir alâmet/gösterge getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile değişime/yıkıma uğratsaydık, kesinlikle “Ey Rabbimiz! Bize bir
peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin âyetlerine uysaydık!” diyeceklerdi.
135De ki: “Herkes beklemektedir. Siz de bekleyiniz. Şüphesiz düz yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin kılavuzlandığı doğru yolu bulduğunu yakında; Vakıa 1-7olacak o vaka olduğu zaman -ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir- yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman 135bileceksiniz.
(45/20, Tâ-Hâ/133-135+46/56, Vâkıa/1-7)


Dip not:

138 Kur’ân'da birçok sûrenin “kesik, bağlantısız harfler” ile başladığı görülür. Çeşitli kimselerce bu harflerin müteşâbih, bir şifre, bir sözcüğün kısaltılmış şekli, bazı sözcüklerin ilk harfi veya son harfi olduğu gibi görüşler ileri sürülür. Bize göre bu harfler, “elâ” [dikkat, gözünüzü açın] sözcüğü gibi bir uyarı işaretidir ve telefon konuşmalarındaki “alo!” ünlemi gibi dikkati, okunacak âyetlere çekmektedir. Ayrıca Kur’ân'ın matematiksel yapısındaki olmazsa olmaz unsurlardan birisidir. Ayrıca bu harfler, sayısal bir değer de ifade ediyor olabilirler. Zira Kur’ân indiği dönemde Araplar arasında rakamlar henüz icat edilmemişti, rakam yerine harfler kullanılmaktaydı. Rakam yerine harf kullanılması, “Ebced” hesabı olarak bilinir. Biz kesik harflerin yanında sayısal değerlerini de gösterdik. Sayısal değerler ile neyin kastedilmiş olabileceği noktasında da henüz bir kanaatimiz oluşmamıştır. “Ebced” hesabının, Kur’ân'ın indiği dönemlerde rakam yerine kullanılmış olmasından başka, herhangi bir nitelik ve özelliği yoktur.
Bu kesik harflerle ilgili henüz doyurucu bir çalışma yapılmamış olup mevcut eserlerde de eskilerin aktarımlarından başka bir bilgi bulunmamaktadır. Bu meselenin tam aydınlığa kavuşması da, -diğer birçok mesele gibi- dürüst, samimî ve gönüllü Kur’ân erlerini beklemektedir.

139 Âyetteki sözcüklerin “hakikat” anlamları, “Rahmân, Arş üzerine istiva etmiştir [egemenlik kurmuştur]” şeklindedir. Biz Mealde, mecâz anlamı gösterdik. Sözcüklerin ayrıntılı açıklaması için 34 ve 47 numaralı notlara da bakılabilir.

140 Diğer sûrelerde ayrıntılı olarak açıklanmış olan Mûsâ olgusu, Tâ-Hâ/9-99'da (120. necm), kısa değinilerle özet hâlinde verilmiştir. Bu sûredeki anlatımın hemen bir çırpıda oluverdiği zannedilmemelidir. Burada nakledilen olaylar, bir kronoloji de takip etmez.

141 Âyetin orijinalindeki sözcükler lafzen, “iki nalını çıkar” şeklindedir. Ancak bundan kasıt, “yakınlarını ve mallarını burada bırak” demektir. Bu nedenle biz Mealde, deyimin ifade ettiği anlamı verdik.

142 Bu paragrafta, peygamberliği döneminde Mûsâ'ya verilen görevler özetlenmiştir. Paragraftaki, “Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye kulak ver. Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et. Şüphesiz ki o saat [kıyâmet] gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim” ifadeleri, âyetteki “vahyedilecek şey” ifadesinin açılımıdır.

143 Resmi Mushaf'taki Mûsâ pasajının girişinde âyetlerin tertibi hatalıdır. O nedenle 24. âyet, 19. âyetin devamı olarak tertip edilmiştir. Aşağıdaki paragraf da, “20, 25-36, 21-23” sırasıyla düzenlenmiştir.

144 Hayye sözcüğü de, Mûsâ pasajını doğru anlamadaki kilit sözcüklerden biridir. Bu nedenle bu sözcükle ilgili ayrıntıları vermek istiyoruz: Hayat sözcüğünden gelen hayye, “bir kere yaşam” demektir. Araplar bu sözcüğü birçok örneğiyle kullanırlar: Uzun ömürlü olmasından dolayı yılana hayye denir. Gözü keskin olana “O, hayye'den daha iyi görür” derler. Hain-sinsi olana, “O hayye'den daha zalim” derler. Çevresine, toplumuna yararlı olanlara, onları koruyanlara, “O, bölgenin yeryüzünün hayye'si” denir. Kadın-erkek uzun yaşayana “O hayye'nin teki” derler. Kişi akıl, zeka ve dehada zirvede olduğu zaman “O, vadinin hayye'sidir” denir. Hayye, teşbih olarak Büyük Ayı yıldız kümesinin İkizleri ile Alkaid [ölü sönük yıldız] arasındaki yıldızlara denir. (Lisân, “hayye” mad.; Tâc, “hayye” mad.)
Tahiyye/selamlama [Allah sana ömür versin] sözcüğü de aynı köktendir.
Kısacası bu sözün anlamı, “hayat ve canlılık”tır. Aslında hayye, -yılan değil- yılanın uzun ömürlü oluşunu nitelemektedir. Burada hayyetün tes‘a [koşup duran tes‘a] denilmiştir. Bunun Türkçe'deki tam karşılığı, “yedi canlı” deyimi olup bu da, “defalarca ölüm tehlikesiyle karşılaşmasına rağmen her seferinde sağ kurtulmak” demektir. Bu sözcük; birçok hastalıktan, bela ve felaketten kurtulan kişiler için kullanıldığı gibi, kedi ve yılan için de kullanılır.
Bu âyetteki hayye sözcüğünü anlamak için, Mûsâ'nın sağ elindekinin Allah tarafından bir başka nitelemesini daha dikkate almak gerekir. Mûsâ'nın sağ elindeki, Neml/10 ve Kasas/31'de, “sanki görünmeyen bir varlık gibi, hareket ettirir” diye nitelenmiştir. Yani, Mûsâ'nın sağ elindeki şey, “hareket ettiren görünmez bir varlığa” benzemektedir. Peki bu hareket sağlayan görünmez varlık nedir? Bu insanların ve hayvanların canıdır/ruhudur.
Bu ifade de, vahyin ruh niteliğidir. Kur’ân'ın bir adı ruh olduğu gibi, Mûsâ'nın sağ elindekinin [Kitabının] adı da ruh'tur. Nitekim Şu‘arâ/193'te, Onunla [apaçık kitapla], uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Güvenilir Can/ilâhî mesajlar-güvenilir bilgi indi. Ve şüphesiz o [güvenilir can/güvenilir bilgi], kesinlikle öncekilerin kitaplarında da vardı buyurularak, geçmiş kitapların da ruh/can özellikli olduğunu bildirmiştir.

145 27. âyetteki hayye sözcüğü, “yılan” olarak anlaşılınca, 21. âyetteki korkma sözcüğü de doğal olarak “yılandan korkma” olarak anlaşılacaktır. Halbuki burada konu edilen korku, bu sûrenin 45-46. âyetleri ile Şu‘arâ-10-15, Neml/10 ve Kasas/30'da konu edilen Mûsâ'nın görevden korkmasıdır, kaçmasıdır. 22. âyetetteki tahrücü [çıkacak] filinin öznesi “el” değil, “sen”dir. Burada kastedilen de, Mûsâ'nın, kendisine yedek güç olarak verilen Hârûn'u devreye sokup o'nun sayesinde ifadeleri kusursuzca, lekesizce, eksiksiz olarak tebliğ edecek olmasıdır.
20-23. âyetlerde Mûsâ'ya verilen iki âyetten bahsedilmektedir. Bu âyetlerden ilki, çoban asasının yerine verilen vahiy [kitap/Tevrât]; ikincisi de gerektiği zaman gücüne güç katacak olan yedek güçtür/Hârûn'dur. Aşağıdaki âyetlerde Mûsâ'nın ifade yeteneğinin yeterli olmadığını, meramını iyi anlatması için kardeşi Hârûn'u kendisine yardımcı istediğini ve bu isteğinin Mûsâ'ya verildiğini göreceğiz.
Asa [kitap] ve yed-i beyza [kusursuz güç] ile ilgili A‘râf sûresi'ndeki Mûsâ ile ilgili pasajlarda tafsilat verilmiştir.
20-23. âyetlerde Mûsâ'ya verildiği zikredilen iki alâmet/gösterge, Furkân sûresi'nde de özet olarak şöyle verilmiştir: Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Hârûn'u da o'nunla birlikte vezir kıldık. Sonra da, “Haydi âyetlerimizi yalanlayan o kavme gidin!” dedik. Sonunda da parçalayıp yok ettik. (Furkân/35-36)

146 Bu paragrafın âyetleri de Resmi Mushaf'tan farklı olarak, “20, 25-36, 21-23” düzeninde tertip edilmiştir.

147 Âyetin orijinalinde yer alan yemm, “bahr/çok su” demektir. Leys bu sözcüğü, “derinliği ve kıyıları bilinemeyen deniz” olarak tarif etmiştir. Ama Kur’ân'da Tâ-Hâ/39. âyette, “Mûsâ'nın annesine bebeği yemm'e bırakması vahyedilip ve Mûsâ'nın içinde bulunduğu sandığın yemm'de sahile vurması açıkça bildirildiğine göre bu iddia doğru olamaz. Zira Mûsâ Nil nehrine bırakıldı ve sandık nehrin kenarına yanaştı.
Bu sözcüğün Süryanice'den Arapçalaştırıldığına da inanılır.
Ayrıca Kitab-ı Mukaddes'teki bu sözcüğün İbranice'den İngilizce'ye bazı çevirilerde “red sea” [kızıl deniz], bazı çevirilerde “reed sea” [saz/kamış denizi] olarak çevrilmesi çok düşündürücdür.
Bu sözcük, A‘râf/136, Tâ-Hâ/39 (iki kez); 78, 97; Kasas/7, 40 ve Zâriyât/40'ta geçer. Mûsâ'nın ailesinin ve Firavun'un yaşadığı yerler dikkate alındığında, Mûsâ pasajlarında geçen bahr ve yemm kelimelerini, “bol su/nehir" olarak çevirmek gerekir. Bu âyetlere bakıldığı zaman Firavun'un, kesinlikle bebek Mûsâ'nın bırakıldığı suda boğulduğu, denizde/Kızıldeniz'de boğulmadığı anlaşılmaktadır.

148 Sihir, “bir şeyi, göz boyayarak, el çabukluğu yaparak veya başka taktiklerle gerçeğinden başka bir şekilde göstermek” demek olup mutlaka “göz boyama” anlamında değildir. İyi bir anlatım, konferans da “Bizi büyüledi, hayran bıraktı” şeklinde ifade edilir. O nedenle biz, sihirbaz sözcüğünü “büyüleyici, etkin bir bilgin” olarak karşıladık.

149 Âyetin orijinalindeki sözcüklerin “hakikat” anlamları, Onların ipleri ve değnekleri şeklindedir. Yukarıda, ısıyyıhim sözcüğünün tekili olan asa sözcüğünün “birikim” demek olduğunu ifade etmiştik. Âyetin orijinalindeki hıbal sözcüğü de, habl sözcüğünün çoğuludur. Habl sözcüğünün esas anlamı ise, “mutlak ip” olmayıp “bağlanılan ip”tir. Ayrıca bu sözcük, “verilen söz-sözleşme” anlamına da gelir. Nitekim Kur’ân'da (Resmi Mushaf: Âl-i İmrân/103) hablullah [Allah'ın ipi]
ifadesiyle, insanları Allah'a bağlayan Kur’ân kastedilir. Burada konu edilen, onların birkimlerinin, eski inançlarının, bilgilerinin, tezlerinin ve tutundukları şeylerin değersizliğdir. Bu sözcükleri, Türkçe'deki “çer-çöp, ipsiz-sapsız, eftenpüften” deyimleri gibi de anlamak mümkündür.

150 Bu âyetlerde, Mûsâ'nın kavmini geceleri çalıştırarak, yakalanma korkusu olmadan Nil nehrinde kuru yollar açılmasının vahyedilmesi, sonra da onları izleyen Firavun'un ordusıyla birlikte o nehirde boğulmasının safhaları nakledilmektedir.
Âyette dikkat edilmesi gereken nokta, bol suda açılacak yolun, gece yürüyüşü sayesinde yapılacağıdır. Bu ifade, “insanları geceleri çalıştırmak sûretiyle, kimseye sezdirmeden, göze batmadan bu işin yavaş yavaş halledilmesi” anlamına gelmektedir.
Kur’ân'daki ifadelere göre bu olaylar, birkaç dakika veya saatte değil, uzun bir süreçte gerçekleşmiştir.. Mûsâ Peygamber Mısır'a dönüşünde Firavun mülkündeki toplumu içerisinde yıllarca güven içinde faaliyet göstermiştir.
Âyetteki, haşyet de, bu yaptıklarının Firavun'a hainlik olduğunu düşünmemesi yönünde bir ihtardır. Nitekim Şu‘arâ/18 -19'daki, O [Firavun]: “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen inkârcılardan/nankörlerden birisin de...” dedi şeklindeki ifadelerden, Firavun'un Mûsâ'yı nankörlük ve hainlikle suçladığını görmekteyiz.

151 Âyetin orijinalindeki sözcüklerin“hakikat” manası,“Bir buzağı; böğürtüsü [çekici, aldatıcı sesi] olan bir ceset edinmişlerdi” şeklindedir. Biz Mealde, mecâz anlamlarını verdik. Burada konu edilen husus, İsrâîloğulları'nın altının cazibesine kapılarak altını ilâh edinmeleridir. Bunu Tâ-Hâ ve Bakara sûrelerinde de göreceğiz. Ayrıntılı bilgi için bkz.
Tebyînu'l-Kur’ân.

152 Bu pasaj da, teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip edilmiştir. Tertip şekli pasajın altında gösterilmiştir. Ayrıntılı açıklamalar, Tebyîn'de ilgili pasajın tahlilinde görülebilir.

153 Melâike ve bunun tekili olan melek, sesteş sözcüklerdir. Hem “elçi göndermek” anlamına gelen ulûk kökünden, hem de “kuvvet, yönetim gücü” anlamındaki melk kökünden türemiş olabilir. “Elçi göndermek” anlamına gelen ulûk kökünden türemiş melek, melaike sözcükleri, “peygamberleri, vahiy âyetlerini” ifade ederler. Melk kökünden gelen melek, melaike sözcükleri de “doğadaki maddî ve enerjik tüm güçleri” ifade eder. Tesbitlerimize göre Kur’ân'da geçen bu sözcükler, her iki kökten de türemiş ve türediği kökün anlamına göre farklı manalarda kullanılmıştır. Yani melâike sözcüğü, Kur’ân'da bazen birinci anlamda, bazen de ikinci anlamda kullanılmıştır. Sözcüğün Kur’ân'da hangi anlamda kullanıldığı ise, yer aldığı pasajın söz akışından ayırt edilmektedir.
Melek sözcüğü ile ilgili ayrıntılı açıklama Tebyînu'l-Kur’ân'da verilmiştir.

154 Âyetin orijinalindeki ifade, “bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir” şeklindedir. Şeytan, sözlük anlamı olarak “haktan uzak olan” demektir. Kavram olarak ise, “hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumun ortak ve karakteristik adı”dır.
Şeytanın kimler veya neler olabileceği, özellikleri ve ayırt edici nitelikleri Kur’ân'da ayrınyılı olarak mevcuttur. Kur’ân'a göre Şeytân;
A) Haram yemeyi, haksız kazanç elde etmeyi öneren/emreden,
B) Kötülük, hayâsızlık yapmamızı ve Allah'a karşı bilmediğimiz şeyleri söylememizi telkin eden,
C) Bizi fakirlikle korkutan,
D) Bizi kuruntulara düşüren,
E) Allah'ın yarattıklarını değiştirmeyi emreden,
F) Kandırmak için bize yaldızlı sözler fısıldayan,
G) Vesvese verip kışkırtan, zihin bulandıran,
H) Yaptığımız amellerimizle bizi şımartan,
I) Bizi azdıran,
J) İçki/uyuşturucu ve kumarla insanlar arasına
düşmanlık ve kin sokmak isteyen, K) Bizi Allah'ı anmaktan ve O'na kulluk etmekten geri bırakmak isteyen kişi ve güçlerdir.
Kovulmuş şeytan”, “inatçı şeytan” ifadeleri de Kur’an’da “İblis” için kullanılır. “İblis” ise, “insanın düşünme yetisi”dir. Kur’an’da İblis, göze gözükmeyen, insanın zihninde vesvese veren; ham düşünceler üreten, insanlara etfalarından yanaşan; etkiyle faaliyete geçen, etkisiz alanlarda faaliyet gösteremeyen, canlılardan sadece insanda bulunan, insana boyun eğmeyen, enerjiden yaratılmış bir güç, yeti olarak tanımlanır. Kur’an’da bu yeti kişileştirilerek kullanılır. Ayrıntılı bilgi “Tebyînü’l Kur’an”da görülebilir.

155 Pasajda geçen şecer [girift, çekişmenin kaynağı] ve varakı'l-cennet [cennet yaprakları] ifadeleri; “mal, ve para” demektir.
Ayrıntılar için bkz. Tebyînu'l-Kur’ân.
Kıssayı anlatan âyetlerdeki ifadeler ve sözcüklerin gerçek manaları göstermektedir ki, Allah insanın mal tutkusundan uzak olmasını istediği için Âdem ve eşini mal düşkünü olmaktan menetmekte, İblis de Âdem ve eşini mal ile aldatmaktadır.
Görüldüğü gibi, âyetteki ifadeler tam anlamıyla hayatın gerçeklerini yansıtmaktadır. Âdem ve eşinin, nimetlerin tadına varınca onların esiri olmaları ve tutkuyla bağlandıkları bu nimetlerden ayrılmamak için onlara sımsıkı sarılmaları, bugün de karşılaşılabilecek manzaralardır. İğreti dünya hayatının süslerinden bir tanesini bile dışarıda bırakmadan hepsine sahip olan veya olmak isteyen, faydalandığı süsleri âdeta üzerine yapıştırıp tam anlamıyla bir süs istifçisi hâline gelen insanlar hiç de az değildir. O hâlde, Rabbimizin sözleri kesinlikle bir masal gibi algılanmamalı ve bilinmelidir ki, “kendisine ilham edilmiş fücuru, İblis'in etkisiyle dışa vurması” şeklinde ortaya çıkan çirkin insan davranışları, Âdem ve eşine kadar dayanmaktadır.

156 RABBİMİZDEN GEÇEN SÖZ: Âyette konu edilen söz, Rabbimizin cezaları, “adı konmuş süreye erteleme” ilkesidir. Yüce Allah, bu ilkesinden ve bu ilkeyi bozmayacağından Resmi Mushaf: Şûrâ/14, Hûd/110, Fâtır/45, Fussılet/45 ve TâHâ/129'da da bahsetmiştir.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Bilgi (13. July 2012)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
suresi, tâhâ


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:25 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam