hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HUKUK > Hukuk > Özgürlük

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 6. June 2012, 11:29 AM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart KUR'AN'DA DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ

KURANDA DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ NE ANLAMA GELİR. BİLİNÇLİ DİN

“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşt) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tâğut’u tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir”. (Bakara–256)

Yukarıda basit mealini verdiğimiz ayet İslam açısından inançlara nasıl bakıldığını gösteren önemli bir ayettir. Bir açıdan din özgürlüğü ve bunun sınırı, diğer taraftan yine bu andaki ıstılahı/kavramsal anlamıyla kurumsal laiklik ilkesi açıklanmıştır.

Din hakkında Allah kitaplar indirmiş, kendine düşeni yerine getirmiştir. Allah buna şeriat demiştir. İnsanın bundan kapasitesi ve anlayışı ölçüsünde alacağı bilgiler, yorumları ve bunları özümsemesiyle doğruluk ve eğrilik hakkında vardığı sonuç din hakkında bir fikir sahibi olmaktır. Yani Şeriat vahinin ismi, din ise her bir insanın kapasitesi oranında bunu yorumlayarak hüküm çıkartmasıdır. (O halde ''tek dil, tek din'' yoktur. aksi söylem safsatacıların safsatasıdır ve insanların insanlara hükmetme ihtirasının açıklamasıdır. Öyle olsa idi insanlar ahırette ''tek-tek'' sorgu sualden geçmezlerdi. İnsan bireydir, robot değildir.)

Onun için hiçbir fıkıh ve hukuk şeriat değildir, onunla bire bir örtüşmez. Bunu güzel bulup, bununla ahlaklanırsa birey millet sahibi olmuş olur. Dinin millet anlamı budur. Yani bireyin hayata bakış ve hayatı yaşayış anlayışıdır. Herkesin-her bir bireyin yorumlayıp anladığı bir kanaat sahibi olduğuna din veya millet denir. Bunun adı şeriat değildir.

Şeriat Allah tarafında indirilen ve bilimin gelişmesi, aklın çalışması, zamanın ilerlemesiyle daha mükemmele doğru devamlı öyle olduğunu sanarak aldığımız ilmin çok ötesinde, vahyin aslı ve hakikati demektir. Onun için buna ıstılahı (kavramsal) anlamda şeriat denilmişse de doğru isimlendirilmesi dindir.

Dini, ter dökerek edinilen ilme, bizzat tetkik ederek hakikat arayışı ve kendisini devamlı daha güzele ulaşmak için zorlayarak ilimde derinleşmeye cihad, bunun sonunda kendi nasibine düşen ilim miktarını alarak fikir, inanç ve kanaat oluşturmaya da millet düzeyinde din sahibi olmak denilir. Yani taklidi imanın ötesindeki ilme dayanan akletmeye, tefekkür etmeye dayanan dini fikir inanç ve yerine getirmeye karar vermeye millet sahibi olmak denilir.

Zaten rüşt de buna ilişkindir. Kişi-birey önce akıl edecek yaş ve yeterlilikte olacak, ilmin farz olduğunu bilerek hakikati araştırmak, duyduğuna gördüğüne değil, kaynağa inerek fikir sahibi olacak, sonra bunu güzel ahlak olarak içselleştirmeye ve bunda yürümeye karar verecektir. Ayetin ilk kısmı bunu bize anlatmaktadır. Bu ne köleci eğitimle, ne de taklide zorlanmakla ulaşılacak bir bilinç düzeyidir.

Öyle ise toplum ferdini reşit kılmak zorundadır. Devlet insanlarını ilim sahibi olmaları için objektif-kur'ansal hakkı-hakikati öğrenmelerine zemin hazırlamak, mezhep değil, dinsel gerçeği öğrenim olarak vermek zorundadır. Hem dinler tarihini, hem yurtta mevcut dinlerin özlerini, ilişki kurulan toplumların dinleri hakkında önemli bilgileri ilim olarak öğretmek zorundadır. Bu mükemmel öğrenim sonunda isteyen istediği dini seçmeye, isteyen önceki dinini değiştirmeye mezundur.

Diğer önemli bir mesele de iman etmeleri için değil, ilim sahibi olmaları için öğrenim görmesi düsturu ilke olarak kabul edilmiş olacak; imana zorlama olmayacak. İlim sahibi olduktan sonra fikir sahibi olanların kendilerine mabet seçme özgürlükleri de vardır; dua, ayin ve benzeri ihtiram görevlerine müdahale edilmeden yerine getirilmelidir.. Yeter ki, ayinlerin içersinde vahşet, cana kıyma müstehcenlik v.s gibi aklın, ahlakın hakikatin kerih gördüğü şeylerden merasimler olmamasıdır.

Öğrendiğinle iman et demek suretiyle, etki ederek ileriye gidilmemelidir. Çünkü bilgiye dayanan fikir sahibi kılmak reşit kılmaktır. Mustafa Kemalin lüzumlu ve luzumu kadar laikliği ve yine tevhid-i tedrisat yasası bu amaca en yakın yorumdur.

Ayetin ikinci kısmı ise, imanlara, inanca bitişik ihtiramla ilgili ibadetin dışındaki sahaya ilişkindir. Kişi inanmaya zorlanamaz. Yine inandı diye günlük dua, ayin, namaz, oruç gibi imana bitişik ubudiyet görevlerine karışılamaz.

Fakat ister zekat adı altında, ister vergi adı altında vergi vermekte serbest değildir. Mali, içtimai-sosyal sorumluluklarını toplumun bir ferdi olarak yerine getirmek zorundadır. Karışılacak alan buna benzer alanlardır. Yani ekonomik faaliyetlerinde inancına bakılmaksızın toplumsal dengeleri bozmaması için, onu toplumun seviyesine indirecek oranda vergi alınacaktır. Yani geçimliğinin üzerindeki kazançlarının topluma iadesi sağlanacaktır(Muhammed–4). Sosyal yaşam ve ekonomik yaşam politikası ister dine, ister felsefeye, ister ideolojiye dayansın, nitelikleri Kur'an ve sözlüklerde yazılı Tâğut kavram ve kurumu konusunda zorlama vardır.

İslamlaşan ve insanlaşan kimse Tâğutlaşmamak ve Tâğut’la dostluk ilişkisi içersinde bulunmamak ve hatta bunlarla siyasi ve sosyal ilişkisini asgari düzeye indirmek, gerekiyorsa tamamen kesmek zorundadır. Buradan Hak şeraitin ne olduğu da ortaya çıkmaktadır. Hak din hak Şeriati, Hakkı ve adaleti ayakta tutmaktan(Hadid–25) ibarettir. İçi boşaltılıp batıllaşMamış din de buna denilir.

Bu Kural, şimdilerde hak olma niteliği kaybetmiş ama semaı(Allah işittirmesiyle bilinen) dinlerin kitaplarında bu böyleydi. Yani halkçılık ve devletçilik-kollektivizm- üzerine bir sosyo ekonomi politik yönünde milletleşmeye, ve böyle bir sosyo ekonomi politik izlemeyenler de bu yönü izlemeye zorlanırlar. 1950'den beri böyle mi yapılmaktadır memleketimizde?

Oysa ona biz bu gün uygulanılanın zıttı olan sistemi dayatıp onu zulumden alıkoymak zorundayız. Bu şer yol mermer babalığının(Abraham), Rahmet babalığına (İbrahim millet anlayışı)’na tercih edilmesidir. Zaten Dilleri ve seslerin matematiğini daha insanlar yaratılmadan yaratan rabbimiz, sözlüklerde (yapılacak bir diyalektik tetkik) bize çokça ipucu vermek için Tâğut kavramı anlamları içersine “Rum hükümdarı” anlamını da yerleştirerek hem Ahırzaman Deccalının batı vahşi kapitalizmi olduğunu ve hem de Ahırzaman deccalını tanımamızı bize kolaylaştırmıştır. Globalleşmeye yeşil ışık yakanların da, gerçek dindar olmayıp din istismarı yapan münafıklar olduğunu, onlardan da sıdkımızı sıyırmamızı bize haber vermiştir.

Çünkü,”Onlar da onlardandır” hükmünü vermiştir. Allah yolunun adalet ve rahmet yolu olduğunu, Tâğut yolunun zulumat, (küçük fidanları gölgede bırakan sık yapraklı ulu ağaçlar gibi) gölgede-karanlıkta bırakan sapkın milletlerin yolu olduğunu bize göstermiştir. Aşağıdaki ayet anlayışı kıt olanlara tekrar bir hatırlatma yapıyor.

“Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkâr edenlerin velileri ise tâğut'tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır. (Bakara–257)

Yine de dinde ince anlayışı olmayanlara apaçık bir ayet daha geliyor ve Tâğut’un mülkü elinde tutanlar olduğunu, mülk şehvetiyle yanıp tutuşan komprador burjuvalar olduğunu, devlet olarak Liberalist-Kapitalist ve emperyalist sistemlerin kendisi olduğunu haber verir. Mu'minun-4. ayetini inkâr edip (İhtiyaç fazlasının bekletilmeden insanların infakı için harcamak veya harcanmak üzere hazineye teslim etmek) kârı ve kazancı servet ve sermaye yapanlar olduğunu, itidal, kavam ve dolayısıyla iffet ve hayâyı terk edenler olduğunu tekrarlayarak bilgimizi pekiştirir. Şöyle ki:

“Allah, kendisine mülk verdiği kimse ki, Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim’i : "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) İbrahim: "Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir" deyince, o inkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara–258)

Tâğut’la (kapitalist taife/Hucurrat–9/ve emperyalist devletler) değil müttefik olmak, onunla savaşmak farzdır. Tağutla mücadele mümine farzdır.

Bu mücadelenin en hafifi sosyal, siyasal ve ekonomik ilişkileri askıya almak ve ürünlerini boykot etmektir. Bunu borç alarak ona gebe kalan ve korkudan ona sığınınlar asla yapamaz ve yapmazlar. Çünkü onlarda ondandır.(1950 senesinden bu güne iktidarları araştırın ve nerede olduğumuza karar verin). Bu kesim dost olmakta ve ona müttefik demekte bile beis görmezler.

Kuran açıkça, onlar sizin ne müttefikiniz, ne de dostunuz olamazlar; çünkü iki haramzade kesim birbirinin dostu ve müttefikidir der. Bu ittifak zaten müslümanların yağmalanması üzerine kurulmuşken, tâğut niçin avıyla dost olsun? Herkesle müttefik olursa sömürecek kesim kalmaz ki.

Bu mücadele imansızlığa karşı değil, zulme karşıdır. Cimrilik yaparak, haddinden fazla maddi varlık elinde tutarak haddi aştığı içindir. İmansızlığın cezası Ahirette Allah’a kalmış bir hesaptır. Ama adaleti ayağa kaldırmak kendisine dini görev olarak verilmiş olan Müslüman/mümin öncelikle zulmü kaldırmalıdır.

Allah yolunda savaş ve bu savaşta istismar olup olmadığının ölçüsünü rabbimiz vermiştir. Tâğut emperyalizm ve onun ideolojik akıl hocası masonizmindir (Uluslar arası sermayenin beyin gücü). Bu ise Plutokrasi ve materyalizmdir. Materyalizm ise, maddeyi ve mülkleşmeyi taparcasına sevmek putlaştırmaktır. Bu ise Liberalizm-Kapitalizmdir çünkü.

Şunu da kaydedelim ki, Hucurrat–7 ayette Rüşt kavramının da güzel bir tanımı vardır. Bu kavram, Bakara–256/1 ayette açık tanımı yapılmadan verilmişti; bu ayette ise hem Rüştün tanımı veriliyor, hem de tâğut ve şer mizaçlı insan ve kurumlar detaylandırılmaktadır. Allah insana hikmetle hidayet ederek onu reşit kılar. İyiyi kötüyü birbirinden ayırır. Ama ilk önce liberalizm, Kapitalizm ve emperyalizm gibi şer oluşumlara karşı gerçekten içinden bir nefret duyması gerekir. Ama günümüz müslümanın kahır ekseriyeti böyle mi? Şura'yı bırakıp da ''bizi güt'' dediğimiz insanlar-iktidarlar böyle mi? Bunların koyduğu yasalar böyle mi? Aksine sosyalizmi kerih görür de kapitalizme ağzının suyu akar.

Kavramların basit anlamlarını verirsek bu mesele daha iyi anlaşılır.
Hucurrat suresinin başından itibaren ilmen, ahlaken rüşte ermemiş kimselerin iş konusunda(sosyal hayat) çoğunlukla fasıkça davranacakları ve fasıkların sözlerinin ardına düşecekleri anlatılmaktadır. Fasık sofistler insanları bencillik ve ferdiyetçilik yönünde aldatarak peşlerine takarlar. Çünkü bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuş güruh zaten buna hazırdır. İlim farz olduğu halde halk, araştırıp bilgi sahibi olduktan sonra fikir sahibi ve giderek iman sahibi olup emin olma derecesine varma yerine, birilerinin ağzına bakma eğilimi güderler. Bu da fasıkların işini kolaylaştırır. Böyle yapanların ve akıl hocalarının yolu ise Küfür (bu nimete nankörlüğü de içine alır), Fısk ve isyan yoludur(Hucurrat–7).

İşte fasıklık nimete nankörlük ve hakkı inkar etme yolunda olan kimsedir. Buna uyanlar ise, cehaletlerinden ve hakikatin ilmine vâkıf olmadıklarından dolayı uyarlar. Çünkü iyi ve kötünün, iyi ve güzelin bilgisinden yoksundurlar. Çoğunluğunda bir hayır görülmediği için hikmetle hidayet edilmemiştir. Yani furkanı bilmedikleri öğrenme gereği de duymadıkları için farik ve mümeyyiz olamamışlardır. İşte bu hal rüşdünü isbat edememektir.

Kalpleri çeviren ve iyi ve kötüyü ayırdedecek hidayetin Allah tarafından verildiğini, bunun iki yolu olduğunu ayetler bize bildirir. Birincisi hakkı, batılı, hayrı ve şerri tanım ve tarif eden kitapların indirilmesi ve bunun ilk örneklerini yaşayarak verecek olan Resulleri göndermesi iki büyük iyiliktir. İnsan da bunu önemser ve fasık ferdiyetçilerin serbest yer uygulamalarını kerih, toplumculuğu ihsan olarak görmeye başlar. Kitaptan, resulden yeterli nasibi olmayanlar ise fasıklık yolunu takip ederek toplumculuktan uzaklaşır bireyciliği özelleştirmeciliği benimseyerek, isyan ve küfre saparlar. İşte tâğutlaşan ve tâğutu veli, vekil, dost ve hakem(Onun kriterlerini almaya hazır kullar olarak) bekleyenler bunlardır. Çünkü nefisleri ve şeytan onlara bunu süslü göstermiş ve sevdirmiştir.

Sözü iyi dinleyen ve anlayanlar ise öyle değildir. Onların kalpleri yumuşamış, adalet ve rahmeti içselleştirmişlerdir. İşte reşit olmak budur. Hidayete ermekte budur.

Kapitalist sistem toplumun çoğunluğunu mahrum ve mağdur eder(Bakara 219/1). Kapitalistlerin sözleri ve bu tür sözleri ortaya atanların durumu da “sözü ister tutsun, ister tutmasın atıvermektir”. Biz buna saçmalamak deriz. Bu sözlere inananlar ahmakların ta kendisi olduğunu bize kavramlar haber verir. bu sistemin hükmü de yine bize kavramlar tarafından verilir. İhtiyaç, dert zayıflık v.s den yere çakılmak. Birini namerde veya ehli olmayana muhtaç kılmak. Anti kollektivist sistemleri savunan herkes ahmaklar ise, bunlara sorgusuz sualsiz uyarak sonunda namerde muhtaç olarak zillet içinde yaşayanlar..........

Bu sistemi ret eden gerçek âlimler ve salih milletin durumu ise müjdelidir. Şöyle ki:

“O halde, dünya hayatı yerine ahireti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galib gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz.”(Nisa–74)

İster tâğut, ister Rum hükümdarı, ister emperyalizm, ister fasık, facir hayasız iffetsiz sömürü düzeni deyiniz, onunla savaşmak Allah yolunda savaşmaktır. Zalim dünyanın hangi mazlum insan veya toplumunu ezerse ezsin müminin düşmanıdır emperyalist. İşte ilgili ayetler.

”Size ne oluyor da: "Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lütfet" diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?”(Nisa–75)

”İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tağut yolunda(Kapitalizm ve emperyalizm için) harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıftır.”(Nisa–76)

Şimdi kendi kendimize soralım: Ne işimiz vardı Kore'de, Libya'da, Somali'de? Ne işimiz var Afganistanda? Suriye ve İran'dan ne istiyoruz? Irak katliamına niye destek verdik? Azarbaycan'la derdimiz ne?........
Ya Nato. Ne oldu Yurtta sulh, Cihanda sulha?.......

Saygılarımla
Galip Yetkin
Av.İlhami Çetin'den

Konu galipyetkin tarafından (23. April 2017 Saat 12:16 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (6. June 2012), Miralay (6. June 2012)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
dün, kuranda, vıcdan, özgürlüğü


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:39 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam