hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Kur’an > Kuranın Özellikleri

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 4. December 2012, 02:21 AM   #1
sahin
Yeni Üye
 
sahin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2012
Bulunduğu yer: Germany
Mesajlar: 19
Tesekkür: 8
11 Mesajina 17 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
sahin has much to be proud ofsahin has much to be proud ofsahin has much to be proud ofsahin has much to be proud ofsahin has much to be proud ofsahin has much to be proud ofsahin has much to be proud ofsahin has much to be proud of
Standart Kurani allahdan baska Kim aciklaya bilir!!!

Allahin selami üzerinize olsun,

bazen burda ve baska sitelerde de görüyorum ki insanlar alabildigine Kuranin ayetlerini kendileri aciklamaya kalkisiyorlar, allah su ayetde sunu demek istedi dercesine sirke girisiyorlar kanatimce.

Aslinda allah buna taviz vermeden kiyame suresinde acik ca belirlemisdir

Rahim ve Rahmanin adi ile....


16. (Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.
17. Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.
18. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.
19. Sonra onu açıklamak da bize aittir.

Sadakallah!!

ve buna benzer daha nice ayetler var, yani allahin kitabini allahin kendisinden baska kim daha iyi aciklaya bilirki?

allahin rahmeti üzerinize olsun
__________________
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).

(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
sahin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 4. December 2012, 04:46 AM   #2
bartsimpson
Super Moderator
 
bartsimpson - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2012
Mesajlar: 963
Tesekkür: 481
200 Mesajina 303 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
bartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud of
Standart

Alıntı:
sahin Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Allahin selami üzerinize olsun,

bazen burda ve baska sitelerde de görüyorum ki insanlar alabildigine Kuranin ayetlerini kendileri aciklamaya kalkisiyorlar, allah su ayetde sunu demek istedi dercesine sirke girisiyorlar kanatimce.

Aslinda allah buna taviz vermeden kiyame suresinde acik ca belirlemisdir

Rahim ve Rahmanin adi ile....


16. (Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.
17. Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.
18. O halde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.
19. Sonra onu açıklamak da bize aittir.

Sadakallah!!

ve buna benzer daha nice ayetler var, yani allahin kitabini allahin kendisinden baska kim daha iyi aciklaya bilirki?

allahin rahmeti üzerinize olsun
E açıklıyor ya dostum...

Akıl etmez misin?... İbret almaz mısın?... (Oku) mazmısınız?

Bak (!) Bu yazıları, yazan da, okutanda sensin değil mi (????)

bartsimpson isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 4. December 2012, 07:02 AM   #3
pramid
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
pramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud of
Standart

HAKKI YILMAZ KIYAMET SURESİ 16-19 AYET AÇIKLAMALARI

16–19. Onu çabuklaştırman için dilini ona hareket ettirme! Kuşkusuz onun [yaptıklarının- yapmadıklarının] birleştirilmesi ve toplanması yalnızca Bizim üzerimizedir. O hâlde Biz onu [yaptıklarını- yapmadıklarını] topladığımız zaman sen onun toplanmasını izle! Sonra, onun [yaptıklarının- yapmadıklarının] beyanı [kanıtlarıyla ortaya konması] da sadece Bizim üzerimizedir.

Bu Âyet grubunun Sûrenin kendi söz akışı içinde değerlendirilmesi gerekirken, aşağıda verdiğimiz İbn-i Abbas rivayeti doğrultusunda değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler sonucunda, en azından parantez içine alınması gereken ilâvelerin maalesef Âyetlerin asıl metninde varmış gibi gösterildiği meal ve tefsirler ortaya çıkmıştır. Allah'ın mesajı üzerine rivayet tozlarının serpildiği bu meal ve tefsirlerde Âyetler anlamları yüz seksen derece döndürülerek aktarılmış ve böylece İslâm'ın yozlaştırılması yolunda işlenen büyük cinayetler için uygun ortam hazırlanmıştır.

İşin aslının daha iyi anlaşılması ve konunun önemi dolayısıyla, önce bu meşhur rivayeti herkesin ulaşabileceği bir kaynaktan aktarmakta yarar görüyoruz:

[852] . İbnu Abbâs [radıyallahu anhümâ], "Ey Muhammed! Cebrâîl sana Kur'ân okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme [sadece dinle]"(Kıyâmet 16) mealindeki Âyet hakkında şu açıklamayı yaptı: "Hz. Peygamber [aleyhissalâtu vesselâm] vahiy geldiği zaman büyük bir şiddet [ve ağırlık] hissederdi. Bunun tesiriyle dudaklarını kımıldatırdı. Bunun üzerine şu Âyet indi [meâlen] : "[ Ey Muhammed, Cebrâîl sana Kur'ân okurken acele edip onunla beraber söyleme [sadece dinle] . Onu toplamak ve okutmak bize aittir." (Kıyâmet 16)

İbnu Abbas devamla der ki: "ayette geçen onun toplanması tabirinden murad, "[yeni nâzil olan] Âyetin Hz. Peygamber [aleyhissalâtu vesselâm] 'in kalbinde toplanması, yerleşmesi, sonra da Hz. Peygamber [aleyhissalâtu vesselâm] tarafından okunmasıdır." "Biz vahyi okuduğumuz zaman, sen onun kıraatine uy" (18. Âyet) Âyetinde de, "Dînle ve sus, sonra onu sana biz okuturuz" denmektedir.

Bu vahiyden sonra, Cibril [aleyhisselam] vahiyle gelince, sadece dinlerdi. Cibril gidince yeni gelen vahyi, kendisine nasıl okunmuş ise, öylece okurdu." (Buharî, Tefsîr, Kıyâmet 1, 2; Bed'ü'l. Vahy 4; Fedailu'l. Kur'ân 28; Tevhid 43; Müslim, Salât 147, [448] ; Tirmizî, Tefsir, Kıyâmet, [3326] ; Nesâî, Salât 37, [2, 149, 159]) [31-6] (İbrahîm Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/364)
Şimdi de, bu rivayetin etkisiyle hazırlanmış ve daha sonra yüzlerce senedir din bilginlerince taklit edilmiş olan Râzi'nin Tefsir-i Kebir"ine ya da diğer adıyla Mefatihü'l-Gayb adlı eserinden bu pasajın açıklamasına bakalım:

EZBER GAYRETİYLE DİLİNİ KIMILDATMA:

(Kıyame: 16) Kur'ân'ı çabucak ezberlemek tasasına düşüp dilini kıpırdatıp durman gerekmez")

Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır:

BİRİNCİ MESELE: Rafizî'lerin eskilerinden bir grup kimse, Kur'ân'ın tağyir ve tebdil edilip ona bir takım ilaveler yapıldığını, eksiltmelerde bulunulduğunu iddia etmiş ve bu görüşlerine delil olarak da bu Âyet ile önceki Âyet arasında hiçbir münasebetin olmamasını zikretmişlerdir. Onların düşüncesine göre, şâyet bu tertip Allah katından olsaydı, durum böyle olmazdı.

ÖNCEKİ ÂYETLE MÜNASEBET:

Bilesin ki, buradaki münasebet muhtelif vecihlerde olabilir:

1 - Burada nehye dilen aceleciliğin, ancak, bu Âyetlerin nüzûlü sırasında kendisine arız olmuş olması, bu sebeple de pek yerinde olarak, acele etmeden tam bu sırada men edilmiş, böylece de ona "Kur'ân'ı çarçabuk ezberlemek tasasına düşüp dilini kıpırdatıp durman gerekmez" denilmiş olması muhtemeldir. Bu tıpkı şuna benzer: Hoca öğrencisine ders anlatırken, talebesi sağa sola döner. Bunun üzerine de hoca ona, tam bu dersin arasında, "Sağa sola dönme!" der, sonra da yeniden dersine döner. İşte anlatılan bu ders, onun ortasında söylenen bu söz ile beraber nakledilse, sebebini bilmeyen kimse, "Bu sözün bu dersin ortasında vaki olmuş olması uygunsuzdur" der. Ama hadiseyi bilen kimse, bu ifadenin, tertibinin yerinde ve uygun olduğunu bilir.

2 . Allah Teâlâ kâfirler hakkında, onların dünya saadetini sevdiklerini nakletmiştir. Ki bu da, ' Fakat insan, önündeki [o kıyâmeti] yalanlamak ister" Kıyâmet, Sûresinin 5. Âyetidir . Daha sonra da Cenâb -ı Hak, dini konular da dahil, acele etmenin mutlak anlamda kınanmış bir şey olduğunu belirtir ve "Onu acele [kavrayıp ezber] etmen için, dilini onunla depretme..." buyurur. Bundan sonraki Âyette de, "Yok yok, siz çarçabuk geçen [bu dünyayı] seversiniz..." der. Kıyâmet Sûresinin 20. Âyeti.

3 . Cenâb -ı Hak, ' Daha doğrusu insan [bizzat] kendisine karşı bir şahittir. Velev ki o, [bütün] mazeretlerini [meydana] atmış olsun Kıyâmet Sûresinin 14 - 15. Âyetinde buyurmuştur. İşte burada Hz. Peygamber (s.a), Cebrâîl (a.s) ile birlikte okurlarken, acele etmek istemişti. Hz. Peygamber, (s.a), unuturum endişesiyle bu şekilde hareket ediyordu. Böylece, kendisine, "Sen böyle bir mazeretle yola çıktın. Ne var ki sen, ezberleme ve hatırda tutmanın, ancak, Allah'ın tevfik ve inayeti, yardımı ile olacağını biliyorsun. O halde şimdi, bu aceleciliği bırak da Allah'ın hidayet ve tevfikine güven" denilmek istenmiştir ki, Cenâb -ı Hakk'ın, Onu toplamak, onu okutmak şüphesiz Bize aittir..." Kıyâmet Sûresinin 17. Âyetindeki ifadesinden kastedilen budur.

4 . Cenâb -ı Hak adeta, "Ey Muhammed, bu acele ediş gayen, onu, zihninde yerleştirmen ve ümmetine ulaştırmanda. Ne var ki, senin acele etmene gerek yok; çünkü insan, kendi aleyhine şahittir. Ve onlar, için için, kalpleriyle, içinde bulundukları küfür, putlara tapma, öldükten sonra dirilmeyi inkâr gibi şeylerin münker ve bâtıl şeyler olduğunu biliyorlar. Bu durumda, artık böylesi bir acele etmenin faydası yok demektir. İşte bu sebeple, pek yerinde olarak, Cenâb -ı Hak, dilini onunla depretme buyurmuştur.

5 . Allah Teâlâ, o kâfirin, "kaçış nereye!" dediğini nakletmiştir. Daha sonra da Cenâb -ı Hak, Hayır, hiçbir sığınak yok. Ogün herkesin [varıp] duracağı yer ancak Rabb'min huzurudur. Kıyâmet Sûresinin 11-12. Âyetinde buyurmuştur. O halde o kâfir, adeta, "Allah'tan başkasına kaçıyormuş da, bunun üzerine Hz. Muhammed (s. a.)'a, "Sen, Kur'ân'ı ezberleme uğruna, tekrar etmekten medet umuyorsun. Ama bu, senin Allah'tan başka bir şeyden yardım umman anlamına gelir. Binaenaleyh bu yolu bırak, bu hususta sadece Allah'tan medet um!" denilmiştir. Böylece de, adeta, "Muhakkak o kâfir de, Allah'ı bırakıp da başkasına kaçıyordu. Ama sen, bunun zıddını yap. Dolayısıyla, senin, Allah'tan başkasından kaçıp Allah'a sığınman ve maksadına ulaşabilmen için, bütün işlerinde, Allah'tan yardım umman gerekir" denilmek istenmiştir. Çünkü Cenâb -ı Hak, "Onu toplamak, onu okutmak şüphesiz Bize ait. .." Kıyâmet Sûresinin 17. Âyetinde buyurmuştur. Cenâb -ı Hak bir başka Sûresinde de, "Sana onun vahyi tamamlanmazdan evvel Kur'ân'ı [okumada] acele etme, "Rabbim, benim ilmimi artır "de" Tâ-hâ Sûresinin 114. Âyetinde buyurmuştur ki, bu da, "Kur'ân Âyetlerini ezberleme hususunda, tekrar etmekten değil, Allah'tan yardım um!" demektir.

6 . Kaffâl'ın yaptığı açıklama da şöyledir: Cenâb -ı Hakk'ın, "Dilini onunla depretme hitabı, Hz. Peygamber (s. a)'a yapılmış bir hitap değildir. Tam aksine bu, O gün insana, önden yolladığı şeylerle geri bıraktığı haber verilecek." Kıyâmet Sûresinin 12. Âyetindeki ifadesindeki "insan"a yöneltilmiş bir hitaptır. Dolayısıyla bu, o insana, fiillerinin kötü olduğunu haber verdiğinde söylenmiş bir sözdür. Zira ona [amel defteri], kitabı gösterilerek, kendisine, "Oku kitabını... Hesap sorucu olarak, bu gün, nefsin sana yeter denilecek İsrâ Sûresinin 14. Âyeti. O da okumaya başladığında, dili, korkunun dehşetinden ve hızlı okumasından dolayı kekeleyecek de, bunun üzerine ona, Onunla acele etmek için, dilini depretme, kımıldatma! "Çünkü ya vaadi yahut da hikmeti muktezasınca, senin amellerini, senin aleyhine olarak bir araya getirmek ve onları sana okumak Bize ait bir iştir. Öyleyse, Biz onları sana okuduğumuzda, bütün bu işleri senin yaptığını kabul etmek suretiyle, o okunana uy... Sonra biz, onun durumunu ve cezasının derecelerini açıklarız..." denilecek. Yaptığımız bu tefsire göre, netice. i kelam şudur: Bu ifade ile o kâfire, bütün amellerinin tafsilatlı bir biçimde okunacağı kastedilmiştir. Ki bunda, o kimse için, dünyada alabildiğine bir tehdit, âhirette de alabildiğine bir dehşet salma amacı yatmaktadır. Kaffâl sözüne devamla şöyle der: "Bu, her ne kadar hakkında eser [hadis] bulunmayan bir izah ise de, aklen kendisine karşı çıkılamayacak derecede güzeldir."

NEBİLERİN İSMETİ:
Peygamberlerin de günah işleyebileceğini ileri sürenler, bu Âyeti delil getirerek şöyle demişlerdir: "Bu acele etme işi, eğer Allah Teâlâ'nın izniyle ise niçin bunu ona yasaklıyor? Yok, eğer Allah'ın müsaadesiyle değil ise, bu da peygamberden günah sadır olduğunu gösterir."

Buna şöyle cevap verilir: Belki de bu acele etme işine, yasak gelinceye değin müsaade edilmiştir. Bir şeye bir müddet için izin verilip sonra o şeyin bir başka vakitte yasaklanması akıldan uzak görülecek bir durum değildir. İşte bu sebepten ötürü, neshin olabileceğini söylüyoruz.

ÜÇÜNCÜ MESELE: Said b. Cübeyr, İbn Abbas (r.a)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İndirilen Âyetleri ezberleme işi Hz. Peygamber (s. a)'a zor geliyordu. Dolayısıyla kendisine vahiy geldiğinde, "Ezberleyemem" endişesiyle, daha Cebrâîl (a.s) vahyi [okumayı] bitirmeden, o, dilini ve dudaklarını harekete geçiriyordu. Bundan dolayı Hak Teâlâ, 'Vahiy, indirilen Âyet ve Kur'ân için, dilini harekete geçirme' Âyetini indirdi." Böyle bir takdir yapmak [mana vermek], her ne kadar daha önce bahsi geçmemiş olsa da, hâlî karineden [halden] dolayı caizdir. Bu tıpkı, "Biz onu kadir gecesinde indirdik "Kadr, Sûresinin 1. Âyetindeki "onu" zamirini, daha önce [Sûrede] bahsi geçmediği halde, Kur'ân'a raci kılmak gibidir. Bu Âyetin bir benzeri de, "Sana vahyi tamamlanmazdan önce Kur'ân'ı okumada acele etme "Taha Sûresinin 114. Âyeti. Âyetteki li-ta ifadesi, "Onu almada acele etmek için" manasınadır.

VAHYİ KORUMAK, ALLAH'IN TEMİNATIDIR."

"Onu toplamak ve onu okutmak şüphesiz Bize düşen bir iştir" Kıyâmet Sûresinin 17. Âyeti

Bu Âyetle ilgili şöyle birkaç mesele vardır:

BİRİNCİ MESELE: Âyetin başındaki alâ vücûb [mecburiyet] ifade eder. Dolayısıyla inne aleynâ ifadesi, bu işin Allah'a adeta vacip olduğuna delalet eder. Fakat biz Ehlisünnete göre, bu vücup Cenâb -ı Hakk'ın bunu vaat etmesinden dolayıdır. Mutezile'ye göre ise, "Peygamber göndermenin maksadı, ancak yapılan vahiy unutulmaktan beri ve korunmuş olduğu zaman tam olur. Binaenaleyh bu vücup Cenâb-ı Hakk'ın hikmetinden dolayıdır."

İKİNCİ MESELE: Bu Âyetin manası, "Onu senin kalbinde ve zihninde toplayıp muhafaza etmek Bize aittir" şeklindedir.

Onu okutmak ifadesiyle ilgili olarak da şu iki izah yapılabilir:

a. Buradaki Kur'ân ile." okumak" manası kastedilmiştir. Buna göre şu iki ihtimal söz konusudur:

1. Bununla, Cebrâîl (a.s)'ın Kur'ân'ı Hz. Peygamber (a.s)'a, o onu ezberleyinceye kadar tekrar tekrar okuması manası kastedilmiştir.

2. Bununla, "Ey Muhammed, sen, unutmaz hale gelinceye değin, Biz sana okutacağız" manası kastedilmiştir ki, bu da, Sana okutacağız, böylece sen unutmayacaksın A'lâ Sûresinin 6. Âyetinde anlatılan husustur. Binaenaleyh birinci izaha göre, okuyan Cebrâîl (a. s), ikincisine göre ise Hz. Muhammed (s. a)'dır.

Burada Kur'ân kelimesi ile cem ve te'lif [toplama ve bir araya getirme] manası kastedilmiş olup, bu, Arapların "Hasta develeri asla bir araya toplamadım" şeklindeki deyimleri türündendir. Yine mesela Arapçada, "Amr b. Kulsum'un kızı, [rahminde] bir çocuk toplayamadı [yani hamile kalamadı]"denilir. Biz bu konuyu href="http://www.istekuran.com/index.php?page=bakara#s87a228">Bakara Sûresinin 228. Âyetini tefsir ederken izah ettik. Buna göre eğer, "Mananın böyle olması halinde, bu Âyetteki cem ve Kur'ân kelimeleri aynı manaya olmuş olur. Dolayısıyla da bir [lüzumsuz] tekrar ortaya çıkar" denilirse, biz deriz ki: Buradaki "cem" [toplama] ile, o vahyin hem Hz. Peygamber (s. a. s)'in zihninde [göğsünde], hem de hariçte toplanması; "Kur'ân" kelimesi ile de onun Hz. Peygamber [s.a] 'ın zihninde ve hıfzında toplanması kastedilmiştir. Bu manaya göre, Âyette bir tekrar olmuş olmaz.

CEBRAİL'İN OKUMASINI DİNLE:

(Kıyâmet Sûresinin 16. Âyeti) Öyleyse Biz onu okuduğunuz vakit, sen onun Kur'ân'ına [okunuşuna] uy.

Bu Âyetle ilgili şöyle iki mesele var:

BİRİCİ MESELE: Allah Teâlâ, Cebrâîl (a.s)'ın okumasını, Kendi okuması gibi saymıştır ki, bu, Cebrâîl (a.s)'ın şeref ve kıymetinin çok büyük olduğuna delalet eder. Bunun bir benzeri, Hz. Muhammed (s.a) hakkındaki, Kim o peygambere itaat ederse, şüphesiz Allah'a itaat etmiş olur" (Nisa Sûresinin 80. Âyeti .

İKİNCİ MESELE : İbn Abbas (r.a), "Bunun manası, 'Cebrail (a.s) onu okuduğunda, sen, onun okumasını takip et' şeklindedir" demiştir. Bu hususta şu iki izah yapılabilir:

a. Katâde, "Kur'ân'ın helal ve haramına uy" manasını verirken,

b. Buna, "Onun kıraatine uy" manası da verilmiştir ki, bu, "Senin, Cebrâîl ile birlikte aynı anda okuman uygun düşmez. Cebrâîl okumayı bitirene kadar susmalı ve o sustuğunda okumaya başlamalısın" demektir. Bu izah, birincisinden daha uygundur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a)'a okumaması, Cebrâîl (a.s)'ı dinlemesi, Cebrâîl (a.s) bitirince okuması emredilmiştir. Burası, Kur'ân'ın helâline. haramına uyulmasının emredildiği bir yer [siyak] değildir. İbn Abbas (r.a) "Bundan sonra, Cebrâîl (a.s), Hz. Peygamber (s.a)'a vahiy getirince, Hz. Peygamber (s.a) başını önüne eğer ve vahyi dinlerdi. O gidince de [gelen] Âyetleri okumaya başlardı" demiştir.

KURAN'I AÇIKLAMA DA ALLAH'A AİT:

Sonra onu açıklamak da Bize aittir. (Kıyâmet Sûresinin 19. Âyeti.)

Bu Âyetle ilgili şöyle iki mesele var:

BİRİNCİ MESELE: Bu Âyet, Hz. Peygamber (s.a)'ın Cebrâîl (a.s) ile birlikte okuduğuna, ilme olan düşkünlüğünden ötürü, tam o okuduğu sırada, okunan [gelen] Âyetlerin müşküllerini ve manalarını Cebrâîl (a.s)'a sorduğuna delalet eder. İşte bundan dolayı, Hz. Peygamber (s.a.)'a, her iki husus da yasaklanmıştır: Cebrâîl (a.s) ile birlikte okuması, Öyleyse Biz onu okuduğumuz vakit, sen onun okunuşuna uy Kıyâmet Sûresinin 18 Âyetiyle ; bu esnada Âyetlerin izahını sorması da, Sonra onu açıklamak da Bize aittir Âyetiyle yasaklanmıştır.

TE'HİR-İ BEYAN:
Gerekli açıklamanın, hitap [söyleme] vaktinden bir müddet sonra da yapılabileceğini söyleyenler, bu Âyeti delil getirmişlerdir. Ebû'l. Huseyn buna şu iki şekilde cevap vermiştir:

1. ayeti n zahiri, açıklamanın hitap vaktinden sonraya bırakılmasının zorunlu vacip olmasını gerektirir. Hâlbuki siz [Ehlisünnet] bunun vacip olduğu görüşünde değilsiniz.

2. Bize [Mutezile'ye] göre, Âyetin lafzından kastedilen mananın bu olmadığını ihsas ettirmek için lafza, zahirinin gerektirdiği şeyin [hususların] eklenmesi gerekir. Fakat tafsilatlı izahın, sonraya bırakılması mümkündür. Binaenaleyh Âyetteki bu beyan [açıklama], sonraya bırakılan ayrıntılı izahtır. Kaffal bu hususta şöyle bir üçüncü izahta bulunmuştur: "Hak Teâlâ'nın Sonra onu açıklamak da Bize aittir Âyeti, "Sonra Biz sana, onun açıklanması işinin Bize ait olduğunu haber veririz" manasınadır. Bunun bir benzeri de, "Köle azat etmek [...] sonra da iman edenlerden... olmak href="http://www.istekuran.com/index.php?page=beled#s35a17">Beled Sûresinin 17. Âyeti'dir.

Birincisine şöyle cevap verebiliriz: Âyetin lafzı, beyanın [açıklamanın] ertelenmesinin vücubunu [zorunlu olduğunu] değil, aksine beyanın vücubunun te'hirini [sonraya bırakılmasını] gerektirir. Bizim görüşümüz zaten böyledir. Çünkü beyanın vücubiyyeti, ancak ihtiyaç duyulduğunda söz konusu olur.

İkincisine de şöyle cevap veririz: Bu Âyetin başına sümme [sonra] edatı, mutlak açıklama hususunda gelmiştir. Dolayısıyla mutlak açıklama, hem kısa, hem tafsilatlı beyanı [açıklamayı] içine alan bir ifadedir. Kaffâl'ın izahı da, Âyetin zahirini bir delil olmadan terk olduğu için, zayıftır.

ALLAH'A VACİP OLMANIN İZAHI:
Hak Teâlâ'nın, Sonra onu açıklamak da Bize aittir ifadesi, kısa [öz] açıklama işinin Allah Teâlâ'ya vacib olduğuna delalet eder. Fakat biz Ehlisünnete göre bu, vaadi ve lütfu gereği; Mu'tezile'ye göre ise hikmeti gereği O'na vaciptir. [31-7] Râzi'nin Tefsir-i Kebir"ine ya da diğer adıyla Mefatihü'l-Gayb
Yukarıdaki uzun alıntının da gösterdiği gibi, konumuz olan Âyetlerin gerçek manaları İbn-i Abbas rivayetine kurban edilince, ortaya vahim bir manzara çıkmaktadır. Şöyle ki:

1. Kur'ân hakkında şüpheler ortaya çıkmıştır. Bunun en belirgin örneği, yukarıda Râzi'den aktarılanlar arasında yer almaktadır:

Rafizîlerin eskilerinden bir grup kimse, Kur'ân'ın tağyir ve tebdil edilip ona bir takım ilaveler yapıldığını, eksiltmelerde bulunulduğunu iddia etmiş ve bu görüşlerine delil olarak da bu Âyet ile önceki Âyet arasında hiçbir münasebetin olmamasını zikretmişlerdir. Onların düşüncesine göre, şayet bu tertip Allah katından olsaydı, durum böyle olmazdı.

2. Vahyin şiddetinden dolayı peygamberimizde tik oluştuğu ileri sürülmüştür. Oryantalistler, bu rivayeti kaynak göstermek suretiyle peygamberimizin sara hastası olduğunu ileri sürmüşler ve bazı çevrelerde bu kanaatin yerleşmesine muvaffak olmuşlardır.

3. Peygamberimizin kendisine gelen mesajları anlayamadığı ve bunları Cebrâîl'e sorup öğrendiği iddia edilmiştir. Bu iddia, arkasından "Öyleyse Allah Resulü'ne yalnızca Kur'ân kelimelerini vahy etmekle kalmamış, aynı zamanda ona o kelimelerin manalarını da tam olarak anlatmıştır" inancını getirmiş, bu inancın sonucunda da Kur'ân'ı peygamberden başka kimsenin anlamadığı, anlayamadığı, dolayısıyla da sonraki dönemlerde kimsenin anlayamayacağı görüşü ortaya çıkmıştır. Daha sonraları ise herkesçe bilindiği gibi, İslâm düşmanları, peygamber ağzından olduğunu söyleyerek Kur'ân'ın anlamı üzerine bir sürü rivayetler uydurmuşlardır. İsrailiyattan da yardım alarak yaptıkları bu bombardıman sonucunda İslâm'ın yozlaştırılmasında önemli başarılar elde etmişlerdir.

4. Peygamberimize indirilen vahyin sadece Kur'ân'da yazılı olandan ibaret olmadığını söyleyen İslâm düşmanları, pek çok kimseyi Kur'ân haricinde ve Kur'ân'da yer almayan daha birçok bilginin peygamberimize verildiğine ve Kur'ân'daki kelime, emir ve yol göstermelerin herkesin anlamadığı manalarının peygamberimize ayrıca öğretildiğine inandırmışlardır. Cahil ya da alabildiğine kötü niyetli bu tür şahıslar, bâtıl iddialarını anlamları bu tür rivayetlerle çarpıtılmış Kur'ân Âyetlerini göstererek kanıtlamaya çalışmışlardır:

Eğer bunların hepsi Kur'ân'da yazılı olmuş olsaydı o zaman 'Bunların anlamlarını biz sana açıklayacağız' ya da 'Onun açıklanması bize düşer' gibi bir söze gerek duyulmazdı. Eğer Rasulüllah'ın bilgilenmesi böyle olmasaydı, tüm açıklamalar Kur'ân'da olurdu. O halde, Kur'ân'ın Allah tarafından yapılan açıklama ve izahı her halükârda Kur'ân kelimelerinden ayrıdır.

Bu izah tarzı, bir yanlışı diğer bir yanlışa dayanarak makul gösterme girişiminden başka bir şey değildir. Kur'ân Âyetleri, doğruluğu kuşku uyandıran rivayetlerle yorumlanarak yanlış bir algıyı kanıtlamada kullanılamaz.

5. İslâm düşmanları tasallutlarını iddia düzeyinde bırakmamışlardır:

Kim ki Kur'ân'a inanmasına rağmen Kur'ân'ın doğru, dayanaklı ve resmi açıklamasının ancak Allah Rasulü'nün kendi sözleri ve amelleriyle olduğu, çünkü bunların onun şahsî açıklamalarının olmadığı, bilakis bu açıklamaların Kur'ân'ı indiren Allah'ın kendi açıklamaları olduğu gerçeğini bir kenara bırakarak Kur'ân'ın Âyet ve kelimelerine kendi isteğine göre bir mana vermeye cüret ederse, bu kimsenin iman sahibi olduğunu söylemek zordur

Böyle demek suretiyle, Kur'ân'ı Allah'ın bahşettiği özgür iradesi ve aklıyla anlamaya çalışan kimseleri peşinen karalamış ve insanları Kur'ân'dan uzaklaştırarak meydanı kendilerine bıraktırmışlardır.

6. İslâm düşmanları bu kadarla da yetinmemişlerdir:

"Allah, Kur'ân'ın Âyetlerini ve kelimelerini kendi elçisine öğretmiş, o da kendi sözleri ve eylemleri ile bu talimleri ümmete aktarmıştır. Elimizde Kur'ân'ı öğrenmek için başka bir şey yoktur. Hadis'ten maksat, Allah Rasulü'nün kavlî ve fiilî [uygulama] rivayetlerinin öncekiler tarafından isnat ile sonra gelenlere aktarılmasıdır. Sünnet ise, Allah Rasulü'nün sözleri, tebliğ etmiş olduğu ya da eylem olarak birey ve toplum bazında uyguladığı, takip ettiği yoldur. Bunun tafsilatı da nesilden nesile güvenilir rivayetler ile gelmektedir. Sonra gelenler, önce gelenlerden uygulamayı görmüşlerdir. Bu şekilde gelen bir ilmi reddeden kimse, maazallah, Allah'ın "Onun açıklaması bize aittir "sözünü reddetmiş, yani Rasul'ün açıklama sorumluluğunu yerine getirmekte başarılı olmadığını zannetmiş olur. Bu sorumluluk sadece Rasul'ün şahsı ile ilgili değildi. Bunun maksadı, Resul vasıtasıyla Allah'ın Kitabı'nı ümmete anlatmak idi. Öyleyse hadis ve sünneti teşri kaynaklarından saymamak demek, Allah'ın bu yükümlülüğü yerine getiremediğini ileri sürmek demektir"

Bu iddialarına dürüst, samimî ama cahil Müslümanları da inandırmayı başarmışlar ve onları da kendi bâtıl görüşlerine ortak etmişlerdir.

Bütün bu açıklamalardan sonra tekrar ilgili Âyetlerin tahliline dönelim:

16–19. Âyetlerin yer aldığı bu bölümde, 12. Âyette olduğu gibi, anlatım üçüncü şahıstan ikinci şâhısa döndürülerek "iltifat" sanatı yapılmıştır. (İltifat sanatı ile ilgili detay, 1. cildin Fatiha Sûresiyle ilgili bölümünde verilmiştir.) 16. 19. Âyetlerde hitap edilenler, "insan" olarak zikredilen ve kıyâmeti yalanlayan inançsız kimselerdir. Bu Âyetlerde, ölüm anında dünyada iken yaptıkları ve yapmadıkları ile yüz yüze bırakılan inançsız insanların, vicdan azabına tahammül edemeyip "Bir an evvel ne olacaksa olsun" şeklinde ortaya çıkan özellikleri konu edilmiştir. Çok kınayan nefs 'e kanıt olarak gösterilen bu özellik, başka Âyetlerde de dile getirilmiştir:

(Zâriyât; 14) Tadın fitnenizi! İşte bu, sizin kendisini acele istediğiniz şeydir!

(Enbiya; 37) İnsan aceleden yaratılmıştır. Size yakında alâmetlerimi göstereceğim. Şimdi siz bunu Benden acele istemeyin.

(Nahl; 1) Allah'ın emri geldi. [kesinlikle gelecek] Sakın onu acele edip istemeyiniz. [Allah ] müşriklerin koştukları ortaklardan münezzeh ve yücedir.

(Yûnus; 50-51) De ki: "O'nun azabı size geceleyin uykuda veya güpegündüz gelecek olsa, ne dersiniz? Suçlular bunlardan hangisini acele isterler? Bu azap meydana geldikten sonra mı iman edeceksiniz, yoksa şimdi mi? Hâlbuki onun çarçabuk gelmesini istiyordunuz.

(Şûrâ; 18) O'na inanmayanlar onun [kıyametin] çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkuyla titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, saat [kıyamet] hakkında tartışanlar kesinlikle uzak [geri dönüşü olmayan] bir sapıklık içindedirler.

(Sâffât; 176) Ya şimdi onlar, bizim azabımızı çabuk gelsin mi istiyorlar?

(Ankebût; 53-54) Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer önceden tayin edilmiş bir vade olmasaydı, azap elbette onlara gelmişti. Ve onlar bilincine varmadan ansızın mutlaka gelecektir. Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Hâlbuki cehennem, o kâfirleri kesinlikle kuşatıcıdır.

(Yûnus; 11) Eğer Allah, insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de alelacele verseydi, onlara hemen ecellerini tamamlayıverirdi. Fakat bize kavuşmayı ummayanları azgınlıkları içinde bocalamaya terk ederiz.

(Sâd; 16) Ve dediler ki: "Rabbimiz! Hesap gününden önce bizim azaptan payımızı acele ver!"

(Ahkâf; 35) Azim sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret! Onlar için aceleci olma. Sanki onlar kendilerine vaat edilen şeyi gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kalmış gibidirler. [Bu] bir tebliğdir. Hiç fâsıklar topluluğundan başkası helâk edilir mi?

(En'âm; 57-58) De ki: "Ben Rabbimden apaçık bir delil üzerindeyim. Siz ise onu yalanladınız. O çabuk gelmesini istediğiniz şey benim yanımda değildir, hüküm ancak Allah'a aittir, gerçeği O anlatır ve O, ayırt edenlerin en hayırlısıdır." De ki: "Sizin çabuk gelmesini istediğiniz şey benim yanımda olsaydı, benimle sizin aranızdaki iş bitirilmişti. Ve Allah, zulmedenleri en iyi bilendir."

(Hacc; 47) Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah sözünden asla caymayacaktır. Bununla beraber Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir.

Yukarıdaki Âyetlerde de görüldüğü üzere; inançsızlar beklemeye tahammül edememekte, beklemeyi katlanılması ağır bir yük olarak görmektedirler.

KUR'AN SÖZCÜKLERİNİN ANLAMI:
17.-18. Âyetlerde geçen قرآن - Kur'ân sözcüklerinin kitabımız "Kur'ân" ile bir alâkası yoktur. Burada sözcüklerin lâfzı değil, manaları kastedilmiştir. Alak Sûresinin tahlilinde اقرأ - ikra emrinin ne anlama geldiği açıklanırken de belirtildiği gibi, Kur'ân sözcüğü "dağınık şeyleri toplamak" anlamına gelmektedir. Bu Âyetlerdeki "toplanan şeyler", insanın kendi hayatında yapmış ve yapmamış olduğu şeylerdir.

CEM'İN KUR'AN'DAN ÖNCE GELİŞİ:
17. Âyette, cem'ahu anlamındaki جمعه - cem'ahu = onun birleştirilmesi sözcüğünün قرأنه - gur'ânehu = onun toplaanması sözcüğünden önce yer alması, Arapçadaki ses uyumu [seci'] gereğidir. Yoksa birleştirme işleminin toplama işleminden önce yapılacağı anlamına gelmez.

BEYAN SÖZCÜĞÜ:
19. Âyette geçen بيان - beyân sözcüğü bir şeyin delilleriyle ortaya konması, ilân edilmesi demektir. Ancak sözcük "kapalı bir şeyin açıklanması" olarak anlaşılmamalıdır.

Bu Âyetteki بيانه - beyânehü ifadesi, genellikle Kur'ân'ın açıklanması anlamını verecek şekilde çevrilmiş ve insanlar maalesef yanıltılmıştır. Bu Âyetlerdeki zamirler, 13. Âyette geçen ماقدّم و اخّر - mâ gaddeme ve ahhara ifadesindeki ما - mâ edatına racidir. [dönüktür] 13. Âyetteki mâ = şey edatı da, "inançsız insanların yaptıkları ve yapmadıkları için" kullanılmış olup, zaten Âyetler de "o inançsız insanın yaptıkları ve yapmadıklarının kanıtlarıyla açıklanması [ilân edilmesi] Bizim üzerimizedir" anlamındadır.

19. Âyetin başındaki ثمّ – sümme = sonra sözcüğünden, inançsız insanın yaptıklarının ve yapmadıklarının sonra, yani âhirette herkese gösterileceği ve böylece inançsızların bir taraftan hesap verirken diğer taraftan da rüsva edileceği anlaşılmaktadır. Nitekim Kur'ân'da bu anlamı doğrulayan aşağıdaki gibi birçok Âyet mevcuttur:

(Neml; 82) Ve Söz üzerlerine vaki olduğu [gerçekleştiği] zaman onlar için, insanların Âyetlerimize gerektiği gibi inanmadıklarını onlara konuşan, arzdan bir dabbe çıkardık.

ÖNEMLİ BİR UYARI:
Bu Sûreyi esas mesajının ekseninden çıkaran ve Râzi'nin de beyan ettiği gibi Kur'ân'ı tartışılır hale getirenler, yukarıda alıntılanan rivayetler ve bu rivayetlere göre Kur'ân'ın anlamını saptıran yorumculardır. Çünkü yukarıdaki pasaj bugüne kadar tamamen İbn-i Abbas rivayetine uygun olarak rivayetlerdeki anlamların parantez içi ilaveler şeklinde Âyetlere sokuşturulması suretiyle değerlendirilmiştir. Biz ise bu yaklaşıma karşı çıkıyor, Âyetleri kendi konumunda [Sûrenin söz akışına uygun olarak] ek ve eksiltme yapmadan, parantezleri Âyet bünyesine ilâve yapmak için değil, sadece Âyetteki sözcüklerin ne anlama geldiğini daha iyi ortaya koymak için kullanmış bulunuyoruz.

Yukarıdaki pasajı İbn-i Abbas rivayeti doğrultusunda yorumlayanların yaptıkları yorumlarda çok önemli olan üç husus dikkatlerden kaçırılmamalıdır:

1.Yorumların dayandırıldığı rivayet, İbn-i Abbas'ın kendi tanıklığı olarak anlatılmaktadır. [Bu hususu iyi hatırlayamayanların rivayeti tekrar okumalarını öneriyoruz.] Ancak biz bu konuda diyoruz ki; İbn-i Abbas böyle bir açıklamada bulunamaz. Zira bu Sûre indiğinde İbn-i Abbas henüz doğmamıştır. İbn-i Abbas'ın biyografisi incelendiğinde, onun hicretten 2.3 sene önce dünyaya geldiği görülür. Oysa bilinmektedir ki, bu Âyetlerin inişi hicretten yaklaşık 6.7 sene öncedir. Bu durumda İbn-i Abbas'ın böyle bir olaya tanıklığı mümkün değildir.
2.Âyette "lisanını [dilini] hareket ettirme" denmesine rağmen, İbn-i Abbas rivayetini uyduranlar bu ifadeyi "dudağını hareket ettirme" şekline sokmakSûretiyle aslında yaptıkları sahteciliğe ipucu bırakmışlardır.
3.Kur'ân'da Biz ifadesi kullanılan bütün Âyetlerdeki eylemleri Rabbimiz bizzat kendisine izafe etmiş olmasına rağmen, uydurmacılar bu Âyetteki failin "Cebrâîl" olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Üzücü olan, bugüne kadar hiçbir Müslüman'ın bu Âyet üzerine zihnini yormaması ve bu duruma karşı çıkmamış olmasıdır.
pramid isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
pramid Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (4. December 2012)
Alt 20. December 2012, 02:42 AM   #4
sahin
Yeni Üye
 
sahin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2012
Bulunduğu yer: Germany
Mesajlar: 19
Tesekkür: 8
11 Mesajina 17 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
sahin has much to be proud ofsahin has much to be proud ofsahin has much to be proud ofsahin has much to be proud ofsahin has much to be proud ofsahin has much to be proud ofsahin has much to be proud ofsahin has much to be proud of
Standart

allahin selami üzerinize olsun

YouTube Video
ERROR: If you can see this, then YouTube is down or you don't have Flash installed.

allahin rahmeti üzerinize olsun
__________________
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).

(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
sahin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sahin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (20. December 2012)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
aciklaya, allahdan, baska, bilir, kim, kurani


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:39 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam