hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > YARATILIŞ > Yaratılış > Yaratan ve yok eden güç

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 9. October 2008, 08:34 AM   #1
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart Yaratılışımızla Birlikte Bizle Var Olan Deliller

Yaratılışımızla Birlikte Bizle Var Olan Deliller

Onlara delillerimizi hem ufuklarda hem kendi benliklerinde göstereceğiz. Ta ki onun gerçek olduğu kendilerine apaçık belli olsun. Efendinin her şeye tanık olması yetmez mi? 41 Fussilet Suresi 53

Ayette “benlik” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapçası “nefs”tir. Türkçe’de bu kelimenin ifade ettiği anlama karşılık “can, ruh” gibi kelimeleri de kullanmaktayız. Kuran’da bu kelime birçok yerde geçer ve bizim maddi bedenimizin dışında olan fakat maddi bedenimizle bütünleşmiş olan özümüzü ifade etmek için kullanılır.

Kuran, öldüğümüzde nefsimizin alınacağını söyler. (Türkçe’de biz bunu ruhun alınması şeklinde ifade ediyoruz. Kuran’da ruh kelimesi geçmekle beraber Türkçe’de bizim kullandığımız ruh kelimesi Arapça’da nefis kelimesine karşılık gelmektedir.) Kuran nefsi bizim bilinç halimiz, benimizin özü olarak takdim eder. öyle ki uyuduğumuz zaman da nefis maddi vücudumuzda değildir. (39 Zümer Suresi 42) Buna karşılık nefis, maddi vücudumuzla tamamen bütünleşmiş olarak vardır; yaptığımız iyilik ve kötülükleri meydana getiren nefis denen benliğimiz, bilincimizdir.

Kuran “ufuklarda” ifadesiyle dış dünyada delillerin varlığından bahsettiği gibi, benliğimizi dış dünyada gördüğümüz maddi objelerden ayırarak onda da deliller olduğunu özellikle vurgulamaktadır. Felsefede ontolojik deliller diye ifade edilen deliller, apriori diye ifade edilen duyu deneyine hiç başvurmadan yalnız akıldan ve aklın etkinliğinden türetilen bilgiler, Kuran’ın işaret ettiği benliklerimizdeki (nefislerimizdeki) delillere örnektir.

Daha önce incelediğimiz mucizeler; uydu, teleskop, mikroskop, denizaltı, vb. olmadan, fizik, kimya, biyoloji bilimleri son asırdaki seviyesine gelmeden söylenmesi mümkün olmayan bilgilerle ilgilidir. Bu bölümde incelediğimiz ifade ise felsefi bir kültürün, zengin bir düşünce yapısının olduğu bir ortamda söylenebilecek bir sözdür. Peygamberimiz’in kabilesi ticaretle, hayvancılıkla uğraşan insanlardı.

Peygamberimiz, ne antik çağdaki Platon’un Akademiya’sı, ne de modern çağdaki Kartezyen okulları gibi düşünce hayatının renkli ve canlı olduğu bir ortamda bulundu. Bu yüzden dış dünyada görünen deliller dışında, insanın kendi benliğinden gelen deliller olabileceğinin ayrı ayrı söylenmesi, Peygamberimiz’in bulunduğu ortam ve şartlar içinde dikkate değerdir.

ONTOLOJİK DELİL

Allah’ın gönderdiği tüm dinlerin en temel mesajı, Allah’ın mükemmel bir varlık oluşudur. Dış dünyada Allah’ın yarattıklarının her birini incelediğimizde buna daha çok tanıklık ederiz. Ontolojik delilde ise farklı olarak Allah’ın varlığına dış dünyadan değil, zihnimizde yaratılışımız gereği var olan “mükemmellik” veya “Mükemmel Varlık” fikrinden ulaşılır.

Felsefe tarihinde ontolojik kanıtın ilk açıklamalarına Farabi ve İbni Sina’da rastlıyoruz. Farabi, ontolojik delili, dış dünyaya (kozmolojik) dayanan delillerle karıştırarak inceler. Buna göre Allah’ın varlığı zorunludur, bir an için Allah’ı yok kabul etmeye kalkarsak zihin çelişkiye düşer. Geri kalan tüm varlıklar mümkün varlıklardır; bu varlıkların varlığı gibi, yokluğu da düşünülebilir. Mümkün varlıklar, zorunlu varlıkta son bulmazsa, zihinsel çelişki ortaya çıkar.

Farabi’nin delili ontolojik ve kozmolojik delillerin karışımı olduğu için birçok kişi felsefe tarihinde bu delilin izlerini ciddi bir şekilde ilk olarak İbni Sina’nın eserlerinde bulduklarını söylerler. Batı dünyasında Anselm ile ve ondan sonra da Descartes ile meşhur olan birçok izah aynen İbni Sina’nın eserlerinde mevcuttur.

Herşeye rağmen bu delil düşünce tarihinde en çok Descartes ile anılmaktadır. Descartes hiçbir yanlışa düşmemek için bildiği tüm bilgileri yok sayarak felsefesine başlar. Daha sonra “Düşünüyorum öyleyse varım” diyen Descartes, kendi benliğinin inkâr edilemeyecek şekilde var olduğunu; düşünmenin asla inkâr edilememesinin, apaçık gerçekliği temelinde kabul eder. (Descartes’ın burada kabul ettiği varlığı, temelde Kuran’ın “nefs” kavramı ile ifade edilen benlik kavramıdır, maddi bedeni kastetmemektedir.)

Daha sonra Descartes bilmenin şüphe etmekten daha büyük bir mükemmellik olduğunu anlar ve bu mükemmellik fikrinin kendisini nasıl en Mükemmel’e götürdüğünü şöyle açıklar: “Bundan sonra şüphe etmem, yani varlığımın mükemmel olması üzerine düşünerek (çünkü bilmenin şüphe etmekten daha büyük bir mükemmellik olduğunu açıkça görüyordum) olduğumdan daha mükemmel olan bir şeyi düşünmeyi nereden öğrendiğimi araştırmaya karar verdim ve bunu gerçekten daha Mükemmel bir Varlık’tan öğrenmiş olmam gerektiğini apaçık anladım.

Kendi dışımdaki başka birçok şey; örneğin gök, yer, ışık, sıcaklık gibi daha binlerce şey hakkındaki düşüncelerime gelince, bunların nereden geldiğini bilmekte o kadar zorluk çekmiyordum; çünkü onlarda kendilerini benden üstün kılacak hiçbir şey görmediğimden, hakiki oldukları takdirde ise onları yokluktan edindiğime, yani bir eksikliğim bulunması dolayısıyla bende bulunduklarına inanabilirdim.

Ama bu, kendi varlığımdan daha Mükemmel bir Varlık fikri için aynı olamazdı. çünkü onu yokluktan edinmek açıkça imkansız bir şeydi; sonra da en mükemmelin daha az mükemmelden çıkmasında, ona bağlı olmasında, hiçten bir şeyin meydana gelmesinden daha az aykırılık bulunmadığına göre, onu kendimden de edinemezdim. Böylece, olduğumdan daha mükemmel bir varlık hatta herhangi bir şekilde bende bir fikir bulunan bütün mükemmelliklere sahip olan bir varlık tarafından, yani tek kelimeyle söylersem, Allah tarafından bu fikrin bana verilmiş olması olasılığı kalıyordu geriye.”

Descartes benliğindeki (nefsindeki) delilleri inceleyerek Allah’ı bulur. Descartes insanın benliğine bu bilginin, bir esere sahibinin kendi markasını basması gibi, Allah tarafından işlendiğini söyler: “Zihnimin uydurması veya yapması da değildir. Zira ondan bir şey eksiltmek veya ona bir şey katmak elimde değildir. Dolayısıyla onun da yaratıldığım zaman benimle birlikte doğmuş ve meydana getirilmiş olduğunu söylemekten başka diyecek hiçbir şeyim kalmıyor. Doğrusu Allah’ın bu fikri, beni yaratırken, sanatkarın eserine işlediği bir marka gibi, zihnime koymuş olmasını garip bulmamalıdır…”

Spinoza da Allah’ı zorunlu bir cevher olarak kabul eder ve O’nun yokluğunun mantıksal çelişki doğuracağını söyler. Leibniz ise Descartes’ın görüşlerine ilaveler yapılması gerektiğini düşünerek, İbni Sina’ya benzerlikleri olan açıklamalarıyla ontolojik delili formüle eder.
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (11. October 2008 Saat 03:00 PM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 9. October 2008, 08:35 AM   #2
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

KANT’IN ZAMAN VE MEKAN KATEGORİLERİ

Kuran benliklerimizde deliller olduğunu söyler. Buraya kadar Farabi, Descartes gibi düşünürlerden benliklerimizde doğuştan “Allah’ın varlığı” fikrinin var olduğuna dair açıklamalarını inceledik. Tahminimizce Kuran’ın benliklerimizde deliller olduğunu söyleyen ayeti “Allah’ın varlığı” fikrinin zihnimizde olmasından daha geniş anlamda delillere de işaret etmektedir. Kanımızca “Apriori” olarak tanımlanan benliğimizin, zihnimizin doğuştan sahip olduğu tüm özellikler, bu ayetin işareti kapsamındadır.

Kant’ı Kant yapan eşsiz buluşuna göre zaman ve mekan bizim her türlü deneyden, dış dünyayla buluşmadan önce sahip olduğumuz sezgilerdir. Küçük bir çocuğun mesafeler hakkında hiçbir fikre sahip olmamasına rağmen, hoşuna gitmeyen şeylerden uzaklaşması, beğendiği şeylere yaklaşmak istemesi bunun delilidir. öyleyse insan, doğuştan hazır bir sezgiyle bu şeylerin önünde, yanında, dışında, kendisinden başka yerde olduklarını apriori olarak bilir. Yani dış dünyayla temas etmeden önce zihnimizde mekan fikri hazırdır. Zaman için de aynısı geçerlidir. Her algıdan önce çocuk, önce ve sonra duygusuna sahiptir. Bunlar olmasaydı; tüm algılarımız birbirine karışır ve düzensiz, sırasız, karmaşık algıları kavrayamazdık. Zaman ve mekan sezgilerinin doğuştan bizde var olduğunun diğer kanıtlarına konu uzadığı için girmiyoruz.

Kant, benliğimizin doğuştan sahip olduğu bu özellikleri dış dünyayla temasımızı irdelerken kullandı. Bunların Allah’ın varlığının delilleri olduğuna dair bir şey söylemedi. Kant’ın bu buluşu benliğimizde var olan özelliklerin dış dünyayla nasıl uyumlu olduğunun bir delilidir. Biz tek bir benliğe sahibiz ve tek bir mekanda yaşıyoruz. Yaşadığımız mekanı çok kompleks bir kapıya benzetebiliriz. Benliğimiz ise doğuştan sahip olduğumuz zaman ve mekan kategorileriyle tek anahtarımızdır. Bu çok kompleks kapıya, benliğimiz gibi çok kompleks bir anahtarı sokuyoruz ve karşımızdaki kapı açılıyor. Bu anahtarın (benliğimizin) tesadüfen var olduğu hiç söylenebilir mi? çok açıkça bellidir ki bu Evren’i, zamanı ve mekanı Yaratan kim ise insan benliğini tüm donanımıyla Yaratan da odur.

Dil öğrenme yeteneğimiz doğuştan apriori olarak benliğimizde, zihnimizde hazırdır. İnsanın bu en önemli ihtiyacının zihninde hazır olarak yaratılması da, aynı zaman ve mekan kategorileri gibi Yaratıcımızın bizi mükemmel yarattığının delilleridir. Dış dünyada var olan ortama uyum sağlaması için maddi bedenimiz gibi zihni yapımız da her türlü donanımla hazır olarak yaratılmıştır.
Görüldüğü gibi doğuştan benliğimizde var olan apriori seziler bizi hiç yanıltmamaktadır. Kant bu apriori sezilerin deney alanına uygunluğunu gösterdi. Bu da aslında apriori sezilerin deney alanında deneylenmesi demektir. Buradan hareketle apriori sezgileri deney alanının dışına taşıracak güveni elde edebiliriz. örneğin bir İbni Sina, bir Descartes gibi; zihnimizde doğuştan var olan Allah fikrini bir delil olarak kabul edebiliriz.

Kant apriori olan zaman ve mekan sezgileriyle ilgili açıklamasının “Kuran’ın benliklerimizde deliller olduğunu” söyleyen ayetine konu olduğunu duysa herhalde çok şaşırırdı! Bize göre Kant’ın ahlakın varlığı için Allah’a ve ahirete inanmamız gerektiğini söyleyen açıklamalarından da insanın sahip olduğu apriori bilgiler için sonuçlar çıkarılabilir. Kant ahlâk ilkesinin uygulanması için kaçınılmaz olarak Allah’a ve ahirete inanılması gerektiğini söyledi. Kant bunu apriori özelliklerimizden kaynaklanıyor olarak değerlendirmedi, bu durumu pratik bir ihtiyaç olarak, pratik aklın bir tavrı olarak gördü. Fakat belli donanımlarla yaratılan aklı, bu sonuçlara götüren yaratılıştan sahip olduğu apriori donanımdır. Yani biz, ahlâkın gerekliliğine inandığımız zaman apriori özelliklerimizden dolayı Allah’a ve ahirete inanmak (bunları postulat olarak kabul etmek) zorunda kalıyoruz. Ayrıca ahlâkın Kant’ın deyimiyle insan için bir “maksim” olması da yaratılışımızdan gelen apriori özelliklerden dolayıdır…
Kısacası: Apriori’ye savaş açan perişan olmaya mahkumdur!
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (11. October 2008 Saat 02:58 PM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 9. October 2008, 08:35 AM   #3
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

YARATILIŞIMIZA KODLANANLAR

O halde sen yüzünü Allah’ı birleyen olarak dine, Allah’ın yaratılıştan verdiğine çevir ki, insanları onun üzerinde yaratmıştır. Allah’ın yaratışında değişiklik olmaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çoğunluğu bilmemektedir. 30 Rum Suresi 30

Yaratılışımızdan bizde kodlu olan (apriori) bilgiler hem Allah’ın dininin söylediklerine uygundur, hem de bu yaratılış Allah’ın mükemmel yaratışının delilidir. Ayette “yaratılıştan verilen” diye çevirdiğimiz kelime ilk yaratmayı ifade eden “fatara” fiilinin mastar halidir ve ilk yaratılış tarzını, yaratılışımızın başlangıcında verilen özellikleri ifade etmektedir. Bu bölümün başında benliklerimizde deliller olduğunu söyleyen ayeti “yaratılışa uygunluk” olarak düşünürsek daha da rahat anlaşılır. Descartes’ın savunduğu şekilde “doğuştan fikirler, yaratılıştan gelen fikirler” şeklinde açıklama birçok kişiye anlaşılması zor gelmektedir. Descartes’ın savunduğu tarzda bu fikri anlamak için insanın zihin yapısı üzerine çok dikkatli bir konsantrasyon gerekmektedir. “Doğuştan fikirler” şeklinde açıklama da muhakkak yaratılışa uygunluğu ifade eder, fakat yaratılışa uygunluğun “yaratılışımız ve dinin söylediklerinin uyumu” çerçevesinde ele alınması da mümkündür ve bu geniş kitlelerce daha rahat anlaşılabilir.

Birçoğumuz “Nereden geldim”, “Niye varım”, “Nereye gidiyorum” sorularına cevap aramaktadır. Dikkatli düşünürsek tüm bu soruları sorma nedenimiz bu soruları soracak şekilde yaratılmamızdır. Birçok insan bu sorulardan kaçtığı, düşünmemeye uğraştığı ve kendi yaratılış özelliklerini bastırdığı için yaratılış gereği olan bu soruları sormaz. Kısacası bizi Yaratanın bize bu soruları sordurtması bizi “dine inanacak şekilde yaratması”, bu ise “bir din gönderecek olması” demektir. çünkü bu soruların din dışında cevabını veren hiçbir sistem yoktur. Yani bir dinin olması gerektiğinin delili, bizim yaratılıştan bir dine inanacak şekilde yaratılmamızda gizlidir.

Bizi susatan Allah, karşılığında su bulma imkanını da, suyu da yaratmıştır. Bizi acıktıran Allah, karşılığında sayısız yiyeceği yaratmıştır. Dikkat edilirse acıkma, susama hissi; dış dünyada suyun, yemeklerin olmasından farklıdır. Canımız su yerine, yani hidrojen ve oksijen atomlarından oluşan bu molekül yerine, Dünya’da hiç olmayan, bize yararsız veya vücudumuzla alakasız bir molekülü de arzulayabilirdi. Fakat, hayır! Vücudumuz kendisi için en gerekli olanı ve var olanı yaratılıştan isteyecek şekilde yaratılmıştır.Sonsuza dek var olmak, hiç yok olmamak; bizim sudan, yemekten daha büyük ihtiyacımızdır. Hayatın devamı her türlü istekten, arzudan üstündür. Yani Allah, bizi ahirete baştan muhtaç yaratmıştır. Eğer Allah vermek istemeseydi, istemeyi vermezdi. Yaratılıştan bize verilen bu istek ise ahiretin bir delilidir.

Görüldüğü gibi bizim yaratılışımızda hem Allah’ın, hem dinin, hem ahiretin delilleri mevcuttur. Rum suresinin 30. ayetinin sonlarındaki ifadeye dikkat edelim. “Bu doğru ve eskimez dindir.” çünkü bu ilk insanın yaratılışından beri var olan, insanın yaratılışında taşıdığı delillerdir. Bu delilleri okumayı beceren Allah’a inanır, dine inanır, ahirete inanır. Fakat ayetin en son cümlesi de çok anlamlıdır. “Fakat insanların çoğunluğu bilmemektedir.” Gerçekten de birçok insan, yaratılıştan kendisinde olan bu delilleri değerlendirememekte ve kendi kendilerini inkâr etmektedirler.

Bize susama hissini veren Allah, suyu da yaratmıştır. Acıkma hissini veren Allah, yiyecekleri de yaratmıştır. Eğer Allah, Ahiret’i yaratmayacak olsaydı, bizi Ahiret’e muhtaç yaratmazdı. Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.


Kaynak: www.mucizeler.com
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (11. October 2008 Saat 02:59 PM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
birlikte, bizle, deliller, olan, var, yaratılışımızla


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:21 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam