hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TEMİZLİK VE İBADET > İbadet > Hac ve Kurban

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 16. September 2011, 02:50 PM   #31
Fazıl's
Katılımcı Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 37
Tesekkür: 3
16 Mesajina 23 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
Fazıl's has much to be proud ofFazıl's has much to be proud ofFazıl's has much to be proud ofFazıl's has much to be proud ofFazıl's has much to be proud ofFazıl's has much to be proud ofFazıl's has much to be proud ofFazıl's has much to be proud of
Standart

Zekat, infak ve bayramda açlara et dağıtmak (!) gibi doktrinlerimiz var ve gelir adaletsizliği gırtlakta. ??

Neden?

Çünkü efendim, bizler, açları, kurban bayramında ete doyurur ve haliyle yoksulluklarını unuttururuz. Onlar o günlerde zengin (!) olduklarını sana dururlar. Ve kurban kesenlerde sevinir çünkü yüce zeus onları af edecek.

Yani işin aslı şu: kurban bayramı adı altında, hayvan yetiştiriciliğinin neredeyse bittiği ve et ihtiyacı için, ne ile beslendiği belirsiz hayvan etlerine mecbur bırakılan bizler, kandırılıyoruz. 3 gün içinde yapılanın adı sadece katliam. Yeter sayı yok, katliam. Halk kandırılıyor katliam. Bir nokta daha var. Bir aile eğer kurban kesemezse mali düşkün sayılıyor ve haliyle bunun ezikliğini (ki bana göre asla öyle değil, insanın nasibi bellidir, kimi zaman gündelik yaşar, kimi zaman üç kuruşu kenara koyar) yaşıyor ve sırf ''el ne der'' düşüncesiyle, birikimi olmasa da borç harç, kredi kartı vs ile bir şekilde kurban (!) ı kesiyor..

Geçen bir haberde görmüştüm ama unutkan olduğum için kaynağını unuttum. Şöyle ki, ora memleketin çoğunluk halkı fakirmi fakir ve onlar sanki anoreksiya'ya yakalanmış gibi zayıflar ama gel gör ki, bunların tanrı ile olan sorunları bitmek bilmemiş ve suçu, o yoklukta, inek, dana, tosun... artık ne bulursa kesmeye götürmüş. Bir günde binlercesi kesiliyor, öyle bizdeki gibi de değil palalar ile... Ayranın yok içmeye, tencere dibin bende kara. Ya da her neyse işte. O toplumla bizim toplumun bir farkı yok.

Konu Fazıl's tarafından (16. September 2011 Saat 03:06 PM ) değiştirilmiştir.
Fazıl's isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Fazıl's Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (16. September 2011)
Alt 16. September 2011, 04:31 PM   #32
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Allah razı olsun Fazıl's

Alıntı:
İslam akıl-mantık ve vicdan dinidir demiştik. Uzun zaman evvel oruç ve haccın benim nazarımda geçerliliğini yitirdiğini beyan etmiştim ancak bir farkla: bir açıklama getiremiyordum. Açıklama getiremediğim halde, bendeki bu isyanın nedeni, mevcut uygulamanın akıl-mantık dışı olduğunun tespiti idi. Ve şunu anladım. Sebebini bilmeseniz de, din adına öne sürülen tüm toplum tarafından desteklense de, eğer aklınız bunu kabullenmiyorsa, biliniz ki bir yerlerde hata var, çarpıtma var, yamukluk var. Gördüğüm bazı noktalar daha var ki bunu paylaşmayı şu an için uygun görmüyorum.
Hep paylaşıyorum yine paylaşma gereği duydum. Çünkü yorumunuzu okurken gözlerimin önünde Atanın sözleri canlandı.

Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam'ın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı. M.Kemal Atatürk


Alıntı:
Zekat, infak ve bayramda açlara et dağıtmak (!) gibi doktrinlerimiz var ve gelir adaletsizliği gırtlakta. ??

Neden?

Çünkü efendim, bizler, açları, kurban bayramında ete doyurur ve haliyle yoksulluklarını unuttururuz. Onlar o günlerde zengin (!) olduklarını sana dururlar. Ve kurban kesenlerde sevinir çünkü yüce zeus onları af edecek.

Yani işin aslı şu: kurban bayramı adı altında, hayvan yetiştiriciliğinin neredeyse bittiği ve et ihtiyacı için, ne ile beslendiği belirsiz hayvan etlerine mecbur bırakılan bizler, kandırılıyoruz. 3 gün içinde yapılanın adı sadece katliam. Yeter sayı yok, katliam. Halk kandırılıyor katliam. Bir nokta daha var. Bir aile eğer kurban kesemezse mali düşkün sayılıyor ve haliyle bunun ezikliğini (ki bana göre asla öyle değil, insanın nasibi bellidir, kimi zaman gündelik yaşar, kimi zaman üç kuruşu kenara koyar) yaşıyor ve sırf ''el ne der'' düşüncesiyle, birikimi olmasa da borç harç, kredi kartı vs ile bir şekilde kurban (!) ı kesiyor..

Geçen bir haberde görmüştüm ama unutkan olduğum için kaynağını unuttum. Şöyle ki, ora memleketin çoğunluk halkı fakirmi fakir ve onlar sanki anoreksiya'ya yakalanmış gibi zayıflar ama gel gör ki, bunların tanrı ile olan sorunları bitmek bilmemiş ve suçu, o yoklukta, inek, dana, tosun... artık ne bulursa kesmeye götürmüş. Bir günde binlercesi kesiliyor, öyle bizdeki gibi de değil palalar ile... Ayranın yok içmeye, tencere dibin bende kara. Ya da her neyse işte. O toplumla bizim toplumun bir farkı yok.
Vicdanlı bir gözlem yapmışsınız, sizlerle tamamen aynı düşünceleri paylaşıyorum.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 16. September 2011, 07:55 PM   #33
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!
Ne yazık ki ortada din adına yaşananların birçoğunun Allah'ın Hakk Dini ile yakından uzaktan alakası yok. İnsanların yaşadıkları yanlışlıklar akleden insanlarca reddediliyor.
Dinin direği olan "Salat" içi boşaltılmış "namaza" dönüştürülmüş.
Bu günkü "Namaz" Kur'an'daki "Namaz" değildir.
Bu günkü "Hacc" Kur'an'daki "Hacc" değildir.
Bu günkü "Savm" Kur'an'daki "Savm" değildir.
Bu gün bunların Allah'ın istediği şekilde yapılmıyor olması Kur'an'da olmadığı anlamında değildir. Rabbımız tüm İslam alemine Kur'an'da olan salat,namaz,savm ve haccı gerçekleştirmeyi nasip eylesin.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Fazıl's (16. September 2011), hiiic (16. September 2011)
Alt 25. October 2011, 07:42 PM   #34
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Konu pek çok soruyu içeriyor.
Şimdilik üç soru.

1-Hacc-31e göre Allah'tan başka hiçbir şeyin kutsallığı-dokunulmazlığı yok.
Hacc görevini yapanların dokunulmazlığının dayanağı nedir.


2-Diyanetin Maide-95. ayet mealine bakalım: "Ey iman edenler, ihramlı bulunurken av öldürmeyin.İçinizden kim onu bilerek öldürürse onu öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan kurban etmek cezası vardır. Buna kabeye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder. Yahut........."

Bu ayet bütün değişik sünnetçi-hurafecilerin meallerinde hemen hemen aynıdır.Çünkü birbirlerinden kopya çekerler. Ayeti bu şekilde okuyan ne anlar?
-Hacc da avlanmanın yasak olduğunu anlar.
Mekke-ye gidenler anlatıyor.Orada her yer dağ, taş. Avlanacak yer ve hayvan mayvan yok!
Yasağın hacda uygulandığı nereden anlaşılıyor?.
-Ayette, İhramlı iken, ve kabeye ulaşacak, ifadelerinden. İhram hacda örtünülen örtü değil mi?

Şimdi ayeti tekrar okuyalım:...öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan KURBAN etmek cezası.....
Evet hayvan öldürenin cezası ne imiş?
-............ benzeri bir hayvan kurban etmek
Yani öldürülen hayvan yerine birini daha öldürmek.
Suçlu kurban edilen hayvan mı ki?
Hayvan öldürme yasakken, sen kalk ikinci bir hayvanı öldür.
Olacak iş mi?


3-Ayette ihramlı bulunurken ifadesi, çevirisi yapılan kelimenin karşılığı mı dır? Çevirisi yapılan ifade ve entum hurumun. Yani -sizin, kendinizin yasakladığınız- değil mi? Bu ayetle bizim kendimizin getireceğimiz yasak, av yasağı kuralı değil mi? Bu yasak yaban ve evcil hayvanların hamile kalıp yavruladığı ve yavrularını büyüttüğü aylar değil mi?. İşte sizin yasak kıldığınız ifadesi hangi mevsimlerde veya aylarda ve yörelere göre, meselâ güney yarım kürede veya değişik mevsim kuşaklarında konacak av yasağını yasalaştırmak değil mi? İhram denilerek sanki hacc ile ilgisi varmış gibi gösterme ve kurban belasını devam ettirme değil mi?

Ne dersiniz?

Hürmetlerimle
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (2. November 2020 Saat 01:51 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (25. October 2011)
Alt 25. October 2011, 09:26 PM   #35
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

sana aynen katılıyorum...

ben keza Kuranda HAC ayetlerinin bölgeselliğine inanıyorum. Onları merkezde toplamak, demokrasi meclisi yada eğitim merkezlerinde toplamak amacıyla yapıldığı açık.

Tıpkı salatın zamanları gibi bölgesel. Farklı bölgelerde salatın zamanları değişir, çalışma zamanları her bölgede farklıdır.
Hac da her bölgede farklıdır.
Oruç da her bölgede farklıdır.
Şu anda VAN da deprem oldu, işte Ramazan ayı girdi. şimdi bize az yemek, az kullanmak ve oruç tutarak tasarruf ettiklerimizle oradan fakirleri insanları doyurmak ihtiyaçlarını gidermek düşer.. Tabi bir mescit kanalıyla (KIZILAY, MEHMETÇİK VAKFI) kendi başına yapılan da sevaptır ama mescitte (kurumlarla) salatın (hizmetin) yanında falza birşey ifade etmez. Kaynaklar tek elde birleşirse daha kuvvetli olur ki buda Salatla imar etmenin tek başına Salat etmekten kat kat üstünlüğünü gösterir (cemaatle namaz kılma 27 kat üstündür diye çevirmişdir geleneksel yaklaşım)

Hac, Oruç, Salatın zaman ve vakitler, bölgeden bölgeye, dönemden döneme, toplumdan topluma değişir.

İnancındayım...

Farklı düşünen arkadaşlara saygı duyuyorum ve bir delile dayalı olarak aksini söyleyen olursa fikrimi değiştirip onun söylediğine iman ederim.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. October 2011, 08:08 AM   #36
aşık74
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 297
Tesekkür: 328
166 Mesajina 472 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
aşık74 will become famous soon enoughaşık74 will become famous soon enough
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!
Ne yazık ki ortada din adına yaşananların birçoğunun Allah'ın Hakk Dini ile yakından uzaktan alakası yok. İnsanların yaşadıkları yanlışlıklar akleden insanlarca reddediliyor.
Dinin direği olan "Salat" içi boşaltılmış "namaza" dönüştürülmüş.
Bu günkü "Namaz" Kur'an'daki "Namaz" değildir.
Bu günkü "Hacc" Kur'an'daki "Hacc" değildir.
Bu günkü "Savm" Kur'an'daki "Savm" değildir.
Bu gün bunların Allah'ın istediği şekilde yapılmıyor olması Kur'an'da olmadığı anlamında değildir. Rabbımız tüm İslam alemine Kur'an'da olan salat,namaz,savm ve haccı gerçekleştirmeyi nasip eylesin.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
Merhabalar halil abim.

Peki bir kaç cümle ile açmak gerekirse , sizce kurandaki namaz nedir ve nasıldır ?

sevgiler saygılar...
aşık74 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. October 2011, 03:15 PM   #37
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

İbrahim 37
"Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kabe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye (?) yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden (?) bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler."


Hûd 87
Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız (?) hususunda dilediğimizi (?) yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!




***
Salat malları keyfi harcamayı yasaklıyor, salat yapılan yerde tarım gelişiyor insanların hepsi (toplum) bu rızıklara açık halde meylettiriliyor ve bu amaca meyleden herkes, istisnasız herkes rızıklarla rızıklandırılıyor.

Bu ayetler ve daha birçoğu bu gerçeği apaçık açıklıyor... İşte size birkaç kelime Kurandan...

Dahası İçin bakınız; MAUN SURESİ

Konu hiiic tarafından (26. October 2011 Saat 08:14 PM ) değiştirilmiştir.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. October 2011, 08:35 PM   #38
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun aleykum! Değerli Galip Yetkin Kardeşim!


Alıntı:
galipyetkin Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Konu pek çok soruyu içeriyor.
Şimdilik üç soru.

1-Hacc-31'e göre Allah'tan başka hiçbir şeyin kutsallığı-dokunulmazlığı yok.
Hacc görevini yapanların dokunulmazlığının dayanağı nedir.


2-Diyanetin Maide-95. ayetine bakalım: ''Ey iman edenler, ihramlı bulunurken av öldürmeyin.İçinizden kim onu bilerek öldürürse onu öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan kurban etmek cezası vardır. Buna kabeye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder.Yahut.........''

Bu ayet bütün değişik sünnetçi-hurafecilerin meallerinde hemen hemen aynıdır.Çünkü birbirlerinden kopya çekerler. Ayeti bu şekilde okuyan ne anlar?
-Hacc'da avlanmanın yasak olduğunu anlar.
Mekke'ye gidenler anlatıyor.Orada her yer dağ, taş. Avlanacak yer ve hayvan mayvan yok!
Yasağın hacc'da uygulandığı nereden anlaşılıyor?.
-Ayette ''İhramlı iken'' ve ''kabeye ulaşacak'' ifadelerinden.İhram hacda örtünülen örtü değil mi?
Şimdi ayeti tekrar okuyalım:''...öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan KURBAN etmek cezası....''. Evet hayvan öldürenin cezası ne imiş? ''Bir hayvan kurban etmek'' yani öldürülen hayvan yerine birini daha öldürmek. Suçlu kurban edilen hayvan mı ki?
Hayvan öldürme yasakken, sen kalk ikinci bir hayvanı öldür.Olacak iş mi?


3-Ayette ''ihramlı bulunurken'' ifadesi, çevirisi yapılan kelimenin karşılığı mı dır? Çevirisi yapılan ifade ''ve entum hurumun''. Yani ''sizin, kendinizin yasakladığınız'' değil mi? Bu ayetle bizim kendimizin getireceğimiz yasa ''av yasağı'' kuralı değil mi? Bu yasak yaban ve evcil hayvanların hamile kalıp yavruladığı ve yavrularını büyüttüğü aylar değil mi?. İşte ''sizin yasak kıldığınız'' ifadesi hangi mevsimlerde veya aylarda ve yörelere göre, meselâ güney yarım kürede veya değişik mevsim kuşaklarında konacak av yasağını yasalaştırmak değil mi? İhram denilerek sanki hacc ile ilgisi varmış gibi gösterme ve ''nesi'' belasını devam ettirme değil mi?

Ne dersiniz?

Hürmetlerimle
Galip Yetkin.
Buraya bakar mısınız?

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyibilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (26. October 2011)
Alt 26. October 2011, 09:02 PM   #39
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Aşık74 Kardeşim!

Alıntı:
aşık74 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Merhabalar halil abim.

Peki bir kaç cümle ile açmak gerekirse , sizce kurandaki namaz nedir ve nasıldır ?

sevgiler saygılar...
Allah razı olsun. Namaz konusu ile ilgili forumumuzda oldukça çok yazı var ancak biz yine de sorunuza cevap olacak bilgileri paylaşalım.


ALLAH’A ZİLLET GÖSTEREREK YAPILAN DUA:
Rabbimizin biz kullara duayı emrettiği ayetlerden bir tanesi vardır ki, bu ayet duaya başka bir boyut getiriyor; hatta bu fakire göre tüm dua ayetlerini tefsir ediyor.
Araf; 55:
Rabbinize alçala alçala ve gizlice/açıkça göstererek dua edin; namaz kılın. Kesinlikle O, sınırı aşanları sevmez. Ve düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O'na, ürpererek ve rahmetini umarak dua edin. Kesinlikle Allah'ın rahmeti, iyileştirenlere-güzelleştirenlere çok yakındır. (A‘râf/55, 56)
Bu ayette Rabbimiz, Kendisine yapacağımız niyazı dil, beden ve gönül üçlüsü ile yapmamızı emrediyor. Bu tarz yapılan dua; niyaz toplumda “NAMAZ” adıyla yerleşmiş bulunmaktadır.
Namaz” sözcüğü Hintçeden Farsçaya, Farsçadan da Selçuklular döneminde Türkçeye geçmiştir. Farsçadaki ilk anlamı, “ateş önünde saygıyla eğilmek” demektir. Sanskritçe, “saygı sunmak” anlamına gelen namaste kelimesinin Farsçaya geçmiş şekli olması muhtemeldir. Bu kelime de, “selam vermek” anlamına gelen nam kelimesinden türemiş olmalıdır. Hem nam [selam] ve hem de namaste [saygı sunmak] günümüz Hint kültüründe de görülebileceği üzere “eğilerek” yapılan bir fiildir.
Namaz” sözcüğünün Farsçadaki bu “eğilerek saygı ile dua etmek” anlamı, Arapça ve Kur’ân'da بالتّضرّع الدّعاء [ed-du‘au bi't-tezarru‘=alçala alçala/sürekli alçalarak yakarma] şeklinde ifade edilir.
Âyetin orijinalindeki تضرّعاً[tezarru‘an] ifadesi, ض ر ع[d-r-a] kökünden türemiş “tefe‘ul” babından bir sözcüktür. Kök sözcüğün anlamı “zillet ve tevazu göstermektir.” Tazarru‘an sözcüğü, kalıp ve cümledeki “hal” ögeliği itibariyle “zillet üstüne zillet, zillet üstüne zillet” [alçala, alçala, alçala alçala] demektir.
Âyetin orijinalinde yine و[vav] bağlacıyla cümlede ikinci “hal” konumunda bulunan hufyeten sözcüğü, h-f-v kökünden türemedir ve ezdâd'dandır. Yani, iki zıt anlamı da içeren bir sözcük olup “açıkça göstererek, parıl parıl parlatarak” ve “gizleyerek” demektir.
Bu durumda âyetten her iki mana da anlaşılmalı ve her iki hal ile de bu görev yapılmalıdır.
Yukarıda da zikrettiğimiz, “Rabbinize alçala alçala ve gizlice/açıkça göstererek dua edin (A‘râf/55)” emri, namaz adıyla meşhurlaşan niyaz şeklini ifade etmektedir. Bir kere daha ifade edelim ki, Kur’ân'daki namaz, işte bu âyetle emredilmiştir yani farz kılınmıştır. Ritüelli duanın; namazın kaynağı işte bu ayettir. Daha önce de defalarca zikrettiğimiz üzere “salât” sözcüklerinin malum namaz ile alakası yoktur. Bu ayet bu fakire göre Kur’an’da geçen iki yüz civarındaki dua konu edilen ayetlerin tefsiri konumundadır. O nedenle Kur’an’da namaz, tek bir ayette geçiyor demek yerinde değildir. Kur’an’daki her dua ayeti namazdan bahsetmektedir. Her duamızı da tazarrulu olarak yapmalıyız.
Girişte de açıkladığımız üzere “namaz” sözcüğünün Farsçadaki “eğilerek saygı ile dua etmek” anlamı Arapçada ve Kur’ân'da بالتّضرّع الدّعاء [ed-du‘au bi't-tezarru‘=alçala alçala; sürekli alçalarak yakarma] şeklinde ifade edilir. Nitekim bu ritüelin ana hatları, Rasûlullah'tan bize intikal etmiştir. Ne var ki, bunların bazıları, anlam ve kavram olarak mecrasından çıkarılmıştır.
Âyetten anlaşıldığına göre tazarrulu duada; namazda [Rabbimizin huzurunda dua anında] sürekli bir alçalma sergilenmelidir.
Bu zillet sergilemesi aleni; göstere göstere olacağı gibi gizli de olabilir. Rabbimiz burada “hufyeten” ifadesini kullanmıştır. Bu sözcük Ezdat’tandır; iki zıt anlamı ifade eden sözcüklerdendir. İnfakı emreden ayetlerde (Bakara; 274, Ra’d; 22, İbrahim; 31, Nahl; 75, Fatır; 29) “sirren ve alaniyeten” ve “sirren ve cehren” şeklinde gelerek infakın da hem gizli hem de aşikar yapılabileceğini emir buyurmuştu. Bizim bu ifadelere göre kanaatimiz, farz olan ibadetlerin aşikar, tatavvuların (gönülden yapılan fazla ibadetlerin) ise gizli yapılmasının gerekli olduğudur. Zira farzın riyası olmaz, tatavvuda ise riya şaibesi olabilir.
Tazarru ile duanın nasıl yapılacağını insan düşünmelidir. Bunu Rabbimiz tarif etmemiştir. Namazın nasıl kılınacağını Cebrail Peygambere öğretti cinsinden söylentiler yalan ve yanlıştır. Onun için insan; Rabbine karşı zilleti dua ederken nasıl sergileyebilir? Bunu kendisi iyi düşünüp bulmalıdır. Zaten Rasülüllah da öyle yapmıştır. Bir de geçmişten gelme teamül söz konusu idi. Bizim bunu pratik hayattan algılamamız mümkündür.
İşsiz birinin, iş verecek olana, dertli birinin derdine derman olacak olana, suçlu birinin affedecek olana, borçlu birinin kredi sağlayacak olana karşı yaptığı hazırlıkları bir düşünün. Sonra da biz kiminle buluşacağız, kimin huzuruna çıkacağız bunu düşünelim:
Yer gök bütün evrenin sahibi, bizim, mülkünde yaşadığımız, hep muhtaç olduğumuz, bizi dünyaya gönderen sonra istemesek de Kendisine döndüren, teneffüs ettiğimiz hava, içtiğimiz su, rızık elde ettiğimiz toprak; hepsinin sahibi olan, dünya üzerinde canlı cansız hizmetimize verilmiş tüm varlıkların da asıl sahibi, bizi yaratan, bizi yaşatan, içimiz dahil her şeyimizi gören, bilen ve işiten; Her şeyin sahibi, her isteyene istediğini veren, cennet ve cehennemin sahibi, suçluları affeden, bize yardım edecek olan, bağışı sınırsız, bize merhamet eden, bizi terbiye eden, gerekirse kahreden ve istemesek de huzuruna götürüp hesap soracak olan ALLAH’IN huzuruna çıkacağız. (Burada Rabbimizi Esma-ü Hüsna’daki tüm niteliklerle düşünebilmeliyiz).
Bu düşünüşe İslam’da “ZİKİR; Allah’ın anılması, hatırlanması” denilir. Allah, klasik anlayıştaki “Allah, Allah, Allah, …..” denilerek değil Bakara; 220’deki yol gösterimine göre “Babaların zikredildiği; anıldığı gibi zikredilmelidir; anılmalıdır.” Yani Allah’tan istenen, babadan istermişçesine istenmeli, babaya karşılık ödermişçesine, saygı sunarmışçasına saygı duyulmalı, babanın evlatlar için ne anlama geldiği iyi düşünülmeli, bu baba evlat ilişkisinden hareketle, Allah-kul ilişkisi dikkate alınarak Allah’a niyazda bulunulmalıdır.
Allah’ı zikir, kulu Allah’a dua etmeye; yakarmaya sevk eder. Ve kul, gönlünü Rabbine açar:
Al-i Imran; 190- 195:
Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gecenin ve gündüzün art arda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anan; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi Ateş'in azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen kimi o ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Şirk koşarak yanlış yapanlar için yardımcılardan da hiç kimse yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi “iyi adamlar” ile birlikte, geçmişte yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı bir bir hatırlattır/öldür. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen verdiğin sözden dönmezsin” diye iyiden iyiye düşünen kavrama yetenekleri olanlar için nice alâmetler/göstergeler vardır.
Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: “Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun –ki hepiniz aynısınızdır– çalışanın amelini kaybetmem. O nedenle, göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır.”
Biz de öyle yaptık; Rabbimizi Esma-i Hüsna’da yer alan tüm nitelikleriyle hatırladık bir de kendi durumumuzu ve konumuzu göz önüne getirdik. Bu durumda Rabbimizin karşısında nasıl durulabilir?
Aslında bunu iyi bir psikolog, tiyatrocu, iyi bir dram yönetmeni çok iyi anlatır; koreografisini yapar. Yine de biz, aklımızın erdiği kadarıyla zihin yoralım.
• Saygılı bir şekilde ayakta durarak, boyun bükerek,
• Ta’zim ve tekbir ile [Allah'ı büyükleyerek, Allah'ın her şeyden daha yüce olduğunu
• ifade ederek, övgüler sunarak],
• Bel bükerek,
• Yere kapanarak,
• Huzurda diz çöküp boyun bükerek,
• Yüzü, gözü semaya dikerek. (Dua esnasında “Sema” öteler ötesini temsil eder.
• Bakara; 144, mülk; 16, 17) Kullar, Rabblerinden beklenti halinde iken yüzlerini
• Rabblerine döndürürler:

Kıyamet; 22, 23:
“Yüzler var ki o gün apaydınlıktır; Rablerine nazar edicidirler (göz bebeklerini Rabblerine odaklarlar).”
Ya da mahcubiyetten yere bakarak.
Bunların hepsi; sürekli zillet sergileme şekilleridir. Bunların hepsi bir arada yapılabileceği gibi, içinde bulunulan ortama göre birkaçı da yapılabilir. Nitekim günümüzde kılınan namazın ana unsurları bize Rasûlullah'tan intikal etmiş bulunmaktadır. Ne var ki geçen zaman zarfında, mezhepçiler ve meşrepçiler tarafından eklenen çıngıllar işi aslından uzaklaştırmıştır.
Zaman içerisinde birileri namazla ilgili birtakım şartlar ileri sürerek “Bunlardan biri dahi eksik olsa namaz bâtıl olur. Vâcibler ise, namazın ikinci derecede kuvvetli bölümleridir. Farzları tamam olan bir namazın vâcibleri bulunmasa da namaz sahih sayılır, ancak eksik bir namaz olur. Vâcibleri bilerek terk ederse günah işlemiş olur, ama namaz yine tamamdır” demişlerdir.
Önce bu şartları maddeler halinde sunup sonra da tahlillerini yapacağız:
NAMAZIN ŞARTLARI [BAŞLAMADAN ÖNCEKİ ŞARTLAR]:
• 1) Hadesten [hükmî pislikten] taharet/temizlik.
• 2) Necasetten [hakiki pislikten] taharet.
• 3) Avret sayılan bölgeleri örtmek.
• 4) Namazı kıbleye dönerek kılmak.
• 5) Her namazı kendi vaktinde kılmak.

NAMAZIN RÜKÜNLERİ [BAŞLADIKTAN SONRAKİ ŞARTLAR]:
• 1) Niyet [kılınan namazın hangi namaz olduğunu bilmek].
• 2) Başlangıç tekbiri.
• 3) Farz namazları ayakta kılmak.
• 4) Namazda Kur’ân'dan mutlaka bir parça okumak.
• 5) Rükû [ayakta iken belden eğilmek].
• 6) Secde [alnını yere koymak].
• 7) Son oturuşta “tahiyyât” okuyacak kadar durmak.
Evet, bilindiği, fıkıh ve ilm-i hal kitaplarında yazılı olduğu üzere birileri (bu kimseleri tespit imkanı yok maalesef) tarafından bunlar şart koşulmuş; “Bunların tümü farz olduğu için, bunlarsız farz namaz düşünülemez. Biri dahi eksik olsa namaz bâtıl olur” anlayışı hâkim kılınmıştır.

BU KOŞULLARIN TAHLİLİ

HÜKMÎ PİSLİKTEN [HADESTEN] TAHARET/TEMİZLİK

Bu madde, “hükmî [varsayılan ya da manevî] pislik” olarak açıklanmış ve cünüplük ve abdestsizlik, hayız ve nifas [lohusalık] bu kapsamda sayılmıştır. Birileri tarafından bu durumlarda namaz kılınamayacağı, kılınırsa kabul edilmeyeceği kuralı konulmuştur.

GERÇEK PİSLİKTEN [NECASETTEN] TAHARET/TEMİZLİK
Bu şart ile de, “Namaz kılanın hem vücudu ve elbisesinin, hem de namaz kılacağı yerin temiz olması” kuralı konulmuştur.
Hâlbuki namaz görevini bize yükleyen Allah, Kendisine yakarmak için böyle şartlar koşmamıştır. O, her durumda, pozisyonda bizden Kendisine yakarmamızı istemiştir. Allah’a dua etmek için, bu dua ister sadece gönülden olsun ister tazarrulu dua; zillet sergileyerek hem gönül hem beden ile yapılan dua için üst-başın, el ayağın, bulunulan mekanın temiz olması söz konusu değildir. Mü’min her konumda Rabbine dua edebilir. Bu şartlar Allah ile kulu arasına mesafe koymaktan başka bir işe yaramaz. Başka bir ifade ile kulun duasını sınırlar, her zaman yapamaz hale getirir. Kur’an için abdest şartı getirilerek Müslümanların Kur’an’dan uzaklaştırıldığı gibi.
Yukarıda da naklettiğimiz gibi, görünürdeki temizlik ve ziynet, salât için emredilmiştir. Yani, toplum içine çıkıldığı zaman temiz olunması ve süslenilmesi istenmiştir. Bireysel olarak kılınan namaz için herhangi bir şart yoktur; cemaate katılacak kişilerin ise bedenen ve elbiseleri temiz olmak zorundadır.

AVRET OLAN YERLERİNİ ÖRTMEK
Bu şart ile de, “Namazda kadının yüz, el ve ayakları dışındaki yerlerinden, erkeğin ise göbekle diz kapağı arasındaki bir yerinden, bir organın dörtte-biri kadar açık olması namaza engeldir. Tenin rengini gösteren elbise, hiç giyilmemiş gibidir” kuralı oluşturulmuştur.
Allah, Dua (İster salt dua ister tazarrulu dua olsun) için böyle bir şart da koymamıştır. Rabbimiz, tahrik, taciz ve tecavüz riskine karşı, Nûr; 30-31’de insanların toplum içine çıkacakları zaman, avretlerini örtmelerini, ziynetlerini dışa vurmamalarını; Ahzab; 59’da evlerinin dışında ev içi elbiseyle dolaşmamalarını; sokakta giyilen elbiselerini giymelerini emretmiştir.
O halde, evinde münferit niyazda bulunan kimse için böyle bir şart söz konusu değildir. Bu, yukarıda da değindiğimiz gibi salâtın şartlarındandır. Salât ikâme edilirken, salâtın ikâme edileceği yerlere [musallâ ve mescidlere] çıkılırken mutlaka temiz olunmalı ve ziynet takılmalıdır. Bireysel tazarrulu niyazda bulunurken, basit-sade bir giyim tercih edilmelidir. Zira gösterişli ve değerli elbiseler, kibre sebebiyet verebilir. Örtünme, Allah’a karşı değil, kullara karşıdır. Allah’tan bir şey saklanamaz.

KIBLEYE DÖNMEK
Bu şart ile, namaz kılarken “Ka‘be'ye dönmek zorunlu kılınmış ve Ka‘be'nin etrafında bulunanların kıblesi ise, bizzat Ka‘be'nin kendisi sayılmıştır. Ka‘be'den uzaklarda olup onu göremeyecek olanların kıblesi ise Ka‘be'nin bulunduğu yön kabul edilmiş; ancak Ka‘be'ye tam olarak isabet edememenin bir zarar vermeyeceği” söylenmiştir.
Bu şart da, İslâm'ı yozlaştırma çabasının bir ürünüdür. Yukarıda detaylıca açıkladığımız gibi, kıbleye yönelme, namazda Ka‘be'ye dönmek değildir. Müslümanların siyâsî, iktisadî ve askerî stratejileridir. Bu konu “Salât” bölümünde genişçe açıklanmıştı.
Allah her yönde bizimledir. Allah'a niyazı, belirli bir yöne bağlamak, Kur’ân ile çelişen bir düşünce olup İslâm'a da ihanettir:
Ve doğu-batı [her yön] yalnızca Allah'ındır. Öyleyse her nereye yönelirseniz, artık orası Allah'ın yüzüdür. Şüphesiz Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, en iyi bilendir. (Bakara/ 115)
Kul hangi hal üzerinde ve hangi yön üzerinde ise Rabbine niyazda bulunur, belirli bir yön aramaz. Ne var ki topluca yapılacak tazarrulu duada; cemaatle kılınan namazda kargaşayı önlemek için bir istikamet belirleyerek durumu çözmeleri gerekir.

VAKİT

Bu şartla da namaz, birileri tarafından vakitlere bağlanmış, farz ve nafile diye kısımlara ayrılmış ve vaktinde kılınmayan namazın başka zaman kaza edileceği kuralı getirilmiştir. Klasik görüşe göre namaz vakitleri şöyledir:
“Sabah namazının vakti; ikinci fecir, yani şafağın doğuşundan güneşin doğuşuna kadar olan süredir. Öğlenin vakti; zevâlden, yani gölgenin en kısa olup uzamaya başladığı andan, her şeyin gölgesi, zevâl gölgesi dışında, kendisinin iki misline ulaştığı ana kadardır. İmam A‘zam dışındaki imamlara göre ise, her şeyin gölgesi, zevâl gölgesi dışında, kendisinin bir misli olmasına kadardır. İkindinin vakti; öğle vaktinin bitiminden güneşin batışına kadarki süredir. Akşamın vakti; güneşin batışından, batıdaki kızıllığın ve onun arkasından beliren beyaz şafağın kayboluşuna kadarki süredir. Yatsının ve vitrin vakti; akşam vaktinin bitişinden, ikinci fecire, yani şafağın doğuşuna kadarki süredir.
Vakitler hakkındaki diğer görüşler:

A) MÜSTEHAB VAKİTLER:
Bazı vakitlerde namazı geciktirmek, ya da acele etmek müstehabtır: Meselâ;
1.Sabah namazını, selâmdan sonra abdest alıp Fâtiha dışında 40 âyet okunacak kadar bir zaman kalacak şekilde geciktirmek.
2.Öğleyi, yaz sıcaklarında gün ortası harareti geçinceye kadar ertelemek.
3.İkindiyi, güneşin sararma zamanına kalmayacak kadar geciktirmek.
4.Yatsıyı, gecenin son üçte-birine kadar geciktirmek.
5.Uyanabileceğinden eminse, vitri gecenin sonuna kadar geciktirmek.
6.Kışın, öğleyi acele kılmak.
7.Akşamı, yıldız karışımından önce kılmak.
8.Bulutlu günlerde, ikindi ve yatsı namazlarını acele kılmak.
9.Bulutlu günlerde, ikindi ve yatsının dışındaki namazları geciktirmek müstehabdır. (Bu son iki madde zamanın takvimsiz hesaplanmasına göredir.)

B) MEKRUH YA DA HARAM VAKİTLER:
Namazın kılınmayacağı vakitler:
1.Güneşin doğmaya başlamasından, bir mızrak boyu yükselişine kadar. (Ülkemizde yaklaşık 45 dakika.)
2.Öğleyin güneş tam tepede bulunduğu zaman, (öğleden yaklaşık 15 dakika öncesinden öğle ezanına kadar.)
3.Güneş, sararmaya başladığı andan batıncaya kadar, (yaklaşık 45 dakika). O anda yalnız o günün ikindisinin farzı kılınabilir.
4.Sabah ve ikindi namazlarından sonra tavaf ve nafile namazı kılmak. (Kaza ve cenaze namazı kılınabilir, tilâvet secdesi yapılır.)
5.İkinci fecrin doğuşundan sabahın farzını kılıncaya kadar, sabahın sünnetinden başka nafile namaz kılmak.
6.Akşamın vaktinde, akşamı kılmadan önce nafile kılmak.
7.Hutbe okunurken nafile kılmak.
8.Bayram günü bayram namazından önce namaz kılmak.
9.Arefe ve Müzdelife'den başka bir yerde, bir özürle de olsa iki vakti birleştirerek kılmak.
Bunların ilk üçü haram, geri kalanları mekruhtur.”
Doğrusu, Allah, tazarrulu duayı; namazı bir vakte bağlamamıştır. Kul, dilediği anda ve dilediği sürece duada ve tazarrulu duada bulunabilir, yani namaz kılabilir. Namazların vakte bağlanması, salât ile namazın karıştırılması sebebiyledir. Kur’ân'a göre salâtın vakitleri vardır, namazın vakti yoktur. Rasûlullah, genellikle salâtı ve namazı mescid veya musallâda birlikte icra ediyordu. Sonraki dönemlerde salât uygulamadan kaldırılınca, salât vakitleri, namaz vakitleri olarak ortada kaldı.

NİYYET
Birileri tarafından namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve vitir namazı; farz, vâcib, sünnet ve nafile namazlar diye kategorilere ayrılmış, ayrıca bir de niyet şartı eklenmiştir. Niyet şu şekilde izah edilmiştir:
“Namazın niyyeti, yapmakta olduğu hareketin namaz kılmak olduğunu ve hangi namazı kılacağını söylemektir. Meselâ, ikindi namazını kılmak için kıbleye dönen bir adam tekbir için ellerini kaldırırken ikindinin, meselâ, sünnetini düşünüp, kendisi için tekbir almakta olduğu bu kılacağı namazın, ikindinin sünneti olduğuna içinden veya diliyle karar vermesidir.”
Dîn, Allah'ın dini olmaktan çıkarılmış, her önüne gelen din ve ibadetlere kendince bir şeyler eklemiştir. Oysaki Allah, açığı ve gizliyi, zihinlerdeki düşünceleri bilir. Bu gibi şartlar, Allah'ı hakkıyla tanımamaktan ileri gelmektedir. Bu şartlar, kulları şekillere esir ederek gerçek duadan uzak tutmaktan başka bir işe yaramaz.

BAŞLANGIÇ [İFTİTAH] TEKBİRİ
Bu şart, İlmihal kitaplarında, “Namaza, Allah'ın yüceliğini bildiren bir kelime ile başlamak, namazın şartlarındandır” şeklinde tarif edilmiştir.
İşin aslı, niyazda bulunacak kişinin, zihinsel olarak tazarruya hazırlanması ve başlamasıdır. Kul, tazarruya, önce kendini psikolojik olarak hazırlamalıdır.
Günlük hayatta insanlar kılık-kıyafetlerini, görüşecekleri kimsenin kimliğine göre seçerler. Görüşülecek kişi sıradan birisiyse, görüntüye pek önem verilmez. Ama önemli biri ise, o zaman özene bezene hazırlık yapılır.
İşsizin işverene, hastanın hekime, suçlunun hâkime, borçlunun alacaklıya karşı tutumunu düşünün, sonra da kimin huzuruna çıkacağınızı düşünün:
O ki, yaratan; yaşatan; söz-fiil ve düşünceleri işiten, gören ve bilen; her isteyene istediğini veren, her şeyin, cennet ve cehennemin sahibi olan, suçluları affeden, yardım edecek olan, bağışı sınırsız olan, acıyan, terbiye eden, kahreden ve huzuruna çıkılacak ve hesap soracak olan Allah'tır.
Hakikatte Allah bize şah damarımızdan yakındır ve her an bizimle beraberdir. Ama lütuf buyurmuş, bizim Kendisine niyazda bulunmamızı istemiş. Öyleyse bu randevu çok önemlidir, çünkü Rabbimizle buluşacak, O'nun tüm sıfatlarıyla tecelli ederek bizi kuşattığını hissedecek, aklımızı-fikrimizi buna odaklayacak, azameti karşısında el pençe divan duracak ve “Allahu ekber (Allah her şeyden büyüktür)” diyeceğiz.

Konsantrasyon nasıl SAĞLANIR?
Burada, psikoloji biliminde de, “Bir ferdin, neyi gözleyeceğine dair bir seçme faaliyeti” olarak tanımlanan “dikkat” konusu ön plana çıkmaktadır. Öyleyse, samimiyet ve tazarru için namazda dikkati dağıtan iç ve dış faktörleri uzaklaştırmak, dikkati celbeden iç ve dış amilleri de oluşturmak gerekir. Şöyle ki:
Önce amaçladığımız şeyi belirlememiz ve onu diğer şeylerden ayırıp ilk sıraya koymamız gerekir. Duaya başlayacağımız zaman diğer iş ve ihtiyaçlarımız geri plana itilmelidir.
Fıtratı gereği insan, duyduğu, gördüğü, dokunduğu, kokladığı ve tattığı her şeye ilgi duyar ve akıl yürütür. Onlarla ilgili olumlu-olumsuz birçok düşünce üretir. Onun için, dua ederken, namaz kılarken, bir şey duymamalı, dikkat çekici bir şey görmemelidir. Namaz kıldığı yer sakin ve sade olmalıdır. Özellikle önünde ve namaz kıldığı yerin zemininde renkli, motifli, desenli halılar, seccadeler, duvarlarda yazılar, süslemeler, kilise çanı gibi dan dan vuran saatler bulunmamalıdır. Namaz kıldığı yer bir sanat galerisi niteliğinde olmamalıdır. Sakin bir yerde olup değişik seslerden, gürültü ve patırtıdan uzak durmalıdır.
Müslümanlar evlerinin bir noktasını namaz için tahsis etmeli, bu mekânda sık sık değişiklik yapmamalıdır. Zira insan her gördüğü yeni şey için de fikir yürütür, namaz kılarken zihni Allah'tan başka şeylere yönelir. Dolayısıyla dikkati dağılır, hudû ve tazarruu bozulur. Oysa alıştığı ve âşina olduğu eski şeyler dikkatini fazla dağıtmaz.
Toplu, cemaat halinde namaz kılmaya gayret etmelidir. Birlik ve beraberlik içindeki hazırlık da hudu’ ve huşu’ oluşmasına yardım edecektir. Safta durmak insanın psikolojisini etkiler. Zira namaz safında, insanlar arasındaki zenginlik-fakirlik, şahlık-gedalık, âlimlik-câhillik, gençlik-ihtiyarlık, dil, ırk, makam ve mevki farkları yok olur. Kral ile hizmetçi, beyaz ile zenci vs. omuz omuza durur. Bunlar da hudû ve tazarrua neden olur.
Namaz kılınacağı zaman zihinsel birçok düşünce altında kalınacağı, onların da hudû ve tazarruyu bozacağı dikkate alınmalıdır. Bu bilince sahip olanlar, hazırlıklı olduklarından kolay kolay dikkatleri dağılmaz.
Dikkatin dağılmamasını temin eden bir yol da şudur: Namazda okunan her kelimenin anlamı düşünülmeli, sözcükler yavaş okunmalı ve sözcük ile anlamı aynı anda düşünülmelidir. Bir kelimenin anlamı zihinde canlanmadan diğer sözcüğe geçilmemelidir.
Namaz kılarken Rasûlullah Efendimizin de önerdiği gibi göz yere kapanılan yere odaklanmalıdır. Çünkü duyular bir yere yoğunlaştığı zaman diğer duyular zayıflar dış âlemden etkilenmez.
“Kıraat” bahsinde açıkladığımız gibi namazda sadece dua yapılmalıdır. Mümkünse Kur’an’daki dua içerikli ayetler duaya uyarlanmalıdır. Dua ederken ayet okumak özellikle de kıssa âyetlerinde zihin târihin derinliklerine, ahkâm âyetlerinde de sosyolojik düşüncelere dalar; namaz, dua ve niyaz olma esprisini kaybeder, târih ve sosyoloji dersine dönüşür.
En önemlisi de, biz Allah'ı görmüyorsak da O şüphesiz bizi görüyor. Öyleyse O'nu görüyormuş ve önünde dururmuş uzcasına namaz kılmalı, dua etmeliyiz.
Gerektiğinde bir psikologdan destek almalıyız. Bu hususu ciddiye alıp sorun haline getirmeliyiz. Zira bu, basit takıntı ve saplantılardan daha önemlidir.
Bu içtenliğin temini şüphesiz zordur, ama mümkündür. Sadece devamlılık ve çaba ister. Allah yardımcımız olsun!
Zihnimizi gıllıgıştan arındırıp kendimizi hazırlayınca:
ALLAHU EKBER!
Allah her şeyden büyüktür!
Bu noktada bilinçli olmak gerekir. Allah nelerden, hangi şeylerden büyüktür?
Allah;
Sahte ilâhlardan, yapay tanrılardan,
Maldan, mülkten, çıkardan, tutkudan, paradan, puldan, kadından, kızdan, çocuktan, aşktan . . . daha büyüktür.
Namazın başlangıcında içtenlikle bu ilan yapılırken, hareketlerle de bu desteklenir. “Allahu ekber” derken eller baş hizasına kaldırılarak Allah'ın dışındaki her şey elin tersiyle arkaya atılır.
Kulun Rabbine niyaza bu şekilde başlaması, niyazının bilinçli, samimi olması ve Allah tarafından karşılık alınabilmesi için önemli bir adımdır.
Kul Allah'ı büyükle dikten sonra, Rabbine karşı bir nevi selâmlamaya geçer:
Sübhanekellahümme ve bihamdike ve tebarekesmüke ve teâlâ ceddüke ve lâ ilâhe gayrüke [Allahım! Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Ve Seni hamdinle tesbîh ederim. Ve Senin adın mübarektir. Ve Senin şanın çok yücedir. Ve Senden başka ilâh diye bir şey yoktur].
Bu metin, çok güzel bir metin olmasına rağmen olmazsa olmaz bir kural değildir. Bu, Rabbimizi ululamak açısından bu aciz kula ait bir görüştür. Herkes Rabbini kendi kavrayışına göre ta’zim ve tekbir edebilir ve aslında öyle de olmalıdır. Bunlar kurallaştırılamaz.

AYAKTA DURMAK
Bu şart İlmihal kitaplarına, “Bir özrü olmayan mükellefin farz ve vâcib olan namazları ayakta kılması da farzdır. Nafile namazları ise ayakta kılmak şart değildir, oturarak da kılabilir, ancak sevabı daha az olur” şeklinde girmiştir.
Tazarrulu duada; namazda kıyam [ayakta durmak], tazarru [Allah huzurunda sürekli alçalma] kapsamında ele alınmalıdır. Kul yüce huzurda kral huzurunda uşak gibi olmalı, emre hazır bir asker gibi “hazır ol” duruşuna geçmelidir.
Namazdaki bu kıyam, yalnızca bir şekil değildir. Kul, Allah'ın huzuruna tam bir teslimiyet, derin bir alçak gönüllülük, bir saygı anlayışıyla çıkar, çıkmalıdır. Yeryüzünde nice insanlar kibirle başlarını yukarı kaldırır, büyüklük taslarlar, namaz kılan kimse ise başını Allah'ın önünde eğer, sakin ve vakarlı bir şekilde O'nun önünde dikilir. Bu kıyam, Allah'ın dışında her şeyin bir tarafa atıldığı bir buluşmanın başlangıcıdır. Müslüman sadece ibadet için Allah'ın huzurunda ayakta dikilir.
Bunun bir diğer adı da “kunut”tur. Kunut, namazın önemli özelliklerindendir. Kunut, “itaat, saygı ve sakinlik” anlamlarını ifade eder. Bu anlamıyla kunut, “Allah'a karşı saygıdan dolayı alçak gönüllü olarak uzun süre ayakta durmak ve O'na yakarmak” tır.
Bu pozisyonda neler yapılmalıdır?

KUR’ÂN OKUMAK [KIRAAT]
İlmihal kitaplarında, “Farz namazların ilk iki rekâtlarında Kur’ân-ı Kerîm'den bir parça okumak da farzdır. Dolayısı ile bu farzın yerine gelmesine yetecek kadar Kur’ân âyetini ezbere bilmek de farz olmuş olur. Bu farz, Kur’ân'ın neresinden olursa olsun, üç kısa âyet okumakla yerine gelmiş olur” şeklinde yer alır.
Bu anlayışa, “…O hâlde Kur’ân'dan kolay geleni öğrenin-öğretin! Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O hâlde ondan kolay geleni öğrenin-öğretin! … (Müzzemmil/20) âyeti kanıt olarak ileri sürülür.
Oysaki bu âyetin namaz ile alakası yoktur. Bu âyette, mü’minlerin Kur’ân çalışmaları, dinlerini Kur’ân'dan öğrenmeleri istenmektedir
Konumuz, din dersi olmadığından, namaz süresince Kur’ân âyetleri okunmayıp, gönülden niyazda bulunulmalıdır. Kur’ân'daki dua içerikli âyetler, dua formatına uyarlanarak namazda kendi niyazımız olarak Rabbimize arz edebiliriz. Örneğin;
Felâk ve Nas Sûreleri, başındaki “De ki” ifadeleri kaldırılarak; “Yarattığın şeylerin kötülüğünden ve çöktüğü zaman karanlığın kötülüğünden ve düğümlere tükürüp üfleyenlerin/sözleşmelere uymayanların kötülüğünden ve kıskandığı zaman kıskananın kötülüğünden çatlamaların Rabbine; sıkıntıları ortadan kaldıran Allah'a sığınırım. Gözükmeyen varlıklardan, bilinen varlıklardan; hepsinden, insanların akıllarında kötülük fısıldayan sinsi düşmanın kötü fısıltılarının kötülüğünden, insanların ilâhına, insanların hükümdarına ve insanların Rabbine sığınırım.” şeklinde söylenebilir.
Fıkıh bilginleri, Rasülüllah’ın her namaz kıldırışında “Fâtiha Suresi” diye adlandırılan yedi ayeti okumasından dolayı namazda Fâtiha Sûresi'nin okunmasının, farz ya da vâcib olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Bununla birlikte, namazda Fâtiha'nın tek başına okunması yeterli görülmemiştir. Buna, kısa bir sûre daha ilave etmenin lüzumu ileri sürülmüştür.
Mushaf'ın son sûreleri olan Fil, Kureyş, Mâûn, Kevser, Kâfirûn, Nasr, Tebbet, İhlas ve Muavvezeteyn sûrelerine, “Namaz sûreleri” adını vermişlerdir. Müslümanlar mektep ve medreselerinde çoluk-çocuklarına bu adla öğretir, ezberletirler. Oysaki bu adlandırma yanlıştır; Kitap ve sünnette dayanağı yoktur.
Namazın dindeki hakiki anlam ve uygulamasını izaha çalıştığımız için kıraat konusunu da Kur’ân açısından ele almamız gerekir:

NAMAZDA NELER OKUNMALIDIR?
Bu sorunun cevabı, yapacağımız ibadetin adında, yani namaz/niyaz sözcüğünün içinde mevcuttur. Namaz'ın anlamı, “sürekli alçalarak Allah'a yakarış” olduğuna göre, namazda Rabbimize hitabımız, yakarışımız, kulluğumuzu arz edişimiz dua ve niyaz ölçüleri içerisinde olmak durumundadır.
Dua ve niyazda, tüm gönlümüz, dilimiz ve bedenimiz ile yakarıştayız. O zaman kıssa anlatan veya hukuki hükümlerden, savaştan, savaş hükümlerinden ya da hayız-nifas ve cinsel ilişkiden bahseden âyetler, bulunduğumuz konuma uygun düşmez. Bu durumda namaz, dua ve niyaz olma esprisini kaybeder, târih, hukuk ve sosyoloji dersine dönüşür, dikkat dağılır, samimiyet ve yoğunlaşma kalmaz.
Bu konulara ait ayetlerin okunacağı ortamlar ve zamanlar başkadır.
Rasûlullah'ın mescit ve musallalarda okuduğu Kur’ân âyetleri, namaz kapsamında olmayıp salât kapsamındadır ve toplumu eğitip aydınlatmaya yöneliktir. Salat, namazla karıştırıldığı için “Rasulullah’ın Kur’an ayetlerini namazda okuduğu” şeklindeki kabulleniş yaygınlaşmıştır.

EĞİLMEK
Geleneksel kabul de bu şart, “Rükû, eğilmek demektir. Namazların her rekâtında en az eller dizlere ulaşacak kadar eğilmek farzdır. Rükû, mükemmel şekliyle baş ile göğüs yere paralel oluncaya kadar eğilmekle olur. Yalnız bu, erkek içindir. Kadın ise sadece elleri dizlerine ulaşacak kadar eğilir” diye açıklanır.
Aslında Kur’ânda geçen “rükû”, sözcüğünün namazdaki eğilmek ile alakası yoktur. Namazdaki eğilme, normal duayı, namaz şekline sokan tazarru ifadesinin bir başka aşamasıdır. İnsanoğlu zaman zaman sapıtmış, putlara, ceberut yöneticilere, tağutlara ya da çıkar sağlamak için birilerine boyun eğmiş, bel bükmüştür. Kısacası Allah'ın astlarının önünde eğilmiştir. Hâlbuki akıllı insan, sadece Allah'ın karşısında bunu yapar ki bu, Allah'ı büyük tanımanın bir göstergesidir.
Namazda eğilmek, saygı ve alçak gönüllülüğü yansıtır. Mü’min kulun Rabbine hürmetinin, O'nun karşısında küçülüşünün bir ifadesi ve aşamasıdır. Saygısından dolayı Rabbinin önünde eğilerek iki büklüm olur, böylece O'nun büyüklüğünü kabul eder. Allah'tan başka hiç kimsenin, hiçbir makam ve çıkarın önünde eğilmek mü’mine yakışmaz. Çünkü böylesine bir hürmet, ancak Allah'a yapılır. İnsanın böylesine küçülmesi, acizleşmesi ancak Allah'a karşı olabilir. Allah’ın huzurunda böyle eğilmek, şüphesiz ki mü’minler için son derece önemli bir iman borcu olup mü’min olmanın nişanesidir.
Namaz kılan mü’min, kıyamda Allah'a hamd ettikten sonra, Allah'tan dilediği şeyleri ister, niyazda bulunur. Sonra, Allah sanki kendisine, “Hep istek olmaz. Biraz da içini-dışına vur. Bir evvelki namazından bu ana kadarki sürede yaptıklarını göz önüne getir hesap ver” der. Kul, olan-biteni, yaptıklarını bir bir düşünür. Bunca nimet ve lütfa karşı yaptığı nankörlükler gelir aklına. Mahcup olur, utanır. Huzurda durmaya bunca nimetleri verenin yüzüne bakmaya yüzü olmaz ve beli bükülür.
Hemen, tekbir: Allahu Ekber [Allahım! Sen her şeyden .. . büyüksün]
Beli bükükken de niyazını sürdürür. Terk edilmemeyi, yardım edilmeyi diler, Sübhane rabbiye'l-azîm [her türlü noksanlıktan münezzeh Rabbim Sen çok büyüksün] der.
Peygamberimizin bu konumda çeşitli dualar yaptığı nakledilir. Bunların hemen tamamı Allah'ı ululamak, O'nun azametini dile getirmeye yönelik ifadelerdir ki biz bunu bugün, Sübhane rabbiye'l-azîm [her türlü noksanlıktan münezzeh Rabbim Sen çok büyüksün] diyerek ifade ediyoruz. Bu tesbîhi kaç kez söyleyeceğimize gelince, içinde bulunduğumuz halet-i ruhiyeye göre bu değişebilir; 3, 5, 500, 5.000. . Bu, sevdiğimiz, hayran olduğumuz bir kimseyle ne kadar süreyle kalmak istediğimize bağlıdır.
Ayrıca bu konumda iken de Rabbimize her türlü duayı yapabiliriz; her ne isteyeceksek isteyebiliriz.
Kul belini bükmüş halde bu halet-i ruhiye içerisinde iken sanki Allah, “Kalk, başını kaldır, karşımda dik dur!” der.
Kul başını kaldırır ve şöyle der: Semiallahu limen hamideh [Allah, Kendine hamd eden kuluna kulak verir/dikkate alır/onun isteklerini kabul eder].
Fakat kul, Allah'ın istediği gibi yaşamadığından, öyle bir Rabb’e yaraşır bir kul olamadığından daha da çok utanır. Ayakta duramaz. Bu defa yüz üstü düşer, yere kapanır: Allahu Ekber!

YERE KAPANMA

Klasik anlayışta bu şart şöyle açıklanmıştır: “Namazın ana bölümlerinden biri de secdedir. Secde, Allah'ı ululayarak alnı yere koymaktır. Bu kadarı farzdır. Alınla beraber burnun da yere değmesi, ellerin de yere konması vâcibdir, yani secdenin tam ve mükemmel olması için gereklidir. Secde edilen yerin temiz ve katı olması gerekir; pamuk, kar, saman gibi yumuşak olup yerin sertliğini duyurmayan şeyler üzerine secde yapılmaz. Ayrıca secde yeri, ayakların basıldığı yerden yarım zira'dan [20- 30 cm.'den] yüksek olmamalıdır.”
Secde, “Kişinin bilinçli olarak bir başkasına –kendisinden daha güçlü olduğunu kabul ederek– teslim olması, boyun eğmesi, onun otoritesi dışına çıkmaması” demektir. Kur’an’da geçen “secde” ifadelerinin namazdaki yere kapanma ile ilgisi yoktur.
Namazda yere kapanılması, tazarrunun; Allah’a karşı zillet gösteriminin bir başka aşamasıdır. Allah'ı tazim ve O'na itaat etmenin en iyi göstergesidir. Bu durum aslında bir sürüngen gibi yere yamanarak ve baş semaya dikilerek yapılır. Bu günkü secde adıyla yapılan bir takım özellikler ile yapılan davranış, Allah’a karşı tazarru sunuşu tam olarak ifade etmemektedir.
Allah'tan başkasının önünde kesinlikle yere kapanılmaz. Allah'tan başkasının huzurunda yere kapananlar, önünde yere kapandıkları varlığı tanrı edinmiş olurlar. Birinin karşısında yere kapanan kişi, ona karşı sınırsız bir saygı duyuyor, onu en yüce olarak tanıyor ve ona derin sevgi duyuyor demektir. Çünkü yere kapanma, insanın kendisini en aşağı, en küçük, en güçsüz gördüğü bir hiçlik halidir.
Tarihte birçok zorba, insanları kendilerine ya da makamlarına karşı yere kapanmaya zorlamış; onların kendilerine teslimiyetlerinden ve boyun büküşlerinden zevk almışlardır.
Allah'a samimiyetle inananlar, Allah'ın dışında hiçbir varlığın, makamın, çıkarın, gücün önünde boyun eğmez ve yere kapanmazlar. Başlarını dik tutarlar, haysiyet ve şereflerini koruyup, zorbalar karşısında onurlarını rencide etmezler. Allah'ın karşısında yere kapanmayanlar ise kibirli, burnu havada olan kimselerdir. Onlar Allah'a karşı yere kapanmayı gururlarına yediremezler, ama çıkarın, makamın ve zorba yönetimin önünde eğilirler; küçücük bir menfeat için süklüm-püklüm olurlar.
Yere kapanma ameliyesinin toprağa yapılması daha anlamlıdır. Çünkü toprakla insanın birleşmesi tazarru ve tevazuun, hiçliğin en güzel göstergesidir. İnsan, toprak misali kendini Rabbinin karşısında küçültürse, en büyük makama: Allah'a yakınlaşır.
Yere kapanmış halde iken kul, Sübhane Rabbiye'l-a‘lâ [Ey, her türlü noksanlıktan münezzeh Rabbim! Sen yüceler yücesisin, Sen, en yüce olansın] der.
Secdenin süresi ve bu konumda iken yapılacak niyazların miktarı kişinin takdirine kalmıştır.

SON OTURUŞ
Bu şart da İlmihal kitaplarında, “Kıldığı namaza göre son rekâtın bitiminde tahiyyât okuyacak kadar oturmak da farzdır. Tahiyyâtı okumak ise vâcibdir” şeklinde zikredilir.
Hâlbuki Kur’ân'da, namazda oturmayı ve tahiyyât okumayı emreden bir âyet yoktur.
Kul yere kapanıştan sonra oturur, bir müddet de oturarak, boynunu bükerek bu pozisyonda da Rabbine niyazda bulunur. Bu da Allah'ın huzurunda sürekli alçalmanın bir başka şeklidir. Bu niyazında da arzu ettiği yakarışı yapar, Allah'tan dilediğini ister.
Son oturuş ile ilgili olarak klasik kabullerde konulan kuralların tahlili:

TEŞEHHÜD/TAHİYYAT

Teşehhüd, sözlükte “şehadet getirmek” demektir. Bundan maksat, Kelime-i Şehadet denilen, Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasûluhu cümlesini söylemektir.
Terim olarak ise, namaz kılarken ‘ka’de’ denilen oturmada, içerisinde Kelime-i Şehadet'in de bulunduğu et-Tahıyyatu lillahi ve's-salâvâtu ve't-tayyibatu. . cümlelerini okumaktır.
Biz, klasik kabullerdeki içerisinde Kelime-i Şehâdet bulunan, et-Tahiyyâtu lillahi ve's-salâvâtu. . diye devam eden sözcüklerin tahlili üzerinde duracağız.
Önce tahiyyât'ın metnini aktaralım:
et-Tahıyyâtu lillahi ve's-salevâtu ve't-tayyibâtu es-selâmu aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve rahmetullâhi ve berakâtuhu es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasuluh.
Türkçesi:
Tahiyyât [dil ile yapılan karşılama övgüleri], salâvât [yapılan maddî ve manevî destekler] ve tayyibât [temiz mallar ile yapılan kulluklar] Allah içindir. Ey Peygamber! Selâm, Allah'ın rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun. Selâm, bizim ve Allah'ın sâlih kulları üzerine olsun. Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilâh/tanrı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın rasûlüdür.
Yukarıda, genel olarak dua'nın ne olup ne olmadığını, Allah'tan başkasına dua edilemeyeceğini, namazın da Allah'ın huzurunda sürekli alçalarak niyazda bulunmak olduğunu ve namazda iken muhatabın sadece Allah olduğunu ve olması gerektiğini açıklamıştık.
İşin gerçeği ve olması lazım geleni bu olmasına rağmen, tahiyyât metninde de görüldüğü üzere Müslümanlar, es-selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyi [sana selâm olsun ey Peygamber] diye namazda Peygamber'i de muhatap almakta ve ona da seslenmektedirler.
Arapça bilenimiz de bilmeyenimiz de namaz kılarken ağzından çıkanı kulağı duymuyor; ne dediğini ne okuduğunu bilmiyor.
Bugünkü kitaplarda yer alan Tahiyyât metni, İbn Mes‘ûd kanalıyla rivâyet edilenidir. Daha başka rivâyetler de vardır. Ama hepsinde de es-Selâmü aleyke. . [Selâm sana ey peygamber. .] ibaresi mevcuttur.
Bu ravilerin, konuya tevhid ve namazın esprisi açısından bakmadıkları anlaşılıyor.
Bir de ‘et-Tahiyyatü’ metnine daha bir kutsallık verenler var. Onların yazdığı senaryoya göre güya bu, Mirac'ta Allah ile Muhammed arasında geçen diyalogmuş. Şöyle ki:
Hz. Muhammed Allah'ın karşısına varınca selâm verir:
-- et-Tahıyyâtü lillahi vesalâvâtü ve't-tayyibâtü.
Allah da Hz. Muhammed'e karşılık verir:
-- es-Selâmü aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve rahmetüllahi ve berekâtuhu.
Hz. Muhammed sadece kendisinin esenlikte olmasına pek râzı olmayarak şöyle der:
-- es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdillahi's-sâlihîn.
Bu manzarayı izleyen Cebrâîl ve melekler de şöyle derler:
Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasûluhu.
İlk dönemde hiçbir kaynakta ciddi bir nakil olmamasına rağmen daha sonraları, –başta tarikatlar tarafından olmak üzere– malumat adı altında dilden dile dolaşan yakıştırmalar üretilmiş, bu yakıştırmalar son dönemdeki belirli eserlerde de yer almıştır. Örneğin: Said Nûrsî, Şualar, 6. Şua; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi; İsmâîl Hakkı Bursevî, Ruhu'l-Beyan, c. 5, s. 121.
Yapılan hatalar, sadece namazdaki tahiyyâtla sınırlı değildir. Cum‘a günleri öğleyin, kandil gecelerinde yatsı vakitleri ve cenazelerde minarelerden okunan salâda da aynı hatalar yapılmakta; es-Salâtü ve's-selâmü aleyke yâ rasûlallah [salât ve selâm senin üzerine olun ey Allah'ın Elçisi] diye seslenilmektedir. Asırlar evvel dünyadan irtihal etmiş olan Peygamber'e, sağmış ve yanımızda hazırmış gibi seslenilmektedir. Böylece Peygamberimize, beşer üstü bir sıfat yakıştırılmaktadır ki bu da şirke sürükler. Salâda da salât ve selâmı, tahiyyâttaki gibi gaybî olarak ifade etmek gerekir. Meselâ, es-Salâtü ves-selâmü alâ rasûlillah veya Allahümme salli ve sellim alâ muhahammed veya Eyyühe'l-mü’minûn sallû ve sellimû alâ Muhammed gibi.
Gelelim asıl konuya:
Kulun Rabbine karşı gösterdiği zillet halinin son aşaması, Oturarak da niyazda bulunmasıdır. Bu konumda iken de kul istediği gibi, gönlünden geçenleri Rabbine arz edebilir.
Geçmişte Müslümanlar bu konumda Salli ve Barik duaları diye meşhurlaşan ifadeler ile niyazda bulunmuşlardı.
Bu dualar, genellikle salavâtı şerife adıyla bilinir. Salavât kavramı da maalesef yozlaştırılmış, dini mecrasından çıkarılmış bir kavramdır. “Salavât”, “destek olmak, yardım etmek”, “Teslim” de “güvenlik sağlamak” demektir. Salli, barik dualarında da:
“Allahümme salli ve sellim alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed. Kemâ salleyte ve sellemte alâ İbrahim ve alâ âl-i İbrahim. İnneke hamidün mecidün.”
“Ey Allahım!
Muhammed’e ve çevresindekilere yardım et, destek ol. Onların güvenliklerini sağla! Tıpkı İbrahim ve yakınlarına destek olduğun, yardım ettiğin ve güvenliklerini sağladığın gibi. Şüphesiz sen, Hamîd ve Mecîd’sin.”
Görüldüğü üzere, Yüce Rabbimizden namazlardaki son istek, kendileri için bir istek değil, dini yayan peygambere ve onun yardımcılarına destek, yardım ve onların güvenliklerinin sağlanması. Dinin yücelmesi ve yayılması.
Rasulullah ve yakınları bugün aramızda yoklar ve muvazzaf değiller. Onlar için yardım, destek istemenin bir anlamı yok. Öyleyse onların görevini yürütenler için edelim son duamızı.
Mesela:
“Allahümme salli ve sellim alâ evliyâke ve ensârik. ve alellezîne yücâhidüne fî sebîlik. Kemâ salleyte ve sellemte alâ muhammedin ve alâ âl-i muhammed.Ve kemâ salleyte ve sellemte alâ ibrâhîm ve alâ âl-i ibrâhîm. İnneke hamîdün mecîd.”
“Ey Allahım!
Yakınlarına, yardımcılarına (Dinin yayılması için gayret eden muttakilere) ve senin yolunda çırpınanlara/çaba harcayanlara yardım et, destek ol, onların güvenliğini sağla. Tıpkı Muhammed ve yakınlarına, İbrahim ve yakınlarına yardım ettiğin, destek olduğun ve güvenliklerini sağladığın gibi. Şüphesiz sen Hamid’sin, Mecid’sin.”

İsterseniz kişisel isteklerimizi de dile getirelim: Dertliysek deva, hastaysak şifa, borçluysak eda dileyelim.
İsterseniz Kur’ân uyumlu olarak:
“Rabbena âtina fiddünya haseneten ve fi-l âhireti haseneten. Ve gınâ azâbennâr. Rabbenağfirli ve livâlideyye ve lilmüminine yevme yegûmül hısâb! Bi rahmetike yâ erhamerrahımîn.”
“Ey yüce Rabbimiz!
Bize dünyada iyilik - güzellik ver. Ahirette de iyilik - güzellik ver! Ve bizi ateş azabından koru!
Ey Rabbimiz! Beni, anamı-babamı ve tüm müminleri, hesaba kalkılan gün bağışla! Sonsuz rahmetinle ey Merhametliler Merhametlisi!”
İsterseniz de başka isteklerde bulunalım. Sınır, sınırlama kesinlikle yok.
Rabbimiz yardımcı olsun.
Ayrılış, veda anındaki niyazımız:
Artık ayrılacağız. Başlarken, Rabbimize karşı, tespih ve tahmid etmiştik. Yani “Sübhanekellehümme ... ve Elhamdülillahi rabbil Alemin...” demiştik. Şimdi de ayrılış hitabı yapıyoruz:

“Ettehıyyatü lillahi,
Vessalavâtü,
Vettayyibat.

“Dil ile yapılan kulluklar,
Beden ile yapılan kulluklar,
Mal ile yapılan kulluklar Allah içindir.”

Not: Bilinen “Ettehıyyatü ....” veda sözcüklerini bu kadarla; yukarıda verdiğimiz kadarıyla bitirilmelidir. Ve Arapçasının anlamını bilmeyenler, Türkçe olarak bilinçli ve samimi olarak söylemelidir.
Tazarrulu duamızı bir kez daha yapalım. Buluşma şimdilik burada bitti. Artık işimize gücümüze bakalım, rabbimizin lütfettiği nimetlerin peşine düşelim. Ve aşkla, şevkle diğer başka niyaza hazır olalım.
Kul, tüm zillet aşamalarında yüzünü, gözünü semaya yöneltmelidir. Büyüklerin huzurunda, gözün büyüğün dışında bir yerlere yönelmesi, ciddiyetsizliğin, samimiyetsizliğin, lakaytlığın göstergesidir.

NAMAZ KAÇ REKÂT OLMALIDIR?


Kur’ân'da namazın kaç rekât olduğu yer almaz. Bunu, niyazda bulunan kişiler, psikolojik durumlarına göre yaparlar. Namaz; zillet göstererek yapılacak yakarışlar, tekbirden oturuşa uzun süreli olabileceği gibi, şekilciliğe düşmemek şartıyla kısa süreli de olabilir. Burada önemli olan yoğunlaşmanın bozulmadan yapılacağı süredir.
Ayrıca bu niyazda, konu ettiğimiz aşamaların hepsini yapmak da gerekmez. İmkân ölçüsünde ortama göre birkaçı yapıldığı zaman da tazarru yerine gelmiş olur.
Kur’an’ın mesanilik (ikişerlilik, katmerlilik) özelliği ve Rasülüllah’tan tevatüren bize ulaşan uygulamalar dikkate alındığında Rabbimize karşı tazarrulu duayı ikilemek en iyi yoldur. Eğer bunu rekat adıyla ifade edeceksek her tazarrulu duanın; namazın en az iki rekat olması çok makul olur. Bundan sonrası Tatavvu; gönülden, zorunlu olmadan yapılanlardır. Nitekim Rasülüllah toplu kıldırdığı namazların iki rekat göstere göstere, açık açık sesle yapmış ikiden sonrasını (akşamın bir rekat, yatsının iki rekatı)ise gizlice yapmıştır. Zira farzın riyası olmaz, nafilede ise riya söz konusudur. Buradan Rasülüllah’ın da namazları ikişer rekat kıldığı ve kıldırdığı açıkça anlaşılır. Öğle ikindi ise Kur’an’a göre salat vakti olmadığından bu vakitler yapılan ve sabah, akşam ve yatsıda sünnet adıyla yapılan tazarrulu dua; kılınan namaz tatavvu olduğundan sessiz uygulanır.
Rasülüllah toplu namazı genellikle salat vakitlerinde ve salatın icrasından önce yapmıştır.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere dua; hudû [eğilmek, bükülmek, küçülmek ve tam teslim olup itaat etmek, sözü yumuşatmak, kibar, tatlı söylemek; tevazu göstermek] ile namaz da tazarru [sürekli alçalma] ile yapılmalıdır. Bunlar, en önemli özelliklerdir. Hûdû ve tazarru, şekilciliğin bilince ermesidir.
Namazın mahiyeti ve nasıl kılınacağı, hudû ve tazarru yönünden bilinmediğinden, namaz kılanların sayısı azalmıştır. Profesyonel namaz kılanlar ve imamlar türemiştir. Ruhsuz kılınması sebebiyle namaz anlamsız hareketlere dönüşmüş, kılanların da namazı niçin kıldıkları tartışılır ve merak edilir olmuştur.

NAMAZIN CEMAATLE KILINMASI:

Yukarıda “cemaat” kavramını ve İslâm'daki yerini açıklamıştık. Müslümanların cemaat olmalarının en güzel örneklerinden biri topluca namaz kılmalarıdır. Cemaatle namaz, İslâm cemaati olmanın temeli olup cemaat olma bilincini kazandırır. Toplu uygulamalarda, insanlar, düşüncelerini Allah'a doğru yükselterek adale ve uzuvlarını dinlendirme, zihinlerinin gerginliğini giderme, fikirlerini billurlaştırma ve medeniyetin ezici bir yük haline getirdiği çetin hayata tahammül kuvvetini kazanma imkânını bulabilmektedir.
Cemaat düzeni, bir eşitlik ve kardeşlik düzenidir. İslâm toplumunda soylular, seçkinler sınıfı yoktur; hiç kimse diğerinden üstün değildir.
Mescidde toplanan Müslümanlar, Kur’ân'ı en iyi okuma, dini en iyi şekilde yaşama, takva, yaş gibi özellikleri göz önüne alarak aralarında, en uygun olan kişiyi “namaz imamı” olarak seçer ve onun arkasında saf tutarlar. İmamın işaretleriyle (bir nevi komut ki tekbir ile yapılır) tazarru aşamalarını gerçekleştirirler.
Cemaatle namazdaki imaj, Müslümanların oluşturması gereken toplum düzenine bir işarettir. Seçtikleri imam bile onlardan biridir. Sadece görevi gereği diğerlerinden bir adım önde durmaktadır.

NAMAZIN BOZULMASI

İlmihal kitaplarında, “Namazı bozan şeyler” başlığı altında yüze yakın davranışın namazı bozduğu yer alır. Bunların tümü, özünden uzaklaştırılıp sırf şekle hasredilen namaza ait şeylerdir. İlmihalciler, namaz kılanları, sürekli düşme korkusu taşıyan ip üstündeki cambaza dönüştürmüşlerdir. Namaza duran kişi, “namazım ha bozuldu ha bozulacak” derken aklında ne Allah kalır, ne niyaz kalır ne de yoğunlaşma kalır.
Kur’ân'daki namaz ise ya icra edilir, ya icra edilmez; icra edildiği zaman da kesinlikle bozulmaz. Çünkü İslâm'daki namazın bozulacak bir yapısı yoktur.

KAZA NAMAZI
Kazanın tarifi
Kaza, “herhangi bir mazeret dolayısıyla vaktinde yapılamayan ibadetin, vakti çıktıktan sonra başka bir vakitte yapılması”dır.
Peki, vaktinde kılınmayan namazın kazası olur mu? Diğer bir ifadeyle; geçmişte kılınmamış namazlar kaza edilir mi? İşte bu konuda Müslümanlar, İslâm'ın tasvip etmediği yanlış inanç ve uygulamalar içindedirler. Toplumdaki bu yanlışın dinimizdeki doğru şeklini, ana kaynağımız Kur’ân ve onu en iyi anlayıp uygulayan Rasûlullah'ı dikkate alarak açıklayacağız.
Geçmişte kılınmamış namazların kazasına dair Kur’ân'da bir âyet olmadığı gibi, buna bir işaret de söz konusu değildir.
Kanaatimiz odur ki, bizim bu konuda sunacağımız görüş, hem din bilginlerince ortaya konulmuş görüşlerin bir hâsılası, hem de en doğrusudur.
Konuyla ilgili teknik açıklamalara geçmeden önce, kaza namazı kılacak bir Müslüman portresi çizmekte fayda vardır: Anadan doğma Müslüman, ekserisi hacı-hoca çocuğu, sağlıklı, genç, dinamik, aklı başında, vakti bol, ama kırkına kadar namaz kılmamış, belki bayramdan bayrama veya Cum‘adan Cum‘aya kılmış. Şimdi geçmişte kılmadıklarını kılıyor.
Yukarıda verdiğimiz kaza tarifinde, “bir mazeret nedeniyle” ifadesi yer almaktaydı. Ne var ki, Kur’ân'daki âyetlere ve Peygamber'in bu âyetleri uygulamasına dikkat edilirse, akıl nimetinden yoksun olma hali; delilik, bunaklık, uyku dışında namaz kılmamaya herhangi bir mazeret veya ruhsat olmadığını görürüz. Aklı başında olan, kulluk bilinci bulunan mü’min, her zaman, her yer ve ortamda duasını ve tazarrulu duasını yapabilir. Netice itibariyle, hiçbir şey duaya ve namazı kılmaya engel değildir. Diğer bir deyişle, namaz kılmama hususunda; iş-güç, alış-veriş, işçilik-patronluk, yolculuk, esirlik, askerlik, savaş, hastalık, hayız, nifas, dermansızlık, ihtiyarlık, mal-mülk, çoluk-çocuk, yersizlik-yurtsuzluk, kirlilik vs. mazeret sayılamaz; mükellefiyeti düşüren sebepler [uyku, unutmak, bayılmak, bunamak, delirmek] olmadan, hiç kimse namazı terk edemez.
Zikri geçen bilinçsizlik halleri ortadan kalktığında kişi, namaz kılmakla mükellef olur. Yapılmamış, yapılamamış görevlerin akıbeti Allah'a bırakılır. Kula düşen kusurları için Allah’tan bağışlanma dilemektir.
Kılınmamış namazları, Allah'a ödenmemiş bir borç kabul edip sonra da topluca kılıverip, ‘ben namazlarımı kaza ettim, namaz borcum yok’ gibi ödeşme mantığı, namazın farz oluş gayesine ve esprisine de aykırıdır.
Bu açıklamalarımız yanlış anlaşılmamalı ve başka mecralara çekilmemelidir. İnsan çetele tutmadan, Allah'ın rızasını kazanmak ve O'nu memnun etmek için (borç alış-verişi, ödeşme düşünmeden) bol bol dua etmeli, namaz kılmalıdır. Namazsız geçen dönemleri için de Allah'a çokça istiğfarda bulunmalıdır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyibilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 27. October 2011, 11:01 AM   #40
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Sayın Dostum, dost1.

Size bu şekilde hitap ile başlamam, burada yazacaklarımı bir dostun lafları olarak algılamanız içindir.

Hani bir firmayı telefonla ararsınız da karşınıza monoton veya güzel bir ton ile bir bayan sesi çıkar da; ''falan için 1'e....,filan için 2'ye......,fişmekan için 3'e......basın'' der ya, işte tıpkı onun gibi gibisiniz:
''...............şuraya bakar mısınız.'' (tıklayın)
''...............sorunuzun cevabı şurada'' (tıklayın)

Sayın Halil Ay.
Hangi sene idi hatırlayamıyorum. İsteğim üzerine Sayın Hakkı Yılmaz ancak o güne kadar basılabilmiş olan ilki yeşil ikincisi mavi renkli İşte Kur'an adlı eserinin ilk iki cildini bana göndermişti. Bilgisayarda yer aldığından ve devamını da kendisi bana göndermediğinden yüzsüzlük edip gerisini istemedim.
Bilgisayarımdaki pencerelerden başta geleni de ''İşte Kur'an Sitesi''. Dabbet-ül arz'ı, Mele-i Âla'yı, Sultan'ı, Cinn'i, Kadir gecesini ....v.s.'yi oradan öğrendik.
Bu site bize el kitabı görevi görmekte. Bu site olmasaydı ''eskilerin orucu'' İşaya Peygamberin orucunu öğrenemezdik, oruçla Bakara-177. ayeti birleştiremezdik.
Bir şeye takıldığımızda oraya da baş vurmaktayız. Çünkü Arapça'ya vakıf değiliz.
*******************

''Üç soru'' yazımda gene ''buraya bakar mısınız''la beni gene üç sayfa evvel bir arkadaşı gönderdiğiniz yere ışınladınız.

Birinci sorum Maide-95'te sizin verdiğiniz mealde ''siz dokunulmaz iken(hac görevini sürdürürken)'' ifedesindeki ''dokunulmaz''lık nedir?; dayanağı nedir? Acaba sırf haccı kastetmek dahi insanları dokunulmaz-kutsal mı yapıyor? Bir paye mi veriyor? idi.
Araştırma yapmamı istediğiniz yerde dayanağı bulamadım. Denen şu idi: ''Literatüre göre...''

Orada birbirini tamamlayan 2 ve 3. sorularıma da cevap olacak bir şeye rastlamadım.

Bunun için bir zamanlar sizin de yazdığınız bir siteden bir alıntı yapayım (İstenirse alıntının kaynağını açıklayabilirim) belki -Yanlış; veya -Doğru; dersiniz.
**************

İşte alıntı:

''Herşeyin hakkını tastamam bildiren rabbimiz acaba hayvanların hakkının gözetilmesini unutmuş olabilir mi ? Haşa

Maide 95- Ey iman edenler, ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ki, Kâbe'ye ulaşacak bir kurban olmak üzere buna yine içinizden iki adaletli kişi hükmeder; yahut (ceza olmak üzere) bir keffarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah daima gâliptir, intikam sahibidir.

Bu ayetin tercümesi aşağı yukarı bütün meallerde böyledir.Ayeti bu şekilde okuyan ne anlar.Hacda avlanmak yasak olduğunu deği mi?

Bir önceki ayete bakalım

94- Ey iman edenler! Allah sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla dener ki, gizlide kendisinden korkanları meydana çıkarsın. Kim bundan sonra saldırıda bulunursa onun için acı bir azab vardır.

Mekke'de ne elinizle ne de mızrağınızla ele geçirecek bir hayvan bulamazsınız. Konunun hacla bir ilgisi yok. Konu tamamen av hayvanlarına getirilen kısıtlamalardan yani belli zamanlarda av yasağından bahsediyor.

Çünkü bir sonraki ayette yine avla ilgili

96 - Size ve yolculara yiyecek olmak üzere, deniz avı ve onu yemek helal kılındı. Kara avı ise, ihramlı olduğunuz müddetçe size haram edilmiştir. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun

Bu ayette yine çarpıtma yapılmış ve dikkatler sanki hac esnasında avlanılamıyacağına/av yasağına çekilmiş. Çünkü ihram kelimesini okuyanlar o bildiğimiz hacda giyinilen peştemal zannetsin diye kullanmışlar.

Aslında doğrusu şu şekilde olmalıdır:

96 - Size ve yolculara yiyecek olmak üzere, deniz avı ve onu yemek helal kılındı. Kara avı ise, yasaklandığı müddetçe size haram edilmiştir. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun

Maide 95 de geçen ''kabe'' bildiğimiz Mekke'deki bina mı? Alakası yok. Allah kalkacak da iki tane putperest müşrikin kendi putları için inşaa ettikleri kara yapıya mı muhtaç olacak da kendi dinine dayanak yapacak. Yok öyle bir şey . Kur'an'da ya ''mescidi haram'' ya da ''beyti harem'' diye geçen de hiç bir zaman o putu ifade etmez.

İbrahim 37- "Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bir kısmını namazı(salatı) dosdoğru kılmaları için(İkâme etmeleri için), senin Beyt-i Haram'ının (beytikel muharrem) yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmını onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler.

Bakara 144- Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada şekilden şekile geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnut olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rabb'lerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir.

Peki öyleyse maide 95 teki kabe nedir ?

Maide 6 - Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve, iki bileğe (ka'beyn)kadar da ayaklarınızı mesh edin. Eğer cünup iseniz temizlenin. Hasta iseniz, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla mesh edin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor.

Peki öyleyse maide 95 de verilmek istenen mesaj nedir.

Bu ayette en dikkat çekici nokta ise şu cümledir.

''Ve entum hurumun''; sizin yasak kıldığınız.

Allah Teala burada insanlara verilen haram kılma yetkisinden bahsediyor.

Haydaa! Peygamberin bile haram kılma yetkisi yok, insanların nasıl olur şeklinde itiraz edeceğinizi duyar gibi oluyorum. Durun durun acele etmeyin

Kardeşler, teşri anlamda yani evrensel asla değiştirilemez haramları ne peygamberin nede hiç bir kimsenin koyma yetkisi yoktur. Ancak idari anlamda, velayet sahibi olan herkesin, Allahın haram kıldıklarına ters olmamak şartıyla haram kılma (yasaklama) yetkisi verdır.

Eğer bu anlamda bir yasaklama yetkisini insanların elinden alırsak, dünyada ne düzen kalır ne de intizam.Düşünsenize bir kere sizler çocuklarınızın menfaati için yavrucuğum şu saatten sonra dışarıda kalma şu şu işleri yapma diye yasaklamalar getirmiyor musunuz? Dolayısıyla çocuklara bu şeklide düzenlemeler getirirken müşrik mi oluyoruz?

Herkes kafasının estiği gibi davranmaya kalkarsa bu işin sonu nereye varır.Trafik kurallarını ( yasaklarını) nereye koyacağız. Onlar da insanların koyduğu haramlar değil mi? Allah'tan başka kimse yasak koyamaz mantığıyla hareket edersek, ve herkes canı istediği gibi araba kullanmaya kalkarsa üstelik, bir de sarhoş sarhoş, ortalık kan gölüne dönmez mi.?

Trafik kuralları olduğu halde, her gün onlarca kaza oluyor, insanların canı ve malı heder olup gidiyor. Yaptıkları suçları Allah'a fatura etmeye çalışan sapık kaderciler gibi ''ne yapalım kader böyleymiş'' mi diyeceğiz? Hele bir de hiç olmadığını düşünün.

Bu forumun bile kendine göre kuralları var. Olması da gerekli ve gayet normal.

Dolayısıyla peygamberin de bu anlamda haram kıldığı bazı şeyler olmuştur. Çünkü o aynı zamanda müminlerin hem devlet başkanı hem de savaş komutanı idi.

Mesela Hayber savaşında peygamberimizin eşek etlerini haram kıldığı rivayet edilir Düşünsenize bir kere.Ortam savaş durumu. O dönemde ise eşekler taşımacılıkta kullanılıyor Eğer ordu eşekleri yemeye kalksa o kadar yükü kim taşıyacak. Bundan dolayı da peygamber sırf savaş şartlarının gereği olarak geçici bir dönem için eşeklerin yenilmesini yasaklamış olabilir. Gayet de mantıklı. Yoksa peygamberimiz eşek etlerini ilelebet haram kılmış değildir.

Buraya kadar hiç bir sorun yok. Sorun peygamberin o dönem için yaptığı bu geçici yasaklamayı evrensel kılıp günümüze taşımak. Sapıklık bundan sonra başlıyor.

Dönelim konumuza

Geçenlerde bir arkadaş söyledi av hayvanlardan anlayan uzmanlar hayvanların yaşını ayak bileklerinden (kabeyn) tesbit ederlermiş.

Maide 94- Ey iman edenler! Allah sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla dener ki, gizlide kendisinden korkanları meydana çıkarsın. Kim bundan sonra saldırıda bulunursa onun için acı bir azab vardır.

Öyle av yapacağım diye rastgele hayvanlara saldırmak yok

Maide 95- Ey iman edenler, haram kıldığınız (dönemlerde) iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, içinizden adaletli iki kişi hükmederek (bilir kişi raporu)bileği (ka'beti) ölçü alınarak öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ; yahut bir keffarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah damia gâliptir, intikam sahibidir.

Maide 96 - Size ve yolculara yiyecek olmak üzere, deniz avı ve onu yemek helal kılındı. Kara avı ise, haram kıldığınız müddetçe (av yasağı süresince) yasaktır. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun.

İster istemez değinmek istiyorum. Şu Almanlar farkında olmadan tam kuranı yaşayan insanlar yaw. Burda değil kara hayvanını, balığı bile avcı kursundan aldığınız ehliyetiniz olmadan tutamıyorsunuz. Nesli tükenmeye giden hayvanların avlanması ise temelli yasak.
Hatta balık avlama ruhsatınız olsa bile öyle her cins balığı da avlayamıyorsunuz.

Geçende av ruhsatı olan bir Alman arkadaş anlattı.
Bir gün yine Rhein nehrine balığa gitmiş, oltasını atmış bir müddet sonra bir kaç tane balık gelmiş. Aksilik bu değilmi bir tanesi de avlanması yasak olan cinsten. Hemen oradaki bir sivil polis bunu yanına gelerek ''bu cins için ruhsatın varmı?'' deyince, O da yok demiş.

Polis de ''Ee, peki bu oltadaki balık ne?'' diye sorunca.

O da; ''istemeyerek oldu'' demiş

Polis; ''Derhal dikkatlice oltadan al ve yine derhal nehre bırak yoksa cezai işlem yapacağım'' deyince bizim Almanın dediğine göre eli ayağı korkudan birbirine karışmış, balığı oltadan kurtarıp tekrar nehre atıncaya kadar''.
***************

Sayın Halil Ay-dost1.
Cevap alamadığım sorularımı tekrarlasam ne dersiniz?

Site Arkadaşlarım.
Sizler ne dersiniz.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (22. November 2019 Saat 05:44 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
merdem (6. July 2013)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
göre, hacc, kurana, nasıl, olmalıdır


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:59 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam