hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HUKUK > Adalet ve Zulum > Adalet

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 9. May 2012, 10:43 AM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart ADALET ve RAHMET

''....................

Öncelikle şunu belirtmemiz gerekir ki, mademki adalet haksızlık yapmamaktır. Öyle ise adaletsizlik kötülük yapmaktır. Bu akılda kalacak en pratik tanımdır. Öyle ise insanların adaleti iyi tanımaları ve adil olmaları için, öncelikle iyilik ve kötülüğün bilgisine sahip olmaları gerekir. Kuran deyimiyle, hayrın ve şerrin bilgisine sahip olunması gerekir.

İnsan için bu olgu rüşt olarak tanımlanır. Kim ki rüştünü isbat etmiştir, doğruluğun ve eğriliğin bilgisine sahiptir. Ona dini açıdan hikmet verilerek hidayet edilmiş kimse denilir. Artık onun basireti açıktır. Doğruluğun, doğru yolun ne olduğunu bilen kimsedir.

İnsanlık tarihinde insanları yanlış yola sevk etmek isteyenlerin ilk yapacakları iş kavramların içini boşaltmaktır. Bunu, etimolojik anlamını kavramlaşma zeminini kaydırarak yaptıkları gibi, kavramın bütün lehçelerdeki anlamını vermeyerek ve gizleyerek de yaparlar.

.....................

Sözü iyi anlamak için söz konusu kavramın zıttının ne olduğunu bilmek gerekir. Adaletin zıttının kötülük yapmak olduğunu anladığımızda, adaleti kavramış oluruz. Şimdi bize, sosyal, siyasal, ekonomik anlamda hangi şeylerin kötülük olduğunu öğrenmek kalmıştır.

Acaba sınıflı bir toplumda yukarıda bulunanların aşağıdakilere hamilik yapmaya kalkmaları iyilik mi yoksa kötülük mü olduğunu öğrenmek için, siyaset, sosyoloji, ekonomi bilimlerinde uzmanlaşmamız gerekir.

Bu tür ilişkilere genellikle Hami-Mahmi(Koruyan-Korunan) ilişkileri denilmektedir. Monarşi bunun siyasi hamiliğine, feodalizm, oligarşi, aristokrasi ve en son Liberalizmi ekonomik hamiliğe örnek verebiliriz. Bunların, korunduğu iddia edilen kimseler açısından iyilik mi kötülük mü nötrlülük mü olduğunu araştırıp bir sonuca varmamız gerekir.

Bunları sofistlerden öğrenemeyiz, çağımızda hak manada filozof da bulunmadığından ancak bu bilimlerin inceliklerini kendi gayretlerimizle araştırarak öğrenmek mecburiyetindeyiz. Zaten kendisine bilgi çağı denilen ve saçmalıklarla vakit kaybetmekle içinin doldurulduğu zamanımızın, bilgi çağıyla ilgisi yoktur; uyutmak ve avutmak çağı denilse yeridir.

Ama bir idealist için teknik olanaklar mükemmeldir. Bunun için ilim severler için idealist fikirlerin de yayılmasına teknik açıdan en uygun çağ denilebilir.

............

Dediğimiz gibi, bilginin üzerini kapatan sofistlerin aksine, filozoflar insanlığın ışıklarıydı. İşte bin yıllar önce Diyojen’in meşhur sözü, hami-mahmi sistemlerinin reddinden başkası değildir. Birine gölge etmek haksızlık, kötülük olarak yeterlidir diyor.

Bir ormanda ulu bir çınar fidanlara iyilik mi diye sorulursa, hayır diye cevap verebiliriz. Çünkü uzayıp dallanarak fidanın güneşten yararlanmasını, her tarafı saran kökleriyle fidanların suyunu ve minarellerini kesmektedir. İşte hamiler, bunun gibi, güçsüzleri koruduklarını iddia edip, iş aş verdiklerini söylerler.

Diyojen der ki, buna aldanmayın, onların size verdikleri zarar, faydalarından daha çoktur(Bakara-219/1). Biz iyinin ve kötünün ekonomik alandaki gerçeğini öğrenebilmek için mutlaka ekonomi ilminin inceliklerini bilmemiz gerekir. Zenginliğin oluşum sebeplerini bildiğimizde hami-mahmi sisteminin güzelliklerini överek göklere çıkartan sofiste söyleyecek bir çift sözümüz olur. Günümüzde zulmün seçilen hami-mahmi sistemin en gelişmişi olan Liberalist-Kapitalizm olduğunu bilir, terkide adalet veya terkiye alma vaatleriyle yayaları aldatan atlılara, buna adalet demelerine itirazımız olur. Bilinçlenir ve mizanda denk/terazide/tartıda eşit olmayı adalet olarak tanımlamaya, kabullenmeye başlarız. Zaten Arapça bir kavram olan “Adalet” kavramını belli koordinatlar altında biraz yukarıdan, biraz aşağıya sarkacak şekilde kavram analizine tabi tuttuğumuzda, terkiye alma veya bindirme vaatlerinin (çünkü dizginler at sahibinin elindedir ve onun istediği yöne gitmek mecburiyetiniz vardır) hakka uymayan bir adalet anlayışı olduğunu, mizanda adaletin, yani terazinin iki tarafındaki yüklerin eşit ağırlıkta/denk olmasına adalet denmesinin doğru olduğunu hemen kavrarız. Bunun sonucunda eşitlik içermeyen, siyasi ve ekonomik ilişkinin kötülük olduğunu anlarız. Çünkü farklılık isteği yarışı, yarış ise kan ve göz yaşını körükler.

Demek ki, kötülük yapmamak adil olmak için gereklidir. Ama insan gibi insana kötülük yapmamakla yetinmek yeterli midir?

İdealist bir insana medeni insanları seven, kendisinin olanaklarıyla eşit olmayan bir insan dahi yeryüzünde mevcutsa, buna ''içi acıyan'', bir erdem seviyesine ulaşana insan dense daha iyi bir tanım olur. İşte acıma budur. Yani eşitsizlik karşısında içinin sızlaması, vicdanının rahatsız olmasıdır. İşte bu adaletin aşılması Rahmet safhasına geçilmesidir. Hümanizm denen olgu da budur.

İnsancıl olduğunu iddia eden birçok insan riyâkârdır. Altı milyar insandan bir tanesinden bile daha üst bir sosyo-ekonomik seviyede ise bundan rahatsız olup, ya onları kendi seviyesine çekmek, ya da kendisi onların seviyesine inmek için bir gün dahi beklemeyen insana, acıyan insan denilir.

Rahmet kavramının bir başka diyalekteki anlamı ise sevgidir. İçinde acıma duygusu olanların sevgisi gerçektir.

...............

Şu asırda (insan gibi) yaşamak mutlak eşitliği benimsemeden mümkün değildir. Mizanda denk olmak eşitlikçi adalet anlayışıdır, yalan ve hile içermeyen ve "hak tanır"ların adalete yükledikleri anlam da budur. Zaten kavramın etimolojik temelinde bu anlam vardır. Dünyada bir tek insanı ikna edemezsem de adalet ve rahmeti ömrüm bitene kadar anlatacağım. Dostlara selam.
İlhami Çetin''

Saygılarımla
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (24. March 2016 Saat 07:39 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 5 Kisi:
Barış (15. August 2013), dost1 (10. May 2012), hiiic (11. May 2012), kuman (29. April 2013), Miralay (10. May 2012)
Alt 31. May 2012, 07:30 PM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

KIST

Allah’ın elçiler ve kitaplar göndermesindeki önde gelen amacı, yeryüzünde kıstı ayakta tutmaktır(Hadid–25). Dinler tarihinin çok eski dönemlerinden beri insanlar arsında çıkan ihtilaf hep bu kıst üzerine hakların ödenmesini ileri süren ve bunu uygulayan Muhsin kesimle, göstermelik bir hak veriş ve sözde adalet yaparak işleri geçiştiren ve bunda ısrar eden bencil ve cimri kesim arasında olmuştur.

Öyle ise Kıst konusunu biraz daha derileştirelim.

A-İnsanlar arasında ve nezdinde Kıst’a sadık kalmak.

B-Diğer yaratılanlara Kıst yapmak.

C-Ulûhiyette Kıst yapmak.

Sıralamamızda en son sıradaki en baştadır. Ama Kıst hakkında ufku genişletmek için, insandan ve diğer mahlûkatın ilk sıraya alınması bundandır.

İnsanlar arasında ki Kıst da, alanlarına göre başlıca iki kısma ayrılır. Hak edişe göre yapılacak Kıst. Hakkı bulunduğu evrensel hukukun sahibi tarafından bize haber verilen oldukları için hak sahibi olanlara kıst. Yani evrensel ve ilahi hukukça resen hak sahibi yapılmış olanlar.

A-1-Hak edişe göre hak sahiplerinin hakkını tam ödemek;

Bunun örneklerine, değişim alanındakileri kısaca "denk değer değişimi" diyebiliriz(dikkat edilmeli, kâr amaçlı değişim, yani ticaret değil). Asıl üzerinde durulup açıklanacak olan ise, iş üretim alanında ki Kıst’tır. Emeğin tam ödenmesidir. Bu ise, hak dince hırsızlık sayılmayan, tek kişinin yardımcı olarak çalıştırılması anlamında, bir kişinin bir kişiyi çalıştırması ile ödenmesi gereken hakkın tam ödenmesidir. Yani usta çırak ilişkisinde ücret değil, oluşan değerin Nısfet ile (hak ve adaletle) paylaşılmasıdır.

Birileri gerek zirai, gerek ticari, gerek sınaî ve gerekse hizmet sektöründe canlı emek kullanıyorsa, bu istihdam edilenlerin Kıst üzerine haklarının ödenmesinin anlamı nedir? sorusunu açıklığa kavuşturmak gerekir.

Öncelikle birden fazla işçi çalıştırılmasının ve artık değerleri zimmette tutmanın hırsızlık olduğunu önceki bahislerde ortaya koymuştuk; yani her bir çalışanın artık değerlerine el koymak.

Önce, Enfal tanımına girmeyen alandan örnekler verelim. Bu, hırsızlık olmaması için bir kişi ile sınırlı haldir ki, çeşitli faaliyet alanlarında “Küçük” faaliyetler diye isimlendirilen esnaf faaliyetleridir. Yani hem sermaye ve hem de emeği ile çalışan bir insanın, kendisi ile birlikte bir kişiyi de yanında çalıştırmasıdır. Buna Kurandaki örnek, selam ona Musa gençliğinde başına gelen taksirli ölüme sebebiyet vermesinden sonra Mısır’dan kaçarak geldiği Medyan suyunda ortakçı durduğu kimsenin yanında çalışması buna misal olabilir. Yani çalışan iş sahibi ve bir yardımcısı. İkisi de emek sergiliyor, birisinin sermaye koymuş olması ona fazladan bir hak kazandırmaz. Sermaye koyup emek sergileyen de, sadece emeğini sergileyen de meydana getirdikleri değeri, ''Nısfet/hak ve adalet'' üzere paylaşırlar.

Bu gibi hallerde usta çırak ilişkisi ve benzeri durumlar öne çıkar. Her ikisi de çalışır, birisi işin sahibi diğeri ona çalışandır. Buradaki kıst nedir sorusunu cevaplandırmak gerekmektedir

A-1-a) O kişinin faaliyete kattığı emek, o kişinin alacağı emek bedelidir.. Yani sebep olduğu değer artışının tamamı onun hakkıdır.
Bu yapılmıyor da, rayiç (Piyasa) ücreti ne ise o veriliyorsa, bu belki görünürde adalet olabilir ama Kıst olmaz. Emekçi tarafından üretilen katma değerin tamamı onun ''hak edişidir''. Bu ise, ''itidalin'' (Bir insanın temel ihtiyaçlarını karşılamaya rahatça yetecek ücret) seviyesinde olma şartını gerektirir. Asgari ücret diye tespit edilen ama çalıştıranın kendi hayat seviyesine ulaşmayan düşük ücret ise zülümdür.

Ayrıca iş sahibi olanın kazancı itidal seviyesinin üzerinde ise, bu fazlalığı muhtaçlara ödenmek üzere toplumun hazinesine iade etmesi gerekmektedir(Muminun-4,5).

A-1-b) Yapılan faaliyet ve üretilen şeyde, birden fazla işçi çalıştırılıyor, ve/ veya teknoloji, emek dışı enerji, bilim v.s kullanılarak kâr artırıcı, güç artırıcı şeyler kullanılıyorsa, sermayedar kendisi kol emeği ile çalışmayıp kolay kazanç yolunda olduğu için kazancı Fey, Enfal, Ganimet hükmündedir. İşçilere itidal seviyesinde bir ücret, bu nispette iş sahibine bir ücret ödenir, gerisi ise toplumundur. Bu şarta uyulmaması Kıst yapılmamasıdır. İşte hırsızlık olan üretim biçimi de budur.

A-2) Toplumun her bir üyesinin, ''çevrede bulunmak''tan doğan hakkı. Buna örnek olarak (bizim katılmadığımız) mealler, terekenin açılıp mirasın intikali anını, Nisa Süresinin 8. ayetini buna örnek göstermiştir. (Hani deriz ya: göz hakkı, tanrı misafiri..)

A-3) Yine o toplumun bir üyesi, aynı vatanı paylaşan ve iktisap alanı içerisinde bulunmak ve muhtaç olmak şartlarını taşıyan insanların itidal düzeyinde infak edilmeleri ise, bir nevi objektif sorumluluktur. Yani, gerek donanımsızlık, gerekse miskinlik ( sakin olma, donanımsız olma v.s) olma nitelikleri ile toplumsal gelirden diğerlerinin altında ve itidalin altında bir gelire sahip olanlar. Veya hiç geliri olmayan ve/veya çalışamaz durumda olanların tümünün, gelirlerinin itidal düzeyine çıkartılması toplumsal Kıst’tır.
İşte bunlar hak etmedikleri halde evrensel yasa gereği hak sahipleridir. Hakları evrensel hukuktan doğmuştur. Bunların kendi başlarına terk edilmesi veya çok az yardım edilerek, tatmin edici ve itidal düzeyine yükseltici derecede bol imkâna kavuşmaları sağlanmamışsa, duruma göre Kıst yapılmaması, duruma göre de Zülüm edilmesidir.

B- Yeryüzünde bulunan tüm hayvan, bitki ve cansız şeyler insana emanet edilmiştir. Hayvanlara şefkat etmek ve ihtiyaçta kullanmak hak, onların ihtiyacını görmek Kıst’tır. Haklarına riayet etmemek ise zülümdür. Örneğin Ata et, İte ot vermek zülümdür. Ata ot, ite et vermek Kıst’tır. Yeteri kadar bakıp gözetmek, şefkat beslemek ve incitmemek yine Kıst’tır.

Bir de, hayvan-insan önceliğinde kıst yapmayanlar vardır. İnsanlar aç-susuzken, onların sıkıntısını gidermek diye bir derdi olmayıp, hayvana öncelik tanıyanlar vardır ki, bu da zülümdür. Sokakta insanlar yatarken, köpekler kaloriferli evlerde, yediği önünde, yemediği arkasında keyif çatıyor, mamaları ithal ediliyor ve sabun bulup yıkanamayan insanlar mevcut iken, köpek, şampuanla her gün banyo yaptırılıyorsa, bu hayvan hakkına riayet değil, zülüm ve köpekperestliktir.

C- Adalet ve Kıst, hakkın layıkıyla verilmesi ve tanınması alanında en önemli olan Ulûhiyette Kıst’tır.

Evrenin tesadüfî oluşmadığını, onun tek ve çok yüce bir yaratıcının yarattığı, mülkünde ortağı olmadığını, İnsanı yaratan ve her türlü nimeti verenin de o olduğunu, onun insanı eğitmek, terbiye etmek ve yönetmeye hakkı olduğunu bilmek ve ona göre davranmak ''O''nun hakkında Kıst yapmaktır. Bu ise, Evrensel hukuka saygılı olmak ve onun hükümlerini yerine getirmek şeklinde ortaya çıkar. Çünkü evrensel hukukun koyucu ve bildiricisi olan Allah, Rabb’dir. İnsan, Rabbin hakkını vermekle adil olmak zorundadır. Hem de kıst üzere ödemelidir.

Bu görevini, ona hiçbir şeyi ortak koşmayarak, yalnız Allah’ın hem ilah, hem de Rabb hak ve yetkisini kullandığını bilip takdir etmekteki kıst, şirkten vazgeçmek, mülk sevgisini içinden atmaktır. Allah vahdaniyetini kabul etiği gibi, Putperestlikten de vazgeçtiğini kişinin kanıtlaması gerekir.
Rabbi Rab bilip, onun vahyi ile bildirdiği emirlerine tam uymak ulûhiyette Kıst yapmaktır. Kısaca Allah’ın hakları olduğunu bilmek ve onu Allah’a ödemektir. Bunlar ise, Ahirete bihakkın inananlardır. Çünkü hem şirkten, hem putperestlikten uzak durmuşlar, “Allah bize yeter” diyerek, yalnız onu veli edinmişlerdir. Ne Allah ulûhiyeti ile aralarına bir faniyi koymuşlar, ne de Allah rızkı ile araya birilerini koymuşlardır. Zaten Kıst yapanlara erdemliler anlamında ''Asil'' denmesinin sebebi, hem üstün ahlaklarından dolayı, hem de işleri vekâlete bırakmayarak ''Asaleten'' işledikleri içindir.

Onlar başlarına çoban aramazlar, çünkü kendilerini yönetirler. Onlar velinimet aramazlar, çünkü Allah’ı veli edinmişlerdir. Rızıklarını asaleten kazanırlar… İşte doğru iman budur. Çünkü Rabbe güvenmiştir. Böyle inanıp, böyle davrananlar da “Sıdıklardır”. İşleri asaletendir. Allah’la aralarına ne ulûhiyete yönelişlerinde, ne yönetimde, ne de geçimliklerini elde etmekte aracı koymazlar…

Ulûhiyet’te kıst, özet olarak budur. Tam açıklanması değil, örnek kabilindendir. Bu derin bahisten, Nisa suresinden birkaç ayet vererek ayrılalım. Öyle ise Mülk’ün, Allah’ın olduğu ve oradaki rızıkların, onlara ulaşma yollarının, ulaşacak elin… Hepsinin Allah'a ait olduğunu bilerek, Allah dışında çeşitli aracılar arayanlara, ''ben kazandım'' deyip, paylaşmaktan kaçanlara da sözün gideceği bir ayetten başlayarak 135 ve 136. ayete gelelim. Şöyle ki;

Nisa Suresi Ayet 131.
“Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız Allah’ındır. Hem sizden, hem sizden önce kitap verilenlere, hem de size Allah’tan korkun diye vasiyet ettik. Nankörlüğe saparsanız şu bir gerçek ki, göklerdekiler de, yerdekilerde Allah’ındır. Allah sınırsız zengindir. Övülmeye layıktır.”


Kimse “Benimdir”, ben kazandım, ben zenginim diye şişinmesin. Bu nimete nankörlüktür. Aynı zamanda hakkı inkârdır. Her şey Allah’ındır, aslında zengin olan Allah’tır.

''Ne bir başka kişiyi, ne de mülkü veli edinmeyiniz, beni veli edininiz, çünkü bir insana Allah yeter'' kuralı dini bir kuraldır. Ne şirk uğruna sığındığınız Melekler, İnsanlar, azizler, veliler, ağalar, patronlar size gerçek veli olabilir, ne de, Mülk ve saltanata güvenerek şeyleri veli edinmek sizi putperest yapmaktan başka işe yaramaz diye hatırlatıyor ayet.

Oysa Allah’ın veli edinilmesi halinde, ''Allah her şeye kâfidir'' diyor Kuran, yine
Nisa suresinin 132. ayetinde:
“Hem Göktekiler, hem de yerdekiler, Allah içindir. Vekil olarak Allah yeter”


Dünyayı isteyenin de Ahireti isteyenin de, yalnız ondan isteyeceğini, çünkü başkasının ne vermeye, ne yoktan var etmeye, ne de isteyeni duymaya gücü vardır. İktisabın da kendisinden değil, Allah'ın lütfü olarak kendisine verilen insanın, gerçekte neyi olabilir ki? İnsanın hizmetine hazır edildiği için onu iktisap ettiğini hatırlatır. Ancak işitici ve basiret sahibi Allah’tır. Kim ne isterse, yalnız Allah’a yönelsin sözünü de Kuran şöyle belirtir aynı surenin 134. ayetinde;

Nisa-134
“Dünya nimeti ve bereketini isteyen bilsin ki, dünya nimeti de, Ahiret saadeti de Allah’ın katındadır. Allah çok iyi işitir. Çok iyi görür”


İşte Allah tam da burada, Nisa suresinin 135, ayetinde Kıstın ayakta tutulmasını veya Kıst ve kavamın sadakatle takip edilmesini bize bildirir. Şöyle ki;

Nisa-135.
“Ey İman Edenler, Öz benliğiniz, Anne- babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin ve fakir de olsalar (sizi zengin yapacak bir hal veya fakir yapacak bir hal dahi mevzubahis olsa) Adaleti Dimdik ayakta tutarak Allah için Şahitler olun. Allah, ikisine de sizden daha yakındır. O halde nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğer büker, çekimser kalırsanız, Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.”


Ayet bize adalet ve kıstı ayakta tutanlar olun diyerek, adil ve rahim olmanın hak dinde ne kadar önemli olduğunu güzel bir şekilde ortaya koymuştur.

Saygılarımla
Galip Yetkin.
(Av.İlhami Çetin'den)

Konu galipyetkin tarafından (14. January 2021 Saat 08:29 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Barış (15. August 2013), Bilgi (24. June 2012), dost1 (31. May 2012)
Alt 2. September 2012, 11:41 AM   #3
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

SINIFLI TOPLUMLARDA BULUNMAYAN MUTLAK ADALET NEDİR?

Adaletli olmanın ilk olmazsa olmazı kötülük yapmamaktır. Biz burada kötülüğü hak dinin ''sosyo ekonomi politiğine'' göre değerlendireceğiz. Mesela, yaşamın sosyal ve ekonomik alanları düzenlenirken ''itidal'' ölçü alınmazsa kötülük her an mümkündür. Kötülük yapmamanın birinci şartı da kendi rızkını toplarken başkalarının rızıklarını küçülttüğünün, mahrum ve mağdur ettiğinin farkında olup, ihtiyaç fazlasını elinde tutmamak gerektiğini, ''itidalin'' adalet ve merhametin olmazsa olmazı olduğunu bilip o yönde hareket etmek gerektiğini anlamak gerekir.

İhtiyaç fazlasını vermek bir ''iyilik yapma'' değil, kişinin güçlü ve fazladan imkânlara sahip olmasından dolayı başklalarının haklarının ihlâli ile zimmetine kul hakkı geçtiğinin bilincinde olmaktır. İşin inceliği de buradadır. Kul hakkını iade etmek iyilik değildir, adalet gereğidir, olması gerekendir.

İyilik ancak, kişinin kendi ihtiyacını ihmal ederek, başkasını kendisine tercih ettiğinde başlar. İnsanların çoğu infakın adaletin gereği olarak yapılması gerektiğini görmez, değerlendiremez; ''ihsan'' zanneder. Oysa kazanırken diğer insanları, hızı ve gücü nedeniyle ekonomik yönden geride bıraktığı ve diğer insanları beklenen faydalanmalardan mahrum ettiği için, öne geçmekle elde ettiği fazlalığı, beklentisi olanlara vermesi gerektiği kendisine anlatılmamıştır. Çok az yani cimrice zekâtı vermesi bile ona göre fedakârlıktır. Oysa haramdan kurtulana kadar vermek, vereni sadece kul haklarından temizler. Çünkü ihtiyaç fazlası kul hakkıdır ve insana haramdır. İysâr yapılırsa(kendi hakkından verilirse) budur nefsin cimriliğini yenmek ve rahmet alanına kadar yükselmek.

Yani ''İtidal'' üzere yaşamak bir merhamet ve iyilik gereği değil, ondan önce yerine getirilmesi gereken bir adalet şartıdır. Bunu bilmeyenler ise, adaleti yerine getirmeden rahmete soyunup ''hayır yapma''ya kalkışırlar. Adaletsiz kazanç haram, sahibi ise zalimdir.

Zulüm gölge etme ile ilgilidir. Cesameti ve azameti ile büyük olup başkalarını ışıktan mahrum edip gölgede bırakmak bir zulümdür. Ekonomik büyüklüğü ile diğerleri aleyhine büyüme, yaşama hakkı bırakmamak da zulümdür. Öyle ise, Hami-mahmi (koruyan-korunan) sistemi içinde bulunmayı adil saymak biraz zordur. Bu sistemin esası “Hamele” kavramı ile izah edilebilir. Yani bazı işleri birilerinin üzerine alıp efendi “Rabbi” konumuna geçmesi, bunun karşılığında diğerlerini “TERKİYE ALMASI “ olarak ifade edilebilir. (Dizginler elinde olan bir suvarinin yayayı yayalıktan kurtarıp iyilik yapmak için eyerin arkasına-terkiye alması, esasında yayayı yayalıktan kurtarmak değildir. Çünkü dizginler süvaridedir ve terkide olan da onun gittiği yöne gitmek mecburiyetindedir , yani onun iradesine tabidir. Buna ''terkide adalet'' denilir)

Buna karşın “Ey Mele(para babası) gölge etme başka ihsan istemem” diye anlayıp tanımlayan adalet anlayış ve düşüncesi eskidir; ama bu eski, doğru bir adalet tanımını içerir. Meleler ise zenginleşirken birçok insanı mahrum, mağdur etmişlerdir. Onların az bir şeyi geri iade etmeleri zalimliklerini örtmez. İhtiyaç fazlalarını tamamen vermeleri ancak mağduriyeti giderebilir.

Acaba, bu iki ana ayrışmada adaleti doğru anlayanlar hangileridir. Terkiye binilerek melenin adaletine sığınmak mı; yoksa yükün iki tarafının denkleşmesi mi daha uygundur? Şeraitin kavramsal anlamının eşitlik ve denklik olduğunu bilen ve bunu içine sindiren kibirsizler için ''denklik'' adalettir. Ama buna kavramlardan bakalım.

1-İKİ KİŞİ VEYA GURUP ARASINDA EŞİTLİK SÖZKONUSU OLDUĞUNDA.

Adaletli olmanın bu durumdaki işlevi ''insaf'' olarak anılır. Mânâsı ise yarı-yarıya bölmektir. Buna misal selam ona Musa’nın Mısri'den Medyan'a geldiğinde üretim sahası sahibine ''yarı'cı'' durmasıdır.

Buradaki ''nısf-yarı yarıya'', güçlünün insafına bırakmak değildir. Yarı yarıya taksim edilme şartını anlatır. Tek bir yardımcı çalıştıran kimse ''meydana getirilen'' değerin yarısını bedel olarak alır. Bu ücreti, yine maişetinin altında olamaz. Sınıflı toplumlarda-medeni olamamış toplumlarda adalet budur.(Feodalizm, liberalizm gibi ilkel toplumlarda uygulanacak adalet türü budur). Bu ilkeler çalıştıranın keyfine ve terimsel insafına bırakılamaz; kavramsal insaf(Yarı-yarıya) koşulu mevzuatta yer alır. Bunun için hadislerde “bir işçi veya bir hizmetli” şartından bahsedilmiştir. Çünkü Arap toplumu daha aşiret ve feodalizmden medeniyete geçip, emirlikler ve monarşi yerine demokrasiyi kuramamış ve üretim biçimini değiştirememiştir. Maalesef İslam alemi hala aşiret yapısında ve üretim biçimi hala ilkeldir.

Burada adalet ancak çalıştırana bir işçi çalıştırmak ve onun işinin veya ürüne kattığı değerin yarısı değil,''DEĞİŞİM DEĞERİ''nin yarısının ona ödenmesiyle adalet sağlanır. Çalışanın eline geçimliğin üzerinde bir miktar geçmişse ayrıca geçimlik seviyesine düşene kadar işsiz ve aşsızlara infak eder. Keza çalıştıran için de bu geçerlidir. Eğer üretim biçimi tarımsa, tabiî ki geçimliği haricinde bir de ertesi senenin tohumluğu da infak(Zekat) dışıdır.

Bir şeyi diğer şeye eşitlemek doğruluktur. Adalet'ten de eşitliği, denkliği anlamak gerekir. Bunlar ikili ilişkilere kâfi gelmemekle beraber buna eşitlik anlamına gelen''Eşşereu-Ettevaru'' açısından toplumsal adalet için kâfi görmenin hatalara sebep olacağını bilmek gerekir. Çünkü sömürülen ve sömüreni bir arada tutup, sınıf farkını kaldırmadan, kâğıt üzerinde eşit sayarak siyasi bir söylev geliştirmek yeterli değildir. Çünkü hakların kullanılır hale gelmesi için, imkân gereklidir.

Takati yerinde olanlar bu hakları kullanır. Olmayan yine mağdur olur. Herkese mülkiyet özgürlüğü var deseniz, fiiliyatta bu ne işe yarar ki? Varsıl bunu fiilen kullanır, yoksul ise kullanamaz. Seyahat özgürlüğü var deseniz ne çıkar. Asgari ücretle çalışan insan değil seyahat etmek, iş yerinden evine bile yaya gelmese aç kalır. İşte Mahfede(yük hayvanının iki tarafında bulunan yüklerin yerleştirildiği odacıklar, ve bu odacıklara yüklenenlerin) denk olmak ve birlikte binmek aslında adil dense de zulümdür. Demek ki, şeyle şeyi ölçüp tartmak yerine bütün toplumsal sosyo ekonomi politik ilişkileri ölçmeye mahsus ''objektif bir terazi taşıyla-ölçü birimiyle(Vezin)'' ölçmek daha emin ve objektif ölçüdür.

Çünkü Kuran “Mizan” indirdik demekle kalmamış, ''vezin de'' indirdik demiştir. Alim ve hatta sıradan mümin acaba bu vezin nedir, ne kastedilmiştir diye sorması gerekir. Bu vezin İtidal=Kavam=Geçimlik olarak verildiğini her basiret sahibi görüp tanıyacaktır. Çünkü “kâme” fiilinin diyalektik alanı içinde bulunan “Kavâm” kelimesi indirilen vezindir. Zalimler bu adalet tanımlarından hiç birisine uymazlar. Onların adalet kavramını dahi kullanmayıp, Ze’amet kavramından türettikleri “Za’ven” terimini kullanırlar. İşte bu feodalist ve liberalist benciller burada tanımlanan adalet derecelerinden hiç birisine hak vermezler.

Elbette ki, iki tarafın teraziye karşılıklı oturtup denkleştirilmesi ''mizana vurmak''tır. Ama bu eylem toplumsal sorunu çözüp toplumu sorunsuz hale getirmeye yetmez.

Bu denkleştirmede, güçlüyü mü zayıfın seviyesine getirecek kadar yontup incelterek denk getireceğiz, yoksa zayıfa mı ekler yaparak/ ağırlıklar ilave ederek güçlü ve zengin yaparak mı teraziyi denkleştireceğiz? İşte denkliği sağlamak için bir ''objektif vezin'' bulup bunu bir kefeye yerleştireceğiz, diğer kefeye de herkesi teker teker koyup, kişileri bu objektif ölçüye eşitleyeceğiz. Buna da “vezne göre mizan kullanmak veya mizana getirmek” diyeceğiz.

Yukarıdaki anlamları biraz açalım. Yukarıda varılan, ''aynı mahfede denk olmak'' halinin adalet mi? zulüm mü? sorusunun cevabı olan, adildir hükmü, yanlıştır. Çünkü bir mahfede birlikte bulunmak ve istikrar için mizanı terk etmek adil değildir. Adalette esas olan terazi kefelerinin buradaki ağırlıkların eşit olması iledir. Şöyle ki, bir tahtıravalli düşünelim. Bir dayanma noktası vardır. Burada, iki ayrı ağırlıktaki insanı denk getirmek mümkündür. Yük kolları mesafesi/uzunluğu/dayanak noktasının yeri ile oynayarak çok hafif biri ile ağır birini denkleştirebilirsiniz. Eşit olan Terazi kefelerinde bunu yapmak mümkün değildir. Çünkü iki kefe de merkeze aynı uzaklıkta asılmış veya kola oturtulmuştur. Bunu mizana getirmenin tek yolu kefelere eşit ağırlıkta iki şey koymakla sağlanır. Yani adalet konusunda yapılacak düzeltme Mutlak eşitliktir. Bunun dışındaki zorlamalı tesviyedir. Taraflardan birisi ya korkutularak, ya kandırılarak, yada hile yapılıp yanıltılarak, yada muhtaç bırakılıp, mecbur edilerek dengeye getirilir. Bu adalet ve istikrar değil, ancak asayiştir. Demek ki kefeler ve onlardaki ağırlıkların mizanda olmasıdır adalet. Bu tanıma göre Adalet eşitlikten başka bir şey değildir.

Şimdi yine yanlış olan hatırlatılarak sıradaki kavram bize eğri olanı tekrarlıyor. Yani eşitliği değil, hakkı değil, asayişi gözetilip hakkın hassas terazide tartılmasına aldırış edilmediği zulüm sistemini. Şöyle ki;''denkleştirmek'',''bir şey ile dekleşmek''

Buna iki açıdan bakabiliriz.

Birincisi, insanların kibri. Başkasıyla kendisini eşitleyecek kadar iman kalplerine yerleşmemiş kibirliler tevazudan kaçarlar. İçlerindeki hasedi atamamışlardır. Artık onun imânı şekilden ibarettir. Dua etmeyi belki terk etmemiştir ama adaletten “sapmakla”, artık hak olan şeraitin(Eşşereu) üzerinde değildir. Ya atalarının şeraitine dönmüş zalim olmuştur. Ya da Allah’a iftiralarla dolu bir mevzuatı şeriat yapmıştır. Çünkü bencilliği yenememiş, ihsanı ret etmiştir. Sınıflı toplumu “adil” bulmuş ve zulüm eder hale gelmiştir.....

Diğeri, vezin kullanmadığı ve bu konuda dini bilgi ve kavram bilgisi yeterli olmadığı için “iki şeyi” denkleştirmeye karşı olmasa da, nasıl yapacağını bilmediği için zorunlu olarak feodalizm ve liberalizme çakılıp kalarak işin içinden çıkamamaktadır. Çünkü Allah, çokluk halinde eşitliğin sağlanmasında insanlar şaşıp kalmasın diye “KAVÂM” üzere olmayı vezin yapmıştır; yani terazinin objektif ölçü konulan bölümüne bunu(kavam'ı) koyup, bunun aşılmaması üzerine herkesin tartılıp mizana getirilmesini koymuştur. Ama bunu açıklamayan alimlerin Peygambere varis olamayacaklarını toplum idrak edecek seviyede değildir. Onların yolunu Resullerin sünneti zannetmektedir. Bunun için de İtidalin bu alandaki anlamının “kavam” olduğunun bilinmesi “veznin” bilinmesidir. Bu alanda uygulaması en kolay olan ve farz ve vacibin kavramsal anlamında da olan maişetle(geçimlikle) yetinmeyi en kolay yoldan(Yesir) sağlayacak olan "kolektivizme" insanları davet etmek yerine, aksine insanları bu amacın yerine getirilmesini kolaylaştıracak "muttakiler kolektivizmine" ve "sosyalizme" düşman ederek haktan saptırdıkları gibi, hakkı da dalalete sevk ederler.


2-İKİDEN ZİYADE İNSAN VE KESİMLER ARASINDAKİ EŞİTLİĞİ SAĞLAMAK VE HAKKI YERİNE GETİRMEK KAVAMI VEZİN YAPMAK.

Yukarıda Musa misalinde gördüğümüz gibi iki kişi ve iki kesim arasındaki adalet üretilenin veya başka bir hak ve alacağın eşit olarak ikiye bölünmesi şeklindeydi. Yani küçük sanatkâr ile yardımcısı veya ağa ile ona yarıcı duran aile yarı-yarıya kazancı bölüyordu. Patronun veya ağanın ranttan yarım gibi büyük hisse almasına gerekçe bulunabiliyordu. Çünkü yarıcı duran masraflar ve ham maddeye veya tohumluğa karışmıyordu. Üretim sahası ve araçlarda onun değildi. Yine paylaşım sonunda kendisinde geçimlik dışı bir fazla varsa, ayrıca bunu da olduğu gibi infak ediyordu. İşte asgari ücret uygulamasında nasıl bir hile varsa, burada da çok düşük bir zekâtla(Fidye ile) bu sorumluluktan sıyrılma hilesi uygulandı. Kamuya infak edilmek üzere verilmesi gereken kavam(itidal) dışının hepsi şeriatken, bundan dalalet edilerek, ihtiyaç fazlası zimmet ve mülkiyette tutularak, bunu servet ve sermayeye katmaya geçildi. Tarafsız bakıldığında bu hal bütün ümmetlerin misaklarını mülk ihtirası uğruna bozdukları esefle tespit edilir. Yani Hak-Din'in adalet anlayışında bu iki hal dışında adalet anlamına gelen bir üçüncü hal yoktur.

İslam 658 yılından sonra mülk devlete geçerek Eşitliği kavramsal anlamında taşıyan hak şeraite sırt çevirdi. Kılık kıyafet yönetmelikleri(Sakal sarık v.s) ve bozuk düzende SUÇA TAHRİK OLMAYI ÖNLEMEDEN şiddetli cezalarla faşist bir uygulamaya şeriat denilerek Allah ve hak dine iftiralarla dolu gayrı-dini şeyler asayiş adına dayatıldı. Bu kesimden dinimizi kurtarmadan insanların dünyada zilletten, ahirette hüsrandan kurtulması çok zordur. Bu ise Atavist(Ataların yanlış doğru her şeyini taklit etmeyi aklın ve vahinin gereklerinden çok üstün tutup inatlaşmak) anlayıştan kurtulmak için ilmi ve aklın makulleri olan marufu okuyup araştırma tembeli bu ümmet çoğunluğuna kabul ettirmek çok zordur. Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun.

Medine medeniyetine geçecek kadar olgunlaşmış insana hak dinin kastettiği adalet aşağıdakidir. Çünkü kıyamete kadar geçecek zamanda tarım ve sanayi ağırlıklı dönemde adalet iki kişi arasında denge üzerine olması yeterli değildir. Bir “vezin” üzere adalet çok taraflı ve toplumsal ilişkilerde kullanılmalıdır. Çünkü şeraitin kavramsal anlamında da bu vardır. Bu ''vezin"e hem idealist felsefede ve hem de sadece hak dinde “itidal” denilir.

''İtidal'' konusunda elbette ki çokça eserler yazılmıştır. Ama itidal ağızda dolma tüfek gibi başkalarından öğrenilecek bir kavram değildir. İtidal tefekkürle idrak edilecek bir alandadır. İtidal gibi çok önemli bir kavramın en yazık edildiği yanlış algı ise, onun vasatla karıştırılmasıdır. İtidal hem özümlenmesi ve erdemli olmanın bir niteliği olarak sübjektif yönü olan bir içselliktir. Hem de objektif olup bir ölçüye bağlanmış keyfiliğe bırakılmamış bir “ölçüsü” olandır. İçsel itidale ölçülü olma derken, objektifliğine de somut bir vezne bağlılık diyebiliriz. Bunu vasat diye anlayıp geçmek ise kavramı ziyan etmektir. Çünkü, vasat bize iki şeyi bildirir. Birisi “ortada olmayı” ve iki taraf veya iki şey arasında bir hakem veya uzlaştırıcı gibi bulunmayı, hem de iyilik ve kötülüğün ortasında bulunmayı anlatır. Bu hal ise “ne iyi ve ne de kötü olmak” olmayanı anlatması açısından itidalle eş anlamlı değildir. Mesela “vezir”lerin oluşum mantığı “aradaki kişi” anlamıyla kavramlaşandır. Kral gibi halktan kopuk ve halkla doğrudan teması olmayan kurumla, halkın arasında duran, iş ve temasların sağlandığı makam ve göreve isim olmuştur. Mabeyincilik de öyledir.

Yine siz ümmetler içinden çıkartılmış “vâsıt” bir ümmetsiniz ayeti bu “vâsıt” durumu anlatır. Bu ise, asla ne iyi ve ne kötü anlamına gelmez. Anlam böyle olsaydı, diğer milletlere maruf olanı emredip, münkerden kaçınma görevi verilir miydi. Kendi muhtaçken himmete, başkalarına nasıl himmet edecektir. İyilik ve kötülüğün bütün ilmine sahip olacak, içeride itidal üzere eşitlikçi bir sosyo ekonomik sistemi kurarak farz ve gereklılığın kavramsal ve ekonomik kurumlaşmasını yerine getirip gerçek adalet üzere adil düzeni kuran bir barış adası oluşturacak ki, dini ve akli olanı başkalarına da tavsiye etmeye hakkı olsun. Vasat ve vasıt kavramının analizi asıl konu başlığımız olmadığı için, itidalin ne olmadığının bilinmesi açısından değinmemiz gerektiği için değinmek zorundaydık.

İtidalin sınıflı sistemlerde adaletli olmak, olduğu yerden ayrılarak ''orta''ya gelmek ve bunu devamlı ihmal etmeden yapmak, ''vasat''la ilişkilidir. Yani yukarı seviyedekinin devamlı vererek, aşağıdakinin de devamlı alarak(Çünkü gelir kaynakları verenin elindedir) mutlaka orta yere gelip eşitlenmelerini ifade etmek anlamında vasat deyimiyle bir ilişkisi vardır. Biz bunu bileşik kaplara benzettik; bir kaba konan su otomatik olarak diğerlerine de geçerek su sevisi hepsinde aynı oranda yükselir. İnfak bu amaçla emredilmiştir. Bunu sağlamayan vermeye, onun için biz hak manada zekat demedik. Çünkü verilen miktar, alanı ''kavam'' seviyesine yükseltmez, vereni de her seferinde küçültüp toplumun ortalama seviyesine düşürmediği için itidal içermez. Yani hak dinin eşitliği sağlamayı ifade eden şeriat(Eşşereu) türevine uymadığı için şeraitin terkidir. Çünkü hak dinin adalet dediği şey verme-alma sonunda orta yerde buluşup eşitlenmektir. İtidal böyle bir ”orta yerde olmayı, ortaya gelmeyi” ifade ederek vasat kavramından farklılık gösterir. Yani içsel açıdan vasat olmak değil, alış ve verişlerle ''mizan''a gelip, yükün iki tarafının her artmadan hemen sonra artanı vererek iki tarafın da eşitlenmesidir. Yukarıdaki aşağıya, aşağıdaki de yukarı çekilerek eşitlenmesinin ifadesidir “orta yere gelmek”. Bu inerek veya yukarı çekilerek dikey bir hareket anlamındadır. Buna adalet, yükün iki tarafının birbirine denk olması denir.

Hak din kafalar karışmasın diye buna ayrıca hangi konum üzere eşitlik açıklığını getirerek bu anlamdaki itidalin “kâme” kavramından oluşmuş türevini hatırlatarak “kavam” üzere olmayı vezin yaparak cevabını vermiştir.

Bu konuları daha önce bir biçimde bazı yönleriyle dile getirdiğimiz ve “kavam''ın anlamları arasında “itidal” eş anlamlısının bulunduğunu “veznin” ise yine bu kavramın sözlük anlamı içinde bulunan ”geçimlik=maişet üzere eşitlenmek” anlamını da vermiştik. İşte bütün mesele budur. Hak teala, fakirlikte eşitliği dilememiş, herkesin aşırı zenginliğinin mümkün olamayacağını da ilmen bildiği için, bir ''vezin''-objektif ölçü getirmiş ve buna ''kavam'' demiştir. İtidalin eşitlik anlamına gelen Allahın şeraitten kasdettiği sosyo ekonomi politik anlamı, mânâsı budur. Yukarda iki kişi arasındaki ilişkide nısfeti gördük. Bir çalıştıran ve bir çalışanla sınırlı sosyo ekonomi politikte yeterli oluyordu. Buna eşya ile eşyayı teraziye koyarak “vezin”( tartı taşı) kullanmadan tartmaya benzetebiliriz. Soğanla sarımsağın tartıda denkleştirilmesine bunu benzetebiliriz. Ama toplumsal ilişkiler giriftleştiği, bir tarafta işveren, diğer tarafta onlarca işçinin bulunduğu bir üretim tarzında müşterek ve objektif bir ölçünün bulunması gerekir. Taraflar ne kadar çok ve ilişkiler girift olsa da, dengeyi sağlamak için daha başka bir ölçü ile tartmamız gerekir. İşte buna ''vezin'' denilir. Terazi taşlarıyla ölçmek olarak isim koyalım ki anlaşılır olsun. Hak din buna “Adalet” ve bunu kullana da “ADİL” ismini vermiştir.

İşte toplumsal işler ve ilişkilerde ne fakirlik ve ne de zenginlikte eşitlik iddiası gibi saçma fikirden uzak olarak “kavam” denilen ve herkes için geçerli bir terazi taşına göre eşitliği emretmiştir. İşte zulüm içermeyen ve insan haklarının necis/pis kokusundan insanı temizleyen bu ölçüyü emretmiş, müşrik ve münafıklar bunu unutturarak putperestlerin sistemi olan Aristokrasi, oligarşi, liberalist mülk perestlerin eşitlik içermeyen adalet anlayışını ölçü yaparak, anlamı, şeriat(Eşşereu) anlamını, tersine çevirmişlerdir.

HANGİ AYLAYIŞ VE UYGULAMAYI TERK ETMELİ:

Bu bölümde önce terk edilen adalet anlayışını ortaya koyalım ki, böylece hak şeraitten sapıp liberalizm ve benzerleri rekabet ve düşmanlık sebebi olan yola girenlerin hatalarını mukayese etme imkânımız olsun.

Yukarıda söylediğimiz gibi itidal kavramının sosyo ekonomik anlamı ''kavam''dır. Onun da tek anlamı vardır. O da; Bir insanın geçimliği olan miktardır. İşte Allah, “mizanı ve vezni indirdim” derken, "denk olmanız" emredildi(Mizan). Bu afakî değildir, “size kavam üzere eşitlenmeyi emrettim” demiştir. Burada ''vezin'' olarak ''kavam'' ifadesi gösterilmiştir.

İşte vezin belli olmazsa bunun uygulanması müşküldür. Ama din bilginleri bunu açıkça ortaya koymadıklarından, insanlar tâğutun yolu olan ve hasedle beslenen sınıflı toplumlara devam ettikleri halde kendilerini hak şeriat içinde saymak gibi bir paradoksu asırlardır sürdürmüşlerdir. Ama hakka dönmek her zamandan daha elzem olmuştur. Çünkü deccal(Finans kapital) gemi azıya almıştır. Daha da vahimi, Deccalleşmak ve deccalı hakem yapma dalaletini destekleyen ikiyüzlü politikacıların yanıltmasıyla kendi şeraitlerinin özünü kendileri bitirmektedir. Kılık kıyafet kavgasından daha önemli olan hak dinin hak olan sosyo ekonomi politiğinin yerleşmesi mücadelesi herhalde daha mühim bir konudur. Herkesin basiretle yeniden düşünmesi gerekir.

Adalet bize, hakların nasıl bir terazide tartılması gerektiğini yukarıda açıkladı. Bu terazi Tahtı-revanla aynı kökten yapılan Tahtı-ravalli gibi olmayacak. Yani ağırlık merkezini istediğimiz yere kaydırıp ağırlıklar farklı da olsa mizan bize denklik çizgisini göstermeyecek. Terazinin kefeleri eşit ve bir hizada demek, tartı aleti boşken dengede olacak demektir. Tartacağanız ağırlıklar eşit değilse bu terazi asla dengede durmaz. Bu birinci şartımız. İkinci şarta gerek vardır. Bu şart ise tartılacak şey peynir değil ki ağır gelenden kesip hafif gelen kefeye koyalım. Tartılacak şey farklı iki insanı terazide eşit hale getirmek için sosyo ekonomik konumlarını denkleştirmek gerekir. İkisi ortası diye bir şeyin uygulamada kesinlik arz etmediği ortadadır. Elimizde bir sabit ölçü olacak ve ikisini de ayrı ayrı bununla tartacağız. Bu ölçü ile eşitlendiği zaman tekrar ikisini kontrol etmek için teraziye çıkardığımızda bu denetimin işidir Mizan. Yapılan işlemin doğruluğunun denetlenmesine mizan denilir. İtidal belirsiz bir ölçü değil, eşitliği sağlamak için tartılacak iki şey haricinde bir üçüncü şey ve mihenk'in adıdır; yani ''kavam''dır mizana ölçü yapılacak olan.

Mesele tartma ve tartı olduğuna göre, “Orta, iki hal ortası” demenin bir mantığı yoktur. Şöyle ki. Bu eksik mânâlandırmaya göre sınıflı bir toplumda bir eşitleme/denkleştirme yapacağız. Farz edelim ki toplumun yarısı elli milyarlık adamlar, yarısı da bir milyarlık adamlar. Burada orta olmak deyince iki gurubun servet toplamının mı ortalaması alınacak? Böyle bir şey olur mu? Buradaki İtidal, tartı taşının kendisidir. Bu da din kavramları arasında tanımlanmış olup, Kavam anlamına gelmektir. Kavam da bir insanın geçimliğidir. Herkes bu ağırlık seviyesine getirilecektir. Yukarıdaki aşağı alınacak, aşağıdaki yukarı çekilecek, böylece herkes "kavam seviyesi"nde birleşecektir. Kimse de kimseye, “Herkese refah” gibi ekonomi ilmince mümkün olmayan bir vaatle istismar edemeyecektir. Doğrusu ve bilimseli olanı, itidal'de (Kavam'da) eşitliktir: herkesin ''terazi taşı=vezin=kavam''a denk ağırlıkta olmasıdır.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
İlhami Çetin'den derlenme)

Konu galipyetkin tarafından (13. March 2017 Saat 11:23 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Barış (15. August 2013), dost1 (25. June 2014)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
adalet, rahmet


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:02 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam