hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > İman ve mü’minler > Tevhid

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 21. January 2010, 10:23 AM   #1
müslümanlardan
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
müslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud of
Standart Sisteme rağmen

Sisteme Rağmen

Aylin Efkar

Yüce Allah yarattıklarının zaaflarını bildiği için her şeyi bir düzen içinde sunmuş bizlere. İnsanın nefsine meylini bildiğinden harama giden yolları men etmiş, şüpheye yer olmayan kurallar koymuş. Ama nafile. Bu büyük nimetin farkına varamamış insanoğlu. Rabbinin rızasını kazanmayı ve acizliğinin farkında olup rabbine el açmayı düşüklük sanmış. Bilememiş ki asıl düşüklük, ne olduğunun ve ne 'olmadığının' farkında olamamaktır.
Her türlü gerçeğe gözlerini yuman, duymak istemediklerini yok sayan, kendini eleştirenlerin yaşam hakkını elinden almaya niyetli insanların kurduğu bir adalet (!) sisteminde yaşıyoruz. Son gelişmeler toplumun büyük bir bölümünün korkunç bir öfkeyle bilendiğinin göstergesi.
Pervasızca, koydukları kuralları dayatıyorlar; fakat bu ne cürettir ki bu kurallar Allah'ın kurallarıyla çelişiyor. Değiştirilemez deyip kutsallık atfettikleri yasalar, bir müslümanın müslümanca yaşamasına imkan vermiyor. Göstermelik izin alanları onların enaniyetlerinin beslenmesini sağlıyor. Nasıl ki Hz. İbrahim'e cevap yetiştirmeye çalışan Nemrud, "ben de öldürür ve diriltirim" diyebilmek için verdiği ölüm emrini durdurup şirk koştuysa; onlar da "siz de evinizde istediğiniz ibadeti yapın; karışan mı var?" diyerek sözde 'lütuf'ta bulunuyorlar. Üniversite kapılarında yatan kızları görüp içlerinden: "bunlar benim eserim, yine rejimi yıkılmaktan kurtardım" diyorlar belki de. Bu sözlerin sahipleri, "türban siyasi simgedir" söyleminden bir adım ileri gidemediler yıllardır. O küçük beyinlerinin almadığı şey ise şu soruda gizli: "nasıl olur da bu gencecik kızlar, bu yaşta, sisteme rağmen başlarını örtebilirler. Hangi güç onlara bunu yaptırıyor?" İman gücünden, Allah'ın rızasını her şeyden üstün tutma kavramından habersiz olan zavallılar, sisteme rağmen örtünenlerin arkasında ancak 'siyasilerin' olabileceğini söylüyorlar. Buna gerçekten inanıyorlar mı, çok merak ediyorum. Zira bunu dillendirenler üniversite mezunu, aydın(!), kafası az çok çalışan insanlar. Bilmemeleri, düşünmemeleri mümkün değil gibi görünüyor. O zaman sebep ne? Sebep kendilerini 'ilah' olarak görme sapkınlığı olabilir mi? "İstediğimi okula-kamu kuruluşlarına alırım, kuralları ben koyarım; uymayanı da atarım" zorbalığı başka nasıl açıklanabilir ki?!..
Peki onların bu zorbalığı sonuç verecek midir? Yani sadece Rablerinin buyruğuna uyup O'nun rızası kazanmak için örtünen kızlar, sistemin baskılarına boyun eğip de açılacaklar mıdır? Bu elbette mümkün değildir. İmanı tatmış, imanın hakikatinin bilincinde olan bir kişi, her türlü zorluğa rağmen, inancının gereğini yapacaktır. Ama tabii ki sistem, sadece bu baskılarla sonuca gideceğini düşünmüyor. Öyle görünüyor ki, sistemin başka yöntemleri de var!
Yıllardır yürütülen propagandalar, bazı kesimlerde sonuç veriyor ve çelişki içinde bırakılan müslümanlar giderek dini hassasiyetlerden uzaklaşıyorlar. Bu insanlar, verdikleri tavizleri zamanın gereği olarak algılıyor; cihadın sadece silahla olduğunu sanıyor, dinine küfredenlere karşı dik durmanın da bir cihad olduğundan habersiz yaşıyorlar. İslamiyet'in evrensel mesajını unutup, sadece vicdanında yaşattığı dinin yeterli olacağını sanıyorlar. Faize kâr payı, kumara milli piyango deyince kendilerini kandırdıklarının bile farkında olamıyorlar! Bunların anlayışında, kalbi temiz olan, ibadetlerden muaf oluyor; zaten 4444 duasını okuyunca da cennete gidilebiliyor!... Allah'ın adaletine iman eden hangi insan bu promosyon müslümanlığına inanabilir?! Peygamber (A.S.) ömrü boyu yaptığı ibadetleri kalbi kirli diye mi yaptı? Allah böyle insanları şu şekilde uyarıyor: "hâlâ akletmiyor musunuz?"
O halde, akleden ve sadece imanlarının gereği olarak örtünen kızların yapması gereken, sistemin tuzaklarla dolu oyunlarına karşı uyanık olmak ve kimliklerinden taviz vermeden Müslümanca bir duruşu sergileyebilmektedir. Bu kararlılığı gösterenler, Rabbimizin yardımına da hak kazanmış olacaklardır.
müslümanlardan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 21. January 2010, 10:57 PM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim.

İslam güvenli ,barışın ve huzurun olduğu bir dindir. İnsanların güvenli olmayan , huzur ve barış olmayan her türlü olumsuz düşüncelerden ve kötülüklerden islama kaçan kişinin adı da müslümandır. Buna güvenmek/iman etmek İslamın güven, barış ve huzur dolu ortamına kaçarak güvendiğini/iman ettiğini belirtenin adı da Mü'mindir/güvenendir.

Müslümanların mü'min olabilmesi o bölgenin kurallarına uygun yaşaması o kurallara uyması demektir. Allahın vahyi olan Kur'an daki bütün bilgiler güvenilerek gereği yaşanacak olanlardır. "La ilahe" diyerek bütün ilahları reddeden ve "illa Allah" diyerek müslüman olan ve ilahı olan Allahın vahyine inanıp güvenerek teslim olan mü'minler dinin sadece başörtüsü olduğu aldatmacasına aldanmayanlardır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 22. January 2010, 08:24 AM   #3
müslümanlardan
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
müslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud ofmüslümanlardan has much to be proud of
Standart

İSLAM KULA KULLUĞU RED ALLAH A KULLUĞA DAVET DİNİDİR.
ahzab.36. Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının” diye peygamber gönderdik. Allah onlardan kimini doğru yola iletti, onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.

DİN İSE,yaşama biçimidir.bu biçimlendirmede hükümleri ,kanun yasaları Allah koyar resulleride insanlara tatbikini gösterir.Bu hükümler dışında insanların kendilerinin koydukları ve Allah ın hükümlerine uymayan yasaların hepsi batıl olduğu gibi kula kullukta farklı bir din olur.

anlatmaya çalıştı*ğımız gibi her din bir hayat şekli ve her hayat şekli bir dindir. Allah'ın razı olacağı hak din ise İslam olup, bazilarının anlattığı gibi sadece uhrevi bir din değildir. İslam gerçeği, insanların zulümden uzaklaştırmayı, adaletin güzelliğine ka*vuşturmayı amaçlayan bir hayat şekli, bir yaşam tarzı, bir nizamdır.

Kendi başına ve kendi özgünlüğü ile başlıbaşina bir nizam olan İslam, sadece kendisine yönelmeyi zorunlu kıldığı gibi diğer batıl dinleri reddetmeyi de zorunlu kılmakta*dır.

“Bir koltukta iki karpuz taşınmaz” derler.

“Bilmiyorum!.”

Belki bir koltukta iki veya üç karpuza yer olabilir. Fa*kat bir koltukta iki karpuza yer olsa dahi, bir kalpte İs*lam'la birlikte ikinci bir dine kesinlikle yer yoktur.

İslam dini, zamanımızda bazılarının yaptığı gibi batıl dinlere, batıl ideolojilere, batıl izmlere hoş görünerek veya

onların pisliklerini hoş görerek, onların şemsiyesi altında gelişebilecek bir din değil; bizzat onları ve onların tüm pis*liklerini inkar ederek, kendisini onlardan beri tutarak ber*raklığını ve yücelik vasfını koruyan bir dindir.

Resulullah (s.a.v.)'in bütün pratiğinde, tavizden uzak bu gerçekleri görmemiz mümkündür. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) Mekke insanlarına İslam'ı tavizsiz bir üslupla ve İla*hi vahiy istikametinde tebliğ ederken, bu tebliği reddeden insanların çok açık tavırlarıyla , çok açık tepkileriyle karşı*laşıyordu. Fakat ne gariptir ki aynı tebliği, aynı istikamette yapmaya çalışan günümüz müslümanların ise böylesi açık tavırlarla, böylesi açık tepkilerle karşılaşmamaktadırlar.

İslam'ı temelde reddetmelerine veya başka itikadların din edinmelerine rağmen tevhidi dine davet edilen bu insanlar, davet edildikleri bu dinin ismi “İslam” olduğu için, “İslam” kavramına karşı açık bir tavır takınmazlar.

İslam'ın içeriğini, İslam'ın gerçeklerini reddetseler dahi, “İslam” kelimesini reddetmek istemezler. Çünkü han*gi batıl dini yaşıyor olurlarsa olsunlar, yaşadıkları bu batıl dinlere “İslam” ismini vermişlerdir.

Şayet kendilerini bu gerçekleri içermesine rağmen ismi “İslam” olmayan bir dine davet etseydik, bu davete karşı çok açık tavırlar gösterebilirlerdi.

“Siz bizim dinimizi mi değiştirmek istiyorsunuz?”

“Siz bize yeni bir din mi getiriyorsunuz?., gibi ifadelerle, “Biz sizlerin getirdiği bu yeni dini kabul etmiyoruz”

diyebilirlerdi!.

Bunu diyememelerinin veya tevhidi davete karşı açık bir tavır gösterememelerinin nedeni; davet edildikleri dinin ismi “İslam” olduğu gibi, kendilerini nisbet ettikleri dine de “İslam” demeleridir.

Netice olarak bu kimselerin içinde bulunduklan dine ve din anlayışlarına baktıktan sonra bu kimselere diyoruz ki.

Siz İslam'ı böyle anlıyor ve bu yaşantınıza İslam di*yorsanız, biz sizleri gerçekten yeni bir dine davet ediyoruz. Evet sizler.

İslam dinini sadece bazı ferdi ibadetler olarak algılı*yorsanız, kominizme veya sosyalizme karşı çıkmak adına kapi*talizmi desteklemeyi İslami bir vecibe görüyorsanız, ağzından “Allah” lafzı çıkan bütün politikacıları, bu politikacıların icraatlarına bakmadan müslüman kabul ediyorsanız, bu politikacıları din kardeşi görüp, bu politikacılara din adına itaat ediyorsanız.

İslam hukukunu geçmişe, beşeri hukukları günümüze nisbet ediyorsanız, tağuti sistemlerin çanak yalayıcıları olan ve tağutun maslahatını gözeten resmi din görevlilerini, dininize göre müftü veya imam kabul ediyorsanız, dünya emperyalizmine din adına karşı çıkan müslümanlara, aşırı dinci veya terörist diyorsanız, kafire şer, müşriğe ehven-i şer olarak bakıyorsanız.

Evet bütün bu meselelere, böylesi yaklaşımlarda bulu*nuyorsanız.

Biz sizleri gerçekten yeni bir dine, ismi “İslam” olan, fakat atalannız tarafından tahrif edilen, değiştirilen, dejenere edilen geleneksel dinle her*hangi bir ilgisi olmayan yepyeni bir dine davet ediyoruz.

İşte bu yeni dinde, zulme rıza göstermek yoktur.

İşte bu yeni dinde, ahiret için Allah'a, dünya için tağuta kulluk etmek yoktur.

İşte bu yeni dinde, göklerin hakimiyetini Yaratıcıya, yerlerin hakimiyetini yaratılmışlara bırakmak yoktur.

İşte bu yepyeni dinde, “Ben hem müslümanirn, hem kapitalisttim”, “Ben hem müslümanım, hem faşisttim”, “Ben hem müslümanım, hem sosyalisttim Ben müslümanım hem demokratım,Ben müslümanım hem laikstim” demek, İslam ile birlikte başka bir dini, başka bir ideolojiyi, başka bir izmi de kabul etmek, kesinlikle ve kesinlikle yok*tur..

İşte bu yepyeni dinin adı, Resulullah (s.a.v.)'in tebliğ ettiği İslam'dır. Davet edilmekten ve davet etmekten onur duyduğu*muz İSLAM gerçeğidir...
müslümanlardan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 22. January 2010, 12:02 PM   #4
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

TEK DİN İSLÂM
İnsanoğlunun var oluşuyla beraber, ortaya çıkan din anlayışları, düşünen akleden insanları araştırmaya sevk etmiştir. Her toplumda bir taraftan insanların yaşadıkları dinleri ve yaşam biçimlerini sorgulayan insanlar olduğu gibi düşünmeden geleneklere bağlı kalarak taklit yolunu seçenler de olmuştur. Ve olmaktadır.
İnsanların yaratılırken öz yapısına Allahın yerleştirdiği doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme yeteneği, peygamberlerle ve gönderilen kitaplarla da takviye edilerek, dünya hayatında düzgün yaşamalarına Allah zemin, hazırlamıştır.
İnsan nötr bir varlık olarak denemeye tabi tutulmak için diğer varlıklardan iyiye veya kötü yolla gidebilme eğiliminde yaratılıp, hangi yola giderse, O yolda hem verilen akıl hem de melekleri insanlara gittikleri yönde yardımcı olarak gönderip, kişiye özgür iradesini vererek denemeye tabi tutmuştur.
67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Bazılarının aklına Allah bizi neden deniyor? Veya bizim ne yapacağımızı Allah bildiği halde neden denemeye ihtiyaç duyuyor diye bir soru gelebilir. Allah yaptığından dolayı kimseye hesap verici değildir. Evet, Allah insanın daha yaratılmadan önce ne yapacağını bilir ama insana yanlışa gitme veya doğruya gitme özgürlüğünü kendisine vermiş ve denemeye tabi tutmuştur. Allah insanın ne yapacağını bilmesi insan yanlışa gittiği zaman sorumluluktan kurtulması anlamına gelmez.
Allah insanları ardı arkası kesilmeyen peygamberler göndererek, nerde ne yapılması gerektiğini vahiylerle bildirmiş,. Her toplum göndermiş olunan peygamberle kendi çağlarında yaşam biçimlerinin yeterli bir açıklamasını yapmıştır. Ama ne yazık ki, Peygamberlerin büyük çoğunluğu gelmiş oldukları kavimlerde, kendisini dinleyen ve destekleyen iman edenler olmadığı zaman o peygamberler ya sürülmüş ya da dövülüp öldürülmüşlerdir. Son gelen peygambere kadar, kuranda ismi zikredilen peygamber sayısı yirmi beşi geçmemiştir.
40/78- Andolsun, Biz senden önce elçiler gönderdik; onlardan kimini sana aktarıp-anlattık ve kimini anlatmadık. Herhangi bir elçiye, Allah'ın izni olmaksızın bir ayeti getirmek olacak şey değildir. Allah'ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir ve işte burada (hakkı) iptal etmekte (istekli) olanlar hüsrana uğramışlardır.
Kuranda kıssaları anlatılan peygamberler. Bizim hayatta o konularla ilgili meselelerde nasıl bir yaşam süreceğimizin nerde nasıl davranacağımızın yolunu göstermek içindir. Bu Konuyu ele alışımdaki hikmet. Asırlardır toplumlara peygamber gelmeyince insanlar elde orijinal olan korunmuş bir kitap olduğu halde maalesef o kuran gerek İslam toplumuna giren dış etkenler, gerek insanların kendi içlerindeki yanlış telkinler nedeniyle kuran mahcur bırakılmış ve ortada din olarak Allahın insanlara sunduğu din değildir. İnsanların kendi zan ve tahminlerle uydurduğu din, gündemde tutulmaktadır.
25/30- Ve elçi dedi ki: "Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar."
Evet, kuran Allahın indirdiği gibi ayakta dimdik durmaktadır. Ama aradan bin beş yüz yıl geçmiş olan bir kitabın ne söylemek istediğinin anlaşılması için mutlaka onun dili çözülmesi gerekmektedir. Burada günün koşullarına kuran nasıl cevap aktarıyor ve günün hangi şartlarında kuranın çağa hitabeden yönünü nasıl anlamak gerekir? sizinle otuz yıllık çalışmamı paylaşmak istiyorum.
Bunları anlayabilmek için kurandaki bazı kuralların bilinmesi gerekir. Kuranı kurandan anlamak lâzımdır. Zaten kurana iman edenlere ancak bu çalışmalar ve anlatışlar yarar sağlar. Yoksa kurana iman etmeyenlere ne kadar şeyler söylesen onun gözleri kulakları kalbi anlama ferasetine karşı duyarlılığı kapalıdır.
1-KUR’AN ÇELİŞKİSİZ BİR KİTAPTIR
Kuran okuyan ve kalpleri marazlanmamış ise, gerçekten doğruyu yakalamak için ön yargısız olarak çıkmışsa. Bir ayetin ne söylemek istediği mutlaka yakalanması gerekir. Kuranda geçen hiçbir kelime hiçbir kelimenin yerine kullanılmamıştır. Kuranda bir kelime değişik konu için alınıp bir konunun içerisinde yer almış ama kendi yerine başka bir kelimeyi kullanmamıştır. Kuranı anlarken bu hususun dikkate alınması gerekir. Şimdi kuranın çelişkisiz bir kitap olduğunu kurandan belgelemeye çalışalım.
4/82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
Kuran kendi içerisinde tutarlı ise ve çelişki yoksa ki tutarlı ve çelişki yoktur. Anlayışların da çelişkili olmaması gerekir. Kurandan bu anlayışı yakalayabilmek için de hem kuranın içindeki bütün ayetlerden haberdar olmak hem de kâinat hakkında genel bir bilgiye sahip olmak gerekiyor. Kuran bunu kuranda iki kısım ayetler olduğunu açıklamıştır.
3/7- Sana Kitabı indiren O'dur. Ondan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
Burada muhkem ve müteşabihi uzun uzun anlatmayacağım yalnız herkesin anlayabileceği şekilde tanımlayıp geçeceğim. Muhkem herkesin anlayacağı, müteşabih ise karmaşık olup muhkemlerle açıklanabilen karmaşık inceleme ve tahlil sonucunda zikir ehlinin anlayacağı, ayetler demektir. Müşahhas bir örnek verecek olursak Güneş doğduğu zaman dünya aydınlanır. Nasıl doğar nasıl aydınlatır güneşin dünya ile uzaklığı ne kadardır Konusu müteşabihtir Araştırma inceleme zikirle alakalıdır. Onu O konuda Uzman olanlar bilir.
Bir başka örnek verecek olursak, Dağlarda her türlü insanlığın hizmetinde olan maden çeşitleri vardır. Ama hangi dağda hangi maden vardır ve o nasıl insanların önüne kullanılacak biçimde gelir bu o konunun uzmanları tarafından ancak anlaşılır. Hiç tiren görmemiş birinin tirene bakışını anlatırken öküzün tirene baktığı gibi denmesinin sebebi budur.
Çelişkisiz olan kuranın çelişkisiz bir biçimde anlaşılması için kurandan örnekler vererek anlatmaya çalışacağım.
2-KURANDA KULLANILAN EDEBİ SANATLAR
Her dilde kullanıldığı gibi kuranda da edebi sanatlar kullanılmıştır. Gören gözler işiten kulaklar bunu rahatlıkla anlayabilir. Türkçede de kullanılan kelimelerin büyük bir kısmı sanatsal ve değişmeceli anlamında kullanılmaktadır. Birkaç tane örnek verecek olursak
Orta doğuda sular ısınıyor. Bu Herhalde ateş yakılıp suların gerçek anlamında ısınması anlaşılmaz.
Yunanistan ile Türkiye’nin arasındaki buzlar eridi. Derken herhalde Türkiye ile Yunanistan arasında gerçek anlamda buz olup o eridiğini anlatmaz.
Adamın ağzında dili yok sanki bir melek dendiği zaman gerçek anlamında dili yok anlamında değildir. Dili var ama sessiz saygılı bağırıp çağırmayan oturaklı olgun bir adam tablosu çizmektedir.
Şimdi Kuranda da bu mecazi sanatlar kullanılmıştır. Kuranda geçen surelerde ve konularda geçen bu anlatımlardan örnekler verelim.
20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş)
7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
Bakınız Burada Kuran Asa kelimesini iki sure ve iki değişik konuda kullanmış. Birisi Dünyalık kazandığı güçler anlamındaki asa, birisi de Allahtan aldığı vahiyler ve güç anlamındaki asadır. Şimdi söylediklerimi kuranda geçen konuda anlamaya çalışalım
Önce dünyalık kazandığı malları asa olarak tanıtan ayetler
20/17- "Sağ elindeki nedir ey Musa?"
20/18- Dedi ki: "O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var."
20/19- Dedi ki: "Onu at, ey Musa."
20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
20/21- Dedi ki: "Onu al ve korkma, Biz onu ilk durumuna çevireceğiz."
Burada dikkat ederseniz asanın dünya hayatındaki birçok yararlarından söz etmektedir. Ve onu terk ettiği zaman bir an da olsa Musa peygamberde soğuk duş etkisi yaparak korkmağa ve kaçmağa başlıyor. Şimdi Aynı asa kelimesini vahiy anlamında kullandığı konuya bakalım.
7/104- Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben âlemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim."
7/(105- "Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrail Oğulları’nı benimle gönder."
7/106- (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)."
7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.
7/108- (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).
7/109- Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: "Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür";
7/110- "Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?"
7/111- Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla";
7/112- "Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler."
7/113- Sihirbazlar Firavun'a gelip dediler ki: "Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi?"
7/114- "Evet" dedi. "(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız."
7/115- Dediler ki: "Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?"
7/116- (Musa "Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.
7/117- Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.
Burada kuranın anlattığı Allahtan aldığı vahiyler anlamındaki asadır. Konuda geçen olayı özetleyecek olursak, Dikkatlice incelenirse Hazreti Musa Firavuna gelip, 7/104- Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben âlemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim." Hazreti Musa peygamber ile Firavun arasında geçen tartışma veya diyalog. Asa sihir meselesi değil, Musa Allahtan getirdiği bir belgeden bir olaydan söz etmektedir. Ve kendisinin elçi olduğunu anlatmaktadır.
Kuranın Bütünselliğine baktığımız zaman peygamberler toplumların karşılarına çıktıkları zaman ilk karşı gelenler o toplumun önde gelenleridir. Çünkü önde gelenler ezilmiş olanları kendilerine köle edinerek onları kullanmakta ve tahtını onlarla korumaktadır. Allah Birlik ve beraberlikten söz ederken bunlar toplumu fırka fırka bölerek onları güçsüzleştirip zulüm yapmaktadırlar.
28/4- Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.
Hazreti Musa Sosyal içerikli firavuna kesin bir uyarı vermektedir. 7/(105- "Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir. Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrail Oğulları’nı benimle gönder."
Firavuna Allahtan bir ferman getirdiğini, Bu Ferman kendisine belge ve ayet olduğunu kendisinin üzerindeki yükümlülüğün bu ayeti ona bildirmek artık İsrail oğullarını köleleştirip onları ezmeyi bırakmasını onların kendi dinlerini kendilerine vermesini iletmektedir.
İslam olanlar iş başına geldikleri zaman elleri kolları bağlanmış olan ezilmiş güçsüzleştirilmiş olanları destekleyip onların üzerinde oynanan oyunları çözerek rahatlığa kavuşturmaktır.
4/75- Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?
Firavun kıssasında anlatılan bir din kavgası bir yaşam biçimi tartışması bir toplumun doğru bir yolu nasıl olacağı tartışmasıdır. Ama Kuran bilgin büyücü ve Musa’nın asası ile bunları mecazi sanatsal bir üslupla anlatmaktadır. Konu Firavunun insanlara anlattığı dinle Musa peygamberin anlattığı din çatışması olduğu halde bunları sihirbazlık oyunu ile sıvıştırmak ve konuyu böyle anlamak yanlış olur.
Görüldüğü gibi ayetin orijinal olan metnine de bakıldığı zaman Musa peygamberin davarlarına yaprak silktiği asasıyla firavunun büyücülerine karşı attığı asa birebirlerinden farklı olan asalardır. O ayetleri tekrar getirirsek
20/20- Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş).
Burada atılan asa yılan olup hazreti Musa ondan kaçıyor. Korkuyor. Bu dünyalık hazreti Musa’nın dayandığı güçler anlamında olan asadır. Diğer asa.7/107- Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi. 7/117- Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor.
Firavunun yandaşları bilginler hazreti Musa peygamberin getirdikleri belge ve deliller karşısında çok zayıf kaldığını bu sebeple gerçekte Musa’nın söyledikleri ilahi bir güç tarafından geldiğini anlayınca biz de Musa’nın ilahına iman ettik itirafında bulunuyorlar.
7/120- Ve sihirbazlar secdeye kapandılar.
121- "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler.
122- "Musa'nın ve Harun'un Rabbine
Demek ki Bu Konuda anlatılan ve anlatılmak istenen sihir büyü meselesi değil Peygamberlerin getirdiği yaşam biçimi ile insanların ortaya attığı ve anlattığı yaşam biçimlerinin karşılaştırılması imiş.
ALLAH BİR PEYGAMBERE HELAL VE HARAM KILDIĞINI DİĞER PEYGAMBERLEREDE HARAM VE HELAL KILMIŞTIR.
6/146- Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. 'Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları' nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız.
Bazı kuran okuyan kardeşlerimiz bir ayette eğer Allah Yahudi olanlara ayette geçen. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. İfadesini kullanıyorsa o ayeti başka türlü anlamamız doğru olmaz demektedirler. Kuranın bütünselliğine baktığımız zaman Allah insanoğlunun var oluşundan bu tarafa göndermiş olduğu peygamberlere insanlara zarar olan şeyleri haram ve güzel ve temiz olan insanların yararına olan bütün şeyleri de helal kılmıştır.
5/4- Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal kılındı." Allah'ın size öğrettiği gibi öğretip yetiştirdiğiniz avcı hayvanların yakalayıverdiklerinden de -üzerine Allah'ın adını anarak- yiyin. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
Bilindiği gibi peygamberler yazı kültürü ve sanatının gelişmediği dönemlerde. Haram ve helalleri peygamberler vahiyle kendi toplumlarına açıklıyorlardı. Her toplumda haram ve helal olanlar bir önceki ve bir sonraki toplumlarda olanlar ve olmayanlar terk edilmiş gündemini kaybetmiş olabilir. Güzel olan icatlarda daha güzelleri ortadayken eski işlevini kaybetmiş olanlar artık kullanılmaktan uzaklaştırılmıştır. Bu gün insan nakliye işini dev kamyonlar treylerler ve gemi ve kargo uçakları varken eşek ve katırlar develerle yapmaya kalkışırlarsa bu gülünç ve anlamsız olur. Veya öküzü çift koşmaya tarla sürmek için kullanan insanlar kendi bulunmuş oldukları dönemde onu keserlerse et olarak yerlerse büyük bir kayba uğramış olurlar.
Müfessirlerin büyük bir çoğunluğu, Kuranda ismi zikredilen peygamberlerin şeriatlarının farklı farklı olduğunu zikretmişlerdir. Şimdi kuranda geçen ümmet ve şeriat kelimelerini anlatmaya çalışalım.
5/48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.
Bakınız Şeriat kelimesi burada bütün peygamberlerde olması yaşanması gereken hayat tarzı yaşam biçimi olarak kullanılmıştır. Allahın tanımladığı dışında insanların ortaya koydukları bütün dinler ve yaşam biçimleri ayrı ayrı şeriatlerdir.” Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık.” Denilmesindeki şeriat Allahın insanlara yol gösterici olarak göndermiş olduğu peygamberlerin getirdiği şeriat değil, peygamberler dışındaki insanların din yol yaşam biçimi olarak kendilerinin uydurdukları zan ve tahminle ortaya koydukları ideolojiler ve yaşam tarzlarıdır. Kapitalsizimden komin izimden, demokrasiden tutun da kur’ani olmayan bütün, dini cemaatler de ayrı ayrı şeriatlerdendir. Ama Allahın Kabul ettiği şeriat ve ümmet kendisi tarafından gönderilmiş olan peygamberler ve onların getirdikleri yaşam tarzlarıdır. Kurana göre bütün peygamberlerin getirdikleri şeriatte toplananlar tek bir ümmettir onun dışındakilerde ayrı ayrı şeriat ve ümmetlerdendirler.
Bu din anlayışı vahiy orijinli peygamberlerin getirdikleri dinlerde hiçbir zaman farklı bir anlayış ve yaşam biçimi oluşturmaz. Hem de peygamberler arasındaki ayırımı ortadan kaldırır.
2/ 136- Deyin ki: "Biz Allah'a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O'na teslim olmuşlarız."
10/ 19- İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.
Ümmet kelimesi aynı din ve yaşam biçimine sahip olan, bütün varlıklar için kullanılmıştır. İnsanlar yaratılırken hepsi Allah’ı rap olarak kabul ettikleri halde sonradan iblis ve şeytanların telkinleriyle yaratıklardan rab olarak kabul etmeye başlamaları onları tek ümmetlikten ayrılmalarına sebep olmuşlardır.
16/ 36- Andolsun, Biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.
Öyleyse Peygamberlere tabi olan insanlar tek bir din tek bir ümmettir peygamberler dışındakilere tabi olanlar da ayrı ayrı ümmetlerdir. Peygamberlerin getirmiş oldukları din Allahın insanlar arasından elçi olarak seçtiği peygamberler aracılığı ile gönderdiği hayat biçimi ise peygamberler arasında da haram ve helallerde de farklılıklar oluşmaz.
3/ 93- Tevrat indirilmeden evvel, İsrail'in kendine haram kıldıklarından başka, İsrailoğulları�na bütün yiyecekler helal idi. De ki: "Şu halde eğer doğruysanız, Tevrat'ı getirin de onu okuyun".
Bu Ayet eğer onunla ilgili diğer ayetler bilinmezse anlaşılamaz. Bakınız onunla ilgili bir başka ayette.
3/ 50- "Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin."
Bu ayet hazreti İsa peygambere gelen bir ayettir. Kuranda geçen konu ile ilgili ayetlere baktığımız zaman öyle olduğu anlaşılıyor. bir önceki ve bir sonra gelen ayetlere baktığımız zaman onu anlatmaktadır.
3/ 49- İsrailoğulları�na elçi kılacak. (O, İsrailoğulları�na şöyle diyecek "Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır."
3/ 51- "Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur."
3/52- Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler.
Şimdi “"Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim” İsrail oğullarına haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak ifadesini kullanırken Allahın onlara haram kılması değil, onların kendi kendilerine haram olmayan şeyleri haram kılması anlamında olması gerekir. Eğer Hazreti Musa peygamberin getirmiş olduğu haram ve helaller nasıl hazreti İsa peygamber tarafından tasdik edilip doğrulanırsa Bunda bir çelişki olmaz mı?
16/116- Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler.
O zaman diyebiliriz ki hiçbir peygamberin haram veya helal dediğine hiçbir peygamber muhalefet etmez. Her peygamberin kendilerinden önce gelen peygamberleri tasdik edip ve kendilerinden sonra gelecek olanları müjdelemesi söylediklerimizin kanıtıdır.
16/118- Yahudi olanlara da, bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
Bu ayetteki kendi kendilerine zulüm yapmaları Allahın onlara vermiş olduğu temiz ve güzel şeyleri yememeleri nedeniyledir. Yani gönderilmiş olan vahiy orjinli tevratta haram olmadığı halde haram etmeleriydi. Bu Gün aleviyim diyenlerin tavşan etini yemedikleri gibi.
Bir de bazı kuran okuyucu kardeşlerimizin tevratın ve incilin getirdikleri sanki kurandan farklı imiş gibi algıladıkları bir ayet daha var.
5/68- De ki: "Ey Kitap Ehli, Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir şey üzerinde değilsiniz." Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve inkarlarını artıracaktır. Sen de kâfirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma.
Sonuç Olarak diyebiliriz ki. Rabbim Allah’tır diyenler insanoğlunun var oluşuyla beraber peygamber ve kitaplarla helalleri ve haramları belirlenmiştir. Allah hiçbir peygambere helal ettiğini diğer peygamberlere haram etmemiş. Hiçbir peygambere haram ettiğini diğer peygamberlere helal etmemiştir. Tek din İslam tek ilah Allah’tır. Allahın kabul ettiği din Kendisinin peygamberler aracılığı ile gönderdiği islamdır. İslamı kabul edenlerin adı da müslümandır. Allah İslam’ın dışında hiçbir din kabul etmez. İslam olanların adına da müslüman ismi koymuş müslüman kelimesi dışındaki koyulan isimlerin hiç birisin kabul etmiyor.
5/3- Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkara sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim. Kim 'şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
Kuranianlamametodu.blogspot.com
[email protected]
Gönderen Ali Rıza Borazan zaman: 06:13 Bu kayda verilen bağlantılar
28 Aralık 2009 Pazartesi
NAMAZ HAKKINDA
NAMAZ HAKKINDA
Korkut kardeş Kuranda namazın olmadığını söylüyor ve nereye dönüleceğinden söz ediyor. Kıbleyi Kuran model alınması gereken bir yaşam biçiminin dönüleceği yön ve insanların yaşamaları gereken bir hayat tarzı olarak anlatmaktadır. Devamlı söylüyorum Kuran her şeyi çift yaratmıştır.51/49- Ve Biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz. Nereye bakarsan bak yalın halde de Allahtan başka hiçbir şeyi tek olarak düşünemezisin göremezsin. Müslüman olanların arzuladığı ve kendilerine model almaları gereken yaşam tarzı Hazreti İbrahim peygamberin yaşadığı hayatı kuran örnek vermektedir. Bunu Hem de dönülen yön olarak da namazla sembolleştirmiştir.
2/124- Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim'e): "Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım" dedi. (İbrahim) "Ya soyumdan olanlar?" deyince (Allah "Zalimler Benim ahdime erişemez" dedi.
Burada imam kelimesi geçiyor diye sadece önde namaz kıldıran anlamında alırsan olur mu? Kuran Burada İmam kelimesini Allahın insanlar içerisinde örnek bir yaşamı sergileyebilen canını ve sevdikleri bütün varlığını Allah uğruna gözünü kırmadan verebilen anlamında insanlara model bir örnek sunmuştur. Her türlü bağımlılıktan uzak şirklerden kendisini arındırmış, tevhit akidesinin doruğa ulaştırmış bir yaşam biçimini sergilemiş olarak örnek bir peygamberi örnek vermiştir.
Bakınız Kıble kelimesini son peygamber için de kullanmıştır.2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.
Burada parantez içindeki mütercimin yorumu. Asıl peygamberin yaşam biçimini insanların örnek alacak ve iman edenlerle iman etmeyenlerin yaşam biçimlerindeki farklılığın ölçüsü mihengi terazisi olarak tanımlamış. O modele uyan insanların o yöne döndüklerini anlatmak istemiştir. Elbette Allaha bir mekân ve şekil tahsis edilemez. Peki, buna itiraz edenlere soruyorum nereye dönelim? Neyi kendimize örnek alalım tevhit akidesine sahip olanlar yönünü kabeye dönmeye kabeye tapmak için değil Allaha tapmak için Allahın arzuladığı yaşam biçimine insanların kavuşmaları anlamında bunlardan söz etmiştir.
2/125- Hani Evi (Ka'be�yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. "İbrahim'in makamını namaz yeri edinin", İbrahim ve İsmail'e de, "Evimi, tavaf edenler, itikâfa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik.
Yani iman edenler yaşam biçimlerini Hazreti İbrahim’in örneklik teşkil eden hayat namazı anlamında söylemiştir. Ama insanların hangi dinde hangi mezhepte hangi cemaatte olurlarsa olsunlar yaşamak istedikleri doğru olan Allah katında hüsnü kabul görülecek olan hazreti İbrahim’in ortaya koyduğu namaz ve yöneliştir. Tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkânı denildiği gibi İnsanların dönüp dolaşacağı yerde Allahın Hazreti İbrahim de örnekliğini verdiği yaşam biçimidir.
2/148- Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.
2/149- Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescidi-i Haram yönüne çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden olan bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
2/150- Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Siz de) Her nerede olursanız yüzünüzü onun yönüne çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında insanların, size karşı bir delilleri olmasın. Onlardan korkmayın, Benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz.
Bu ayetlerden Dönme yok deyip de sadece yaşam var demek doğru olmaz. İman etmeyenlerin kendilerine göre taptıkları bir yön bir yaşam biçimi varsa iman edenlerin yaşam biçimlerini bir taraftan Allah bir örnekle belirlemiş ve insanları bir yöne dönmelerini istemiştir.
Neden herkes kendilerine örnek aldıkları bir ideoloji adamlarının yaşadıkları hayatı kendilerine örnek alarak öldükten sonra ona bağlılıklarını ortaya koymak için bir put dikip senenin belirli günlerinde ona bağlılıklarını ifade etmek için önüne geliyorlar? Bu Tapma olayı insanların yaratılışında var ama Allah yaratıklara değil kendine insanların tapmalarını istemektedir. Tapma da ona olan bağlılığı yaşamlarında göstermek ve bunu da sembolleştirerek Allaha tapanlarla Allahlın dışındakilere tapanları hem insanların kendileri arasında hem de kendisine tapılıp tapılmadığını ayırt etmek için sembolleştirerek namaz kılmalarını emretmiştir.
Tamam Namaz Kavramı bu güne kadar iman ettim diyenler arasında ifrat ve terfide vardıysa o kuranın suçu değil o insanların suçudur. Bir takım kelime oyunları ile namazın olmadığını söyleyerek kurandaki iman edenlerle iman etmeyenler arasındaki asıl farkı ortaya koyan namazın olmadığını söylemek bence arkasında iyi bir niyetin olmadığını gösteriyor.
4/100- Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da. Allah'a ve Resûlü�ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.
101- Yeryüzünde adım attığınızda (yolculuğa ya da savaşa çıktığınızda), kafirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kafirler, sizin apaçık düşmanlarınızdır.
102- İçlerinde olup onlara namazı kıldırdığında, onlardan bir grup, seninle birlikte dursun ve silahlarını (yanlarına) alsın; böylece onlar secde ettiklerinde, arkalarınızda olsunlar. Namazlarını kılmayan diğer grup gelip seninle namaz kılsınlar, onlar da 'korunma araçlarını' ve silahlarını alsınlar. Küfredenler, size apansız bir baskın yapabilmek için, sizin silahlarınızdan ve emtianız (erzak ve mühimmatınız)dan ayrılmış olmanızı isterler. Yağmur dolayısıyla bir güçlüğünüz varsa veya hastaysanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir sorumluluk yoktur. Korunma tedbirlerinizi alın. Şüphesiz, Allah kafirler için aşağılatıcı bir azap hazırlamıştır.
103- Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız' namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü'minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır.
104- (Düşmanınız olan) Topluluğu aramakta gevşeklik göstermeyin. Siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da, sizin acı çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Oysa siz, onların umud etmediklerini Allah'tan umuyorsunuz. Allah, bilendir, hüküm ve
Gören gözler için peygamberin önderliğindeki bu namaz tarifi yetmiyor mu ki lafı çarpıtıyorlar. Eğer burada tarif edilen namaz sadece yaşam biçiminin tarif edildiği namaz ise neden hangi namaz için iman edenleri abdest almağa davet ediyor. Veya buradaki abdest temizlik oluyorsa neden su bulunmadığı zaman teyemmüm almaya davet ediliyor? Yüzün toprak tarafından mes edilerek sürülmesi insanın yüzünü temizliyor mu? Burada Kastedilen temizlik kişilerin Allaha bağlılığını emrinin yerine getirilmesini istiyor.
5/6- Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.
4/43- Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayakyolundan (hacet yerinden) gelmişseniz yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
Hadi manevi bir temizliğin olmadığını söylesinler bu gusülü nasıl anlamak lazım o zaman?
Bu kadar ayrıntılı açıklamadan sonra halen namaz yok oruç yok, haç yok, abdest temizliktir diyerek kuranın iman etmeyenler ve kalbinde maraz olanların hükmüne girilmiş olduğu kanaatine varırım bunun arkasında art niyet olduğu anlaşılır.3/7- Sana Kitab�ı indiren O'dur. Ondan, Kitab�ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az.
Selam ve sevgilerimi sunuyorum
Gönderen Ali Rıza Borazan zaman: 01:05 Bu kayda verilen bağlantılar
16 Aralık 2009 Çarşamba
YERYÜZÜNE BEKLEDİKLERİ İSA MESİH MEHDİ GELMEYECEK
Hıristiyan ve İslam toplumlarında beklenen mehdi kıyametin sonuna yakın bir zamanda gök yüzüne yükseldiği bilinen hazreti İsa yer yüzüne geleceği inancı tamamen Hıristiyanların uydurduğu ve İslam toplumlarının da o uydurulanı alıp kendi inançlarına göre terbiye edip insanlara sunmuşlardır.
Hıristiyan ve İslam toplumlarının genel anlayışını buraya aktardıktan sonra kuranda kesinlikle isa Mesih yeryüzüne gelmediğini anlatmaya çalışacağım.
ALINTI

________________________________________
Soru: Mesîh ve Mehdî kimdir?
Cevap: Mesîh, Hazreti İsa aleyhisselâmın isimlerinden biridir. İsa aleyhisselâma; her türlü günâhtan korunmuş olması; dokunduğu hastaların Allah’ın izni ile şifa bulması; yeryüzünde çok seyâhat edip sesini-soluğunu her tarafa duyurması sebebiyle bu ismin verildiği rivayet edilmektedir. Ayrıca, Mesîh, İbrânî dilinde mübârek mânâsındadır. Hazreti İsa’nın şeref ve fazîletini ifade etmek için de ona Mesîh denilmiş olabilir. Diğer taraftan, kıyâmete yakın ortaya çıkacağı bildirilen Deccâl’a da, gözünün biri âdeta silik olduğu veya ortaya çıktığında, yeryüzünü kısa zamanda dolaşacağı için Mesîh denmiştir.

Mehdî ise, hidayete ermiş, sırat-ı müstakîme yönlendirilmiş kimse demektir. Mehdî, zulüm ve adaletsizliğin her tarafı kapladığı bir zamanda gelip yeryüzünü adaletle dolduracağı ve İslâm’ı hâkim kılacağı söylenen, Ehl-i beytten olacağı işaret edilen halaskârdır.

İtikadî bağların zaafa uğradığı, amelin terk edildiği, muamelâtın tamamen gözden çıkarıldığı dönemlerde kurtarıcı bir zatın beklenmesinin tarihi çok eskilere dayanır. Yahudiler de, Hıristiyanlar da hatta onlardan önceki insanlar da ömürlerini hep bir kurtarıcı bekleyişi içinde geçirmiş; özellikle de zulme uğradıkları, gadre maruz kaldıkları zamanlarda böyle bir halaskâr beklemişlerdir. Peygamberlik silsilesinin devam ettiği devirlerde beklenen bir peygamber, bir Mesîh’tir; Peygamber Efendimiz’den sonra da hemen her dönemde bir müceddid, bir kurtarıcı beklenmiştir; ama artık beklenen, bir peygamber değil, O’nun soyundan gelecek bir rehber, bir Mehdî olmuştur. Fakat, o da, Allah tarafından gönderilmiş bir elçi gibi algılandığından ve Fukahâ-yı Erbaa’dan (İmam-ı Azam, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel), kutuplardan, gavslardan ve hatta Kutbu’l İrşad’dan daha büyük olduğuna işaretler bulunduğundan ona gösterilen ta’zimi ifade etmek için “er-Rasûl” sıfatı ile beraber Mehdî-i Rasûl şeklinde anılagelmiştir.

Soru: Bir mehdî beklentisi içinde olmak dinimizin esaslarına uygun mudur? Mesîh ve Mehdî bekleyişinin dinî temelleri nelerdir?

Cevap: Zamanla bir kurtarıcının gelip, o dinin mensuplarını, yaşadıkları sıkıntılardan kurtaracağı inancı bütün dinlerde vardır. Öteden beri böyle bir kurtarıcı, bir halaskâr, hidayet edici bir insan, bir Mesîh ve bir Mehdî hep beklenmiştir. Bu bekleyiş, bir yönüyle de ehl-i imanda kuvve-i mâneviyeyi takviye etmek için değişik tecdid dönemlerinde insanların yenilenme azmini kamçılamıştır. Hatta denebilir ki, böyle bir bekleyiş belli ölçüde Hazreti Musa ve Hazreti İsa gibi peygamberlerin etrafında kümelenmeye vesile olmuştur. O devirlerdeki insanlar “Daha evvelki peygamberlerin haber verdiği güçlü irade, güçlü azim bu!” demişlerdir. Mesela, Hazreti Yahya, Ahd-i Cedîd’in ifadelerine göre, “Ben sizi suyla vaftiz ediyorum, ama benden daha güçlü olan geliyor. Ben O’nun çarıklarının bağını çözmeye bile layık değilim. O sizi Kutsal Ruh’la ve ateşle vaftiz edecek.” deyip durmuş, kendisi de bir peygamber olmasına rağmen aynı zamanda halazâdesi olan Hazreti İsa’yı, o pek parlak Nâsıralı genci dinleyince, onun cemaat üzerindeki tesirini, dolu dolu heyecanını görünce, “Beklediğimiz Mesîh bu zattır!” demiştir. Onun müjdesi herkeste bir heyecan ve intizar hâsıl etmiş; Hazreti İsa’ya şehadeti de, havârîlerin onun etrafında toplanmalarını hızlandırarak kuvve-i mâneviyelerini güçlendirmiştir.

İsrailoğulları tarihleri boyunca sürekli bir Mesîh beklemişler, kendilerini “vaad edilmiş topraklar”a götürecek bir lider arayışında olmuşlardır. Kutsal kitaplarında da, bekledikleri halaskârın vasıflarını, özelliklerini görünce intizarları âdeta nâra dönüşmüş, bir kurtarıcı arayışıyla kavrulmuşlardır. Ne var ki, kutsal metinler tercüme edilirken ya da nesilden nesile aktarılırken aslî kaynaklar tahrif edilmiş ve ifadeler değiştirilmiş; neticede o ince meseleyi de bir buğu sarıvermiş. Bir buğulu cam arkasındaki eşya ne kadar net görünüyorsa, işte o mevzu da o kadar görünür, anlaşılır olmuş. Nihayet, İsrailoğulları, senelerce bekledikleri kurtarıcıyı karşılarında bulsalar da, çepeçevre kuşatıldıkları buğu ve sisten dolayı bakış zâviyesinde bir kırılma yaşamış ve inkara sapmışlar. Re’fet ve şefkatle gelen, herkesi kucaklayan Hazreti Mesîh’i inkar etmiş, sürgünlere göndermiş, eziyetlere maruz bırakmış ve hatta onu asmak için darağacı bile hazırlamışlar. “Sen o değilsin.” demiş durmuşlar.

Hazreti Mesîh’ten sonra da bir kurtarıcı bekleyişi devam etmiş; hem Hazreti İsa, hem de ondan önceki peygamberler tarafından müjdesi verilen, bütün vasıflarıyla bilinen ve aranan bir peygamber olarak, İnsanlığın İftihar Tablosunun, asırlarca yolları gözlenmiştir. Şam yolunda rahip Bahîra Allah Resûlü’ne: “Sen peygamber olacaksın. Ah keşke senin nübüvvetini ilân ettiğin güne yetişebilsem, yetişebilsem de ayakkabılarını taşısam ve sana hizmet edebilsem.” derken böyle bir beklentiye tercüman olmuştur. Aşere-yi mübeşşereden meşhur sahâbî Said b. Zeyd’in babası ve Hz. Ömer’in amcası olan Zeyd, “Ben bir din biliyorum ki onun gelmesi çok yakındır; gölgesi başınızın üzerindedir. Fakat bilemiyorum ki ben o günlere yetişebilecek miyim?” diyerek son nefeslerini alıp verirken o arayışı seslendirmiştir. Ne var ki, O gelince, pek çokları yine aynı hataya düşmüş, değişik sâiklerle yine “Sen o değilsin.” demişler. Bununla beraber, peygamber kendilerinden olmadığı için ya da dünyalık menfaatlerini kaybetme korkusuyla bazıları O’nu kabul etmese de senelerce dilden dile dolaşan müjde ilk sahabe efendilerimizin İslâm saflarında yerlerini almalarında, Ensâr’ın gelip Akabe’de Efendimize bağırlarını açmalarında çok etkili olmuş. Evet, Ashab-ı Resûl’ün, müşriklerin o kadar saptırma ve baştan çıkartma gayretlerine rağmen Efendimiz’in etrafında bünyan-ı marsus gibi kenetlenmeleri, Uhud darbesi karşısında sarsılmamaları ve Hendek savaşında dimdik ayakta durmalarında o meselenin önemli tesiri vardır. Efendimizin şahsiyetinin, görüntüsünün, mesajının, inandırıcılığının, emniyetinin, sadakatinin, vefasının ve fetânetinin tesiri olduğu gibi öyle bir bişâretin tesirinin olduğu da inkar edilemez.

Meselenin dinî temellerine gelince; Hazreti Mesîh’in âhir zamanda tekrar dünyaya döneceğini ve bu nüzûl keyfiyetini bildiren yaklaşık yüz kadar hadis-i şerif vardır. Bu hadislerden en az kırk kadarı, hadis kriterleri açısından sahih sayılır, yani erbabınca itimat edilen hadislerdir. Yirmi kadarı da hasen kabul edilmektedir, yani, ondan bir derece düşük de olsa sıhhatine güven duyulan hadislerdir. Yirmi-otuz tane de zayıf hadis vardır. Meselâ, Kütüb-i Sitte’nin çoğunda rivayet edilen bir hadiste Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem): “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, adaletli bir hükümdar (hâkim, hakem) olarak Meryem oğlu İsa’nın aranıza inmesi yakındır. Haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak ve bolca mal dağıtacak. Mal o kadar çoğalacak ki, artık kimse onu sadaka olarak kabul etmeyecek.” buyurmaktadır. (Buhari, Büyû 102, Enbiya 49; Müslim, İman 242; Tirmizi, Fiten 54; Ebu Davud, Melâhim 14; İbn Mâce, Fiten 33) Yine Müslim ve Müsned’de rivayet edilen bir başka hadiste de: “İsa b. Meryem nâzil olunca Müslümanların emiri: ‘Buyurun bize namaz kıldırın.’ diyecek, Hazreti İsa da: ‘Hayır, siz birbirinizin emirisiniz. Bu Allah’ın İslâm ümmetine bir ikramıdır.’ diyecektir.” buyrulur. (Müslim, İman 247; Ahmed bin Hanbel, Müsned 3/384. Az farkla: İbn Mâce, Fiten 33; Müsned 3/368)

Kur’ân’da bu konuyu sarih olarak ifade eden bir ayet yoktur. Fakat bazı büyük âlimler, mesela bu mevzudaki hadisleri de cem’ eden Hindistanlı Allâme Keşmirî, dört ayetin ahirzamanda Hazreti Mesîh’in ineceğine işaret ettiğini söylemişlerdir. Bu ayet-i kerimeler şunlardır: “Beşiğinde de, yetişkinliğinde de insanlara hitap edip onlarla konuşacak, salih insanlardan olacaktır.” (Âl-i İmran, 3/46); “Kitap ehlinden her biri ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir.” (Nisâ, 4/159); “Doğduğum gün, öleceğim ve diri olarak gönderileceğim gün bana selâm olsun.” (Meryem, 19/33) ve “O, kıyamete bir alâmettir.” (Zuhruf, 43/61).

Mehdî ile alakalı hadis-i şeriflere de iki örnek vermek yerinde olsa gerektir: “Mehdî bizden, Ehl-i beyttendir. Allah onu bir gecede zafere erdirecektir. Mehdî, Fatıma evlâdındandır” (İbn Mâce, Fiten 34; Dârimî, Mehdî 1). “Dünya hayatının sona ermesine bir gün bile kalsa, Allah zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduracak Ehl-i beytten birini gönderecektir” (Müsned, 2/117-118).

Cenâb-ı Hak, rahmetinin eseri olarak her bir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih, bir müceddid, bir halife-i zîşan, bir kutb-u âzam, bir mürşid-i ekmel ya da bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş, din-i Ahmedîyi muhafaza buyurmuştur. Bu hususu nazara veren ve siyaset sahasında Mehdî-i Abbâsî, diyanet âleminde Gavs-ı Âzam, Şâh-ı Nakşibend, Aktâb-ı Erbaa ve on iki imam gibi zatları misal gösteren Bediüzzaman der ki, ”Madem O’nun âdeti öyle cereyan ediyor, âhir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır. Bediüzzaman, Mehdî ile alakalı hadislerin zayıf olduğu iddiasına karşı da, “Hangi mesele var ki, bazı kitaplarda ona ilişilmesin? Hattâ İbn-i Cevzî gibi büyük bir muhaddisin bazı sahih ehâdîse mevzu dediğini, âlimler taaccüple nakletmişler. Hem her zayıf veya mevzu hadîsin mânâsı yanlıştır demek değildir. Belki an’aneli sened ile hadîsiyeti kat’î değildir demektir. Yoksa mânâsı hak ve hakikat olabilir.” buyurmuştur.

Soru: Mesîh ve Mehdî bekleyişinin suiistimal edildiği dönemler de olmuş mudur?

Cevap: İslâm Tarihi’nde mehdiyet makamına yakın bir konum ihraz eden pek çok insan gösterilebilir. Mesela; ciddi ıslahatı, çizgisindeki istikameti, seleflerine karşı saygısı, Sahabe’ye hürmeti, dini meselelerdeki mûtedil ve müstakim düşüncesi gibi hususiyetleriyle Abbasîler’den Mehdî (Rahmetullahi aleyh) bir mânâda mehdî’dir. Emevîler içinde Ömer bin Abdülaziz bir mehdîdir. Ebû Hanîfe’den İmam-ı Rabbanî Faruk-u Serhendî’ye, ondan da İmam Gazzalî ve Mevlânâ Halid-i Bağdadi’ye kadar mehdiyet vasıflarını hâiz gibi görülen bazı büyükleri zikretmek mümkündür. Onlar iddiasız, samimi, beklentilere girmeden dine hizmet etmişler, mehdîlik iddiasında kat’iyen bulunmamışlar, onların faziletlerini gören halk da etraflarında toplanmış ve bir hizmet salih dairesi oluşturmuşlardır. Ne var ki, diğer taraftan da bu mülahaza, bir kısım fırsatçılar tarafından sürekli istismar edilmek istenmiştir.

Daha Peygamber Efendimiz hayattayken, Müseylimetü’l- Kezzab, Tüleyhâ, Esvedü’l-Ansî ve Secâh misal peygamberlik iddiasıyla ortaya atılan pek çok yalancı türediği gibi her dönemde “Âhir zamanda gelecek zât benim!” diye meydana çıkan kimseler de olmuştur. O ilkler ve Efendimiz’in vefatından hemen sonra “Ben de Peygamberim” diyen sekiz tane Deccal gibi her dönemde “Ben Mesih’im” diyen; hatta Efendimiz hakkında –hâşâ– “O Araplara gönderilmişti, ben daha umûmîyim.” şeklinde şeytanî iddialarda bulunan hasta ruhlular her zaman var olmuştur. Dahası, Mehdî ile alakalı hadis-i şeriflerde “Âl-i beytimden bir tanesi zuhur edecek, ismi benim ismime muvafık olacak” dendiği için; yani, Mehdî’nin adının Muhammed, Ahmed gibi bir isim olacağına, Efendimizin ismiyle Mehdî’ninkinin -günümüzdeki moda tabirle- örtüşeceğine işaret buyurulduğu için az ileri yaşlarda adını değiştiren bir sürü insan çıkmıştır.

Mesela, Şâtıbî’nin bildirdiğine göre, Mansuriye fırkasının reisi Ebu Mansûr kendisine “Kisf ” ismi vermiş, kendisinin Mehdî olduğunu ve Kur’ân-ı Kerim’deki “Ve in yerav kisfen mine’s-seâi sâkitan...” (Tûr, 52/44) ayetinin kendisine işaret ettiğini, ayetteki “kisf ”in kendisi olduğunu iddia ederek hemen etrafında bir sürü insan toplamıştır. Güya o “semadan inen bir parça”dır. Ayetin asıl mânâsına gözünü yumarak sadece semadan inmesi hususiyetini düşünerek, insanların başına inen bir taş gibi olması mülahazasıyla “Ben Kisf ’im” demiştir. Yine Şâtıbî’nin anlattığına göre; Kendisini Mehdî diye isimlendiren Rafizî Ubeydullah’ın iki tane müsteşarı varmış; birinin adı Nasrullah, diğerininki de Fetih imiş. Sözde Mehdî onlara “Siz Allah’ın kitabında ‘İzâ câe nasrullahi ve’l-feth...’ diye anılan insanlarsınız. Ayet bize bakıyor. İslâm’a fevc fevc dehalet de bizim elimizle olacak.” diyerek güya mehdîliğine deliller gösterirmiş. Şâtıbî gibi ciddi bir insanın anlattığı bu iki misal bile isimlerin ve vasıfların bazen nasıl suiistimal edildiğini, nasıl bir fitne unsuru olduğunu ve bir coğrafyayı nasıl kan seylâplarına mahkum ettiğini göstermesi bakımından yeterlidir.

Bir kurtarıcı bekleme ve bunun istismar edilmesi mevzuu sadece dinî hayatla da sınırlı kalmamıştır. Mesela, insanların bazıları ekonomik hayat adına da bir kurtarıcı beklemiştir; sosyal hayat adına da bir halaskâr beklemişlerdir. Ekonomi adına kurtarıcı bekleyenler, bütün işçi hareketlerinin sonunda Avrupa’nın kan-irin içinde çağlaması karşısında Karl Marx’a dikkat kesilmişler; yazdığı yazılara, “Manifesto”suna ve “Das Kapital”ine bakarak onu insanlığın, hususiyle de işçi sınıfının, proletarya’nın halaskârı olarak görmüşlerdir. Doktor İkbâl’in –makamı Cennet olsun– “Peyâm-ı Meşrik” (Şarktan Haberler) kitabında, “Rusya’da bir insan çıktı, kitapsız peygamber; halkın telakkisini seslendiriyor”; yani cahil, görgüsüz, din bilmeyen, çok çeşitli beklentiler içinde bulunan bir tip şeklinde resmettiği Marx’ı bazıları bir Mesih gibi istikbal etmişlerdir. Lenin’den Troçki’ye kadar daha bir sürü kezzab, bazı insanlar tarafından bir halaskâr gibi alkışlanmıştır. Bazı dönemlerde, İslâm dünyasında da, Mısır’dan Sudan’a, Suriye’den Somali’ye kadar hemen her yerde bazılarına kurtarıcı nazarıyla bakılmış, hatta –hâşâ– “O Arapların Peygamberiydi, Medine’nin Peygamberiydi, bu da bizim ki!..” deme dalalet, cehalet, gaflet ve küfründe bile bulunulmuştur...

Mesela; Râfizî düşünce, tarih boyunca sürekli Mehdî çıkarmıştır. Muvahhidîn devletini kuran insan Mehdî’dir. Emevî ve Abbasî tarihleri boyunca ortaya çıkan birçok siyasî grup hep liderlerinin Mehdî olduğunu söyleyedurmuşlardır. Hatta Kuzey Afrika’da kurulan ve daha sonra Mısır’a da hâkim olan Şiî Fatımî devletinin ilk hükümdarının Mehdî olduğu inancı bu devleti kuran ve sürdüren kimseler tarafından inanılan bir husustur. Fâtımî devletinin başına bir çocuğu getirmişler; peygamber torunu dedikleri o uydurma kurtarıcının etrafında toplanmış ve o meseleyi suiistimal etmişlerdir; etmişler ve Müslümanların Haçlı seferleriyle, daha önce Moğol işgalleriyle sarsıldığı bir dönemde onlar istiklallerini ilan ederek fitne ve iftirak çıkarmışlardır. İşte, tahta atın içinde, devlet bünyesine sinen bu insanlar Haçlı ordularına kapıları açmış ve düşmanların istilasını kolaylaştırmış, İslâm’ı arkadan hançerlemişlerdir. Karmatîler de aynı hususu istismar ederek senelerce fitne ve iftiraka sebep olmuşlardır.

Yakın tarihe doğru gelince, Somali Mehdî’sinden Sudan’da çıkan büyük Mehdî’ye –ki onu İngilizler öldürmüş, yakmış, külünü Nil’e savurmuşlardır ve Doktor İkbâl ondan çok dâsitânî bahseder– bir Mesîh-i Mev’ud olarak alkışlanan Bahâullah’tan, Hind Yogasıyla, meditasyonla meşgul olan, ruh gücünü ortaya çıkarmaya mâtuf bazı riyâzetlerle başı dönünce halüsinasyonlar görmeye başlayan, kendisine önce müceddid, sonra Mehdî-i Mev’ud, İmam-ı muntazar ve en sonunda Mesîh-i Mev’ud diyen Gulam Ahmed’e, ondan da kendisini peygamber ilan eden Alija Muhammed’e kadar pek çok insan mehdîlik mevzuunu suiistimal etmiş ve fitnelere sebep olmuşlardır.

Hususiyle de Râfizîler mehdiyet mülahazasını çok canlı tutmakta, “On iki imamdan birisi hayatta iken gizlenmiş, âhir zamanda çıkacak” demektedirler. Ne gariptir ki, Abbasî’lerin şerrinden kaçtığına ve saklandığına kâil oldukları kurtarıcının âhir zamanda Abbasî fitnesinden daha büyük bir fitnenin olduğu deccaliyet döneminde birden bire zuhur edeceğine, Kaf dağının arkasından çıkıyor gibi çıkacağına inanmaktadırlar. Bu mesele akîde bakımından da sorgulanacak bir husustur: Nasıl gelecek? Gökten mi inecek? Sırr-ı teklif nasıl olacak? Birinin içine girip ondan mı çıkacak? Siz reenkarnasyona mı kâilsiniz? Ulûhiyet hakikatini taşıdığına inanıyorsanız, bu mülahazanızla acaba hulûl ve ittihaddan mı bahsediyorsunuz? Bu, usulüddin açısından münakaşası yapılacak husustur; ama onlar öyle inanıyorlar.

Aslında, fevkaladeden bir Heraklit bekleyişi mazlum ve mağdur milletlerin kaderî mülahazaları olmuştur. Hani M. Akif,

“Sus ey dîvâne! Durmaz kâinâtın seyr-i mû’tâdı,
Ne sandın? Fıtratın ahkâmı hiç dinler mi feryâdı?
Bugün, sen kendi kendinden ümid et ancak imdâdı;
Evet, sen kendi ikdâmınla kaldır git de bîdâdı
Cihan kanûn-i sa’yin, bak, nasıl bir hisle münkâdı!
Ne yaptın? “Leyse li’l-insâni illâ mâ se’â” vardı.”

der ya; işte, kendi cehd ve gayretleriyle o bîdâdı kaldırma hakikatine kapalı bir kısım tembel ruhlar, miskin ve âciz fıtratlar gökten gelecek böyle bir Heraklit beklemektedirler. Sünnî dünyaya göre de bunun bir hakikati ve Mehdî bekleme temayülü vardır; fakat ehl-i sünnet anlayışına göre ona insanüstü özellikler atfedilmez; toplumu İslâm’a yöneltecek bir yönetici, bir ilim, kalb ve ruh adamı olabileceği ifade edilir.
Soru: Hazreti İsa’nın tekrar dünyaya inişi nasıl olacaktır? O iniş mânevî bir iniş midir; yoksa şahsen ve cismen nüzûl de gerçekleşecek midir?

Cevap: İslâm âlimlerinden bazıları, Hazreti İsa’nın şahsen nüzûlünü, Cenâb-ı Hakk’ın hikmetine aykırı bularak, bu nüzûle “şahs-ı mânevî” nüzûlü olarak bakmışlardır. Bazıları da âyet ve hadisleri daha değişik şekilde te’vil etmişlerdir. Bediüzzaman Hazretleri ise, Hazreti Mesîh’in nüzûlünün şahsen olacağını nefyetmemekle beraber, daha çok şahs-ı mânevî üzerinde durmuş ve Hazreti Mesîh’in nüzûlünü, Hıristiyanlık âleminin İslâm’a iktida etmesi şeklinde anlamıştır. Hıristiyanlığın tasaffisi için Hazreti Mesîh’in şahsen nüzûlünü de uzak görmemek gerektiğini ifade ederek, “Evet, her vakit melekleri semâvattan yere gönderen, bazı vakitte Hazret-i Cibril’in Dıhye suretine girmesi gibi onları insan suretine vaz’ eden, ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretinde temessül ettiren, hattâ ölmüş velilerin ruhlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl, değil semâ-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazreti İsa’yı, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden ceset giydirip dünyaya gönderirdi.” demektedir. Üstad, temelde meseleye böyle yaklaşırken, nüzûl keyfiyetiyle alâkalı hadislerde zikredilen Şam’da Ak Minare’ye inmesi, bir atın üzerine binmesi.. vb. hususlarda da kat’iyen tafsilata girmemiştir.

Evet, Hazreti Mesîh’in bir şahs-ı mânevî olarak inmesini çok uzak görmüyorum. Olabilir, o ruh, o mânâ inebilir. Buna kimsenin itiraz etmeye de hakkı yoktur. Şahs-ı mânevî olarak gelecek demek, bir şefkat ruhu, bir merhamet mânâsı öne çıkacak, insanlar üzerinde bir rahmet esintisi belirecek.. insanlar birbirleriyle anlaşacaklar, uzlaşacaklar demektir. Daha önce de arz etmiştim; diyalog ve hoşgörü adına değişik kiliselere gidilip “Gelin Kur’ân’ı beraber okuyalım.” deniliyor. Değişik yerlerde “Siz de bizim İncil derslerimize iştirak edin.” diyorlar. Bu gidip gelmelerle Kur’ân’a göre bir Hazreti İsa inanışı çıkıyor ortaya. Kiliseden, Efendimiz’e de inanan, kendilerine “Müslüman İsevîler” diyen insanlar çıkabiliyor. Bunu, İseviyetin tasaffisi, mesihiyet ruhunun mukaddimesi saymada bir mahzur görmüyorum.

Soru: Mesîh ve Mehdî’nin gelişine inanmamak insanı dinden çıkarır mı? Nüzul-ü İsa ve zuhur-u Mehdî’ye iman dinin esaslarından mıdır?

Cevap: Mesîh ve Mehdî ile alakalı hadis-i şerifler ve ümmetin kabulü esas alınınca nüzûl-ü İsa’ya ve zuhur-u Mehdî’ye inanmak Efendimiz’e îtimadın ve güvenin ifadesidir denilebilir. Fakat bu mevzu Maturidî ve Eş’arî gibi Ehl-i Sünnet imamlarının eserlerinde işlenmemiş ve ele alınmamıştır. Ayrıca fer’î bir konu olduğundan ve âhad habere dayandığından dolayı bunu inkâr küfre sebep olmadığı için ilk dönem akaid kitaplarına da yansımamıştır. Bununla birlikte, Şia’nın bütün kollarında Mehdîlik önemli bir husustur ve Mehdî beklentisi sürekli işlenerek hep canlı tutulur. Şia’nın gizli imamı Mehdî’dir. Şia’ya göre bu gizlilik mutlaka bir gün sona erecek, yeryüzündeki bu zulüm ve adaletsizlikler yok olacak ve tarih boyunca haksızlığa uğratılan Ehl-i beytin intikamı alınacaktır.

Evet, bu mevzu mü’minlerin “âmentü” erkânına inandıkları gibi inanmaları gerekli olan meselelerden değildir. Âmentü’de ifade ettiğimiz altı iman esası; Allah’a, Meleklerine, (bütün) kitaplarına, (bütün) peygamberlerine, ahiret gününe (ve ahiret ahvaline) ve kaza-kadere (hayır ve şerrin Allah’tan, O’nun yaratması ve takdiri ile olduğuna) kesin olarak inanmaktır. İmanın rükünleri kabul ettiğimiz bu altı esas arasında hurûc-u Mehdî ve nüzûl-ü Mesîh yoktur. Eğer bunlar erkân-ı imaniye ölçüsünde mutlaka inanılması gereken, inanmayanı küfre götüren meseleler türünden olsaydı, bunları da Sahib-i Şeriat erkân-ı imaniye arasında sayardı. Erkân-ı imaniye’nin sayıldığı hadis-i şeriflerde Mehdî ya da Mesîh’in zikri yoktur. Yine olsaydı, ehl-i sünnet imamları bunlara da erkân-ı imaniye arasında yer verirlerdi. Fakat, az önce de dediğim gibi ne Maturîdî ne Eş’arî ne de bir başka ehl-i sünnet imamı Mehdî ve Mesîh’e imanı erkân-ı imaniyeden biri olarak saymamışlardır. Bu sözüme itiraz edilebilir ve “Evet, mutlak mânâda erkân-ı imaniye içinde yok ama, Kitab’a inanmakla mükellef değil miyiz? Kur’ân’da dört ayetin Hazreti Mesîh’in ineceğine, Mehdî’nin zuhur edeceğine işaret ettiğinden bahsediliyor.” denebilir. Hazreti Mesîh’in ve Mehdî’nin âdil, muksıt bir insan olacağına, “kıst”ı (insaf, merhamet ve adaleti) temsil edeceğine dair işaretler varsa da bu konuda sarâhat yoktur. Şüphe ve tereddüde meydan vermeden yani sarih bir şekilde ifade edilmediğine göre bu işaretler müteşâbihtir. Müteşabih olunca da, o mevzuda mülahazaya alınabilecek pek çok mânâlar vardır. Bir kelimeyi, bir mefhumu ve bir mantuku ortaya koyduğunuz zaman, o nass ölçüsünde bile olsa, sarih ifade edilmemiş ve bir zahire bağlanmamışsa pek çok ihtimal ve yorumdan herhangi birine mutlak inanmak şart değildir. İşaret edilen, adalet vasfıyla resmi çizilen, fotoğrafı ortaya konan insan, mesela, Ömer bin Abdulaziz de olabilir, Mehdî-i Abbasî de. Öyleyse, Mehdî-i Muntazar çoktan gelip gitmiştir.

Hatta bir başkası, hadis-i şeriflerin ortaya koyduğu fotoğrafın Hazreti Fatih’e çok yakıştığını, ona uygun geldiğini söyleyebilir. Fatih’in asıl adı da Muhammed’- dir, hadislerin ifade ettiği gibi Efendimiz’in ismine tam uyuyor. Hâkim’in Müstedrek’inde geçen İstanbul’un fethiyle alakalı hadis-i şerifi de nazara alırsanız, zaten Efendimiz’in iltifatına ve övgüsüne de mazhar olmuş bir insan. Dahası denebilir ki, şekli şemâili de Efendimiz’in şemâiline çok benziyor. Soyunun Ehl-i beyt’e dayanmadığını da kimse söyleyemez. Öyleyse, boşuna bir Mehdî-i Muntazar bekliyorsunuz. İşte Fatih; gelmiş, fonksiyonunu eda etmiş; dünyanın, hususiyle Bizans cebri ve zulmüyle inlediği bir dönemde bir sulh, sükun ve huzur devleti tesis etmiş ve adl u kıst ile doldurmuş dünyayı ki bu tam Mehdî’ye göre bir iş. Fakat, biri dese ki, “Ben Fatih’in Mehdî olduğunu kat’iyen kabul etmiyorum.” Bunu söyleyen bir insan yine mü’mindir, dinden çıkmış olmaz; zira onun mehdîliği te’vile, yoruma açık bir mevzudur ve ona inanmak dinin esaslarından değildir. Bu açıdan günümüzde de bir deli, bir ruh hastası çıksa ve “Ben Mesîh’im veya ben Mehdî’yim.” dese, onun bu iddiası bizi hiç ilzam etmez.

Soru: Din düşmanları, bazı samimi Müslümanları ya da onların değer verdiği kimseleri karalamak için “Mesîh veya Mehdî olduğunu iddia ediyor.” gibi iftiraları da kullanıyorlar. Onların bu iftiralarını ve bazı insanların kendilerini Mesîh ya da Mehdî zannetmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap: Enbiyâ-ı izâm Cenâb-ı Hakk’ın Zâtî tecellilerini temsil ederler. Hemen her insan üzerinde de, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden biri daha hâkimdir. Dolayısıyla aynı ismin tecellisine mazhar olan insanlar, bazen birbiriyle karıştırılabilir. Diyelim ki, Hazreti Mesîh bir reşhadır. Bir başkası ise, velâyet-i kübrâya mazhar olduğundan, seyr-i ruhânîsinde onunla aynı yörüngeyi paylaşır ve seyrini o zatın izinde, onun ekseninde sürdürebilir. Dolayısıyla o zata bakılınca, bazen “asl”a iltibas da söz konusu olabilir. Yani bazen gölge ile asıl karıştırılır. Mesela; Hızır’ın geçip gittiği yolda bir an yürüyenler bazen Hızır’ın kendisiymiş gibi zannedilebilir. -Bir kısım hüsn-ü zan kurbanları ve haddini bilmez benciller müstesna- bazı kimselerin mesihiyet ve mehdiyet iddiaları da işte böyle bir iltibastan kaynaklanmıştır/ kaynaklanmaktadır.

Mesîh ve Mehdî inancı tarih boyu suiistimallere maruz kaldığı gibi günümüzde de hâlâ suiistimal ediliyor olabilir ve bundan sonra da peygamberlik iddiasındaki yalancılar, mütenebbîler, Mehdî taslakları ve müteşeyyihler çıkabilir.

Eğer bir insan Kisf gibi, Sudan Mehdî’si ya da Somali Mehdîsi gibi kendisinin Mehdî olduğuna inanıyor, Mesîh olduğunu iddia ediyorsa, bu büyük bir iddia ve bir mübalağa olur. O zaman da meseleyi akîde açısından ele alıp analiz etmek gerekir. Ne demek istiyor o iddiasıyla? Mesîh’in ona duhûl ettiğini söylemek istiyorsa, bir kısım kimselerin Hazreti Mesîh’te mütecessid bir uluhiyet gördüğü gibi, o da kendisini öyle görüyorsa, bu Müslümanlığa göre küfürdür; onu ifade etmek için dalalet kelimesi hafif gelir; evet, öyle bir iddia açıktan açığa küfürdür.

Eğer, o söz ve iddiasıyla, Hazreti Mesîh’in yörüngesinde seyr u süluk-i ruhânî yaptığını ve kazandığı şeffafiyetten dolayı kendisine bakanların onda bir Mesihiyet gördüğü mülahazasını kastediyorsa, işin doğrusu, bu da o ufka ait bir insan olmayı iddia etme açısından çok büyük bir tekebbürdür. Şâh-ı Geylanî gerçekten bir Mehdî olabilir; fakat hiçbir zaman böyle bir iddiada bulunmamıştır. Muhammed Bahâuddin Nakşıbendî böyle bir Mehdî olabilir ama kendisini hiçbir zaman o mertebede görmemiştir. İmam Rabbânî bir nevi Mehdî’dir; ne var ki, kendisine insan olma payesini bile çok görmüştür. Zaten o ufkun erbâbı, iddiadan, kendine makam ve mevki biçmekten uzak kimselerdir.

Evet, meseleyi doğru analiz etmek lazım. Bahis konusu olan söz seyr u süluk-i ruhânîde yörünge birliğinden dolayı bir iltibas mı? Çevrenin hüsn-ü zannından kaynaklanan bir yanılma mı? Çevrenin bu iltibasına tercüman olmak mı? Yoksa gerçekten o insan kendisini “vazifeli” mi zannediyor? Eğer öyle zannediyor ve bununla Mehdîliği kastediyorsa bu bir dalalettir. Mesihiyet iddiasında bulunuyorsa, o da küfürdür. Hiç kimse, “Ben Mesîh’im” diyemez. Çünkü Hazreti Mesîh gelmiş, içimizden ayrılmış ve gitmiştir. Peygamber olarak gitmiştir. Birisinin kalkıp da, “Mesîh’im” demesi peygamberlik iddiası olur, dolayısıyla da küfürdür. Hazreti Mesîh de kendisine “Ben peygamber değilim” deseydi O da aynı çukura düşerdi. Tehlikeli şeyler bunlar.. Peygamber “peygamber değilim” diyemez. Peygamber olmayan da “peygamberim” diyemez.. Öyleyse peygamber, peygamberliğini inkar edemediği gibi, onu ifade etme mecburiyetinde olduğu gibi; o meselenin şemmesini duymamış, reşhasına şahit olmamış, onu ihsâs etmemiş bir insanın kalkıp o iddiada bulunması da aynen küfürdür. Bu açıdan da, bir insan ehl-i sünnet çizgisinde ise, mişkât-ı nübüvvet altında yürüyorsa, hiçbir zaman böyle bir iddiaya kalkmayacaktır.

Az önce de ifade ettiğim gibi, “Din–i mübin–i İslâm’ın yeniden dünyanın değişik yerlerinde kendisini ifade etmesi için ihtiyaç varsa Hazreti Mesîh, öteki âlemin ta öbür ucunda bile olsa böyle önemli bir fonksiyon için döner gelir!” diyor Bediüzzaman Hazretleri. Fakat, genel yorumu itibarıyla nüzûl-ü İsa’yı şahs–ı mânevî olarak yorumluyor. Mesihiyetin, bir cemaat ya da bir zümre tarafından temsil edileceği şeklinde bir yorum getiriyor. Ne var ki, bu konuda bir isim belirleme, onu bir insanda tecessüm etmiş şekilde görme, “falan şahıs odur” deme... işaret edilen şahıs Fatih de olsa, İmam Rabbânî de olsa, bu bir küfürdür. Hakiki mü’minlerin karşısında tir tir titreyeceği ve uzak duracağı şeytanî bir iddiadır.

Maalesef, soruda da ifade ettiğiniz gibi, bazı dönemlerde suiistimal edilen bu mesele, din düşmanlarının samimi mü’minleri karalamak için kullandıkları bir sermaye haline gelmiştir. Bir kısım cahiller, hüsn-ü zan ettikleri kimseler hakkında “Mehdî” tabirini kullanabilirler. Daha insaflı bazıları, “Belli bir zaman içinde bir mânâda Mehdî’nin bir vazifesini ifâ ediyor.” diyebilirler. İmam Gazalî, İmam Rabbânî ve hatta Bediüzzaman hakkında böyle diyenler çıkabilir. Her şeyden önce bu umumun kanaati değildir. Hele ondan sonrakiler hakkında öyle diyen de zaten yoktur. Öyle bir iddiada bulunan bir safderûn varsa şâyet, onu kendi safderûnluğuna mahkum etmek lazım. Aklı başında bir mü’min ne öyle bir dalalete tâlib olur, ne de -hâşâ ve kellâ- Mesîhlik iddiası gibi bir küfrün arkasına düşer.

Diğer taraftan, kendisi öyle itikad etmese bile etrafındaki insanların hüsn-ü zanlarına, o türlü lâf-ı güzafına göz yuman, o iddialara karşı sükut duran insan da küfre ve dalalete karşı sessiz kalıyor demektir. Öyle bir insan hakkında da, Efendimiz’in beyanlarından aldığımız bir sözle “dilsiz bir şeytan” de ezâdır. Şayet bir kimseye, etrafındakiler “Mesîh” diyorlarsa, o da bunu bildiği halde sessiz duruyor ve bu dalalete karşı onları ikaz etmiyorsa, o kimse, dilsiz bir şeytandır. O iddiayı kabulleniyorsa kendisi de kafirdir. “Mehdîyim” iddiasıyla ortalıkta dolaşıyorsa o kimse de dalalete sürüklenmiş bir zavallıdır. Bir Müslüman’ın o tür iddiaları kabul etmesi mümkün değildir.

Fakat, bu mesele bir yönüyle karalamaya mâtuf istimal ediliyor. Bazıları bu iddialarla belli güçler tarafından ortaya çıkarılıp Müslümanların aleyhine kullanılıyor. Bazı kimseleri hapishanede ilaç içirtip delirtiyorlar! Sonra da ona bin bir türlü küfür sözleri söyletiyorlar. Dünyanın değişik yerlerinde oluyor bunlar. Türkiye’de de ehl-i dalalet, ehl-i küfür, diplomalı cahiller, Türk milletinin veya dünyadaki Müslüman milletlerin kaderine hakim kaba kuvvetin temsilcileri bazı Müslümanları karalama, bazı kimseleri ademe mahkum etme adına bu türlü iftiralarla kara çalma komploları kuruyorlar. Mesela diyorlar ki, “Falanın çevresindekiler ona Mesîh nazarıyla bakıyorlar.” Oysa maksatları hep karalama olan bu din düşmanlarının Mesîh’ten hiç haberleri yoktur. Mehdî’nin kelime mânâsını bile bilmezler. O mevzuda usulüddinin, fıkıh metodolojisinin ne dediğini hiç bilmezler, hatta Kitab’ı bilmez, ona inanmazlar. Ama gelin görün ki, Müslümanları karalama adına hiç bilmedikleri bu meseleleri bile kullanır, mü’minlere iftira ederler.

Oysa ki, aklı başında, Kitab’ı ve Sünnet’i bilen bir mü’min ne öyle bir meseleyi kabul eder, ne de öyle bir mesele çevresi tarafından dillendiriliyorsa sükut eder. Arz ettiğim gibi, o tür iddiaları küfür sayar, sükutu da dilsiz şeytanlık kabul eder. Bu açıdan yedi dünya bilmeli ki, ehl-i dalalet ve ehl-i küfür bu tür iddiaları mü’minleri karalamaya matuf olarak bizzat kendileri ortaya atıyorlar. Ve yine yedi dünya bilsin ki, ehl-i iman hiçbir zaman bu lâf-ı güzâflara inanmayacak, bu iftiralara kanmayacaktır. Onlar kılı kırk yararcasına, Kitap ve Sünnet’in emirlerini yerine getirecek, o türlü büyük iddialara asla girmeyecek, Müslümanlığın tevazu, mahviyet ve hacâletten ibaret olduğunu kabul edecek, kulluğu her türlü payenin üstünde görecek ve Hazreti Mevlânâ gibi “Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Ben Sana hizmette iki büklüm oldum. Kullar âzad olunca şâd olur; ben Sana kul olduğumdan dolayı şâd oldum.” diyeceklerdir.

Alıntı Olan yazıda da dediği gibi kuranda mehdi Mesih isa gelecek diye hiçbir ayet yok. Bunlar uydurma zan ve tahminlerdir. İşte Hazreti İsa hakkında kuranın söyledikleri
HAZRETİ İSA MESİH ÖLDÜ O BİR DAHA YERYÜZÜNE DÖNMEYECEK
Kur’an’ın dışında bize hadis diye aktarılan Hıristiyanların uydurdukları bir sözle başlamak istiyorum.
Hz. İsa peygamber ölmedi . O Allah tarafından göğe Yükseltildi Kıyametin sonuna yakın bir zamanda yer yüzüne inecek kırk yıl peygamberlik yapacak fakat kırk gün kadar sürmeyecek,Deccalı öldürecek bütün dünya Müslüman olacak. İnancı bütün İslam toplumlarında sanki Allah tan gelen bir vahiymiş gibi inanmışlar ve .Asırlardır mehdi bekleyip durmuşlardır
Daha önce de Bahsettiğim gibi Kur’an da . Altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken ayetlerden biri de Şu İdi
29/57”Her nefis ölümü tadıcıdır.Sonra Bize döndürüleceksiniz.”
3/85”Her nefis Ölümü tadıcıdır.Kıyamet günü ecirleriniz eksiksizce ödenecektir.Kim ateşten uzaklaştırılır cennete sokulursa,Artık O Gerçekten kurtuluşa ermiştir.Dünya hayatı aldatıcı metadan başka bir şey değildir.”
Kur’an’ı kerim iki tip insanın bu kitabı kabul etmeye yanaşmayacağını belirtmektedir. Birincisi kalbi marazlı olanlar. Bunlar makam, mevki, din adamı olanlardan kendi makamlarının elden gideceğinden korktuklarından dolayı doğru olan dini kabullenmek istemezler. Onlar hele din adamları ise din adına sağladıkları menfaatlerin elden gideceğinden korktuklarından Allah’ın ayetlerinden bazılarını gizlerler veya satarlar.
2/174: Allah'ın indirdiği Kitap'tan bir şeyi göz ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azap vardır.
İkinci tip insanlarda beyinleri kirlenmiş olanlardır. Bu tip insanların beyinleri Kur’an’ın dışında zan ve tahminlerle dolu olduğu için Kur’an gibi hakikati kabul etmezler. Bunlara fıtrat dinini, hanif dinini anlatabilmek için önce bu beyinlerdeki yalan yanlış bilgileri çıkaracaksın daha sonra doğru olan bilgileri yerleştireceksin işte Kur’an buna ehli kitap ifadesi kullanıyor. Ve puta tapıcıların hasretlerini taklit ettiklerinden dolayı müşrik ifadesini kullanıyor.
2/135: Dediler ki: "Yahudi veya Hıristiyan olun ki hidayete eresiniz." De ki: "Hayır, (doğru yol) Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dini(dir); O müşriklerden değildi."
İşte bugünkü cemaatlerin meşreplerin, mezheplerin tarikatların gittiği yolla Kur’an’ı kerimin ehli kitap diye bahsettiği Hıristiyanların ve Yahudilerin gittiği yol arasında hiçbir fark yoktur.
9/30: Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkar edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?
9/31- Onlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah'a ibadet etmekten başka bir şeyle emir olunmadılar. O'ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.
Hep aklıma gelen şu ayetin ruhunu özünde taşıyan insanlar ancak doğruyu bulup o yolda yürüyebiliyorlar
2/144: Biz, senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip-durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz, kendilerine kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu elbette bilirler. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
Yaşantımdan örnek olarak bir olay anlatmak istiyorum. Bir tane kardeşimiz geldi, bana dedi ki “amca siz nerelisiniz?” Konyalı mısınız? Dedi bende hayır Anamurluyum dedim. Niye sordunuz dedim. “yüzünüzde bir Konyalı siması gördüm de” dedi. “Konyalı siması nasıl olurmuş?” dedim Müslüman’a yakışır bir sima dedi. Bu sefer ben ona sordum. Siz Müslüman mısınız dedim. O da elhamdûlillah ben Müslüman’ım dedi. Hangi mezheptensiniz dedim “hanifi” dedi. Peki Kur’an okuyor musun? Dedim. Okuyorum dedi. Peki peygamberimiz hangi mezhepten dedim Kur’an’a göre? Hanifi mezhebindendi dedi. Ve verdiği cevaptan dolayı da tedirgin oldu. Belli ki o böyle bir şey duymamış ve kendi verdiği cevapta onu tatmin etmemişti. Ve arkasından ekledim. Hanifi mezhebinin ictihadı Kur’an’ın emri ile çelişse hangisini yaparsın dedim. Öyle deyince şaşırdı ve dedi ki “abi senin mezhebin, partin, cemaatin var mı? Dedi.
Bende dedim ki “benim adım Müslüman ben insanları ne bir mezhebe, ne bir meşrebe, ne de bir cemaate çağırıyorum. Ben insanları Allah’a çağırıyorum.”
41/33: Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?
2/2: Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır.
Amca sen senin dini bana anlatabilir-misin? Senin Anlattıkların ,Şimdiye kadar benim arayıp da bulamadığım şeyler. Hangi cemaate hangi meşrebe gittiysem cevabı bulunmayan sorularla karşılaştım . Beni tatmin etmedi. Ben şimdi dinimi buldum dedi.
Allah da ondan razı olsun.Bizim üzerimize düşen yükümlülük Allah’ın gönderdiği Kur’an’ı öğrenip,anlayıp anlatmaktır onun üzerine düşen görev de anladığı Kur’an’ı ’kabullenip ve yaşamaktır
Ben de önce insanlara sonrada ben müslümanım diyenlere avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Nereden geldiniz nereye gidiyorsunuz, siz öyle başı boş bir hayat sürmek için yaratılmadınız. Sizin her yaptığınız davranışlardan hesaba çekecek olan bir yaratıcınız var. Mutlaka er veya geç bu yapmış olduğunuz iyi veya kötü davranışlardan dolayı hesaba çekileceksiniz Ey Ben müslümanım kitabım Kur’an diyenler.. Allah’ın Gönderdiği O kitabı sevap olsun diye değil anlamak için okuyun. Ve yaşamınızın ölçüsü terazisi o osun siz ondan sorguya çekileceksiniz. Artık masallarla hikayelerle sözden söze gelen sözlerle insanların uydurduğu dini bırakıp Allah ın dinine gelin. O Kitap Allah’ın Gönderdiği içerisinde çelişkisi çarpıklığı olmayan Orijinalliği bu güne kadar korunmuş ve kıyamete kadar da korunacak olan bir kitaptır. O İnsanlığın Dünya hayatında nerde nasıl davranacağını tarif eden her örnekten bir örnek verdiği sahiplenenlerin Dünya hayatındaki en güzel şekilde yaşanacak olan bir hayatın Allah Tarafından çizilmiş bir projesi dir.
Bu Bilgilerden sonra Kur’an’ın Hz.İsa peygamber hakkında söylediklerini aktarmaya devam edelim.
3/55” 55- Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu senin hayatına Ben son vereceğim, seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim."
Daha önce de bahsettiğim gibi Nasıl Her Milletin kullandığı dillerde deyim ,mecaz, gibi edebi sanatlar varsa, Kur’an da da var. Bir kişinin ölmesiyle Kur’an da geçen ”Seninin hayatına ben son vereceğim seni kendime yükselteceğim” İfadesi arasında ne fark vardır. Bununla ilgili bir kıssa aklıma geldi onu sizinle konu ile ilgili olduğu için paylaşmak istiyorum.
Bir gün padişahın atı yere düşüp yuvarlanıyor padişah da atını o kadar seviyormuş ki kimsenin atın öldü demesine tahammül edemeyecek kadar seviyor. Bütün uzman veterinerleri topluyor Atın neyi var bir bakın bakalım sakın öldü filan demeyin ha! Diyor Atıma kim öldü derse onu asacağım diyor. Veterinerlerin bir tanesinin dışında hepsi atı muayene ettikten sonra hayati fonksiyonlarını yitirmiş olduğunu görünce gerçeği gizleyemiyorlar ve atın ölmüş padişahım diyorlar.hepsini asın diyor Bir tanesi geliyor ata su veriyor at içmiyor Ot Veriyor yemiyor Nefesini dinliyor nefes almıyor. Bu Bulgularını padişaha anlatınca Ûlân öldü desene şuna diyor oda ben öldü demedim padişahım onu sen dedin diyor Ve asılmak tan kurtuluyor.
Soruyorum size öldü demeyle, nefes almıyor,yemiyor,içmiyor arasında ne fark vardır.? İkisi de öldü ifadesinde mutabık olduğu halde farklı anlatım sanatı kullanmışlardır.anlatmışlardır.
İşte Allah Kur’an da Hz İsa’nın Ölümünü anlatırken böyle bir sanat kullanarak anlatmıştır.
Bu Olayı Kavrayabilmek için önce zaman kavramını kavramak gerekiyor. Allah’a göre zaman yok Zaman insanlara göredir. Allah Kâinatı Yaratmadan önce zamanda yoktu Kâinatı yaratılmasıyla beraber zaman yaratıldı. Kainatın yok olmasıyla yine zaman ortadan kalkacak tekrar zamansızlık ortaya çıkacak .
İşte cennet ve cehennemin ebedi oluşunun hikmeti budur. Allah Zaman yokken kainatı yaratıyor. Bir zaman dilimi içerisinde Halife olarak yaratılan insanı denemeden geçiriyor ve Tekrar Yeni bir Yaratılışla Yaratıyor Yine ebedi bir hayat başlıyor.
İşte Kur’an İman eden ve Salih amel işleyen kişilerin bu denenme süreci içerisinde Bu Dünya hayatında yaşamaları veya ölmelerini (hayati fonksiyonlarını) yitirmelerine ölüm kelimesini biraz kabaca bir tabir olarak görüyor. Onu Tebrik etme ve taltif etme amacıyla ona ölmedi diri rızıklanıyor ifadesi kullanıyor.
3/169” Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler' saymayın. Hayır, onlar, Rableri Katında Diridirler rızıklanmaktadırlar.”.
Önce insanların gerçek anlamda Allah’a göre ölmediğini Dünya üzerinde, Tiyatroda rol alan aktör veya aktirist gibi , Reşit ve akıllı olan herkesin Bir zaman dilimi içerisinde denenip,Hal değiştirerek tekrar zamansızlığa yeni bir yaratılışla yaratılarak devam edecektir Tıpkı Anne karnın
daki çocuk gibi
Anne karnındaki çocuk üç ay oluşum devresi geçirdikten sonra, altı ay fiili olarak canlı bir hayat sürüyor . Günü geldiği zaman Farklı bir ortama. Yeni bir yaşam Biçimiyle karşı karşıya kalmak üzere doğuyor. Artık Onun Anne karnındaki Asalak Olarak yaşama dönemi bitmiş yeni bir Hayatı kendi kendisinin yükleneceği bir hayat dönemine girmiştir. Aynen onun gibi Dünya hayatından ahiret hayatına geçiş de öyledir.
56/35”Gerçek şu ki biz Onları yeni bir inşa ile yarattık.”
İşte insan dünya hayatındaki görevini bitirip. Öldüğü zaman Ahiret hayatı başlamış demektir. Nasıl Anne karnından doğan çocuk geri dönemiyorsa. Ahiret hayatında yeni bir inşa ile yaratılan insanlarda geri dönemeyecekler.Dünyada iken kedilerine gelen elçilerin uyarılarına inanmayanlar Ahiret hayatında ceza ile karşı karşıya kaldıklarında Dünya hayatına tekrar geriye dönmek isteyecekler ama onlardan kabul edilmeyecektir.
32/12Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen
Kur’an Bu Gerçek olacak olan vakıa İman etmeyenlerin dünyada iken elçiler tarafından uyarıldıkları halde kabul etmeyenlerin Allah tarafından gönderilen vahiylere karşı duyarsız olduklarından dolayı onlara ölü ifadesini kullanmıştır.
? Onların gözleri vardır görmezler Kulakları vardır işitmezler kalpleri de mühürlenmiştir.
Bu Tip insanlar Kur’an da ölü diye Anlatılmıştır.
3/169” Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler saymayın ,Hayır onlar rableri katında diridirler.Rızıklanmaktadırlar”
Eğer bu ayete göre şehitlerin ölmemesini gerçek anlamda anlayacak olursak mezara konduğu zaman kokuşma ve böcekler yeme olayı olmazdı. Buradaki diri ifadesi gerçek anlamında değil mecazi anlamında kullanılmıştır. O bize göre hayati fonksiyonlarını yitirmiş fakat Allah’a göre zaman olayı olmayınca belki de bize göre binlerce yıl sonra dirilmesi olacak olmasına rağmen diridirler ifadesini kullanıyor. Ve cennete gideceklerinden dolayı rızıklanırlar ifadesini kullanıyor.
Şimdi Hz İsa peygamberin ölümü ile ilgili ayetleri tahlil etmeye devam edelim.
4/15- Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.”
4/158- Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir
Daha önce de bahsettiğimiz gibi Bu Ayetlerde öldürmediler.asmadılar ifadesini kullanırken Mecazi bir anlatım tarzı kullanmıştır. Hz İsa’yı öldürmediler ifadesini kullanırken hayati fonksiyonlarını yitirmemiş anlamında değil O Şehitlerle ilgili ayette bahsettiği gibi diridirler ifadesini kullandığı gibi bu ayette de Öldürmediler kelimesinin karşılığı olarak kendi katına yükseltti ifadesini kullanarak onu tebrik ederek gitmiş olduğu yolun doğruluğunu tasdik ederek onaylıyor.
Burada ölümün benzeri gösterildi ifadesi de O Kâfir ve müşrik olanlar, Allah katında onun ödüllendirilip tebrik edildiğini nereden bilsinler onlara ölüm gibi görülen yerde yatan yemeyen içmeyen nefes almayan anlamında kullanılmıştır. Asıl Önemli olanı O Yerde yatan ceset değil asıl önemli olanı onun geride bıraktığı misyon ve yaşam biçimidir.
Genelde müfessirlerin anlattığı gibi Hz İsa yerine başka biri değil bizzat Hz İsa dır. Eğer o öldürdükleri Hz İsa değil de onun benzeri olan biri olmuş olsaydı onu katımıza yükselttik ifadesi kullanır mıydı?
Neden Hz İsa peygamberin öldüğünü kabullenemiyorlar ki? O Da bir insan değil mi? Allah ın evrene koyduğu yasaya, söylenenler uygun değil mi ? Evrenin yasasında canlılar doğarlar büyürler ve ecelleri öyle yada böyle geldiğinde ölürler.
Dünya hayatı bir denenmedir denenme anında insanlar yanlış yaptıkları zaman hemen onları Allah dünya hayatında cezalandırıvermiyor o cezaları daha önce ayetlerde örneğini verdiğim gibi ahiret alemine erteliyor. Bakınız Kur’an Toplumların peygamberleri öldürdüğünden nasıl bahsediyor.

2/87 - Andolsun, Biz Musa'ya kitabı verdik ve ardından peş peşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs'le teyit ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz
Allah Dünya Hayatında zulüm yapsalar bile Cezalandırmayacağını söylüyor.

35/45 Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.
Hem de Kıskançlık ve hakka baş kaldırmaları nedeni ile Peygamberlerini öldürdükleri zaman Allah koyduğu yasaları çiğneyerek vaatlerine muhalefet ederek Hz İsa peygamberi onların elinden kurtarıp Mekandan münezzeh olduğu yere alıp götürecek ,bu çelişkili bir anlayıştır. Bu Anlayış Okuyup naklettiğimiz bütün ayetlere ters düşer.
Allah dünya hayatında inananların kitap ve peygamber aracılığı ile bir suflörüdür.Onlara sadece vahyi dinleyenlere ve kabullenenlere suflörlük yapar. Yoksa benim velim Allah tır demeyenlerle perde arkasından konuşur. Onlara dünya hayatında müdahalede bulunmaz . Onlar bu tutum ve davranışlarıyla, kulakları sağır gözleri kör olarak ahiret hayatında ebedi bir ceza olarak cehennemde yerini alır
Eğer Peygamberlerin , Allah tarafından maddi anlamda bir koruması olmuş olsaydı. Hem Peygamberler ölmezdi hem de Hem de öldüremezlerdi Allah’ın Gücü neye yetmez di ki Bir peygamberin öldürülmesini engelliye miyecek,
5/117” "Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim (dünya) hayatıma son verdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen her şeyin üzerine şahid olansın
Kur’an’da ki bir Ayet Kur’an’ın Bütününü oluşturan ayetlerin tümünün özelliklerini yansıtır. Aslında beyinler yalan yanlış bilgilerle kirlenmemiş olsaydı Hz İsa n ın öldüğünü bu ayetten bile anlarlardı.
21/8” Biz onları yemek yemez cesetler kılmadık ve onlar ölümsüz değillerdir.”
21/34” Senden önce hiçbir nefise ölümsüzlüğü vermedik Şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacak.”
21/35” Her Nefis ölümü tadıcıdır biz sizi hayırla da şerle de deneyerek imtihan ediyoruz.ve bize döndürüleceksiniz.”
İşte bu ayetler Hz. İsa peygamberin öldüğünü ispatlamaktadır.herhalde konu bu açıklamalardan sonra anlaşılmıştır kanaatindeyim.
Bundan sonra gökten Hz. İsa peygamber gelecek de toplumları düzeltecek diye hiç heveslenmesinler ölenler dünyaya tekrar gelmeyecekler.
21/95” Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyeceklerdir”
KURANİANLAMAMETODU.BLOGSPOT.COM
Gönderen Ali Rıza Borazan zaman: 05:19 Bu kayda verilen bağlantılar
13 Aralık 2009 Pazar
KURAN İLİM AKIL PRATİK HAYAT
DOĞRU YOLUN BULUNA BİLMESİ İÇİN DÖRT ÖLÇÜ KUR’AN İLİM AKIL VE PRATİK HAYAT
Kitabımın özünü teşkil eden bu dört terimdir. Bir kişinin yolunun doğru olup olmadığını anlayabilmesi için bu dört ölçekle tartılıp ölçülmesi gerekmektedir. Şimdi saymış olduğumuz dört ölçeği ayrı ayrı inceleyerek tahlil etmeye çalışalım.

KUR’AN
Kur’an Allah tarafından insanlardan kendisine seçtiği peygamberler aracılığı ile son resul Hazreti Muhammet sav de toparlanıp kıssası oluşmuş resullerin hayatlarından kesitler sunarak, her örnekten bir örnek verildiği ve insanların yaşamında hiçbir eksiğin bırakılmadığı Allahın insanlara sunduğu bir hayat projesinin adıdır.
2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap'tır
İşte Bu kitap Allah tarafından gönderilmiştir. Ve onu insanlar toplanıp bir araya gelseler bir suresini veya benzerini asla meydana getiremezler.
2/23- Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur'an)dan şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın. İşte Bu Allahın meydan okumasıdır. Kuran Allahın çelişkisiz olan bir kitabıdır.4/82- Onlar hala Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. İşte Kuranın Mucize oluşunun hikmetlerinden birisi budur. Önce Kuran okuyucularının, kurandaki bir ayetin anlatmak istediği manayı kesinlikle kuran bütünlüğündeki ayetlere çelişki düşürmeden anlaması gerekir. Eğer bir ayette anladığı mana, diğer ayete ters düşerse mutlaka tekrar anlayışını gözden geçirmesi gerekmektedir. Önce Bunu daha güzel anlayabilmek için kurandaki ayetlerin iki kısma ayrıldığını açıkladıktan sonra kuranda çelişkisiz bir anlayışın nasıl olacağını anlatmaya çalışalım.
Kuranın da anlattığı gibi kuranda iki tip ayet vardır. Muhkem ve müteşabih.
3/7- Sana Kitap’ı indiren O'dur. Ondan, Kitap’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
39/23- Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir Kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların Ondan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah'ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur.
Kuranda geçen müteşabih ile ilgili iki ayeti naklettik. Müteşabih; Ayette de ifade edildiği gibi İki Anlam taşımaktadır. Birisi ikişerli anlama gelir. diğeri ise karmaşık inceleme ve tahlil sonucunda ancak anlaşılabilen ayetler demektir.
39/23- Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir Kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların Ondan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte
Burada kastedilen anlam Allah kâinatta ne kadar, yaratık varsa çift yarattığı gibi yolu da çift yaratmıştır. Ve bu yola gidiş eğilimini de çift yaratmıştır. Bir insan bir taraftan muttaki, Allahın yolunda gidebiliyorsa başka bir insan da tamamen bunun tersi olan yolda gidebilmektedir. Bir başka deyişle şeytanın yolunda gidebilmektedir. Kitap kelimesini kuran hem kâinata hem insana hem gönderilen vahiylere demektedir. İnsanın öz yapısında, diğer varlıklardan ayıran en farklı özelliği takva yönü ve fısk yönünün bulunmasıdır. bir de her iki yöne gidişte hizmet eden aklın oluşudur. Her İnsanın öz yapısına Allahın yerleştirdiği, nefis ve takvadan iki ses gelmesi ve düşünenlerin bu iki sesten takvadan gelen sesleri kabullenip aklını o yönde kullanmasıyla insan Allahın yoluna ulaşmaktadırlar. Allahın Yol Göstermesi böyle başlamaktadır. İkinci anlamı. Hem kuranda hem de kâinatta olan ve karmaşık birden fazla anlama gelebilen anlamında kullanılmıştır İşte Bunu Ancak zikir ehlinin anlayabileceğini o konuda uzmanlaşanlar ne demek istediğini kavraya bileceğini anlatmaktadır. Şimdi kurandan bir müteşabih ayet yazalım bunun ne demek istediğini konu ve kuran bütünlüğü içerisinde anlamaya çalışalım.
6/125- Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.
İlk bakışta eğer kuranın başka yerlerindeki ayetler bilinmezse sanki Allah insanın birini diliyor saptırıyor. Birini diliyor hidayete erdiriyor gibi algılanıyor. Hayır, Allah katında yaratılan insanlar arasında uzaklık yakınlık bakımından hiçbir farklılık yok hepsine eşit mesafededir.
49/13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.”
Sadece üstünlük Allahın koyduğu kurallar içerisinde hayatlarını düzenleyen ve kullukta kusur etmemeye çalışanlar içindir. İş yerlerinin kurallarına uyan elemanlarla uymayan elemanlar patron için aynı olabilir mi? O zaman böyle bir anlayış doğru olamaz, Allah kendi isteği ile birini saptırtıp diğerini hidayete getirirse sapan insan sapışından dolayı cezalanırsa o zaman adil bir anlayış olmaz. Zaten Allah insanların sapma ve hidayete ermek istediklerinde yollarını istedikleri istikamette almasını yaratmakla sapmak isteyeni saptırdım hidayete ermek isteyeni de hidayete erdirme anlamında anlaşılması gerekir. İnsanların diğer varlıklardan farkı da o değimliydi? İki yöne eğilimli olarak yaratılıp kişinin yol seçmede kendi özgür iradesine bırakılması onu halife yapmaktadır. İşte bu iki yöne gitme eğiliminde yaratılan insanın en önemli malzemesi akıldır. Birisi, gece gündüz insanlara Allah adına nasıl yardımda bulunurum, hesabını akılla yaparken, diğer bir insan da kimin ayağını nasıl kaydırırım insanları kendime nasıl köle ederim diye bozgunculuk yapanlar, bunları akılla yapmaktadırlar. Ama her insan vicdanının sesini dinlediği zaman yanlış bir davranış yaptığında veya yapmak istediğinde, ey! İnsan senin yaptığın bu davranış yanlış diye bir ses işitmektedir. Bu uyarı sesini işittiği halde hala o yanlışı yapmaya devam ederse Allah da onun o isteğine engel olmaz. onu kendi özgür iradesiyle baş başa bırakarak kendi yolunu seçme fırsatı tanıyor. İşte dünyadaki insanların imtihanı budur. İnsanın istediği istikamette gerekli gayret ve yoğunlaşmayı sağladığı zaman istediğini vereceğini vaat ediyor sapmak isteyeni saptırıyor hidayete ermek isteyeni de hidayete erdiriyor.
İşte bu ayetin kabataslak anlatmak istediği mana budur. Bir de Ayet kelimesi sadece kuranda geçenler değil, kâinatta yaratılmış olan zerreden küreye kadar olanların hepsi ayet olarak adlandırılmıştır. Karmaşık anlaşılması zor ve bazı ayetlerin kastettikleri manalarını diğer ayetlerin yardımıyla anlaşılacağı gibi kâinatta da bazı bilgilerin ilimlerin diğer ilim dallarıyla da istişare edilmelerine ihtiyaç vardır. Kâinatta uzmanlık oluşturabilecek her hangi bir ilim dalı eğer testten geçirilmişse diğer ilim dalının verileri ile çelişmezler.
Kurandan başka bir ayet örneği verelim.
2/245- Allah'a karşılığını çok artırma ile kat kat artıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir? Allah, daraltır ve genişletir ve siz O'na döndürüleceksiniz.
Bu ayetin kastettiği manayı anlaya bilmek için, bazı diğer ayetlerden haberdar olmak gerekir şimdi bu ayetin tamamen zıttı gibi olan bir ayet ne diyor ona bir bakalım.
112/2- Allah, Samed'dir (herşey O'na muhtaçtır, daimdir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır).
Eğer Allahın hiçbir şeye ihtiyacı yoksa ki yoktur. O zaman bu borç vermeyi kim kime verecek?
2/267- Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık olandır.
O zaman Allahın Karşılığını kat kat artırma koşuluyla istediği borç ihtiyaç sahibi olmayanların ihtiyaç sahibi olanlara aktardıklarıdır.
Toplumlarda yanlış algılanan kurandan müteşabih olan bir ayet daha aktaralım.
29/14- Andolsun, Biz Nuh'u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik, içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar zulme devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.
Toplumlarda dünya hayatında zulmedenlerin cezasını Allah’ın vereceğini kabul etmektedirler. Bu sebeple Nuh kavminin samut kavminin ad kavminin yapmış oldukları suçlardan dolayı helak edildiği inancı hâkimdir. Kuranda detaylı inceleme yapan ilim ve hikmet sahibi insanlar ayette ne söylendiği değil ne söylenmek istendiğini anlayan insanlardır. Genel bir mantık kullanacak olursak kuranda onunla ilgili geçen ayetleri bir araya getirip düşündüğümüz zaman çelişkisiz bir anlayışı ancak yerine oturtturabiliriz.
69/4- Semud ve Ad (toplumları), kariay’ı yalan saydılar.
69/5- Bu nedenle Semud (halkı), korkunç bir sesle helak edildi.
69/6- Ad (halkın)a gelince; onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile helak edildiler.
69/7- (Allah) Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralık vermeksizin üzerlerine musallat etti. Öyle ki, o kavmin, orada sanki içi kof hurma kütükleriymiş gibi çarpılıp yere yıkıldığını görürsün.
Bu Ayetlere baktığımızda işlenen suç yüzünden tabi afetleri onların üzerlerine salarak helak edildiği anlatılmaktadır.
Ama kuranda başka bir ayete bakalım.
35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.
Bu ayete bakarsak da dünya hayatında zulmeden ve suç işleyenlerin dünya hayatında cezalandırılmayacağını dünya hayatının bir denenme ve imtihan yeri olduğunu anlatmaktadır.
67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Allahın koymuş olduğu kurallara uyulmadığı zaman insanların başlarına bazı felaketler geldiği muhakkaktır. Dünya hayatında suç işlemesi yüzünden bir taraftan ceza vermeyeceğini söylerken bir taraftan da içki kullananların sarhoş olarak bir trafik kazası geçirerek başına belalar gelmesi, içkinin bağımlılık yapması nedeniyle aile yuvalarının yıkılmasına sebep olması, olağan hadiselerdendir. Bazen de başka birilerine zulmettiği zaman diğer insanlar tarafından onların dövülmesi hapsedilmesi idam edilmesi insanlar eliyle Allahın onlara vermiş olduğu cezalardır.
22/40- Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.
Öyleyse Kuranda anlatılmak istenen helak olayı, Nuh tufanı, Salih kavminin helaki ebrehe ordusunun ebabil kuşlarıyla yenik ekin haline dönüştürülmesi Musa Kavminin denizi ikiye ayırması ve neticesinde firavunun suda boğulması kuranda anlatılan hep mecazi anlatım sanatı içerisine girmektedir. Eğer gerçek anlamında olmuş olsaydı o vermiş olduğumuz ayet örneklerine ters olurdu. O zaman helak olayını nasıl anlamamız gerekiyor? Asıl insan dünya hayatı gibi kısacık bir zaman sürecine sığdırılamaz. Asıl hayat ahret âlemindedir. Kısacık dünya hayatında denemeye tabi tutularak asıl yaşam olan ahirtet hayatını engelleyen her türlü davranış ve yaşam haline insanın gidişini helak olarak anlatmaktadır. İşte bu tip insanları gözleri olduğu halde görmemesi kulakları olduğu halde işitmemesi bazılarının vicdan, kuranın da fıtrat dediği olgunun duyarlılık hissinin tamamen kaybolarak dünya hayatını geliş gayesinden uzak bir yaşam özleminin sarmasıdır.
2/171- İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler.
İşte kuranda anlatılan helak budur.
Bir Başka örnek verecek olursak, İnsanların şu anda kullandıkları eşyaların büyük bir kısmı. Hazır olarak Allah gökten indirmedi. Ama yeryüzüne bunların hammaddelerini yaydı insanlarda bunlardan kendilerine ihtiyaç olanları inceleme ve tahlil sonucunda çıkararak demir bakır, gümüş vs. ye dönüştürerek insanoğlunu bu günkü arabalar uçaklar, gemiler, füzeler ve bilgisayarlara dönüştürülerek yorumladılar. Bu Allahın insanoğluna verdiği akıl sayesinde yorumlandı. Akıl olmasaydı bir adım bile insanlar ilerleyemezlerdi.


KÂİNAT VE İLİM
Allah tektir ve yaratmış olduğu bütün varlıklar da çift yaratılmışlardır.
13/3- Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
Kuranda nasıl Muhkem ve müteşabih ayetler varsa kâinatta da anlaşılmaya açıklamaya ihtiyaç duyulmadan anlaşılanlar olduğu gibi, inceleme ve tahlil neticesinde ancak anlaşılabilenler de vardır. Güneş doğduğu zaman gündüz olduğunu battığı zaman gece olduğunu sorsan herkes bilir. Ama bazı eşyanın dilini çözmek ve onlardan yararlanmak için iç göz denilen inceleme ve tahlil neticesinde onlardaki sırları çözülebilenler vardır. Bu olayları ancak ilimde derinleşenler o konu hakkında derin inceleme ve tahlil yapan insanlar ancak onu anlayabilirler.
Bir Örnek verecek olursak diyetisyenlerin söylediklerine göre, Az yemek şişmanlatıyor Çok yemek yiyerek alınan fazla enerjinin yakılamaması şişmanlamaya yol açarken, günlük enerjinin altında kalori alıp, az yemek de şişmanlatıyor.
Beslenme Kilo Kontrolü Çok yemek yiyerek alınan fazla enerjinin yakılamaması şişmanlamaya yol açarken, günlük enerjinin altında kalori alıp, az yemek de şişmanlatıyor. International Hospital Etiler Tıp Merkezi’nden, Beslenme ve Diyet Uzmanı Zerrin Aydın, “Vücudumuzun enerjiye ihtiyacı var. Günde 2 bin kalori alması gereken bir kişi, 1400 kalori alıyorsa, vücut az enerji almaya alışıyor. Sadece bir iki gün 2 bin kalori bile alsa zamanla kilo artışı oluyor. O zaman da su içsem yarıyor diyorlar. Aslında sebebi az kaloriyle yaşamaya alışmak” dedi.

Az kalori almak metabolizma hızının da düşmesine neden oluyor. Bir enerji dengesizliği ortaya çıkıyor. Her pazartesi diyete başlayanlar, kilo dengesi en çok bozulan kişiler arasında yer alıyor. Kiloyu korumanın bir matematik hesabı olduğuna değinen Zerrin Aydın, kısır döngünün aynı kaloride kalmayı başarmakla ve egzersizle kırılacağını söylüyor.

Pazartesi Diyetleri İşe Yaramıyor

Pazartesi diyetinin sakıncalarını anlatan Zerrin Aydın, bunları şöyle sıralıyor: “Pazartesi diyete başlayan bir kişi, ilk gün 1100 kalori alıyor. Ancak Salı ve Çarşamba günleri arkadaşlarıyla dışarı çıkıyor. Kek ya da pastaya dayanamayıp yiyor, aldığı kalori 2 bini buluyor. Ertesi gün yine 1100 kalori alıyor, bir sonraki gün dışarı çıkıyor, 1500 kalori alıyor. Bu dengesiz kalori alımı da vücudun şaşırmasına neden oluyor. Amaç zayıflamak oluyor ama aslında kilo alınıyor.”

Kiloya Dikkat Şişmanlatıyor

Sadece diyet yapanlar değil, hep kilosuna dikkat etmek için düşük kalori alanlar da kilo alıyor. Yani enerjinin dengesizliği nedeniyle de kilo alıyorlar. Bir gün az iki gün çok yiyorlar. Oysa her gün 2 bin kalori alsalar ve düzenli egzersiz yapmaya özen gösterseler, kilo da almayacaklar. Zerrin Aydın, dengesiz kalori alımlarını dengelemek için uzman diyetisyenler gözetiminde tıbbi beslenme tedavisi yapılmasının önemli olduğunu vurguluyor. Zayıflamak uğruna yarı aç yaşayanlara, sağlıklı beslenme programı hazırlanması gerektiğini anlatan Zerrin Aydın, “Kilo vermek isteyenlere sevmedikleri yiyeceklerden oluşan bir beslenme programının sunulmaması gerekiyor. Kişilerin yeme alışkanlıklarının, dışarıda yemek yiyip yemediklerinin, tatlı alışkanlıklarının ve egzersiz durumlarının da araştırılması önemli. Kas ve su kaybına neden olmayan, yağdan kilo vermeyi hedefleyen bir program hazırlıyoruz” dedi.

Korumak daha zor

Artık kilo vermek kadar kiloyu korumak da önemli. Hiç zayıflama diyeti uygulamamış kişilerin kilo vermesi daha kolay. Ama hayatını sürekli zayıflama diyeti uygulayarak geçiren kişilerin, metabolizmaları yavaşladığı için kilo vermeleri sırasında vücut büyük bir direnç gösteriyor. Bu direnci kırmak da çok zor oluyor. Bu nedenle verilen kiloları korumak da, en az vermek kadar emek istiyor. Zayıflama programı bitip de koruma programına geçildiğinde, her 15 günde bir yağ, kas ve su ölçümü yapılıyor. Programı uygulayan kişilerden yediklerini ve yaptıkları kaçamakları yazmaları isteniyor. Kilo belli bir dengeye oturunca da belli bir kaloriyle devam etmeleri sağlanıyor.
Tıbbın bu araştırma ve incelemeleri de gösteriyor ki, Vücut çok yemeye alıştığı zaman, az yemeye başladığında paniğe kapılıp almış olduğu yiyecekleri stoklamaya başlıyor. Aynen onun gibi Bu Gün dünyada ekonomik kriz de bundan kaynaklamaktadır. İnsanlar gelirleri azaldığı zaman paralarını stoklamaya başlamaları da kâinatta bir uyum halinde her şeyin bir birleriyle bütünleştiği görülmektedir.
AKIL
Akıl yeryüzündeki varlıklardan sadece âdemoğlu şemsiyesi altındaki varlıklara verilmiştir. Bugün dünyanın bildiği sadece insana verilendir. İnsanın dışındaki Varlıklarda kendilerine özgü bilgiler olduğu halde, bu bilgileri sosyalleşme olmadığından veya akıl olmadığından sadece kendilerinde saklı olarak kalmaktadır. Nitekim kuranda bunu şöyle izah etmektedir.
2/31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin" dedi.
2/32- Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın."
2/33- (Allah "Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."
2/34- Ve meleklere: "Âdem�e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.
Bu ayetlere bakıldığında derin kavrayış içerisinde bulunanlar, kâinatta iki ana çatı olarak varlığın bulunduğunu, birisi âdemoğlu şemsiyesinde eşyanın isimlerini sayabilen yaratıklar arasında mantık kurallarını işleterek, neden ve niçin sorularını sorarak onlardaki sırları çözme yeteneği verilenler. Diğeri ise bu insanoğlunun emirlerine amade olan ve onların hayatta yürümelerine kucak açan ona secde eden diğer yaratıklardır. Bunların adı kuranda melek diye zikredilmiştir. Bunu İnsanoğlunun var oluşundan bu tarafa izlenimlerimize bakıldığı zaman arılar yaratılışlarından bu tarafa ürettikleri balı bütün dünyadaki insanlar bir araya gelseler üretemezler. Ama arıların yaratılışından bu tarafa baldan başka bir şey üretemediklerini görüyoruz. O gün bal ise bu gün de bal ve kıyametin sonuna kadar ürettikleri baldan başka bir şey değildir. Çünkü arıya o kotlanmış muhakeme yok mantık yok akıl yoktur.
16/69- Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.
Meleklerin özellikleri ayette de belirtildiği gibi, Kotlanan verilen bilgilerin dışında bilgileri yok ve görev yapamazlar. Bir inek sütü nasıl verir? Ondan haberi olmaz veya bir portakal ağacı portakal meyvesini nasıl verir? onu da bilemez. Kendilerine verilen görev ne ise onu bilirler.
İnsanoğlu kâinatta yaratılmış bütün yaratıklarda gizlenmiş olan kendilerine faydalı bilgileri gün yüzüne çıkartarak, onlardan istifade etmesini akıl ile yapmaktadır. İnsanlar bütün varlıklara yönelir onlar arasında sosyal bir bağ kurarak onlardan istifade eder. melekler ise sadece kendileri ile ilgili bilgileri insanoğlu istediği zaman onları insanlara sunmakla görevidirler.
İşte insanoğlunun yaratılışı ile birlikte eşyalar ile iletişimi onların dilini çözmesi onlardan istifade etmesi, bu güne kadar teknolojideki gelişmenin belgesidir.
İnsanlardaki akıl, gelen bilgilerle eşyanın yaratılışındaki incelikleri keşfederek, insanlara sunduğu çelişkisizliği yakalayarak bir tevhide götüren ilkeyi yakalamak için akıl gereklidir. Kuranda geçen müteşabih ayetlerin kastettiği manayı o konu ile ilgili ilmin verilerini karşılaştırarak doğru bir sonuca varıp varmadığını sorgular. İşte insanlarda bu sorgulama olayı Hazreti İbrahim peygamberde doruk noktasına ulaşınca Allah kuranda onu insanlara örnek olarak göstermiştir.
İnsan diğer yaratıklardan farklılaşarak Hem Yaratıcı ile ilgili hem de kendisine hizmet eden meleklerle, hem de insanlar arasında sosyal bir bağ kurarak büyük bir sorumluluğu üslenmiştir.
33/72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.
İşte Kendisine Verilmiş olan görevleri yerine getirip getirmemede İnsanları Dünya hayatında denemek için kendisine ayrılan süreç içerisinde aklını, takvasını ve fıskını vererek. Özgür iradesiyle baş başa bırakmıştır.
90/10- Biz ona 'iki yol-iki amaç' gösterdik.
76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
Akıl Her tip insanda vardır Ama aklını kullanan insan sayısı çok azdır. Aklı Kullanmak demek, Uzun vadede insan kendisine ayrılmış olan paydan daha çok almayı bilendir. Bunu da görebilmek için büyük sözü dinlemek gerekir. En Büyük de Allah vardır. Allah dünya hayatı Ahret âlemine göre zaman bakımından yok denecek kadar kısadır.
Aklını Kullanan insanlar, karşılarına çıkan iki kötüden mutlaka seçmek zorunda iseler daha az kötüyü, iki iyiden de daha çok iyiyi seçmesini bilenlerdir. Aynı zamanda, başka insanların da aklından istifade etmesini bilenlerdir. Akıl İnsanı hem cennete hem de cehenneme götürebilir.

PRATİK HAYAT
Allahın insanlara göndermiş olduğu vahiylerle yaratmış olduğu kâinattaki ilimlerin verileri kesinlikle uyum halindedir. Ehli kitap ve İslam toplumlarındaki Allah tarafından gönderilmiş olan vahiylerin orjinalliği bozularak satma ve gizlenmesi nedeniyle bazı tevhidi zedeleyen anlayışların çıkmasına vesile olmuştur. Kurandan bir anlayışın doğru olup olmadığını kâinattaki eşyanın verileriyle kıyaslanması, eğer ilim dallarındaki verileri doğruluğunun da kurandaki ayetlerle kıyaslanarak doğru olan anlayışın çıkarılması gerekir. Her insan şunu iyi bilmelidir ki; Allahın gönderdiği vahiylerle yaratmış olduğu kâinatın, ilimleri bir birleri ile kesinlikle çatışmaz. Burada bazı ehli kitap ve İslam toplumlarındaki yanlış inançlardan söz etmeye çalışalım
HAZREİ İSANIN BABASIZ OLDUĞU İNANCI
Kurana Göre, babasız çocuk olmaz. Çünkü kâinattaki yaratılmış olan bütün şeyleri çift yaratmıştır.
51/49- Ve Biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz. Bir taraftan Allah her şeyi çift yarattık derken, bir taraftan
30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.
Bir taraftan Allah yaratışında bir sünnet koyarak, değişikliğe uğratmayacağnı söylerken
22/5- Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, Biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.
Bir taraftan da hazreti İsa peygambere gelene kadar. Bütün insanları bir anne bir babadan yaratsın. Hazreti İsa peygamberi babasız meydana getirsin böyle bir anlayış ne kurana ne tıp ilmine ne de akla kesinlikle uygun olmaz.
19/17- Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü.
Düzeltilmiş olan beşer burada Cebrail değil bir peygamberdir. Kuran ruh kelimesini değişik yerlerde değişik anlamlarda kullanmış, burada ruh kelimesini peygamber anlamında kullanmıştır. Hazreti Meryem’e düzgün beşer kılığında görünen de Zekeriya peygamberdir. İşte o da Meryem’le nikâhlanarak evlenip gelecekte ayet ve ibret belgesi olacak olan İsa peygamberi müjdelemektedir. Her peygamber kendisinden önce gelenleri doğrulaması ve kendilerinden sonra gelecek olanları da müjdelemesi bize onu anlatmaktadır. Bu olayı Kitabımın bir başka yerinde detaylı olarak anlatmaya çalıştım.
Eğer kuran hazreti İsa peygamberin babasız olduğunu söylerse tıp da bunu onaylaması gerekirdi. Ol dedi mi oluverdi demeyle bu iş detaylı araştırılmazsa. Çözülemez. Kâinata da ol dedi oluverdi diyor ama on beş milyar yıl geçtiği anlatılıyor. İsa da ol dedi oluverdi ama
Çocuğun oluşabilmesi için diğer insanlarda sünnetullaha uygun oluşma nasılsa onda da öyle olduğu o da aynı prosedürden geçtiği bilinmelidir.
Öyleyse diyebiliriz ki, Allahın evrene koyduğu yasayla göndermiş olduğu vahiyler çelişmez. Ve ortaya vahiyle evrenin çeliştiği bir olgu olayda ortaya çıkmaz.


KURANİANLAMAMETODU.BLOGSPOT.COM
Gönderen Ali Rıza Borazan zaman: 04:58 Bu kayda verilen bağlantılar
12 Aralık 2009 Cumartesi
VAHYİGAYRİ METLUĞ
Kuranın dışında elbette Allah kainattaki bütün varlıklara vahyediyor. sizin de bildiğiniz gibi dağa arıya, meryeme , musanın annesine , vahiyler geliyor., Ama kuranın dışında gelen vahiyler, kesinlik arzetmez Peygaamberlere gelen vahiylerle peygamberlerin dışındaki insanlara veya yaratıklara gelen vahiyler tamamen farklı olarak değerlendirilmelidir. Kuranın dışında gelen vahiylerden Allah diğer insanları sorumlu tutmaz. Kuran katışıklardan arındırır arınmış olarak bize halis olan bir dinin kaynağı olarak sunar. 22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. İşte Bu ayet peygamberlerin de yanlışlık yapabileceğini, ama yaptıkları yanlışlıkları Allah düzelettiğini bizzat gönderilen vahiylerde görmekteyiz. isterseniz kurandan bir kaç tane örnek vereyim.66/1- Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.33/37- Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: "Eşini yanında tut ve Allah'tan sakın" diyordun; insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun; oysa Allah, Kendisi'nden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, Biz onu seninle evlendirdik; ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıkları) zaman, onlarla evlenme konusunda mü'minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.80/1- Surat astı ve yüz çevirdi;80/2- Kendisine o kör geldi diye.80/3- Nerden biliyorsun; belki o, temizlenip-arınacak?80/4- Veya öğüt alacak; böylelikle bu öğüt kendisine yarar sağlayacak.80/5- Fakat kendini müstağni gören (hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını sanan) ise,80/6- İşte sen, onda 'yankı uyandırmaya� çalışıyorsun. Daha kurandan ayet örneklerini çoğaltabiliriz, hazreti musa Peygamberin kardeşi Harunun yakasından tutup, halkımı neden saptırdın deyip kızması, hep peygamber olanlarda görülen hatalardandır. Ama Allah onları vahiylerle düzltmiiş yapmış oldukları gönderilmiş olduğu kitaplarda bizzat yanlış olarak görüntülenmiştir. İşte Biz Kurandan sorguya çakileceğiz. ve ona göre yargılanacağız.43/44- Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız. o ZAMAN bize dışardan hadis ve ya vahyi gayri metluğlardan sorgulanmayacağımıza göre, bizim ilgi alanımızı oluşturmaz aziz aşık 74 kardeşim şimdide peygamberlere vahiyler nasıl gelir onu açıklamaya çalışayım.in
PEYGAMBERLERE VAHİY NASIL GELİR
Vahiy Kainattaki bütün varlıklara gelir, Dağa arıya kafire iman edenlere,peygamberlere hep vahiy gelir. Yalnız İnsanlara gelen vahiylerle insanların dışındaki varlıklara gelen vahiyler farklı farklıdır. Yine insanlar içerisinden inananlarla inanmayanlara vahiy farklı geldiği gibi peygamberlere gelen vahiyler de farklıdır.
İnsanlara gelen vahiler, Üç Guruba ayrılır.
1- Peygamberlere gelen vahiyler,
2- Peygamberlere iman edenlere, gelen vahiyler
3- İnkar edenlere gelen vahiyler
42/51- Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahiy etmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir
Peygamberlere gelen vahiyler: Allah. Direk vahiyle aracısız konuşurlar.Burada insanların çoğunluğunun anlayamayacağı bir Mucize gerçekleşir. O Peygamberlere gelen vahiylerde bir yanlışlık olmaz. Peygamberler yanlış bir davranışta bulundukları zaman düzeltilirler.Peygamberlere gönderilmiş olan, o kitaplarda bir yanlışlık olmaz, Kovulmuş şeytan, kitaplara asla yanlış bir şey katamamış
112- Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla baş başa bırak.
Ama Allah’ın Göndermiş olduğu O Kur’an a Asla o kovulmuş Şeytan Musallat Olamamıştır.Peygamberler Yanıldıkları zaman düzeltilmişlerdir,Hz. Musa Peygamberin kızıp levhaları atması Yunus Peygamberin yapmış olduğu yanlışlardan dolayı kınanması Son Peygamberin Hanımlarının hatırı için helal olanı haramlaştırması, Ümmü Mektum kıssası, VS. Hep Bunlar peygamberlerin yanılıp da Alla ın düzelttiği olaylardır. Bu Olaylar Allah’ın Gönderdiği , İnsanların yol gösterici olarak kabullendikleri kitaplarda düzeltilmiş olarak Görülmektedir.

2- Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı.
3- O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.
4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.
İkinci olarak Allah’ın Konuştuğu insan tipleri : Allah'tan gelen peygamberleri kabul edip onun getirdiklerini okuyanlar ve yaşayanlardır. Bu da Son Peygamberle beraber gelen Kur’an’ı Okuyanlar ve kabullenenler Hep Allah ile konuşuyor ve onlara vahiy geliyor demekti.
Üçüncü Tip Allah’ ın vahiyle Konuştukları. Allah tan bir peygamber ve bir kitap geldiğini kabul etmeyen İnsan tipleridir ki, Bunlarla perde arkasından konuşur. Mesela Kur’an da hiçbir ayette Allah Ey Kafirler diye hitap etmemiştir: Aracı olarak Peygamberleri koyarak, De Ki: ey Kafirler diye hitap etmiştir. Diğer Taraftan Allah Onlar eşyanın esrarını çözmek için uğraştıkları zaman, onların yapmış oldukları İcatlar bilinmeyenleri insanların önlerine bilinilir olarak çıkarmaları onların perde arkasından Allah ile konuşmaları oluyor.
Görülüğü Gibi Allah’ın Kainattaki Varlıkların Hepsiyle diyalog halinde dir Hepsiyle konuşma şekilleri farklı farklıdır Ama Allah Kendisiyle Perde arkasından veya elçi aracılığı ile konuştuğu Halde Peygamberlere gelen vahiler gibi vahiyler geldiği gibi, Bende Allah ile konuşurum veya bana da vahiy Gelir diye söylerse Bu Kelimeleri yerinden oynatarak fesat çıkarıyor demektir..
6/93- Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen
İnsanlara Daha önce de bahsettiğim gibi Hem İblisten bir ses gelir hem de takvadan bir ses gelir Bu Gelen sesleri insan. Nereden geldiğini bir ölçü ile tartmadan Ayırt edemez Firavuna İçerisindeki bir ses sen Allahsın rabsın diyor oda ben sizin rabbınızım diyor bu da onu helake sürüklüyor. İşte insana böyle bir ses geldiği zaman Doğru ile yanlışı ,Hak ile batılı biri birinden ayırt eden Furkan a Kur’an a sığınarak o ölçeği onda arayarak Doğruyu bulması gerekmektedir.
41/36- Şayet sana şeytandan bir kışkırtma gelecek olursa, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
Yılarca Kur’an daki ayetlerin ne anlama geldiği ,Cebirin ve geometrinin problemleri gibi uzun çalışma ve çaba sonucunda çözülmek için, gayret gösterilmedikçe, Çözülemez Her şeyin bir uzmanlık alanı olduğu gibi, Kur’an’ı Anlamak için de uzmanlık gerektiriyor. Kâinatta genellemesini bile sayamadığımız hayvan çeşitleri vardır. Bu Hayvanların Hepsinin bir organizmaları vardır. Bu Hayvanlar Hk. Bilgi edinebilmek için,Onlarla uzun uzun ilgilenmek gerekiyor. Ki Bir Uzmanlık alanı oluşabilsin. Kur’an buna zikir ehli diyor. Zikir Ehli O Konunun uzmanı bileni demektir, Zikir Ehli olanlar bu bilgileri hep miras yoluyla öğrenmiyorlar, Miras yoluyla öğrenmiş oldukları bilgilerin üzerine yeni bir şeyler ekleyip bularak yeni yeni bilgilere ulaşıyorlar. İşte Bu Zikir Ehilleri Peygamberlerin bilmediği konularda yardım alacağı kaynaklardır.
3/159- Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”
Bütün İnsanlar Allah’ın Yarattığı Kainatın esrarını çözmekle yükümlüdür. Her insanın ilgi alanı farklıdır. Peygamberler peygamber ise Allah’ın Bildirmediği konularda Bilgi verecek değildir herhalde, Onları Kendilerine göre farklı alanlara yönelerek O sahalarda ilim yapmış kişiler, Diğer,ilgi alanları farklı olan kişilerin danışma merkezidir. Peygamberler Kendi ilgi alanının dışındaki Uzmanlık alanını oluşturan bölümlerden bilgi toplayarak, Toplumlarını o günkü şartlar içerisinde o konunun uzmanlarıyla en güzel şekilde istişare ederek yönetmişlerdir.
Fatih’in Bir Macar ustasına top döktürmesi, Süleyman peygamberin yabancı olan değişik konularda uzman olan cinleri (yabancı insanlar) ı Çalıştırarak güçlü bir ordu kurması gibi.
Eğer Bu Kainatın Yaratıcısı Allah İse Ki Allahtır, Eğer Bu Dinin Doğrusu Allah tan ise Ki Allah tandır. Eğer Allah’ın Gönderdiği dinin aslı Kur’an da ise Ki Kur’an dadır Eğer Allah’ın Tarif ettiği peygamberler. Kur’an daki gibiyse Ki Kur’an daki gibidir. Öyleyse Peygamber Cebrail ile beraber Gökyüzüne, Göğün çeşitli katmanlarından giderek mekandan Münezzeh olan Allah’ın Yanına varmamıştır.
İsra suresinin birinci ayetindeki olay göğe yükselme değil,Bir hicret olayıdır.
Gönderen Ali Rıza Borazan zaman:
Ali Rıza Borazan isimli Üye şuanda online konumundadır Ali Rıza Borazan isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin. Mesajı Moderatöre bildir Konuyu düzenle/Sil
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
rağmen, sisteme


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 04:44 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam