hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Kur’an

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 29. January 2017, 12:28 PM   #1
halukgta
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Feb 2010
Mesajlar: 436
Tesekkür: 67
264 Mesajina 549 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
halukgta has much to be proud ofhalukgta has much to be proud ofhalukgta has much to be proud ofhalukgta has much to be proud ofhalukgta has much to be proud ofhalukgta has much to be proud ofhalukgta has much to be proud ofhalukgta has much to be proud of
Standart Kur'an da İnancımız Adına, Her Şeyin Olmadığını, Israrla İddia Edenlere.

İslam inancımızda, geleneksel düşünceler o kadar güçlü ki, ne yazık ki ayetlerin doğru anlaşılmasını önlüyor. Enam suresi 38. ayette geçen, “BİZ KİTAPTA HİÇ BİR EKSİK BIRAKMADIK.” Hükmünden rahatsız olanlar, bir kısmı iyi niyetle öğrenmek amacıyla, bir kısmı ise art niyetle öyle sözler söyleyerek batılı, hurafeyi ısrarla savunuyorlar ki, Kur’an ın indiriliş amacına bile ters düşüyor. Birkaç arkadaşım bu konuda yazdığım bir yazıma, şöyle cevaplar vermiş, birleştirerek cevap vermek istiyorum.

“Haluk Bey, o zaman bende derim ki, Neden Kur’an da bütün tarihi bilgiler, matematik, fiziğin gökbilimi, keşifler, icatlar yok. Her şey var diyorsun, ama namaz konusunda ben detay göremiyorum. Ne rekât sayısı var, nede namazda okuyacağımız ayetler açıklanmamış. Her şey varda nerede bu bilgiler? Zekâtımızı ne kadar vereceğimizin miktarı bile, Kur’an da açıklanmamıştır.”

Değerli arkadaşlarım, Kur’an ne fizik kitabıdır, nede matematik. Kur’an bizlere rehberdir, yol göstericidir ve Allah a kulluk görevimizi nasıl yapacağımızın öğretmenidir. Bunun dışında Kur’an dan bilgiler aramayalım. Belki müteşabih anlamda ipuçları bulabiliriz. Bu farklı bir konudur. Ama yol gösterici ve kulluk görevimizi yapabilmemiz adına da, her bilginin olduğunu söyleyen, KUR’AN IN BİZZAT KENDİSİDİR. Bazı kardeşlerimiz, din adına her şeyin olduğu, Kur’an da değil, Allah ın huzurundaki saklı kitapta ( Levh-i Mahfuzda) olduğunu özellikle söylemekte ve buna inanmaktadırlar. İlginç olan Enam suresinde geçen bu ayette, biz kitapta hiçbir eksik bırakmadık derken, asla böyle bir bilgi vermediği halde, inatla, din adına her bilginin Kur’an da olmadığı, Allah katında ki saklı kitapta (Levh-i Mahfuzda) olduğu ısrarla iddia edilmektedir. Gelelim Kur’an ın bahsettiği, Allah ın katındaki korunmuş saklı kitap, (Levh-i Mahfuz) hakkında, bakalım nasıl örnekler var Kur’an da.

Neml 75: GÖKTE VE YERDE GÖZE GÖRÜNMEYEN HİÇBİR ŞEY YOKTUR Kİ, APAÇIK BİR KİTAPTA BULUNMASIN.

Rad 39: Allah dilediğini siler; dilediğini sabit bırakır. KİTABIN ANASI/ANAYASA O'NUN KATINDADIR.

Büruç 21–22: HAKİKATTE O, KORUNMUŞ LEVHADA/Levh-ı Mahfûz'da bulunan şerefli Kur'ân'dır.

Hadid 22: Gerek dışınızda, gerek içinizde olup biten musibetler daha biz yaratmadan önce BİR KİTABA KAYDEDİLİR. Bu, Allah'a göre çok basit bir işlemdir.

Yasin 12: Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi ve bıraktıkları her eseri yazarız. BİZ, HER ŞEYİ APAÇIK BİR KİTAPTA KAYDEDERİZ.

İsra 58: Ne kadar ülke varsa hepsini kıyamet gününden önce toplumsal bozulmadan dolayı ya helâk edecek veya en çetin bir şekilde onlara azap edeceğiz. BU, KİTAPTA YAZILIDIR.

Vakıa 77,78: Şüphesiz bu, değerli bir Kur'ân'dır, KORUNMUŞ BİR KİTAPTADIR.
(Tüm ayetler Sayın Bayraktar Bayraklının, mealinden alınmıştır.)

Ayetlerin tamamına baktığınızda, Allah ın katındaki korunmuş, saklı ana kitaptan bahsettiği, yazdığım ayetlerin hepsinden anlaşılıyor. Zaten bu bilgilerin Kur’an da olması mümkün değil. Çünkü Kur’an da gaibi bilgilerin olamayacağı, bu bilgilerin Allah katında olduğu bizlere diğer ayetlerde bildiriliyordu. Ayetlere tek tek bakalım. Göklerde ve yerde, gözle bizlerin göremediği her şeyin, Allah katındaki korunan kitapta yazdığını söylüyor. Devamındaki ayette, Allah gizli, saklı konularında olduğu ana yasa kitabının, kendi katında olduğu açıklamasını yapıyor. Bizlere indirilen Kur’an ın, korunmuş levhalara yazılmış, saklı kitaptan indirildiği açıklamasını bir kez daha yapıyor. Hadid 22. ayette ise, bizlerin bilmesinin mümkün olamayacağı, yaptıklarımızın karşılığı olarak, başımıza gelecek musibetlerinde, kitapta daha önceden kayıt altında olduğu açıklaması yapılıyor. Bizlerin yaptığı her şeyin Allah ın katındaki kitapta, kayıt altına alındığı belirtiliyor. İsra 58. ayette de, kıyametten önce, yaptıklarının karşılığı kendilerine verilecek diyor ve tüm bunlarında Allah, kendi katındaki kitapta yazdığı belirtiliyor. Vakıa 77 ve 78. ayetlerde de, çok açık bir şekilde, Kur’an ın Allah katından, korunmuş kitaptan indirildiğini açıklıyor.

Ayetlerin tamamında dikkat ederseniz, görünmeyen şeylerden, gaibi bilgilerden bahsediyor ve bu bilgilerin ana korunmuş kitapta (Levh-i Mahfuz) da kayıt altında olduğu bilgisi veriliyor. Dikkat ederseniz bu bilgiler, bizlerin bilmemesi gereken çok özel bilgiler. Hatırlayınız peygamberimiz ne diyordu ayette? “GAYBI BİLMEM BEN.” Kur’an ın da Allah ın katından, indirildiğini söylüyor ve ne diyordu Rabbimiz Kur’an da?

Kur’an ın ipine sarılın. Her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız. Emin olmadığın bilginin ardına düşmeyin, sorumlu tutarım. Sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum. Çok daha net bir hüküm veriyor ve bakın ne diyor Allah Kur’an için.

Enbiya 10: Andolsun, SİZE ÖYLE BİR KİTAP İNDİRDİK Kİ, SİZİN BÜTÜN ŞEREF VE ŞANINIZ ONDADIR. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?(Diyanet meali)

Bütün şan ve şerefemizin içinde olduğu bir kitapta, hala imanımız ve yol gösterici olmak adına, her bilginin olamayacağını söylememiz akla, mantığa ve Kur’an a uyuyor mu? Şimdi de anlamını saptırmak için uğraş verilen ayeti yazalım.

Enam 38: Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. BİZ KİTAP’TA HİÇBİR ŞEYİ EKSİK BIRAKMADIK. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler. (Diyanet meali)

Yukarıdaki ayeti okudunuz. Biraz önce verdiğim ve ayetlerde Allah ın katındaki ana kitaptan bahsettiği ayetleri de okudunuz. Diğer ayetlerin tamamını okuduğunuzda, Allah ın katındaki kitaptan bahsedildiği anlaşılıyor. Siz yukarıdaki ayeti okuduğunuzda, BİZ KİTAPTA HİÇ BİR ŞEYİ EKSİK BIRAKMADIK sözünden, Allah hangi kitabı kast ediyor olabilir? Allah aşkına lütfen, hiçbir etki altında kalmadan doğru söyleyiniz.

Çok net anlaşılıyor ki, Allah Kur’an ı kast ederek, biz Kur’an da sizlere yol gösterici olarak, imanınızı yaşamak adına, tüm bilgilerin verildiği bir kitap indirdik dediği çok açık anlaşılıyor. Bu uyarılardan sonra hala, Kur’an da din ve inancımız adına her şey yoktur, bu kitaptan kast edilen Allah katındaki saklı kitaptır dersek, unutmayınız, KUR’AN A İMAN ETMEK YERİNE, ONUN YANINA KOYDUĞUNUZ VE KUR’AN I BİZLERE ANLATIYOR, AÇIKLIYOR DEDİĞİNİZ KİTAPLARA İMAN ETMİŞ OLURSUNUZ. İSLAM TOPLUMUNUN YOLDAN SAPMASINA EN BÜYÜK NEDEN, BU SÖZLERE VE DÜŞÜNCELERE İNANMAKTIR.

Lütfen Kur’an ı, beşeri kitaplarıyla karşılaştırmayalım. Kur’an bir nurdur, ışıktır, yol göstericidir ve eşi benzeri yoktur. Onun açıklamadığını hiç kimse açıklayamaz. Lütfen bu gerçeği artık kabul edelim. Allah Kur’an dan bahsederken, yemin olsun ki bu kitabı sizler için kolaylaştırdık der. Sorumlu olacağımıza hükmedilen bir kitabın, ibadetlerimiz adına, gereği gibi açıklanmadığına ve daha sonrada bu kitaptan Allah ın, bizleri sorumlu tutacağına nasıl inanırız. ALLAH NEDEN GEREKLİ AÇIKLAMAYI YAPMASIN, DETAYLARI VERMESİN, BUNU DA MI DÜŞÜNEMİYORUZ.

Lütfen namaz, zekât, Hac ve oruç gibi önemli ibadetlerimizin, Kur’an da gerektiği kadar, açıklanmadığını söylemeyelim, dinden saparız. FIKIH inancının, ibadetlerimize ilavelerini Kur’an da göremediğimizde, bakın şunlar ya da bunlar yok demeyelim. Allah emrettiği her ibadetin, çok kolay ve basit açıklamasını Kur’an da yapmış, okuyalım ve bunları öğrenelim, ama bizlere öğretilenleri Kur’an da aramayalım. Allah ın Kur’an da bizlerden istemediklerini, sınırlamalar yaparak listeler vermediği şeyleri de, Kur’an ın HÂŞÂ eksiği gibi görmeyelim, onaramayacağımız büyük günahlara gireriz.

Allah Kitapta, BİZ HİÇ BİR ŞEYİ EKSİK BIRAKMADIK diyorsa, bunu farklı anlamlara çekip, TAM TERSİNİ KANITLAMA ÇABASI İÇİNE GİRMEYELİM. Lütfen şunu unutmayalım. Kur’an Allah katından geliyor bizlere. Din ve inancımız adına, sorumlu tutulacağımız bütün bilgilerin, Kur’an da olmadığını söylersek ve bunu savunursak, HÂŞÂ Allah bizlere gerektiği bilgileri yeteri kadar vermeyen, bizleri beşere muhtaç eden, daha sonrada bu kitaptan hesap soracağını söyleyen, konumuna getirmiş oluruz ki, bunu hiç birimiz, kendimize bile isnat edilmesini istemeyiz.

Ankebut 51: KENDİLERİNE OKUNAN KİTABI SANA İNDİRMİŞ OLMAMIZ ONLARA YETMEDİ Mİ? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır. (Diyanet meali)

Karar ve yorum sizlerin. Cahiliye döneminde, hurafe ve batıl inançların etkisinde olanlarda, Allah ın indirdiği kitap için aynı şeyi söylemişlerdi. Allah onlara cevabını vermiş. Bende soruyorum ve diyorum ki, Allah indirdiği Kur’an da HÂŞÂ, eksikler mi buldunuz da, Kur’an sizlere yetmiyor? Hesap günü hepimiz için çok yakın. Ama bunun farkında bile değiliz. Üzülmek istemiyorsak, Kurtuluşun Kur’an da olduğunu söyleyen, Allah a kulak verelim.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
halukgta isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 29. January 2017, 01:30 PM   #2
Abdullah Tanrıkulu
Yeni Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2016
Mesajlar: 29
Tesekkür: 9
11 Mesajina 13 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
Abdullah Tanrıkulu has much to be proud ofAbdullah Tanrıkulu has much to be proud ofAbdullah Tanrıkulu has much to be proud ofAbdullah Tanrıkulu has much to be proud ofAbdullah Tanrıkulu has much to be proud ofAbdullah Tanrıkulu has much to be proud ofAbdullah Tanrıkulu has much to be proud ofAbdullah Tanrıkulu has much to be proud of
Standart

Kuran'da geçen EL KİTAP kavramlarının çoğu Kuran'ın kendisini değil, Rabbimizin satır satır yazdığı TEK kitabı olan kainat kitabını ifade etmektedir. Yazıda geçen ayetteki "her şeyi içeren kitap" da Kuran değil Rabbin KİTAP'ıdır.
Abdullah Tanrıkulu isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 30. January 2017, 11:19 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun aleyküm değerli kardeşlerim,

Süleyman Ateş'in KİTAB ile ilgili dğerlendirmelerini sizlerle paylşamak istiyorum.

KİTÂB


Biz, her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın. Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini yola iletir. O, azizdir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İbrâhîm: 72/4)

Her Peygamber gibi Hz. Muhammed'in mesajının içeriği de umumî, evrenseldir. Hangi insan ona uysa selâmete çıkar. Diğer peygamberlerin de mesajlarının içeriği evrenseldir. Çünkü peygamberler, insanları Allah'a götüren hak yolu, hak düzeni öğretmişlerdir. Ancak tefsîrine çalıştığımız âyetin açık ifadesine göre dil bakımından her peygamber, kendi ulusuna özel olarak gönderilmiştir. Hz. Muhammed'in dili Arapça, gönderildiği toplum da Arap toplumudur. Dil bakımından böyledir. Fakat mesajın içeriği bakımından Hz. Muhammed'in risâleti de diğer peygamber kardeş-lerininki gibi umumîdir. Bütün toplumların onun mesajının ana hatları içinde toplanmaları elbette idealdir. Fakat bu ideale ulaşmak pek de kolay görünmüyor.

Kur'ân-ı Kerîm, Allah'ın birliğini kabul eden, âhirete inanan ve sâlih eylemler yapan bütün insanlara cennet müjdesini vermiştir. Kur'ân 'in kendi ifadesine göre Kur'ân, kendinden önceki Kitapları nâsih (ortadan kaldırıcı, geçersiz kılıcı) değil, musaddik (doğrulayıcı) ve müheymin (koruyup kollayıcı) olarak gelmiştir:

Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğum (Kur'ân)a inanın (Bakara: 92/41)

Ne zaman ki, onlara Allah katından, yanlarında bulunan(Tcvrât)ı doğrulayıcı bir Kitâb (Kur'ân) gel*di... (Bakara: 92/89)

Halbuki o, kendi yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir gerçektir. (Bakara: 92/91)

Allah'ın izniyle o (Cebrail), Kur'ân'ı, kendinden öncekini doğrulayıcı olarak senin kalbine indirdi... (Bakara: 92/97)

Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir elçi gelince, Kitâb verilmiş olanlardan bir grup, Allah'ın Kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi, sırtlarının arkasına attılar. (Bakara: 92/101)

Sana Kitabı gerçek ile ve kendinden öncekini doğrulayıcı olarak indirdi. (Âl-i İmrân: 94/3)

Ey kitab verilmiş olanlar, yanınızdakini doğrulayıcı olarak indirdiğimizi Kur'ân )a inanın. (Nisa: 98/47)

Sana da kendinden önceki Kitabı doğrulayıcı ve onu kollayıp koruyucu olarak (bu) Kitâb 'ı gerçekle indirdik. (Mâide: 110/48)

Kur'ân, Allah'tan başkası tarafından uydurula*cak bir şey değildir. Ancak kendinden öncekinin doğrulaması ve Kitabın açıklamasıdır. Onda asla şüphe yoktur. Âlemlerin Rabbi tarajından(indiril*miştir. (Yûnus: 51/37)

kentlerin anası(Mekke)yi ve çevresindeki (kasaba)ları uyarman için sana indirdiğimiz feyz kaynağı ve kendinden önceki (Tanrı Kitâbı)nı doğrulayıcı bir Kitaptır. (En'âm: 55/92)

Kitab 'dan sana vahyettiğimiz, kendinden öncekini doğrulayan gerçektir. (Fâtir: 43/31)

Ondan önce de önder ve rahmet olarak Musa'nın Kitâbi vardır. Bu da (şirk ile) kendilerine yazık edenleri uyarmak, güzel davra*nanları müjdelemek için Arap diliyle indirilmiş (kendinden önceki Kitâb 'ı) doğrulayan Kitâb'dır. (Ahkâf: 66/12)

kavmimiz, dediler, biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, gerçeğe ve doğru yola götüren bir Kitâb dinledik. (Ahkâf: 66/30)

Bu açık, geniş, evrensel beyan karşısında kalkıp da Kur'ân 'in, önceki İlâhî Kitapları neshettiğini, o kitapların mensuplarının, Hz. Muhammed'jn getirdiği şekliyle müslüman olmadıkça ibâdetlerinin, Allah katında kabul görmeyeceğini söylemek doğru değildir, Kur'ân'in açık ifadesine terstir. Çünkü Kur'ân, kendinden önceki İlâhî Kitapların hükümsüz, geçersiz olduğunu söylememiş, tam tersine o Kitapların mensuplarına, Kitaplarının hükümlerini uygulamalarını emretmiş; onların hükümlerini tam anlamıyla uygulamadıkça bir esas üzerinde bulunmadıklarını vurgulamıştır.

Kur'ân'ın ifadesine göre Kitâb, Hz. Musa'ya verilmiş, Hz. Muhammed'e ise indirilmiştir:

Kur'ân-ı Kerîm'de özellikle "el-Kitâb" şeklinde ta'rîfli olarak anılan Kitâb ile kasıt, Kur'ân 'dan önce Musa'ya verilmiş olan Tevrat'tır. Çünkü Kur'ân, Kitâb olarak indirilmemiştir. Ama Kur'ân'ın ifâdesine göre Tevrat Musa'ya yazılı levhalar olarak verilmiştir: "Öğüte ve her şeyin açıklamasına dâir ne varsa hepsini Mûsâ için levhalara yazdık: 'Bunları kuvvetle tut, kavmine de emret, bunların en güzelini tutsunlar (bu en güzel buyrukları uygulasınlar)!.."[1]

Kur'ân-ı Kerîm'de Kitâb kelimesinin geçtiği yerleri inceledik ve gördük ki Kitabın verilmesi ile Kitabın indirilmesi ayrı mânâya gelmektedir. Kitabın verilmesi, doğrudan doğruya yazılı olarak peygambere veril*mesidir. Kitabın indirilmesi ise Kitabın içerdiği gerçeklerin, Peygam*ber'in anlayacağı bir dille kendisine vahyedilmesidir. İlâhî Kitâb Hz. Musa'ya yazılı olarak verildiği için Kitabın Musa'ya verildiği fâde edilir:

Mûsâ 'ya Kitâb 'ı verdik. (İsrâ: 50/2),

Andolsun, Musa'ya Kitabı verdik. (Kasas: 49/43,

Hûd: 52/110, Fussilet: 61/45, Mü'minûn: 74/49, Secde: 75/53, Bakara: 92/53,87),

Elif lam râ. Onlar, o ap açık Kitâb'in âyetleridir. Biz onu Arapça bir Kur'ân (okuma) olarak indirdik ki anlayasınız- (Yûsuf: 53/1-2)

1- Eliflâm mîm. 2- İşte o Kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur; müttakiler için yol göstericidir. (Ba*kara: 92/1-2) =

Sonra Mûsâ 'ya Kitabı verdik.(En'am: 55 (6)/154),

Onlara (Musa'ya ve Harun'a) açık ifadeli Kitâb \ verdik.(Sâffât: 56/117)

Andolsun biz, Musa'ya ve Harun'a hak ve bâtılı ayırdeden ve korunanlar için bir ışık ve öğüt olan Kitâb'ı verdik. (Enbiyâ: 73/48)

Kendilerine Kitâb'ı verdiklerimiz. (Kasas: 49/52, En'âm: 55/20,89, 114; Bakara: 92/121,146),

16- Andolsun biz,İsrâîloğullarına Kitâb, hüküm (hikmet, hükümranlık) ve peygamberlik verdik, onları güzel rızıklarla besledik ve onları âlemlere üstün kıldık. 17- Ve onlara bu (dîn) iş(in)de açık deliller verdik. Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz, Rabb'in Kıyamet günü, ayrılığa düştükleri şeylerde onlar arasında hüküm verecektir. 18- Sonra seni de buyruk(umuz)dan bir şerîate (bir hukuk düzenine) koyduk. Sen ona uy, bilmeyenlerin keyiflerine uyma.(Câsiye: 65/16-18)

23- Andolsun biz Musa'ya Kitabı verdik. Sakın onun (Musa'ya) ulaşmasından kuşkuya düşme. Onu İsrâîloğullarına yol gösterici yaptık. 24- Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten önderler yetiştirmiştik. (Secde: 75/23-24)

Kendilerine Kitâb verilenler. (Müddessir: 4/31, Âl-i İmrân: 94/19, 20, 186, 187; Nisa: 98/47, 131; Beyyine: 101/4; Mâide: 110/5,7; Hadîd: 112/16; Tevbe: 113/29),

İbrahim ailesine Kitabı ve Hikmeti verdik.{Nisa: 98/54)

Yalnız belirtmek gerekir ki Musa'ya verilen Kitâb'a el-Kitâb dendiği gibi, temel Kitâb'ın içeriği olarak Hz. Muhammed'e indirilene de Kitâb denilmiştir:

Ey inananlar, Allah'a, Elçisine, Elçisine indirdiği Kitâb'a ve daha önce indirmiş bulunduğu Kitâb'a inanın. Kim Allah'ı, meleklerini, Kitâblarını, elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse o, uzak bir sapıklığa düşmüştür. (Nisa: 98/136) âyetinde mii'minler, hem Allah'ın, Elçisine indirdiği Kitaba, hem de daha önce indirmiş bulunduğu Kitaba inanmaya davet edilmektedir.

Esasen temel İlâhî Kitâb birdir. Ancak o Kitâb, her Peygamber'e kendi diliyle indirilmiştir.

Ana Kitâb Kendi katındadır"[2] âyetinde ifâde edildiği üzere Allah katında olan o Ana Kitâb, önce Musa'ya yazılı levhalar halinde verilmiş, sonra yine o Kitâb, Hz. Muhammed'e de kendi diliyle indirilmiş(vahyedilmiş)tir. Onun için Kur'ân'ın Musa'nın Kitabını doğruladığı, kendinden önceki Kitâb'a uyduğu vurgulanmaktadır.

İşte önce Musa'ya levhalar halinde verilmiş olan o Kitâb(A'râf: 39/145)ın değişmeyen prensipleri, ibretli kıssaları Hz. Muhammed'e vahyedilmiştir:

Biz Kitabı, insanlar için, sana hak ile indirdik. Artık kim doğru yola gelirse kendi yararınadır, kim de saparsa kendi zararına sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin. (Zümer: 59/41)

1- Ha Mim 2- Bu, Rahman, Rahîm'den indirilmiştir. 3-Bilen bir toplum için âyetleri açıklanmış, Arapça okunan bir Kitâbdır. (Fussilet: 61/1-3)

onu, yabancı {dilde) bir Kur'ân yapsaydık derlerdi ki: "Âyetleri (anlayacağımız) bir dille açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı söz mü (geliyor)?" De ki: "O, inananlar için bir yol gösterici ve (gönüllere) şifâdır. İnanmayanlara gelince, onların kulak*larında bir ağırlık vardır ve o, onlara bir körlüktür. (Kur'ân 'in gerçeklerine karşı onların basiretleri kapanmıştır, bu yüzden hakkı görmezler. Sanki) onlar, uzak bir yerden çağırılıyorlar (da duymuyorlar). 45- Andolsun biz Musa'ya Kitâb 'ı vermiştik, onda da ayrılığa düşülmüştü. Eğer Rabb'inden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hüküm ve-rilir(işleri biti*rilir )di. Onlar ondan işkilli bir kuşku içindedirler. (Fussilet: 61/44-45)

Andolsun biz Mûsâ 'ya hidâyet verdik ve İsrâiloğullarına o Kitabı mîrâs kıldık. (Mü'min: 60/53-54)

Ancak ortak noktalarda Kur'ân, kendinden önceki Kitaba uygundur. Fakat Kur'ân o Kitâb'ın tıpa tıp bir kopyası veya tercemesi değildir. O Kitâb'a zamanla katılmış şeyler ayıklanarak Hz. Muhammed'e vahyedildiği gibi, yine insanların aşırılıkları yüzünden dine girmiş birçok ayrıntı, zorlaş*tırıcı hükümlerde Kur'ân'da kaldırılmış; yani o hükümler, Kur'ân mü'minleri için neshedilerek din kolaylaştırılmıştır. Ayrıca Kur'ân'da, kâinatın yaratılışı, doğal, sosyal, psikolojik yasalar, prensipler ve hukuk kurallarına ilişkin, o Kitâb'da bulunmayan birçok hakikat vardır. Ancak Kur'ân, ken*dinden önceki Kitâb'a ana çizgi ve hedefleriyle uymakta olduğundan, onu doğrulayıcı olarak nitelendirilmiştir.



Onların ardından, yerlerine geçip Kitaba varis olan birtakım insanlar geldi ki, onlar, şu alçak(dünyan)ın menfaatini alıyorlar: "Biz nasıl olsa bağışlanacağız!" diyorlar. Kendilerine, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki "Allah hakkında, gerçekten başkasını söylememeleri hususunda ken*dilerinden Kitap mîsâkı alınmamış mıydı? (Kitapta bu hususta kendile*rinden söz alınmamış mıydı?) Ve onun içindekini okuyup öğrenmediler mi? Âhiret yurdu korunanlar için daha hayırlıdır. Düşünmüyor musunuz? (A'râf: 39/169) âyetinde geçen (el-Kitâb) da müfessirlerin ittifakıyla Tevrat ve İncil'dir. İşte yüce Allah, onların özünü, Arapça olarak Hz. Muhammed(s.a.v.)e vahyetmiştir.

Kurtubî: "Sonra Kitabı, kullarımızdan seçtiğimiz kimselere mîrâs verdik."[6] âyetinin tefsirinde şöyle diyor: "Buradaki Kitâb ile, Kitâb'ın anlamlarını, ilmini, hükümlerini, inançlarını kasdetmektedir. Yüce Allah, Muhammed (s.a.v.) ümmetine daha önce indirilmiş bulunan Kitâbların anlamlarını içeren Kur'ân'ı vermekle Muhammed (s.a.v.) ümmetini daha önceki Kitâb'a vâris kılmış gibidir."[7]

Gerçi biz, o âyette Kitab'a vâris kılındıkları bildirilen kimselerin, Muhammed ümmeti değil, İsrâîloğulları olduğuna -çünkü bu husus, A'râf: 39/169'ncu âyette açıkça belirtilmiştir- ve Kitab ile kasdedilenin de Tevrat olduğuna kaniiz ama Kurtubî'nin yoRûmu da nisbeten görüşümüze yakındır.

Ankebût Sûresi'nde Kitabı Mukaddes kıssaları anlatıldıktan sonra Hz. Muhammed'e hitaben: "Kitâb'dan sana vahyedileni oku ve namazı kıl... Kitâb ehliyle ancak en güzel biçimde tartışın... O (sana vahyedilen Kur'ân), kendilerine ilim verilmiş olan(Kitâb sahiplerinin göğüslerinde (belleklerinde) bulunan açık anlamlı âyetlerdir."[8] buyuruluyor. Burada kasdedilen Kitâb, Kur'ân öncesi İlâhî Kitâbdır. Aksi takdirde Hz. Muhammed'e vahyedilen Kur'ân'm, Kitap ehlinin hafızalarında bulunması söz konusu olamaz. İşte Kitap ehli bilginlerinin ezbere bildiği o Kitabın açık anlamlı âyetleri, "Güvenilir Rûh tarafından açık bir Arapça ile Hz. Muhammed'e vahy edilmiştir."[9]

Bu husus, Ra'd Sûresi'nin 36-37'nci âyetlerinde daha açık olarak ifade edilmiştir:

Kendilerine Kitabı verdiklerimiz, sana indirilenden ötürü sevinirler. Fakat şu hiziblerden (Arap kabilelerden) onun bir kısmını inkâr edenler vardır... Ve işte biz onu, Arapça bir hüküm olarak sana indirdik..."[10]

Bu âyette Onu indirdik" kelimesindeki "onu" zamiri, ken*dinden önceki âyette anılan "el-Kitâb "a gider. O âyetteki el-Kitâb keli*mesinin, Kitap ehli peygamberlerine verilen İlâhî Kitab olduğundan kimsenin kuşkusu yoktur.

Hz. Muhammed(s.a.v.)e gelen vahyin içeriği, özüyle önceki İlâhî Kitâbların içeriğidir, ancak onlarda bulunmayan birçok yeni hikmet ve yasalar da Kur'ân'da vardır:

75- Bu, ilk sahîfelerde, 19- İbrahim'in ve Musa'nın sahîfelerinde de vardır. (A'lâ: 8/18-19),

kendisine haber mi verilmedi, Musa'nın sahîfelerinde bulunan 37- Ve çok vefakâr İbrâhîm'in (sahîfelerinde bulunan gerçekler).9 (Necm: 23/36-37)

13- (O) sahifeler içindedir: 14- Değer verilen, saygı ile yükseltilen, tertemiz (sayfalar) 15- Yazıcıların ellerinde: 16- Değerli, iyi (yazıcıların). (Abese: 24/13-16)

21- Hayır, (Kur'ân, onların dedikleri gibi bir söz değil), o şerefli bir Kur'ân'dır. 22- Korunan bir levhada(yazılı)dır. (Bürûc: 27/21-22)

77- O, elbette değerli bir Kur'ân 'dır. 78- Saklı bir Kitaptadır.

79- Ki ona temizlerden başkası dokunmaz. 80-(O,) Âlemlerin Rabb'inden indirilmiştir. (Vâki'a: 46/77-80)

İsrâiloğulları bilginlerinin onu bilmesi de onlar için (Kur'ân'ın Güvenilir Rûh tarafından vahyedildiğine) yeterli bir delîl değil mi? (Şu'arâ: 47/197)

45- Kitâb'dan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz kötü ve iğrenç şeylerden men'eder. Elbette

Allah'ı anmak, en büyük(ıbâdet)tir. Allah, ne yaptığınızı bilir. 46- Kitap ehliyle, -haksızlık edenleri dışında- en güzel tarzda tartışın ve deyin ki: "Bize indirilene de size indirilene de inandık. Tanrımız ve tanrınız birdir, biz de O'na teslim olanlarız." 47- İşte böylece Kitâb'ı sana da indirdik. Kendilerine Kitabı verdiklerimiz, ona inanırlar: Şunlardan (şu Araplardan) da ona inananlar vardır. Âyetlerimizi, kâfirlerden başkası inkâr etmez. 48- (Ey Muhammed) Sen bundan önce bir Kitâb okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun. Öyle olsaydı o zaman (Allah'ın sözlerini boşa çıkarmaya çalışan) iptalciler, kuşkulanırlardı. 49- Hayır, o (sana vahyedilenler) kendi*lerine bilgi verilmiş olanların göğüslerinde bulunan açık açık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi, zâlimlerden başkası inkâr e?mez.(Ankebût: 85/45-49)

Şu'arâ: 47/197, Ahkâf: 66/10'da İsrail oğulları bilginlerinin inen Kur'ân'ı tanıyıp bildikleri; Ankebût: 85/45, Ra'd: 87/37'nci âyetlerinde daha önce Musa'ya vahyedilmiş olan Kitabın, Hz. Mııhammed'e de Arapça olarak vahyedildiği; ondan kendisine vahyedilenleri okuması; bu vahyedi-lenlerin, kendilerine bilgi (yani Kitâb ilmi) verilmiş olanların göğüslerinde (belleklerinde) bulunan açık açık âyetler olduğu; Ra'd: 87/43'de kendilerine ilim verilmiş olanların Kur'ân 'in vahiy olduğuna tanıklık ettikleri; Bakara: 92/146'da Kitâb ehlinin, Kur'ân'ı, oğullarını tanıdıkları gibi tanıdıkları bildirilmektedir. Bunların Kur'ân'ı tanımaları, doğruluğuna tanıklık etme*leri, Kur'ân'da anlatılanların, kendi Kitâblarındakilere uyduğunu bilip buna tanıklık etmeleridir. Çünkü A'lâ: 8/18-19 ve Necm: 23/36-37'nci âyetle*rinde vahyedilen bu gerçeklerin, İlk Sahîfelerde, yani İbrahim'in ve Mû-sâ'nın Sahîfelerinde mevcudolduğu; Fâtır: 43/31, En'âm: 55/92, Ahkâf: 66/12, 30, ve 46, Bakara: 92/41, 89, 91, 97, 101, Âl-i İmrân: 94/3, Nisa: 98/47, Mâide: 110/48'nci âyetlerde Kur'ân'ın, kendinden önceki Kitabı doğrulayıcı ve ona uygun olarak indirildiği bildirilmektedir.

Bütün bu deliller karşısında, Abese: 24/13-14. âyetlerinde anılan Suhuf-i Mükerreme'nin, Bürûc: 27/22'de anılan Levh-i Mahfuz'un ve Vâkı'a: 46/178'de anılan Kitâb-ı Meknûn'un, Musa'ya verilen Tevrat levhaları olduğu kanâatindeyiz. İşte bilim adamlarının ellerinde özenle saklanan o levhalarda (sahîfelerde) bulunan temel bilgiler, Hz. Muhammed'e, Arapça Kur'ân (okuma) olarak vahyedilmiştir.

Ahkâf Sûresi'nin 10. âyetinde Kur'ân'ın, Tevrat'ın benzeri olduğuna, 12. âyetinde de Tevrat'ın, asıl (imâm), Kur'ân'ın da onu tasdik edici olarak indirildiğine dikkat çekilmektedir. Yani Kur'ân, Tevrat'a, İncil'e uygun olarak indirilmiştir.

Esasen İlâhî Kitaptan yoksun Araplar, kendilerine, kendi dillerinde İlâhî bir Kitap verilmesinin ihtiyaç ve özlemi içinde idiler. Kur'ân-ı Kerîm, çeşitli âyetlerinde onların bu özlemine işaret etmektedir:

Halbuki biz onlara okuyacakları bir Kitâb vermemiştik ve senden önce onlara bir uyarıcı göndermemiştik. (Sebe: 58/44)

Yoksa sizin bir Kitabınız var da onda mı (bu hükümleri) okuyorsunuz? (Kalem: 2/37)

Yoksa bundan önce onlara bir Kitâb vermişiz de ona mı sarılıyorlar? (Zuhruf: 63/21)

5- Yani üstün ve çok esirgeyen Allah'ın indirdiği (Kur'ân yolu üzerindesin). 6- Babaları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için (seni gönderdik). (Yâsîn: 41/5-6)

Andolsun eğer kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, her milletten daha çok doğru yolda olacaklar" diye, yeminlerinin bütün gücüyle Allah'a yemin ettiler. Fakat kendilerine uyarıcı gelince, onlara Hak'tan uzaklaşmaktan başka bir katkı sağlamadı. (Fâtır: 43/42)

154- Sonra iyilik edenlere (ni'metimizi) tamamlamak, her şeyi açıklamak ve yola iletici ve rahmet olmak üzere Mûsâ 'ya Kitabı verdik ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına inansınlar. 155- İşte bu (Kur'ân) da indirdiğimiz mübarek Kitaptır. O'na uyun ve korunun ki size rahmet edilsin! 156- (Onu size indirdik ki) "Kitâb, yalnız bizden önceki iki topluluğa (Yahudilere, Hıristiyanlara) indirildi,biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitapları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)" demeyesiniz. 157- Yahut: "Eğer bize Kitâb indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz. İşte size de Rabb'inizden açık de IH, hidâyet ve rahmet geldi. Allah'ın âyetlerini yalan*layıp onlardan yüz çevirenden daha zâlim kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü, azabın en kötüsüyle cezalan*dıracağız. (En'âm: 55/154-157)

167- Gerçi o(ortakkoşa)nlar şöyle diyorlardı: 168- "Eğer yanı*mızda öncekiler(e gelen Kitâb'lar)dan bir uyan olsaydı. 169- Elbette biz, Allah'ın hâlis kullan olurduk!" (Sâffât: 56/167-169)

Yahut ahundan bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Ama, sen üzerimize, okuyacağımız bir Kitap indir*medikçe, senin sadece göğe çıkmana da inanmayız!" De ki: "Rabbimin sânı yücedir. (Böyle şeyleri yapmak benim işim değildir). Ben, sadece elçi ol(arak gönderil)en bir insan değil miyim?" (İsrâ: 50/93)

Tabii bizim kasdımız, sonradan katmalara, tahriflere uğramış Tevrat değil, tahrife uğramamış asıl Tevrat'tır. Zaten Kur'ân 'da insanlar tarafından o Kitaplara katılmış şeyler anlatılmaz. Kur'ân, o Kitabın hikmetlerini, âyetlerini katmalardan ayıklayarak anlatır. O Kitâb'da anlatılan, peygam*berlere yakışmayacak haller, fiiller Kur'ân'da anlatılmaz. Demek ki bu âyetlerdeki suhuf, Kur'ân'dan önceki Kitâb'in yani Tevrat ve eklerinin sayfaları, bölümleri, sefere de onu yazıp koruyan veya taşıyan din adam*larıdır. Belki de sefere ile, kitâb anlamına gelen sifr'\en taşıyıp uygulayan sâlih Kitâb ehli, özlükle temiz yürekli din adamları kasdedilmiştir. Kitabın yazıcılar değil, onu koruyan ve uygulayanlardır. Çünkü: "De ki: 'Öyleyse Musa'nın, insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği, -ki siz onu parça parça kâğıtlar haline getirip gösteriyorsunuz, çoğunu da gizliyor*sunuz- ve ne sizin, ne de babalarınızın bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitabı kim indirdi'?"[11] âyetinde belirtildiği üzere Yahudiler Tevrat'ı özel yerlerde saklıyorlardı. İşte bunun için o Kitâb, Levh-i Mahfuz (saklanan levha), Kitâb-ı Meknûn (saklı Kitâb) olarak nitelendirilmiştir.

Yalnız belirtmek gerekir ki Musa'ya verilen Kitâb'a el-Kitâb dendiği gibi, temel Kitâb'ın içeriği olarak Hz. Muhammed'e indirilene de el-Kitâb denilmiştir:

Ey inananlar, Allah'a, Elçisine, Elçisine indirdiği Kitâb'a ve daha önce in*dirmiş bulunduğu Kitâb'a inanın. Kim Allah'ı, meleklerini, Kitaplarını, elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse o, uzak bir sapıklığa düşmüştür. (Nisa: 98/136) âyetinde mü'minler, hem Allah'ın, Elçisine indirdiği Kitaba, hem de daha önce indirmiş bulunduğu Kitaba inanmağa da'vet edilmektedir.

Bütün Peygamberlere verilen mesaj, aynı tevhîd prensiplerini içeren İlâhî Kitaptır. Allah katında Kitâb birkaç tane değil, bir tektir. O, katımızda bulunan ana Kitaptadır.

Yücedir,hikmetlidir." (Zuhruf: 63/4) âyetinde Kur'ân'ın, Allah katındaki Ana Ki*tapta bulunduğu belirtilmektedir. Kur'ân öncesi Kitaplarda ondadır. Allah katındaki Kitâb, sanıldığı gibi birkaç tane değil, bir tek Kitaptır. Ancak o Kitâb, her peygambere kendi diliyle indirilmiştir. Ana Kitâb Kendi katındadır"', âyetinde ifade edildiği üzere Allah katında olan o Ana Kitâb, önce Musa'ya yazılı levhalar halinde verilmiş, sonra yine o Kitâb, Hz. Muhammed'e de kendi diliyle indirilmiş(vahyedilmiş)tir. Onun için Kur'ân'ın Mûsâ Kitabını doğruladığı, kendinden önceki Kitâb'a uyduğu vurgulanmaktadır.

İşte o Kitâb,önce Musa'ya levhalar halinde verilmiş (A'râf: 39/145); daha sonra onun değişmeyen prensipleri, ibretli kıssaları Hz. Muhammed'e vahyedilmiştir:[12]

Görüldüğü gibi Kur'ân, kendinden önceki İlâhî kitapları kaldırmıyor, onları övüyor, kendisinin de onlara uygun olarak indiğini söylüyor. Kitap*larının gösterdiği yoldan ayrılanları kınarken, Kitaplarının ruhuna bağlı kalanları övüyor. A'râf S üresi 'nde bu husus daha açık olarak belirtilmiştir:

159- Mûsâ kavmi içinde Hakka uyup hak ile adalet yapan bir topluluk vardır.... 181- Yarattıklarımız arasında Hakka uyup hak ile adalet yapan bir topluluk vardır. (A'râf: 39/159, 181)

İlâhî Kitap sahibi olan bütün insanlar, birliğe ve kardeşliğe çağrılıyor:

Bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir, ben de sizin Rabbinizim, benden korkun (bana kulluk edin)." (Enbiyâ: 73/92, Mü'minûn: 74/52)

Öyle ise peygamberlerin getirdiği dinler arasında ayrıcalık yapmak, peygamberlerden birini diğerinden üstün tutmak İlâhî irâdeye aykırıdır, yarar değil, zarar getirir.

Allah'a inanan insanların, hep birlikte Allah'a sarılıp saygı ve hoşgörü ile huzur ve barış içinde yaşamaları gerekir. Çünkü Tanrıları birdir, amaçları da birdir. Hepsinin amacı Tanrının rızasına ermektir. O yüce ve güzel Mevlâ, kullarının boğazlaşmasından, birbirine düşman olup ateş püskürme*lerinden değil, kardeşlik, barış, sevgi ve saygı içinde yaşamalarından hoş*lanır. Zaten dinleri de insanları birbirine sevdirmek, dost etmek, mutlu kılmak için göndermiştir. O, ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır!

Hac: 88/40. âyette: "Eğer Allah'ın, bazı insanları diğer bazılarıyla savunması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, ki*liseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah, kendisine yardım edene elbette yardım eder. Allah, kuvvetlidir, galiptir." buyurulmaktadır. Burada Allah'ın adının anıldığı yerler olarak, Allah tarafından korunduğu belirtilen binalar, üç İlâhî dinin ma'bedleridir. Kur'ân, her üç dinin ma'bedlerinin Allah tarafından korunduğunu bildirmektedir. Bu ifade, din birliğinin en güzel belirtisi değil midir? Kur'ân böyle derken bu din mensuplarının, birbirlerinin ma'bedlerini küfür yuvaları gibi görmeleri ve bu ma'bedlere hor bakmaları, hattâ fırsat bulunca, yıkmağa çalışmaları elbette Kur'ân'm ruhuna uygun değildir. Bundan dolayıdır ki Osmanlılar, egemen oldukları yerlerde Yahûdî ve Hıristiyanların inançlarına saygı göstermişler, ma'bed*lerini yapmalarını ve ma'bedlerinde özgürce ibadet etmelerini sağlamış*lardır.

Kitap ehli bilginleri, kendi kitaplarını doğrulayan ve onun içeriğine uygun olarak indirilen Kur'ân'in, Allah tarafından vahyedildiğine inanırlar. İşte hem kendi kitaplarına, hem de ona uygun olarak inen Kur'ân'a inanan o kimselere, iki kez ödül verilir: Birincisi, Kitaplarının hükümlerini uygu*lamalarından, ikincisi de Kur'ân'in Hak sözü olduğunu kabul etmelerinden ötürüdür. Onlar, dinin ruhuna bağlı kalan, kötülüğü iyilikle savan, temiz yürekli, cömert insanlardır (Kasas: 49/52-54).

İman, kuru sözden ibaret değildir. Tevrat ve İncîl'e inanan Kitap ehli de aynen Kur'ân'a inanan mii'minler gibi, imanlarının gereğini yapmağa sabreder, kötülüğü iyilikle savar ve Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan hayrederler. Boş sözden yüz çevirirler. Boş sözlere dalanlara rastladık*larında: "Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size aittir (herkes kendi yap*tığından soRûmludur), size selâm olsun. Biz câhiller(düşüncesiz, kapris*lerine göre hareket eden kimselerle sohpet etmey)[13] istemeyiz." derler (Kasas: 49/55)

Kendilerine bilgi verilenler, Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu, mutlak galib ve hamde lâyık olan(Allah)ın yoluna ilettiğini görürler. (Sebe: 58/6)

İşte temel içerikleri ve misyonları aynı olan iki İlâhî Kitap da ina*nırlarına bu ahlâkı aşılar. Bu Kitaplara gerçekten inanmış olanların ahlâkî sıfatları böyledir. Bu sıfatları taşımayanlar, imanın gerçeğine ermiş değil*lerdir. Kitap ehli dindarlarına ait bu vasıfları, Ra'd: 87/19-22'nci, Furfcân: 42/63-75'nci âyetlerde mü'minler hakkında belirtilen vasıflarla karşılaş*tırırsak, her iki Kitaba inananların da hemen aynı vasıflan taşıdıklarını görür ve böylece bu iki Kitabın misyonunun aynı, İlâhî dinlerin hedef ve amaçlarının bir olduğunu anlarız. Nitekim Fetih Sûresi'nin son âyetinde, Hz. Muhammed'in sahâbîlerinin vasıfları anlatıldıktan sonra Tevrat ve İncil'de de bunların benzerlerinin böyle anlatıldığı; yani inanmış insanların hep bu vasıfları taşıdıkları vurgulanmaktadır.

Ancak Araplar, Tevrat'ın Hz. Musa'ya yazılı levha halinde verilmiş olduğunu duydukları için Hz. Muhammed'e de -eğer gerçekten peygamber ise- gökten bir Kitâb inmesi gerektiğini söylüyorlardı: "...Sen bizim üze*rimize, okuyacağımız bir Kitâb indirmedikçe göğe çıksan da senin göğe çıkmana inanmayız..."

Kur'ân-ı Kerîm, bazı sûre başlarında hurûf-i mukatta'a denilen, yalnız başına olduklarında bir anlam taşımayan bağımsız harflerle, Arapların dillerini anlamadıkları eski İlâhî Kitaplara işaret edilmiş; daha sonra o Kitapların öz içeriği, fasîh, açık seçik bir Arapça ile Hz. Muhammed'e vahyedilmiştir. Nasıl o Kitapların ana yapısı olan kelimeler, harflerden oluşmuş ise, Hz. Muhammed'e vahyedilen öğütler, kıssalar, emirler de tıpkı o Kitapları oluşturan harfler gibi harflerden oluşmuştur. Ancak bu harfler, bu kez Arapça kelimeleri oluşturmuş ve İlâhî Kitabın içeriği, özü, Arapça kelime kalıplarına dökülerek Hz. Muhammed(s.a.v.)e vahyedilmiştir ki Araplar da bir İlâhî Kitaba sahibolsunlar, onu okuyup anlasın ve yollarını bulsunlar.

Bu harflerin ardından gelen âyetleri dikkatle incelersek, görüşümüzün doğruluğu daha iyi anlaşılır. Meselâ:

1- Hâ mîm 'ayn sîn kaf. 2- O azîz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere böyle vahyeder." (Şûra: 62/1-3) âyetinin anlamı şudur:

Yüce Allah, peygamberlerine vahyettiği bütün Kitaplarında tevhidi açıklamıştır. Hz. Muhammed'den önce indirilen yabancı dildeki Kitaplarda açıkladığı üzere Hz. Muhammed'e de Arapça olarak vahyettiği Kur'ân'da tevhîdi izah etmiştir. İşte sûrenin başında bulunan "kesik harfler", Arapların anlamadıkları yabancı dildeki İlâhî Kitaba işarettir. Gerçi o Kitab,yabancı dildedir ama onun sözlerinin ana yapısı, harflerdir. Bütün dillerin ana yapısı olan, fakat bağımsız durdukça bir mânâ anlaşılmayan bu harflerle, yabancı dilde inen İlâhî Kitaplara işaret edilmiş; onlarda Allah'ın birliği nasıl anlatılmış ise, Hz. Muhammed(s.a.v.)e de Allah'ın birliği, O'nun buyruk ve hükümleri öyle vâhy ve îzâh edilmiştir.

"Kâf hâ yâ ayn sâd. Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyyâ'ya rahmetini anıştır. O, Rabbine gizli bir seslenişle yalvarmıştı..." (Meryem: 44/1-2)

"1- Elif lam râ. Bunlar apaçık Kitab1 in âyetleridir. 2- Biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik ki anlayasınız. 3- Biz, bu Kur'ân 'ı vahyetmekle sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Sen o (Kur'ân)dan önce (bunları) bilmeyenlerden idin. 4- Hani bir zaman Yûsuf, babasına 'Babacığım demişti, ben (rü'yada) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm, bunların bana secde ettiklerini gördüm.' demişti.' (Yûsuf: 53/1-4)

Dikkat edilirse bu harflerle başlayan bütün sûrelerde, bu harflerin hemen ardından, Kur'ân öncesi İlâhî Kitab olan Tevrat ve İncîl'in içeriği olan konular anlatılmaktadır:

1. Kalem (2) Sûresi'nde "nûn"dan sonra kaleme ve kalemle yazılan satırlara -ki bunlar İlâhî Kitapların satırlarıdır- and içilerek Hz. Muham-med'in peygamberliği vurgulanır.

2. Kâf (34) Sûresi'nde "kaf" tan sonra Zikir'li Kur'ân'a and içilir; müşriklerin kendilerine bir uyarıcı gelip, öldükten sonra dirilmeden söz etmesine şaştıkları belirtilir, sonra Allah'ın, ölüleri diriltmeğe kadir olduğu kanıtlanır. Aynı inancı yalanlayan Nûh kavmine, Reslilere, Âd ve Semûd kavimlerine, Lût kavmine, Eykelilere işaret edilir ve insanın ölümünden sonraki bir âhiret safhası anılır.

3. Sâd (38) Sûresi'nde "sâd"dan sonra müşriklerin, Hz. Muhammed'e karşı çıkışları, inatları, körü körüne geleneklerine bağlılıkları belirtilir ve sonra Nûh, Ad, Semûd ve Lût kavimlerinin davranışlarına işaret edilir, ardından Tevrat'ın konularından olan Dâvûd ve Süleyman kıssalarının bir bölümü anlatılır. Sonra Eyyûb'un hastalığına sabrı anımsatılır. İbrâhîm, İshâk, Ya'kûb, İsmâîl, Elyesa' ve Zü'l-Kifl gibi İsrâîloğlu peygamberlerine atıflar yapılır ve Adem'in yaratılış safhası, meleklerin ona secde edişi, İblîs'in böbürlenmesi anlatılır. Bunlar hep Tevrat'ın içerdiği kıssalardır.

4. A'râf (39) Sûresi'nde "elif lam mîm" den sonra insanları uyarmak için Kitab'ın, Hz. Muhammed'e indirildiği, insanların bir gün Tanrı huzurunda hesap verecekleri vurgulanır ve insanın yaratılışına dikkat çekilerek Âdem ile eşinin yaratılış safhası anlatılır. Daha sonra Tevrat'ta adı geçen birçok peygamber'in kıssasına işaret edilir, özellikle Musa'nın Firavun ile mücâdelesi, büyücülerin Musa'ya inanmaları, Musa'nın ibâdetle geçirdiği otuz geceyi kırka tamamlayarak Allah'ın huzuruna çıkması, Tevrat levhalarını alması ve İsrâîloğullarının hayatının başka kesitleri anlatılır. Bunların hepsi Tevrat'ın temel konularıdır.

5. Yâsîn (41) Sûresi'nde "yâ sîn"den sonra Kur'ân'ın Allah tarafından indirildiği vurgulanır, onu inkâr eden müşriklerin vasıfları ve tutumları belirtilir, sonra önceki inkarcıların duRûmuna işaret olmak üzere Hz. îsâ'nın havârîlerinin çağrısını kabul etmeyen kent halkının tutumu ve sonucu anlatılır.

6. Meryem (44) Sûresi'nde, İncil'in ana konularından olan Zekeriyyâ ve Meryem öykülerinin ardından Tevrat'ın konularından olan İbrâhîm kıssasından kesitler anlatılır ve öyküleri Tevrat'ta anlatılan bir dizi Peygamber'e işaret edilir.

7. Tâhâ (45) Sûresi'nde, Kur'ân'ın, Allah'a saygılı olanlar için bir öğüt olarak indirildiği; Allah'ın gizli ve açık her şeyi bildiği vurgulandıktan sonra Tevrat'ın ana konularından olan Hz. Musa'ya bir ağaçtan İlâhî nurun görünmesi ve Musa'nın Allah'ın konuşmasını duyması kesiti anlatılır.

8. Nemi (48) Sûresi'nde "tâ sîn"den sonra yedinci âyette yine Mû-sâ'nın ateş şeklinde tecellî eden nuru görüşü ve Allah'ın hitabını duyuşu zikredilir.

9. Kasas (49) Sûresi'nde "tâ sın mîm"den sonra vahyedilenlerin, o apaçık Kitabın âyetleri olduğu vurgulanır ve Hz. Musa'nın, Firavun'un baskısı altında ezilen İsrâîloğullarına kurtarıcı bir peygamber olarak gönderildiği anlatılır.

10. Yûnus: (51) Sûresi'nde "elif lam ra"dan sonra onların, o hikmetli Kitab'ın âyetleri olduğu, kavmini uyarması için Hz. Muhamrned'e kendi diliyle vahyedildiği vurgulanır. Birçok öğütten sonra 71'nci âyetten itibaren İsrâîloğulları peygamberlerine işaretle Musa'nın kavmini kurtarma yolun*daki uğraşı anlatılır.

11. Hûd (52) Sûresi'nde "elif lam râ"dan sonra Kitab'ın âyetlerinin, Allah tarafından sağlamlaştırıldığı ve açıklandığı (yani korunarak Hz. Muhammed'in ve kavminin anlayacağı açık bir dille vahyedildiği), Allah'ın birliği ve her şeyi bildiği vurgulanır ve Nûh kıssası ayrıntılı olarak anlatılır. Sonra Hûd ve Salih (selâm onlara) kıssalarına işaret edilir, meleklerin, İbrâhîm'e (bir oğlu olacağına dair) müjde getirdikleri, haddi aşan, kötü yollara sapan Lût kavmine de azâb götürdükleri belirtilir. Şu'ayb kavmin*den, Musa'nın Firavun'la mücâdelesinden söz edildikten sonra yalanlayıcı sapıkların helak edildikleri, inananların da kurtarılıp zafere ulaştırıldığı vurgulanarak sûre bitirilir.

12. Yûsuf (53) Sûresi'nde, bu harflerin ardından sûrenin hemen tamamı, Tevrat'ta ayrıntı ile anlatılan Yûsuf(selâm ona)un öyküsüne tahsis edilmiştir.

13. Lokman (57) Sûresi'nde "elif lam mîtn"dtn sonra Kur'ân'ın, o hikmetli Kitabın âyetleri olduğu, güzel davrananlara yol gösterici olarak indirildiği vurgulanır, güzel davranan mü'minlerin vasıfları belirtilir ve bunlara örnek olarak Lokman'dan, onun hikmetinden söz edilir.

14. Mü'min (60) Sûresi'nde "hâ mîm"den sonra yine Kitab'ın, Allah tarafından indirilişi vurgulanır ve Allah'ın hikmeti, mülkün tek sahibi olduğu, gönüllerde dolaşanı bildiği belirtilir, sonra Hz. Musa'nın, peygam*ber olarak kâfir Firavun'u ve Hâmân'ı uyarmak üzere gönderilişi, Firavun'ın İsrâîloğullarına zulmü ve sonunda yaptıklarının sonucu olarak helak edilişi anlatılır.

15. Zuhruf (63) Sûresi'nde "hâ mîm"den sonra apaçık Kitabın, Araplarca anlaşılması için Arapça bir Kur'ân (okuma parçası) olarak indirildiği vurgulanır, Allah'ın, yaratıklarına olan ni'metlerine işaret edilir, buna rağmen bazı nankörlerin olumsuz davranış içine girdikleri belirtilir. Daha önceki peygamberlere, İbrâhîm, Mûsâ ve îsâ (selâm hepsine) peygam*berlere işaret edilir ve İncîl 'de aynen geçen

O gökte de Tanrı 'dır, yerde de Tanrıdır. O, hakimdir, bilendir." (Zuhruf: 63/84) âyeti ile Allah'ın tüm kâinatta hükümranlığı vurgulanır.

16.Duhân Sûresi'nde "hâ mîm"den sonra yine apaçık Kitab'ın, mübarek bir gecede indirildiği, ona inanmayanların, her tarafı kaplayan bir duman içinde azaba uğrayacakları belirtilir ve Hz. Musa'nın da Firavun'a gönderildiği, ona inanmayanların helak edildiği anlatılır.

17. Câsiye (65) Sûresi'nde "hâ mîm"den sonra o Kitab'ın, azîz ve hakîm Allah tarafından indirildiği, Allah'ın hikmetinin kanıtları vurgulanır. 16 ve 17'nci âyetlerde İsrâîloğullarına gönderilen Musa'ya Kitab'ın, hüküm ve peygamberliğin verildiği, sonra Hz. Muhammed'in de bir hukuk düzenine konulduğu, Tanrı buyruğundan ona da bir şerîat (din ve hukuk düzeni) gösterildiği belirtilir.

18. Ahkâf (66) Sûresi'nde "hâ mîm"den sonra o Kitab'ın, Allah tarafından indirildiği, Arapların, bundan önce yazılı bir Kitaplarının, bil*gilerinin bulunmadığı; bunun, Hz. Muhammed tarafından uydurulmadığı, bundan önce Hz. Musa'ya da Kitab'ın bir imâm (esas) ve rahmet olarak verildiği, bu Kitabın da onda bulunanları doğrulayıcı (onlara uygun) olarak indirildiği; İsrâîl oğullarından bir kişinin, bu Kitab'ın benzerinin kendile*rinde bulunduğunu söylediği belirtilir.

19. Secde (75) yahut diğer adıyla Fussilet Sûresi'nde "hâ mîm" den sonra yine Kur'ân'ın, çok merhametli Allah tarafından, Arapça bir okuma parçası olarak indirildiği, gökleri ve yeri yaratan ve yöneten o yüce Allah'ın, önceki kavimlere de peygamberler gönderdiği belirtilir ve Ad, Semûd kavimlerinin olumsuz davranışlarına ve bunların sonuçlarına işaret edilir. Sonra Kur'ân'ın Arapça indirilmesinin sebebi belirtilir ve Kitab'ın, Hz. Musa'ya verilmiş olduğu, fakat kavminin Kitab'da görüş ayrılığına düştük*leri anlatılır.

20. Rûm (84) Sûresi'nde "elif lam mm "den sonra yenilgiye uğrayan Rumların, yakında galip gelecekleri vurgulanır ve peygamberlerini yalan*layan eski kavimlerin yurtlarının duRûmuna işaret edilir, sonra genel pren*sipler açıklanır ve hakikatler, mesellerle anlatılır.

21. Ankebût (85) Sûresi'nde "elif lam nüm "den sonra bütün İlâhî Kitapların ortak içeriği olan Allah'a ibâdet, âhirete îman, ebeveyne iyilik, güzel davranış, olaylara sabır, hak yolunda yılmadan mücâhede belirtil*dikten sonra, 14'ncü âyetten itibaren Nûh, İbrâhîm, Lût, Ya'kûb vs. pey*gamberlerin hak yolundaki mücâhedelerine işaret edilmektedir. Bunlar da Tevrat'ın konularındandır.

22. Bakara (92) Sûresi'nde "elif lam mîm"âtn sonra kendisinde asla kuşku bulunmayan o Kitab'ın, korunanlara yol gösterici olarak indirildiği belirtilir. Korunanların vasıflarına işaret edildikten sonra münafıkların olumsuz davranışları belirtilir, sonra Tevrat'ın ana konularından olan insa*nın halîfe yapılışı; halîfe Âdem'e meleklerin secde edişi; eşiyle birlikte cennette otururken şeytâna uyarak cennetten çıkarılışı, tevbe edişi anlatılır ve İsrâîloğullarına hitaben, kendi Kitaplarına uygun olarak indirilen bu Kur'ân âyetlerini inkâr etmemeleri emredilir. Ardından da Tevrat'ta anla*tılan, İsrâîloğullarının çeşitli hayat safhalarından kesitler sunulur.

23. Âl-i İmrân (94) Sûresi'nde "elif lam mîm"den sonra gerçekleri içeren Kitab'ın, Hz. Muhammed'e vahyedildiği, kendinden önceki Tevrat'ı ve İncîl'i doğrulayıcı olarak geldiği belirtilir ve kalbleri eğri olanların, o Kitab'ın müteşâbih (benzerliğinden dolayı anlaşılması güç) âyetlerinin ardına düşerek kuşku uyandırmağa çalıştıkları belirtilir. Bazı öğüt ve hik*metlerden sonra Allah'ın seçtiği İsrail peygamberlerine, o soydan gelen Zekeriyyâ'ya, Meryem'e, Meryem'den babasız olarak îsâ'nın yaratılışına ve mu'cizelerine, havarilerine işaretle Hıristiyanlar, Kitap ehli, toplumda (müslümanlar ve Kitap ehli arasında) ortak olan tevhîd çizgisinde bir*leşmeğe da'vet edilir.

Görüldüğü üzere bu harflerin, başında geldiği sûrelerin içeriği, daha önceki Kitaplarda da bulunan ortak konulardır. Demek ki bu harflerle Kur'ân'dan önceki İlâhî Kitab'a işaret edilmiş, sonra o Kitab'ın içeriği, Arapça olarak anlatılmıştır. Zaten Kur'ân'in ona uygun olarak indirilme*sinin anlamı da budur. İşte o Kitapta bulunan, onunla ortak noktaların anlatıldığı sûrelere, -bu muhtevanın, önceki Kitab'ın içeriği olduğuna dik*kati çekmek üzere-, bu harflerle başlanmıştır.

Abdullah ibn Abbâs'm şöyle dediği rivayet edilir: "Allah ta'âlâ her Kitabı Arapça indirmiştir. Ancak Cebrâîl o Kitabı, her peygamberin diline çevirirdi ki peygamber onu, toplumuna açıklasın[14].

Özetle: Bu harflerin başında bulunduğu sûrelerde, önce bu harflerle, Araplarca mânâsı anlaşılmayan daha önceki İlâhî Kitaplara işaret edilmiş, daha sonra da onların içeriği, Arapça olarak Hz. Muhammed'e vahyedil-miştir.

Rahim sahihleri (anne tarafından akrabalar) rfa Allah'ın Kitâb 'ında birbirlerine öteki müzminlerden ve Muha*cirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız (bir vasiyyet etmeniz) hariç (yaptığınız o vasiyyet yerine getirilir). Şunlar Ki-tâb'da yazılmıştır. (Ahzâb: 97/6)

97/6'ncı açıklanan hükümlerin, Kitab'da böyle yazıldığı vurgulan*maktadır. Buradaki Kitab kelimesini, bazıları mektûb (yazılmış) şeklinde mânâlandırmışlar, yani bu hükümlerin, Allah'ın yazgısında böyle olduğu anlamına geldiğini söylemişlerdir. Katâde'ye göre bir kıraatte:

Bu, Allah katında böyle yazılmıştır" şeklindedir. Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'ye göre buradaki Kitâb ile Tevrat kasdedilmiş, yani bu hükümlerin, Tevrat'ta da böyle yazıldığı anlatılmıştır1. Bu mânâların hepsi de muhtemel olmakla beraber bizce Muhammed ibn Ka'b'ın tefsiri daha doğrudur. Çünkü Kur'ân'da Kitab kelimesiyle genellikle, Kur'ân öncesi İlâhî Kitab, Ehl-i Kitab ile de Kitab sahibi olan Yahûdî ve Hıristiyanlar kasdedilmiştir. Nitekim bir âyet sonra o Kitab'ta belirtildiği üzere Allah'ın, peygamberlerden almış olduğu söze işaret edilmektedir.

Devam edecek
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 30. January 2017, 11:28 PM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Kitâb Ehli

Ehl [15] Esas itibariyle kişinin aynı evde birlikte yaşadığı kimse*lerdir. Daha sonra mecaz olarak kişiyi başkalarıyle bir arada tutan neseb, din, meslek, köy kent gibi şeylere de ehl denmiştir. Ehl denilince ilk akla gelen anlam ailedir. Ehlu'l-beyt: ev halkı demektir. Fakat bu ta'bîr, Hz. Muhammed'in ailesi anlamında kullanılan bir terim olmuştur. Ehl aile anlamında kullanılırsa da daha ziyade kişinin karısı anla anlamına gelir. Ehl-i İslâm, İslâm dinine mensup insanlardır. Meskûn yere me'hûl (ehillenmiş) denilir. Bir yere alışan, evcil hayvanlara da ehil ve ehlî denilir. Te'ehhül evlenmek demektir. Keza ehl, bir şeyde uzmanlık için de kullanılır.

Falan bu işe ehil'dir, yani bu konuda yeterlik sahibi, uzmandır, demektir[16].

Ehlu'l-Kitâb: Kitâb sahibi demektir. Kur'ân-i Kerîm'de el-Kitâb, genelde Kur'ân'dan önceki İlâhî Kitâb anlamında, Ehlu'l-Kitâb da Tevrat'a (Mûsâ Kitâbları, ekleri ve Zebur) ve İncil'e bağlı olan Yahudiler, Hıristiyanlar anlamında kullanılmıştır. Elbette bu kelime, bütün İlâhî Kitâb sahibleri anlamını da ifade eder. Nitekim Bakara: 92/62, Mâide: 110/69'ncu âyetler, Müslüman, Yahûdî ve Hıristiyanlar yanında Sâbiîleri de Allah'a ve âhirete inanmış cennetlikler zümresinden saymaktadır. Ancak Kur'ân'ın indiği ortamda, İlâhî Kitâb olarak yalnız Tevrat ve İncîl bilindiği için Kur'ân'da bu ta'bîr, ilk anda Yahûdî ve Hıristiyanları çağrıştırmaktadır. Kur'ân onlar hakkında Ehlu'l-Kitâb ta'bîrini kullandığı gibi, özellikle onların bilginleri için Ehlu'z-Zikr (Zikir sahipleri), Ehlu'l-İlm (ilim sa*hipleri), ûtû'l-Kitâb (Kitâb verilenler), ûtû'l-ilm (ilm verilenler), er-Râsihûne fi'l-ilm (derin bilgi sahipleri) ta'bîrlerini de kullanmaktadır.

"inananlar, Yahudiler, Sabitler, Hıristiyanlar, Mecûsîler ve (Allah'a) ortak koşanlar... Allah, kıyamet günü bunlar arasında hüküm verecek(-haklıyı haksızı ortaya çıkaracaktır. Şüphesiz Allah, her şeye şahittir!" (Hac: 88/17) âyetinde Sâbiîlerden ayrı olarak Mecûsîler ve Ortakkoşanlar da anılmaktadır. Burada ilk anılan dört grup ile son grubun yani müşriklerin hükmü diğer âyetlerden belidir. Ancak Mesûsîlerin hükmü belli değildir. Çünkü bu âyet bir hüküm belirtmiyor, kimin haklı olduğunun Kıyamette belli olcacağını bildiriyor. Onun için bizce bu âyetten, Sâbiîlerin ardından anılan Mecûsîlerin, ilk dört gruptan olduğu düşüncesi ağırlık kazanmakta ise de Müşrikler de anıldığından kesin bir şey söylenememektedir. Fakat Müşriklerin hükmü kesin bellidir. Bundan dolayı Mecûsîlerin müşriklerden olmaması düşüncesi ağırlık kazanır. Nitekim Hz. Peygamber'ein de: "Mecûsîlere Kitâb ehli muamelesi yapınız" dediği rivayet edilmiştir[17]. Bunun yanında Peygamber'in, Mecûsîlerin kestiklerinin yenilmeyeceğini, kadın*larıyla evlenilmeyeceğim söylediği rivayeti de vardır[18].

Kur'ân-ı Kerîm, kendisine bağlı müslümanlar yanında Kitâb ehline de ayrıcalık tanımakta; şirk koşan kadınlarla evlenmeyi yasaklamışken, Kitâb ehlinin yiyeceklerini (kestikleri hayvanları yemeyi) ve onların kız veya kadınlarıyla evlenmeyi helâl kılmaktadır.

Ancak Peygamber'den sonra Kur'ân'ın bu hoşgörüsünden biraz ge*riye gidildiği, Peygamber'in, yarıcılık yapmalarına müsâade ettiği Hayber Yahudilerinin, gûyâ Peygamber'in söylediği ortaya atılan: "Cezîretu'l-Arab'da iki dîn birlikte olmaz."'hadîsine dayanılarak Filistin'e sürüldükleri görülmüştür.

Gerçekte mürsel (senedi kopuk) olan bu rivayet, Kur'ân'a ve Pey*gamber'in kendi uygulamasına terstir. Çünkü Peygamber, Yahudileri, kendi topraklarında yarıcılık yapmaları kaydıyla Hayber de iskân ettiği gibi, Necrân Hey'eti ve birçok Kitâb ehli kabîle ve cemâatlerle saldırmazlık ittifakı yapmıştır.

Hz. Peygamber'in temel amacı, Arap Yarımadası'nda şirkin kökünü kazımak ve toplumu tevhîd dininde birleştirmek idi.[19]

Buhârî ve Müslim'in, İbn Abbâs'tan bağlantılı senetle rivayetlerine göre Peygamber (s.a.v.) vefatında üç şey vasiyet etmiştir: "Müşrikleri Arap Ceziresi 'nden çıkarın; bölgeye gelecek delegelere benim izin verdiğim gibi izin verin; üçüncüsünü de İbn Abbâs söylememiş veya unutmuştur."[20]

Arap Cezîresi deyimi ile kasıt da Mekke, Medîne, Yemâme ve çevresidir. Bunların dışında kalana Arap Cezîresi denmez.

Her ne olursa olsun, Peygamber Aleyhisselâm'ın, Arap dilinin konu*şulduğu topraklarda iki dinin (yani tevhîd dini yanında şirk dininin) bulun*masını istemediği anlaşılmaktadır. Mâlik'in çıkardığı mürsel olan rivayette geçen iki dinden maksat, Kitap ehlinin tevhîd dini ve İslâmiyet değil, şirk ile İslâmiyettir. Yani Arap topraklarında Allah'tan başka bir tanrıya tapıl-ması istenmemiştir. "Baskı kalkıncaya ve dîn yalnız Allah'ın oluncaya (özgürce yalnız Allah'a tapılma gerçekleşinceye) dek müşriklerle savaşı*nız."3 âyeti de bunu ifâde etmektedir.

İslâm hukukunda zengin müsliimanlardan baş vergisi olarak zekât, mahsul vergisi olarak öşür alınırken Kitâb ehlinden de baş vergisi olarak cizye, mahsul vergisi olarak harâc alınmıştır.

Müslümanların egemenliğinde yaşayan Kitâb ehline zimmet ehli denilir. Yani bunlar, devletin koRûma garantisi altındadırlar. Cizyelerini verdikleri takdirde kendilerinin savaşa katılmaları gerekmez. Savaşa katıldıkları takdirde cizyeden muaftırlar.

Yasalara uygun yaşadıkları takdirde Kitâb ehli, diğer deyimle zinı-mfler, tam bir dîn ve vicdan özgürlüğü içinde olmuşlardır.

Bir adamın: "Biz, gazada zimmîlerin malı olan tavuk, koyun ele geçiriyoruz. Bunun bize günâhı yoktur, diyoruz" şeklindeki sorusu üzerine Abdullah ibn Abbâs: "Bu söz, 'Ümmîlerin malını yemek bize günâh değil*dir' diyen Kitâb ehlinin sözüne benziyor. Zimmîler cizyelerini verdikten sonra malları size helâl değildir. Ancak kendi gönül rızâlarıyla verdikleri hariç." demiştir[21].

Burada Golziher' in, İslâm Ansiklopedisi 'ndeki makalesinden bir par*ça alıntı yapmakta fayda görüyoruz:

"Hz. Ömer zamanında, yazıldığı ileri sürülen, ama gerçekte ondan sonraki dönemlere âit bulunan eski bir vesîka, İslâm âleminde çiştili dînler hakkındaki hükümlerin temelini oluşturmuştur. Serbestçe ibâdet hakkı hususunda Kitâb ehlinin, ne dereceye kadar yeni mâbedler inşâ edebile*cekleri veya eskilerini onarabilecekleri sorunu, her zaman ilk planda kalmıştır. Çeşitli dönemlerde Kitâb ehli hakkındaki hükümlerde hayli farklar görülmüştür. Bu farklı anlayışlar, özellikle Kitâb ehlinin kestiklerini yemek ile, kadınlarıyla evlenmek hususunda ortaya çıkmıştır.

İslâm âleminde çok erken zamanlardan itibaren Kitâb ehli ta'bîrinin anlamı genişletilmiştir. Peygamber'in, İran kökenli Hacar ve Bahreyn-lilerden cizye aldığı rivayetine dayanılarak müslümanlar, DMecûsîleri Kitâb ehli grupuna sokmuşlardır. Halîfe Me'mûn zamanında (215/830) Harran putperestleri, Kur'ân'da mü'min sayılan Sâbîîler grupundan kabul edil*miştir. XIV. asırda Hindistan'da bir müslüman hükümdar, Çinlilere cizye karşılığında bir pagoda yapma hakkını tanımıştı (İbn Bâtûta, IV,2) Hindis*tan'daki iç siyâsî duRûm, gerçek putperestlerin Kitâb ehli sayılmasına sebebolmuştur (aynı eser, s. 29, 223). Muhakkak ki Kitâb ehli deyiminin böyle genişletilmesi, ancak dînî hoşgörü sayesinde olmuştur."[22]

Kitâb Ehline Sorma

İbn Asâkir'in İbn Mesûd'a dayandırdığı bîr habere göre gûyâ Peygam*ber (s.a.v.): "Kitap ehline bir şey sormayın, korkarım ki onların doğru söyledikleri bir şeyi yalanlarsınız, yahut yalan söylediklerini tasdik eder*siniz. Size Kur'ân yeter. Çünkü onda sizden öncekilerin hikâyeleri, sizden sonrakilerin haberi, aranızdaki mes'elelerin çözümü vardır" demiş. Bey-hakî'nin Şu'ab'de, Deylemî'nin ve Ebû Nasr'ın da Câbir'den rivayet ettikleri bir haberde de peygamber(s.a.v.)in: "Kitap ehline bir şey sormayın, çünkü o sapık kimseler size doğru yolu göstermezler. (Onlardan sorarsanız) Ya bir bâtılı tasdik etmiş, ya da bir gerçeği yalanlamış olursunuz. Eğer Müsâ sağ olsaydı, bana uymaktan başkası ona helâl olmazdı" dediği anlatılır[23].

Bu haberlerin uydurma olduğunda kuşku yoktur. Zîrâ bunlar Kur'ân'a aykırıdır. Çünkü Kur'ân: "Bilmiyorsanız, Zikr (Kur'ân'dan önce inmiş olan Tevrat) ehline sorun"[24]; Yûnus Sûresi'nin 71-93'ncü âyetlerinde Nûh ve ondan sonra gönderilen peygamberlerin, Mûsâ-Hârûn ve İsrâîloğulla-rının kurtuluşu kıssalarına işaret ettikten sonra 94'ncü âyette:

Eğer sen' sana indirdiğimizden kuşkuda isen, senden önce Kitabı okuyanlara sor. Andolsun, sana Rabbinden hak geldi, sakın kuşkulananlardan olma! (Yûnus: 51/94) buyurmaktadır.

43- Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl, çünkü sen doğru yoldasın 44- O (Kur'ân) sana ve kavmine bir Zikir(uyarı, şan ve şerefidir ve yakında (ona uyup uymadığınızdan) sorulacaksınız- 45- Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden sor: Rahmân'dan başka tapılacak tanrılar yapmış Zuhruf

43- Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi göndermedik. Sorun, Zikir ehline; eğer bilmiyorsanız: 44- Açık kanıtları ve Kitâbları. Sana da o Zikr'i indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, tâ ki düşünüp öğüt alsınlar. (Nahl: 70/43-44)

Bu âyetlerde de, Hz. Muhammed'e gelen vahiylerin gerçekliğinden kuşkusu olan, yahut tapılacak yegâne Tanrı olan Allah'tan başka tanrı olmadığı; ya da daha önce gönderilen elçilerin de melekler değil, birtakım adamlar olduğu hususunda kuşkusu olan varsa, Kur'ân'ın anlattığı bu gerçekleri Kitâb ehline sormaları; onların da Kur'ân'ın anlattıklarını doğrulayacakları belirtilmektedir.

Kur'ân, kuşkusu olanların, kuşkularını gidermek için bilgi sahibi olan Kitâb ehline sormalarını emrederken, bâzı kişilere dayandırılan riva*yetler, Kur'ân'ın tam tersine, Kitâb ehline bir şey sormamayı ve onların söylediklerine hiç güvenmemeyi ifâde etmektedir. Ebûhüreyre'den rivayet edilen bir hadîste şöyle deniyor: "Kitap ehli, İbrânîce Tevrat okur, müslümanlara bunu Arapça açıklarlardı. Peygamber (s.a.v.): 'Kitap ehlini ne doğrulayınız, ne de yalanlayınız, fakat: Biz, bize indirilene de, size indirilene de inandık, Tanrımız ve Tanrınız, birdir, biz de O'na teslim olduk, deyiniz' buyurdu"[25]

Kur'ân, Peygamber(s.a.v.)e vahyedilen haberlerin doğruluğunu anla*mak için, bunları Kitap ehline sormasını emrederken, Peygamber nasıl: "Kitap ehline bir şey sormayın, onlar sapmışlardır" der? Adamların, din konusunda söyledikleri, uydurma, güvenilmeyecek sözler ise Kur'ân nasıl, Peygamber'e kendisine gelen vahiylerin doğruluğunu anlamak için onlara sormasını emreder? Kur'ân'ın, Kitap ehline sormayı emreden âyetlerine tamamen ters ve aynı zamanda sened bakımından da zayıf olan bu âhâd rivayetlerinin hiçbir değeri yoktur. Eğer Peygamber (s.a.v.), Kitap ehline bir şey sormayı yasaklamış, onların söylediklerine inanmamayı öğütlemiş olsaydı, bizzat kendisi onlardan bâzı haberler nakletmez ve kendisinin Ebûhüreyre, İbn Abbâs ve Übeyy ibn Ka'b gibi gözde sahâbîleri Kitap ehlinden sormaz, onların anlattıklarını aynen rivayet etmezlerdi. Oysa tefsirler, bu sahâbîlerin, Kitap ehlinden anlattıkları haberlerle doludur.

Deylemî ve Ebû Nasr'ın Câbir'e dayandırdıkları rivayetin "Mûsâ gelseydi, bana tâbi olurdu" cümlesi de açıkça, Nisa': 26, En'âm: 90'ncı âyetlere aykırıdır. O âyetlere göre Peygamber (s.a.v.), önceki peygam*berlerin metbû'u değil tâbi'idir. Ona, onların izinden gitmesi emredilmiştir. Artık Peygamber'in "Mûsâ gelseydi, bana tâbi olurdu" şeklinde övüngen bir ifâde kullanması âyetlere aykırı olduğu gibi, onun bilinen tevazuuna da aykırıdır.

Kitâb ehlinin kadınlarıyla evlenmek helâldir:

Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı.[26]

Kendilerine Kitâb verilenlerin yemeği, size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir. İnanan, namuslu, hür kadınlar ve sizden önce kendilerine Kitâb verilenlerden namuslu hür kadınlar - zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızm, namuslu bir biçimde (evlenmek üzere) mehirlerini verdiğiniz takdirde-size helâldir. Kim inanmayı kabul etmezse, onun ameli boşa çıkmıştır ve o, âhir ette kaybedenlerdendir. (Mâide: 110/5)

Mâide: 110/5'nci âyete göre Kitap ehlinin yaptığı ve pişirdiği yiye*cekler müslümanlara helâl, miislümanlann yiyecekleri de onlara helâldir. Müslümanlar, namuslu müslüman kadınlarıyla evlenebilecekleri gibi, Kitap ehli olan namuslu kadınlarla da evlenebilirler. Müslümanların bu kadınlarla ilişkisi, yalnız mehirlerini verip evlenmek suretiyle olabilir. Gayri meşru ilişki yasaktır.[27]

Kitap ehli, İlâhî Kitaba sâhibolan milletlerdir. Daha çok Yahûdî ve Hıristiyanları gösteren bu kelime, sabitleri ve doğuda İlâhî bir Kitapları olan ulusları da kapsar. Hz. Ömer, mecûsîlerin Kitap ehli olup olmadığı konusunda tereddüdetmiş, Hz. Alî,onların Kitap ehli olduğunu söylemiştir .

Hindulann, Japonların vaktiyle bir İlâhî Kitaba sâhiboldukları ihti*mali kuvvetlidir. Gerçi onların kitapları bugün asıllarından çok uzaklaş*mıştır ama bu, o milletlerin kitapsız sayılmasını gerekti.mez. Nitekim Tevrat ve İncîl de hayli değişikliğe uğramıştır ama Kur'ân-ı Kerîm, kendi indiği sırada Yahûdî ve Hıristiyanların ellerinde bulunan Kutsal Kitabı İlâhî Kitab ve ona tâbi olanları Kitab ehli kabul etmektedir.

Bazı müfessir ve fâkîhler, yiyeceklerinin ve kadınlarının helâl kılın*dığı Kitap ehlinin, Tevrat ve İncîl'e tahrif girmezden önceki Kitap ehli mi, yoksa genel olarak bütün Kitap ehli mi olduğu konusunda tartışmışlardır. Fakat bu tartışmanın hiçbir anlamı yoktur. Yüce Allah, Kur'ân'ın indiği zamanda Kitap ehlinin yiyeceklerini yemeyi ve kadınlarıyla evlenmeyi helâl kılmıştır. Kur'ân, o zamanki Kitap ehlinin çeşitli fırkalara ayrılmış olduğunu, üçlemeye inandıklarını, kitaplarının bir kısmını unuttuklarını, onu layıkıyla uygulamadıklarını, gerek Mâide Sûresi'nde, gerek başka sûrelerde söylemiştir.

Buna rağmen Kur'ân, üçlemeye inanan veya İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu söyleyen Hıristiyanları kâfir (nankör) kabul etmekle beraber müşrik saymamıştır. Bundan dolayı Kitap ehlini müşriklerle bir tutmak doğru değildir. Bazılarının iddia ettikleri gibi âyetler arasında nesih ve tahsis yoktur.

Kitap ehliyle evlenen sahâbîler olmuş, diğer sahâbiler buna itiraz etmemişlerdir. Bu duRûm, Kitap ehli kadınlarla evlenmenin caiz olduğu konusunda ashabın icmâ'ı (oybirliği) demektir. Ashâbdan Huzeyfe'nin, bir Yahûdî kadınla evlendiği, Hz. Ömer'in, kendisine bu kadını boşamasını yazdığı, Huzeyfe'nin: "Bunu haram mı sanıyorsun?" sorusu üzerine Hz. Ömer'in: "Hayır ama yabancı kadınlarla evlenmenin yaygınlaşıp müslüman kadınlara rağbet edilmeyeceğinden korkuyoRûm" dediği anlatılmaktadır. Câbir de: "Biz Kitap ehlinin kadınlarıyla evleniriz ama onlar bizim kadın*larımızla evlenemezler" dediği, Hz. Ömer'in de benzeri bir söz söylediği rivayet edilmiştir[28].

Mâide 110/5. âyet Kitap ehli kadınlarla evlenmeğe müsâade etmiştir ama müslümanların, Kitap ehli erkeklere kız vermeleri hususunda bir açıklama yapmamıştır. Câbir'in, biraz önce kaydettiğimiz sözü de müslü*man kadınların hiçbir kimse ile evlenemeyeceğini gösterir. Buna göre müslüman bir kız veya kadın, Kitap ehli bir erkekle evlendiği takdirde doğacak çocuklar, küfürle bulanmış bir dine sokulmuş olurlar. Hz. Ömer, toplumu bozar, müslüman kadınlar ihmal edilip başka kadınlarla evlenme eğilimi yayılır endişesiyle Kitap ehli kadınlarla

[29]


Kitâb Ehline Yasal Özerklik:


42- Yalana kulak verirler, haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir; eğer onlardan yüz çevirirsen, sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hüküm ver. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. 43-İçinde Allah 'in hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken seni nasıl hakem yapıyorlar, ondan sonra da (verdiğin hükümden) dö*nüyorlar. Onlar inanıcı değillerdir. (Mâide: 110/42-43)

49- Aralarında Allah 'in indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allah 'in indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın! Eğer dönerlerse bil ki Allah, bazı günâhları yüzünden onları felâkete uğratmak istiyordur. Zaten insanlardan çoğu, yoldan çıkmışlardır. 50-Yoksa câhiliyye hükmünü mü arıyorlar? İyi bilen bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir? (Mâide: 110/49-50)


Kitâb Ehlinin İyileri:


önce kendilerine Kitap verdiklerimiz, o(Kur'ân)a inanırlar. 53- Onlara {Kur'ân) okunduğu zaman: "Ona inandık, o, Rabb'imizden gelen gerçektir... Zaten biz ondan önce de müslümanlar idik." derler. 54- İşte onlara, sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki kez verilir; onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (hayır yoluna) harcarlar. 55-Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: "Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun (haydi hoşça kalın), biz cahiller(le sohpet etmey)i istemeyiz" derler. (Kasas: 49/52-55)

Bu âyetlerde önceden kendilerine Kitap verilmiş olanların, Kur'ân'a inandıkları, kendilerine Kur'ân okunduğu zaman onun, Allah katından gelen gerçek olduğunu kabul ettikleri; hem kendi Kitaplarına, hem de Kur'ân'a inanıp imanlarında sebat ettiklerinden, kötülüğü iyilikle savmağa çalıştıklarından dolayı onlara iki kez sevap verileceği belirtiliyor. Onların boş sözlere dalanlara rastlayınca selâm verip geçtikleri anlatılmaktadır.

Bu âyetlerde Kur'ân'in vahiy olduğuna inandıkları belirtilen Kitap ehlinin kimler olduğu hakkında çeşitli rivayetler vardır. Kimine göre bunlar Necrân'dan gelen hmstiyan hey'etidir. Kimine göre bunlar, Hudeybiye Barışından sonra, Ebû Tâlib oğlu Ca'fer ile birlikte Habeşistan'dan gelen otuziki kişilik bir hırıstiyan cemâatidir. Sekiz kişi de Şam'dan gelmiş, böylece sayıları kırka varmıştır. Muhammed ibn İshâk'a göre bunlar, Peygamber'in durumunu öğrenmek üzere Habeşistan'dan gelen ve Peygam-ber'i dinledikten sonra müslüman olan, Necâşî'nin gönderdiği oniki kişilik Habeş Hıristiyan hey'etidir. Mâide: 110/82-85'nci âyetlerin de bunlar hakkında indiği rivayet edilir.[1] Kimine göre de bunlar, Selmân-ı Fârisî ve Abdullah ibn Selâm'ın dahil olduğu bir gruptur.[2] Bu rivayetlere göre bu âyetlerin Medine'de inmiş olması gerekir1. Oysa âyetler, içinde bulunduğu konuya sıkı sıkıya bağlıdır ve Sûre de Mekke sûrelerindendir. Zaten üslûp da Mekke üslûbudur.

54'ncü âyette Sabrettiklerinden dolayı onlara iki kez sevâb verilecektir" denmesi, bu insanların baskı altında bulunduklarını gösterir. Hıristiyan ülkesi olan Şam'dan veya Ha*beşistan'dan gelen Hıristiyanların baskı altında bulunması söz konusu değildi.

O halde bunlar, ne Habeşistan'dan, ne de Şam'dan gelen hey'etler değil, Mekke'de hem kendi Kitaplarına, hem de Hz. Muhammed'e vahye-dilenlere inanan bazı Kitap ehli kimselerdir. Nitekim Mekke'de inmiş olan En'âm: 55/114'ncii, İsrâ: 50/107-109'ncu âyetleri de Mekke'de Kitap ehlinden bazı kimselerin, Kur'ân'ın Allah tarafından vahyedildiğine tanıklık ettiklerini bildirmektedir. Aynı durumu bildiren bu 52-53'ncU âyetlerin de Mekke'de indiği anlaşılmaktadır.

Kur'ân'ı dinleyen bu insanlar, dinlediklerini anlayıp bundan etkilen*diklerine göre, bunlar, yabancı değil, Arap kökenli olmalıdır. Bu takdirde de bunlar eğer, Mekke'de oturan bazı Kitap ehli kimseler değil de başka yerden gelmiş hey'et ise bunun, Şam tarafından, Süryânî-Arâmî gibi Arap soyundan bir hırıstiyan hey'eti olma olasılığı güçlenmektedir.

Musa'ya verilen bir Kitap gibi Hz. Muhammed'e bir kitap verilmediği bahanesiyle onu inkâr eden müşrikleri reddeden bu âyetler, Kitap ehlinin, Kur'ân'ın Allah tarafından gelen gerçek olduğunu kabul etmelerini, Kur'*ân'ın Tanrı vahyi olduğunun kanıtı göstermektedir. Yani: Ey Mekke halkı, siz bunun, Musa'ya verilen Kitap gibi olmadığını iddia ederek buna inan*mıyorsunuz ama Mûsâ Kitabının bağlıları, bunun aynen Musa'ya verilen Kitap gibi Hak tarafından gelen gerçek olduğunu kabul ediyorlar, demektir. Aynı husus: 107- De ki: 'Siz ister ona inanın, ister inanmayın. O, daha önce kendilerine bilgi verilenlere okunduğu zaman onlar, derhal çeneleri üstüne secdeye kapanırlar: 108- 'Rabbimizin şâm yücedir, gerçekten Rabbimizin sözü mutlaka yerine getirilir!' derler. Ağla*yarak çeneleri üstüne secdeye kapanırlar ve Kur'ân. onların derin saygısın: artırır." (İsrâ: 50/107-100) âyetlerinde ifade edildiği gibi, De ki: Hiç düşündünüz mü: Eğer bu Kur'ân, Allah katından olduğu halde siz onu tanımamışsanız; İsrâîloğutlarından bir şâhid de bunun benzerin(in Tevrat'ta bulunduğun)a tanık olup inandığı halde siz inanmağa tenezzül etmemişseniz durumunuz nice olur?" (Ahkâf: 66/10) ma hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta durup Allah'ın âyetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır. 114- Onlar, Allah'a ve âhir el gününe inanır, iyiliği emreder, kötülükten men'ederler; hayır işlerine koşarlar. İşte onlar iyilerdendir. 115- Yapacakları hiçbir iyilik inkar edilmeyecektir. Şüphesiz Allah, koru*nanları bilmektedir. (Âl-i İmrân: 94/113-115) âyetlerinde de Kitap ehli içinde bulunan iyi niyetli insanlar öviilmektedir.

Öyle ise Kur'ân'ın Allah tarafından gönderildiğini kabul eden bu Kitap ehli kimseler, Necrân'dan, yahut Habeşistan'dan veya Şam'dan gelen bir hey'et değil, Mekke'de bulunan bazı Yahûdî ve Hıristiyanlardır. Mek*ke'de bazı Hıristiyanların bulunduğunu çeşitli vesilelerle anlatmıştık. Hz. Hadîce'nin akrabası olan Varaka ibn Nevfel de bunlardan idi. O da Hz. Muhammed'in peygamber, ona gelen vahyin hak olduğunu kabul etmişti. Buhârî'nin, Vahyin Başlangıcı babı, bu rivayetle başlar.

Hattâ Nahl: 70/103'ncü âyette işaret edildiği üzere, Mekke müşrikleri, Peygamber'in, vahiy sözlerini, Mekke'de demircilik yapan, Rum asıllı bir hırıstiyan köleden öğrendiğini iddia etmişlerdi.

Ahkâf: 66/10'ncu âyetten, Mekke'de oturan veya Mekke'ye gelen bazı Yahûdîlerin bulunduğu ve bunlardan bazılarının, Kur'ân'a inanmış olduğu anlaşılıyor. Bunların Kur'ân'a inanmış olması, dinlerini bıraktıkları anlamına gelmez. Kur'ân onları, kendi Kitaplarına bağlı kaldıkları halde Kur'ân'ın da hak olduğunu kabul ettiklerinden dolayı övmekte ama yine onları Kitap ehli olarak tanımlamaktadır. Eğer miisliiman olsalardı, onlara artık Kitap ehli denmezdi. Ama bunların, tevhîd ehli (monofizit) oldukları anlaşılmaktadır ki Kur'ân. bütün tevhîd ehlini miisliiman kabul etmektedir. Onların: "Biz. zaten daha önce Allah'a teslim olmuştuk." sözlerinden de Allah'a tapan Kitap ehlinin miislüman sayıldığını gösterir ki zaten bunun kanıtları pek çoktur.

İnsanlar içerisinde, inananlara en yaman düşman olarak Yahudileri ve (Allah'a) ortak koşanları bulursun. İnananlara sevgice en yakınları da "Biz. Hıristiyanlarız" diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar. 83- Resul'e indirilen(Kur'ân)ı dinledikleri zaman, tanıdıkları gerçekten dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Derler ki: "Rabb'imiz, inandık, bizi şahitlerle beraber yaz!" 84- "Biz, Rabb'imizin bizi iyiler arasına katmasını umarken neden Allah'a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?" 85- Bu sözlerinden dolayı Allah onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler verdi. Güzel hareket edenlerin mükâfatı işte budur! (Mâide: 110/82-85)

Bu âyetlerde müslümanların en yaman düşmanlarının Yahûdîler ve müşrikler; en yakın dostlarının da Hıristiyanlar olduğu; onların bu dost*luklarının da kendilerini Allah'a vermiş, alçakgönüllü kıssîs ve râhiblerden kaynaklandığı belirtiliyor ve Peygamber'i dinleyen o insanların, duydukları gerçekler karşısında etkilenip ağladıkları, gerçeği kabul eden o haksever insanların: "Hak bize geldikten sonra ve biz, Rabb'imizin bizi sâlihler arasına katmasını isteyip dururken niçin Allah'a inanmayalım?" dedikleri, Allah'ın da bu sözlerinden dolayı onlara, altlarından ırmaklar akan cennetler verdiği; Allah'ın güzel davrananları işte böyle ödüllendireceği belirtiliyor.

Yahudilerin Peygamber'e düşmanlıkları, dünya tutkusundan, ege*menliklerini yitirmelerinden kaynaklanıyordu. Hıristiyanlara gelince: Peygamber'in bulunduğu bölgede, kâh Yahûdîlerin, kâh İranlıların baskısına ma'rûz kalıp hayli ezilmiş olan Hıristiyanlar, inançlarında hatâ olmakla beraber Hz. İsa'nın öğütleri gereği, dünya düşkünü değillerdi, özellikle, dünyadan kendilerini dünyadan soyutlayıp dağlarda, mağaralarda ibâdet ve uzlete çekiliyorlardı. İşte Allah sevgisi ve hak aşkı ile dolu bu insanlar, Peygamber'den duydukları vahiyden etkilenip, onun, melek vahyi olduğunu anlayarak Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu kabul etmişlerdi. Zîrâ peygamberleri Hz. Isâ: "Kötüye karşı koma; ve senin sağ yanağına kim vurursa ona ötekini de çevir. Ve eğer biri seninle mahkemeye gidip senin gömleğini almak isterse ona abanı da bırak. Ve kim seni bir mil gitmeğe zorlarsa onunla iki mil git. Senden dileyene ver, senden ödünç isteyenden yüz çevirme!", "izi lanetleyenlere kutluluk dileyin. Size kötülük edenler \ararına duâ edin....İnsanlar in size nasıl davranmasını istiyorsanız , siz de onlara öyle davranın. Yalnız sizi sevenleri severseniz ne yararınız our? Çünkü günâkârlar bile kendilerini sevenleri severler. Yalnız size iyilik edenlere iyilik ederseniz, ne yararınız olur? Günahkârlar da aynı şeyi yapıyorlar. Yalnız geri alacağınızı umduğunuz kişilere ödünç verir*seniz, ne yararınız olur? Günahkârlar da geri almayı umarak günahlılara ödünç verirler. Ama siz düşmanlarınızı sevin, hiçbir şey beklemeden ödünç verin. Karşılığınız büyük olacak ve sizlere Yüce Olan'in oğulları (kulları) denecek. Çünkü O, iyilik bilmezlere ve kötülere karşı da iyi yüreklidir. Babanız (Rabbınız) sevecen olduğu gibi siz de sevecen olasınız.."[3] diyecek kadar insan sevgisi aşılamıştı. Onun öğütlerinden ve teblîğ ettiği dinin ruhundan ayrılmayan insanların yüreklerinde şefkat olur. Yüce Allah: "Arkalarından Meryem oğlu İsa'yı da gönderdik; Ona İncil'i verdik ve ona uyanların kalblerine şefkat ve rahmet (acıma duygusu) koyduk..."[4] buyurmuştur.

Hz. îsâ'nm bu öğütleri, "Eğer (borçlu) darlık içinde ise, bir kolaylığa çıkıncaya kadar beklemek (lâzımdır). Eğer bilirseniz (verdiğiniz borcu, eli darda olan borçluya) sadaka olarak bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır."[5] âyetinde ve benzeri âyetlerde tavsiye edilmektedir.

İşte Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinde bu sevgi ruhunu taşıyan bazı kıssîslerin ve rahiplerin de teşvik ve telkinleriyle Hıristiyanlar, müslümanlara dostça davranmışlardır. İçlerinden hey'etler gelip Allah'ın Elçisi ile görüşmüş, Kur'ân dinlemiş, kimileri miislüman olmuş, kimileri hırıstiyan kalmakla beraber Allah Elçisi'nin peygamberliğini kabul etmişlerdir. Nec-ran hey'eti böyledir. Bu âyetlerde anlatılan Kitap ehli insanların da kendi dinlerini bıraktıkları izlenimi doğmamaktadır. Ancak bunlar Hz. Muhammed'e gelen sözlerin vahiy olduğunu kabul etmişlerdir. Eğer müslüman olsalardı, Kur'ân onlara Hıristiyanlar demezdi.

Demek ki Medîne devrinin sonlarına doğru. Allah Elçisi'nin peygambertiği, Arap Yarımadasının her yanında duyulmağa ve kendisine, çeşitli yerlerden akın akın hey'etler gelmeğe başlamıştı. Muhammed İzzet Derveze'ye göre bu hey'etlerin gelmesinde, Allah Elçisi'nin çeşitli bölgelere gönderdiği mektupların da etkisi olmuştur,

Demek ki gerek Mekke, gerek Medîne döneminde Kitap ehlinden bazı kimseler, Hz. Peygamber(s.a.v.)e gelip Kur'ân dinlemiş ve onun peygamberliğine inanmışlardır. Bu da Kur'ân'm, ard düşüncelerden uzak, sağduyu sahibi Kitap ehli üzerinde derin etki bıraktığını gösterir.

Kur'ân âyetlerinden, Hz. Peygamber döneminde Hicaz bölgesinde yaşayan hırıstiyan cemâatinden bazı kimselerin müslüman olduğu anlaşılır. Yahut dinlerini değiştirmeseler dahi Hz. Muhammed'in peygamberliğini kabul ettikleri anlaşılır. Habeş Kralı Eshame ve çevresindeki din adamları da. oraya gitmiş olan miislümanlardan Kur'ân dinleyince, bunun vahiy eseri olduğunu kabul etmiş, yurtlarına göçmüş olan müsllimanlara özgürlük tanımış, iyi muamele etmişlerdi. Peygamber'den kısa bir süre sonra Şam, Mısır, kuzey Afrika fethedilmiş, buralarda yaşayan halktan dileyen kendi dininde kalmış, fakat büyük çoğunluk müslüman olmuştur,

Tabii kiliselerin, manastırların elinde büyük servetler vardı. Din vergisi adı altında kilise örgütlerine akan paralar, din öğütlerini güçlen*dirmişti. Bu serveti kaçırmak istemeyenler, halkın müslüman olmasını engelliyor, müslümanlığı halka ters gösteriyorlardı. "Ey inananlar, haham*ların ve râhiblerin birçoğu, halkın mallarını bâtıl sebeplerle yiyorlar ve Allah'ın yoluna enııel oluyorlar.'[6] âyetinin de işaret ettiği üzere Avrupa'da birçok okulları, hastaneleri ve mağazaları mülkiyetleri altında bulunduran kilise örgütü, bu hazineleri kaçırmamak için İslâmiyet aleyhinde geniş propagandalar yaptırmıştır. Fakat vicdanıyla başbaşa kalıp İslâm'ı düşünen Hıristiyanlar, hakkı kabul etmektedirler. Hakka engel olan, dünyâ tutkusu, bencilliktir.

Kur'ân, İlâhî Kitapları ve onların samimi bağlılarını övgü ile anar. Onlardan istenen, hiçbir hftk söze karşı çıkmamaları, Hakk'a çağırana engel olmamalarıdır, İslâm'a karşı olmadıkları takdirde, kendi şerîatlerinin hükümleriyle de amel etseler, yine cennete giderler, Yeter ki tevhîd çizgisinden ayrılmasın ve Hak sösiine, Allah'ın yoluna engel olmasınlar.

Bu, yalnız Kitap ehli için söylenecek söz değildir, Her hak din sahibinin, daha genel ifade ile tevhîd dini mensuplarının birbirlerine karşılıklı sevgi ve saygı beslemeleri gerekir, l'cvhid (çizgisinde Allah'a ibâdet eden Hıristiyanları cehennem ehli. İncil'i uydurma kabul eden müslüman da Kur'ân'ın düşünce çizgisinden ayrılmış, dinsel egoizm içinde hareket eden sapık düşünceli insandır. Peygamberler birbirinin misyonunu tamam*larken, onların mensuplarının birbirlerine düşmanca bakmaları, Hakk'ın muradına uygun olamaz. Kur'ân tevhîd ehlini birliğe çağırmaktadır:

Pe ki; "Ey Kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: "Yalnız. Allah'a tapalım. O'na hiçbirşeyi ortak koşmayalım; birbirimizi Allah 'lan başka tanrılar edinme*yelim," Eğer yüz çevirirlerse; "Şâhid olun, biz miislümanlartz!" deyin. (Âl-iİmrön; 94/64)

Son zamanlarda müsliimnn hırıstiyan yakınlaşmasına doğru bazı adımların atıldığı görülmektedir. Kur'ân da zaten bunu istiyor. Bunun için Hıristiyanların, artık İslftm düşmanlığına son verip Hz, Peygamber dönemindeki Hıristiyanlar gibi davranmaları, müslumanların da onlara karşı hoşgörülü olmaları lâzım ve bütün tevhîd dinlerinin gereği olduğu kanısındayız,

Bu konuda Din Birliği maddesine bakabilirsiniz. [7]


Devam edecek
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 30. January 2017, 11:31 PM   #5
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Kitap Ehlinin Olumsuz Davranışları

87- Andolsun, Musa'ya Kitâb'ı verdik, arkasından peygamberler gönderdik. Meryem oğlu isa'ya da açık deliller verdik ve onu Ruhül-Kudüs ile destekledik. Ne zaman ki, bir peygamber, size canınızın istemediği bir şey getirdiyse büyüklük taslamadınız mı? Kimini yalanla*dınız, kimini de öldürüyordunuz? 88- "Kalbleriniz, perdelidir," dediler. Hayır, ama inkârlarından dolayı Allah onları lanetlemiştir, artık çok az inanırlar. 89- Ne zaman ki onlara Allah katından, yanlarında bulunan(Tevrât)ı doğrulayıcı bir Kitâb (Kur'ân) geldi, daha önce inkar edenlere karşı yardım isteyip dururlarken o bildikleri (Kur'ân) kendilerine gelince onu inkâr ettiler; artık Allah'ın laneti, inkarcıların üzerine olsun! 90- Allah'ın, kullarından dilediğine lütfuyla (vahiy) indirmesini çekemeyerek, Allah'ın indirdiğini inkâr etmek için kendilerini ne alçak şeye sattılar da gazab üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenler için alçaltıcı bir azab vardır. 91-Onlara: "Allah'ın indirdiğine inanın!" denilse, "Bize indirilene inanırız." derler, ötesini kabul etmezler. Halbuki o, kendi yanlarında bulunanı doğru*layıcı bir gerçektir. De ki: "Gerçekten inanıyor idiyseniz neden daha önce Allah'in peygamberlerini öldürüyordunuz?" 92- "Andolsun Mûsâ, size açık deliller getirmişti, sonra onun ardından tuttunuz buzağıya taptınız; siz öyle zalimlersiniz işte!" 93- Bir zaman üzerinize Tur(dağın)ı kaldırıp sizden kesin söz almıştık: "Size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun, dinleyin!" (demiştik). "Dinledik ve isyan ettik." dediler. İnkarlarıyla kalblerine buzağı sevgisi içirildi. De ki: "Eğer inanan kimseler iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor." (Bakara: 92/87-93)

Nankör olan bazı Kitâb ehli kimseler de, müşrikler de size Rabb'inizden bir hayır indirilmesini iste*mezler. Oysa Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, büyük lütuf sahibidir. (Bakara: 92/105) 142- İnsanlardan bazı

beyinsizler: "Onları üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da batı da Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola iletir."... 145- Sen kitab verilenlere her türlü âyeti (mucizeyi, delili) getirsen

yine onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, o takdirde sen, mutlaka zalimlerden olursun. (Bakara: 92/142,145)

" Eğer Kitâb ehli inanıp (Allah'ın azabından) korunsalardı, onların kötülüklerinden geçerdik ve onları ni'meti bol cennetlere sokardık. 66- Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı, muhakkak ki üstlerinde(ki ağaçların meyvelerinde)n ve ayaklarının altın(daki ürün*lerden yerlerdi. İçlerinde tutumlu (ılımlı) bir ümmet var, ama onlardan çoğu, ne kötü işler yapıyorlar? (Mâide: 110/65-66) âyetlerinde Kitap ehli, kendi kitaplarının hükümlerini uygulamaya teşvik edilmekte; başlarına gelen felâketlerin, Kitaplarının hükmünden ayrılmaları sonucu olduğu; şayet Tevrat'ın ve İncîl'in hükümlerini gereğince uygulasalar, sıkıntıya düşmemiş olacakları, bolluk içinde yaşatılacakları vurgulanmaktadır. [8]



Kitâb'ın Geçtiği Âyetler:


Müddessir: 4/31; A'râf: 39/37, 169, 170, 196; Furkân: 42/35; Fâtır: 43/25, 29, 31, 32; Meryem: 44/12, 16, 30, 41, 51, 54, 56; Şu'arâ: 47/2; Nemi: 48/1,40; İsrâ: 50/2, 4. Yûnus: 51/1, 37, 61, 94; Hûd: 52/17, 110; Yûsuf: 53/1; Duhân: 64/1-2[9]



Tanrısal Bilgi, Kader Anlamında Kitap:


Hiçbir kent yoktur ki biz, Kıyamet gününden önce onu yok edecek, yahut ona şiddetli bir şekilde azâbedecek olmayalım. Bu, Kitapta yazılmıştır. (İsrâ: 50/58)

' Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır. Sonra (onlar), Rablerifnin huzûru)na toplanacaklardır. (En'âm: 55/38)

Bu âyetlerde, her kentin, mutlaka Kıyametten önce ya helak edileceği, yahut şiddetli azaba uğrayacağı, bunun Kitapta böyle yazılmış olduğu bildirilmektedir. Sözgeliminden, bu âyetin, Hz. Muhammed'in çağrısını kabul etmeyen müşriklere bir uyarı olduğu anlaşılmaktadır. Bu âyetlerde geçen Kitab, Allah'ın planı, kader defteri, yasasıdır. [10]



Kitâb'ın Sağdan Verilmesi:


Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? 13- Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek, 14- Yahut açlık gününde doyurmaktır: 15- Akraba olan yetîmi, 16- Yahut hiçbir şeyi olmayan yoksulu. 17- Sonra inanıp birbirlerine sabır tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmak. 18- İşte onlar sağın adamlarıdır (Kitabı sağından verilen uğurlu kişilerdir). (Beled: 35/12-18)

Beled: 35/12-18'nci âyetlerde sarp yokuş diye nitelendirilen zor, fakat ideal huyları uygulayan, yani köleleri özgürlüğe kavuşturan, darda kalmış yetimlere, yoksullara yardım eden, inanıp hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin, sağcı (kitabı sağ yanından verilen uğurlu) insanlar oldukları vurgulanmaktadır.

Son âyette el-meymene sağ anlamına geldiği gibi, uğurlu anlamına da gelir. Arapçada sağ taraf uğur ifâde eder. Âhirette İlâhî Mahkemenin kararı veya insanın eylem kütüğü, sağ tarafından verilenler, işte âyette anılan vasıfları taşıyan iyi insanlardır. Daha sonra inen Vâkı'a Sûresi'nde de bu husus açılır:

Olacak vak'a olduğu (Kıyamet koptuğu) zaman, 2- Onun oluşunu yalan*layacak yoktur. 3- O alçaltıcı, yükselticidir (yerleri alt üst eder), 4- Yer şiddetle sarsıldığı, 5- Dağlar serpildikçe serpildiği, 6- Dağılan toz duman haline geldiği, 7- Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman; 8- Sağın adamları (amel defterleri sağ tarafından verilenler), ne uğurlulardır onlar! 9- Solun adamları (amel defterleri sol tarafından verilenler), ne uğursuzlardır onlar!

(Vâkı'a: 46/1-9)

Bu âyetlerde mutlaka vukubulacak olan Kıyametin, kimilerini alçaltıp kimilerini yükselteceği; yerin sarsılıp dağların savrulduğu o zaman insan*ların üç grup olacağı bildirildikten sonra ashabı meymeneden takdirle, ashabı meş'eme'den de yergi ile söz edilmektedir.

Meymene, şum'un tersi olan yümn'den veya sağ taraf anlamındaki yemîn'den türemiş olabilir. Birinci takdirde meymeneciler, uğurlu kimseler, uğurlu yerde duranlar demektir. Meş'eme de şûm'öan türediği takdirde uğursuzluk, uğursuzluk yeri, yahut sol taraf anlamına gelir. Ashâbu'l-mey-mene: uğurlular veya amel defterleri sağ taraflarından verilmiş olanlar; ashâbu'l-meş'eme de uğursuzlar veya amel defterleri sol taraflarından verilmiş olanlardır. Sabıklar ise önce inananlar, hayır işlerinde en ileri geçenler, en yüksek ma'nevî dereceye erenlerdir.

Sağın adamları, nedir o sağın adamları! 28- (Onlar) Dikensiz kirazlar, 29- (Kökünden tepesine kadar) Meyva istifli muzlar, 30- Uzamış gölge(ler), 31- Fışkıran sular, 32- Pek çok mevya arasında; 33- Tükenmeyen ve yasaklanmayan! 34- Ve yükseltilmiş döşekler üstündedirler. 35- Biz (oradaki) kadınları da yeniden bir güzel inşâ' etmişiz, 36- Onları bakireler yapmışızdır. 37- Hep yaşıt sevgililer; 38- Sağın adamları için. 39- (Bu sağcıların) Bir bölümü öncekilerdendir. 40- Bir bölümü de sonrakilerden*dir. (Vâkı'a: 46/27-40)

Önceki âyetlerde Kıyamette insanların üç grup olacağı bildirilmişti. Bunlar sabıklar, sağcılar ve solculardır. 11-26'ncı âyetlerde cennetliklerin en faziletlileri olan sabıkların cennetteki makamı tasvir edilmişti. Bu âyetlerde de onların biraz altında bulunan, fakat solcuların karşıtı olan sağcıların cennetteki makamları tasvir edilmektedir. [11]



Kur'ân-I Kerîm'de Sağcı Ta'bîri, Amel Defterleri Sağ Tarafından Verilen Kimseleri Belirtir:


Her milletin önderini çağırdığımız gün kimlerin Kitâb'ı sağından verilirse işte onlar, Kitaplarını okurlar ve en ufak bir haksızlığa uğratıl*mazlar. (İsrâ: 50/71)

Kitâb'ı sağından verilen:

"Alın Kitâb'ı mı okuyun" der. 20- "Ben hesabımla karşılaşacağımı sezmiştim zaten." 21- Artık o, memnunluk verici bir yaşam içindedir. 22- Yüksek bir bahçede. 23- Ki devşirmesi kolay (meyvaları yakın. Oturan, elini uzatıp alabilir). 24- "Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yeyin, için!" 25- Kitâb'ı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke bana Kitâb'ı m verilmeseydi!" 26- "Şu hesabımı hiç bilmemiş olsaydım!" 27- "Keşke (ölüm) işimi bitirmiş olsaydı!" 28- "Malım bana hiçbir yarar sağlamadı." 29-"Gücüm (saltanatım) benden yok olup gitti." (Hakka: 78/19-29)

O zaman Kimin Kitâb'ı sağından verilirse: 8- O, kolay bir hesaba çekilecek, 9- Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir. 10-Kimin Kitâb'ı arka tarafından verilirse. ll-O, ölümü çağıracak, 12- Ve alevli ateşe girecektir. 13- Çünkü o, (dünyâda) ailesi arasında (şımarık ve) sevinçli idi. 14- O, hiç (Rabb'ine) dönmeyeceğini sanmıştı. 15- Hayır, (düşündüğü gibi değildi, Rabb'ine dönecekti). Rabb'i O'nu görmekte idi. (İnşikâk: 83/7-15) âyetleri, sağcılar ve solcular deyimiyle kimlerin kasdedil-diğini açıklamaktadır.

Cennetliklerin kitapları sağ taraflarından verilir. Çünkü Arap toplu*munda sağ taraf uğur yeri olarak kabul edilir, sağdan uğur, soldan uğur*suzluk geleceğine inanılırdı. Toplumun bu anlayışına uygun olarak iyi kişilerin amel defterleri sağdan verilmekte, böylece onlara hayırlar, mükâ*fatlar verileceği, defterlerinin temiz olduğu anlatılmaktadır. İşte kitapları sağ taraflarından verilen iyi insanlar da cennette sidr-i mahdûd (meyva dolu kiraz), talh-i mandûd (muz), zıll-i memdûd (uzamış gölge) ve mâ-i meskûb (yüksekten akan su, çağlayan) arasındadırlar.

İsrâ: 50/71 de Allah'ın Kıyamet gününde her milleti, kendi imamı (önderi) ile çağıracağı, o zaman Kitabı sağından verilenlerin, kitaplarını sevinçle okuyacakları; onlara hiç haksızlık edilmeyeceği vurgulanmaktadır.

Hakka: 78/19-24. âyetlerde Yüce Mahkemeye sevk edilen herkese, dünyâda işlediği işlerin Kitabının (tutanağının) verileceği belirtilmektedir. Bu, aynı zamanda İlâhî Mahkemenin karar defteridir. Kiminin tutanağı sağından, kiminin solundan verilir. Eylemlerinin tutanağı sağ tarafından verilmiş olan, sevincinden, defterini başkalarına da gösterir. '"Alın Kitâb'ımı okuyun. Ben hesabımla karşılaşacağımı anlamıştım zaten.' der." O kimse mutlu bir yaşam içerisinde, devşirilecek meyvaları aşağıya sarkmış, kolaylıkla uzanıp alınabilen yüksek bahçelerde bulunurlar ve onlara: Geçirdikleri dünyâ günlerinde yaptıkları güzel işlerden dolayı şimdi bahçede afiyetle yeyip içmeleri söylenir.

Fakat yüce Dîvanda amel defteri sol tarafından verilmiş olan kimse, dünyâda yaptıkları işleri o defterde görünce: Keşke bu defter hiç kendisine verilmeseydi, keşke bu hesabıyla karşılaşmasaydı, keşke ölüm son olsaydı, ölümden sonra bir daha yaşamak olmasaydı diye temenni eder. Malının, kendisine bir yarar sağlamadığını, kudret ve otoritesinin gittiğini, yahut tutunacak, kendisini savunacak bir delîli kalmadığını söyleyerek durumuna üzülür. Fakat Yüce Mahkemenin hâkimi olan Allah, cehennemin gardiyan*ları olan zebânîlere: Dünyâda büyük Allah'a inanmayan, yoksula yemek vermeğe, yardım etmeye ön ayak olmayan o suçluyu, ellerine kelepçe vurarak cehenneme atmalarını ve yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire vurmalarını, bu zindanda ona hamım (sadık dost veya soğuk su) olmadığını, ğıslîn(irin, kusmuk)den başka yiyecek de bulunmadığını buyurur.

İnşikâk: 83/7-15'nci âyetlerde: dünyâda yaptığı eylemlerin kayıt defteri sağ eline verilen kimsenin, kolay bir hesaba çekileceği; o hesabı vermekte bir zorluk çekmeyeceği; Mahkeme sonucundan sevinçli olarak ailesine döneceği; fakat Kitabı arka tarafından verilen kimsenin, üzüntüden ölümü çağıracağı: keşke ölsem de bu durumdan kurtul sam diyeceği; ama bu yakınmanın kendisine hiçbir yararı olmayacağı; onun, çılgın bir aleve gideceği; çünkü onun, dünyâda iken Rabbine dönmeyeceğini sandığı; oysa Rabbinin kendisini gördüğü belirtilmektedir. [12]



Kitaba Vâris Olanlar:


Onları yeryüzünde topluluklara ayırdık. Onlardan kimi iyi kişilerdi, kimi de alçak! Belki dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle de sınadık. 169- Onların ardından, yerlerine geçip Kitaba varis olan birtakım insanlar geldi ki, onlar, şu alçak(dünyan)ın menfaatini alıyorlar: "Biz bağışlanacağız!" diyorlar. Kendilerine, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki "Allah hakkında, gerçekten başkasını, söyleme-, meleri hususunda kendilerinden Kitap mîsâkı alınmamış mıydı? (Kitapta bu hususta kendilerinden söz alınmamış mıydı?) Ve onun içindekini okuyup öğrenmediler mi? Âhiret yurdu korunanlar için daha hayırlıdır. Düşün*müyor musunuz? O(koruna)nlar ki Kitaba sımsıkı sarılırlar ve namazı kılarlar; elbette biz, iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz. (A'râf: 39/168-170)

“ A'râf: 39/168-169'ncu âyetlerde yüce Allah, İsrâîloğullarını gruplara, bölüklere ayırdığını; içlerinde iyilerin de, kötülerin de bulunduğunu; yola gelmeleri için onları iyiliklerle ve kötülüklerle; ni'metlerle, belâlarla sınadığını, fakat onların yerine gelip Kitabı miqîrâs alan neslin, yani Hz.Muhammed dev*rindeki Yahudilerin: "Biz affedileceğiz" diyerek bu alçak dünyânın malını aldıklarını, aldıkları kadar bir daha olsa onu da alacaklarını; yalnız gerçeği söyleyeceklerine dair kendilerinden söz alındığını, ellerindeki Kitapta bu buyruğu okudukları halde dinlemeyip dünyâ malını aldıklarını; oysa korunanlar için âhiret yurdunun daha hayırlı olduğunu bildirmektedir.

39/170'de de Allah'ın, Kitaplarına sım*sıkı sarılıp namazlarını kılanların ecrini zayi etmeyeceği vurgulanmaktadır.

Bu âyetlerde Yahudilerin içinde haksızlık yapan, rüşvet alıp veren, başkalarının hakkını yiyen insanlar yanında Kitaplarının hükümlerine sami*miyetle bağlı, gerçek dindarların bulunduğu da anlatılmaktadır.

Esasında Kur'ân, bir ırk olarak Yahudileri kötülemiyor. Onların içinde de iyilerin bulunduğunu söylüyor. Âl-i İmrân Sûfeşi'nin 110,113-115'nci, Mâide Sûresi'nin 66'ncı âyetlerinde de onların içinde sâlih, ılımlı kişilerin bulunduğu, ama çoklarının yoldan saptıkları belirtilmektedir. Demek ki asırların kalıntısı olarak Yahûdîye dünyâ tutkusu yerleşmiştir. Bu da onun başına belâlar açmıştır ve açacaktır. Çünkü bir avuç insan hesabına kütleleri sömürmek, parayı altun buzağı gibi tanrılaştırmak, başlarına Allah'ın hışmını indirir. Yahudilerin altundan yapılmış buzağıya tapmış olmaları, onların para tapıcılığını, pintiliklerini ve tutkularını simge*lemektedir.

Fakat 170'nci âyetten anlaşıldığı üzere, Yahudiler de, düzeltilmesi imkânsız bir toplum değildir. Allah, onlardan nice peygamber göndermiştir. Onların içinde de kendini Allah'a vermiş âlimler, habrler, zâhidler vardır. Allah'ın buyruklarını dinledikleri takdirde onlar da diğer insanlar gibi Allah'ın lütfuna ererler. İşte 170'ncı âyette Allah'ın, Kitaplarının hükmüne bağlı kalıp namazlarını kılan İsrâîloğullarını da ödüllendireceği, zira uslu, iyi, güzel işler yapan insanların ecrini zayi etmeyeceği belirtilmektedir. Sonra Kitab'ı kullarımız arasın*dan seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi nefsine zulmedendir, kimi orta gidendir, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçendir. İşte büyük lütuf budur. (Fâtır: 43/32)

Buradaki Kitab, İsrâîl oğullarına atalarından intikal eden Kutsal Ki*taptır. Âyette, Kutsal Kitabı mîras alan İsrâîl oğulları, seçkin kullar olarak nitelendirildikten sonra onların üç grup oldukları belirtilmektedir: Kimileri nefsine zulmeden, kimileri orta yolda giden, kimileri de Allah'ın izniyle hayır işlerinde ileri geçen kimselerdir.

Tabiiİsrâîloğullarında görülen bu sınıflar, diğer ümmetlerde ve Mu-hammed ümmetinde de vardır. Bütün kavimler esasen böyledir. Kitabı mîrâs almış olan İsrâîl oğullarından kimi günâh işler yapmak suretiyle kendi canlarına yazık etmekte, kimi orta gitmekte, ibâdette gevşeklik göstermekle beraber ötekilere oranla daha ılımlı davranmakta, kimi de hayır işlerinde ileri geçmektedir.

58- İşte bunlar; Allah'ın nimet verdiği peygamberlerden, Âdem neslinden, Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızın neslinden, tbrâhîm ve İsrail (Yakub) neslinden gelen, yol gösterdiğimiz ve seçtiğimiz kimseler*dendir. Onlara Rahmân'ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. 59- Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, namazı zayi ettiler, şehvetlerine uydular. Onlar kötülük bulacaklardır. 60- Ancak tevbe eden, inanan ve iyi işler yapanlar, cennete girecekler ve hiç haksızlığa uğratmayacaklardır. (Meryem: 44/58-60)

Bu âyetlerde, Meryem Sûresi'nde daha önce anılan sâlih insanların, Allah'ın ni'metine ermiş, Âdem, Nûh, İbrâhîm, İsrail soyundan ve Allah'ın doğru yola iletip seçtiği insanların soyundan gelen peygamberler olduğu, bunların Allah'ın âyetlerini duyunca, ağlayarak secdeye kapandıkları; fakat onlardan sonra yerlerine, namazı zayi eden, şehvetlerine uyan bir neslin geldiği; onların cehennemin gayyasına girecekleri; ancak tevbe edip uslanan ve güzel işler yapanların cennete girecekleri, kendilerine hiç haksızlık edilmeyeceği belirtilmektedir.

Sâffât: 56/83-113'ncü âyetlerde Hz. İbrahim'in ve oğlu İshâk'ın güzel davranışları örnek olarak anlatıldıktan sonra: O ikisinin neslinden gelenler arasında iyi hareket eden de var, açıkça nefsine zulmeden de" buyurulmaktadır. Her toplumda iyiler ve kötüler bulunduğu gibi, İsrâîloğulları arasında da iyiler, hakka doğruya ileten gerçek dindarlar vardır ve Kur'ân onları övmektedir. [13]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kurtııbî.el-Câmi- li ahkâmil-Kurân: 13/2%: İbn Kesîr. Tel'sîr: 3/395

[2] Aynı eserler.

[3] Luka: 6/27-36

[4] Hadîd: 112/27

[5] Bakara: 92/280

[6] Tev be: 113/3.

[7] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 12/5-11.

[8] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 12/11-13.

[9] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 12/13.

[10] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 12/13-14.

[11] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 12/14-15.

[12] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 12/15-17.

[13] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 12/18-20.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] A'râf: 39/145

[2] Ra'd: 87/39

[3] Ra'd: 87/1

[4] Câmi'u'l-beyân: 13/92

[5] Câmi'u'l-beyân: 1/97; Kurtubû,el-Câm': 1/158, 13/89

[6] Fâtır: 43/32

[7] Kurtubî,el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân: 14/347

[8] Ankebût: 85/45-49

[9] Şu'arâ: 47/193-195

[10] 37 nci âyet.



[11] En'âm: 55/91

[12] Ra'd: 87/39

[13] İsrâ: 50/93



[14] İbn Abbâs. Kitâbu Ğarîbi'l-Kuı'ân. lahkîk: Doç. Dr. Ahmed Bulut. s. 1. 1986.

[15] Kurtubî,el-Câmi' li ahkâmi'l-Kur'ân: 14/126

[16] Râğıb, ei-Mufredât.: 29

[17] Muvatta': 1/278

[18] M. Hamidullah, el-Vasâiku's-siyâsiyye, s. 150, Remzi Kaya, T.D.V. İsi. Ans. 10/517

[19] Buhâri, Cihâd, bâbu cevâizil-vefd; Cizye, bâbu ihrâci'l-yahûdi min, cezîreti'l-Arab

[20] Bakara: 92/143

[21] Câmi'u'l-beyân: 3/318-319; İbn Kesîr. Tefsîr: 1/374

[22] Goldziher, İsi. Ans. Ehlü'l-Kitâb maddesi.4/208

[23] Kenzu'l-Ummâl: 1/200, h. 1006, 1007

[24] Nahl: 70/43

[25] Buhârî, İ'tisâm:25

[26] Tefsîru'l-Kur'âni'l-hakîm: 6/189:

[27] et-Tcl'sîru'l-hadîs: 12/45

[28] İbn Kesîr, Tefsîr: 1/257; Râzî, Mefâtîhu'l-ğayb: 2/225-228; Taberî. Câmi'u'l-beyân: 2/378

[29] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 11/510-540.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
adına, edenlere, israrla, kuran, olmadığını, İddia, İnancımız, şeyin


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 08:24 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam