hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 86.Mutaffifin Suresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 26. December 2009, 09:13 PM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart 86.Mutaffifin Suresi

MUTAFFİFİN [HİLEBAZLAR] SURESİ'NE GİRİŞ

Mutaffifin suresi Mekke’de 86. sırada inmiş olup adını birinci ayetteki “ المطفّفين el Mütaffifin” sözcüğünden almıştır. Mutaffifin suresi Mekke’de inen son suredir. Aşağıda görüleceği üzere, nakillerde surenin Medine’de Medinelilere tebliğ edildiği aktarılarak surenin Medeni olduğu var sayılmıştır. (Neseî, İbn Mace, İbn Merdûye, İbn Cerir, Beyhâkî).
Mutaffifin suresinin inişi ile ilgili klasik kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:

Nesai'nin rivayetine göre, İbn Abhas söyle demiştir: Peygamber (sav) Medine'ye geldiğinde (Medineliler) ölçü ve tartı itibariyle insanların en kö*tüleri idiler. Yüce Allah: "Ölçü ve tartıları eksik yapanların vay haline!" buy*ruğunu indirdi. Onlar da bundan sonra ölçülerini güzel [doğru] yapmaya başladı. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bu (sure), Medine'ye gelip konakladığı vakit Rasûlullah (sav)'a nazil olmuş ilk sûredir. Bu özellik onlarda [Medinelilerde] var*dı. Onlar bir şey satın aldıkları vakit, daha fazla bir ölçekle alırlardı. Fakat sattıklarında, ölçü ve tartıyı eksik yaparlardı. Bu sûre nazil olunca, bu işten vazgeçtiler. O bakımdan onlar bugüne kadar insanlar arasında en eksiksiz ölçü yapanlardır. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Bir kesim de şöyle demiştir: Buyruk, Ebu Cuheyne diye bilinen adı Amr olan bir kişi hakkında inmiştir. Bu adamın iki tane sâ'ı [kilesi] vardı. Birisi ile satın alıyor, diğeri ile diğerlerine veriyor [satıyor]du. Bu açıklamayı da Ebu Hureyre (r.a) yapmıştır (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
İkrime'nin rivayetine göre, İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.s) Medine'ye geldiğinde, Medinelilerin ölçü-tartıda en fazla noksan verenler olduğunu gördü. Bunun üzerine Hak Teâlâ bu ayeti indirdi. Onlar, artık bundan sonra dosdoğru ölçüp tartmaya başladılar." Yine Medinelilerin noksan ölçüp tartan tüccarlar olduğu, alış-verişlerinin, münabeze, mülamese, muhatara şeklinde olduğu için bu ayetin nazil olduğunu; derken Hz. Peygamber (s.a.s)'in çıkıp bu (ayeti) onlara okuduğunu ve "Beş şeye mukabil, beş şey vardır" dediğini; bunun üzerine, "Beş şeye mukabil beş şey ne demektir?" denilince de "Bir toplum ahdini bozarsa, Allah da onlara düşmanlarını musallat eder; Allah'ın indirdiği şeylerden başkasıyla hükmederse, o kavimde fakirlik yayılır; fuhuş yaygınlaştığı zaman ölüm yaygınlaşır; ölçü ve tartıda noksanlaştırdıklarında bitkiler bitmez ve onlar kıtlıkla başbaşa bırakılırlar; zekâtlarını vermezlerse yağmurları kesilir" buyurmuştur. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)
Hâlbuki Resulullah’ın Medine'ye geldikten sonra bu sureyi Medinelilere tebliğ etmiş olması, onların da bu tebliğden sonra dürüst davranmaya başlaması, surenin Medine’de indiği anlamına gelmez. Çünkü o dönemde Mekke’de de tekelleşmiş, her türlü ticarette kontrolü eline almış, ellerinde büyük servetler bulunan, Yemen’e ve Şam’a kış ve yaz ticaret kervanları yollayan ve büyük kazanç elde eden, yakın çevredeki pazar ve panayırları kontrol altında tutan birçok hilebaz tüccar bulunuyordu.
Surenin temel konusu ahiret olup dünyadaki her türlü kötülüğün -Maun suresinde de dile getirildiği gibi- ahirete inanmamaktan kaynaklandığı vurgulanmakta ve ahirete inanmanın ne kadar elzem olduğuna işaret edilmektedir. Zira bir toplum en küçüğünden en büyüğüne kadar ahiret gününde hesaba çekileceğine inanmıyorsa, o toplumdan kötülüğün giderilmesi ve insanların dürüst olması beklenemez.
Surede ayrıca Kur’an’da sıkça kullanılan karşıtlık metodu çerçevesinde iyiler ve kötülerin durumuna ve akıbetlerine dair bilgiler verilmektedir.

https://youtu.be/zVHPebnG34Y Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 415. Bölüm Mutaffifin Suresi 1. Bölüm.

MEAL:
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1- 3- Yazıklar olsun, insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçen, kendileri ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçen “mutaffiflere [hilebazlara]”!
4- 6 – Onlar, büyük bir gün; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?
7 – 13- Hayır… Hayır… Şüphesiz, “füccar”ın kaydı, kesinlikle Siccin’dedir. --Ve “Siccin”in ne olduğunu sana kim bildirdi?- O, rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; Karşılık Günü’nü yalanlayanların vay haline! -Ve onu [Karşılık Günü’nü], kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman, “eskilerin masalları” demiş olan tüm sınırları aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz.-
14- Hayır… Hayır… Onların kazandıkları, kalpleri üzerine pas olmuştur.
15 – Hayır… Hayır… Şüphesiz onlar, o gün Rablerinden kesinlikle perdelenmişlerdir.
16 - Sonra onlar, hiç şüphesiz cehenneme girecekler.
17 - Sonra da: “İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilir.
18- 21- Hayır... Hayır... “Ebrar”ın kaydı, kesinlikle Illiyyin’dedir. -Illiyyin’in ne olduğunu sana ne bildirdi?- Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır!
22- 28- Şüphesiz ki “Ebrar”, elbette, Naim’in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. -Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.-
29 – Şüphesiz suç işleyen o kimseler, inanan kimselerden bir kısmına gülüyorlardı.
30 - Onlara uğradıkları zaman da birbirlerine kaş-göz işareti yapıyorlardı.
31 – Kendi yakınlarına döndükleri zaman da zevklenenler olarak dönüyorlardı.
32 – Ve onları [müminleri] gördükleri zaman; “Şüphesiz işte bunlar, kesinlikle sapıklardır” diyorlardı.
33 - Hâlbuki onlar [müminler], bunların [suç işleyenlerin] üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi.
34 -36 - İşte bugün de inanmış kimseler, koltuklar üzerinde “Bu kâfirler işleyegeldiklerinin cezasını buldular mı?” diye bakarak kâfirlere gülecek.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
ÖmerFurkan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Apollonius (9. January 2010)
Alt 26. December 2009, 09:14 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

TAHLİL:

1- 3- Yazıklar olsun, insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçen, kendileri ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçen “mutaffif “lere [hilebazlara]”!
4- 6 – Onlar, büyük bir gün; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?
Bu ayet grubunda, ahirete inanmamanın yol açtığı ahlakî bozukluktan dolayı ölçü ve tartıda hile yapanlar; bir şeyi satın alırken tam ve noksansız ölçüp tartan, başkasına bir şeyi satarken ise eksik ölçüp tartan, dolayısıyla başkalarını zarara uğratmak suretiyle kâr elde et­meyi amaçlayan kimseler sergilenip tehdit edilmektedirler.
Ayetlerdeki “Onlar, büyük bir gün; insanların âlemlerin Rabbi için ayakta dikilecekleri gün için tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?” ifadesinden de anlaşılacağı üzere, birçok insanın pervasızca günah işlemekten kaçınmaması, din gününe inanmamaktan yani ahirette hesaba çekile­ceğini hesaba katmamaktan ileri gelmektedir. Nitekim bu husus Maun suresinde şöyle yer almıştı:
Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü?
İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. (Maun/1- 3)
İslam dini ölçü ve tartıda dürüst davranmayarak ticarette yolsuzluk yapmayı kesinlikle yasaklamıştır.
Yetimin malına da yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar [malına] en güzel biçimde hariç [bu şekilde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz]. Ve ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapın. Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutun. İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye O’nun [Allah’ın] size vasiyet ettikleridir. (En’am/152)
Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu hem daha hayırlıdır ve tevil [sonuç, uygulama] olarak daha güzeldir. (İsra/35)
Ve semayı; onu yükseltti ve terazide /ölçüde taşkınlık etmeyin diye teraziyi/ ölçüyü koydu. Tartıyı adaletle yapın, teraziyi yanlış tutmayın. (Rahman/7- 9)

Küçücük bir menfaat elde edebilme uğruna eksik tartanlara böylesine bir tehdit yöneltildiğine göre, ölçüp-tartmadan pek çok şeyi gasp edenlere, yağmalayanlara, hortumlayanlara uygun olacak cezayı düşünmek gerekir.
Şuayb peygamber de ölçü ve tartıyı eksik yapan bir topluma peygamber olarak gönderilmiş ve onları bu konuda ısrarla uyarmıştır:
Medyen’e de kardeşleri Şu’ayb’i [gönderdik]. O [Şuayb]: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Ölçeği ve teraziyi eksik tutmayın. Şüphesiz ben sizi hayır ile görüyorum. Ve ben kuşatacak bir günün azabından sizin için korkuyorum. Ve ey kavmim! Ölçmeyi ve tartmayı hakkaniyetle tam tamına yerine getirin. İnsanların eşyalarını eksiltmeyin ve yeryüzünde fesatçılar olarak fenalık etmeyin. Eğer mümin iseniz, Allah’ın bıraktığı [helâlinden size ihsan ettiği kâr] sizin için daha hayırlıdır. Ve ben sizin üzerinize bir koruyucu değilim” dedi.
Onlar dediler ki: “Ey Şuayb, atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmeyi sana senin salâtın mı emrediyor? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.”
O [Şuayb]: “Ey kavmim! Gördünüz mü [hiç düşündünüz mü]? Şayet ben Rabbimden bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şayet O bana kendi katından güzel bir rızk ihsan etmişse!? Ve Ben size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeyi istiyorum. Muvaffakiyetim de ancak Allah iledir. Ben yalnızca O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yönelirim. Ve ey kavmim! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nuh kavminin veya Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Ve Lut kavmi sizden pek uzak değildir. Ve Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir” dedi.
Onlar [Şuayb’in kavmi] dediler ki: “Ey Şuayb! Biz senin söylediklerinin çoğunu iyice anlamıyoruz. Seni içimizde çok zayıf olarak görüyoruz. Eğer senin grubun [akrabaların, taraftarların] olmasaydı mutlaka seni recm ederdik [taşa tutar öldürürdük]. Ve senin bize karşı hiçbir üstün gücün [galip gelecek durumun] yoktur.”
O [Şuayb]: “Ey kavmim! Benim grubum [akrabalarım, taraftarlarım] size karşı Allah’tan daha mı güçlü/değerli? Ve O’nu [Allah’ı] arkanıza atılmış bir şey edindiniz. Şüphesiz ki, Rabbim bütün yaptıklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır. Ve ey kavmim! Var gücünüzle yapacağınız ne varsa yapın! Şüphesiz ben yapıcıyım. Perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında bileceksiniz. Gözetleyiniz, şüphesiz ben sizinle beraber gözetleyiciyim” dedi.
Ve ne zaman ki, emrimiz geldi, Şuayb’i ve onunla birlikte inanmış olan kişileri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ve o zalim kişileri korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında çöküp kaldılar.
Sanki onlar orada hiç yaşamadılar. Haberiniz olsun! Semud kavmi nasıl uzaklaştı ise Medyen’e de öyle uzaklık vardır. (Hud/86-95)
Konuyla ilgili detaylı açıklamamız Hud suresinin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an; c: 5, s: 87-90) verilmiştir.
7 – 13- Hayır… Hayır… Şüphesiz, “füccar”ın kaydı, kesinlikle, Siccin’dedir. -Ve “Siccin”in ne olduğunu sana kim bildirdi?- O, rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; Karşılık günü’nü yalanlayanların vay haline! -Ve onu [karşılık günü’nü], kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman, “eskilerin masalları” demiş olan tüm sınırları aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz.-
Bu ayet grubu “ الردعer Red’ (Engelleme)” edatı olan “ كلاّkella” ile başlayarak inkârcıların inanışları; tutum ve kanaatleri reddedilmiştir. Yapılan açıklamada, inançsızlıkları nedeniyle ortaya koydukları kötü ameller yüzünden inkârcıların kayıtlarının Siccin’de olacağı; Siccin’in havsalaların alamadığı kadar dehşetli olduğu bildirilmiş ve yalanlayanlar tehdit edilmiştir.
“الفجّار FÜCCAR”
Bu sözcükle ilgili olarak daha evvel detaylı bir açıklamamız (Tebyinü’l Kur’an; c. 1 , s. 464) olmuş ve “fücur” sözcüğünün gerek dil bilimciler ve gerekse din bilginleri tarafından “Şakku setri’d-diyanet [diyanet örtüsünün yırtılması, çatlaması]” olarak açıklandığı ifade edilmişti. Özetle söylemek gerekirse; din-iman örtüsünü yırtıp atanlara bu yaptıklarından dolayı “facir” denir. Sözcüğün çoğulu “فجّار füccar” veya “فجرة fecere” şeklinde ifade edilir.
SİCCİN
Bu sözcük "hapishane" anlamındaki “sicn” isminden türetilmiştir. “En iyi, en sağlam, en iyi korunan zindan” anlamındadır. Anlaşılan o ki, kötülerin işlemiş oldukları amel defterleri [davranış tutanakları] burada olacaktır; yani burada korunacak, kaybolmayacak, çalınmayacak, silinmeyecektir. Adeta mermere işlenmişçesine sağlam kaydedilmiştir; silinmesi, yok olması kesinlikle söz konusu olmayacaktır. “Siccin”in ne olduğunu sana kim bildirdi?” ifadesi ise bu kayıt korunağının boyutlarını kimsenin bilmediği anlamındadır. Yani Siccin, bilinen, duyulan en çetin zindanların da ötesinde bir zindandır. Bilindiği gibi Rabbimiz “… sana kim bildirdi?”şeklindeki soru-cevaplı anlatımı birçok önemli konuda [Karia/2,10, Hakka/1-3, Müddessir/27, Mürseat/14, İnfitar/17, 18, Tarık/2, Beled/12, Kadir/2, Hümeze/5] uygulamıştır.
YALANLAYANLARIN NİTELİKLERİ
Pasajda sözü edilen “yalanlayıcı” kimselerin birinci planda o günün tağutlarından Velid b. el-Muğire, Ebucehil, Nadr b. El-Haris ve benzer­leri olduğu söylenebilir. Zira daha evvel onlar ile ilgili şu ayetler inmişti:
İtaat etme şunların hiç birine: Çok yemin eden, aşağılık, alaycı, gammaz, kovuculuk için gezip duran, hayrı engelleyen, saldırgan, günaha batmış, kaba/obur, sonra da kötülükle damgalı, asalak… Mal ve oğulları var diye...
Ayetlerimiz ona okunduğu zaman "Daha öncekilerin masalları" dedi. (Kalem/10-15)
İkinci planda ise bu mel’unların karakterini taşıyan tüm zamanların yalanlayıcıları da aynı kapsamda anlaşılmalıdır.
14- Hayır… Hayır… Onların kazandıkları, kalpleri üzerine pas olmuştur.
Bu ayette yine müşriklerin ahireti yalanlama kapsamındaki inançlarından, Kur’an için “Daha öncekilerin masalları” deyişleri reddedilerek gerçek ortaya konmaktadır. İşin aslı, söz konusu inkârcıların kalplerinin pas tutmuş olmasıdır. İşledikleri amellerin kötülüğü kalplerini kirletmiş, bu kir ise kalplerini işe yaramaz bir hale getirmiştir.
Bilindiği gibi, iyi ya da kötü bir şeyin sürekli yapılması insanda bir alışkanlık, tutku haline dönüşür. Kişi sürekli o işi yapmak ister. Hatta elinde olmadan sürekli yapar durur. İnsan sürekli kötülük yaparsa bu durum onda alışkanlık haline gelir. Kişi giderek bu alışkanlığının tutsağı olur. Hayatını bu tutsaklıkla devam ettirir gider. Ayette konu edilen kâfirler de kötülük ede ede kötülüğü alışkanlık haline getirip gönülleri paslanmış, başka bir şey yapamaz olmuşlardır.
Kalplerin pas tutması ile ilgili olarak Tin suresinin tahlilinde “Allah’ın Kalpleri Mühürlemesi” başlığı altında (Tebyinü’l Kur’an; c. 1, s. 564) detaylı bir açıklamamız bulunduğundan, konunun oradan tekrar okunmasını öneriyoruz.
15 – Hayır… Hayır… Şüphesiz onlar, o gün Rablerinden kesinlikle perdelenmişlerdir.
16 - Sonra onlar, hiç şüphesiz cehenneme girecekler.
17 - Sonra da: “İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilir.
Bu ayetlerde, gönülleri pas tutmuş olan kâfirlerin beklentileri reddedilmektedir. Onlar Rablerinin affına, mağfiretine mazhar olamayacaklardır. Varıp gidecekleri yer kesinlikle cehennem olacaktır. Onlara “İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilerek utandırılacaklar ve pişmanlıkları artırılacaktır.
Daha evvel birçok ayetten inkârcıların ahirette de dünyadaki gibi saltanat süreceklerine inandıklarını öğrenmiştik:
Peki, ayetlerimizi inkâr eden ve “Elbette mal ve çocuk verilecektir” diyen kimseyi gördün mü?
O [inkârcı kişi], gayba muttali oldu ya da Rahman katında bir söz mü aldı? Hayır... Hayır... [Onun zannettiği gibi değil]... Biz onun söylediği şeyleri yazarız ve onun için, azaptan uzattıkça uzatırız. Ve o söylediği şeylere Biz mirasçı olacağız ve o, Bize tek başına gelecektir. (Meryem/77- 80)
Ve eğer kendisine dokunan sıkıntıdan sonra, kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak, hiç kuşkusuz “Bu benim hakkımdır. Ve Saat’ın geleceğini sanmıyorum. Ve eğer Rabbime döndürülürsem, O’nun katında hiç şüphesiz, benim için en güzeli vardır” der. Bu nedenle inkâr eden kimselere, yaptıklarını kesin bildireceğiz ve onlara, kesinlikle kaba bir cezadan tattıracağız. (Fussilet/50)
Şüphesiz ki şu, ayetlerimizi inkâr etmiş kişileri Biz yakında ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı tatsınlar diye, derilerini başka deriler ile değiştireceğiz. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, en iyi yasa koyandır. (Nisa/56)
Ve Allah kime kılavuz olursa, işte o doğru yoldadır. Kimi de saptırırsa, artık bunlar için Allah'ın astlarından hiçbir veliy bulamazsın. Ve Biz, onları kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları hâlde, yüzleri üstü haşredeceğiz. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne zaman ki o [cehennem] dindi onlara ateşi arttırırız. İşte bu, onların, ayetlerimizi inkâr etmiş olmaları ve “Bizler, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, biz yeni bir yaratılışla mutlaka diriltilmiş mi olacağız?” demiş olmaları nedeniyle onların cezasıdır. (İsra/97)
Şüphesiz şu, Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir paraya satanlar; işte onlar, ahirette kendilerine hiçbir pay olmayanlardır. Ve Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Çok acıklı azap da onlar içindir. (Al-i Imran/77)
18- 21- Hayır... Hayır... “Ebrar”ın kaydı kesinlikle Illıyyin’dedir. -Illıyyin’in ne olduğunu sana ne bildirdi?- Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır!
22- 28- Şüphesiz ki “Ebrar”, elbette, Naim’in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mührü/neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. -Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.-
Surenin önceki ayetlerinde Füccar’ın durumundan bahsedilmiş ve bu inançsız günahkârların düşünceleri reddedilmişti. Bu ayetlerde ise Füccar’ın karşıtları olan Ebrar’dan bahsedilmekte ve onların iyi durumları ortaya konmaktadır. Ebrar’dan olan bu iyi insanların kayıtları Illiyyin’dedir. Illıyyin, kimsenin aklının eremeyeceği derecede yüksek, yüce bir konumdur. Ona ancak “yaklaştırılmış” kimseler tanık olabilir. Ebrar, nimet cennetlerinde, kendileri için hazırlanmış tahtlara kurulmuş, Rabblerinin nimetlerini beklemektedirler. Mutlulukları yüzlerinden okunmaktadır. Onlara mühürlü; daha evvel hiç açılmamış, tadılmamış bir meşrubat sunulmaktadır. Mührü misk olan bu içecek çok özel bir karışımdır.
الابرارEBRAR
Bu sözcük ile ilgili olarak daha evvelki surelerin tahlilinde detaylı açıklama yapmıştık. Özetlemek gerekirse:
“Takva” sözcüğünün anlamdaşı durumunda olan “birr” sözcüğü, “her türlü hayır ve iyilik işlerinde genişlik, ihsan, itaat, doğruluk, bol bol iyilik” demektir. Sözcük, bu geniş anlamıyla her türlü iyiliği, ihsanı ve hayırlı davranışı kapsamaktadır. “Ebrar” da kişilikleri bu iyiliklerle özdeşleşmiş kimselerdir.
“Birr”, Kur'an'da şöyle tanımlanmıştır:
Yüzlerinizi doğuya ya da batıya çevirmeniz “birr” değildir. Ama “birr”, Allah'a, ahir [son] güne, meleklere, Kitap'a, peygamberlere inanmak; sahip olduklarından akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolcuya, dilenenlere ve boyundurukları çözmeye [hürriyeti olmayanların hürriyetlerine kavuşmaları için], Allah sevgisi için vermek, namazı kılmak, zekâtı vermektir. Ve sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte içtenlikli olanlar bunlardır. İşte bunlar takvalıların ta kendisidir. (Bakara/177)
“ el-Berr” sıfatı hem Allah için hem de itaatkâr kullar için kullanılır. Allah için kullanıldığında anlamı “Kullarına karşı şefkati, ihsanı geniş ve yaygın olan” demektir. Kullar için kullanıldığında ise; “itaati yaygın, çok itaatkâr, sadık [sözünde duran]” anlamına gelir. Sözcük bu anlamıyla Kur'an'da İsa ve Yahya peygamberler için kullanılmıştır.
Sosyal hayatın kurulması ve sağlıklı işlemesi açısından çok önemli olan ve âdeta insanlar arasındaki kaynaşmanın harcı olan “birr”, takva sahibi müminlerin olmazsa olmaz bir özelliğidir. Bu özelliğe bizzat “takva” denmese de, “takvalı olma hâli” denebilir.
Takva ile ilgili açıklamalarımız A’râf suresinin tahlilinde (Tebyinü’l Kur’an; c.2, s.544-556) verildiğinden, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. December 2009, 09:15 PM   #3
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

ILLİYYİN
Bu sözcük, “uluvv [yükseklik, yücelik]” sözcüğünün mübalağa kalıbından olup “en yüksek nokta, en şerefli yer” anlamındadır.
Surede “füccar”ın kaydı ile “ebrar”ın kaydı mukayese edilmektedir. Füccarın kaydı “en aşağı karanlık, çok muhkem bir zindan”da iken, “ebrar”ın kaydı “en yüksek mevki”de bulundurulmaktadır.

المقرّبونMUKARREBUN [YAKLAŞTIRILMIŞLAR]
“Yaklaştırılmışlar”ın kimler olduğu vakıa suresinde açıklanmıştı:
Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır.
İşte onlar [öne geçenler], Naim cennetlerindedirler.
Bir topluluk [çoğu] evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir.
(Onlar), yaptıklarına karşılık olarak; mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde], kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler -ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir- beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz olarak: “selâm!”, “selâm!” (Vakıa/10- 26)
Konumuz olan ayetlerde geçen “Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar” ifadesiyle akıllı adamların yapması gereken hareket gösterilmiş ve dünyada hiçbir şeyin “yaklaştırılmış”lar için hazırlananların yerini tutamayacağı, dünya malı için yarışanların bunun için yarışmaları gerektiği vurgulanmıştır. Buna benzer mesajlar daha evvel de geçmişti:
Şüphesiz siz, o acı azabı tadacaksınız ve sadece yaptığınız amellerinizle cezalandırılacaksınız.
Allah'ın arıtılmış kulları müstesnadır.
İşte onlar [Allah’ın arıtılmış kulları], kendileri için belli bir rızık; meyveler olanlardır. Naîm cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir. İçenlere lezzet veren, pınardan doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan, sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle onların etrafında dolaşılır. Yanlarında da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş yumurta gibidir onlar.
Sonra da bazısı bazısına dönüp birbirlerine sorarlar.
Onlardan bir sözcü der ki: “Şüphesiz benim ‘Sen gerçekten, kesinlikle doğrulayanlardan mısın? Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz karşılık göreceğiz?’ diyen bir karinim [yaşıtım, yakın arkadaşım] vardı.”
Dedi ki: “Siz muttali olanlar mısınız [onu tanıyan, bilen biri misiniz]?”
Derken kendisi muttali oldu da onu cahimin [cehennemin] ta ortasında gördü.
Dedi ki: “Allah'a yemin ederim ki, doğrusu sen az daha beni helak edecektin. Rabbimin nimeti olmasaydı, kesinlikle ben de bu hazır bulundurulanlardan olacaktım. Peki, nasılmış bak! Biz ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek miymişiz? Biz azaba uğratılmayacak mıymışız?”
Şüphesiz işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.
Artık, çalışanlar, sadece bunun [büyük kurtuluşun] gibisi için çalışsınlar. (Saffat/38 61)

Gerçekten Bizim ayetlerimize ancak, kendilerine öğüt verildiği zaman secde ederek yerlere kapanan ve Rablerine hamd ile tesbih eden ve büyüklük taslamayan kimseler inanırlar.
Onların yanları yataklardan uzaklaşır, onlar korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bağışlarlar.
İşte, kişi, kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor! (Secde/15 17)
Şüphesiz, ebrar/iyiler/yardımseverler, kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki, ondan, verdikleri sözleri yerine getiriren ve kötülüğü yayılan bir günden korkan ve “Biz sizi, ancak Allah yüzü [Allah rızası] için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız.” diyerek Allah sevgisi için, yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah’ın kulları, içerler. Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, sabretmelerine karşılık onlara Cennet’i ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine sarkacak ve onların koparılması son derece kolaylaştırılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak, Kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir. Ve orada, onlara karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar, Orada Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir krallık [mülk ve yönetim] göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da meşkûrdur [karşılık ödenecek niteliktedir]. (İnsan/5-122)
Yüzler var ki o gün apaydınlıktır.
Rabblerine nazar edicidirler. (Kıyamet/22-23)
Yüzler vardır o gün, pırıl pırıl.
Gülen, müjdeleyen. (Abese/38,39)
İşte onlar [Allah’ın arıtılmış kulları], kendileri için belli bir rızık; meyveler olanlardır. Naîm cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir. İçenlere lezzet veren, pınardan doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan, sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle onların etrafında dolaşılır. Yanlarında da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş yumurta gibidir onlar. (Saffat/41- 49)
Takvalı davranmışlara vaad edilen cennetin örneği: “Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunlar, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimse gibi olur mu? (Muhammed/15)

Ayetteki “… mührü/ neticesi misktir” ifadesi, “meşrubatın bulunduğu şişenin başı misk ile mühürlenmiştir, kimse açmamıştır. Bunu tadan, o nimete mazhar olan ilk kişi olacaktır” veya “o içkinin neticesinin misk olması” şeklinde anlaşılabilir. Yani, bu kimse, meşrubatını bitirince, tadının hoşluğunun yanı sıra, onun lezzetini ve en güzel kokusunu da alacaktır” anlamı çıkarılabilir. Kazançlı, hayırlı sonuçlar için “misk gibi!” deyimi buradan gelse gerektir.
TESNİM
Ayette geçen “Karışımı Tesnim'dendir” ifadesindeki “tensim” sözcüğü, “ س ن م snm” kökündendir. “Senem”, her şeyin en üst, şerefli yeri demektir. (Lisanü’l Arab, c.4 , s. 711, “snm” mad)
Klasik yorumcular Tesnîm’in cennette bir çeşmenin özel ismi olduğunu; suyunun cennetteki köşklerin yukarısından akarak kaplara döküldüğünü söylemişlerdir.
Sözcüğün “nekre [belgisiz hal]” olduğu dikkate alındığında, ifadeden cennet içeceklerinin insan aklının ötesinde, en değerli, en üstün, en şerefli, en çok zevk veren maddeler ile karıştırılmış bir kokteyl şeklinde ikram edileceği anlaşılmaktadır. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
İşte, kişi, kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor! (Secde/17)
-Onların [muttakilerin] çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.- Ve siz orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine varis edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz. (Zuhruf/71-73)
29 – Şüphesiz suç işleyen o kimseler, inanan kimselerden bir kısmına gülüyorlardı.
30 - Onlara uğradıkları zaman da birbirlerine kaş-göz işareti yapıyorlardı.
31 – Kendi yakınlarına döndükleri zaman da zevklenenler olarak dönüyorlardı.
32 – Ve onları [Müminleri] gördükleri zaman; “Şüphesiz işte bunlar, kesinlikle sapıklardır” diyorlardı.
33 - Hâlbuki onlar [müminler], bunların [suç işleyenlerin] üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi.
Bundan evvelki ayetlerde kötülerin kötülüklerinin sonucu açıklanmıştı. Bu ayetlerde de onların dünyadaki kötülükleri nakledilmektedir. Bunlar inananların bir kısmını alaya alıp gülüyorlardı. Sonra da arkadaşlarının yanında onlarla nasıl eğlendiklerini ballandıra ballandıra anlatıyorlardı.
Kılasik kaynaklarda bu kişilerin Kureyş'in elebaşılarından Velid b. el-Muğîre, Ukbe b. Ebi Muayt, As b. Vail, Esved b. Abdi Yağus, As b. Hişam, Ebu Cehil ve Nadr b. el-Haris' olduğu nakledilir. Çünkü bunlar ilk Müslümanların garibanları olan Ammar, Habbab, Suheyb ve Bilal ile alay eder gülerlerdi.
Müfessirler bu ayetin sebeb-i nüzulü olarak şu iki şeyi zikretmişlerdir:
1- Ayetteki "mücrimler" ile Ebû Cehil, Velid b. Muğlre, As b. Vâil es-Sehmî gibi kodaman müşrikler kastedilmiş olup bunlar Ammar, Suheyb, Bilal (r.a) gibi fakir müslümanlara gülüyor ve onlarla alay ediyorlardı.
2-Hz. Ali (r.a), bir müslüman cemaat ile geliyordu. Derken münafıklar onlarla alay edip üzerlerine güldüler, birbirlerine kaş-göz işaretlerinde bulundular. Sonra kendi eş ve dostlarının yanlarına döndüklerinde "Biz bugün kelleri gördük" dediler ve buna hep beraber gülüştüler. Bu ayet, Hz. Ali (r.a) daha Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanına varmadan bu olay üzerine indi. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)

34 -36 - İşte bugün de inanmış kimseler, koltuklar üzerinde “bu kâfirler işleye geldiklerinin cezasını buldular mı?” diye bakarak, kâfirlere gülecek.
Bu ayetlerde, müminlerle alay eden inkârcılar ile müminler arasında cereyan eden zıtlığın sonucu açıklanmaktadır. Bu sonuca göre, son gülen müminler olmaktadır. Şöyle ki: Bu kez de müminler cennette koltuklarına yaslanmış, “kâfirler işleye geldiklerinin cezasını buldular mı?” diyerek gülüp eğlenmektedirler.
O [Allah], dedi ki: “Sinin oraya! Bana konuşmayın da.
Şüphesiz Benim kullarımdan bir gurup: "Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, sen, merhametlilerin en iyisisin." diyorlardı.
İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size benim zikrimi/ öğüdümü unutturdu/ terk ettirdi. Ve siz onlara gülüyordunuz.
Şüphesiz ki bugün Ben onlara, sabrettiklerine karşılık verdim; onlar, kazançlı çıkanların ta kendileridir. (Mü'minûn/108- 111)
Şüphesiz ki, Ayırma Günü onların hepsinin buluşma yeridir/ kararlaştırılmış buluşma vaktidir.
O gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç, hiçbir yakının, yakına hiçbir şeyce faydası olmaz. Onlar yardım da olunmazlar. Şüphesiz ki O [Allah], Azîz’in, Rahîm’in ta kendisidir.
Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar.
-“Tutun şunu da Cahim’in ortasına sürükleyin. Sonra onun başının üstüne kaynar su azabından dökün.”
- “Tat bakalım! Şüphesiz sen, çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz işte bu, sizin kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir.”-
Şüphesiz ki takvalı davrananlar Rabbinden bir lütuf olarak güvenli bir makamdadırlar; Bahçelerde ve pınardadırlar. Onlar karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz onları iri siyah gözlülerle eşleştirdik. Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve O [Allah] onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. (Duhan/40 – 57)
Surenin bu son ayetinde, sosyal statüsü düşük, gariban müminleri alaya alan, onlara gülen kişilerin sonunda kendilerinin gülünç duruma düşeceği; müminlerin ise kendileriyle alay edenlerin aksine cennet nimetleri içinde mesut bir hayat yaşayacakları mesajı verilmektedir.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
ÖmerFurkan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (9. January 2010)
Alt 9. January 2010, 10:16 AM   #4
TUĞÇE DENİZ AKIN
Katılımcı Üye
 
TUĞÇE DENİZ AKIN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: May 2009
Mesajlar: 93
Tesekkür: 79
42 Mesajina 79 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
TUĞÇE DENİZ AKIN will become famous soon enoughTUĞÇE DENİZ AKIN will become famous soon enough
Standart

Allah razı olsun.Emeğinize sağlık.
__________________
Yemin olsun ki biz bu Kur'ân'da insanlar için çeşitli misaller vermişizdir. Yine de insanların çoğu inkârlarında ısrar ederler.(17/89)
TUĞÇE DENİZ AKIN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
86mutaffifin, suresi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 08:51 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam