hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HANİF MÜSLÜMANLIK > Kuran Merkezli ve Allah odaklı iman!

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 18. June 2010, 05:28 PM   #1
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Lightbulb Bir toplum hayal edip düşlüyorum ben kafamda

http://blip.tv/file/get/Teymiyye-BR_...UM_1mp3408.mp3
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (18. June 2010), Yiğitcan (2. March 2011)
Alt 8. January 2011, 11:01 PM   #2
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

KURAN’DA HURİ NE ANLAMA GELMEKTEDİR?

KURAN’DA HURİ NE ANLAMA GELMEKTEDİR?

HAKKI YILMAZ’IN HURİ TANIMLAMASI

Nebe 31. Şüphesiz takvâ sahipleri için de başarı ödülü vardır.

32. Bahçeler,bağlar,

33. Göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar,

34. Ve içki dolu kâse(ler) .

35. Onlar orada ne boş bir lâkırdı ne de yalan işitirler.

36. Bunlar Rabbinin yeterli bir bağışı, mükâfatıdır.


Diyanet ve diyanet tasdikli birçok mealler, Nebe 31-36 arası ayetleri aynen böyle manalandırmışlardır.
Ve asırlardır kürsüler de insanlara bu ayetler delil gösterilerek, cennette kendilerine verilecek GÖĞÜSLERİ TOMURCUK GİBİ KABARMIŞ YAŞIT KIZLAR.. vaadedilmiş,
Ve hayata sadece cinsel açıdan bakabilecek saf insanların ağızları, hem de Allah'ın mescitlerin de sulandırılmak süretiyle..
Cennet sanki cinsel arzuların sonsuza dek yaşanılacak bir mekan konumuna indirgenmiştir..
Fakat, bu allame-i cihan müfessirlerimiz!! şunu hiç hesaba katmamışlardır.
Cennet sadece erkeklerin girebileceği bir yer midir ki, sadece erkeklerin nefislerine hoş gelen tasvirler çizilmiştir..
Peki Cennetlik kadınların durumu ne olacaktır bu duruma göre..
İşte burada devreye erkekegemen fıkhın çarpıklıkları girmektedir.
Din sahasında despot fıravunlardan daha katı davranan erkekegemen din alimleri!!, içinden çıkılamayacak bir duruma sebep vermemek için, bütün kadınları sindirerek, din sahasından uzak tutmuş, böylelikle arzuladıkları bir dini ortamın tesisine kendilerince katkı sağlamışlardır..
Oysa, herkes biliyor ki, Cennet ne sadece erkekler içinder ve ne de cinsel arzuların tatmini için oluşturulmuş bir mekandır.
Bu çelişkili mealler bir şeyi daha akla getirmektedir ki, bu doğruysa eğer,
Son 1200 yıl içinde ölmüş insanlar bu uydurulmuş dinin kurbanları olarak ahirete irtihal etmiştir..
Bu çelişkilerin akla getirdiği şüphe ise.. Müfessirlerin, din alimlerinin yeterli derecede ARABÇA bilmeden dini tanzim etmeye çalışmalarıdır..
Hal böyleyse, hem bilmedikleri bir konuda kendilerini ihtisas sahibi gördükleri ve hem de milyarlarca insanı etkileyip yanlış inançla hayat sürmelerine sebep verdikleri için, dünyadan daha ağır bir vebalin altına girmişlerdir..
Şimdi gelelim yukarıda ki mealin tam arabça gramerine uygun meallendirilmesine..


Hiç kuşkusuz Erdemliler/korunup sakınanlar/Takva sahipleri için mutluluk ve kurtuluş vardır. Takva sahipleri -kadın/erkek- için etrafı duvarlarla çevrilmiş bahçeler, taneleri olgunlaşmış üzüm bağları ve içleri dolu kadehler vardır. Orada olanlar ne bir boş söz ne de bir yalan işitmezler. Takva sahipleri için bunlar Rabbinden bir ödül, yaptıklarına karşılık bir armağandır. (nebe31-36)


Şimdi, ayette erdemliler/takva sahipleri için etrafı duvarlarla çevrilmiş bahçeler, taneleri üzüm bağları... diye anlamlandırılan ayetler, aşağı-yukarı çoğu Kur'an mealleri ve tefsirlerde, yukarıda örneğini verdiğimiz gibi, "takva sahipleri için.. bahçeler..üzüm bağları.. göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar" diye çevrilmiştir.
Ayetteki HADİKA nın çoğulu olan HADAİK etrafı çevrilmiş bahçeler...
İ'NEB'in çoğulu olan E'NAB üzüm, üzüm bağları...
Hemen arkasından gelen KAİBE'nin çoğulu KEVAİB ve TİRB'in çoğulu ETRAB "KEVAİBE ETRABEN" ayeti apaçık olarak üzüm bağlarındaki üzüm tanelerinin her birinin olgunlaşması, lezzetli hale gelmesi ve bunların kadın-erkek cennet ehline ikram edilmesi anlamına gelmektedir.

Ama, erkekegemen müfessirler tefsir ve meal çalışmaların da tüm faydaları kendilerine yonttukları için..
Arabça da DİŞİL olarak kullanılan çoğu terimleri hemen heveslerine ve şehvetlerine kurban ederek, Allah'ın ERKEK-KADIN tüm müttakilere tahsis ettiği dünyasal ve ahiretsel ödülleri ihtirasça hanelerine kaydetmiş..
Ve gayrımüslim islam düşmanlarının ekmeğine yağ sürerek..
Güzel dinimizle alay etmelerine ortam hazırlamışlardır.
Hep söylerim, tekrar edeyim..
Yapılacak yeni mealler de muhakkak KADINLARIN parmağı olmalıdır, yoksa bu ZIRVAların önünü tıkamanın asla bir yolunu bulamayız..
Heba olan milyarlarca insanlar gibi hem dünyamızdan hem ahiretimizden oluruz.
Unutmadan,
Bu dünya sadece erkeklerle dönmüyor, varlığın devamı ve selameti, MÜTTAKİ ERKEK-KADINların elele vermeleriyle mümkün olacaktır.

TEBYİN isimli Üye şimdilik offline konumundadırTEBYİN isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.Mesajı Moderatöre bildir Alıntı ile Cevapla

KURANDA TANIMLANAN HURİ NEDİR.

Dünya hayatı erkekler ve kadınlar için imtihan yeridir. Kadın ile erkek arasında Allah katında insan olarak hiçbir farklılık yoktur. Sadece farklılıkları Tiyatrodaki gibi rol farklılığıdır. Dünyada birisi kadın rolünde oynamaktadır diğeri ise erkek rolünde oynamaktadır. Kim Rolünü dünya hayatında Allahın tanımladığı şekilde oynarsa Allah katında değerli ve üstün olan odur.

67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Bakınız Kuran bir erkek dünya hayatında hangi yasakları yapmaması gerekiyorsa kadına da yapmaması gerektiğini söylemektedir.. Hangi güzel davranışı erkeklere yapmayı emrediyorsa kadınlara da onu emretmektedir.

33/35- Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.

Elbette kuranın anlattığı din ile İslam toplumlarında anlatılan ve algılanan din arasında inanılmaz derecede farklılıklar var. Bu bir gerçektir. Ama geçmişlerin her doğru dediği yanlış her yanlış dediği de doğru gözüyle bakarsak Bu Etkiye karşı tepkiyi doğurur dolayısı ile hakla batıl birbirine karışır içinden çıkılmaz bir hal alır.

Her peygamber kendilerinden önce gelen peygamberlerden kalan doğru olanları onaylamış yanlış olanlarıyla da onları doğrularla dizayn etmiştir. Bir anlamda da kuranın nesh ettiği ayette budur.

2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.

Allah yeni bir peygamber gönderdiği zaman değiştirdiği ayet yanlış olan ayetlerdir. Yani doğrusuyla yanlışıyla var olan Allahın yarattığı bütün şeyler ayettir. Burada kastedilen insanların yanlış yaptıkları ayettir. Yoksa Allah bir şeyi emredip sonradan yanıldığını söyleyerek verdiği emirden vazgeçmesi değil. İnsanların yaptığı yanlışları doğrularıyla takas etmesidir.

7/157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.

Kuran Anlayanlar tarafından ne anlatmak istediği insanları anlayabileceği şekilde elde bulunan teknolojinin getirdiği imkânlarla yeniden yorumlanmalıdır.

Zaten peygambere bazılarını açıklayıp da bazılarından vazgeçtiği olay da budur. Kuranın açıklanmayan bölümünün çağın açıklamasına bırakılmasıdır.

Şimdi Kuranda huri geçen veya verilecek olan eş anlamında geçen ayetleri aktararak olayı çözmeye çalışalım.

RAHMAN SURESİNDE GEÇENLER

55/56- Orada bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş kadınlar vardır ki, bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur.

55/70- Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır.

71- Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?

72- Otağlar içinde korunmuş huri kadınlar.

73- Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?

74- Bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur.

75- Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?

76- Yeşil yastıklara ve çarpıcı güzellikteki döşeklere yaslanırlar.

77- Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?

78- Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin adı ne Yücedir.

NEBE SURESİNDE GEÇENLER

78/31- Gerçek şu ki, muttakiler için 'bir kurtuluş ve mutluluk' vardır.

32- Nice bahçeler ve üzüm bağları.

33- Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.

34- Dopdolu kadehler.

35- İçinde, ne 'boş ve saçma bir söz' işitirler, ne bir yalan.

36- Rabbinden bir karşılık olmak üzere yeterli bir bağış(tır bu).

56/35- Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık.

VAKIA SURESİ

56/10- Yarışıp öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir.

11- İşte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır.

12- Nimetlerle-donatılmış cennetler içinde;

13- Birçoğu geçmiş (ümmet)lerden,

14- Birazı da sonrakilerden.

15- 'Özenle işlenmiş mücevher' tahtlar üzerindedirler.

16- Karşılıklı yaslanmışlardır.

17- Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır;

18- Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler,

19- Ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir.

20- Arzulayıp-seçecekleri meyveler,

21- Canlarının çektiği kuş eti.

22- Ve iri gözlü huriler,

23- Sanki saklı inciler gibi;

24- Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur);

25- Orada, ne 'saçma ve boş bir söz' işitirler, ne günaha sokma.

26- Yalnızca bir söz (işitirler "Selam, selam."

Dikkat ederseniz kuran iman eden ve Salih amel işleyenlere cennette verilecek olan nimetleri sıralamaktadır. Geleneksel din anlayışında yanıldıkları nokta eşlerin (hurilerin) erkeklere ait söylemleridir. Kuranın hiçbir yerinde eşlerin yani hurilerin erkek olanlarına verileceğine dair bir ayet yoktur.

Cennet nimetlerinin kime verileceği konusunda baktığımız zaman erkek ve kadın ayırt etmeden nimet verileceğinden söz eder.

78/31- Gerçek şu ki, muttakiler için 'bir kurtuluş ve mutluluk' vardır.

Ve bu ayetin arkasından nimetleri sıralar. Bir başka örnek

56/10- Yarışıp öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir.

11- İşte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır.

Bunun Arkasından da cennette verilecek olan nimetleri sıralamaktadır

Dünya hayatında bir denenme ve sınanma vardır ahiret hayatında ise sınavı başarıyla geçenler için Allah nimetlerden söz ediyor. Huri kelimesi dünyada olmayan sadece Allahın muttaki olanlara eş olarak takdim edeceği kadın ve erkek Müslüman ayırt etmeden verileceği bir nimettir. Şu ayetin belirlediği kalın ve belirginleşmiş olan çizgiyi hiçbir zaman gözden kaçırmamamız gerekir.

56/35- Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık.

İşte Cennet muttakilerin kadın ve erkek ayırt etmeden konuk edilen bir yerdir. Orada sadece iman etme Salih ameller işlemsi neticesinde bunlara karşılık Allahın kadın ve erkek ayırt etmeden eş olarak huriden söz etmesini niçin yadırgıyoruz. Alay vari bir şekilde erkek egemen bir fıkhın deyip de ayetteki var olan bir olguyu tepki olarak eş kelimesini verilen üzümdü hurmaydı mecralarına çekmek doğru değildir.

Nasıl geleneksel fıkıhçıların söylediği huriler erkek Müslümanlara verilecek yorumları yanlış ise. Kuranda huri yok cinsellik üzerine kurulmuş bir anlayış deyip de diğer meyveleri nimetleri saydığın zaman onların üzerine inşa edilen bir cennet olmuyor da huri kelimesi de anıldığı zaman cinsellikle suçlanıp huri kelimesi yok sayılmaya çalışılıyor.

Arapça bilmek kuranı anlamaya yetmez ve kuranı anlamak demek de değildir. Kuran edebi bir sanat eseridir hem de yerleri ve gökleri yaratan Allah’n sanatıdır.

Evet, yeni bir yaratılışla insanlar ahir et hayatında yaratılacak dünyadaki nimetlerin benzeri ve daha güzeli orada iman eden ve Salih amel işleyenler için beklemektedir. Kuranda cennet nimetleri sayılırken kesinlikle kadın ve erkek ayırt edilmeden anlatılmaktadır o zaman yeni bir yaratılışla yaratılan insanlar dünya hayatındaki yapmış oldukları her iyi ve kötü davranış hiçbir eksik kaydedilmeden karışlılarına yazılmış bir kitap olarak çıkacak ve ameller onlara cennet ve cehennem biletini alacak.

Dünyada yandığı zaman ölen insan cehennemde yandığı zaman ölmeyecek her insana kovulmuş şeytan peygamberler de dâhil katma yaptığı halde ahiret hayatında şeytan musallat olmayacak kadınlar erkeklere erkekler kadınlara saygı kurallarını aşan davranışlar yaptıkları halde ahir et aleminde Allahın iman eden kadın ve erkeğe yeni bir yaratılışla yaratacak onlara saygısızlık yapmayan eş olarak huriler verecektir.

Kuranianlamametodu.blogspot.com
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 9. January 2011, 10:07 PM   #3
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Fıkra alıntıdır. Bir kusuru varsa önce Allaha sonra sizlerin affına sığınırım.
Sadece yaklaşım tarzındaki çarpıklığı ortaya koymak için uydurulduğu kanısındayım.
Konuyu okurken birden aklıma geldi.

Alıntı:
HOCA


Bektasi Cuma'ya camiye gitmis. Camide hoca vaaz veriyor ve sarap içenleri siddetle kinamaya basliyor. Bektasi can kulagiyla dinlemeye baslamis.
Hoca dayatmis "Sarap icenler obur tarafta her turlu ceza gorecek. Sarap icmeyenler her turlu sefa gorecek... Hatta herbirinin emrine 40 huri verilecek... Sarap icenlerin ise ictikleri her sise sarap kil kopruden gecerken boyunlarina asilacak!!!"
Bektasi dayanamamis durdugu yerden seslenmis : "Hoca efendi o siseler dolu mu
olacak bos mu!"
Hoca gurlemis "Bre zindik sen dolu siselerle obur tarafi meyhane mi sandin!"
Bektasi basini sallayip itiraz etmis "Iyi ama hoca adam basi 40 huri ile sen de obur tarafi kerhane mi sandin!"
Allah verdiği rızıkların güzel ve temiz olanlarıyla rızıklananlardan razı olsun.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 9. January 2011, 11:31 PM   #4
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart Insan kimdir?

Ahmet Çuhadaroğlu

05 Kasım, 01:30 Şikayet Et

Selamün aleykum Ali Rıza hocam. Ruh ve can'la ilgili makaleyi gönderdiğin için Allah razı olsun teşekkür ettim. Kuran bakış açısıyla ruh ve can'ın ne olduğunu kavrayabildim yardımınızla. Fakat kafama takılan bir şey var. Bizim özümüz olan yani düşünen gören hesap yapan üzülen sevinen, beden öldüğünde, can çıktığında yaşamaya devam edecek olan, hesap günü hesaba çekilecek olan ne? Yani ben neyim?


Makalenizden anladığım kadarıyla ruh değilim: ruh Allah katından bedenime ve evrene verilmiş olan bilgi vahiy. Can da değilim o da bedenin yaşamsal faaliyetler göstermesi büyüyüp beslenmesi ölene kadar bedenin hayat almasını sağlayan insan ve hayvanları kapsayan bir enerji. Beden desek beden bizim özümüz hiç olamaz bir et parçası ve can çıkınca hiçbir vasfı kalmıyor. Bizim aslımız ne beden ne ruh ne de can. E o zaman biz hangisiyiz ölümle ölmeyecek olan düşünen beyni vücudu yöneten gülen ağlayan nedir? Bu konuda fikirlerinizi merak ediyorum.


Geçenlerde kuantum fiziği konusunda bir belgesel izlemiştim ve alan wolf( en ünlü kuantum profesörüdür dr kuantum lakaplı) şunu demişti: İnsan beynini didik didik ettik her noktasını inceledik ama o beynin hiçbir yerinde düşünen gören hisseden bir şey bulamadık ve anladık ki aslında görende duyanda hisseden de düşünen de ve hatta beyni yönetende bir gözlemci varlık yani biz yani özümüz var. Ve bu gözlemci varlık bedenin ölümüyle birlikte hayatına devam edecek türden bir varlık demişti. İşte Ali Rıza hocam benim sorumda bu gözlemciye yani bedeni yöneten gerçek bize dinde verilen ad nedir dinde nasıl bir konum vardır? Ben işin içinden çıkamadım.

MAKALEMDE CAN RUH VE RUHUL KUDÜS KAVRAMLARININ NE ANLAMA GELDİĞİ KONUSU KAVRANA BİLİRSE HAYATA VE KURANIN KELİMELERE YÜKLEDİĞİ Anlam çözülecektir kanaatindeyim.

Ahmet kardeşim şu soruyu soruyor. Aslında sormak isteyip de soramayan veya sorması hakkında gerekli donanıma sahip olmayan kişilerin de tercümanı olmaktadır.

“Bizim özümüz olan yani düşünen gören hesap yapan üzülen sevinen, beden öldüğünde, can çıktığında yaşamaya devam edecek olan, hesap günü hesaba çekilecek olan ne? Yani ben neyim?”

Bize gayp olan bizim bilmekte güçlük çektiğimiz veya o konuda gerekli düşünme kabiliyetimiz olmayan konularda mutlaka bir zikir ehline danışmamız gerekiyor.

Zikir; Bilgidir. Zikir ehli ise bilgiyi bilen ve bilgiye ulaşan demektir. En Büyük zikir ehli yerleri ve gökleri yaratan Allah’tır. Çünkü Bizi de evreni de programlayan kalplerden geçenleri bile bilen odur. İşte İnanmayanlar ne derlerse desinler. Kuran, zikir, Allah’ın Peygamberler aracılığı ile gönderdiği yaşam projesinin adıdır. Doğru okunduğunda ve doğru anlaşıldığında Bilginin anahtarıdır. Kuran İki Bilgiyi bize gayp haberi olarak vermektedir. Birinci bilgi İnsanların ilk yaratılışındaki bilgi, İkinci bilgi ise insanların ahret hayatı ile ilgili yeniden yaratılış la ilgili bilgidir.

Şu An Allah; Yaşadığımız hayatla ilgili bilgilerden şifrelerle bilgiler sunarak bizim hayatta nasıl bir yol tutturacağımızı anlatmaktadır. Aynen trafik işaretlerinin yönlendirdiği gibi, Yolda düzgün yürüyebilmek için yol kenarlarına bariyerler koyarak tehlikeli yerlerde işaretler koyarak, bir arabanın öndeki arabayı geçip geçmeyeceğini bildiren yol çizgisi koyarak hedefe ulaşmak için yolu kaybetmeden bize bir takım işaretler vermektedir.

Şimdi Kurandan bu konularla ilgili bilgiler toplamaya çalışalım. Belki Bu konuyla ilgili somut bilgilere ulaşmak için uzun bir anlatım olacak ama bu anlatımlar olmasa da bu günkü insanlığın konuya yabancı olması nedeniyle bilmediği bazı bilgi ve kavramların bilinmesi gerekmektedir.

56/57- Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz?

56/58- Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü?

56/59- Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa Yaratıcı Biz miyiz?

56/60- Sizin aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir;

56/61- (Yerinize) Benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde-inşa etme konusunda.

56/62- Andolsun, ilk inşa (yaratma)yı bildiniz; ama öğüt alıp-düşünmeniz gerekmez mi?

Ayetler insanları yaratılış konusunda düşünmeye davet ediyor. İnsanların peygamberlerden olağan üstü acizliğe düşüren haller beklerken malesef kendi yaratılışları konusundaki mucizevî yaratılışın farkında değildirler. Bir damla meninin kadın rahminde şekillenen bir süreç içerisinde gelişerek bir düşünen hayatta tek başına yetki ve sorumluluk sahibi kendi kararlarını kedisi verebilen verdiği kararların sonucunu müspet veya menfi de olsa kendisi katlanabilen bir insan olmaktadır.

Hem o meninin yaratılışı hem de o meni ile ana rahminde şekillenme olayını Allahtan başka kim gerçekleştirebilir ki? Kuran Bu açıklamalardan sonra Ahret âlemindeki bir yaratılıştan söz etmektedir. Ölen bir kişinin ne olacağı konusunda insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa bir taraftan ahret âleminde yeniden dirilişin olduğuna inanan insanlar olduğu gibi inanmayan insanlar da olmaktadır.

İnsanların görmediği tahlil edemediği bilemediği konularda sekülerist deist ve ateist düşünceler sadece akılı rehber edindiklerinden dolayı bu olayı kavrayabilmeleri elbette mümkün olmaz. Ahret âlemi konusunda kuran insanların ilk yaratılışı konusunda bilgiler vererek bunu ilk insanların başlangıcından en son insanlara kadar, bir damla meni ile ana rahminde oluşan insanı görüp durmaktadırlar.

Yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah insanları düşünmeye ve aklını kullanmaya davet ederek yaratılış konusundaki inceliklere dikkat çekerek yeni bir yaratılışın oluşu ve olacağı konusunda olgunlaştırarak bilgi vermektedir.

56/61- (Yerinize) Benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde-inşa etme konusunda.

İnsanların yaratılış biçimini her insanın anlayabileceği bir şekilde var oluş içerisinde geçen süreci anlatırken bunu yapabilen ilahi bir gücün olduğunu anlatırken bu insanların öldükten sonra tekrar yeniden bir yaratılışla insanların benzerini bir araya getirebileceğine de gücü yetebileceğini ifade ediyor. Düşünen bir insan için bu söylenenler gayet mantıklı bir söylem değil mi?

Bir mucit herhangi bir konuda bir şey icat ettiği zaman onu ikinci bir sefer aynısını yapması daha kolay ise insanları ilk olarak yaratan Allah ikinci bir sefer yaratmada hâşâ teşbih yerinde ise sıkıntı çekmez herhalde.

Kuran İnsanların daha yaratılmadan önce Uzun bir süreç geçtiğinden söz eder.

76/ 1- Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.

İnsan inceleyen, soran sorgulayan araştıran bilgi sahibi olanlar için, Kâinatta yaratılmış olan diğer varlıklara karşı mükemmel bir farklılığın olduğu bir gerçektir. Onun adı yeryüzünde Allah adına iş gören anlamında halifedir. Allah kâinattaki bütün varlıkları ona secde ettirerek, onun emrine vererek dünya hayatında denemektedir.

İnsanoğlu yaratılmadan önce insanların dışında yaratılmış olan bütün varlıklar yaratılarak insanların dünya hayatında yaşamasına zemin hazırlanmıştır. Yaratılan her bir varlık; ilahi bir gücün tasarımı ile her örnekten bir örnekten verilerek hiç bir eksik bırakılmadan insanın emrine amade kılınmıştır. İnsanın dışındaki bütün varlıklara Kuran genellenme olarak melek tabirini kullanmıştır.

2/30- Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.

Burada Var olan varlıkların tanımını iki ana çatı altında toplamaktadır. Birisi halife olan insan, diğeri ise halife olan insan emrine amade kılınan meleklerdir.

“Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken,” bu tam bir teslimiyeti ifade ederken başka bir ayetle tanımını daha da belirginleştirmektedir.

2/ 32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz

Yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."

Meleklerde Akıl ve irade yoktur. Programlanmış bir bilgi ile hem insan yöneldiği zaman insanın emrine amade (âdeme) secde eden, Hem de insana secde et dediğinde insana secde etmesiyle Allah’a secde eden bir varlıktır. O zaman konunun daha iyi anlaşılması açısından melekler ile ilgili birkaç somut örnekler verelim.

Bu tanıma göre Ağaç bir melektir desek, olmaz mı? Bitkilerden hangi bir varlığı incelesen hepsinde Harika yüklü bir bilgi donanımı var. Botanik ilminin ortaya koyduğu verileri incelediğimiz zaman, Akıllı olan insanların toplanıp da yapamayacağı muazzam bir programla işlevini yapmaktadırlar. Bitkilere Akıllı desen herkes güler. Ama akıllı olan insanların yapamayacağı işleri kusur etmeden nasıl yapıyorlar?

Hayvanlar âleminden Herhangi birini incelediğimiz zaman onlar da akıllı olmadıkları halde insanın tüylerini ürperten mucizeler gerçekleştirdiği görülmektedir O konunun uzmanlarına sorun bunları nasıl yapabiliyorlar? Ve insanlar arıları eğitip kendilerine şifa iksiri bal yapıyorlar.

Allah gözükmüyor. Somut hali yok, dağlara bitkilere, hayvanlara ve insanlara vahiy bilgiler gelmektedir. Bu bilgiler nasıl? Nerden geliyor?
İnsan kendisini düşündüğü zaman basit bir damla sudan meydana gelmesi ve o bir damla suyun içerisinde varlıklara hükmedebilecek kadar donanıma sahip olması herhalde tesadüf deyip geçiştirilecek bir anlayışla izah edilemez. Bakınız kuran insan hakkında neler söylüyor?

38/75- (Allah) Dedi ki: "Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?"

Yeryüzünde Allah adına iş gören her türlü manevra kabiliyetine sahip düşünen Akleden soran sorgulayan kâinatta yaratılmış olan bütün varlıklarla diyalog kurarak onlardan istifade etmesini bilen, okuyan yazan çizen resmeden gülen ağlayan üzülen sevinen şükreden nankör olan ölen öldüren veren vereni engelleyen savaşan barışan oturup kalkan bir varlıktır. Bu insan nasıl bir varlıktır ki bu kadar değişik boyutlarda manevra yapma kabiliyeti sergileyebiliyor?

İnsan: Akıl, takva, fıskfücurla diğer varlıklardan ayrılarak hem kötülüğe hem de iyiliğe meyilli bir donanıma sahip nötr bir varlıktır.

İnsanların dışında yaratılmış olan bütün varlıklarda bu haslet yoktur. Bu yaratılış biçimi insan olanlara avantaj sağladığı gibi dezavantaj da sağlamaktadır. Yerleri ve gökleri yaratan ve insanı iki eliyle özenip bezenerek yaratan ve ona değer veren ve verdiği değerin karşılığında ona bir sorumluluk yükleyen Allah Şu ayetle Görev ve sorumluluğunun fotoğrafını çizmektedir.

51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.

Bizi yaratan, bize kulaklar gözler veren, hisseden kalp, düşünen beyin veren, ve bizi dünya hayatında denemeye tabi tutan ve sadece ve sadece Onun buyruğu altında hayatımızı planlamayı isteyen bir rabbin kullarıyız. İşte Bu verilen nimetler karşısında Allah bize bir sorumluluk yükleyerek Bizi imtihan etmektedir.

10/ 3- Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah'tır. Onun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?

Sadece İnsana özgü bir tanımla insanlarla diğer varlıklar arasındaki farkı ayırt ederek insanı halife makamına yükselterek, yeryüzünde yetkili ve sorumlu bir varlık kılmaktadır. İnsanlar dışında yaratılan varlıklar için de melek tanımını kullanmıştır. Allahın onlara verdikleri bilgi kotlaması ile onlar kendi görev alanlarında yaşamlarını çerçeveleyerek, insana secde etme anlamında insanların yönelmeleriyle onlar kendilerinde olan bilgileri cömertçe sunmaktadırlar.

Her bir varlık için verilen bir kotlama bilgilerle kendilerine verilmiş olan görevde kusur işlemeden isyan etmeden itaatkâr bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlarla diğer varlıkların görev ve sorumluluk farklılığını kuran şu ayetle belirginleştirmektedir.

33/ 72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

Kuran Bir emanetten söz ediyor. Nedir o emanet? Evrene Halife olarak gönderilen insanı diğer varlıklardan onu üstün kılan ve dünya hayatında aklın takvanın ve fıs kın verilişiyle seçenekler içerisinde kendi kararını kendisine vererek, İbadet ve kulluk bilinci içinde yaratıldığı halde, Doğayı katletmemelerini yeryüzünde adaletli davranmalarını haksızlık yapmamalarını ekini ve nesli yok ederek yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamalarını insanlardan istediği halde, insanlar bu emanete sahip çıkmaya maharetli olduğu halde emanete hıyanet etmişlerdir.4/119

İnsanların dışında olan bütün varlıklar kendilerine verilmiş bilgi çerçevesi içerisinde Sadece ve sadece Kendi görevleri içerisinde hem insana hem de Allaha secde etmektedirler. Fakat İnsan halife anlamında her bilgi verilmiş küfran ve şükranlık onun kendi özgür iradesi alanı içerisindedir.

76/ 3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.

Dünya hayatında insanlar sövse de dövse de birisine iyilik veya kötülük yapsa da Allah onlara dünya hayatında insanların müdahalesi hariç özel bir müdahalede bulunmuyor. 22/40 İşte Halife anlamının bir anlamı da budur. Denemeye tabi tutulan yaptığı her davranış konusunda sorumlu olan ve fotoğraflanan adım adım insanın hiç bir yaptığı Allaha gizli kalmayan meleklerin kotlanmış bilgileriyle gözlem altındadırlar.

İnsan; Dünya hayatında bir işi düzgün yapmadığı zaman ondan verim alamıyorsa, insanlara zulüm ve haksızlık yaptığı zaman onların haksızlığını diğer insanlar gideriyor veya müdahale yapıyorlarsa veya dünya hayatında bağımlılık yapan her şeyin insanların yapmasıyla başlarına felaketler zarar görme oluyorsa İnsan bir halifedir.

Allah dünya hayatında insan gidişatına bütün donanımımı vererek müdahalede bulunmuyor. Suç işleyenlerin cezasını ahret âlemine erteliyor. 35/45 İnsan her türlü ahlaki bozuklukları yaptığı halde başına özel bir felaket gelmiyor. Ne kadar insan güzelliklerde bulunsa peygamberler de dâhil ona ödül verilmiyor. Ödül vermeyi insanlara Allah diğer insanların duyarlı olanlarına bırakıyor.

22/ 40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır

Allah suç işleyen ve verilen Görev dışında hayat sürenlerin asıl cezasını Dünyada değil ahret âleminde verecektir.

1/ 3- Din gününün malikidir.

Allah insanların dünya hayatında diğer insanlara karşı kurdukları tuzakları görmekte ve bilmektedir. Hatta kalplerden geçen niyetleri de bilmektedir.

2/284- Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onunla sorguya çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğini azaplandırır. Allah, her şeye güç yetirendir.

Kuranın bu konular ile verdiği bilgilerden sonra şimdi Ahmet kardeşimin sorduğu soruyu tekrar ederek yeniden düşünmeye çalışalım.

Selamun aleykum ali rıza hocam. Ruh ve can'la ilgili makaleyi gönderdiğin için Allah razı olsun teşekkür ettim. Kuran bakış açısıyla ruh ve can'ın ne olduğunu kavrayabildim yardımınızla. Fakat kafama takılan bişey var. Bizim özümüz olan yani düşünen gören hesap yapan üzülen sevinen, beden öldüğünde, can çıktığında yaşamaya devam edecek olan, hesap günü hesaba çekilecek olan ne? yani ben neyim?

İNSANI İNSAN YAPAN FARKLILIKLAR

Önce İnsanın yapısını ele alarak sorulan sorunun cevabını vermeye çalışalım.

İnsanı diğer varlıklardan farklı kılan üç haslet.

A)-NEFİS İBLİS FISKFÜCUR

B)-TAKVA

C)-AKIL

NEFİS İBLİS FISKFÜCUR: İnsanı Meleklerden ayıran özelliklerin en önemli maddesini teşkil eden ve insana kötülüğü teklif sunandır.

2/34- Ve meleklere: "Adem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu.

2/35- Ve dedik ki: "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."

İblis Melekler taifesinden olup fakat meleklerden secde etme konumundan ayrılarak insana Allaha karşı kulluk görevinden uzaklaştırmak için insanlara kötülüğü teklif sunma görevinde olan bir melektir. İnsandaki Kuranın tanımladığı bir adı nefis bir adı fıskfücur bir adı iblis olan bu olguyu bir de akılı çıkarıp kaldırırsak İnsan diğer varlıklardan bir farkı kalmaz.

İnsanların asıl denenmesine vesile olan ama insanın bu tekliflerini kabul etmeme ve etme konusundaki seçeneğinin kendisine verilmesi onu imtihan alanına sokmaktadır. İnsanın dışında evrende hiçbir varlıkta böyle bir olgu yoktur.

7/ 19- Ve ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

7/20- Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

Kuranda geçen kelimeler kuranın kastettiği bir şekilde anlaşıldığı zaman konular ve ayetler anlaşılmaya başlıyor.

Klasik olarak tefsirlerde anlatılan iblis ve şeytan tanımları genelde mitolojilerde anlatılan ve ehli kitap toplumlarının algıladığı ve anlattıklarının bir devamıdır.

Bütün insanların hilkatinde var olan olguyu Âdem ve eşi kavramıyla tipleyerek Kuran bize anlatmaktadır. İnsanlardaki nefsin insana kötülük vermeyi fısıldaması ve Allahın insanlara yüklediği sorumluluğu unutturarak koyduğu ilkeler olarak belirginleştirdiği helal ve yasak olanların bayraklaştığı anlamı şu ifade ile özetlemektedir.”

7/ 19- Ve ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

Allah evrende Hem insanların yiyerek ve yaşayarak temiz olanları ve helal olanları yaratmış hem de pis ve murdar olanları da yaratmıştır. Ama insanlara haram olanlar zarar temiz olanları da faydalı ve helal olarak bildirmiştir. İşte Allahın âdeme yasak ağaçtan bahsederek kısacık bir tanımla bütün insanlara zarar olan şeylerin yasaklandığı şeylerdir. Yoksa buğday ağacı elma ağacı değildir.

7/20- Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

Kuran intak sanatı ile varlıkları konuşturarak bize bilgiler vermektedir. Yasaklanan ağaç haramlar ilkesidir. Haramlar çekici ve süslü kılınmıştır. Bu sebeple haram olan bir şeye insan iblisin şeytanın vesvesesiyle o haram olanlara karşı iştahı kabartılmaktadır. Eğer İnsanda bu yasaklara karşı eğilimi olmamış olsaydı, Verilen göreve secde eden melekler gibi olurlardı. İşte insanları meleklerden ayıran olgu budur.” sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

3/14- Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır.

İnsanların iki seçenekten biri olan kadınlara altına mala makama rahatlığa düşkünlükleri ayette özetlenerek Her şeyin Allahın koyduğu kurallar içerisinde İnsanın yaşaması önerilmektedir.

İnsanın ebedi yaşamasını engelleyen cennetten çıkarılmasının asıl nüvesini oluşturan dağların kabullenmediği emaneti üzerine alan ve böylece zalimleşen zalimleşmesi iblisin güdümüne girmesi nedeniyle hem dünya hayatında hem de ahi ret hayatında başına birçok belaları getiren kaynaktır. Sivrisineğin üretildiği bataklıktır.

İşte Nefis İblis fısk olgusu İnsanda varsa ki vardır. İblisin insan üzerinde kendi vesvese doğrultusunda insanın eylemleri görülecektir. Bir testide dışarı ne sızarsa testinin içerisinde o var olgusu bizde oluşuyorsa. İnsanın özünde var olanlar insanın dış hayatını şekillendirirler. Ruh kavramını irdelerken Allahın insanı yaratıp ona ruhundan üflediğinde o insanda hem zulmeden öldüren vuran kıran dünyayı bozan bir konum ortaya çıkabildiği gibi, hem de insanı dünyayı mamur hale sokan insanlara yardım eden zulme karşı canı malı pahasına da olsa mücadele veren bir insan konumuna da sokabilmektedir.

9/111- Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.

15/26- Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.

15/27- Ve Cann'ı da daha önce 'nüfuz eden kavurucu' ateşten yaratmıştık.

15/28- Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım."

15/29- "Ona bir biçim verdiğimde ve ona Ruhum'dan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın."

İnsanın yaratılışı hakkında Kuran bilgi verirken şekillenmiş Bir cansız “ceset,” Onu Ayakta tutan diri tutan canlı tutan “can” bir de üflenen “Ruh” ile insanda kimlik yönünde şekillenen bir insan portresi karşımıza çıkmaktadır. İnsana üflenen ruh insanı şeytan konumunda da şekillendirebilmekte insanı peygamber konumunda da şekillendirebilmektedir.

İşte insanın ana parçalarının bir tanesini oluşturan iblis, nefis fıskfücur olgusu insanın denenmesinin ana malzemesini oluşturmaktadır. Hiç içki kumar fuhuş olmayan bir toplumda doğan bir çocuğun o toplum içerisinde olmayan içkiyi içmesi olmayan kumarı ve diğer pislikleri yapması düşünülemez herhalde.

Ortada kötü olanlar da var iyi olanlar da vardır. İnsanda kötüyü seçme manevrası da var iyiyi seçme manevrası da vardır. ama insanın ana malzemesi İyilik takva Muhkem olanlardır. İblisin insanı fücura götürme şansı takvaya karşı daha zayıftır. Asıl insan Allah’ı rab olarak kabul etmek için yaratıldığı halde Allahın rabliğin iğini insandan alma çabasında olduğu için iblis insanda yabancı bir konumdadır. Bu sebeple iblis cinlerdendi ifadesi kullanmaktadır.

18/50- Hani meleklere: "Âdem’e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.

Olay insanın diğer parçaları gün yüzüne çıktıkça daha iyi kavranacağı kanaatindeyim.

TAKVA: İnsanın her yaptığı yanlış davranışında uyaran bir sesin adıdır.

İşte deist realist sekülerist materyalist toplumların ana malzemeleri budur. İnsan yaratılış olarak neyin kötü neyin iyi olduğunu bilir. İşte evrensel olan da budur.

Bir kişinin başkalarının malını çalmanın kötü olduğunu, Kendisi ile toplumun koyduğu değer yargıların dışında gizlice kendisine ait olmayan kadınların ve erkelerin ilişki kurmalarının yanlış olduğunu, her insan bilir. Ama Bunların kaçırdıkları bir nokta var. Genelleme olarak bilinen bazı şeylerin ayrıntılara girildikçe sadece aklın yol göstericiliği altında yürümek isteyenler çıkmazların içerisinde boğulmaktadırlar.

Evrende Bulunan Her bir varlık gizemler içerisinde yüzmektedirler. Onun iç yünü o konuda uzmanlaşanlar kendi dalları ile ilgili konularda verilerini sunarlar. Uzmanlık alanı içerisine girmeyen konularda bilgi sahibi değillerdir.

Tıp ilminde İnsan incelenirken Ana dal olarak bile Bilebildiğim kadarı ile Birçok Bölümlere ayrılmaktadır. Kalp ve damar, Kulak burun boğaz, Göz, beyin, Psikolog, pisikiyatrist, Vs. Ama Her dal Bir insanı incelemek için vardır.

İnsanda meydana gelen bir rahatsızlık başlı başına bağımsız değildir. Her bir insan organı mutlaka diğer organlarla bağlantısı vardır. İnsan bütün olarak incelendiği zaman insandaki bir hastalık teşhis edilip karara varılabiliyorsa insandaki ana parçalar (Nefis iblis, Takva Akıl) da bir bütün olarak incelenip birbirlerine negatif ve pozitif etki etmesi incelenmesi gerekir.

Her insan gerek kendi içerisindeki gerekse Kendisi dışından gerek evrenden gerekse diğer insanlardan gelen uyarıcılarla uyarılmakta olduklarının bilincindedirler. Ama bazıları uyarılanlara karşı duyarsız kayıtsız kalmakta bazıları da bu uyarılara karşı duyarlılığını göstererek kendisine çeki düzen vermektedirler.

Yapılan bir yanlışın uyarıcılar tarafından uyarıldığı halde uyarılara dikkate almayan insanlar mutlaka bedelini dünyada da ahrette de ödemektedirler. Kırmızı ışıkta geçme uyarısına kulak asmayanların başlarına gelen felaketler gibidir.

İnsan Hem kendisi içerisinde Başlı başına bir iktidar olduğu gibi hem de sosyal bir toplum olarak sosyolojinin ilgi alanını oluşturmaktadır. Bir taraftan insanın fiziki yapısıyla ilgilenen tıp kendi içerisinde bir bütünlük oluşturup insanda ki fiziki bozulmanın sebeplerini diğer bölümlerin uzmanlarının bir araya gelerek istişare ettiklerinde sorunların atından kalkarak problemleri çözmektedirler.

Bir taraftan da Fiziki rahatsızlığın dışında davranışlarında meydana gelen rahatsızlıkların sebeplerini inceleyen bir de psikoloji uzmanlık alanı vardır. Tıp psikoloji nasıl bir insandaki hem fiziki hem de ruhi bozuklukların nedenlerini Sebenlerini inceleme ve tahlil ederek el birliği içerisinde gün yüzüne çıkarıp insanı rahatlatmaktadırlar. Bunlar da yetmedi Bir de sosyoloji bilimi ortaya çıkmaktadır. Sosyoloji de toplum davranış biçimlerini inceler.

Tıp, pisikoloji ve sosyoloji hepsi insanla ilgili bilimlerin adıdır. İnsanlardaki bir fiziki rahatsızlık nasıl insandaki bütün organlardan bağımsız düşünülemiyorsa, insandaki bir psikolojik rahatsızlık da insandan bağımsız değildir. İnsanın bir tanesinin yanlış davranışları diğer insanlardan da bağımsız olamaz işte İnsan sorunlarıyla uğraşan bu ilimler Bir bütün olarak ele alınmalıdır.

AKIL: Nefis ve takvadan Hangisi insanı kuşatarak insan üzerinde kişilik ve kimliğini oluşturduğunda insanın manevra yönü ne tarafa çevrilmişse gittiği yolda hizmet eden emrine amade olan bir melektir.

Akıl Kullanıldığı zaman bir anlam kazanır Akıl kullanılmazsa Haymvanlardan hiçbir farkı kalmaz. İşte Allah böylece insanla hayvan arasını ayırırken aklını kullanmayan insanları hayvanlara benzeterek aklın insan üzerindeki etkisini anlatmaktadır.

25/43- Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?

25/44- Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar.

Bu güne kadar insanlarla hayvanları birbirinden ayıran temel özelliğin sadece akıl olduğu biliniyordu. Evet, akıl insanları hayvanlardan ayıran temel özellik olmakla birlikte insanın asıl nüvesini oluşturan takva ve fıskın insanın oluşumunda diğer varlıklardan ayıran insanını insan yapan olgu unutulmaktadır.

İnsan: Her iki yöne eğilimli olan nötr bir varlıktır. İnsandan peygamber olabildiği gibi insandan şeytan cin de olabilmektedir. İşte İnsanın asıl yaratılış gayesini keşfederek yaratılırken vermiş olduğu sözün üzerinde insana Hizmet ettiği zaman insan aklını kullanmaktadır. Muttaki İfadesi aklını takvanın hizmetinde kullanması demektir.

2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.

İnsanın ilk yaratılışı meleklerle aynı konumdadır. Onlar saf masum bir halde fıtratlarında kotlanmış bilgilerle yerlerin ve göklerin Allah’ı tespih ettiği gibi onlarda Allah’ı rab olarak onu tespih etmektedirler.

7/172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.

İşte Burada İnsanın yaratılırken insanın halini lisanı haliyle kuran tanımlarken akıl baliğ çağına erdikten sonra yaptığı her doğru ve yanlış davranışın hem ilkelerini bulacak maharette hem de yaptığı davranışlar karşısında yapılan her yanlış davranışta uyarılmaktadırlar. Her insan eğer takva yolunda yürümek isterse Ona rabbinin emrinden olan bilgi ile bir ses onu uyarır.

16/2- Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka İlah yoktur, şu halde Benden korkup-sakının, diye uyarın."

Allahtan başka ilah olmadığını Ancak o yaratılırken yaratılış biçiminin ana malzemesini oluşturan fıtratın sesine kulak veren insanlar ilahi mesajı anlamak ondaki derin kavrayışı anlamak için yürüdüklerinde Allah onlara yol göstermektedir

39/23- Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir Kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların Ondan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah'ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur.

İşte aklını kullanan ve kendisini iblisten şeytandan diğer insanlardan gelen yanlış teklifleri reddederek çekici olan fakat insanı mucura kaptıran bütün davranışlardan kendisini arındırarak yol alanlar ancak arınmış olan insanlardır. Arınmış olan insanlar dik duruşunu kendisine ister insanlardan isterse cinlerden gelen bozacak tekliflere karşı asla eğilmeyen yaratılıştaki verdiği o rabbim Allah’tır sözleşmesini bozmayan insanlar ancak kurtulmuş insanlardır.

33/23- Mü'minlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.

İşte Allahın övdüğü Allahın hoşnut olduğu insanlar bunlardır dünya hayatı bir denenmedir. O insanlar bu sadakati gösterdiklerinde asla ateşin içerisine atsalar da firavun gibi zalimler onları zindanlarda çürütseler de ashabı kefh gibi mağaralarda o zalimlerden kaçarak her türlü rabbim Allah’tır uğruna dik duruşların sağlama uğruna o kadar işkencelere katlanmaları onları asla pişman etmeyecektir. Yusuf’un atıldığı zindan onlara aydınlık İbrahim’in atıldığı ateş ona serinlik firavunun astığı müminler onlara Allaha kavuşmaktan başka bir ödül olmayacaktır.

İnsanın genel olarak küçücük de olsa tahlilini yapmaya çalıştık. insan demek ki sadece saçlarıyla sakallarıyla cinsiyetleriyle elleriyle kollarıyla vücut organlarının yüzeysel görünüşü ile sınırlı değil, insan incelendiği zaman halife unvanı ile kâinatın yoğunlaştırılmış bir halidir.

Bu sebeple Kâinatta yaratılmış olan bütün özellikleri içerisinde barındıran fizikse ruhsal görsel düşünsel bilmesel bütün olguları içerisinde barındıran Allahın iki eliyle özenip bezenerek yarattığı en mükemmel bir varlıktır.

38/75- (Allah) Dedi ki: "Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?"

Bu sebeple insan en güzel biçimde yaratılmış bir varlıktır.

95/4- Doğrusu, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.

Bu Kadar açıklamalardan sonra gelelim Ahmet kardeşimin sorduğu sorunun cevabına.

“Fakat kafama takılan bir şey var. Bizim özümüz olan yani düşünen gören hesap yapan üzülen sevinen, beden öldüğünde, can çıktığında yaşamaya devam edecek olan, hesap günü hesaba çekilecek olan ne? Yani ben neyim?”

İnsan özelliklerinden süzülüp gelen insanda var olan olguların küpün dışına yansımasıdır. Onu: üzülen sevinen döven öldüren öldürülen şeytanlaşan peygamberleşen içki içen kıyam eden okuyan düşünen aklını kullanan kullanmayan savaşan barışan rabbani olan şeytani olan inceleyen araştıran soran sorgulayan düşündüklerini icraata geçiren icraata geçirmeyen işiten gören hisseden hissetmeyen Konuma taşımaktadır.

Bu olaylar dünya hayatında Halife olan insanların denenmesi içindi. İnsan başıboş ortada dilediğini yapma hakkı yoktur. O bulunmuş olduğu konumda kendisi üzerine yüklenen yükü emaneti bir hayat boyunca yapmak ve o yaratılışında verdiği rabbim Allah’tır sözünü ölünceye kadar taşımak ile görevli ve yükümlüdür.

67/ 2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.

Dünya hayatında Adem’de, yasak ağaç cennet, Yahudilerde cuma ertesi yasağı, Lut Kavminde “işte kızlarım” diye tanımladığı, Salih kavminde deve kesme ile özetlediği Talu tun ordusunun bir ırmakla denenmesinden söz etmesi olayları hep kuranda toplumlarda yanlışa ve doğruya gidişin malzemelerini oluşturan şeydir. Balıklar düşünmeyen varlık olduğu halde Yahudi olanların ibadet yapma yasağına uyup uymaması mecazi olarak anlatılarak ibadet yasağına uymadıkları zaman balıkların gelmemesi balığın nimet olarak kullanmasıdır.

Her Toplum yaşamış oldukları hayatta günün şartlarına göre denenmekte imtihan edilmektedirler. İşte olayın temelini özünü oluşturan Allahın peygamberler aracılığı ile gönderilmiş vahiy orijinli dinlerde anlatılan sınırlanan helal ve haram iyi ve kötü kuralarını öğrenerek hayatlarını ona göre düzenleyenler kurtulmuştur. düzenlemeyenler de helak olmuşturlar.

İşte insanın ana parçalarını oluşturan can ruh, beden iblis takva akıl ve fiziki malzemeleriyle beraber insanın kendi içerisinde kendisinde var olanlarla oturup istişare ederek almış olduğu kararlar onun dünya hayatında yerini konumunu belirlemektedir.

91/7- Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene',

91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).

91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.

91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.

Ahret âleminde insanlar dünya hayatında kendisine verilen malzemelerle yol alanlar ahret âleminde yeni bir yaratılışla benzerler olarak kazandıkları yapıp ettikleri tastamam karşılarına meleklerin şahitliğinde tekrar dirilerek orada aldıkları biletler doğrultusunda hedeflerine şaşırılmadan yerleştirileceklerdir.

Kişi Ya muttakidir ya da şeytanidir Kişi ya doğru yoldadır ya da yanlış yoldadır kişi ya cehennemliktir ya da cennetliktir. Bir vücutta iki kalp iki düşünce olmadığı gibi dünyada da insanlar aynı anda İki yolda olamazlar.

Bedenle ruh bir araya geldiğinde insanlar günah ve sevap işlerler bedenle ruh bir araya geldiğinde azap ve mükâfat görecekler. Kabir azabı diye bir olay olamaz bedenden ruh ve can gidince ne beden ne de ruh bir anlam taşımaz her ikisi yakıtla araba gibidir enerjisi olamayan bir araba atıl halde olduğu gibi enerjisi olmayan insan da atıldır.

Yine Ahmet kardeşin söylediği

“Makalenizden anladığım kadarıyla ruh değilim: ruh Allah katından bedenime ve evrene verilmiş olan bilgi vahiy. Can da değilim o da bedenin yaşamsal faaliyetler göstermesi büyüyüp beslenmesi ölene kadar bedenin hayat almasını sağlayan insan ve hayvanları kapsayan bir enerji. Beden desek beden bizim özümüz hiç olamaz bir et parçası ve can çıkınca hiçbir vasfı kalmıyor. Bizim aslımız ne beden ne ruh ne de can. E o zaman biz hangisiyiz ölümle ölmeyecek olan düşünen beyni vücudu yöneten gülen ağlayan nedir? Bu konuda fikirlerinizi merak ediyorum.

İnsan bunların hepsinin bütünüdür. İnsanın özelliklerinden fışkıran ve sadece bir tanesi onu tanımlayamayan hepsinin ortak olarak birleşip tanımlandığı bir varlıktır.

Helva yağ şeker undan yapılan bir mamuldür. O un desen değildir. Yağ desen o da değildir. şeker desen o da değildir. Ama helva üçünün birleşerek ortaya un şeker yağ maddelerinin bir yorumudur.

Arabalar uçaklar bilgisayarlar üretilen bütün varlıklar dağların yorumu ise insanda sevinen üzülen küfre giden acı çeken de Allahın evrenden oluşan bir yorumudur.

Kuranianlamametodu.blogspot.com

[email protected]
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 9. January 2011, 11:38 PM   #5
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart Inek bacağı vurmakla ölen insan nasıl dirilir?

2 /73- Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız.

ÖNCE HAZRETİ MUSA KISSASINDA BU OLAY SEYYİT KUTUP NASIL AÇIKLAMIŞ?
67- Hani Musa, kavmine: "Allah size bir sığır kesmeyi emrediyor" dedi de kavmi kendisine: "Bizimle alay mı ediyorsun? " deyince, o da onlara: "Cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım" dedi.
68- Onlar: "Rabbine dua et de bize o sığırın nasıl olduğunu açıklasın" dediler. Musa da: "Rabbim `o sığır ne yaşlı ve ne de körpe olup bu ikisi arasında orta yaşlıdır' diyor, haydi size emredileni yapın" dedi.
69- Onlar: "Rabbine dua et de bize o sığırın rengini bildirsin" dediler. Musa da: "Rabbim, `o sığır görenlerin gözüne hoş gelecek parlak sarı renktedir' diyor." dedi.
70- Onlar: "Rabbine dua et de bu sığırı bize iyice tanımlasın. Biz sığırları birbirinden ayırt edemez olduk. Allah dilerse bu karışıklığın içinden çıkarız" dediler.
71- Musa: "Rabbim, `o, boyunduruğa koşulup toprak sürmemiş, toprak sulamada kullanılmamış, özürsüz ve alacasız bir sığırdır' diyor" dedi. Bunun üzerine onlar "İşte şimdi hakkı ile anlattın" diyerek tanımlanan sığırı kestiler, neredeyse bunu yapmayacaklardı.
72- Hani bir adam öldürmüştünüz de bu suçu birbirinize atmaya kalkmıştınız. Oysa Allah gizlediğinizi ortaya çıkaracaktı.
73- Bu amaçla "Kesilen sığırın bir parçasını o öldürülen adamın cesedine değdirin" dedik. İşte Allah böylece ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size ayetlerini gösterir.
Bu küçük kıssa, az önce okuduğumuz ayetlerden anlaşılabileceği gibi, birkaç bakımdan incelenebilir. Bu ayetlerde dikkatimizi çeken ilk husus, yahudilere atalarından miras kalan karakterlerini açığa vurmalarıdır. Yine bu ayetlerde yaratıcının gücü, ölümden sonra dirilme gerçeği, hayatın ve ölümün özelliği kanıtlanmaktadır. Ayrıca bu kıssanın başlangıcı, sonucu ve konumu bakımından sergilediği ifade sanatı da dikkatimizi çeken noktalar arasındadır.
Yahudi tabiatının temel karakteristik özellikleri bu sığır kıssasında açıkça görülür. Bu özelliklerin en başta geleni kalpleri ile yüce Allah arasındaki ilişkinin kopuk oluşudur. Ki bu ilişki, ipince şeffaflığın, görünmeyene inanmanın, Allah'a güvenin ve peygamberlerin getirdiği mesajları onaylama yeteneğinin kaynağını oluşturur. Bu özelliklerin diğerleri de; yükümlülükleri üstlenmekten kaçınma, çeşitli bahaneler ve mazeretler uydurma, kalp bozukluğu ile dil kabalığından kaynaklanan alaycılıktı!
Sebebine gelince; peygamberleri kendilerine: "Allah size bir sığır kesmeyi emrediyor" dedi. Bu söz, bu biçimi ile içeriğini onaylayıp yerine getirilmesi için yeterlidir. Çünkü sözü söyleyen peygamberleri aynı zamanda kendilerini yüce Allah'ın rahmeti, gözetimi ve direktifi ile onur kırıcı bir işkence hayatından kurtarmış olan liderleridir. Üstelik bu peygamber, bu direktifin kendi emri, kendi görüşü olmadığını, bu emrin kendilerini hidayeti doğrultusunda ilerletmek isteyen yüce Allah'dan geldiğini belirtiyor. Buna karşılık verdikleri cevap, küstahlıktan, edepsizlikten ve şanlı peygamberlerini alaycılıkla, dalgacılıkla suçlamaktan ibaret oldu. Sanki peygamber olması bir yana, yüce Allah'ı tanıyan sıradan bir insanın bile yüce Allah'ın adını ve emrini alay ve maskaralık malzemesi yapması düşünülebilirmiş gibi Peygamberlerine şöyle soruyorlar:
"Bizimle alay mı ediyorsun?"
Hz. Musa'nın bu küstahlığa karşı cevabı Allah'a sığınmak; onları tatlı dille sitemli ve dolaylı bir üslupla yüce Allah karşısında takınılması gereken edebe çağırmak, Onun hakkındaki asılsız düşüncelerin ancak bu edebi bilmeyen ve takınamayan cahillere lâyık olduğunu kendilerine anlatmak olmuştur.
"Cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım."
Aslında bu sitemli ifade onları kendine getirmeye, Rablerine döndürmeye ve peygamberlerinin emrini yerine getirmelerini sağlamaya yeterli idi. Fakat unutmayalım ki, Yahudiler ile karşı karşıyayız!
Evet.. Onlar peygamberlerinin bu yalın sözü üzerine ellerini herhangi bir sığıra uzatıp onu kesebilirlerdi; bunu yapmalarında herhangi bir güçlük yoktu. Böyle yapsalar Allah'ın emrine uymuş ve peygamberlerinin sözünü tutmuş olacaklardı. Fakat itirazcı ve kaypak karakterleri hemen depreşiverdi. Bunun sonucu olarak peygamberlerine şu soruyu yönelttiklerini görüyoruz:
"Rabbine dua et de bize o sığırın nasıl olduğunu açıklasın, dediler."
Bu soru bu biçimi ile şunu ortaya koyuyor: Onlar, Hz. Musa'nın, bu emirle kendileri ile alay ettiğinden halâ kuşku duyuyorlar. Sebebine gelince; her şeyden önce, "Bizim için Rabbine dua et" demekle, yüce Allah'ın sadece Hz. Musa'nın Allah'ı olduğunu, aynı zamanda kendilerinin de Rabbi olmasının söz konusu olmadığını, meselenin kendilerini değil, sadece Hz. Musa ile onun Allah'ını ilgilendirdiğini söylemek istiyorlar. Ayrıca Hz. Musa'dan boğazlanacak sığırın "nasıl" olduğunu Rabbinden öğrenmesini istiyorlar. Burada sorulan bu soru her ne kadar hayvanın niteliğini öğrenmeye dönük gibi görünüyorsa da aslında karşı gelme ve alay etme anlamı taşır. "Nasıl bir şeydir o?". O bir sığırdır. Peygamberleri bunu onlara işin başında hiçbir nitelik ve özellik belirtmesine yer vermeksizin söylemişti. Bir sığır. O kadar!
Burada Hz. Musa'nın onları doğru yola döndürmek amacı ile sorularına soruyla cevap verme yoluna başvurmamaya özen gösterdiğini görüyoruz. Eğer böyle yapıp onların sapık soru sorma üslubunu benimsemiş olsaydı, kendileri ile kelimelerle oynamak anlamına gelebilecek biçimsel bir tartışmaya girme tehlikesi ile karşılaşabilirdi. Hz. Musa, bunun yerine onlara, Allah tarafından sapıtmış aptallarla başa çıkmakla görevlendirilmiş eğitici bir öğretmene yakışacak bir ağırbaşlılıkla cevap veriyor:
"O sığır ne yaşlı ve ne de körpe olup bu ikisi arasında orta yaşlıdır."
Yani söz konusu sığır ne çok yaşlı ve ne de körpe bir danadır, bu ikisi arasında bir yaştadır. Hz. Musa, bu kısa açıklamanın arkasından onlara şu kesin ifadeli nasihati yöneltir:
"Haydi (artık) size emredileni yapıverin"
Sözü uzatmak istemeyenler için bu kadar açıklama yeterli idi. Yeterli idi, çünkü peygamberleri onları iki kere doğru yola çekmiş, kendilerine soru sormanın ve emir almanın gerekli edep kurallarını tanıtmıştı. Artık ne çok kocamış ve ne de körpe olmayan orta yaşlı herhangi bir sığırı yakalayarak omuzlarına bindirilen yükümlülükten arınmaları, bu hayvanı keserek Rablerinin emrini yerine getirmeleri, kendilerini karmaşıklığın ve baskının sıkıntısından kurtarmaları beklenirdi. Fakat Yahudi bildiğimiz yahudidir! Nitekim yine sorularına devam ediyorlar:
"Rabbine dua et de bize o sığırın rengini bildirsin, dediler:'
Yine "Bizim için Rabbine dua et..." teranesi, Yahudiler bu soru ile konuyu didiklemeye giriştikleri ve ayrıntıya girmeyi istedikleri için kendilerine verilecek cevabın da ayrıntıya girmesi kaçınılmazdı. Okuyoruz:
"Rabbim `o sığır görenlerin gözüne hoş gelecek parlak sarı renktedir' diyor."
Böylece kendi elleri ile kendi tercih alanlarını daralttılar. Daha önce, istedikleri herhangi bir sığırı kesebilecekleri halde şimdi sıradan bir sığırı kesmekle işleri bitmiyordu. Bunun yerine ne kocamış ve ne de körpe olmayan orta yaşlı bir sığır bulmak zorunda idiler. Üstelik bu sığır, alacasız sapsarı renkte olmalı idi. Ayrıca ne zayıf ve ne de şişman olacak, "Görenlerin gözlerine hoş gelecekti." İnsanların gözleri ancak sağlıklı, canlı, hareketli, gürbüz ve parlak tüylü bir inek görünce hoşnut olabilirdi. Çünkü insanlar genellikle canlı ve ölçülü görüntülerden hoşlanır, buna karşılık sünepe ve uyumsuz görüntülerden nefret ederler.
Artık işi inatla kurcalamaları fazlası ile yeterli idi. Fakat yollarına devam ederek meseleyi daha karmaşık ve kendileri için daha zor hale getiriyorlardı. Yüce Allah buna karşılık işlerini daha da zorlaştırıyordu. Şimdi bir kere daha sözkonusu sığırın "nasıl" olması gerektiğini soruyorlardı:
"Rabbine dua et de bu sığırı bize iyice tanımlasın."
Bu anlamsız ve inatçı sorularını, meselenin kendileri için içinden çıkılmaz hale gelmesine, zira sığırları birbirinden ayırdedemez duruma düşmelerine bağlıyorlar: "Sığırları birbirinden ayırdedemez olduk."
Üstelik bu defa cahilliklerinin farkına varmış olacaklar ki, şöyle diyorlar:
"Allah dilerse bu karışıklığın içinden çıkarız."
Ama artık bu işin kendileri için daha karmaşık ve daha zor bir hale gelmesi, serbest tercih alanlarının daha da daraltılması ve sınırlandırılması, kesecekleri sığırda daha önce aranmayan ve öngörülmeyen yeni nitelikler aranması kaçınılmazdı. Okuyoruz:
"Rabbim: `O, boyunduruğa koşulup toprak sürmemiş, toprak sulamada kullanılmamış, özürsüz ve alacasız bir sığırdır' diyor dedi."
Görülüyor ki, artık kesilecek sığır sadece orta yaşlı, sapsarı, parlak görüntülü olmakla kalmayacaktı. Hatta bunlara ek olarak zayıf, çift sürmede kullanılmamış ve sulama işlerinde hizmet görmüş olmaması da yeterli değildi. Bütün bunlar yanında beneksiz ve alacasız olması da gerekiyordu.
Ancak şu anda, yani iş iyice karmaşık hale geldikten, aranan şartlar üst üste yığıldıktan ve serbest tercih alanı iyiden iyiye daraldıktan sonra akılları başlarına gelir gibi olduğunda şöyle diyorlar:
"İşte şimdi hakkı ile anlattın"
"İşte şimdi" imiş. Sanki o ana kadar kendilerine anlatılanlar hakk, gerçek değilmiş. Ya da o ana kadar anlatılanların gerçek olduğunun farkına varamamışlardı da akılları şimdi başlarına gelmiş!
"Sonunda tanımlanan sığırı kestiler. Az kalsın bunu yapmayacaklardı."
İşte o zaman, yani kendilerine verilen emri uygulayıp yükümlülüklerin gereğini yerine getirdikten sonra, yüce Allah sözkonusu emrin ve yükümlülüğün amacını kendilerine açıklıyor:
"Hani bir adam öldürmüştünüz de bu suçu birbirinize atmaya kalkıştınız. Oysa Allah gizlediğinizi ortaya çıkaracaktı.
Bu amaçla `Kesilen ineğin bir parçasını öldürülen adamın cesedine değdirin' dedik. İşte Allah böylece ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size ayetlerini gösterir."
Burada kıssanın ikinci yönüne, yani yüce Allah'ın kudretini, tekrar diriliş realitesini, ölüm ile hayatın mahiyetini kanıtlayan kısmına geliyoruz. Kıssanın bu bölümünde hitap üçüncü şahıstan ikinci şahısa yöneltiliyor.
Yüce Allah burada sığır kesmenin hikmetini Hz. Musa'nın kavmine açıklıyor. Onlar aralarından birini öldürmüşlerdi. Herkes bu cinayetten kendini uzak tutarak suçu bir başkasına atıyordu. Ortada bir şahit yoktu. Bu yüzden yüce Allah gerçeği doğrudan doğruya öldürülen adamın dilinden açıklamayı murat etti. Sığırın kesilmesi bu adamın diriltilmesine vesile kılınmıştı. Kesilen hayvanın bir parçası cesede değdirilince adam yeniden canlanıverdi. Böylece kendisini kimin öldürdüğünü haber verme, öldürülüş olayının etrafını saran kuşku bulutlarını dağıtarak en güvenilir kanıtla gerçeği açığa çıkarma fırsatı doğmuştu.
Acaba böyle bir vesileye niçin gerek duyulmuştu? Çünkü yüce Allah vesilesiz olarak da ölüyü diriltebilirdi. Sonra kesilmiş inekle yeniden diriltilen ölü arasında ne gibi bir ilişki vardı? Sığır eski Yahudiler arasında da adet olduğu üzere kurban olarak kesiliyor ve bu kurbanın bir parçası aracılığı ile ölen adamın cesedine yeniden can geliyor.
Aslında kesilen hayvanın vücudundan alınan parçada ne hayat var ve ne de yeniden canlandırma gücü. O sadece yüce Allah'ın gücünü o adamlara gösteren zahiri bir vesileden ibarettir. O Allah'ın gücü ki, insanlar onun nasıl işlediği hakkında hiçbir bilgiye sahip değildirler., Onlar bu gücün etkilerini ve sonuçlarını görüyorlar, fakat ne mahiyetini ve ne de nasıl işlediğini kavrayamıyorlar.
"İşte Allah böylece ölüleri diriltir"
Yani, burada bizzat gördüğümüz fakat nasıl olduğunu bilemediğiniz bu diriltmede olduğu gibi yüce Allah hiçbir zorluk ve sıkıntı çekmeden ölüleri diriltiverir.
Ölümün tabiatı ile hayatın tabiatı arasında insanların başlarını döndürecek derecede korkunç bir mesafe var. Fakat ilahi kudretin yanında böyle "uzaklık" gibi kavramlara yer yoktur. Nasıl olur? Bunu hiç kimse anlayamaz; hiç kimsenin bunu kavraması mümkün değil. Bu şaşırtıcı realitenin özünü ve biçimini kavramak ilâhi sırlardan biridir ve bu niteliği ile biz faniler âleminde buna imkân yoktur. İnsan aklı sadece bu sırrın kanıtladığı realiteleri kavrayabilir ve oradan ders alabilir.
"O, size düşünesiniz diye ayetlerini gösterir."
Şimdi de bu kıssanın sergilediği edebî güzelliğe ve daha önceki ayetler ile arasında bulunan uyuma sözü getirelim.
Hikâyemiz kısacıktır. Onun baş tarafını okurken kendimizi bir meçhulün, bir bilinmeyenin karşısında buluyor arkasından ne geleceğini bilmiyoruz. Yani kıssanın baş tarafını okurken, yüce Allah'ın Yahudilere niçin bir sığır kesmelerini emrettiğini anlayamıyoruz. Nitekim Yahudiler de işin başında bu emrin sebebini bilmiyorlardı. Yüce Allah böylelikle onların itaat, söz dinleme ve teslimiyetlerinin derecesini ölçmüş oluyordu.
Sonra kıssanın akışı içinde Hz. Musa (selâm üzerine olsun) ile kavmi arasında ardı ardına karşılıklı konuşmalar oluyor. Fakat bu arada Hz. Musa ile Rabbi arasında neler cereyan ettiğini belirtmek üzere bu karşılıklı konuşmalara ara verildiğini görmüyoruz. Oysa bu konuşmaların her defasında Yahudiler, Hz. Musa'dan, Rabbine bir soru sormasını istiyorlar. O da istenen soruyu gerçekten soruyor ve aldığı cevabı onlara iletiyordu. Fakat kıssanın akışı içinde "Musa, Rabbine sordu" ve "Rabbi, Musa'ya cevap verdi" şeklindeki ifadelere rastlanmıyor. Doğaldır ki, Allah'ın yüceliğine yakışan bu sükût, bu lâfa karışmama ve karıştırılmama üslubudur. Bu üslubun Yahudilerce benimsenen bir inatçı polemik üslubu ile aynı paralelde olması, tabii ki, söz konusu olamazdı!
Kıssanın sonu bir sürprizle, beklenmeyen bir olayla noktalanıyor. Nitekim Yahudiler de böyle bir gelişme beklemedikleri için sürprizle karşılamışlardı. Bu sürpriz gelişme, boğazlanan bir sığırın vücudundan koparılmış bir parçanın, başka bir deyimle ne canlı olan ve ne de hayat unsuru içeren bir vücut parçasının basit bir dokunuşuyla ölmüş bir cesedin dirilmesi ve konuşmaya başlamasıdır!
İşte bu özellikleri dikkate alınca Kur'an'ın ilginç kıssalarından birini oluşturan bu kısacık kıssada edebi ifadenin güzelliği ile konunun anlatım hikmetinin buluştuğunu görürüz.
Gerek yahudilerin kalplerinde hassasiyet, ürperti ve korku uyandırması gereken bu son kıssanın tasvir ettiği canlı manzaranın arkasından ve gerekse daha önce gözler önüne serilen canlı tabloların, olayların, ibretlerin ve derslerin arkasından bütün beklentilere ve öngörülere ters bir sonuçla karşı karşıya geliyoruz:
SEYİT KUTUP BÖYLE TEFSİR ETMİŞ NE KADAR HAYATTAN KOPUK BİR KURAN ANLAYIŞI
İNEK PARÇASI VURMAYLA ÖLEN ADAM DİRİLMEZ
Böyle bir ifade şekli klasik din anlayışa sahip olanları ayağa kaldıracak. bunu iyi biliyorum. Ama uzun yıllar kuranın anlaşılması konusundaki gayretlerim Kuranı doğru anlamanın bazı kuralları olması gerektiğini bana öğretti. (Kuran, ilim akıl ve pratik hayat) bu dört hasletin asla çelişmeyeceği bir anlayış bizi kuranı doğru anlamaya götürür.
Önce kuran bilgilerin bir vücut gibi ağlarla örüldüğü hiçbir kelime ve ayetin yalnız başına kullanılmadığı ve her kelime ve ayetin bir başka kelime ve ayetlerle bağımlı olduğunun bilinmesi gerekir.
Bakara suresinde geçen 67-73 arasında geçen ayetlerin ne anlatmak istediği manayı yakalayabilmek için kuranda onunla ilgili kıssa ve konulardan haberdar olunması gerektiği gibi evren yasalarıyla da tartarak konunun ait olduğu yere konulup ne anlatmak istediğinin düzgün bir şekilde anlaşılması gerekir.
Asıl olayın kökü Musa peygamberin kavmini bırakarak Allah ile diyalog kurmasıyla başlamıştır.
2/ 142- Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a "Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma" dedi.
Harun Musa peygamberin kardeşi olup, Musa peygamberi gittiği yolda ilk destekleyen Musa peygamber adına toplumda konuşan onun tercümanı olan kişidir. Musa peygamberin kavminden ayrılmasıyla kendisine inanan kavim yolunu şaşırarak samirinin önderliğinde buzağı heykeli yaparak halk buzağıya tapmaya başladı. Fakat Musa peygamber kavminin karşısına tekrar döndüğünde kavminin bu yanlış gidişinden rahatsız olarak vahyin kontrolünden çıkarak elindeki levhaları attı ifadesiyle anlatılan olay şöyle gelişmeye başladı
2/ 150- Musa kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndüğünde onlara: "Beni arkamdan, ne kötü temsil ettiniz? Rabbinizin emrini çabuklaştırdınız, öyle mi?" dedi. Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona "Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma (sayma)" dedi.
Burada musa peygamberin yapmış olduğu hareket yanlıştı. Ve kuran bu yanlışlığı” Levhaları bıraktı ve kardeşini başından tutup kendisine doğru çekiyordu (ki Harun ona” Levhalar Allahtan aldığı vahiyleri temsil ediyordu. Vahyin güdümünden çıkarak Harun’un yakasından tutup ona hakaret etmesi sanki kavminin yanlış gidişinden Harun’un sorumluymuş gibi davranması şeytanın işlerindendi. Çünkü Harun kavminin bu yanlış gidişinin uyarısını yapmış kendi üzerine düşen görevi yerine getirmişti. Ve daha sonra Musa öfkesi yatışınca tekrar vahyin kontrolüne giriyor.
2/ 154- Musa kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhaları aldı. (Onlardan bir) Nüshasında "Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır" (yazılıydı).
Okuyucular musa peygamberin vahyin kontrolünden çıkma ifadesini belki yadırgayabileler diye peygamberlerin hepsine kovulmuş şeytanın musallat olduğunu belgeleyen bir ayeti hatırlatmak yerinde olacak kanaatindeyim.
22/ 52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Dikkat ederseniz kuranda bir konuyu anlatabilmek için kuranın bütün surelerine serpiştirilmiş olan malzemelerden derleyip toplayarak o konunun kuranda ait olduğu yere koymaya çalışıyoruz. Aynen evrende serpiştirilmiş malzemelerle bir mamulün icat edilmesi gibi. Şimdi Yine konumuza kaldığımız yerden devam edecek olursak olay şöyle gelişiyor.
20/ 83- "Seni kavminden 'çarçabuk ayrılmaya iten' nedir ey Musa?"
Bu Ayet kavmi ile Musa peygamberin bir müddet ayrı kaldığını hastalık yalnızlaşma itikâf dünyalık işler olabilir. her halde şah damarından insana yakın olan Allahın yanına gidecek hali yoktur.
20/84- Dedi ki: "Onlar arkamda izim üzerindedirler, hoşnut kalman için, Sana gelmekte acele ettim Rabbim."
İnsanları en çok Allaha yaklaştıran olay yalnız kalarak bütün dünyalık zevk ve arzulardan uzaklaştığı andır. Ressamın resmini icra etmesi mucidin icadını gerçekleştirebildiği an o yoğunlaşma anıdır. Muhammet peygamberin ve ashabı kehf’in yoğunlaşarak Allah ile yakınlaşmasını Yusuf peygamberin atılan zindanda kendisini teskiye ederek Allaha yakınlaşması kurandaki örneklerdendir.
20/85- Dedi ki: "Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı."
Bu Ayette bahsedilen fitne Allahın tanımladığı gerçek yolun dışına çıkarak insanlara Allah’ı bırakıp da peygamberi de yolun gidişine malzeme olarak kullanarak halkı mala mülke tapmaya çağıran ve bunun bir sembolik olarak altından heykeli dikilen buzağıya destek vermeleridir.
20/86- Bunun üzerine Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü. Dedi ki: "Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmadı mı? Size (verilen) söz (ya da süre) pek uzun mu geldi? Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?"
Ayette Musa peygamberin belirli bir müddet kavminin yanından ayrılmasıyla kendisiyle beraber ilahi bir vahiy yolunda sözleşerek halkın bu sözleşmeden caymaları ilahi yolu terk ederek dünyalık bir takım eğlence süs eşyalarına dalarak verdikleri sözden vazgeçmeleri Musa peygamberi çok üzmüştü. ve üzüş onu öyle boyutlara çıkarmıştı ki; o da bir an vahyin kontrolünden çıkarak nefsinin esaretine yenik düşürmüştü.
20/87- Dediler ki: "Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak o kavmin (Mısır halkının) süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, onları (ateşe) attık, böylece Samiri de attı."
Her yoldan sapanın mutlaka yanlış yola gitmesi için bir tetikleyicisi ve önderi vardır. Kuran bütünlüğünde olayı değerlendirdiğimiz zaman firavun halkını zayıflatarak onları ilahi yoldan uzaklaştırıp kendi dinine ve yoluna sürüklemesi Salih kavminde deveye tapan halkın ilahı bırakarak kendi önderlerinin izini takip ederek yoldan sapmaları, gibi burada da samiri’nin insanları dünyalık zevklere çağırarak halkın da bu davete icabet etmeleriydi.
20/88- Böylece onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, "İşte, sizin de ilahınız, Musa'nın ilahı budur; fakat (Musa) unuttu" dediler.
Her dönemin kendisine ait bir putu bir ilahı vardır. Musa döneminde Dünyalık süs zevk buzağının sevgi ve ihtiramda halkın onu aşırı boyutlara çıkararak onu tapınılır hale getirmesidir. İnsanların dikkati ilahi yoldan uzaklaştırılıp dünyalık zevk ve süslere çekiliyorsa onu günümüze taşıdığımız zaman bu günün buzağısı markalı arabalar dayalı döşeli evler, kuş sütünün dahi eksik edilmediği sofralar, Zenginliklerinin üzerine zenginlik katarak ilah haline gelen seralar makamlar mevkilerdir. Musa kavminin buzağıya tapışından onu ilahlaştırıp heykelini dikmelerinden hiç bir farkı yoktur.
Put İnsanların tahtadan tunçtan betondan heykeller yapıp ona senenin belirli günlerinde saygılarını göstererek tazimde ihtiramda bulunup, bel büküp eğilmeleri değildir. Asıl puta tapmak o putu oraya diktiren onun ilahlaşmasına sebep olan bir zihniyetin sembolize edilmesidir. İnsanların gelip o yapmış oldukları putların karşısında eğilmeleri onların dünya hayatındaki bakış açılarının ne olduğunu temsil etmektedir.
20/89- Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı?
Aklını kullananlar, bilirler ki; Allah’ın yarattıklarının hiç biri Allaha eş olamazlar ve onlar insanı öldüremezler diriltemezler öldürmeyi Allah yaratmasaydı insanlar ölmeyecekti Allah diriltmeyi yaratmasaydı insanlar diriltilmeyecekti. Dünya hayatında ne varsa Allahın insanlara sunduğu bir ikramdır. Tutup da Allaha olan bu ham’dı övgüyü yaratıklardan olan herhangi bir varlığa vermek şirktir. En büyük zulümdür. Allah ise şirk koşanı ve zulüm yapanı asla bağışlamaz.
20/90- Andolsun, Harun bundan önce onlara: "Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah)dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin" demişti.
Gördüğünüz gibi Harun, Kavmine karşı kendi üzerine düşen görevi yerine getirmiştir. Allahın insanlardan istediği de budur. İnsanlar yola gitmede ister menfi isterse müspet kendi özgür iradeleri ile baş başa bırakılmıştır. Asla ne peygamberin ne de şeytanın insan üzerinde zorlayıcı engelleyici bir gücü yoktur. Halka; samiri teklif sunmuş samiri’nin teklifini kabul etmiş çünkü ahret onlara uzun gelmiş ama Harun Allahın yoluna davet etmiş. o buzağıyı ilah edinmemelerini teklif etmiş halk da bu teklifi kabullenmemiştir. İşte Musa peygamberin Harun hakkındaki bu yanlış davranış vahiyden değil şeytanın onu kışkırtmasıdır.
20/91- Demişlerdi ki: "Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız."
Demek ki halk Musa peygamberin kendisine vekil olarak tayin ettiği Harun’u pek önemsememişler onun telkinlerini de dinlememişlerdir. Kuran burada halkın söylemek istediği bir olayı lisanı haliyle anlatma sanatı yaptığı hatırlanmalı ve düşünülmelidir. Musa peygamber halkın karşısına geldiği zaman yanlış bir davranış olan puta tapma olayını değiştireceklerini nerden bilsinler ki böyle geleceği okuyabiliyorlar? Bu sanatı kuran başka bir ayette de kullanmış.
33/37- Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: "Eşini yanında tut ve Allah'tan sakın" diyordun; insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun; oysa Allah, Kendisi'nden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyit ondan ilişkisini kesince, Biz onu seninle evlendirdik ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıkları) zaman, onlarla evlenme konusunda mü'minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.
“Eşini yanında tut ve Allah'tan sakın" diyordun; insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun;” Bu ifade hâşâ Allahın koruduğu şeytanın katmalarından uzaklaştırdığı güvenilir olan bir peygambere yakışmaz. Ancak Allah peygamberin gelecekte olması gereken bir olguyu sanki peygamber bunu biliyormuş gibi bir anlatımla anlatmıştır. Yoksa peygamber birisinin karısını boşasa da onu ben alsam diye düşünmez. Düşünemez de. o zaman Allah onu peygamberlik makamından indirirdi.


20/92- (Musa da gelince "Ey Harun" demişti. "Onların saptıklarını gördüğün zaman seni (Onlara müdahale etmekten) alıkoyan neydi?"
Bakınız Musa’nın kuranda levhaları attı diye bahsetmenin nedenini oluşturmaktadır Allah hazreti Musa peygamberin yapmış olduğu bu davranışı onaylamıyor. Harun’a karşı haksız davranışı levhaları elinden attı ifadesiyle tatlı bir dille yapılan yanlışlığı bize izah ediyor.
20/93- "Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?"
Aşağıdaki ayette zaten Harun bunun cevabını vermektedir.
20/94- Dedi ki: "Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-yolma. Ben, senin: "İsrail oğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin" demenden endişe edip korktum."
Harun’un bu cevabından sonra Musa peygamber sakinleşiyor. Öfkesi gidiyor. Ve attığı levhaları tekrar alarak yani, vahyin kontrolüne girerek, yaptığı yanlışlığın farkına varmıştı.
2/ 154- Musa kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Levhaları aldı. (Onlardan bir) Nüshasında "Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır" (yazılıydı)
20/95- (Musa) Dedi ki: "Ya senin amacın nedir ey Samiri?"
Artık Harun’un verdiği cevap onu yatıştırmış. Musa yaptığı yanlışın farkına varmıştı. Şimdi asıl hesaplaşma; halkı saptırmada önderlik eden samiri’ye sıra gelmişti.
20/96- Dedi ki: "Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi."
Kuranda bu ifade şeytanlar için kullanılmaktadır. Samiri de tam bir şeytandı. Halkı ahret âlemi için malını mülkünü gerektiği zaman canını dahi vermeye söz alan Musa peygamber, samiri’nin dünyalık vaatlerle kandırması onların eksen kamasına neden olmuştu.
3/14- Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır.
Ancak bu olayı aklını kullanan kısacık hayatta bazı zorluklara sabır ederek uzun bir gelecek vadeden Allah ile yapılan sözleşmeye gönülden inanlar kabullenir.
9/111- Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kuran’da O'nun üzerine gerçek olan bir vaadidir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur

20/97- Dedi ki: Haydi çekip git, artık senin hayatta (hakettiğin ceza: "Bana dokunulmasın") deyip yerinmendir." Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azap dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız."
Kuran burada Musa peygamber ile samirinin mücadelesinde ince bir noktaya temas etmektedir. Musa peygamberi asıl kavgası savaşı insanların teklifleri sonucu kendi yoluna çağırdığı halkın kabul etmesiyle zorlama olmadıktan sonra kâfir olanlara değil asıl savaş Allaha eş koşmaya zulüme adaletsizliğe karşı savaş vardır. Samiri dünya hayatında kendi yolunu bu yönde seçmesi onun dünya hayatında denenmesidir. Halkı da şeytanın yoluna çağırabilir bunda da bir problem yok. İşte Musa peygamberin asıl mücadele vermesi gereken fitnenin halka ne olduğu anlatılarak halkı fitneden korumaya onlara teklif sunmasıdır.” "Bana dokunulmasın") deyip yerinmendir.” Bu ifade onun kendi kendisine bırakılarak ona yanlışlıkla uyan halkın bilgilendirilmesi yönünde çarpıcı açıklamalarda bulunularak halkı puta tapmaktan uzaklaşmaya vesile olmaktır.
Samiri ile bu hesaplaşma yapıldıktan sonra Halkın karşısına Musa peygamber çıkıyor. Ve hitapta bulunuyor.
2/67- Hani Musa kavmine: "Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor" demişti. "Bizi alaya mı alıyorsun?" dediler. (Musa) "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" dedi.
Burada Hazreti Musa peygamberin yukarıdan beri kuranın anlattıklarını anlatmaya çalıştığımız samirinin önderliğinde hazreti Musa kavminden ayrılarak dünyalık süsler ve zevkler onları sarhoş ederek ilahi sözleşmeyi bozarak ahret âlemindeki verilecek olan bir bedeli uzak saymışlardır. Dünya hayatında mala mülke zevke eğlenceye düşmeyi hepsini içinde barındıran buzağı heykeli sembolleştirmesiyle bize anlatıyor. Aslında “ Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor" demişti.” Diye bahsedilen sığır mecazi anlamda kullanılan samirinin önderliğinde yapılan buza heykeline tapmaktan men etmeye çalışıyordu.
İnsanların dünya hayatına geliş gayeleri Allaha ibadet ve kulluk içindi. 51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım. Fakat halk bu görevi unutmuş. Allaha kulluktan uzaklaşarak, Dünyalık bir takım zevkler uğruna Allah’ın haram kıldığını kendilerine helal Allahın helal kıldığı baz şeyleri de kendilerine haramlaştırması Allahın insanların bu yaratış biçimine uygun yaşamasına gölge düşürüyordu. Aşağıdaki ayetlerde yanlış yolda gidenlerin fotoğrafını bize kuran görüntüleyerek ders veriyor.
9/41- Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
9/42- Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helake sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor.
9/43- Allah seni affetsin; doğru söyleyenler sana açıkça belli oluncaya ve yalancıları da öğreninceye kadar niye onlara izin verdin?
Bu Ayetlerde Ahirerte iman etmeyen veya inanmadığı halde inandım diyerek İslam’ın nimetlerinden nemalanmaya çalışanların fotoğrafını bize göstermektedir.
Harun’un uyarılarına karşı aldırmayan halk Musa peygamber gelerek halkın karşısında etkili çarpıcı bir anlatımla halka tekrar doğru yolu anlatarak onları ikna etmeye çalışıyordu. Gittikleri yolun yanlış olduğunu kanıtlamaya belgelerle izah etmeye çaba gösteriyordu.
Musa peygamber ortaya bir inek problemi attı ve bunu halkın düşünerek çaba göstererek çözmesini istiyordu. Problem İnek kesmeyi. Halk nedir ne değildir diye bunu sorgulamaya başlıyor. Tıpkı bir öğretmen ve bir öğrenci ilişkileri gibi
Öğretmen bir problem soruyor öğrenciler de takıldıkları yerde öğretmenin önderliğinde problemi çözmeye çalışmaları gibi.
Halk Musa’nın sorduğu problemi takıldıkları yerde sorarak cevabını bulmaya çalışıyorlar.
ALLAHIN KESİLMESİNİ EMRETTİĞİ İNEK NEDİR

68- "Rabbine adımıza yalvar da, bize niteliklerini açıklasın" dediler. (Musa, Rabbine yalvardıktan sonra) "Şüphesiz Allah diyor ki: O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır. Artık emrolunduğunuz şeyi yerine getirin" dedi.
69- (Bu sefer) dediler ki: "Rabbine adımıza yalvar da, bize rengini bildirsin." O: "(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatan sarı bir inektir" dedi.
70- (Onlar yine "Rabbine adımıza yalvar da, bize onun niteliklerini açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar birbirine benzer. İnşallah (Allah dilerse) biz doğruyu buluruz" dediler.
71- (Bunun üzerine Musa, Rabbim) diyor ki: O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve alacası olmayan bir inektir" dedi. (O zaman): "Şimdi gerçeği getirdin dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı.
Musa peygamber’in sormuş olduğu bu problemi Halkın Musa’ya Musa’nın da Allaha sorarak peygamber halk diyalogu ile çözüyorlar.
Meğer Musa peygamber halka sanatsal bir üslup ile halkın anlayacağı dilden Samirinin önderliğinde Allah’ı bırakarak Harun’un uyarılarına karşı aldırış etmeden böğüren yani kusursuz ünü her tarafa duyulan halkın nefsine hoş gelen yakın bir seferi tercih eden dünyalık zevkler onları sarmıştı. Ahret Allah peygamber tamamen unutulmuş ve zenginlik sarhoşluğu içerisinde doğruyu göremez olmuşlardı.
İşte Musa peygamberin halktan Allahın istediğini böyle sanatsal bir üslupla anlatarak halkın tapmakta oldukları buzağı heykelinden vazgeçip Allaha tapmalarını istiyordu. Fakat onlardaki bu yanlışlığı güzel bir dille uzun bir zamanda anlatabilmişti böylece onlara Allahın kesmelerini emrettiği inek samirinin önderliğinde kendilerinin de destekleyerek hakkın karşısında batılı tercih edişleriydi. Yani Halktan hazreti Musa peygamberin istediği inek kesme diye sorduğu problemin cevabı taptıkları buzağıydı. Kesin dediği olay ineğe buzağıya tapmamalarıydı onlar da bunu kavradılar. Ve buzağıya tapma eğiliminden kurtularak Allaha tapmayı başardılar ve vahiyle dirildiler.
DİRİLTİLEN ÖLÜ NASIL BİR ÖLÜDÜR?
Ölü kelimesinin kuranda iki anlamı vardır.
Birinci ölü: Hayati fonksiyonlarını yitirerek bir daha dünya hayatına gelmeyecek olan ölüdür. İşte kuranda onunla ilgili ölüye ayet örneği
2/180- Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya bilinen (uygun, meşru) bir tarzda vasiyette bulunması -Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak- size yazıldı (farz kılındı).
Buradaki bahsedilen ölü hayati fonksiyonlarını yitirmiş olup da bir daha dünya hayatına geri dönmeyecek olan anlamında ölülerdir.
21/95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.
Kuranın gerçek anlamında ölen fakat onların yaşadıkları hayatı taltif etme ve onlardan hoşnut olma anlamında hazreti İsa peygamber için onu öldürmediler onu katımıza yükselttik ifadesiyle gerçek olarak öldüğü halde öldürmediler asmadılar ifadesi kullanılmıştır.
4/ 157- Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.
4/158- Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Gerçek olarak hazreti İsa peygamber öldüğü halde onu katımıza yükselttik ifadesiyle mecazi anlatım kullanarak izah etmiştir. Aynen şehitler öldüğü ve hayati fonksiyonlarını yitirdiği halde diridirler ölü değildir ifadesi kullanması gibidir.
2/ 154- Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.

İkinci Anlamda kullanılan ölü ise; Dünya hayatında asıl yaratılış gayesini unutarak veya rabbim Allah’tır sözleşmesini bozarak vahyin kontrolünden çıkarak dünya hayatında yaratılış dışında bir hayata girerek gözleri gördüğü halde görmemesi kulakları olduğu halde işitmemesi ve kalbinin de duyarlılığının kaybolması anlamında kullanmıştır.
2/171- İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.
İşte Kuranda Hazreti İsa peygamberin dirilttiği ölüler 5/110, Hazreti İbrahim peygamberin dirilttiği kuşlar,2/260, köhne bir köye varıp da yüz yıl ölü kalıp da dirilen o adam /259 dünya hayatında dirilen gerçek anlamında ölüler değil onların gerçek yaşamdan uzaklaşıp dünya hayatını tabulaştırarak duyarsız anlamında kullanılan ölülerdir. Yoksa kuran çelişkili bir kitap değildir. Bir yerde ölüler dirilmez desin bir yerde dirilir desin bu olacak şey değildir. Kuranda çelişki yoktur.
4/82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
HALKIN BİR KİŞİ ÖLDÜRÜP DE DİRİLTTİĞİ ÖLÜ KİMDİR.

2/72- Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı.
Musa peygamberin halktan ayrıldığı zaman samirinin teklifi ile bir buzağı heykeli yaparak halkın ve samirinin bel Büküp eğilerek taptıkları buzağı onları ilahi mesajın tanımladığı hayattan uzaklaştırarak kısacık dünyalık zevkler uğruna onları sağılaştırmış dilsizleştirmiş ve manen öldürmüştü burada öldürülen samiri gerçek anlamında öldürülmüş anlamında değil rabbani yoldan ayrılması onun ölümüdür.
2/73- Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki akıllanasınız.
Yukarıda anlattıklarımız kıssanın ana çatısını oluşturan olay; samiri ve halkın doğru olmayan ve Allahın kesinlikle onaylamadığı bir davranışı yapmışlardı. Bu yanlış davranış halk ile beraber samirinin altından yaptıkları buzağı heykeli idi. Musa peygamber halkı ikna etmiş taptıkları buzağı heykelinin ne olduğunu öğreninceye kadar sorgulama devam ederek en nihayet olayı tam olarak ayet tanımlayınca çözmüşlerdi.
2/ 71- (Bunun üzerine Musa, Rabbim) diyor ki: O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve alacası olmayan bir inektir" dedi. (O zaman): "Şimdi gerçeği getirdin dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı.
a)O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan,
b)salma ve alacası olmayan bir inektir" dedi
c)O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır.
d)Bize rengini bildirsin." O: "(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatan sarı bir inektir" dedi.
Musa peygamberin kesilmesini emrettiği inek neymiş? Samirinin önderliğinde kendilerinin de destek vererek altından yaptıkları buzağı heykeli imiş. işte gerçekten inekler insanların istifadesi için Allah onlara sunmuştu. bunlar buzağıyı kendilerine etinden sütünden çift sürmesinden su çektirilmesi için kullanılması gerekirken, onlar anlamsız altın ve lüks masraflarla bomboş duran bir heykel yapıp tapmışlardı. O put üzerinden sinek bir şey alıp kaçsa yakalayamayan veya söz dinlemeyen duymayan bir heykele tapmaları doğru değildi.
Samiriyi buzağıya tapmak ve onun putunu yapmasıyla destek veren halk samiriyi manen öldürmüşlerdir. Nasıl destek verilerek onun manen dünya hayatında ölümüne sebep olmuşlarsa, bunun tam aksine ona desteğini çekerek, onun yalnızlaştırıp dirilmesine vesile olacaklardır. Buzağıyı ilah edinen baş aktör rolünde oynayan samirinin yanlış yolda gidişini Musa peygamberin Anlattığı vahiy diyalogu ile halk ile samri arasındaki ilişki bozulmuş Yoksa hayati fonksiyonlarını yitirme anlamında dirilme olmuş olsaydı isra suresinin doksan beşinci ayetiyle çelişki arz ederdi.
73- Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir ki akıllanasınız.
İneği kesmenin buzağıya tapmaktan vaz geçmek anlamındadır. Bakınız bu olay Salih peygamberin devesi ile ilgili kıssada da geçmektedir.
26/154- "Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim."
26/155- Dedi ki: "İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir."
26/156- "Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar.
26/157- "Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular."
26/158- Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler
İki Kıssada bir benzerlik var ama olay farklı anlatılmaktadır. Allah Yerlerde ve göklerde canlı ve cansız ne varsa insanoğlunu istifadesine sunmuştur. Bütün varlıklar insan içindir. Eğer İnsanlar için yaratılan bir varlığı tutarda tapınılır hale getirirsen Allahın verdiği bir değeri yerinden kaldırmış olursun. Burada ki Salih kavmi deveyi bir bozguncu önderin rehberliğinde deveye tapmaya başlamışlar. Deveyi öldürdüler. Deveyi kestiler demesi ondan kaynaklanmaktadır. Deve insanlar için etinden sütünden tüyünden yükünden üremesinden yararlanılması için vermişti insanlar deveyi kendi ihtiyaçları alanlında kendi menfaatleri doğrultusunda istedikleri gibi kullanma hakları vardır.
İsterlerse keserler sucuk salam yaparlar isterlerse yük taşırlar kimse böyle yaptı diye onu kınayamaz Allahın kınadığı deveyi konulduğu ait olduğu yerden kaldırılarak ona tapmalarıdır. Bakınız başka bir ayette develerin kesilmesini Allah nasıl övüyor.
22/36- İri cüsseli develeri size Allah'ın işaretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir hayır vardır. Öyleyse onlar bir dizi halinde (veya saf tutmuşçasına ayakta durup) boğazlanırken Allah'ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da onlardan yiyin, kanaatkâra ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirdik, umulur ki şükredersiniz.
Kavmin birisi deveyi kesiyor helak oluyor. Birisi de deveyi kesip muttaki Allahın onayladığı bir davranış oluyor.
İşte Salih kavminin helakini yani Allahın sözünden uzaklaşmasını arttıran devenin kesilip yenmesi değil deveyi konulduğu yerden kaldırmalarıdır. Yani Allaha olan saygıyı Allaha olan sevgiyi Allaha olan kulluğu yapmaları gereken yerden kaldırıp, deve sevgisini ön plana çıkarmalarıdır.
4/46- Kimi Yahudiler, kelimeleri 'konuldukları yerlerden' saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: "Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası- ve 'Raina' bizi güt, bize bak" derler. Eğer onlar: "İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve 'Bizi gözet' deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar.
Burada başrollerde oynayan Musa peygamber, yerine kendisi ayrıldığı zaman vekil bırakılan Harun peygamberdir. Harun o zamanlarda peygamber değil fakat Musa peygamberin yardımcısıdır. Samiri ise vahyin kontrolünden çıkan halkın baş aktörlüğünü yapan kişidir. Halkın desteği ile şeytani yolda bir buzağının ilahlaştırılmasında baş aktörlüğü oynayandır. eğer o halkın Allaha tapmaktan kendisi ve diğer halkı vaz geçirip buzağıya tapmaya teklif sunmasaydı belki de buzağı heykeli yapılıp insanların dünya yaşamını puta tapmakla işgal etmeyecekti.
Allah insanlara aklını takvasını fıs kını da vererek önüne doğru yola ve yanlış yola da gidebilecek malzemeleri de koyarak insanları tek başına yola gitmede yetkili ve sorumlu kılmıştır. İster vahiy getiren insanları doğru yola çağıran peygamberler olsun isterse de şeytan ve şeytani yolda giden adamlar olsun kişilerin yolunu kendileri istemedikleri sürece zorla değiştirme gücüne sahip değildirler.
16/ 98- Öyleyse Kuran okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.
16/99- Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur.
16/100- Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O'na (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir.
Kuranda anlatılan Salih kavminin kestiği deveyle, samirinin önderliğinde Musa kavminin kestikleri inek arasında bir benzerlik vardır. Salih kavminde deveyi kesmenin deveyi ait olduğu yerden kaldırmak ve ona tapmaktır. Musa kavminde buzağıyı kesmek altından döktürüp put haline gelmiş inek sevgisini bağırlarına sindirmiş olan halkın bundan vazgeçerek sevgiyi ihtiramı buzağıdan uzaklaştırarak Allaha yöneltmektir. Yani Salih kavmi deveyi kesiyor helak oluyor. Ama Musa kavmi buzağıyı kesiyor ve kurtuluyor. Yani buzağıyı ait olduğu yere koyuyorlar.
İşte Buzağıyı ait olduğu yerden kaldırıp da onu tapınılır hale getiren halkın bu davranışlarından vaz geçmesiyle dirilmişlerse. Hala Samiri bu buzağı sevgisini kalbinde taşıyıp o davranışından vazgeçmediği sürece ölüdür. Bu sebeple kulağı olduğu halde işitmeyen gözü olduğu halde görmeyen kalbi de hissetmeyen anlamında o ölüdür. Halkın kendisini destekleyerek nasıl onu Allahın yolunun dışında bir yolda manen onu öldürmüşlerse. Musa peygamberin telkinleriyle vahye karşı duyarlı hale gelen halk O telkinlerle Sam iri’ye yaklaşıp onu vahyin kontrolüne getirmeleri kesilen ineğin bir parçasıyla vurun ifadesiyle özetlenen dirilişi sembolize etmektedir.
Oradaki ölünün dirilmesi gerçek anlamında dirilme olarak anladığımız zaman hem evrenin yasalarına hem de vahyin yasalarına ters olmaktadır.
Kuranianlamametodu.blogspot.com
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 9. January 2011, 11:42 PM   #6
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart Ihsan eliaçık’ın vahiyle ilgili anlayışına bir yorum

Allah evreni ve içindeki tüm sistemler...i bir vahy\bilgi ile yaratmıştır. Bundan dolayı İLAHİ vahy tüm evreni kuşatmıştır. İçindeki herşey "potansiyel" olarak vahyi\BİLGİYİ taşır. Bütün bu vahyin toplu halini el-kitab=ana kitap=ALLAHIN KİTABI olarak düşünebiliriz.

Yüce yaratıcının özelden bir beşerle sesli-sessiz iletişim kurmaya ihtiyacı yoktur. O yaratmasıyla ve işleyen sistemindeki ölçülerle ZATEN sürekli iletişim halindedir.

"Vahy" yaratıcı için bilgiyi, yaratılan bizler içinde bilgi edinimini ifade eder.

Bir ressam resim bilgisi üzerine, bir cerrah operasyon üzerine, bir bilim adamı ilgilendiği alan üzerine sistemden sürekli bilgi alır.

Ressam gördüklerinin ve hayal ettiklerinin resmini,
Filozof gördüklerinin ardındakilerin resmini,
Elçiler ise görünen, görünenin ardında olan, ve kurallarla dolu olan sistemin ve yöneticisinin resmini kelimelendirenlerdir.

Peygamberlerin elçi doğması şair doğmak, ressam doğmak, müzisyen doğmak gibidir. Elçi olmak, doğarken sahip olduklarını ikame etmek, onlara ivme kazandırmak, heba etmeden ilerletmektir.

Elçiler; mukayese eden, muhakeme eden, gözlemleyen, araştıran ve mücadele eden, hesapsız, ölçüsüz konuşmayan mütefekkirlerdir. Muhammed peygamberin Hira'da yaptıkları bunlardır. Bize öğretildiği gibi 40 yaşına kadar dünyadan bihaber, sonra birden devrimci\aydın\elçi\lider mi oldu. Yoksa bunlar hayatındaki sürecin dışa vurumu muydu. İyi düşünmek lazım.

Elçiler Rabb'in evrendeki dilini kelimeleştirdiler ve insanlığa okudular. Kur'an okunan demektir. Daha önceden tevrat, incil, mezmurlar vs o dönemin ana kitaptan okunanlarıydı. Daha sonra Muhammed çıktı el-kitabtan okumalarda bulundu. O ve çevresindekiler insanlığı silkeletecek söylemlerde bulundular. Şu an idrak ettiğimiz islam anlayışı bu söylemlerin kurumsallaştırılmasıdır. Elimizdeki Kuran mushafı bize o dönemin şahitliğini yapıyor. Aynı zamanda bizim için hakikate ulaşma anlamında güçlü işaretler taşıyor. Bize yol ve yön gösteriyor.

Kuran\Furkan sadece Muhammede(selam ona) inmekle kalmadı. O halen iniyor inmeyede devam edecektir. Vahyin canlılığı mushaftaki o döneme ait kelimeleri bugüne uyarlamak değildir, vahyin canlılığı ona her an ulaşabilmektir. Kelimeler ölüdür ama vahy canlıdır. Süreklidir.

Muhammed peygamber Kur'an ile hitap etti. El-kitaptan okuduklarını toplarayak, okunanlar olarak aktardı. Hatipsiz hitaplar her zaman eksiktir, bu nedenle kur'an mushafı hakkındaki araştırmalar genelde NETİCE ile sonuçlanmamaktadır.Kuranın hatibi Muhammed peygamber öldükten sonraki ümmetin durumu ortadadır.

Kuran bizler için oldukça önemlidir. Hakikati anlama yolunda önemli işaretler taşır. Bize yol ve yön gösterir. Onu anlamının en iyi yolu indiği zamanı göz önünde bulundurarak, Kuranı kendi içerisinde çözümleyerek ve Muhammed peygamberi iyi anlayarak mümkün olacaktır.

En üst perdede Hatibimiz Allah ise biz O'nunla sürekli muhattabızdır, zira O ölmez. O'nun açısından kelimeleştirecek bir hatibi beklememeliyiz, zira o bizlerle konuşmaktadır. Onun kitabı El-kitap 1400 sene önce iki kapak arasına alınarak sonlanmadı. Bu mümkünde değildir.

İyi ve kötü evrenseldir, adalet evrenseldir, ama bunların toplumlarda uygulanışı, bünyelere tesiri farklıdır, incil, tevrat, kur'an mesajlarının iyi ve kötüye dair olan kısımları, evrensel insan gibi, evrenseldir, ama toplumsal uygulamaları, hukuksal düzenlemeler vs, kendi dönem ve zamanları ile kısıtlıdır. Yani mushaflardaki evrensel olan bölümler canlıdır. Bunlarda insanın fıtratında zaten mevcuttur.

"Yaratıcının fıtri özelliği yaratmaktır, Yaratılanların ki ise yaratılışına uygun yaşamaktır".

Yani yaratıcı yaratarak konuşur, insan onu benliğinde duyar, sonra ona hayatıyla\yaptıklarıyla\amelleriyle cevap verir. Ölçü fıtrata uygunluktur.

VAHY ‘İN KURANA GÖRE TANIMLANMASI

42/51- Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vah yetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Önce Şu konu üzerinde düşünmek gerekmektedir. Bu Kuran ve Muhammet peygamberden önceki gelmiş olan suhuf ve kitaplar gerçekten peygamberlerin kâinatı okumasınıdır?

Asıl yanılınan nokta burasıdır. Bu kuran varsa eğer bu kuran doğru ise ki doğrudur ve vardır. Öyleyse bu kuranın kendi bütünlüğü içerisinde doğru çizgiyi yakalamak gerekir. Şura suresinin elli birinci ayetinde anlatılmak istenen Allahın konuşması ile ilgili ayete geçmeden önce kuran üzerinde bir gezinti yaparak vahyin konulduğu yeri tespit etmeye çalışalım.

Kuranda Vahiy Allahın ruhunun bütün varlıklara tecelli etmesiyle onlarla iletişim kurarak kendi varlığının var oluşunu gösteriyor. Allahın varlığının tecellisi temel olarak iki varlık olan birbirlerinden tamamen ayrılan insanlar ve meleklerdir. Bunu bir ayetle örneklendirmeye çalışalım.

2/30- Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah "Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim" dedi.

Ayette bahsedilen halife ve melekler tamamen birbirinden farklı konumda olan birisi aşağıda devam eden ayetlerden anlaşıldığı gibi âdem şemsiyesi altında bulunan bütün insan guruplarıdır. Diğeri de melek şemsiyesi altında bulunan insanoğlunun zerreden küreye kadar insanın emrine amade olan bütün varlıklardır.

İşte Allah Kendi vahyini ulaştırırken bu iki varlıkta tamamen farklı farklı ulaştırmıştır. Meleklerde irade akıl nefis takva diye bir olgu yoktur. Allahın onlara vah yettiği onlara kotladığı bilgilerin onların çeşitlerine göre yanılgıya uğramadan onlar üzerinde Allahın tecellisi olmaktadır. Bir arının bal yapması bir ineğin süt vermesi bir elma ağacının elma vermesi dağın insanlara içerisinde bulundurduğu madenleri insanlara sunması sürecinde Allahın onlarla konuşması her bir iş için devamlı vahyin canlı kalması anlamındadır. Bir başka deyişle evrenin tamamına nükseden hücrelere iliklere işleyen Allahın iletişimidir.

İkinci Olarak Allahın devamlı vahiyle konuştuğu varlık Halife olan insanlara vah yetmesidir. İşte asıl sorun burada başlamaktadır. Diğerlerinde bir problem yok. Ayeti nakledelim.

42/51- Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vah yetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Burada Vahyin insanlara ulaştırılmasını üç koşula bağlamaktadır.” ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vah yetmesi (durumu) başka.” Eğer ihsan kardeşimizin dediği gibi.

Ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vah yetmesi (durumu) başka

“Peygamberlerin elçi doğması şair doğmak, ressam doğmak, müzisyen doğmak gibidir. Elçi olmak, doğarken sahip olduklarını ikame etmek, onlara ivme kazandırmak, heba etmeden ilerletmektir.”

Buradaki vahyin ayette belirtilen insanların üç boyutundan söz ederek geldiği halde tek insanlara gelen vahyin bire indirgenilmesi büyük bir yanlışlığa imza atmaktadır.

Ayette bahsedilen insanlar içerisinde kendisini yolların doğru olup olmadığı konusunda dert edenler içerisinde gerekli konsantreyi sağlayan insanlar arasından Allah insanlara vahyini duyurmaktadır. Bir şaire bir filozofa bir mucide gelen vahiylerle Peygamberlere gelen vahiyler tamamen farklılık arz etmektedir.

Allah inancı dünya üzerinde bulunan insanların büyük bir çoğunluğu tarafından kabul görmektedir. Ama asıl problem Allahın rabliği konusu ortaya konunca orada başlıyor.Allah peygamberler vasıtasıyla her toplumda ardı arkası kesilmeden Muhammet peygambere gelinceye kadar kendi dinini göndermiştir.

Nebi vahye muhatap olan Allahtan aldığı bilgileri eksiltmeden fazlalaştırmadan insanlara getiren elçi demektir.

Bu Vahiy çizgisini Allah peygamberler aracılığı ile insanlara duyurmuştur. bu peygamberlerin getirdikleri mesajlara inananlara zaten Allah mümin sıfatını koyuyor.

6/ 89- Bunlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir. Eğer bunları tanımayıp-küfre sapıyorlarsa, andolsun, Biz buna (karşı) inkâra sapmayan bir topluluğu vekil kılmışızdır.

6/90- İşte Allah'ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidayetlerine uy. De ki: "Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur'an), âlemlere bir 'öğüt ve hatırlatmadan' başkası değildir."

6/91- Onlar: "Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir" demekle Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: "Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir." De ki: "Allah." Sonra onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp-dursunlar.

6/92- İşte bu (Kur'an), önündekileri doğrulayıcı ve şehirler anası (Mekke) ile çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz kutlu Kitap�tır. Ahirete iman edenler buna inanırlar. Onlar namazlarını (özenle) koruyanlardır.

6/93- Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken Bana da vahy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen...

Kuran Peygamberlere gelen vahiy olayını konu içerisinde anlatırken İhsan kardeşin anlattığı gibi peygambere gelen vahyin diğer peygamber olmayanlara gelen vahiyle aynı olduğunu söylemesi kuranda anlatılan bu ayetlerin anlatışıyla uyum sağlamamaktadır.

Kuran Peygamberler dışında gelen vahiyleri şöyle anlatmaktadır. “Ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vah yetmesi (durumu) başka”

Elçi aracılığı ile Allahın konuştuğu elçilerin getirdiği vahiyleri rehber edinim onunla hayat bulanlar okuyanlar söyleyenler yaşayanlardır. İşte İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa ben Müslüman’ım diyen insanlar peygamberleri kabul ederek peygamberlerin çizdiği çizgide giden insanlar demektir.

41/ 33- Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?

İnsanları tek tip tek ümmet tek bir şeriata götüren ve Müslüman kelimesinden başka insanları birleştirici bir kelime olamayacağını hep bunlar vahyin çizgisine gelerek Rabbani yolda olanları bir toplum haline getirmektedir.

Üçüncü tip Allahın konuştuğu insanlar, vahyin dışında vahye karşı kapalı olanların iletişimidir. Konuşmasıdır. İşte Âdeme isimlerin hepsinin öğretilmesi ve meleklerin secdeye davet edilen ayet bunu anlatmaktadır.

2/ 31- Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.

2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."

2/33- (Allah "Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."

“Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti.” İfadesiyle İnsanların inansın veya inanmasın, evrendeki eşyanın bilgisine ulaşmaya karşı yoğunlaşan bütün insanlara, Allah vah yederek bilmediği konularda tıkandığı zaman vahyin gelmesidir. İşte ümitlerin tamamen kesildiği bir zamanda, Allah yoğunlaşan insanlara bilgilerini ulaştırarak onların o konudaki ulaşmak istedikleri hedefe ulaşmaları demektir.

Dikiş makinesini icat etmek isteyen bir mucidin rüyasında her yerini yaptığı halde sadece dikiş bölümünü bir türlü ne kadar düşünse de bulamadığı zaman, rüyasında ayağına diken batarak ve onu çekmek için dikenini delip iplik takarak çıkarması, hemen dikiş makinesini icat etmesi gibi, İşte bu bilgi önceden olan bir bilgi değil yeni gelen bilgidir.

Şiilide Yediyiz metre Yer altında mahsur kalan otuz üç tane maden işçisinin yeryüzüne çıkarmak için bulunan teknik yöntem daha dünyada ilki oluşturmaktadır.

İnsanoğlunun var oluşu ile birlikte sıfır düzeyde bulunan teknolojik ve sosyolojik bilgiler. İnsanlar ilerledikçe her kuşak kendisinden sonra gelecek olan kuşaklara tecrübî bir bilgi devrederek günümüze kadar gelmişlerdir. Ve bu bilgiler bu Allahın konuşması devam ederek insanlığın sonuna kadar devam edecektir.

Yer altındaki maden işçilerinin kurtuluşu bu günkü teknolojik bir seviyeye gelmiş ilmin hatırına o insanlar kurtarılabilmiştir. Yani eğer Yer altından yüzlerce metre aşağıya sondajlarla gidilerek petrol çıkarmalarda teknolojik araç ve gereçler kullanılmamış, o seviyedeki araç ve gereç bulunmamış olsaydı, böyle bir problem karşısında insanlar ne yapacaklarını şaşırırdı. ve bir şey yapamazlardı. Belki gelecek için böyle bir problem çıktığında insanlar düşünerek petrol kuyularına varabilmek için vardıkları imkânlar gibi çözüm üretirlerdi. ama böyle altmış dokuz günde yapılacak olan bir iş olmazdı.

İşte peygamberlerin yaptıkları kendi bulunmuş oldukları çağa göre vahyin teknolojik seviyede bulunma koşullar ölçüsü içerisinde mucitler mühendisler ve ilim ehliyle istişare yaparak olaylara çözüm getirir ve onu hayata geçirirdi.

Bazılarının söylediği gibi ," Vahiy" yaratıcı için bilgiyi, yaratılan bizler içinde bilgi edinimini ifade eder.” sözü bir tecrübî bilgiyi bu anlamda söylüyorlarsa doğrudur. Ama peygamberlerin yukardan beri anlattığımız gibi ilahi bir vahyin gelişi ile teknolojik şairlik ile ilgili ilham veya vahyi birbirinden ayırt etmek gerekmektedir. Teknolojik anlamda gelen vahiy devam etmektedir. Ama nebilere gelen vahiy kesilmiş ve bitmiştir.

Sorun Kuranın Bütünsel olarak anlaşılıp insanların gittikleri yollarda terazinin tartıda bir ölçü, metrenin uzaklıkta bir ölçü oluşu gibi,Kuran Dilinin düzgün çözülerek ölçü olarak kullanılmadıkça sapmalar meydana gelmektedir. Peygamberlik olayını Allah ile ister sesli isterse sessiz olarak konuşmasını kabul etmediğimiz zaman ya bu kuranı kendi hayatımızdan kaldırmalıyız. Ya da içerimizdeki fıtri bilgilerle doğrunun yanlışın ölçü belirlemeden herkesin içlerindekilere göre yolları belirlemeliyiz. Ya da kurana inanıyorsak insanlar yanıldığı zaman o yolunu disiplin altına alan vahyi peygamberler aracılığı ile gelen bilgilere bağlı kalarak yollarımızı belirlemeliyiz.

Evet Ehli kitap ve İslam toplumlarındaki din anlayışları kuranı göz ardı etmeleri sebebiyle yozlaşarak bir takım hayalî bir din anlayışı ortaya koyarak inanmayı iman etmeyi sadece kendilerinin Allah ile kendileri arasındaki bir takım insanları yol gösterici olarak kabul ettiklerinden dolayı bu yanlış din anlayışı ortaya çıkmaktadır.

Kuranın Anlattığı din kurandadır. Vahyi bilgilere direkt muhatap olan peygamberler, Elbette gökten onlara peygamberlik zembille inmedi onlar gece gündüz düşündüler. Evrenin yaratılışı hakkında bir takım deneme yanılma yoluyla hazreti İbrahim’in örneğinde olduğu gibi gerek saparak gerek doğruyu yakalayarak tevhidi bir anlayışı yakalayabildiler. Ve onlara fiziğin biyolojinin kimyanın mucitleri gibi Allah ilim ve hikmet verdi Evrenle gönderilen vahyi tarttı ölçtü yer yer sarsıntılar geçirdiler. Yer yer ümitsizliğe düştüler ama Allah kendi bilgileriyle onları sağlamlaştırdı.

Ehli kitap ve İslam toplumlarında anlaşıldığı gibi peygamberler gerçek anlamında ölüyü diriltmemiş, ateşe atıldığı zaman ateş yaratılış görevine muhalefet ederek yakmam azlık yapmamış denize asa ile vurduğu zaman gerçek anlamında deniz yarılmamış. Ama Allah kendi bilgilerini kendilerine muhatap aldığı değer verdiği değer verilmeyi isteyen peygamberlere vahiylerini duyurmuştur. Eğer İnsanlardaki bu kuranın anlattıkları fıtri söylemleri ise peygamberler dışında çelişkisi bir kitap getirebilecek ve bu fıtri yapıyla uygun paralellik arz den dünyada bir tane insan kitap ortaya getirebilmiş mi? Bakınız kuran meydan okuyor.

4/82- Onlar hala Kuran'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

Eğer Kuran peygamberin tecrübî bilgi sonucu ortaya konulmuş olsaydı. Bütün ayrı ayrı ilimlerin var oluşla beraber ortaya koydukları ve koyacak oldukları bilgiler verecek, bu mümkün değildir. Söyledikleri genel anlamda hiçbir ilmin verileriyle tezat teşkil etmeyecek bilgiler veren kuran nasıl bir insan sözü, insan birikimi olabilir? Daha da ötesi eğer peygamberlerin söyledikleri kendi bilgileri ise ve bu hala devam ediyorsa neden peygamberlik sona eriyor? Bu nasıl izah edilebilir?

33/40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.

Peygamberlere vahyin dışında anlatılanlar gibi on parmağından su akıtması kuru çeşmeyi sulandırması ayı ikiye bölmesi bir takım mucizeler verilmemiştir. Ama bu çelişkisiz bir kitap neyin nesidir?

29/50- Dediler ki: "Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler yalnızca Allah'ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım."

29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitap'ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.

İşte peygamberleri şairlerden mucitlerden sanatçılardan ressamlardan ayıran özellik budur. Allahın yarattığı zerreden küreye kadar insanlara verdiği vahyi bilgiler de dâhil olmakla beraber her şeydir. Yaratma devam ediyor. bilgi verilmeye devam ediyor. eğer öyle olmamış olsaydı tarih durur teknoloji donar problemler yeni bilgiler alınarak çözülemezdi. ama bunlar devam ediyor. Peygamberlik dışında vahiy gelmeye devam ediyor. Ama peygamberlik bitti o sona erdi.

Allah ilimler gelişmiş teknolojiler insanların hayatlarında önemli yer işgal etmiş gelen vahiyler her örnekten bir örnek verilip ve hiçbir eksik kalmadan tamamlanmış. Gelen vahiyler zaptı raptı altına alınarak yazılarak belgelenmiş ve ezberlenmiştir. Böylece peygamberlik ayeti nesih edilerek yerini kuran ayeti almıştır. Aynen pulluğun icadı ile kara sabanın kaldırılışı arabaların trenlerin tramvayların çıkışı ile develerin eşeklerin tedavülden kalkışı gibi bir öncekinde bir sonraki daha güzel olunca terk edilmesidir. bir başka ifadeyle demode olmasıdır.

Eğer Kuranın söylediği nebilerin sona ermesi devam ediyorsa nerde Muhammet’ten sonra gelen peygamber. Bu soruların karşılığı yok?

Kuran; İki gayıp haberinden bahseder. Birincisi geçmiş kavimlerden, o zamanki toplumların başlarına gelmeden başlarına gelebilecek olan olaylardan kendisinden sonra gelecek olan kavimlerin başlarına gelecek olanlardan bahseder. bu gayıp haberleri ilim ve teknoloji geliştikçe tek tek çözülebilecek olan gayp haberidir işte dinin anlattıklarını evrensel olan bir boyutunu bu oluşturmaktadır.

81/24- O, gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz.)

25- O (Kur'an) da kovulmuş şeytanın sözü değildir.

İkinci gayıp haberi ise Ahret âleminden öz edilen gayıp haberleridir. Bu bilgileri bize kura vermektedir. Bu bilgilere insanlar ancak ahret âleminde verilecek ispat edilecek olan gayıp haberlerdir. Ahret Âleminde insanların yeni bir yaratılışla yaratılacağı kalplerden geçenlerden bile insanların hesaba çekileceğini kim nerden bilsin? Bu sadece inanlar tarafından kabul edilen bir bilgidir.

İslam toplumlarının temel inancını oluşturduğu peygamberler tıptan biyolojiden semadan aydan yıldızdan Allah ona vahy etmese de bilgi sahibi olduğunu söylemeleri yanlış olan bir inançtır. Peygamberler kendinse vah yedilmiş dışında olan bilgileri mucitlerden tabiplerden ressamlardan sanatçılardan öğrenir. ve bu bilgileri vahyin ona yükledikleri ilimle teknolojik olan insanlara gelen bilgileri kucaklaştırarak o günkü şartlarda ellerinde olan malzemelerle hayatı yaşar ve dizayn eder.

İhsan kardeşimizin şu söylemleri Kuranda Geçen bazı ayetlerin içeriğini havaya uçurup gidiyor.

“Elçiler Rabbin evrendeki dilini kelimeleştirdiler ve insanlığa okudular. Kuran okunan demektir. Daha önceden Tevrat, İncil, mezmurlar vs o dönemin ana kitaptan okunanlarıydı. Daha sonra Muhammed çıktı el-kitaptan okumalarda bulundu. O ve çevresindekiler insanlığı silkeletecek söylemlerde bulundular. Şu an idrak ettiğimiz İslam anlayışı bu söylemlerin kurumsallaştırılmasıdır. Elimizdeki Kuran mushafı bize o dönemin şahitliğini yapıyor. Aynı zamanda”

Evet, Kuran Ana çatı olarak iki kitaptan söz etmektedir. Birisi Kuran ve evrenin anasını oluşturan levhümahfuz olan Allahın tecellisinin her zerreye nüksettiği her zerresinde görüldüğü evren kitabıdır. ikincisi de hem bu evren kitabının içerisinden everen kitabının özüne uygun olarak sadece arındırılmış yanlış ihtimali bulunmayan peygamberlere verilen vahiy kitaplarıdır. Bu Kitaplarda normal bir insanın bilemeyeceği kavrayamayacağı bazı mucizevî bir anlayışa işaret edilmektedir. Hem kendilerinden önce gelenleri doğrulaması tasdik etmesi hem de kendisinden sonra gelecek olan peygamberi de müjdeleyerek insanlığın karşılarına çıkmaları peygamberleri, diğer insanlardan ayırmaktadır.

22/ 52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Seküler, deist, ateist, toplumların kavrayamadığı kabullenmediği zaten bunlardı. Eğer biz de onların söyledikleri gibi biz de aynı şeyi söylersek onlarla bizim aramızda ne fark kalır? “Elçiler Rabbin evrendeki dilini kelimeleştirdiler ve insanlığa okudular. Kuran okunan demektir. Daha önceden tevrat, incil, mezmurlar vs o dönemin ana kitaptan okunanlarıydı” peki bu söyleyiş evrenin ana kitabında gelecek olan peygamberi müjdeleme olayı nerede var?

7/ 157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkiri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.

Eğer Musa peygamber ve İsa peygamber evrendeki kelimelerin kemikleşmesi ise evrende gelecek olan bir peygamberin müjdelenmesi onun hakkında bilgi verilmesi nasıl bir olgudur? Aynı zamanda bir peygamberin son peygamber olduğunu başka bir peygamberin gelmeyeceğini söylemesi ihsan beyin tanımladığı peygamber kavramıyla yakından ve uzaktan uyuşmuyor.

İhsan beyin peygamberler kendi yaşadığı hayatı bulunmuş olduğu çağa hitap etmesi açıklaması anlamındaki söylemlerine aynen katılıyorum. Peygamberler gelecek olan hayatlarda sadece vahyin bilgileriyle yetinirler. gelecek hakkında gayıp hakkında kendilerinin ortaya koydukları asla bir haber veremezler. Ve vermemişlerdir de peygamber öldü gitti yerine örnek olarak yaşadığı bir kitap bıraktı. peygamberlere Allahın açıklamadığı ve çağların açıklayacağı ve çağlara bakan yönlerini günün şartlarına göre açıklayacak ve insanlara sunacak kendisini kuranı doğru anlamaya karşı yönlendirenler günün çağın fıkhını oluşturacaklardır.

Kuran her insanın önünde tercümanlar aracılığı ile insanların hayat kitap’ı olarak yerlerin ve göklerin yaratıcısı tarafından yaşam projesi olarak önümüzde beklemektedir. Kurana yönelenler kuranı anlarlar. Kuran üzerinde anlama konusunda uzmanlaşanlar da eğer kuranı doğru olarak anlamışlarsa söyledikleri ve anladıkları arasında kesinlikle farklılık oluşmaz. her peygamberin birbirlerini desteklemesi ve tasdik etmeleri onlar arasında bir tevhit akidesini oluşturmuşlarsa kuranı doğru anlayanlar içinde bir tevhit akidesi oluşması gerekir.

Kurandaki bir ayetin doğu anlaşılmasının testi de şu dört verilere uygun olmasıyla mümkün olur.

Kuran, akıl, ilim ve uygulama bir başka deyişle pratik hayatla kucaklaşan bir anlayıştır.

Bu dört hasletle çatışmayan din insanlara Allah’ın sunduğu dindir.

30/ 30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Sonuç olarak Kuranla kuranın kainatla kainatın ve kuranla kainatın çatışmadığı dinin akılla yakalanarak ortaya konulmasıyla doğru olan din ancak ortaya konulabilir.

Kuranianlamametodu.blogspot.com

[email protected]
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 9. January 2011, 11:46 PM   #7
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart Hazreti isa peygamber babasız değildir makaleme eleştiri yapanlara cevap

· Eray Eren

ya kardeşim nerden çıkartıyosunuz bunları ya azcık bir kuran araştırmasıyla dediğiniz şeye bakın yazık açın ali imran suresini okuyun yada ben ekliyim buraya..

Hani melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime... İle müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahrette de itibarlı ve Allah’a çok yakın olanlardandır.”


“O, beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, Salihlerden olacaktır.”
Meryem: Rabbim! Dedi, bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur? Allah şöyle buyurdu: İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece «Ol!» der; o da oluverir.


ALİ İMRAN 45-46-47Devamını Gör

10 saat önce · Beğen Beğenmekten Vazgeç · Eray Eren

Kitap'ta Meryem'i de an. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir mekâna çekilmişti.
Onlarla arasına bir perde çekti. Derken kendisine ruhumuzu (Cebrail'i) gönderdik de o, düzgün bir insan şeklinde ona göründü

.
Meryem, “Senden, Rahmân’...a sığınırım. Eğer Allah’tan çekinen biri isen (bana kötülük etme)” dedi.


Cebrail, “Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim” dedi.


Meryem, “Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi.


Dedi: "İşte böyle! Rabbin buyurdu ki: 'O benim için çok kolaydır. Böyle olması onu, insanlara bir mucize ve bizden bir rahmet yapmamız içindir. Hükme bağlanmış bir iştir bu."


Böylece Meryem, çocuğa gebe kaldı ve onunla uzak bir yere çekildi.
MERYEM 16-22Devamını Gör

10 saat önce · Beğen Beğenmekten Vazgeç ·

Erdoğan Doğrusöz bence de yanılıyorsunuz Çünkü ayet açık


Bana erkek eli dokunmamışken nasıl çocuğum olur diyor.
Kuran ayetlerini bilmeksizin yanlış yorumlamak büyük bir vebaldir. Unutmayın.

10 saat önce, Facebook Mobil ile · Beğen Beğenmekten Vazgeç

CEVAPLAR

Kuranda Hazreti İsa peygamberin doğumu hazreti Meryem kıssası hazreti İsa peygamberin ölüp ölmediği Konusu epey tartışma konusu olmaktadır. Kuran Gerçekten açık bir kitaptır ama içerisinde bulunan Müteşabih olan ayetlerin anlaşılması için çaba göstermek, o konu üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor. Kurandaki anlatılan Müteşabih bir ayet; Bir matematik ilminin, bir fizik ilminin, bir biyoloji ilminin, daha birçok ilimlerin ilim haline gelebilmesi için insanların gösterdiği gayret ve çaba neticesinde yoğunlaşılarak anlaşılabiliyorsa. Kurandaki Müteşabih ayetlerinde doğru anlaşılması için yoğunlaşılarak ilim haline gelmesi gerekir.

Her ilmin kendisi içerisinde bir metodu yasası varsa o çelişkisizlikler o yasalar çerçevesinde anlaşılıyorsa kuranı anlamak ve kuranı anlamak içerisinde bir takım çelişkisizlikleri yakalamak için kuralları bilmek gerekiyor. Kuran açıp da tercümelerden meallerden anlaşılıverecek bir kitap değildir. Evet, tercüme olmasa da kuranın konuşma dilini bilmeden de kuranın anlaşılması elbette mümkün olamaz. Kuranın Arapçasında geçen kelimelerden de kuran anlaşılıveremez. Arapça bilmek ile kuranı anlamak elbette yakından alakalıdır. Ama Arapça bilmek demek kuranı anlamak demek olmadığının bilinmesi gerekir.

Bir mucit insanların duymadığı insanların bilmediği bir şey ortaya çıkardıkları zaman hemen alışa geldikleri anlayışa ve yaşama bilgilere uygun olmadığından kabul eden insanların sayısı çok az olmaktadır. Asırlardır alışıla gelmiş bir anlayışı yıkmak onlardaki ezberi bozmak elbette kolay olan bir iş değildir. Peygamberlerin toplumlarda taşlanması öldürülmesi dövülmesi kovulması delilikle suçlanması bunlara güzel örneklerdendir.

Peygamberler Gerek müşrik gerekse ehli kitap anlayışlarındaki anlayışları kökünden kaldırarak devrim yaparak, söylem ve eylemlerle karşılarına çıkmışlardır. Ama toplumların kavimlerin önde gelenlerine bu söylem ve eylemler kendilerine atılan bir tokat gibi gelmiştir. Allah katında insanlar arasında renkleriyle cinsleriyle ırklarıyla zenginlikleriyle fakirlikleriyle hiçbir fark olmadığı halde herkesin kendi bulunmuş olduğu konumda kendisine verilen görev ve sorumluklar içerisinde olayları Allah adına okuyarak her konumda onun koyduğu kurallar çerçevesinden ayrılmadan yaşamasıyla rol üslenmişlerdir.

İşte onların üslendikleri rolü kim kendisine verilen imkânlar çerçevesinde yerine getirirse, Allah katında üstün olan odur. Biz bunları anlatırken konuyla ne alakası var diyerek kızmayın. Bu anlattıklarım kuranda geçen bir konunun kuranım tanımladığı şekilde bakabilmenin yöntemini ortaya koyar. Meryem kısasında ve ali İmran suresindeki Meryem İsa Zekeriya ruh Perde düzeltilmiş beşer ol kelimesi doğu tarafına çekilmesi elçi melek vs kavramları kuranın tanımladığı biçimde anlaşılmazsa nasıl konu anlaşılacak?

Kuranda kullanılan adem ve eşine yemesi yasaklanan haram ağaç, Yahudiler hakkında kuranın anlattığı cumartesi yasağı, hazreti lut peygamberin sapan topluma mecazi anlatımla işte kızlarım diye bahsettiği Salih peygamberin deve kıssası İsrail oğullarına bela olan buzağı heykeli hazreti İbrahim’in ölü kuşları diriltmesi mutlaka kuranda anlatılmasını istediği anlamı yakalamakla konular anlaşılabilecek.

Ayette böyle söylüyor sen ayeti nasıl söylediğinin dışına çıkarak hevana uyarak anlamaya anlatmaya çalışıyorsun? bu sapıklıdır. Gibi suçlamaları ben asla kabul etmiyorum. İnsanlar bilmediklerinin düşmanıdır.

Şu soruların cevaplarını her insan kendisine sormalı ve cevabını kendisi aramalıdır.

a)Eğer Bu güne Kadar İslam toplumlarında, ehli kitap toplumlarında veya puta tapıcıların din ve yaşam anlayışlarında din anlayışları doğru olmuş olsaydı. Kendi aralarında yüzlerce binlerce anlayış şekli olur muydu?

b)Eğer İslam toplumlarında anlatılan din gerçekten Allahın anlattığı gibi anlaşılmış olsaydı, neden bizim âlim dediklerimiz insanlar arasında görüş ve anlayış farkı ortaya çıkıyor? Allah insanlara çelişkili bir din mi sunmuş ki, insanlar arasında birbirleriyle tutarlı olmayan din anlayışları ortada dolaşmaktadır?

c)Her peygamber kendisinden önce gelmiş olan peygamberleri doğrulaması ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberi de müjdelemesi ne gibi bir mesaj vermektedir? Daha sorular sayılamayacak kadar devam eder gider.

Evet, Allahın insanlara verdiği akılla Allahın göndermiş olduğu vahiy yaratılan evren arsındaki mutabakatı düşünen insanlar Allahın kuranda anlatılan konuları anlayabilir.

Şimdi İsa peygamberin babasız olmadığı konusundaki görüşlerimi tekrar sorulan sorular ve yapılan itirazlar çerçevesinde anlatmaya çalışayım.

19/16- Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.

19/17- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.

Bu iki ayette Kuranda geçen Meryem hakkında bazı şeylerin bilinmesi gerekiyor. Kuranda kullanılan doğu tarafına çekilme ve ailesiyle kendisi arasında perde çekilmesi neyi ifade ediyor. Önce şunun iyi bilinmesi gerekir ki kuran iki kadından övgü ile söz eder. Birisi Meryem ikincisi de firavunun karısıdır. Bir de iki kadından nefretle söz eder biri Nuh’un karısı diğeri de Lut’un karısıdır. Kuran Meryem ile ilgili konuda bilgi verirken şöyle söylemektedir.

3/35- Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti.

3/36- Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: "Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş (kovulmuş) şeytandan Sana sığındırırım."

3/37- Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, bu sana nereden geldi?" deyince, "Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi.

Üç ayette Anlatılmak isteneni özetlemeye çalışalım. İmran’ın karısı da tevhidi bir düşünceye sahip idi. daha doğmadan önce Meryem hakkında olması gereken hali Allahın dışında toplumların anlattığı yaşadığı vahyin dışındaki din anlayışlarını reddederken, Allahın insanlara bağımlılık yapan Allahın haram saydığı içki kumar eroin esrar gibi yiyeceklerin yapılması bağımlılık yapan bütün davranışlardan uzaklaştırılmış bir evlat özlemi duymaktadır. Ve muhtemel ki İmran’ın karısı çocuğunu yetiştirirken bu isteğine uygun bir tevhit inancı yerleştirmektedir.

Dikkat edilirse Kuranda, Zekeriya peygamberle Meryem hep beraber anılmıştır. Zekeriya bir peygamberdir. Peygamberler mal mülk peşinde değillerdir. Hiçbir peygamber kendisinden sonra miras bırakma çabasında da değildir. Ve mal olarak miras da bırakmamışlardır. Peygamberlerin tek endişesi kendisinden sonra gelecek kuşaklara Allahın dinini temsil edecek birini bırakamamaları endişesidir. Meleklerin Hazreti İbrahim peygambere gelip de bir erkek çocuğu müjdeledikleri zaman Karısının gülüp alay etmesi İbrahim peygamberinde bundan ümidi kesilmiş bir halde oluşu ihtiyarladım demesi Allahtan getirdiği mesajı toplum içerisinde kabul görmeyişi onu ümitsizliğe düşürmüştü.

11/69- Andolsun, elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman; "Selam" dediler. O da: "Selam" dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi.

11/70- Ellerinin ona uzanmadığını görünce (İbrahim durumdan) hoşlanmadı ve içine bir tür korku düştü. Dediler ki: "Korkma. Biz Lut kavmine gönderildik."

11/71- Karısı ayaktaydı, bunun üzerine güldü. Biz ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yakup'u müjdeledik.

11/72- "Vay bana" dedi (kadın). "Ben kocamış bir kadın iken ve şu kocam da bir ihtiyar iken doğuracak mıyım? Gerçekten bu, şaşırtıcı bir şey!.."

11/73- Dediler ki: "Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı şüphesiz O, övülmeye layık olandır, Mecid'tir."

Ayetlerde bahsedilen İbrahim’in ihtiyarlamış kadın da kısır ve kocamış bir durumda iken elçilerin müjdelediği ishak ve Yakup’un geleceği dikkat ederseniz İbrahim peygamber’in hanımı tarafından alayvari gündeme geliyor. ve inanmıyor. Orada ben kısırken, kocamışken kocam da ihtiyarlamışken nasıl erkek çocuğum olur demesi onun zamanının doğurganlık yaşının geçmesi anlamında değil, zaten buna karısı bir ihtimal vermiyor. Oradaki erkek çocuk doğurması kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri kastetmektedir. İbrahim tek başına bir ümmetti onun çektiği işkenceler ve ona yapılan bunca zulümlere rağmen sabırla kişiliğinden taviz vermeden dayanması kendisinden sonra gelecek olan bir peygamberin oluşumuna gebe kalması olacaktır.

Meryem suresinde bahsedilen meryemin doğu tarafında bir yere çekilmesi Kavmiyle bir anlaşmazlığının bir ifadesidir. Her peygamber ve Allah dostları halis bir dinde oldukları zaman hangi bir toplumda alkışla karşılandılar? Onların o duruşları ve yaşamları bazılarını rahatsız eder etmektedir de. İşte Meryem’in ailesinden koparak ve ailesiyle kendisi arasında perde çekilmesi iletişimin kesilmesini anlatmaktadır.

Meryem ergenlik çağına geldiği ve başından bir çok belaların geçerek, arkasından Allah ona ümitlerin kesildiği bir zamanda rahmetini gönderiyor.

19/17- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.

Bu ayette insanların anlayamadığı bir olay var. Ruh Kavramı ve kullanılan düzgün bir beşere başka anlamlar yüklenirse ayetin kastettiği mana elbette yakalanamaz. Web sayfamda Ruh can Ruh-ul Kudüs kavramlarıyla ilgili bir makalemde detaylı bir şeklide anlatmaya çalışmıştım. şimdi ruh ile ilgili konuyu burada anlatmaya çalışırsak konu çok uzayacak. Okuyucularda bundan sıkılacaktır. Kısa olarak Burada kullanılan müfessirlerin büyük çoğunluğunun algıladığı anlattığı gibi Cebrail değil buradaki ruh bir peygamberdir.

Kuran’da ruh kelimesi değişik yerlerde değişik anlamlarda kullanılmıştır. İnsan için kulanmış. İnsanlarda iki yola da ruh tecelli ederek insanlarda hem şeytan hem de muttaki bir vasıf kazandırmıştır. Ama peygamberlerde Ruh onu diğer insanlardan ayırarak Allahın gönderdiği vahyin dışında bir söylem ve eylem oluşmadan onda yaşama kimliği onda şekillenmiştir.

4/171- Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu (OL) kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek İlah'tır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa o’nundur. Vekil olarak Allah yeter.

“ve O'ndan bir ruhtur. İşte Meryem 17. ci ayetinde geçen ruh Cebrail değil Hazreti Meryem’e kuranın sadece peygamberler için kullandığı düzeltilmiş bir beşerdir. Kuran sadece insanların peygamber olanlarda güzel bir örek olduğunu söylemektedir. Peygamberler de elbette yanılır yanlış yaparlar. Ama onların yanlışları vahiyle düzeltilmiştir.

22/ 52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

“Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir”. İşte peygamberleri peygamber yapan diğer insanlardan ayıran özellik budur. Düzeltilmiş beşer işte Meryem’e gelen Kuranda meleğin insan suretinde geldiği konusunda nerde bir ayet var? Bu anlayış İsrailiyattan gelmedir. Meleklerin yaratılışı ve insanların yaratılışı farklıdır. Meleklerde akıl yok irade yok onlar sadece kendilerine kotlanmış bilgi alanı içerisinde secdelerini hem Allaha hem de insanlara yaparlar.

Ayette geçen Ruh ve düzgün bir beşer kılığında görülenin melek değil Cebrail değil. Düzgün insan, düzeltilmiş bir beşerdir. Yani peygamber olan biri olduğudur.

19/ 19- Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)."

19/20- O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi.

"Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim” Bütün peygamberler elçidirler. Elçi olan peygamberlerin özelliği kendilerinden olanları doğrular ve tasdik ederler ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberi de müjdeler peygamberler aynı zamanda erkeklerden olmaktadırlar. Eğer Burada gelen elçi melekse klasik olarak düşünenler için söylüyorum Cebrail peygamberlere mi vahiy getirir yoksa peygamber olmayana da mı vahiy getirirler. İşin püf noktası burasıdır. Meryem’e erkeç çocuk armağan etmek için geldim diyen ve Hazreti İsa daha gündemde yokken hazreti İsa hakkında Meryem bilgi veren Cebrail olması mümkün’mü? Bu anlayış vahiy orijinli dine iman edenlerde büyük bir infial olmaktadır.

Hazret İbrahim’e gelen elçilerin bir erkek çocuk müjdelediklerinde ibrahimin karısının ihtiyarlamış kısır olduğu iddia edilerek şaşkınlık yaratıyorsa Meryem’e gelen elçi de Meryem için hem bir çocuk armağan etme hem de bir erkek çocuk müjdelemesi neticesinde meryemin “Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi” diye söylemesinden doğal ne olabilir ki. Evet, Meryem toplumun din farklılığı anlamda azgın ve utanmaz biri olarak adlandırmaları onun ahlaki yönden fahişe anlamında değil onun kendi dinleriyle uyum sağlamadığı için böyle bir ifade kullanılmıştır. Bu ifade sadece Meryem’e değil bütün peygamberlere ve Allah dostlarına kullanılmış onları yerinden yurdundan sürüp kovmuşlardır.

Meryem ne bir evlenmişti nede iman etmeyenlerin sandığı gibi fahişe değildi. O Allahın bir bitki nasıl kendisine verilmiş görev ve sorumluluk seyri içerisinde bozulmadan duruyorsa meryemin de yaratılışta verdiği sözün arkasında duruyor anlamında bitkiye benzetilmiştir. O evlenmedi Allahtan bir elçi bir çocuk armağan etmek için Meryem’e evlilik teklif etti ve bu evlilik bir peygamber olan elçi ile gerçekleşti.

19/ 21- "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti.

Kuran Allah’a göre zaman olmadığını zaman insanlara göre olan bir kavram olduğunu vurgulamaktadır. Kâinat ol dediği zaman oluverdi başka ayetlerde altı günde yaratıldığını ifade etmesi Âdeme isimleri öğrettik ve saydılar ifadesi insanın var oluşunda yok oluşuna kadar geçen zamanı bir çırpıda özetlemesi bu ayette de ol demesiyle olur ifadesiyle oluyor olmayı ama bir zaman süreci içerinde olay seyretmektedir. Eğer ol kelimesi hemen olma anlamında ise dokuz ay karnında taşımasını nereye koymamız gerekiyor.

Mucize ve ayet kelimeleri sanki Allah Cebrail geldi babasız olarak Meryem’e bir çocuk müjdeledi ve çocuk da oluverdi ifadesiyle mucizeyi sünnetullaha ters bir anlam içerisinde düşündüklerinden dolayı sıkıntı doğuyor. Allah bir erkekle bir kadın birleştiği zaman bir damla sperma ile ana rahminde birleşerek çocuğun olabileceğini anlatıyor. İkinci Ayet de Peygamberlere gönderilen vahiylerdir. ve bu vahiylere uygun yaşayan insan bir ayet değil mi? İşte Kuran bütünlüğü içerisinde yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allahın evre koyduğu yasalarla vahiylerin bütünlüğü bize doğru bir anlayışı verecektir.

Bir Başka anlaşılan konu

3/ 59- Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi.

Klasik anlayışa göre Âdem anlayışı insanların ilki ve peygamber olan onun sağ kaburga kemiğinden yaratılan Bir Havva portresi insanların kafalarında fotoğraflanmaktadır. Eğer Bu doğru olsa bile İsa’nın yaratılışı âdemin yaratılışı gibi ayetinden İsanın babasız yaratılmasına delil olmaz. O anlayışta i Âdem babasız ve anasız yaratılmıştır. İsa ise anası var babası yok nasıl yaratılış aynı olur? Böyle düşünülürse. Mantık doğru düşünmenin kurallarını prensiplerini öğreten ilimdir. Mantıklı düşünen birisi Allah mantıksız bir haşa benzetme mi yapmış?

O zaman kuranda iki tip âdemden söz edilir birisi adam olan insan olan âdem. Bunun yatılışını kuran bakara otuzuncu ayetten otuz yedinci ayete kadar yeryüzünde yaratılan varlıkları intak Sanatı yaparak anlayanlara çok güzel izah etmiştir.

3/ 59- Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi.

Ehli kitabın ve İslam toplumlarındaki Yanlış anlayışa kuran son noktayı koyarak, ne tartışıp duruyorsunuz İsa da siz âdem nasıl topraktan ve bir anne babadan meydana geldiyseniz İsa da öyle meydana gelmiştir. Zekeriyacı gönderdik Zekeriya ona evlenmeyi teklif etti ve İsa da bu şekilde oluştu Mucize olan budur.

Kuran Bakınız hiçbir yerde onunla ilgili bilgi vermediği halde insanların bazı şeyleri deneme yanılma evrendeki yaratılan varlıklardan bazı şeyler ile insanların öğrenebileceğini anlatmaktadır.

2/222- Sana 'kadınların aybaşı halini' sorarlar. De ki: "O, bir rahatsızlık (eza)dır. Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde, Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz Allah, tövbe edenleri sever, temizlenenleri de sever."

“Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin.” Bu ifade kuranın neresinde var? İşte kuranda anlatılanların hepsi evrende var. Onların detayları ile ilgili bilgileri Allah biz istediğimiz yönde yöneldiğimiz zaman bize vermektedir. Şifrelenmiş bilgileri Allah bizim aklımızı kullanarak donulduktan hantallıktan kurtulmak için bizim bulmamızı istiyor.

Zekeriya peygamberi İsa peygamberin babası olduğu ile ilgili bilgileri böyle şifreli bir şekilde anlatmıştır. Bunun bir adı da Müteşabih mecaz anlatımdır.

3/44- Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vah yediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.

Bu ayette anlatılan sorumluluk için kuran bizim insanların anladığı anlamda şans oyunu olan kura değil burada anlatılmak istenen Meryem’le evlilik içi aday olma konusudur.

3/ 37- Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, bu sana nereden geldi?" deyince, "Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi.

3/38- Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim, bana Katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işitensin" dedi.

İşte Zekeriya’nın duası fiiliyatla söylemin buluşması olan Meryem’le evliliği ve arkasından Allahın ona müjdelediği Yahya ve İsa bir peygamber olarak karşımıza çıkmaktadır.

19/ 7- (Allah buyurdu "Ey Zekeriya, şüphesiz Biz seni, adı Yahya olan bir çocukla müjdelemekteyiz; Biz bundan önce ona hiçbir adaş kılmamışız."

3/ 39- O mihrapta namaz kılarken, melekler ona seslendi: "Allah, sana Yahya'yı müjdeler. O, Allah'tan olan bir kelimeyi (İsa'yı) doğrulayan, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamberdir."

Bazılarının söylediği gibi Yahya isa değil Yahya İsa’nın baba bir ana ayrı üvey kardeşidir. İsa’yı doğrulaması Aynen Harun ve Musa gibidir. İsa peygamber Yahya ise onu destekleyen doğrulayan elçilerdendir.

Sonuç:

İsa babasız değil babası Zekeriya peygamberdir.

İsa nasıl âdem, insan topaktan yaratılıyorsa İsa da topraktan yaratılmış diğer âdemlerin diğer insanların yaratılışı nasıl sünnetullah olarak bir anne bir babadan meydana geliyorsa İsa da öyle meydana gelmiştir.

Meryem Allahın övdüğü kadındır ırzını korumuştur. Ve Zekeriya peygamberle evlenmiş İsa peygamber ayet olarak gelmiştir.

Kuranianlamametodu.blogspot.com.
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
pramid (11. January 2011)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
ben, bir, düşlüyorum, edip, hayal, kafamda, toplum


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:24 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam