hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > MAKALELER(DİNİ ve SİYASİ) > Makaleler

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 10. November 2009, 09:45 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Terminolojiler dünyasında insan ve toplum

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

Araştırmacı yazar Naci CEPE Bey'in bir çalışmasını sizlerle paylaşmak istiyorum.


GÜNCEL GELİŞMELERE ANALİTİK BİR BAKIŞLA
TERMİNOLOJİLER DÜNYASINDA İNSAN VE TOPLUM

Geçmişimizi keşfetme,geleceğimizi fark etme,
zaaflarımızı ve zenginliklerimizi görme fırsatı-
tını yakalamamız için muhkem hakikatin ala-
nında hiç bitmeyecek yenilenmelerle tanışıp
tefekkür etmek gerek.

Bu gün postmodern dünyanın ürettiği teknolojik nimetler içinde yaşayan her insan sayısız imkanlar elde etmiş görünmesine rağmen, mutlu değildir.Krizlerin, savaşların,terörün, açlığın, işsizliğin hüküm sürdüğü, her türlü zülmün kol gezdiği böyle bir dünyada yaşayan insan, güvensizlik ve umutsuzluk korkusu içinde bulunmaktan dolayı mutlu değildir.Her çeşit ahlaksızlık batağının tam ortasında yüzen, değerlerine , inancına olan bağlılığını ve saygısını kaybedecek hale getirilen modern insan, mutlu değildir.
Nasıl mutlu olabilir ki bu insan.Birinci ve ikinci dünya savaşının acı kayıplarından sonra akla hayale sığmayacak komplo, tehdit şemsiyesi altında uzun yıllar soğuk savaş gözetiminde tutulmuş ve neredeyse yüz yıla varan bir psikolojik yıldırma operasyonun cenderesinde bir kıskaç altına alınabilmiştir. Sonraki yıllar ise tükenme bilmeyen, hala sürdürülen yerel ,bölgesel teröre dayalı işgaller de devam edegelmiştir. Dünyamız ; kolonyal süreçten geçtikten sonra iki büyük dünya paylaşım savaşlarını yaşamış , bu gün ise daha büyük rantlar elde edebilme hesapları uğruna post kolonyal işgallerin altında tutuluyor.Evet dünya değişiyor, değişim dağı taşı kuşatıyor ama değişimin aktörlerinin zihinlerinde daha fazlasını elde etme tahayülleri ve emperyalist ihtirasları hiç ama hiç değişmiyor. Şimdide yaşanan bütün olayların izahını şiddet ve terör üzerinden tanımlayıp yine hiç utanmadan aynı terör edebiyatı üzerinden olayların müsebibinin de islam olduğunu ilan edip göz göre göre yalan söyleniyor. Dünyanın güçlü oyuncuları , çıkarları sebebiyle ilgi duydukları rant coğrafyalara yönelik hesap ve politikalarını hiç kesintiye uğratmaksızın şiddet korkusunu yayarak kazanmaya devam etmektedirler.Ancak bütün bunlarla da tatmin olamayan emperyal oligarklar yine topyekün savaş stratejisinin gereği bir yandan toplumların moral değerlerini bozup daha fazla uyuşturup daha kolay teslim olmalarını da sağlamakta artık hiç zorlanmamaktadırlar..
Kuşkusuz ,bir insanı insan yapan edindiği imkanlar değil, değerleridir.Bu gün değerleri çalınan insanlık değersizliklerin içinde değerlerini arama ümidiyle birlikte kendisinin de nerede bulunduğunu endişe edip ince ince düşünmektedir. Böylesi kronik koşulların altında ,direnerek yaşam mücadelesi verdiğimiz bu dünyada bize çok tartışmalı bir hayat biçimini dayatan ve iliklerimize kadar hepimizi sömüren , postmodern hayat tarzının, değerlerimizi nasıl ve ne şekilde kirleterek yok etmeye çalıştığı da gün gibi aşikar artık. Burada değerlerimizin nasıl istismar edilerek yozlaştırıldığını örnekleriyle açıklayacak değiliz. Söz konusu durumu psikologlar, sosyologlar ve diğer sosyal bilimciler yeterince örnekler veren araştırmalar yapıyor ve ilgili yerlere de bu çalışmalarını ulaştırıyorlar zaten.Her ne kadar durum tesbitleri gerekliyse de esas çözüm ve çıkış yolları bulmak da bir o kadar daha gereklidir.Bu bağlamda bir taraftan toplumsal gelişmeler ilerleme kayd ederken diğer bir taraftan da sosyal bilimlerin toplumun gelişmesine katkı sağlayacak ve konuyu aydınlatacak parelel pratik çözüm önerileri sunması da gerekiyor aslında. Bu günün dünyasının asıl problemini öyle tek başına sadece bir ekonomik kriz ile izah edemeyiz.Aslında yaşadığımız hayat mücadelesinin nedenlerini araştırıp iyi sorgulayabilirsek ve olayların sonuçlarını doğru okuyabilirsek hiç şiddet kullanılmadan bütün dünya insanlığının yaşamını tehdit eden en büyük sessiz tehlikenin çağın vebası teşhisi konulmuş hastalığın bir diğer adının da ultura sekülerizm olduğu da görülerek kanıksanacaktır.Yukarıda da izah ettiğimiz gibi çok iyi bir araştırma sonunda toplumların bozulmasının temel nedeninin ; mezkur sekülerizm ve onun doğurduğu nedenlerin başında büyük değer krizleri olduğu bir kez daha iyi görülecektir.Modern zamanların başlangıcında insanı merkeze alıp “Dünyayı ben yarattım”
dedirterek dayatılan insan merkezli bir dünyanın (Yaşam felsefesi olarak)temelininin atıldığı tarihten bu yana üretilen krizin adıdır bu aslında. Değerlerini kaybetmiş bir insanın, toplum içinde ahlaki , vicdani duruşlar yapabilmesi söz konusu olabilir mi? Vicdanı kalmamış, hayatını sadece çağdaş putlardan(Para,güç,egemenlik,kamuoyu,ırkçılık,bası n,bilim) para putunun üzerine kurmuş bir insan, sabahtan akşama kadar bu puta her anını tapınarak geçirip deforme olmuş bu halinden bir insaf,vicdan, merhamet ve adalet beklenebilir mi? Bu gün dünyayı kasıp kavuran değer krizinin içinden çıkan en büyük belanın başında değerlerin hiç edildiği, ahlaksızlık gelmektedir.Ahlak’ın değersizliğin içinde barınması nasıl mümkün olabilir? Mümkün olamayacağına göre değersizlik ; dünya sistemini sarsacak istenmeyen olaylarda sahne almaya devam edecektir.Finans alanında patlayan merkez üssü ABD olan ekonomik kriz ,dünya ekonomilerini sarsarak artan şiddetiyle yayılarak sürmektedir.Krizin baronları ise aç gözlü istekleriyle paralarına nasıl daha çok para kazanırım hesabıyla başlattıkları ataklarını bu sefer uzun soluklu sürdüremediler. Beklemedikleri bir anda derinliği hala daha saptanamayan devasa ölçekli söz konusu kriz; sadece ekonomik olarak kalmayacak daha büyük toplumsal olaylara hatta savaşlara bile davetiye çıkarabilecek kapsamda olduğunun izlenimlerini şimdiden vermektedir.Küresel sermayenin gözü aç patronları galiba bu sefer çok büyük oynadılar.Belki beklenmedik bir şok yaşadılar.Ancak dünya insanlığına da ekonomik, sosyal, psikolojik travmaları yaşatacak acıları miras bırakarak. Hırslarıyla her türlü ahlaksızlığı değer dışılığı meşru saydırıp her şeyi göze alarak para üzerinden bir oyun oynadılar. Devasa bir kriz yükünün altında bırakılan dünya insanlığının geleceklerini çaldılar , yaşamlarını daha da zorlaştırdılar. Bütün dünya insanlığına altından kalkamayacakları ağır sıkıntılar bırakarak da çok büyük vebal altında kaldılar. Finans sektöründe patlayan ve bütün dünyayı sarsan büyük kriz,sırasıyla ekonominin diğer kollarına ve fukara, aç insanların hayatlarını silahsız katledip yok etmek için sıçrayan metastas bir virüs olabilmiştir. Dünya ölçeğinde ise bütün kıta ülkelerinin ekonomilerindeki mikro dengeleri ile birlikte makro dengeleri de alt üst etmiştir.Uzun süreceğe de benziyen bu krizin faturasının borçlu birinci müşterileri ise ne yazık ki dünya insanlık ailesi ve onların daha doğmamış çocukları olacağı şimdiden gözlenebilmektedir.
Yukarıda güncelliği olan devasa bir ekonomik krizin, insanlığı nasıl tehdit ettiği dolayımındaki düşüncelerimizi kısa bir özetle zikrettik.Bu krizlerin çıkış sebebinin altında krizleri çıkaran aktörlerin nasıl bir zihin patalojisi nasıl bir nevroz hali nasıl bir megolamanik histeri içinde hasta kimlikler olduğunu görebiliyoruz. Bu bir avuç mütref insanın dünyayı tek elden yönetmek için bir postmodern yaşam biçimini ne şekilde dayatıp, bütün isanlığı buhrana, kaosa nasıl ittiğini de biliyoruz. Olayları çok daha iyi okuyabiliyoruz artık.Sorunu tesbit etmede başarılıyız ama hep birlikte çözüm ve çare üretmede pek başarılı olduğumuz söylenemez.Teşhis var ama tedavi yeterli değil.Sorunlarımız ne kendiliğinden ne nemelazımla ne de bir sihirbaz maharetiyle çözülemez.
Devam edecek
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10. November 2009, 09:48 PM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

BİLİM / DÜŞÜNCE ENSTÜTÜLERİNE DUYULAN İHTİYAÇ
Pozitif bilimlerde ilerlemeler kayd edilirken öte yandan sosyal bilimlerde değişime yönelik tutarlı çözüm öneren gelişmelere ülkemizde pek raslanamamaktadır.Ertelenemez mevcut sorunlar birikmekte ve çözüm yolları bulunamamaktadır.Ünüversitelerimizde sosyal bilim alanında kurulmuş bir çok bölümler var. Buralarda teorik eğitim veriliyor ancak bu okullarımızdan mezun olan öğrencilerimiz maalesef öğrendiklerini pratize edebilecek sosyal kurumsal ortamların içinde bulunamıyor.Kaldı ki yaşamını sürdürebilmek için bir iş bulmada bile zorlanıyorlar.
Bu gün dünyanın bir çok ülkesinde tüzel ve özel kuruluşların içinde teknolojinin daha fazla gelişmesi için AR-GE nasıl varsa , sosyal alanı daha iyi idare edip yönetebilmek için ayrıca fikir üreten,projeler sunabilen düşünce kuruluşları var olmasına rağmen ne yazık ki bizde adı bile mevcut değil. Şu sıralar bazı vakıf ya da özel şirketlerin kuruluş aşamasına çalışmalar yapıldığını duymamız bu camianın mensubu olanları sevindirdiği gibi ülkemizin aydınlarını da bir nebze olsa da sevindirecektir.
Zihin göçlerimizi , dünyaya istemeden transfer ettiğimizi yıllardır şikayet ederek yazıyor ve konuşuyoruz. Fakat özellikle sosyal bilim insanlarımıza doğru dürüst bir çalışma ortamını hazırlayamadığımızdan bu insanları başka alanlara gitmesine neden olmamız da ayrı bir eksikliğimiz olmuştur.Ülkemizin kaynaklarını en iyi kullanabilmek üzere yeni fikirler üretecek ve yepyeni projelere imzasını atabilecek kuruluşlara ihtiyacımız elzem hale gelmiştir.Ülkemizin nüfusu arttıkça soyo-ekonomik gelişmeler de artmaktadır.Bu nedenlerle en yeni düşünceleri ve projeleri bulmalı ve dünyadaki gelişmeleri anlık izleyebilmeliyiz.Bir çok gelişmiş ülkede olduğu gibi düşünce kuruluşlarını ülkemizde de tüzel/ özel olarak teşvik etmeli geç kalmadan kurmaya yönelik çalışmaları hızlandırabilmeliyiz.Dünyadaki gelişmelere ayak uyduramayanlar yerinde saymaya mecbur olurlar.
Ülkemizde, siyasi kuruluşlar bu konularda ciddi bir kurumsal yapı oluşturamadılar. Oluşturamadıkları için günlük siyeset yapmaktadırlar. Gündemi kendileri belirleyemiyorlar. Pragmatik düzlemde siyaset yapıldığı için , siyasetin saat başı nasıl değiştiğini sade bir vatandaş dahi rahatlıkla görebiliyor.Hele medyada maniplasyonların sık sık nasıl yapıldığnıı gözlemek izleyiciler için sıradan bir iş artık.En bilgisiz izleyici bile manüplasyonların farkındadır. Bu nedenle kumandası ile tepkisini anında kanal değiştirerek veriyor.Dikkatlice bakılacak olunursa, ülkemizdeki gelişmeleri bir avuç azınlık medya grubu yönetmeye çalışıyor.Türkiyede özellikle son otuz- otuzbeş yıllık geçmişine araştırıcı bir gözlemle bakıldığında yazılı veya görsel medyanın siyasi süreçleri nasıl yönettiği rahatlıkla görülecektir.Bir siyasi anlayışı iktidara taşıma ya da iktidarda kalma süresini nasıl ayar yapıldığını ve söz konusu medyanın bunu nasıl başardığını entellektüel kamuoyu çok iyi bilmektedir.Bir çok ülke sorunularının çözümünü de sözüm ona aynı ekal medya tarafından nasıl manüple edilebildiğini her zaman görebilmekteyiz.Bu sebeble sosyal/ ekonomik/siyasi sorunlarımızı çözebilecek ve çözüm planları hazırlayabilecek çok ciddi düşünce oluşumlarına ivedi ihtiyaç kaçınılmaz bir gerçek.
ÖNCELİKLE ZİHİNSEL AMBARGOLARDAN ARINIP KURTULMALI
Eğitim ve öğretim kurumları içinde bir çok düşünce yolculuğu yapılabilir.Eğitilmiş insanlar, eğitim kurumlarından aldıklarıyla öğrenimlerini tamamlarlar.Böylelikle kendilerine ve toplumuna yönelik sorumlulukları da alırlar.Bilim dünyasının içine girenler kulvarlarında bir mücadelenin içinde bulunup mesafe kat etmeye çalışırlar.Alanlarında bilimsel düzlemde yol alabilmek için de ufuk açıcı kaynaklardan yararlanırlar.Yararlanılan bilgilerle zihinsel teati ya da düşünsel tartışmalar yapılır.Böylelikle araştırma yapılan alanda yeni kavramlar üretilmeye çalışılır.
Üretilen bu kavramlar bir terminolojinin kapsamı içine alınır. Her bir sosyal bilmin ürettiği kavram her terminolojiye has ayrı ayrı sözlüklerde toplanılır. Bütün bu verili çalışmalar ilgili sosyal bilimlere amacına ulaşmış katkılar sağlar.
Ancak salt bir terminolojinin dilini kullanmaya kalkarak bir toplumsal hayatın problemlerinin çözülebilmesi o kadar kolay bir iş olmasa gerek. Eğer ülkemizde bir düşünce enstütüsü ya da düşünce örgütleri (Think tank) kurulacak olursa fikir üretimi için elbette üretilmiş sözünü ettiğimiz bu kaynaklardan yararlanılacaktır.Fakat toplumu bir toplum mühendisi gibi masa başından dizayn etmeye kalkışıldığı takdirde işte o zaman bir sonuca varmaları da o kadar güç olacaktır.
Çünkü ülkemizde gerek bilim alanında gerekse yönetim alnında yer almış bilim adamı ve yöneticiler uzun yıllar batı kültürünün etkisinden çıkamamışlar ve kendi kültürüne ise bir o kadar yabancı kalabilmişlerdir.O sebeble gerek yönetim erki gerekse sosyal bilim insanlarımız eğer geçmişleriyle barışık , kendileryle barışık, aşkın hakikatle tanışık ve toplumsal, kültürel aidiyetlerine sımsıkı bağlılık gösterebildikleri takdirde işte o zaman yaşadıkları toplumun dilini rahatlıkla anlayabilecekler ve aynı dili konuşacaklardır.Toplumun dilini konuştukları takdirde ise toplumun bütün dinamiklerine yönelik bütün sahalarda nasıl bağrına basılan bir model insan olduklarını göreceklerdir.
Elbette ki sosysal bilim adamı, teknik öğretilerden ya da sosyal bilim ideologlarının görüşlerinden azami oranda yararlanmaları pekala mümkün. Ancak yaşadıkları topluma karşı sorumlulukları olan bilim insanlarımız, toplumun değerlerini , akidesini ve ahlaki şiarlarını dikkate alabilecek bir tutum içinde bulunamadıkları zaman; elitist bir toplum mühendisinden bir farkları da kalmayacaktır. Halkından uzak masa başından karar alan / veren yönetenlerden bir farkları da olmayacaktır.Halk; dilinden anlayacak kendisi gibi olabilecek öncü toplum önderlerine teveccüh eder ve destekler.
Terminolojilerin dünyasına dalıp, her sosyal bilim ideoloğunun söylem kalıplarıyla ve hipotezleriyle sosyal sorunlarımızı çözmeye kalkmak ise bir hezeyana dönüşebilir.
Gözlemlenebildiği gibi bilimperest bir algı ve anlama mantığı ile bir toplumsal soruna pratik çözüm sunamayacak bir yaklaşma biçimi de bir toplumsal nazariyede pek işe yaramıyor.
Bilimperest terminolojik kalıpların içine zihnen taşınmış bulunan bir sosyal bilim/teorisyen ise kendi kendini sömürge haline düşürmekten ya da kendi zihin yapısına uygun olmayan öğretileri yüklenmekle bu öğretileri kendi toplumunda uygulama sahasına sokması da pek mümkün görünmemektedir.Toplumun nezdinde öteki kültürün hipotezlerini çözüm için kullanmaya kalkıştığımızda hem kendi kendimizi bir inkarla hem de toplumsal zihniyetimizin kabul etmeyeceği ötekine kapalı bir zihinsel ambargo ile karşı karşıya kalabiliriz.
Toplumunun yaşam değerlerinden uzaklaşmış, kendine yabancılaşmış işbirlikçi entegrist entellektüel insanların imalatı ne yazık ki böyle yapılıyor.Tıpkı insan sevgisini ve kadının onurunu koruma adına bize zerk edilen pagan hümanizm ve feminizm ideolojileri gibi…Kimlik irademize temerküz eden söz konusu akımlarca bizim coğrafyamıza ait insanlarımızı bizden alarak bize yabancılaştıran zihin göçlerini yaptırdıkları gibi…
Bizi bize yabancılaştıran doktriner sistemlerin zihinlerimize indirgedikleri yabancı kültür ambargolarından kurtulabilmek için tarihimizle ve toplumumuzla öncelikle topluma yön vermeye çalışan seçkinci bilim dünyamız yüzleşmeli. Otantik özden ve özgünleşmekten uzaklaşan sosyal teorisyenlerimiz maalesef kendi yaşam coğrafyasını ; önce milletine sonra bütün dünyaya kendilerini imrendirtebilecek örneklemelerle dolu dolu katkıları ne yazık ki sağlayamadılar.Kendi toplumuyla yüzleşemedikleri için kendi toplumunu kuşatabilecek birlik ve beraberliği kuracak akıl biçimlerini bile üretemediler.
Batılı düşünme tarzını entellektüellerimize angaje eden benmerkezci düşüncenin miras bıraktığı aydınlanma kibri, toplumla buluşup kaynaşmayı ve toplumsal uzlaşmayı da engelliyor.Seçkinci zümre hala halkla aralarındaki mesafe duvarlarını yıkamıyor.Yönetici elitist azınlıklar halkımızı bu güne kadar kafalarına göre ve neredeyse patrimonyalist bir mantıkla yönettiler.Toplum, güvenden uzak korku iklimlerini yaşamakla baş başa kaldı.Özgüven duygularını kaybettiler.Yaşama dengeleri bozuldu.Sosyal manüplatif krizler ardışık vaziyet aldı.
Bütün bu yaşananlar pozitvist rasyonalizmin, hipotetik alanda okuyan insanımızı, kendileri gibi düşündürme mantığının kapsama alanında tutulmasıyla gerçekleşti. Terminolojik söylemler, göreceli fikirler ve tutarsız sofistike görüşlerin beyinlerimize yüklenmesi sonucunda oldu bunlar.


Naci CEPE
devam edecek
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10. November 2009, 09:49 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

AKADEMYAMIZDAKİ ZİHİNSEL SANCILAR
Bu gün ülkemizde ben müslümanım, diyebilen bir kısım sosyal bilimcinin ya da sosyal teorisyenlerin toplumsal sorunları gözlemleyip değerlendirmedeki temel çıkmazı;hala düşüncelerini ya terminolojinin kalıpları içinde fantastik , zihinsel bir kurgu ile entellektüel gösteriye dönüştürmesi ya da toplumuna ait zengin kültüründen uzaklaşıp batılı sosyal bilim ideologların görüşlerini baz alıp sosyal analizler yapabilmesidir.
Modern zamanların günümüze kadar taşınılmış sorunlara karşılık çözüm aramada, batının eskimiş alternatifleriyle ve aynı argümanları kullanarak genellemeci ve redüksüyonik (indirgemeci) bir akılla sorunlarımızın çözümünü tek nedene bağlayabilme yanlışlığının da sürdürülebilmesidir.
İnsan nedir? Nereden, nereye gitmektedir? Evrendeki yaşamanın anlamı nedir? Bir müminin ontolojik, epistomolojik ve fenomenolojik temel referansı ne olmalıdır? Sorularını kendi kendine sormak ve kendi aşkın kaynağından cevap alarak en yalın biçimde toplumuna duyurmak değil midir , ben müslümanım diyen bir kısım sosyal teorisyenlerimizin görevi?...
Peki, yapılan nedir? Aşkın kaynakla yüz yüze gelmekten uzaklaşan bir duruş biçimiyle sadece aşkınlık içeren bir konunun çözümünü bilge kişiler tarafından yorumlanmış ve metin haline dönüştürülmüş retoriksel sözlerin argüman olarak kullanıp sonra da mezkur görüşleri yayınlayarak bir şey yapıldığının zannına varılabilmesidir. Esas kaynaktan uzaklaşılması ve yüz yüze gelinememesi bir sorundur burada.Ne zaman Kur’an’ı kur’andan kur’anca anlama cesaretini göstereceğiz? Kur’an üzerinde yapılmış bunca emek mahsulü gayretin, Kur’an’ın anlamı anlaşılsın diye yalın hale getirilmiş çalışmalar orta yerde dururken.
Yoksa, akıl oyunlarını çoğaltarak bir terminolojinin bilmece (bilim adına) ve semantik problem dolu kutsallaştırılmış kavramlar üzerinden(Otantik özden uzak) söz üreterek bir kafa karışıklığına mı sebep olunacak?Bunlar hem lüzumsuz laf kalabalığından ibaret olan açılımlar hem de okurken insanı bizar edecek göz yorgunluğuna ve zaman kaybına uğratacaktır.Aşkın öğretinin içinde ilim yapılsın ve hikmetleri araştırılsın diye mecazi, teşbihi örneklemeler doluyken bunun üzerine bir de anlamları daha kapanç haline sokup bir yığın birbirine geçişken tasvirlerden ibaret olan eserler mi muteberleşmeli?Yoksa aslı daha yalın,özgün ve anlaşılır olan bir eser mi müteberleşmeli?Her sosyal bilimci ya da teorisyenimizin kendi dilini çok iyi kullanıp aşkın kaynağın yalın ve apaçık olan anlamlarını içselleştirerek insanımıza ve insanlığa verebileceği çok mesajları olacaktır.Önemli olan da bu zaten.
Dünyada bugün akademik üsluplarla yazılmış öyle terminolojik eserler var ki bunlar fikri bir açılım üzerinden bazı terminolojik ifadeleri kutsanılır kılınmış kavramlara dönüştürülmüş. İnsan aklı, neredeyse bu imal edilmiş kavramlara secde ettiriliyor. Batı kültüründe rasyonel akılcığın sosyal ve pozitif bilimlerde neler yaptırdığını aydınlanma yolculuğu süreci içinde mezkur konuya matuf örnekleri bulmak o kadar zor değil.
Yazımızda, her tür terminolojik çalışmalara karşı zıt bir tavır içinde değiliz, olamayız da. Ama terminolojiler üzerinden yeni bir akide, yeni bir inanış ve bir yaşam biçimi oluşturmak yanlış olur kanaatimizi burada vurguluyoruz.
İşte bu aşamaya ulaştırılan sözde bilimsel çalışmalar ,sözüm ona bilimsel araştırmacılık yapılan eserlere dönüşüyor. Ruhsuz, duygusuz, aşkınsız öğretiler ekseninde coğrafyamızdaki hayatın anlamını da buharlaştırarak…
Salt terminolojilerin içinde üretilen düşüncelerle hayatın temel soru/n/larına cevap aramak oldukça zor.
Kaynağı, aşkın öğretiye dayanmayan her bir sosyal terminolojinin insana ve insanlığa verecek bir şeyi yoktur.
Terminolojik söylemlere dayalı her bir toplumsala yönelik öneri, toplumun önünü açmayacak lüzumsuz söz barikatları oluşturur. Hayatı statik, donuk ve ruhsuz hale getiren heyecansız söz kalıpları bunlar.
Terminolojilerin dili, akademik üslubu zihinsel dağarcığımızı zenginleştirebilir. Akademik çalışmalar içinde bir bilim dalında bir bilim insanının başarılı olmasına katkılarda sağlayabileceğinden hiçbir kuşkumuz olamaz.
Terminolojik kalıpların dünyasında zihnen seyahat yapanlar nice akıl oyunlarının nasıllığını, neliğini de görebilirler. İnsan aklının bir düşünce üretim fabrikası gibi nelere kadir olduğunun resimlerini çekip aklın zihinsel manzaralarını da temaşa edebilirler.
Bazı insanlar salt bilimin her şeyin çözümünü gerçekleştirebileceğine inanır. Bazı insanlar da bilimsel bağlamda kendi kendini tatmin edecek kuramsallaştırılmış doğruları kendi mantık çerçevesinde kabul edebilir. Ama bazı insanlar ise salt aklı,negatif bir zihinsel yapıyla etkileyip aklın standart kullanımını güçleştirebilirler .Yani tek başına aklın , sadece diyalektizmin manyetik alanında bırakılması, aklın sonunu da hazırlayabilir. Aklın yanlız başına kullanılmasının sonunun ise onu tek başına bırakacak rasyonel bir akılcılığın müstakbel adresine ikame ettirilmesidir. İşte bu akıl; tek bırakılan ve aydınlanma yolculuğu evresinde kutsal yerine kullanılan paganlaştırılan bir akıldır. Bu akıl biçimi, aydınlanma yolculuğunun beraberinde seyahat ettiği bir akıldır. Bu akıl, aydınlanma yolculuğunun son araçsal düşünme biçimi seküler modernizmin de varlığını bu günde sürdürme görevini üstlenen bir akıldır.
Eskitilen bilgilerin tekrarını veya taklidini yapanlar gelecek vizyonu adına yeni bir akıl biçimi üretemezler.
Kendi yaşam biçimini, aşkınlığın merkezine alanlar bu merkezde bilginin, hikmetin ve iyiliğin rahmet havzasında bulunurlar.
Aşkınlığı, yaşamın merkezine al/a/mayanlar kendi zihinsel kolonyalizminin boyunduruğuna bağımlı hale gelir.
Kendimiz olmak ya da kendimiz kalabilmemiz için vahyi hakikatle yüzleşmemiz gerek. Vahyi hakikatle rafine olunmuş bir akıl, aşkınlığı merkeze alabilen bir duruş, aidiyetlerine sadakat gösterebilen bir mensubiyet anlayışını şiar edinemeyenler gerçek anlamda özgürlüğün trendini yakalayamazlar.
Topluma yön veren, yol bulan ve yol açacak, öncü sosyal teorisyenlerin ufuk arayış turlarını kendi kültüründe bir arayış performansıyla yapmalı. Toplum, her zaman yol refakatçılarını ve yol arkadaşlıklarını özlemle bekliyor.
Sosyal teorisyenlerimizin elinde aşkın kaynağın olması ne büyük bir zenginlik. Bu zenginliğin kıymetini fark edenler eğer iyi bir performans sergileyebilirlerse söylenecek çok şeylerin olduğu görülecektir.
Ey! Aşkınlığa iman edenler(Sosyal bilim ve teorisyenleri), dünya insanlığı sizden hikmetle bereketlenmiş çalışmalarınızla , çare olmada öncü rol alabilecek, yol gösterecek ihya edici şifalı fikirlerinizi sizlerden bekliyor.

NACİ CEPE-İZMİR- 20.07.2009
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
dünyasında, insan, terminolojiler, toplum


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 08:42 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam