hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > AHLAK > İyi Ahlak > Birlik ve Yardımlaşma

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 8. April 2014, 09:31 AM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Toplu yemek - toplumcu kültür.

Bu yazıyı. uzunluğundan dolayı, bölümler halinde yayınlayacağım.


Bölüm-1.

Seçeceğiniz yolun iyi ya da kötü niteliğine göre alıştığınız-kaynaştığınız şeyler veya dostluk-arkadaşlık ettiğiniz kişiler değişik olur.

Hayra ilişkin yolda iseniz erdemli bir yaşam ve erdemli insanlarla ERDEMLİ bir toplum oluşturursunuz.

Eğer şerli bir toplum ve şerli şeylere ulûhiyet (en üstün değer) veriyorsanız, normal olarak ŞERLİ bir ilişkiniz oluşur.

Bir ayağınız şerde, diğeri hayırda ise, yani ne yerden ne yardan geçemiyorsanız, bu durumda din yönünden nitelendirilmeniz MÜNAFIK; eylemleriniz ve söylemleriniz de MÜNAFIKÇA olur. Bu kez de hayra koşar gibi şerre koşar, bir ayağınızı da hayırda bırakırsanız bu RİYAKARLIK ve SAMİMİYETSİZLİK'tir; öncelikle de "hanif" kavramına aykırı bir durum ve tutumdur. Çünkü "haniflik" iki ayağı ile birlikte hayırda olmaktır. Bir hanifin iki ayağı da aynı yerde olur ve aynı istikâmete doğru gider. Zigzaglar çizmez ve bir ayağı sağa, diğeri sola gitmez; tüm benliği ve kalbinin tamamı ile hayırdadır.

O, tefekkür etmiş, iyice tartmış ve hak yola azmetmiştir. Ayağı artık geri-geri gitmez. Kalbi de parçalı değildir. Kendisinde tek bir kalp olduğunun bilincinde olduğu için, bir kalbe iki sevgi sığdırmaya çalışmaz. Tüm kalbi ile uluhiyatı Allah'a özgü kılar ve din denilen ödenmesi gereken borcu sadece Allah'a öder.

Bunun için de, Allah'ın ihtiyacı bulunmamasından, insanlara karşı iyilikte bulunur; böylece kendisini"sebil" ve "sebil-Ullah"a adamıştır. Sebilullah'a adamakla da samimi dindar olup, Allah'a itaatkâr olduğunu kanıtlamıştır. Sebil (imkânları tüm insanların eşit istifadesine sunmak, ammeleştirmek) sosyo-ekonomik fikir ve tavırları ile kendisini insanlık ideali yoluna feda eden böylece de eşitler arasında sonunculuğu seve seve kabul eden, "isâr"ı (kendi muhtaç olduğu halde başkasını kendi nefsine tercih etme eylemini) tercih eden insan tipidir.

Bunun aksini yapan, çoğunlukla erdemsiz sosyo-ekonomik hayat şartlarını kutsayıp ona bağlanan, onunla kaynaşan insanlar da vardır. Şerde de ittifaklar yapan, şer şeyleri sevip ona bağlanan, onlardan ayrılmayan ve ahlâken yakınlık duyduğu gibi, mekânen de dahil olup, orada kalıp, veya oraya dahil olmak için çırpınanlar vardır. Hatta bunun için kendi ülkesini terk ederek "ABD" gibi yerlere giden, fırsatlar ülkesi diye orayı tercih eden "FIRSATÇILAR" da bu tür insanlardır. Bunun böyle olmasının çeşitli nedenleri arasında cehalet ön sırada gelir. İnsanların aklı az olanları, şerde ve şerrin mekânında "hayr" aramaya kalkar ve şer düzeninde temiz kalınacağını zanneder.

Oysa iki yol vardır. Biri "hak", diğeri "batıl".
İkisi arasında bir yol yoktur. Arayanlar "münafık"tır. İşte bu gaflet içinde olanlar, şerle hayrı kaynaştırıp, barıştırmaya-uzlaştırmaya çalışırlar ki maalesef insanların çoğunluğu bu tür aymazlardır. Bunlar lâğım çukurunda temiz mârul yetiştirmek hayalini taşıyan gafillerdir.

Devam edeceğim.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (10. August 2014 Saat 01:48 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (11. April 2014)
Alt 9. April 2014, 09:23 AM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-2.

Kur'an Kadir Suresinde kimlerle dostluk içinde bulunmamız gerektiği konusunda açık bir mesaj verir. Buradaki kilit mesaj "LEYLİ" - "YATILI"dır. Leyli hayat statüsü, sözlüklerde ve uygulamada şu şeyleri ifade eder. Birinci sırada anlattığı şey "manastır hayatı", gündüz ve gece dost ve kardeş ilan edilenlerin hayatlarını ERŞİTLİK ve ORTAKLIK şeklinde, birbirleri için feda ettikleri hayat tarzıdır. Herkesin (eşit nitelikteki) giydiğini giymek, yediğini yemek, onun sosyo-ekonomik statüsünde olmak ve bunu yaşayarak göstermektir. Kimsenin kimseden gizlisi saklısı yoktur. Herkes herkesin ne yiyip içtiğine, ne giyip nerede barındığına şahittir.(İsa Peygamber'in "kimin ne yediğini, ne içtiğini bilirim" sözünü hatırlayın.). "Toplu yemek" diye nitelendirilen durum budur; iyi kalitede eşit şeylerle infak sistemidir. Kimsenin aklına "acaba evinde benden daha iyi nimetlerle mi yaşıyor?" diye bir şey -fitne olacak bir şey- gelmesin diyedir; "yediği-içtiği ayrı gitmeyen" samimi dostluk kültürüdür.

Toplu yemek Manastır, Havra, Salât-Salâvat ibadeti içinde yaşam biçimleri, gerçek sevginin alenen yaşandığı, kimsenin kimseden farklı ve gizli hallerinin bulunmadığı bir açık kardeşlik hayat tarzıdır. Bu "Mescid el Haram" ekonomik ve sosyal yaşam biçimidir.

Bu yaşam biçimleri latince dillerdeki "KOMÜN", Arapça dilindeki "KARYE" olarak nitelendirilen, sevgi ve kardeşliğe dayanan, yedikleri-içtikleri ayrı gitmeyen, her şeyleri 'ortak" olan, nezih, erdemli, ufak sosyo-ekonomik topluluklardır. Bunların gelişmiş ve genişletilmişi ise Haşr Suresi'ndaki "Medine" yaşam biçimidir, yani medeniyettir.

İşte Kur'an'da Şura Suresinde geçen "Ümm-ül karye"-komünlerin ilki, anası- olan bu topluluklarda, "haram (takva) üzere yaşanan (secde edilen) statüler belirtilmiştir. Bu meyanda delillerimizi Şûra süresinden sunalım:

“ Karyelerin Anası ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. (İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir.”(Şûra–7)

”Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.(Şûra–8)

”Yoksa onlar Allah'tan başka veliler mi edindiler? Hâlbuki dost yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kadirdir.”(Şûra–9)

”Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim”.(Şûra–10)

”O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şûra–11)

”Göklerin ve yerin anahtarları o’nundur. Dilediğine rızkı bol verir, dilediğinden de kısar. O, her şeyi bilendir.”(Şûra–12)

"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din), müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.(Şûra–13)

”Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir (erteleme) sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba vâris kılınanlar da onun hakkında derin bir şüphe içindedirler.(Şûra–14)

"Aralarında ki çekememezlik nedeniyle ayrılığa düştüler" diye eksik anlam verilmiştir. Burada (Arapça metinde) “beyn” kavramı geçer ki aynı zamanda "ayrılık/aykırılık/ayrışma" ve "fesad" anlamına gelir. Fesad kavramı bozulma, kokuşma v.s gibi anlamları olan bir kavramdır. Buradaki anlamı ise gelir dağılımındaki dengesizliktir. Çünkü bu kavramla birlikte haddi aşmak, ileri gitmek, itidâl ve kavam üzerindeki her türlü güç, zenginlik vs... anlamında “Bağı” kavramı kullanılmıştır. İfsadın kökünde bu yatmaktadır. "Bağı" galebe etmek/yenip alt etmek, eşitliği bozmak hususunda kanın kaynamasıdır.

Nahl suresinin 90. ayetinde bize adil olmamızı, lutfedici olmamızı, yakınlara(mekan ve zaman olarak komşudan insanlığa kadar iyiliğe layık olan ve muhtaç olana) karşı alıcı değil, verici bir tutum içinde olmamız ikaz edildikten sonra inkarcı ve bağı tavır ve sistemlerimizi ortadan kaldırmamız bize öğütlenmektedir.

Bu yolda esas olan meta üretiminin yanında, ticaret ehli olma yerine, değer değişimi yaparak hayatını idame ettirmedir. Bağı, "manastır, havra, mescid el haram" ekonomik ve sosyal sisteminden dönmektir. Dönmek ise, tacirlik ve seyyar satılıktır. Bu seyyar satıcılık, günümüzdeki gariban satıcılar değildir. Kimsenin bir siparişi olmadığı halde, çok bol piyasa ürünü üreterek, bunu gerek hile, gerek iştah kabartan reklâmlarla lüks ihtiyaç arzusu yaratıp satan, gerekse zorlayarak serbest piyasa ekonomisini, demokrasi getirmek adı altında Pazar haline getirmeye zorlayan, müstevlilerin (işgalcilerin) halidir. Buna uyum sağlanınca da din artık "tüccar dini" olmuştur. (hac'da "Allah'ın lutfunu aramanızda size bir günah yoktur"(Bakara-198) ifadesini "hac'da ticaret yapmanız serbesttir" diye çeviri yapanların halini ve verdikleri mesajı bir düşünün; ne kadar aykırı, münafıkça bir çeviri)

İşte hak olan manastır,havra, mescid'il haram üretim ve dağıtımından yani "değer değişimi" modelinden serbest piyasa ekonomisine geçmek, zorunlu ihtiyaç için değil, bol üretip ihtiyaç fazlası üretim yaparak bunu pazarlayıp bol gelir etme yoludur. İşte tam burada insan ideal sosyo ekonomi politikten dönmüş ve "Beykara" sosyo ekonomi politiğine, yani "BEY-BAYİ"= "alım-satım ve aracılık-komisyonculuk" sosyo-ekonomi politiğine geçmiştir. "Beykara", Bakara (İnek, dana, buzağı) mizacına-kapitalizme uygun bir sosyo-ekonomi politik olana geçişi anlatan bir kavramdır.

İşte, manastır, havra, mescid'il haram dayanışmalı sisteminde, yani ihtişamdan uzak, bir gecelik bile olsa "kulluk yaşamanın", leyli manastır hayatını terk edip de Şehre(şöhret toplumuna) giden insanın bu yaşamda bir ömür ibadetinden daha efdal(faydalı) olduğunu Kadir Suresi bize haber vermişti. Onun için komün, manastır, havra, Beyt-El Haram üzere yaşanan yer anlamına gelen "karye" kavramına “Şehir” diye anlam verenleri âlim saymak mümkün değildir. İkisi birbirinin tam zıttı yaşam biçimleridir(Bakara-58 ile 61. ayetlerini karşılaştırıp,tahlil edin."Bu ayetler üzerinde 'yazın ortasında(ya da sıcağında) oruç bahsinde bilgi verilmişti.").

"Ehli Beyt" de zaten manastır-havra-mescid el haram'da belirtilen/yaşanan ekonomik ve sosyal yaşam üzerine yaşayanlara denilir. Bina ehli olan Ebna-ı Ahrar(Materyalist kapitalistler)’in zıttına Ehli Beyt denilir ve bu kişiler, "bina-ehli" olan "ebna-ı ahrar'"n yaşamı mülkün azdırıcılığını, kan dökücülüğünü, rekabet, kin ve hased içinde bir hayat sürmeyi gerektirdiği için "mülkte iştirak" halinde, ihtiyatlı ve sukunet içinde yaşarlar.

Onun için Resul’ler Beyt ehlidir. Bütün yaşamları ve tebliğlerinin özü bunu emretmektir. Bu Beyt nezdinde yaşamayı Allah’ın kendisine sevdirdiği insanları cezb eder(çeker). Resuller, Beyt içinden olmayıp de çevresindekilere/bekkedekilere, onu benimsemeyenlere de tebliğ yaparlar. Liberalist toplumlarda yaşayanların korunmasını da söylerler. Ama ihsan olarak nitelendirilen ve adalet, kıst ve doğruluk içeren idealist sistem ise Ehli Beyt-i benimseyip sevmek, manastır, havra, Beyt El haram çevresinde/bekkede değil, içinde olmak, yani sosyo-ekonomi politiğini buradan/beyt içinden/beyt ekonomisinden seçmesi gerekir. Zaten bütün peygamberler de Ehli Beyt’tendir. Nuh dâhil yaşamları da tebliğlerinde birinci derecede emrettikleri de Ehli Beyt’ten olup Ebna-ı Ahrar’dan/kapitalistlerden/sömürücülerden olmamaktır. Çünkü insanlık, Nuh öncesi toplayıcı ve avcı konumunda iken, tarımsal üretime geçtiler. Toplumun bir kesiminin sivrilip toplumu ifsad(fesatçılık) etmeleri kolaylaştığı için şeraitleri(yasaları) bunu önleyecek şekilde hükümler ihtiva eden minhaca/sisteme kavuşturuldu. Maalesef âlimlerimiz çok önemli iki hatalı mânâlandırma yapmışlar. Birisi "kurbiyet"i kabileci bir kafayla akraba olarak öğretmişler. "Ehl-i Beyt"i de Resulullah soyundan gelenler olarak yorumlayıp ayetlerin asıl anlamını gizlemişlerdir.

Ehl-i Beyt Mülk şehvetini içinden atmış, ihtiyacı kadarla yetinendir

”İşte onun için sen davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah'ın indirdiği Kitab'a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır.”(Şûra–15)

Allah, Beyt ehli olarak hayat sürmeyi ret edip, Beyt civarındakiler/dışındakiler/bekkedekiler gibi serbest piyasa ekonomisi ve serbest yer anlayışı içinde yaşayarak arınacaklarını zanneden ve hak nazarında boş amellerle adalet sağlanamayacağından, kıst üzere olmadan, haramdan titizlikle kaçınmadan, tacir kültürü, tacir kafasıyla tüccar dinini din yapanlara, Beyt ehli yerine Bina ehli olmayı tercih edenlere Resul’ün vereceği cevabı bize beyan etmiştir. Bereket içinden(üretim ve tasarruftan) neşet eden(kaynaklanan) yaşam biçimi "Haram üzere secde"; çevresinden(beyt içindeki üretimin haricinden, dışarıdan, bekkeden) gelen gelirlerden zekat verilmesi hali ise, "Aksa üzere secde" etmektir. İşte ekonomi "aksa üzere secde" üzerine de kurulabilir, böyle de yapılabilir; ama bu yeterli ve ayak kaymasını önleyici olsaydı, Allah Müslümanlara "Haram üzere secde" etmeyi, o sosyo ekonomi politiğe yönelmelerini hiç emreder miydi?(Bakara-219)

”Daveti kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur. Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır”(Şûra–16).

Bu günkülerin "hac, umre" deyip yerine getirdiklerini zannettiklerinin esası, bir ömür boyu manastır-havra-beyt'ül haram sosyo-ekonomi politiği içinde yaşayarak ayak kaymamasından emin olmaktır. Manastır, havra, mescid'il haram dışındaki sosyo ekonomi politik "ayak kaydıran" yerdir, uçurumun kenarıdır. Yani şu insanların söz ve delilleri boş iddialardır: -"Ben liberal kapitalist sistem içinde "Beyt El Haram" farz yaşam türü kadar temiz kalır, temizlenirim"- derler. -"Tevbe suresi yönelinilecek yaşam biçiminin burası(beyt' ül haram) olduğunu söylese de, ben öyle yaman birisiyim ki, kapitalist üretim tarzı içinde, evin ihtiyacını ayırır, artanı sermayeye eklemem, demode iş makineleriyle, sermayeyi artırmadan, artanın tamamını topluma iade ederek yaşarım"- demek boş ve batıldır. Böyle diyenleri, sonunda infakı görmezlikten gelerek, iki buçuk gibi cimrice bir zekâtı vererek kirli kalırlar, asla temizlenemezler.

Çünkü kapitalist üretim tarzı artanın infakına izin vermez. Kârın sermayeye eklenerek işin - şirketin devamlı büyümesi, üretim araçlarının en son teknolojiyle devamlı yenilenmesi esası üzerine çalışır. Kazançtan sadece bakmakla mükellef olduklarının günlük zorunlu ihtiyaçlarını ayırarak, artana oran tutmadan akşam devlet maliye veznesine yatırmak mümkün değildir. Ama Belam tipli âlimler bunu insanlara anlatmazlar. Oysa Bakara 219. ayetin açıklığı karşısında kapitalist üretim tarzına devam etmek Kuran’daki hüccetleri-delilleri inkâr etmektir. Kaldı ki sosyo ekonomi politikte Allah mutlak eşitliği emretmiştir. Bu ise mizanda denk olmayı gerektirir. Mizan vezinle ilintilidir. İçeriğinde eşitlik vardır. Muvazene/denge, iki şey arasını eşitlemek, denkleştirmek. İki şey eşit denk olmak. Şöyle ki.

”Kitab'ı ve mizanı( Yükün her iki tarafının denk olması, mutlak eşitlik) hak olarak indiren Allah'tır. Ne biliyorsun, belki de kıyamet saati yakındır.”(Şûra–17)

"Ona inanmayanlar, onun çabuk kopmasını isterler. İnananlar ise ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, kıyamet günü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.”(Şûra–18)

”Allah kullarına lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O kuvvetlidir, güçlüdür.”(Şûra–19)

Rızkı elbette ki Allah verir. Allah dilemeden kimsenin dilemesi mümkün değildir. O’na rağmen yaprak bile sallanmaz. Allah, ahireti tercih etmeyene, istediği, buna yöneldiği zaman, bu insanın ayağı kayacak diye vermemezlik yapmaz. Onun kazancını artırır. Allah bilir ki, o insan Bakara 219. ayete uymayacaktır. Çok kazınıp da, onun içinden sadece ihtiyacını alıp, gerisini kamu hazinesine iade edecek babayiğit yok gibidir. Para tatlıdır. İşte bunlar dünyada peşin isteyenlerdir. O ücretini almıştır. Zaten başkalarının bedeli ödenmemiş emek ve enerjisi o kimsede birikmeseydi, zengin olması mümkün değildi. Bunu ekonomi bilenler bilir. Onun içindir ki, Allah "ihtiyaç miktarını" insana helal etmiştir. Artanı verilerek insan haklarından kurtulunulur. Ahiret kazancı ise, biriktirmeyip, üzerinde kul hakkı olmasına, kalmasın izin vermeyenleredir ki, hak manada ahirete inananlar bunlardır. Bunların en dirayetlileri ise, Beyt Ehli olarak yaşarlar. Kamu işletmeciliğini tercih ederek, artık değerlerini kamuda bırakarak, onun adil dağıtımının vebalini yöneticiye bırakmış, yurttaşlarının eşit bir şekilde elden ve bizzat infakı gibi imkânsız bir yükten kurtulmuş olur. İşte ahireti tercih erden, onu kazanmaya çalışanlardır bunlar.

“Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.”(Şûra–20)

Şeriati(sosyo ekonomi politiği) Beyt, haram üzere olan din, Allah dinidir. Bunun dışındaki serbest yer, serbest piyasa ekonomisi, servet ve sermayenin ihtiyaç fazlası teşkil edecek şekilde biriktirilmesine izin veren din yorumu, Allah vahyi ve Şeriati değil, aksine Allah’ın izin vermediği bir din ihdasıdır/ortaya konmasıdır. Yani Allah vahyi(Şeriati) böyle bir yoruma müsait değildir. Şöyle ki:

“Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır.”(Şûra–21)

Ayette, kâfirlere Allah’a ortak koşmak, dirilmeyi inkâr etmek ve dünyaya tapmak gibi sakat düşünceleri telkin eden şeytanlara ve Allah’tan başka din koyanlara uymalarının sebebi sorulmakta ve bu ortaklara uymanın sonuçlarına dikkat çekilmektedir. Allah vahiden çıkması imkansız böyle bir yorumu din yapan âlimler, elbetteki tamah sahibidirler(menfaatçidirler) ki, ilmi onlardan almak/öğrenmek hatadır.

“Yaptıkları şeyler başlarına gelirken zalimlerin, korkudan titrediklerini göreceksin. İman edip iyi işler yapanlar da cennet bahçelerindedirler. Rablerinin yanında onlara diledikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf budur.”(Şûra–22)

Resulullah’a Rabbimiz şöyle öğüt vermesini söylüyor. Vereceğiniz ihtiyaç fazlasını bana ücret olarak verecek değilsiniz. Ben bundan uzağım, kendinizi cehennemden kurtarmak için mülk tutkusundan arınmanız için böyle yapacaksınız. Ben, mülk şehvetini nasıl kendi yaşantımda atmışsam, sahabelerimden büyük çoğunluk böyle yaşamışsa, zühd üzere(ihtiyaç kadarıyla) sizden misak almışsam, işte hak din budur. Vahiy şeraitine uygun olan budur. İşte havra, manastır, beyt-el haram üzerine sosyo ekonomi politiği sevin. Bunu da yine kendi kurtuluşunuz için yapacaksınız. Size emaneten bırakacağım ve sıkıca sarılmanız gereken Kuran ve onun mescid el haram üzerine olan yorum ve yaşamı benim yaşadığım, Selman’ın ve gibilerinin yaşadığı hayattır. Bu mülkleşmekten uzak kalarak yaşamaktır. Bina ehli değil, beyt ehli olun ki bu da tazeden vermek, tazeden yemektir/biriktirmemektir. Yani üzerinden bir gece dahi geçirip bayatlatmadan/elde tutmadan, ne varsa elinizde, zorunlu ihtiyacınız dışında kalanı günü gününe topluma iade ediniz.

Devam edeceğim.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (25. October 2017 Saat 11:27 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11. April 2014, 09:18 AM   #3
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-3.

“İşte Allah'ın, iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. Deki: Ben buna karşılık sizden Ehl-i Beyt üzere yaşamayı sevmenizden başka bir karşılık istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.”(Şûra–23)

Ebna-ı Ahrar(materyalist-kapitalizm) yaşam biçiminden Mescid El Haram üzere temizlenmeyi, temiz kalmayı din olarak getirmiş İslam, Tevbe suresinin 108. ayetiyle bunu bize işaret etmiş, muttakilerin ancak salah bulacağını onlarca ayet bildirmişken, Beyt ehli bunu anlatan bir deyim olmasına rağmen, bunu ısrarla Resulullah’ın nesli olarak anlamakta ısrar etmek nasıl bir basirettir? Fasık bazı İsrail oğullarının, babaları İbrahim neslinden olmanın kurtulmak için kâfi geleceğini andıran bir istismardır. Beyt yaşam şeklinin bize vasiyet edildiğini gözden kaçırmaktır.

“Yoksa onlar, (senin için) Allah'a karşı yalan uydurdu mu derler? Allah dilerse senin kalbini de mühürler. Ve Allah bâtılı yok eder; sözleriyle hakkı ortaya koyar. Şüphesiz O, kalplerde olanları bilendir.”(Şûra–24)

”O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.”(Şûra–25)

“Allah, iman edip iyi işler yapanların tevbesini kabul eder, lütfundan onlara, fazlasını verir. Kâfirlere gelince, onlara da çetin bir azap vardır.”(Şûra–26)

Bin bir bahane ve çarpıtmayla ihtiyaç üzerinde mülkleşmeyi savunan çalçene lafazanların tekzip edildiği kuvvetli bir delil de yine Şûra suresinin bu önemli ayetinde durmaktadır.Yine daha önce yeteri kadar açıkladığımız ve azmak olarak tercüme edilen kavram ”Bağız”’dır.

”Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir.”(Şura–27)

Aşağıdaki ayette “Rahmeti her tarafa yaymak” çok önemlidir. Burada yağmura da rahmet dememize rağmen, rahmet çok geniş kapsamı olan hayırdır. Burada verilen en önemli mesaj ise sünnetullah doğrudanlığı yasalaştırmıştır. Bir çöle petrol koyarken, bir yere sudan enerji elde etmek için akarsuları, bir başka yerde rüzgâr vererek ona da enerji elde etmesi rahmeti yayması kapsamı içersine girer. Nasıl, Beykara(bey-bayii) sosyo ekonomi politiği "havra, manastır ve karyeler mülkte iştirakinin" tersi ise, Allah bunu dilemiyorsa, insanların dikkat edeceği şey de, rızkın birilerinde toplanarak, diğerlerinin ona mihnet içersinde avuç açmalarını dilememektir..

”O, (insanlar) umutlarını kestikten sonra, yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O, hakiki dosttur, övülmeye lâyık olandır.”(Şura–28)

”Gökleri, yeri ve bunların içine yayıp ürettiği canlıları yaratması da O'nun delillerindendir. O dilediği zaman bunları biraraya toplamaya da kadirdir.”(Şûra–29)

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.(Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.”(Şûra–30)

Ayette hitap edilenler, günahkâr müminlerdir. Günahı olmayan müminlerin başına gelen musibetlerin sebepleri başkadır. Mesela onların sabretmeleri ecirlerini arttıracak sebeplerden biri olarak sayılabilir.

”Yeryüzünde (O'nu) âciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dostunuz ve bir yardımcınız da yoktur.”(Şûra–31)

”Denizde dağlar gibi akıp gidenler (gemiler) de O'nun (varlığının) delillerindendir.”(Şûra–32)

”Dilerse O, rüzgârı durdurur, da onun (denizin) üstünde kalakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”(Şûra–33)

”Yahut yaptıkları yüzünden onları helâk eder. Birçoğunu da affeder (kurtarır).”(Şûra–34

“Böylece ayetlerimiz üzerinde tartışanlar, kendilerine kaçacak bir yer olmadığını bilsinler.”(Şûra–35)

“Size verilen şey, yalnızca dünya hayatının geçimliğidir. Allah'ın yanında bulunanlar ise, daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükâfat iman edenler ve Rablerine dayanıp güvenenler içindir.”(Şûra–36)



Dünyada insanlara verilen maddi imkân ve bolluk sadece bir geçim vasıtasıdır. Allah’ın yanındaki sevap ise kalıcı ve daha faydalıdır.

“Onlar, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.”(Şûra–37)

Aşağıdaki ayette yine havra, manastır,mescid'il haram(Salât-Salâvat) kurumunlarına atıf yapılmaktadır. Bu ayet, İslami idare şeklinin, müslümanların kendi aralarından seçecekleri şuranın kararlarına dayandığına delil olarak gösterilmiştir. Yönetimde iştirak(Katılım) üretimde iştirak, dağıtımda iştirak. Şûra budur işte. Yoksa mülkü elinde tutanların, kendilerini onaylatmaları için danışması değildir.

“Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar(salat'ı ikâme ederler). Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.”(Şûra–38)

“Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.”(Şûra–39)

“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.”(Şûra–40)

”Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, artık onlara yapılacak bir şey yoktur.”(Şûra–41)

Aşağıdaki ayet müslüman için değerli bir kıstastır. Kimi düşman kabul edeceği ve sosyal, siyasi, ekonomik ve askeri kalkışmayı kime yönelteceğinin açık hükmüdür. Şu Hıristiyan’dır, bu Yahudi’dir, öteki Hindu’dur, şu Budist’tir v..s diye insanları imana getirmek için değil, kim yeryüzünde zulum yapıyorsa ona karşı cihadın hangisi uygunsa onunla cihad yapması gerekmektedir. Kapitalizm ve emperyalizm dünya çapınca bir insanlık suçudur. İşte zalimler bunlardır. Çünkü başkalarına gitmesi gerekeni onların aç kalmalarına sebep olmasına rağmen kendine sermaye yapmıştır. Bu mücadeleyi ihmal edip, üstelik zulum üreten bu bloğa dahil olmak isteyenlerin, dahil olup NATO emrine girenlerin müslümanlıkları elbette ki tartışılmalıdır.

Ayetin bir önemli niteliği de Zulme kim uğrarsa uğrasın Müslüman’ın görevi zalime düşman olmaktır. İsterse Budist Budist’e, Hıristiyan Hıristiyan’a zulmetsin, onu sömürsün, ona siyasi, ekonomik ve askeri baskılar katliamlar v.s uygulamış olsun asla onu bağışlayamaz. Eliyle diliyle karşı koyması gerekir. En azından ondan uzak durması ve onunla ittifaklar içinde yer almaması gerekir. Eğer zulüm bireysel yani şahsınıza, size yapılmakta ise bunda takdir hakkınız vardır. İsterseniz bağışlarsınız......

“Ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza vardır. İşte acıklı azap bunlaradır.”(Şûra–42)

“Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.”(Şûra–43)



Kötülük karşısında sabreden ve onu bağışlayan kimse, mert ve azimli insanların yaptığı işi yapmıştır. Dinin istediği de budur.

“Allah kimi saptırırsa, bundan sonra artık onun hiçbir dostu yoktur. Azabı gördüklerinde zalimlerin: 'Dönecek bir yol var mı?' dediklerini görürsün.”(Şûra–44)

“Ateşe arz olunurlarken onların, zilletten başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İnananlar da: İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır, diyecekler. Kesinlikle biliniz ki, zalimler, sürekli bir azap içindedirler.”(Şûra–45)



Kıyamette ziyana uğrama, cehennemde ebedi kalma ve cennette hazırlanan nimetlerden mahrum bırakılma şeklinde açıklanmıştır.

“Onların Allah'tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir dostları yoktur. Allah kimi saptırırsa artık onun kurtuluşa çıkan bir yolu yoktur.”(Şûra–46)

“Allah'tan, geri çevrilmesi imkânsız bir gün gelmezden önce, Rabbinize uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız, itiraz da edemezsiniz.”(Şûra–47)



Aşağıdaki ayette ise, insanlara her türlü hayrın Allah’tan geldiğini açıklar. Yani Allah insanlar için kötülük dilemez, insanlar kendi nefislerine zulmederler, Allah’ onların bu kötü isteklerini sadece yaratır. Allah çok merhametlidir, insanların kendileri için kötülük olacak şeyi istemeleri halinde bile bunların bir kısmını geri çevirir, vadesini uzatır, gazabını tutar, af dilemesi için zaman veren bir Hâlimdir.

”Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır. Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!”(Şûra–48).

Devam edeceğim.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (9. August 2014 Saat 04:21 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11. April 2014, 09:18 AM   #4
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bölüm-4.

Ne var ki, İslâm dininin yayıldığı coğrafya kandaş, kabileci ve feodal bir toplumsal yapıdadır. Bu toplumlar galebe-üstün gelme kültürü ile varlıklarını devam ettirdiklerinden, mülk şehvetine dahil olan bu kavramın icabına bağlı kaldılar. Gerçekten böyle bir kültür savunulmaya değer miydi?

Allah feodalizmin mülk şehvetini meşru mu kılmıştı ki?

Onların cinsel şehvetini kutsamış mı idi?

Bu soruların cevabı elbette hak dini iyi algılayanlar tarafından"asla" cevabı ile yanıtlanacaktır.

Bu ikisi de aklın zevkleri-sevinçleri dışında kalan ve din tarafından denetim altında tutulması, dinin omurgasını meydana getiren ilkelere ters, ten zevkleridir. İki büyük hastalıktan birisi mülk şehveti-tutkusu, diğeri de cinsel şehvettir. Feodal sistem sosyo-ekonomi-politiği ile Modernizm sosyo-ekonomi-polıtiği arasındaki bakış farkı bu iki şehvetin hususileştirilmesi ile genelleştirilmesi arasındaki görüş ayrılığıdır. Feodal düzen bunları asalet ve kaba güce dayalı yürütürken ve belli niteliklere özgü kılarken ve bunu münafıkça yaparken, modernizm bunun herkesin hakkı olduğunu, sınırsız tatmini için herhangi bir kutsal gerekçe bulmasının gerekli olmadığını, sınırsız tatminlerin yasak ve günah olmadığını yüksek sesle ilan etmek ve bundan hiç bir rahatsızlık duymamakta, dini deyimle fısk'ı /Allah'a isyanı) seçti; yani suçu alenen işlemek, hayâ etmemek. Bu uygulamaları ile de hak dinin tanımlanmasında büyük ölçüde münafık tanımlaması içinde kaldılar ve yorumlarıyla dini adeta bâtıllaştırdılar. Maun Suresi'nin lisanı ile "iki yüzlülük" gösterdiler. Kitabına uydurmak için ayetlerin tefsiri yerine tevilini(aslından başka manasını) tercih ettiler. Biz bunu hile-i şer'iye diye niteleriz.

Münafıklar mülk şehvetleri çok yüksek olanlardır.

"Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'a anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır." (Münafikun-9)

"Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın." (Münafikun-10).

Ayetlerin asıl anlamları yerine, ona gönülcüğünün dilediği, gelenek ve ananelerinin, alışkanlıklarının arzuladığı anlamı getirip monte etmektedirler. Tefsir ise, asıl anlamına yular takılarak istedikleri yere çekilerek yapılmıştır. Yorum saptırmaları ile adeta dine karşı din diyebileceğimiz, içten bozma yöntemlerin oluşturulmasında yapılan hileler, hep bu şekilde oluşturulmuştur. Yeryüzünde gerçeği araştırıp soruşturmayan ve önce ilkeleri değil, yorumcuları kutsayarak, onlara köle olmuş, aklını ipoteğe vermiş gelenekçiler de bu oyunları devamlı yutmuşlardır. Gerçeğin mücadelesi yerine, bu gelenekselleştirilmişliğin savunucuları olmuşlardır. İşte muhafazakârlık ve muhafaza etmeye çalıştıkları atavizm budur.

En başat sözleri de: -"Zaten halk da böyle istemekteydi"



Bu yazı Sayın İlhami Çetin'in
yazılarından faydalanılarak derlenmiştir.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (25. May 2015 Saat 12:29 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
kültür, toplu, toplumcu, yemek


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:13 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam