hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > YARATILIŞ > Gökler ve Yer > Yer

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 31. August 2010, 08:43 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Göklerin ve Yerin Kıyametteki Durumu

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

GÖK VE DAĞLARIN KIYAMETTEKİ KONUMU

Meariç;8- 10: O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak dost bir sıcak dosta sormaz.
11- 14 - Birbirlerine gösterilmiş oldukları halde suçlu, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye versin sonra da kendini kurtarabilsin ister.

Bu ayetlerde, kıyametin kopuş sahneleri ve insanların içinde bulundukları psikolojik durum bildirilmektedir.

O gün evren tepeden tırnağa değiştirilmiştir; gökler maden gibi erimiş, akmakta ve yakıp yıkmaktadır. Dağlar atılmış renkli yün gibi kabarıp savrulmaktadır. Bu hengâmede ne dostlar birbiriyle ilgilenebilmekte, ne de kimse bir başkasının yardımına koşabilmektedir. Herkes kendi derdine düşmüştür. O kadar ki, inançsız insan, ailesi, çoluğu çocuğu, malı–mülkü, nesi varsa, hepsini feda edip kendini kurtarabilme hasretiyle yanmaktadır.

Bu ayetlerde kısaca değinilen dehşet sahneleri, Kur’an’ın değişik ayetlerinde pek çok kez ve ayrıntılı olarak yer almıştır. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:

Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. (Kâria/5)

O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür. (Tur/9, 10)

O gün Sûr’a üflenir: Siz de hemen bölükler halinde gelirsiniz.
Ve gökyüzü açıldı da kapı kapı oluvermiştir [oluverecektir].
Ve dağlar yürütülmüş de serap oluvermiştir. (Nebe’/20)

Olacak o vak’a olduğu zaman. -Ki onun [o vak’anın] oluşu için yalan söyleyen yoktur. O [o vak’a], alçaltıcıdır, yükselticidir.- Yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman. (Vakıa/5)

Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, ogün dayanaksızdır. Melekler onun [semanın] çevresindedirler. O gün Rabbinin Arşını da bunların fevkinde, Biten taşır. (Hakkah/14)

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Miralay (1. September 2010)
Alt 1. September 2010, 12:10 PM   #2
Altimuray
Guest
 
Mesajlar: n/a
Standart

Senin söz ettiğin dünyanın son anlarında yaşanacaklar. Kuran'da saat diye bildiriliyor. Kıyamet günü de saat denen dünyanın son anları değil de diriliş günü olarak bildiriliyor.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 1. September 2010, 04:28 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Altimuray Kardeşim!

Alıntı:
Altimuray Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Senin söz ettiğin dünyanın son anlarında yaşanacaklar. Kuran'da saat diye bildiriliyor. Kıyamet günü de saat denen dünyanın son anları değil de diriliş günü olarak bildiriliyor.
Kıyamet ile ilgili ilk anlatım Karia Suresindedir.Sûrede iki farklı kıyâmet sahnesi âdeta bir film gibi canlandırılmıştır. Birinci sahnede korkunç bir çarpma sonucu yaşadıkları şokla şaşkınlık içinde ve kontrolsüzce davranan insanlar ve eski özelliklerini yitirip şekil değiştirmiş, âdeta atılmış renkli yün topakları hâline gelmiş dağlar [yeryüzü] yer almış; ikinci sahnede ise Allah'a hesap veren insanlardan terazisi ağır çeken "mutlular" ile terazisi hafif çeken "mutsuzlar" konu edilmiştir.
Kıyametin birinci aşaması:

1. Kâriah! [Felâket kapısını şiddetli çalan, şok eden!]
"Yaşlandıkça saçların dökülmesi, başın kelleşmesi" anlamına gelen القرع - kar'ı sözcüğünün "ismi fail"i olan القارعة - el- kâriah sözcüğünün ilk [vaz'] anlamı, "saçı döken, başı kel eden" demektir. Ama zamanla "çok şiddetle vuran, çok şiddetle yüklenen şeyler, insanlara şok yaşatan ciddî felâketler" anlamında kullanılır olmuştur.

Bu anlam kayması, el-kâriah sözcüğünün türetildiği kar'ı sözcüğü için de söz konusu olmuştur. Araplar itaatsiz köleleri asa ile dövmeyi "kar'ı" sözcüğüyle ifade etmişler ve العبديقرع بالعصى - el-abdü yuqrau bi'l asâ = köle sopa ile dövülür, yola getirilir demişlerdir. Sopa ile dövülmek bir insanın felâketi anlamına gelmesine rağmen, bu hastalıklı mantığın izleri "dayak cennetten çıkmadır" şeklindeki basmakalıp bir sözle günümüze kadar gelmiştir.

Bu Sûrede القارعة - el-kâriah sözcüğü ilk [vaz'] anlamında değil, en büyük felâket olan "Kıyâmet" anlamında kullanılmıştır. Sûrede القارعة - el-kâriah sözcüğüyle ifade edilen "Kıyâmet'in el-Hâkkah, es-Sahhah, el-Ğaşiyeh" gibi ince anlamlar içeren başka isimleri de mevcut olup bu isimler inşallah ileride yeri geldikçe açıklanacaktır.

القارعة - el-kâriah sözcüğü, Kur'ân'da bu Sûreden başka iki yerde daha aynı anlamda geçmektedir:

(Ra'd; 31) Ve kendisiyle dağların yürütüldüğü veya kendisiyle yeryüzünün parçalandığı veya kendisiyle ölülerin konuşturulduğu bir Kur'ân mı olsaydı? Fakat emir bütünüyle Allah'ındır. İman edenler, ümit kesip daha anlamadılar mı ki, Allah dileseydi, elbette insanlara toptan hidayet ederdi. O inkâr edenlerin kendi sanatlarıyla kapılarını şiddetli çalan kesinlikle çalacak, [onları şok edecek] ya da yurtlarının yakınına konacak. Ta ki Allah'ın vaadi gelinceye dek. Allah verdiği sözden caymaz/verdiği sözün zamanını şaşırmaz.

Bu Âyet, insanları geliştirdikleri endüstrileriyle hem kendilerinin hem de dünyanın sonunu hazırlayacakları konusunda uyarmaktadır.

(Hâkkah; 4) Semûd ve Ad, Kâriah'ı [felâket kapısını şiddetli çalanı, şok edeni] yalanlamıştı.

Semûd ve Ad ile ilgili detay daha evvelki Sûrelerde verilmişti. Kıyâmeti yalanlamalarından dolayı bu kavimlerin başına gelmiş olan felâketler oralardan tetkik edilebilir.

Rabbimizin Kur'ân'daki beyanına göre, kıyâmet "sayhah [korkunç bir gürültü, uğultu]" ile başlayacaktır:

( Zümer; 68) Ve Sur'a üflenmiştir. Allah'ın dilediği kimseler hariç göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir. Bu defa da hepsi kalkmışlar, "hazır ol"da bekliyorlar.

(Yâ-Sîn; 49) Onlar sadece, onlar çekişip dururlarken kendilerini yakalayıveren bir tek çığlıkla karşı karşıya kalacaklar.

(Yâ-Sîn; 53) Sadece bir tek çığlık olmuştur. Bir de bakmışsın ki hepsi huzurumuzda "hazır ol"a geçirilmişlerdir.

(Sâd; 15) Bunlar devenin iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan bir çığlıktan başkasıyla karşı karşıya kalmazlar. [Bunlar sadece devenin iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan bir çığlıkla karşı karşıya kalacaklardır]

(Kaf; 41, 42) Bir seslenenin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver; o çağrıyı gerçek olarak duyarlar. İşte bu çıkış günüdür.

الصّيحة – Sayha = korkunç gürültü, uğultu ile inançsızlar, en büyük felâketin kapılarına dayandığını anlayacaklar, göklerin çatlaması, Güneş ve Ay'ın söndürülmesi, yıldızların bulandırılması, dağların yürütülmesi, denizlerin kaynatılması, kısaca her şeyin hercümerç olması sonucunda şoka girerek ne yaptıklarını bilmez hâlde serserice dolaşacaklardır. Evrendeki tüm varlıklar kontrolsüz bir şekilde birbirlerine çarpacaklar ve birbirlerinin felâketlerini oluşturacaklardır. O gün kimse için dönüş veya kaçış imkânı bulunmayacaktır.

İşte, bu yüzden kıyâmet "en büyük felâketin kapıları çalması" anlamında القارعة - el-kâriah olarak isimlendirilmiştir.

AYETİN CÜMLE YAPISI:
Görünürde öznesi, yüklemi, tümleci bulunmayan ve sadece el-kâriah sözcüğünden ibaret bir cümle olan 1. Âyet, bu yapısı itibariyle üzerinde bir miktar durmayı gerektirmektedir. Buradaki القارعة - el-kâriah sözcüğü, ya öznesi mahzuf [gizli] bir yüklem, ya yüklemi mahzuf bir özne, ya da bir tahzir [uyarı] cümlesinde tümleçtir. Bu son varsayımda Âyetin başında görünmeyen bir اتّق – itteki = sakın uyarısı olduğu kabul edilebilir. Bu durumda el- kâriah sözcüğü "o, şiddetle felâket kapısını çalandan kendinizi koruyun!" anlamına gelir. Ancak burada "o, şiddetle felâket kapısını çalan"ın kelimelerle anlatılması çok zordur. Aslında bunun sözle değil de yaşatarak, göstererek, duyurarak, mesaja uygun efektlerlea anlatılması, anlaşılmasını sağlamak bakımından en isabetli yol olacaktır: Yani bir bomba düşecektir ve… "Bommmmmmmm!"

1. Âyeti oluşturan القارعة - el-kâriah sözcüğü, hem bu bombanın patlaması anındaki korkunç sesi, hem de bombanın geride bırakacağı felâketleri çağrıştırmakta ve onlardan sakınılmasını ihtar etmektedir.

2. Nedir o kâriah? [felâket kapısını şiddetli çalan, şok eden]
Bu soru şekli ile "kâriah"a, yani kıyâmete iyice dikkat çekilmekte ve önemi ön plâna çıkarılmaktadır.

3. Kâriah'ın [felâket kapısını şiddetli çalanın, şok edenin] ne olduğunu sana ne bildirdi?

Yani; "Onun ortada somut kanıtı ve tanığı olmadığı için, ne kadar kafa yorarsanız yorun, onun ne ölçüde bir felâket olduğunu kavrayamazsınız, tahayyül edemezsiniz. Bilginiz ve anlayışınız onu idrak edebilmekte yetersizdir. Bu sebeple onu size öğretecek olana; Allah'a, O'nun açıklamalarına kulak verin!"

4,5. O gün, insanlar, darmadağın küçük kelebekler [pervaneler] gibi olurlar. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur.

Bu Âyetlerde, kıyâmetin mahiyeti insanlar için tam olarak anlaşılamaz bir nitelikte olduğundan, o gün nelerin olacağı bildirilmektedir.

Ancak, o gün olacakların ayrıntılarına girmeden önce, bir hususun belirtilmesinde yarar görüyoruz: Kıyâmet, iki aşamalı tek bir gündür. Birinci aşamada evrenin yok olması, ikinci aşamada ise yeniden dirilme, haşr ve hesap verme gibi olaylar söz konusudur. Allah zamandan münezzeh olduğu için, gelmiş geçmiş tüm insanlar Allah'a göre o gün bir anda ölmüş ve bir anda dirilmiş durumdadır. Yani geçmişte yaşamanın, bugün hayatta olmanın veya gelecekte yaşayacak olmanın o günde hiçbir önemi yoktur. Durum böyle olunca, "kabir hayatı" diye bir hayatın olmadığı da ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu bölümde sunmuş olduğumuz Neml Sûresinin 87. ve Zümer Sûresinin 68.Âyetlerinden de bu husus kolayca anlaşılmaktadır.

4–5. Âyetler, kıyâmetin birinci aşamasına ait manzaraları anlatmaktadır. Fakat bazı yorumcular bu iki manzaranın âhirette olacağını, yani kıyâmetin ikinci aşamasına ait olduğunu ileri sürmüşler ve bu Âyetlerin Kamer Sûresinin 7. Âyeti ile aynı anlama geldiğini belirtmişlerdir. Hâlbuki bu iki Âyet, mevcut evrenin şekil değiştirmesine, yok olmasına, yani kıyâmetin birinci aşamasına ait bilgiler vermekte, Kamer Sûresinin 7. Âyeti ise kargaşanın olmadığı bir ortamda düzenli bir şekilde Allah'ın huzuruna çıkışı anlatmakta, dolayısıyla kıyâmetin ikinci aşamasından haber vermektedir:

(Kamer; 7) Gözleri düşkün düşkün, kabirlerinden çıkarlar, sanki onlar darmadağın çekirgeler gibidirler.

Ayrıca 5. Âyette sözü edilen dağlar, kıyâmetin birinci aşamasında değişime uğrarlar ve kıyâmetin ikinci aşamasında "dağ" olarak bahisleri geçmez:

(Nebe; 18) O gün Sur'a üflenir: Siz de hemen bölükler hâlinde gelirsiniz.

(Muttaffifin; 6) Öyle bir gün ki, insanlar âlemlerin Rabbi için ayakta dikilirler.

(Zümer; 71) Ve inkâr edenler bölükler hâlinde cehenneme sevk edildiler.

(Zümer; 73) Rabblerine takvalı davrananlar da bölükler hâlinde cennete sevk edildiler.

İNSANLARIN PERVANELER GİBİ OLUŞU:
Âyetin orijinalindeki الفراش - el-ferâş sözcüğü, فراشة - ferâşet sözcüğünün çoğulu olup "pervaneler" demektir. Ferâşet [pervane] de, genellikle geceleri ortaya çıkan, ışığın veya ateşin çevresinde uçuşan küçük kelebektir. Bir adı da "gece kelebeği" olan pervaneler, bilindiği gibi düzensiz uçuşlarla ışığın veya ateşin çevresinde dolaşırlar ve sonunda ışık kaynağının ısısıyla yanarlar. İşte, insanların kıyâmet günündeki hâlleri de bu pervanelere benzetilmiştir. O gün, felâket kapıyı çalınca, o akıllı, mantıklı, düzenli insanlar bilinçlerini yitirerek pervanelere dönecekler, yönlerini şaşıracaklar, bir sağa bir sola, bir aşağı bir yukarı koşuşturup duracaklardır. Sonunda da pervanenin yanması gibi, infilâk etmiş dünyanın ateş girdabında yok olacaklardır. O güne tanık olacak milyarlarca insan göz önüne alındığında, yaşanacak genel manzara gerçekten de tüyler ürperticidir.

Bu manzara, farklı anlatımlarla Kur'ân'ın başka Âyetlerinde de sahnelenmiştir:

(Hacc; 1-2) Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının; şüphesiz o Saat'ın sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vazgeçer. Ve her hamile kadın taşıdığını düşürür. Ve sen insanları sarhoş olmadıkları hâlde hep sarhoş görürsün. Ama Allah'ın azabı çok şiddetlidir.

(Kehf; 99) Ve Biz o gün [kıyamet günü] onları, birbirleri içinde dalgalanır halde bırakıvermişizdir. Sur'a da üflenmiştir. Böylece onların hepsini bir araya toplamışızdır.

(Abese; 33–37) Sonra, kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve oğullarından kaçtığı gün o kulakları patlatan korkunç ses gelince onlardan her birinin kendine yeter bir işi olur.

(Neml; 87–89) Ve Sur'a üflendiği gün Allah'ın diledikleri hariç olmak üzere göklerde ve yerde kimler varsa hepsi dehşete kapılırlar. Hepsi boyunları bükük hâlde O'na gelirler. Sen dağları da görürsün; sen onları donuk- durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza tamamıyla haberdardır. Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir ve onlar o gün korkudan güvende olmuşlardır.

(Zümer; 68) Ve Sur'a üflenmiştir. Allah'ın dilediği kimseler hariç göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir. Bu defa da hepsi kalkmışlar "hazır ol" da bekliyorlar.

(Kıyâmet; 22-23) Yüzler var ki o gün apaydınlıktır. Rabblerine nazar edicidirler.

DAĞLARIN ATILMIŞ RENKLİ YÜN GİBİ OLUŞU:
Dağlar [mecaz-ı mürsel anlamıyla tüm yeryüzü],yoğunluğunu kaybedip sanki atılmış yün gibi kabaracak, bilinen madde özelliği değişecek ve başka bir hâle dönüşecektir. Pek tabii olarak, bildiğimiz düzene göre biçimlendirilmiş bu hayat da sona erecektir.

Atılmış yün hâline gelecek olan dağların renkli oluşları, dağların yapısındaki elementlerin farklı renklerinden ileri gelmektedir. Nitekim Kur'ân'da bu ayrıntı açıkça belirtilmiştir:

(Fâtır; 27) Görmedin mi Allah gökten bir su indirdi. Biz onunla renkleri başka başka meyveler/ürünler çıkarıverdik. Dağlardan da yollar var, beyazlı kırmızılı çeşitli renklerde. Ve kapkara topraklar/yollar da var.

5. Âyette atılmış yüne benzetilen dağlar, kıyâmet gününü anlatan başka Âyetlerde şu şekillerde tasvir edilmiştir:

(Hâkkah; 14) Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine çarpılarak darmadağın edildiği zaman,

(Nebe; 20) Ve dağlar yürütülmüş ve serap oluvermiştir.

(Tâ-Hâ; 105) Ve sana dağlardan sorarlar. Hemen de ki: "Rabbim, onları ufalayıp savuracak."

(Müzzemmil; 14) O günde ki, yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür.

(Vâkıa; 5-6) Ve dağların ufalandıkça ufalandığı, toza dumana dönüşüverdiği, [zaman]

Kıyametin ikinci aşaması:

Karia;6,7. Ve hemen, kimin tartıları ağır basarsa, işte o, hoşnutluk veren bir yaşayış içindedir.

Bu Âyetlerden itibaren, kıyâmetin ikinci aşaması olan diriliş, mahşer ve hesap verme aşamasına değinilmektedir.

Âyette geçen موازين - mevâzîn sözcüğü, kalıbı itibariyle hem ميزان - mîzân sözcüğünün hem de موزون - mevzûn = ölçülen sözcüğünün çoğulu olabilir.

Mîzân, "ölçü ve tartı işleminde kullanılan ölçü aleti" demektir. "Terazi" olarak özelleştirilmiş olsa da, mîzân sadece ağırlık ölçmeye mahsus bir alet olmayıp ısı ve hız gibi özellikleri ölçmeye yarayan ölçü aletleri de "mizan" kapsamındadır. Mîzân = terazi sözcüğü mecazen, hukukta ve iyilik ile kötülüğün ölçülmesinde de kullanılır. Hukuk düzeninde "adalet"in sembolü hâline gelen terazi; "hak terazisi, iyilik terazisi, akıl terazisi" gibi deyimlerle bütün dillerde aynı anlama gelen kavramları temsil etmektedir.

Âyetteki mevâzîn sözcüğü, mîzân sözcüğünün çoğulu olarak kabul edilirse, Âyet "kimin terazileri ağır basarsa" şeklinde çevrilebilir.

Eğer mevâzîn sözcüğü, mevzûn sözcüğünün çoğulu olarak kabul edilirse, Âyet de "kimin tartıları ağır gelirse" şeklinde çevrilebilir.

Tartı ve terazi kelimelerinin Kur'ân'da yer aldığı ilk Âyetler bunlardır. Bu sözcükler ileride başka Sûrelerde de yer alacaktır ve burada kısaca değinilen tartı ve terazi kavramları oralarda detaylandırılacaktır.

Ancak tartı ve terazi sözcüklerinin yer aldığı tüm Kur'ân Âyetlerinin burada hatırlatılmasının, konuyla ilgili öğrenilmesi gereken bilgiler ve alınması gereken mesajlar bakımından yararlı olacağını düşünüyoruz:

A'râf; 8-9) Ve tartı, o gün hakktır. Kimin terazileri ağır basarsa, işte onlar kurtulanlardır. Kimin terazileri de hafif kalırsa, işte onlar da Âyetlerimize karşı zalimlik etmelerinden dolayı kendilerini ziyana sokan kimselerdir.

(Kehf; 105) İşte onlar, Rabblerinin Âyetlerini ve O'na ulaşmayı inkâr etmişlerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir. Artık kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız. [hiç bir değer vermeyiz]

(Enbiya; 47) Biz kıyâmet günü için adalet terazileri koyarız; hiçbir kimse, hiçbir şeyce haksızlığa uğratılmaz, [o şey] bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getiririz. Ve hesap görenler olarak Biz yeteriz.

(Müminûn; 101–108) Sur'a üflendiği zaman, işte o gün aralarında soy sop ilişkisi yoktur. İstekleşemezler de. [kimse kimseden bir şey isteyemez] Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; cehennemde sürekli kalıcıdırlar. Orada onlar dişleri sırıtır halde iken ateş yüzlerini yalar. Benim Âyetlerim size okunmadı mı? Siz ise onları yalanlıyordunuz. Dediler ki: "Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz zalimleriz." [Allah] Dedi ki: "Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın da.

(Hadid; 25) Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve teraziyi/ölçüyü indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır. Bu, Allah'ın, kendine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.

(Şûrâ; 17) Allah, bu kitabı ve teraziyi/ölçüyü hakkla indirendir. Ve sana ne bildirir ki, belki de o Saat [kıyamet] çok yakındır!

(Rahmân; 7-8) Ve semayı. Onu yükseltti ve teraziyi/ölçüyü koydu. Sakın terazide/ölçüde taşkınlık etmeyin.
Kaynak:İşte Kur'an (Hakkı Yılmaz)

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
ALlah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (2. September 2010), Miralay (2. September 2010)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
durumu, göklerin, kıyametteki, yerin


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:07 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam