hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HANİF MÜSLÜMANLIK > Kuran Merkezli ve Allah odaklı iman!

Konu Kapatılmıştır
 
Seçenekler Stil
Alt 15. January 2009, 12:50 AM   #31
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN SOSYAL DEMOKRASİYE KARŞI KULLANILMASI
Sosyal demokrasi Türkiye’de, üç karmaşanın (veya saplantının) gölgesi altında bulunuyor. Bu üç karmaşa şu başlıklar altında verilebilir:
1. Dinci karmaşa (Allah ile aldatma veya siyaset dinciliği),
2. İdeolojik karmaşa (solculuk),
3. Sömürgeci karmaşa (küresel sömürü).
Bir zamanlar, Türkiye’ye, Yeşil Kuşak islamı denen Amerikan marka bir İslam ile kullanan ABD, bugün aynı oyunu Ilımlı İslam ve BOP söylemiyle yürütüyor. Bu son oyunun önemli sloganlarından biri de “Sosyal demokrasi bir sol söylemidir” iddiası olmaktadır.
Bugün, okyanus ötesi politikaların hizmetinde yol alan dinci aldatılmışlar, Türkiye aleyhine sergiledikleri takkeli-sarıklı hıyaneti “Sosyal demokrasi solculuktur” sloganıyla da pazarlamaktadırlar. Arkalarındaki güç, Yeşil Kuşak’ın arkasındaki gücün ta kendisidir.
Yeşil Kuşak İslamı veya Ilımlı İslam şeytanlığına takılmadan baktığımızda gerçeğin şu olduğunu anlamakta gecikmeyiz: Kur’ansal ve Muhammedi çehresiyle, yâni özgün şekliyle İslam, tam anlamıyla bir ‘sosyal demokrat din’ olarak önümüzdedir. Önümüzdedir ama hayatımızda değildir. Hayatımızda olmasına Haçlı odaklarla onların Müslüman coğrafyalardaki hizmetkarları izin vermiyorlar.
Sosyal demokrasi bugün artık bir ideolojik kavram değildir. Bir zamanlar onu sol ideolojinin pankart yapmış olması, sosyal demokrasi ile ilgili bugünkü gerçeği değiştirmez. Bugünkü gerçek şudur:
Çağdaş, müreffeh Batı ülkelerinin en “sosyalist” sayılanları ne kadar sosyal demokrat iseler, en kapitalist sayılanları da aynı derecede sosyal demokrattır. Finlandiya, Norveç, İsveç nasıl sosyal demokratsa, Fransa, Almanya, İngiltere, İsviçre de aynı şekilde ve aynı oranda sosyal demokrattır. Bu ülkelerde kimsenin soldan, solculuktan falan söz ettiği yok. Çağdaş devletin, olması gerekenleri tespit edilmiş, durması gereken yeri belirlenmiştir. Vazgeçilmez gerçek, sosyal demokrasidir. Günümüz demokrasisi kendini artık ‘Marksist’ olarak tanımlamıyor. Kökeni öyle olsa da öyle tanımlamıyor. Çünkü o kabuktan kurtuldu, kabuğun içindeki özü aldı. Bırakın Avrupa’yı, ABD ve Japonya’da bile sosyal demokratların talepleri, projeleri, yöntemleri etkili oldu, hayata yön verdi.
Hukuk ve refah devletinin olmazsa olmazı sayılan sosyal demokrasi, iyi niyetli kapitalizm ile iyi niyetli sosyalizmin evliliğinden doğdu. Berlin Duvarı’nı yıkan da işte bu evliliktir.
Artık şunu görmek zorundayız: İnsanlık, bir ortak-evrensel refah modeline ulaştı. Bugün, bir tek ilerlemiş ülke gösterilemez ki sosyal demokrasiyi dışlamış olsun. Sosyal demokrat bir siyaset ve yönetim, ideolojik açıdan solcu olabileceği gibi sağcı da olabilir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:50 AM   #32
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN KÜRESEL-EMPERYALİST TEZGAHLARI
Müslümanı Allah ile aldatmayı esas almış emperyalist oyunun üç tarihsel tezgahına tanık olmaktayız:
1. Alman tezgahı (1. Dünya Harbi’ne sokma oyunu),
2. AB tezgahı (Avrupa Birliği’ne üyelik oyunu),
3. ABD tezgahı (Ilımlı İslam ve Yeni Osmanlıcılık modeli diyerek çökertme oyunu).
Müslümanı Allah ile aldatmanın Alman tezgahı, Almanya’nın, kendisini, çöküş sürecinin en ağır sancılarını yaşayan Osmanlı İmparatorluğu ve ona bağlı milyonlarca Müslüman kitlenin kurtarıcısı olarak propaganda etmesiyle başladı. Esasında Almanların bu siyasetlerle ulaşmak istedikleri iki ana hedef vardı:
1. İngilizlerin kumandası altındaki Müslüman sömürgeleri, ‘Müslümanların esas koruyucusu’ Almanya’nın yanına çekmek için İngiltere’ye karşı kışkırtıp İngiliz egemenliğini Almanlar lehine sarsmak,
2. Artmakta olan ve artması için sürekli teşvik edilen Alman nüfusu, bereketli Anadolu ve Mezopotamya topraklarında yeni yerler açmak.
Osmanlı ordusunun, Prusyalı subaylarca eğitilmesiyle işe başlanır. Bunu, silâh ticareti, demiryolu imtiyazları (Bağdat Demiryolu gibi) izler. Alman malları, Osmanlı pazarında diğer emperyalist ülke mallarını piyasadan sürer.
Almanların Yakın Doğu’daki en büyük başarılarından biri de Osmanlı ordusunu, Alman emperyalizminin vurucu güçlerinden biri haline getirmeleridir.
1914 yılına gelindiğinde, bizzat Almanların bile, başlattıkları Birinci Dünya Harbi’ni kaybetmek üzere oldukları ortaya çıktığı bir sırada, yine Allah ile aldatma tezgahı çalıştırılarak Osmanlı Padişahı ve Halife olan, V. Mehmet Reşat’a, Almanlar lehine ‘Cihad-ı Mukaddes’ veya ‘Cihad-ı Ekber’ ilan ettirildi ve şeyhülislam tarafından askerlere okundu. Fetvayı dinleyen Osmanlı askerleri, ‘Hacı Wilhelm’in yaptırdığı Alman Çeşmesi’nden su içip ‘Hacı İmparator’a dua ettikten sonra, Alman emperyalizmi uğruna Ruslarla savaşıp ölmek üzere, Sarıkamış cephesine doğru yol aldılar. Ve 90 bini aşkını Allahu Ekber Dağları’nda hayatlarını feda ettiler.
Yüz bin civarında Türk askeri orada ne için öldü biliyor musunuz? Bir zafer kazanmak için değil. Böyle bir zaferin söz konusu olmayacağını asker olan herkes anlardı. Gerekçe, Polonya Cephesi’nde Almanları sıkıştıran Rusların kuvvetlerini bölüp Sakıramış’ın yaratacağı tedirginlikle Rus askerinin bir kısmını Kafkas Cephesi’ne sevk ettirerek Almanları rahatlatmaktı. Ölecek olan Türk askeriyse bu gerekçe bile yeterdi. Tarih boyunca, Yemen’den Kore’ye kadar hep böyle olmadı mı?
Bu bir yorum değildir. 2 Ağustos 1914 Osmanlı-Alman gizli ittifak antlaşmasına göre, Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı Alman general Bronsart von Schellendorff’a verilmişti.
Bu Haçlı general, 1936’da yayınladığı Sarıkamış anılarında şöyle diyordu:
“Türkiye’nin savaşa ne zaman gireceğine Alman Genelkurmayı karar verdi. Kafkasya’ya saldırılması fikrî de bizimdir. Amaç, düşmanlarımızın ordu birliklerini buralara kaydırarak birinci derecede önemli olan esas cephelerdeki Alman ordularına karşı düşman baskısını azaltabilmekti. Süveyş Kanalı’na yapılan harekat da aynı nedenle yapılmıştır. Yoksa Türklerin Mısır’ı fethetmeleri için değil.”
Bugünün demokrasi ve özgürlük öncüsü ABD’nin ikinci dünya savaşındaki politikasının esası, bir yandan Hitler’i kullanarak Rusya’yı çökertmek, öte yandan Rusya’yı kullanarak Hitler’i yok etmek olmuştur. Parasının üstündeki ‘Allah’a güveniriz biz’ ifadesinin ABD’cesi işte budur. Yâni “Allah’ı kullanarak kitleleri aldatırız biz.”
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:51 AM   #33
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN VATİKAN TEZGAHI:
DİNLERARASI DİYALOG
İdeolojilerin çökmek üzere olduğunu, dinlerin yeniden sahneye oturacağını, o gün geldiğinde en şanslı dinin İslam olacağını, Batı’nın büyük beyinlerinden Arnold J. Toynbee daha 1940’lı yıllarda Batı stratejistlerine, siyasetçilere söylemiş, tedbir almalarını istemişti.
Luther’e göre, Kur’an, Hıristiyanlığı yıkmak için şeytanın Muhammed’e öğrettiği bir şer ürünüdür. Hz. Muhammed ise peygamber değil, İsa-Mesih’in misyonunu baltalamak isteyen bir deccaldır.
Bugün, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve Dinlerarası Diyalog projesi olarak açıkça telaffuz edilen İslam ülkelerini sömürgeleştirme projelerinin stratejileri 1950’li yıllardan itibaren uygulamaya kondu.
Dinlerarası Diyalog, 1962-65 yılları arasında geliştirilmiş bir Vatikan projesidir. Bu projenin dinsel dayanağı olan ve 1965 yılında aktedilen H. Vatikan Konsili, faaliyetine esas olan Nostra Aetate unvanlı belgede Müslümanlara epey yer ayırmıştır. Diyalog adlı misyonerlik faaliyetinin esas hedefi Müslümanlardır. Nostra Aetate’nin Müslümanlara ayrılan kısmında Hz. Muhammed’in nübüvveti kabul edilmemiştir. En insaflı ve en ileri olanlarının ağızlarının yarısıyla söyleyebildikleri şudur:
“Hz. Muhammed, Tanrı’nın putperest Arapları İsa Mesih’e hazırlasın diye gönderdiği pedagog eğitimcidir. Görevi böyle bir hazırlamadır, peygamberlik değil. Ama bu görev de iyi bir hizmettir, makbul bir hizmettir.”
Proje Hıristiyanlarındır; Müslümandan istenen ise bu projeye destek vermek, yâni AB-Vatikan tarafından belirlenen hedeflere varmada hizmetçilik yapmak, dolgu maddesi olarak kullanılmaktadır. Bizim ‘diyalog avukatları’ istedikleri kadar ‘diyalog yoluyla tebliğ yapacağız desinler, Papa II. John Paul daha o günlerde şunu açıklamıştır:
“Dinlerarası diyalog, kilisenin Hıristiyanlaştırma yâni misyonerlik faaliyetlerinin bir parçasıdır.”
Hem BOP’ta hem de dinlerarası diyalogda rol alabileceklerin yumuşak karınları bulunmuştur: Atatürk mirasından rahatsızlık.
Kur’an’ın tebliine yol açmak için diyalogcu olduk diyorlar. Peki, Kur’ansal tebliğ, Yahudi ve Hıristiyanlar dışında kimseye uzanmıyor mu? Neden Budistler veya Hindularla diyalogunuz yok?
Hâttâ, süper Hıristiyan güçler dışında bir Hıristiyan ülke veya kitleyle bile diyalogunuz yok! Varsa yoksa Vatikan ve ABD. Orada sizi cezbeden ‘Allah rızâsı mı’ yoksa para ve güç mü? Hangi Hıristiyan’la Diyalog Kuracağız?
Hz. İsa’nın vahyine inanarak mümin olan Hıristiyanla mı, yoksa İsa’dan yıllar sonra onun dinine girip bu dindeki tevhit unsurlarını bir bir bertaraf ederek İsevi vahyi şirke bulaştıran Pavlus Hıristiyanlığı ile mi?
Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dinde Hz. İsa beşerdir ve peygamberdir. Pavlus’un oluşturduğu kilise Hıristiyanlığında ise Hz. İsa Tanrı’dır. Bugünkü Hıristiyanlıkta peygamber, Pavlus’tur. Pavlus, kendisini Rabbin elçisi diye tanıtıyor. Kilisedeki sıfatı budur. Halbuki Kur’an’a göre, ‘Rabbin elçisi’ sıfatı İsa’nın sıfatıdır.
Diyalogun temel hedefi Hıristiyanların Müslümanlaşmasını önlemektir. Fakat Müslümanlar zayıflayıp Hıristiyan dünyaya muhtaç hale gelince diyalogda maksat değiştirildi. Müslümanların Hıristiyanlaştırılması esas oldu. Batı, İslam dünyasına yüzlerce ölüm göstererek onun yüreğini korkuyla dolduruyor, ardından da onu iki büyük ve ölümcül sıtmaya râzı ediyor. Bu sıtmalardan biri AB-Vatikan patentli ‘Dinlerarası Diyalog’ sıtması, ikincisi ise ABD patentli ‘Ilımlı İslam’ sıtmasıdır.
ABD’nin ‘dine dayalı soğuk savaş siyasetleri’nin teorisyeni William Christian Bullitt’tır.
Vatikan’ın 1960’larda başlattığı ‘Dinlerarası Diyalog’ projesini, siyaset alanında ilk telaffuz eden de Bullitt olmuştur. Ona göre, “dinlerarası diyalog, Sovyetler birliğine karşı kullanılacak en önemli silahlardan biridir.”
Diyalogun başını çeken CIA menşeli lider ise Evangelist papaz Frank Buchman idi. Buchman, Allah ile aldatma lügatinin önemli söylemlerinden birini kullanarak ünlü Şato’da topladığı her dinden işbirlikçiyle Evangelist ABD egemenliğinin programını yürütüyordu. Kullanılan başlık, ‘Moral Rearmament’ (Yeniden mânevî silahlanma) idi.
Evangelist Şato ayrıca, 1950’lerden başlayarak Türkiye’de bir dizi ‘Komünizmle Mücadele Derneği’ örgütleyecektir. Bu derneklerin Allah ile aldatma tezgahının en yaman kuruluşları arasında olduğunu en iyi bilenlerden biri de bu satırların yazarıdır.
Arkasından 1951 yılından başlayarak aynı merkezden güdülen ve aynı amaca hizmet eden ‘İlim Yayma Cemiyetleri’ kurulup yaygınlaştırılacaktır.
İstanbul’da ‘Ekümenik Patrikhane’ ad ve tabelasıyla bir Hıristiyan devletinin kurulması gününün geldiği ilan edilmiştir. Yaşadığımız günler, ‘Ekümenik Patrikhane’ye ‘ekümenya’ yâni toprak hazırlamanın hızlandırıldığı günlerdir. Vakıflar Yasası’nın, “Türkiye’nin bağımsızlığını tehdit edici niteliktedir” gerekçesiyle veto edilmesine rağmen hiçbir yeri değiştirilmeden yeniden çıkarılması rastlantı değildir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:52 AM   #34
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN ABD TEZGAHI:ILIMLI İSLAM
ABD’nin Türkiye’de İslam meselesine el atmasının tarihi 1940’lara gider. Atatürk ölür ölmez işe hemen el koydular ve 1940’ların sonlarına doğru İnönü’nün mukavemetini kırdılar.
Türkiye’de ABD lehine ve Türkiye aleyhine İslam-din tezgahı kurulmasına yâni ülkenin Allah ile aldatılma sürecinin faal hale gelmesine ilk geçit veren, İsmet İnönü’dür. Cengiz Özakıncı şöyle bir değerlendirme yapıyor:
“Atatürk döneminin dinsiz, Tanrıtanımaz, kafir, komünist olduğu iddiası Siyasal İslamcıların, ABD’nin Türkiye’ye girdiği yıl başlattıkları ve bugüne kadar kesintisiz biçimde sürdürdükleri yüz kızartıcı bir yalandı. Atatürk döneminde din özgür fakat dinin siyasete alet edilmesi yasaktı. Türkiye ABD güdümüne girince, siyasal İslamcılık ve dinin siyasete, ticarete alet edilmesi serbest bırakıldı. ‘Çocuklara okullarda din dersi verilmiyordu, şimdi din dersleri koyacağız’ diyenler yalan söylüyorlardı. Yapmak istedikleri, Atatürk döneminde okutulan din dersi kitaplarını ortadan kaldırıp yerine Amerika’nın ve Amerikan işbirlikçisi Siyasal İslamcıların işine yarayacak biçimde yeniden yazdırılacak başka din dersi kitapları koymaktı.”
“1948 yılında İsmet İnönü’nün millî eğitim bakanı, ilkokullarda okutulmak üzere Müslüman Çocuğunun Din Kitabı adıyla bir ders kitabı yayınlayacak ve böylece ABD yardımlarını sürmesi sağlanacaktır. Gelgelelim, bu kitap Atatürk döneminde okutulan din dersi kitabının tersine, çocukları tarikatların ve hurafelerin tutsağına dönüştürücü nitelikte olduğu için şimşekleri üzerine çekti. Öyle ki dönemin en katı İslamcı yayın organı olan Sebilürreşad bile, CHP’nin yazdırdığı bu yeni kitabı tarikatçılıkla suçluyordu. Amerika dinsel aydınlanma istemiyordu, tersine, kendisine bağlı İslamcıların buyruklarına boyun eğerek ABD’nin istediği her yere savaş için koşacak ve niçin gidiyorum diye sormayacak kuşaklar yetiştirilmesini istiyordu.” (Özakıncı, İblisin Kıblesi, 179, 182-183)
1950’li yıllarda ABD, din istismarının şampiyonu olan Demokrat Parti ve Menderes kadrosunu kullanarak İslam meselesine fiilen el koymaya başladı.
ABD, Türkiye’deki Amerikan okullarının 1930’lu yıllarda Atatürk tarafından kapatılmasının intikamını, 1950’li yıllarda Atatürk’e söven imamlar yetiştirilmesini destekleyerek alıyordu. (Özakıncı, anılan eser, 33)
‘Din üzerinden Amerikancılık’, 1960’lı yıllarda İslam’a hizmetle Amerika’ya hizmeti eşitleyen’ ABD İslamcılarını köşebaşlarına oturtmaya başlamıştı. Gerekçe hazırdı: Komünizme karşı çıkmak, Allahsız Rusya tehdidini aşmak.
Bugün, iki binli yıllardayız. Tarih ve Tanrı göstermiştir ki, Türkiye’nin sıkıntı ve felaketlerine sebep olan esas ‘Allahsızlık’ Rusya’dan değil, ABD’den gelmiştir ve gelmeye devam etmektedir.
Asırlardır, Hz. Muhammed’e ‘deccal’ diyen Haçlı güçlerle, yıllardır Atatürk’e deccal diyen dinci tahripçiler kol kola girmişlerdi. İkisi de ‘deccal’a vuruyordu. Ama birilerinin deccalı Muhammed Mustafa, ötekilerininki Mustafa Kemal’di. Ne yazık ki, Muhammed Mustafa’nın iman çocukları olduklarını iddia edenler, ona deccal diyenlerle işbirliğinin farkında olmayan hainlerdi. Tarih, ahmaklıkla hainliğin böylesine kesiştiği bir örneğe daha önce tanık olmamıştır.
ABD doğrudan bir şeriat devleti isteğinin işe yaramadığını görmüştü. Yeni bir taktik özlemeye başladı. Ilımlı İslam bu yeni taktiğin eseridir. Bu yeni dönemin Türkiye’deki toplum mühendisi, CIA’nın kurmaylarından eski genel sekreter Graham Fuller’dır. Ne var ki TSK, yine basiretini işletti ve Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Fuller’in Türkiye’de birtakım haltlar karıştırdığını fark ederek bu adamı takibe aldırdı. ‘Ilımlı İslam’ tabiri, CIA’nın Orta Doğu masası şefi Graham Fuller’e aittir.
‘Ilımlı’dan maksat, hoşgörü ve insana saygı ise o, gerçek İslam’ın ta kendisidir. Ona yeni bir ad bulma cüret ve kafirliğine ne gerek var? Gerçek İslam’ın insandan hoşgörü veya ‘itidal’ (ılımlılık) dilenmeye ihtiyacı olmaz. Oluyorsa ona ‘İslam’ denmez.
Neden Ilımlı İslâm-Fanatik İslam söyleminde inat ve ısrar ediliyor? İstendiği zaman okşanıp sömürülecek, istendiğinde tokatlanıp itilecek ‘kimliksiz, sünepe, laçka, pelte, olmazsa olmazları kesinleşmemiş’ bir sahte din yaratıp mensuplarını gerektiği biçim ve kıvamda kullanmak. Ve gerektiğinde birbirinin üstüne salıp birbirine kırdırmak.
Batılı-Haçlı kurmaylar, Türkiye’yi İslâm dünyasına ‘model’ göstermek üzere Ilımlı İslam ihanetini pazarlarken dertleri Müslümanlar için model üretmek değil, İslam dünyasında Atatürk sayesinde farklı hale gelen Türkiye’nin bu farklılığını ortadan kaldırmaktır. Model göstermek adı altında yapılmak istenen, bizi model olmaktan çıkarmaktır. Bizi model yapacak bir zihniyet, “Atatürk’ten vazgeçin ki sizi içimize alalım” der mi? Derse biz böyle bir zihniyetin namus ve iyi niyetine inanır mıyız?
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:52 AM   #35
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATANLARIN KORKULU RÜYASI:
TÜRK ORDUSU
Devleti yönetme mevkiinde olan sivillerin büyük çoğunluğu ne yazık ki, hiçbir devlet adamlığı eğitimi almamış kişilerdir. Lise mezunlarının, hâttâ gece lisesinden terk kişilerin ve hâttâ ilkokul mezunlarının yer aldığı kabinelerimiz az değildir. Bu insanların, devlet bürokrasisinden gelen bazıları müstesna, devlet adamlığında, yönetsel yetkinlikte, dünyayı ve bölgeyi tanıyıp değerlendirmede affedilemez eksikleri, açıkları, yanlışları vardır. Günübirlik iş yaparlar ve genellikle, iyi yetişmiş rakiplerinin güdümüne girerler.
Bu zatların; siyaset, hukuk gibi kısmen devlet adamlığı yetkinliği veren disiplinlerden gelenleri de fazla değildir. Kurmaylık eğitimi alanları ise hiç yoktur. MGK, işte bu noktada bir boşluğu dolduruyor. MGK, devlet adamlığı, jeopolitik, jeostrateji eğitimi almış yüksek rütbeli kurmayların katkılarıyla, ülkenin meselelerini ülkenin çıkarlarına uygun olarak rapora bağlıyor ve bir tavsiye olarak ülke yönetiminin önüne koyuyor.
MGK’nın, Kopenhag Kriterleri bahane edilerek budanması AB yasaları açısından gerekli değildi. Çünkü benzeri güvenlik birimleri AB ülkelerinde de vardır. Üstelik AB ülkelerinde, Türkiye’nin boğuştuğu temel sıkıntıların hemen hiçbiri de yoktur. Bütün bunlar bilindiği halde, Türk Ordusu’ndan rahatsızlığı, ABD ve AB’den pek geri kalmayan içteki dinci ekipler, MGK’yı budayıp kuşa çevirmiş, arkasından da, “Gün bu gündür” zihniyetiyle TSK’yı yıpratmaya devam etmişlerdir.
Türkiye’nin AB serüveni, bir anlamda, Türk Ordusu’nun, AB’ye üyelik nakaratıyla yıpratılma serüveni olarak anılabilir.
TSK’yı yıpratmada kullanılan bir numaralı araç da yine dindir, Allah ile aldatmadır.
Son yıllarda, bir dinci ve ABD’ci cemaatin TSK’ya sızma yolunda ne oyunlar çevirdiğini ve bu cemaatin Batılı güçler tarafından nasıl desteklendiğini tam bu noktada bir kez daha anımsayalım.
Sözün özü şudur: Türk Ordusu, bin yılı aşkın bir zamandır Ehlisalip (Hıristiyan emperyalist) güçlerin temel hücum hedefi ve en korkulu rüyasıdır. Türk milletini Allah ile aldatan dış güçler, son yüzyıl boyunca bir yandan Türk Ordusu’nun gücünden yararlanmak için çırpınırken öte yandan bu büyük gücü çökertmek için her türlü oyunu sergilemişlerdir. Şöyle de denebilir:
Hıristiyan emperyalizmi için Türk Silahlı Kuvvetleri, kendilerine yaradığı, hizmet ettiği sürece ‘mucizevi bir güç’ olarak yüceltilen, kendilerine engel olucu tavırları sezildiğinde ise çökertilmesi için ne gerekiyorsa yapılan bir kurumdur. Hangi yönden bakarsanız bakın, Batı için Türk Ordusu ‘Türkiye’nin en değerli ihraç malı’ ve ‘temel kudreti’ olarak görülmüştür. Bu temel güç ya onlarla birlikte olur ya da çökertilir.
AB’ye üyelik ve BOP sürecinde Türk Ordusu’nun, ‘en büyük engel’ olduğu kanısına varıldığı için zayıflatılıp tasfiye edilmesi gerektiğine karar verildi. Bu kararın uygulamaya konması için Türkiye içinde Ordu’dan rahatsız olan ve onun etkisizleştirilmesini isteyen bir iktidar lazımdı. O da bulundu: AKP. AKP’nin bugün başbakan sıfatını taşıyan 2002 yılındaki yasaklı genel başkanı RT Erdoğan, ünlü mektubunda Paul Wolfowich’ten Türk Ordusu ile kendisinin arasını uyuşturmasını istemekteydi.
4 Temmuz 2003 günü, Kuzey Irak’ta Süleymaniye kentinde askerlerimizin başına çuval geçiren ABD güçlerinin savunmasını yapan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, çuval olayının mazeretini bizzat RT Erdoğan’a (başkasına değil) şöyle açıklamıştır: “Askerinizin başına çuval geçirme olayı hükümete karşı değil, hükümetin emrini dinlemeyen bâzı unsurlara karşı yapılmıştır.”
Rumsfeld gibi kurt bir politikacı, bu sözleriyle, Türk Ordusu’na düşmanlığını açıkladığı kişiyi de memnun ettiğini düşünmeseydi böyle bir açıklamayı yapar mıydı?
Soğuk savaştan sonra esas alınan ‘dünya haritasının tek süper güce ve onun gerçek stratejik müttefiki İsrail’e göre ayarlanması ve uyarlanması’ siyasetleri, dünyada otuz-kırk yeni devletin daha kurulmasını gerektiriyor. Bunlar, klâsik devlet teorilerinin anladığı manada devletler olmayacaktır. Bunlar, adına ‘devlet’ dedikleri birer kabile veya şeflik halinde kurulacak ve tek süper gücün veya onun destur verdiği diğer süper güçlerin güdümünde olacaklardır.
BOP’un temel hedefi, Ortadoğu’da İsrail’den daha büyük devlet bırakmamaktır.
1940’lardan beri hedef budur. Bu hedef, 90’lı yılların başından itibaren açıkça telaffuz edilmeye başlandı. 1991 yılı Haziran ayında Almanya’nın Baden Baden bölgesinin Kara Ormanları’nda, dünyaya yön vermesi düşünülen elitlerin toplandığı ‘Bilderberg’ toplantısında dünyanın yüzlerce değil, binlerce devlete bölünmesi gerektiği açıkça gündem yapılmıştır. David Rockefeller şöyle konuştu:
“Dünyada bin devlet oluşturduğumuzda dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve entellektüelleri olan elitlerin otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur.”
‘Osmanlıcılık ve Halifecilik’ vaadi ve söylemi işte bunun için öne çıkarılmıştır. Süper gücün planını hayata geçirecek olan iktidar ise yine Allah ile aldatan bir iktidar olmalıydı. O da bulunmuştur: AKP. Necmeddin Erbakan yoklanmış ama onun emperyalizme geçit vermek niyeti olmadığı görülmüştür. Erbakan, ‘öz evlatları’ eliyle arkadan vurulup alaşağı edilerek yerine Recep Tayyip AKP’si konmuştur.
Halifelik-Osmanlıcılık vaatlerinin ilk yararı, temel direnç kaynağı olan Mustafa Kemal mirasının çökertilmesidir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:53 AM   #36
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN İSTANBUL’U
BİZANSLAŞTIRMA OPERASYONU
“Dünya tek bir devlet olsa, başkenti İstanbul olurdu” -Napolyon-
Müslüman İstanbul’u ‘Yeni Roma’ya veya ‘Hıristiyan Konstantinopolis’e dönüştürme gayretlerinin sürüp giden kısa ama ibretlerle dolu serüvenine bir göz atalım:
Sevr günlerinde ABD Başkanı Wilson, Osmanlı padişahının İstanbul’dan çıkarılmasını ve sâdece İstanbul’un değil, bütün Trakya’nın Türklerden boşaltılmasını istemiştir. Bu öneri üzerine İstanbul’a yeni bir ad konmuştu: ‘Uluslararası İstanbul Devleti’
İngiliz Başbakanı Lloyd George, aynı konuyu gündeme getirirken Türkleri ‘bir veba ve bela’ olarak niteliyor, Avrupa topraklarından mutlaka çıkarılmaları gerektiğini söylüyordu. Bunu fırsatı ganimet bilen o günkü Patrik Vekili Dorotheos, 14 Şubat 1920 günlü mektubuyla Lloyd George’u destekliyor ve gerekenin yapılması için ricalarını iletiyordu. (bk. Somuncuoğlu, İstanbul’da Yeni Roma İmparatorluğu, 152)
Koca Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşmakta zorluk çekmeyenler söz İstanbul’a geldiğinde birbirine girmekteydi. Bunun için, İstanbul’u ‘ortak bir Hıristiyan kenti’ yapmayı yeğlediler. Bunun en kestirme ve kolay yolu ise Patrikhane’yi ekümenikleştirerek Suriçi İstanbul’da bir Hıristiyan din devleti kurmak olarak belirlendi.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:53 AM   #37
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN İNKAR CEPHESİ
Allah ile aldatmanın iki cephesi var: İnkar ve istismar. Bu gerçek bizi iki olgunun altını çizmeye itiyor:
1. Türkiye’de dinden nefret edenlerin sataştıkları ve etkisiz kılmaya çalıştıkları kişiler, dinî istismar edip nefret unsuru haline getirenler değil, dinî her türlü istismar ve rezilliğin üstüne çıkarıp sevgi ve saygı unsuru haline getirenlerdir.
2. Türkiye’de din ve mukaddesat sömürüsü yapanların sataştıkları ve etkisiz kılmaya çalıştıkları kişiler, dinsizler-imansızlar, allah ve Muhammed düşmanları değil, dinin Kur’ansal yapısını ortaya koyan ve hurafeye karşı duran kişilerdir.
Damat Ferit, Türk Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkmış, bu savaşın öncülerini, gazilerini, şehitlerini Haçlı işgalciler lehine lanetlemiş, yok etmeye çalışmıştır. Damat Ferit bu hâliyle aynı zamanda bir sembol olmuştur.
“Zaman değişti” söylemine, bazıları ise sâdece “Değiştim” nutkuna sığınmaktadır. Türk dilinde ‘değişmek’ sözü, bunlar yüzünden ‘dönekleşmek’ anlamına gelir oldu.
Damat Ferit edebiyatının (veya fesadının) temel nitelikleri şöyle sıralanabilir:
1. Mandacılık: Batı veya Doğu dünyasından bir ülkenin uydusu, uşağı, hâttâ tutsağı olmayı isterler. Bağımsızlık bunları ışığın yarasayı rahatsız ettiği gibi rahatsız eder.
2. Dışarıdan icazet ve destek: İçerideki kurumlarla asla barışık değillerdir. Halkla da barışık değillerdir. Halktan oy almak için Allah ile veya güncel bâzı kavramlarla aldatmalar yapıp oyu kaptıktan sonra halkı âdeta leş gibi görür, ayaklarıyla bir kenara iterler. Esas hizmetleri, dışarıdan kotarılan para ve güç odaklarıyla bunların bağlı olduğu dış ülkeleredir. Özellikle Hıristiyan Batı ülkelerine.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:54 AM   #38
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

KALDIKLARI YERDEN DEVAM EDİYORLAR
İtalyan gazeteci-yazar Marcello Foa (İl Giormale gazetesinden naklen Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet gazetesi, 1 Eylül 2007) Türkiye’nin son günlerini değerlendirirken şunları yazıyor:
“AKP görülmemiş bir güç tekeline sâhip. Mutlak çoğunluk, Meclis Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı ellerinde. Lâik değerlerin üç direğinden biri (cumhurbaşkanlığı) yıkıldı. Aleni bir İslamcı, cumhurbaşkanı oldu. Gül’ün bu ayrıcalığı, ‘nihai hedef’e varmak için kullanmayacağını düşünmek safdilliktir.
Başlangıçta tepki alan büyük jestler, deklarasyonlar yapılmayacak. Geçiş yumuşak olacak. İzlenen çizginin başarısını gören Gül’ün acelesi yok. Yürünen yolda devam etmek yeterli. Bir sonraki hedef, kalan iki kaleye, anayasa Mahkemesi ile Silahlı Kuvvetler’e nüfuz etmek olacak. Final belli.”
Türk düşmanlarından biri olan amiral Calthorpe’un yardımcısı Amiral Webb, İngiliz dışişleri bakanlığına yazdığı 19 Ocak 1919 tarihli raporda şöyle diyordu:
“Halife elimizin altında bulunduğu sürece, İslam dünyasında bir denetleme aracına sahibiz demektir. Halife-pâdişah (Vahdettin) bizi buraya (İstanbul’a) yerleştirmek istiyor.”
İşte Haçlının halife isteminin arka planı. Hıyanetin baş yılanı ve Allah’ı İngiltere’yle eş değerde tutan Damat Ferit, aynı yılın 5 Mart’ında yüksek komiserlik danışmanı Hohler’e şunu yazma alçaklığını gösteriyordu: “Bütün umudumuz Allah’ta ve İngiltere’de. İstediğiniz herkesi tutuklamaya hazırım.”
1922 yılıHaziranında, Kurtuluş’un gerçekleşme noktasına geldiğinin görüldüğü günlerin İstanbul’unda Pera Palas’ta karargah kurmuş Haçlı komutan Yüzbaşı Amstrong’a, Şehzade Sami eliyle Pâdişah Vahdettin’in bir mesajı iletilir. ‘Türklerin Padişahı ve Müslümanların Halifesi’ unvanını taşıyan Vahdettin’in, Haçlı subaya tazarrunamesi şu utanç verici satırlardan oluşuyor:
“Mustafa Kemal ve arkadaşları ihtilalcidirler. Bunlar sizin ve benim düşmanlarımdır. Asidirler. Türkiye’yi yalnız siz kurtarabilirsiniz. Ben sizin dostunuzum. Ne isterseniz size vermeye hazırım. Halbuki siz Ankara’dan bir şey alamazsınız. İsterseniz saltanatı ve hilafeti kurtarabilirsiniz. Bana yardım için 4 milyon sterlin borç veriniz. Size mal vererek bu borcu öderim. Ankara’yı tanımayın, barışı benimle yapın. Propaganda yapmam için uçak, adamlarımı korumam için bir savaş gemisi verin. Bursa’ya gider herkesi etrafıma toplarım. Halk benim davetime koşar. Boğazları açık tutarım. Halife olarak sizin lehinizde çalışırım. Çünkü siz müminlerin savunucususunuz. Onlar da size bağlı uyruklar olarak kalacaklardır. Ankaradakiler katil adamlardır. Moskova’nın tesiri altındadırlar.”
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:54 AM   #39
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

LAİKLİĞE SALDIRIYI KİM KOTARIYOR?
Laikliği tahrip operasyonlarını bugün artık, bazılarının sandığı gibi içteki dinci odaklar kotarmıyor. Böyle zannedenler aldanış içindedirler.
Laikliğe saldırıyı emperyalizmin Haçlı kurmayları kotarıyor. Müslüman’a burada verilen rol, sâdece bu kotarımın piyonluğunu üstlenmek ve Allah ile aldatma ihtiyacını gidermede taşaronluk yapmaktır.
Batı’nın laiklik üzerinden oynadığı oyunun arka planında, ekümenikliğini sağlamaya çalıştıkları Patrikhane’ye destek var.
AB ve ABD kurmayları, “Türkiye’de uygulanan laiklik dinsel özgürlüklerin yeterince yaşanmasına engel oluşturuyor” demiyorlar mı? Peki, bu noktada en büyük şikayet konusu olan türban, mahkemeleriniz önüne geldiğinde neden ittifakla ‘yasak’ kararı verdiniz? Verdiniz, çünkü sizin derdiniz Müslümanlar değil. Sizin derdiniz, ‘dinsel özgürlük nağmeleri döktürerek Patrik-haneye ekümeniklik kazandırıp Suriçi İstanbulda, Fatih’in kemikleri üstünde bir Ortodoks din devleti kurmak ve bunun hizmetinde ajan yetiştirmek üzere de Heybeliada’daki papaz mektebini açtırmak.
Laiklik düşmanlığından bizimkilere zerre kadar yarar gelmez. Bunların bağırıp çağırmalarının tümü, Hıristiyan emperyalizminin değirmenine su taşımaya yarıyor.
Laiklik konusunda altı çizilmesi ve üzerinde ısrarla durulması gereken gelişmelerden biri de İran eski Devlet Başkanı Hatemi’nin, daha çok laiklik-İslam ilişkisi üzerinde yoğunlaşan tarihi röportajı oldu. NTV’nin, bir programla ekrana getirdiği Hatemi röportajı, bence son yılların en önemli gelişmelerinden biridir.
İran gibi, laikliğin baş düşmanı olarak gösterilen bir ülkenin devlet başkanı Hatemi’nin, İslâm ile laikliğin bağdaştığını gösteren konuşması söz konusuydu.
Bize göre, Hatemi’nin, laiklikle ilgili tespitlerini açık yüreklilikle ortaya koymak suretiyle gelenekçi İslam coğrafyalarında yaptığı iş, Gorbaçov’un Rusya’da yaptığının bir benzeridir. Hâttâ, sergilenen cesaret dikkate alındığında Gorbaçov’un yaptığından daha da zor bir iştir.
Siyaset dinciliğinin pervasız borozanları, ufkunu asla kavrayamayacakları Hatemi’ye daha o konuşmanın yayınlandığı gün saldırmaya başladılar.
Hatemi’nin laiklikle ilgili saptamaları, laikliğin beşiği bir ülkenin, Fransa’nın devlet başkanı Chirac’ın, türban krizi münasebetiyle yaptığı tarihsel laiklik konuşmasıyla da ilginç paralellikler belirtiyor. Fransız Devlet Başkanı Jacques Chirac, kısa bir özetini vereceğimiz tarihsel konuşmasında laikliğin yerini, anlamını, önemini, biraz da tanımını şu satırlarla belirtiyor:
“Anayasamızın temel direği laikliktir. Laiklik ilkesi, saygı, diyalog ve hoşgörü içinde beraberce yaşama isteğimizi ifâde etmektedir. Laiklik bilinç özgürlüğünü garantiler. İnanma veya inanmama özgürlüğünü korur. Her birimize, inancını; huzurlu, özgür, diğer inançlar tarafından baskı yapılması tehlikesi olmaksızın ifâde etme ve uygulamayı sağlar.”
“Laiklik, farklı dinlerin uyumlu birlikteliğini sağlayan kamu alanı tarafsızlığıdır. Ortak kurallar tartışma konusu yapılamaz.
“Laiklik ilkesinin sulandırılmış bir algılanışının arkasına sığınan bâzı kimselerin, cumhuriyetimizin, cinslerin eşitliği ve kadınların saygınlığı gibi kazanımlarını ortadan kaldırmaya çalışmalarını kabul edemeyiz.” (Cumhuriyette Laiklik İlkesi başlıklı konuşma, Elysee Sarayı, 17 Aralık 2003)
İran Devlet Başkanı Muhammed Hatemi, İslam-laiklik uyuşumunu, hâttâ bir ölçüde İslam-laiklik kucaklaşmasının kaçınılmazlığını şu sözlerle tarihin ve insanlığın önüne koyuyor: “İslam ile laiklik ve demokrasi kesinlikle uyuşur. Demokrasi bir yoldur ve yönetimin halkın oylarına dayanmasıdır.”
“Egemenliğin halkın elinde olması gerekir. Halkın istediği gücü yönetime getirmesi, istemediği zaman da onu zorbalıkla karşılaşmadan yönetimden alması gerekir.”
“İslami değerlere inanılabilir, ancak iktidarlar halkın isteklerine göre hareket etmek zorundadır.”
“Laisizm, toplumun hiçbir hedef ve yönü olmadığı anlamına gelmiyor; dinin ve dinsel değerlerin kamu alanına girmemesi gerektiğini söylüyor.”
“Batı’da laiklik dine karşı olma anlamına gelmiyor. Toplum dinden yana olabilir, dinsel değerlere sâhip olabilir; aynı zamanda lâik de olabilir. Bu durumda laiklik, dine karşı olmasa bile bizim ülkelerimizde yanlış anlaşılıyor.”
Hatemi’yi ve Chiac’ı saygıyla selamlıyorum!
Allah ile aldatanların ilk saldırı hedefleri ve din adına en çok sövüp saydıkları değer, laikliktir. Neden? Çünkü Müslüman dünya için uyanış, diriliş, demokrasi ve özgürlüğün ilk şartı laikliktir. Allah ile aldatanlarsa bunların hiçbirini istememektedir.
Allah ile aldatanların Atatürk karşıtlığının sebebi de Atatürk’ün asırlardır beklenen uyanışı getirmiş olmasıdır.
İslâm, gerçek kaynağı Kur’andan bakıldığında, laiklikle en küçük bir çelişme ve çekişmeye vücut vermemekte, hâttâ laikliği teşvik eden bir yapıya sâhip bulunmaktadır.
Sözün burasında, laikliği yanlış okumanın zararlarına ilk dikkat çeken aydınlardan biri olan rahmetli Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın bir yazısından üç dört paragrafı, onun aziz hatırasına saygının bir ifadesi olarak buraya almak istiyorum. Cumhuriyet gazetesinde 1998’de yazdığı ‘Atatürk ve Din’ başlıklı yazısında şu satırlar da var:
“Çok ilginç bir şekilde, sağın ve solun yobazları, ‘Atatürk ve din’ konusundaki yorumda buluşuyorlar: ‘Laiklik Hıristiyanlık ile bağdaşır, ama İslam ile bağdaşmaz...Atatürk dine karşı idi...Herkesin yapması gereken temel bir tercih’ var. Ya dinî seçeceksiniz ya da laikliği!”
“Sağ yobazlara göre, en büyük düşman laikler değil, ‘Ben Müslümanım ve aynı zamanda da laiklikten yanayım’ diyenler. Sol yobazlara göre de dinciler içtenlikli ve tutarlı. Ama hem dine saygılı hem de lâik olduklarını öne sürenler, ya içtenliksiz ya da tutarsız.”
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 15. January 2009, 12:55 AM   #40
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN EMPERYALİZMLE İŞBİRLİĞİ
AKP döneminde Türkiye’yi örtülü bir manda haline getiren onlarca icraat yapıldı; Türkiye’nin onlarca temel stratejik kurumu yabancılara satıldı. Bununla da yetinilmedi, Batılı güçlerin dayatmasıyla, bir Vakıflar Yasası çıkarılarak Türkiye’deki gayrimüslim azınlıkları birer dükalığa dönüştürmenin yolu açıldı.
Allah ile aldatan ekiplerin bu kanun karşısındaki suskunluğu, gazeteci-yazar Sabahattin Önkibar’ın ‘Vakıflar Yasası’na Suskun Kalan İslamcı Mandacılar!’ başlıklı yazısında çok sarsıcı veibret verici cümlelerle irdelenmiş: “Köşkün onayına sunulan yeni Vakıflar Yasası egemenlik hakkının devridir. Sömürge yasasıdır. Lozan’ın delinmesidir. Yeni bir Sevr’e kapı aralamadır.”
“Bu kanun ABD istedi diye yapılmıştır. AB dayattı diye düzenlenmiştir. Yunanistan sevinsin diye dayatılmıştır. Bu yasa ile Hıristiyan vakıflar Türkiye’de bağımsız adacıklar kuracaktır. Bu yasa ile İstanbul Suriçi bölge, Ortodoksların Yeni Vatikan’ı olacaktır.”
“Olmaz, olamaz demeyin, çıkarılan yasa ile böyle bir imtiyaz altın tepside sunuluyor. Peki, AKP bunu bilmeden mi yapıyor! Elbette biliyor ama çaresiz. AKP teslim alınmış durumda! İktidarım sürsün diye Osmanlı’nın son dönemi misali dayatılan her şeyi kabul ediyor. Tarih âdeta tekerrür ediyor ve Osmanlı’nın batış günleri kare kare yeniden sahneye konuyor. Oyun ve senaryolar aynı.”
Hal bu iken ve AKP teslim alınmış iken kendine İslamcı diyen o sözde mukaddesatçılar ne mi yapıyor? Varsa yoksa iktidar olsunlar yeter. Onların mukaddesatı kendi çıkarları. Onların kutsalı devletin kurumlarını işgal ideolojileri.
Batı, başkaları için bir şeyi öne çıkarıyor, kendisi için başka bir şeyi. Söylediği ile yaptığı sürekli farklı. Batı neden sürekli ‘küresellik’ diyor, neoliberalizm diyor, serbest piyasa diyor, devletin küçülmesi diyor, merkezi otoritenin zayıflatılmasını istiyor? Neden tüm bunları çağdaşlığın, ilerlemenin, modernleşmenin alameti farikası sayıyor da kendisi hiçbirini uygulamıyor? Örneğin, “Ulus devlet dönemi bitti, ulus devlet bir geriliktir; ondan vazgeçin” diyor ama kendisi ulus devlet anlayışını dibine kadar uyguluyor.
Zulme hizmetçilik yapanların aydınlıktan, ışıktan söz etmeleri cüretle nasipsizliğin birleşiminden başka bir şey ifâde etmez, 2008 Mart ayında açılan AKP’yi kapatma davası ile ilgili tartışmalar sırasında Allah ile aldatanların bu cüret-nasipsizlik karmasını yaşadıklarına tanık olduk. ABD ve AB zulüm kodamanlarının bu konuda onlara verdikleri yoğun destek de ibretle kayda geçirilmesi gereken bir başka kanıttır.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Konu Kapatılmıştır

Bookmarks

Etiketler
aldatmak, allah, ile


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:51 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam