hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Kur’an > Kuranın Özellikleri

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 14. April 2010, 01:54 PM   #1
elmuh
Katılımcı Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 96
Tesekkür: 45
47 Mesajina 108 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
elmuh is on a distinguished road
Standart İslam Aleminde Üç Kur'an Tasavvuru

Alıntıdır:
Prof. Dr. İlhami Güler, Özgürlükçü Teoloji Yazıları, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2004.


Bugün İslam dünyasındaki düşünce hayatında birbirinden ayrı üç Kur’an tasavvuru bulunmaktadır. Aşağıda bu üç tasavvuru yer yer metaforlara da başvurarak izah etmeye çalışacağım.

Birinci tasavvur, tarih boyu İslam dünyasında egemen olmuş sünni tasavvurdur. Bu tasavvura göre Kur’an, kutsal bir kitaptır. Mutlak olan Allah’ın mutlak kelâmıdır. O’nun zatı ile kain ezeli sıfatları olan ilim, irade ve kelâm sıfatlarının bir tecellisidir. Bundan dolayı “Kelâm-ı Kadîm” dir. Yaratılmamıştır. “Kelâm-ı Nefî” olarak yani mana olarak Allah ile birlikte ezelidir. “Kelâm-ı Lafzi” olarak yani Arapça olarak Hz. Muhammed’e VII. yüzyılda indirilmiştir. Hitabı ve hükümleri evrenseldir. Yani bütün insanlaradır. Hükümleri itibariyle tarih üstü, toplum dışı, sabit ve mutlaktır. Tanrı nihaî hakikatı söylemiştir. Bu inanç giderek bütün hakikati söylemiştir kanaatine dönüşmüştür. Teşbihinde hata olmaz, onun taşı toprağı (harekesi, harf-i cerri) altındır. İbarelerin, ifadelerin, cümlelerin altında binlerce anlam gizlidir. Her çağa göre manalar çıkarılabilir. O evrensel bir akide ve evrensel bir şeriattır. Vahiy, aklın alternatifidir (akıl-nakil). Aralarında derece farkı değil mahiyet farkı vardır. Vahiy (Kur’an), tabir yerindeyse Allah’ın aklının bir ürünüdür.

Kur’an’ın içerdiği dini, ‘ruh’; şeriatı da ‘beden’ metaforlarıyla karşılayacak olursak, onun ruhu da bedeni de kıyamete kadar bakidir; değişmez ve evrenseldir. Bu Kur’an anlayışını ‘Ay’ metaforuyla da izah edebiliriz. Ayın sınırları bellidir. Sönmüştür, ancak sürekli ışık verir. Ayın ışık kaynağı Güneştir. Kur’an da sabittir. (Mevrid-i nasda içtihada mesağ yoktur). Ancak ayetlerden her zaman yeni manalar çıkarılabilir. O manaları ayetin altına Allah depolamıştır.

Böylesine mutlak-kutsal-sabit bir Kur’an anlayışı, doğal olarak Hz. Muhammed ve onun hadislerine de sirayet etmiştir. ‘Sahih-i Buhari’ nin veya ‘Kütüb-i Sitte’nin neredeyse Kur’an’a denk epistemolojik otoritesi buradan gelir. Mutlaklık veya kutsallık anlayışı mıknatıs gibi yakında duran şeyleri kendine çeker ve onları ‘yerden’ kaldırır. Hz. Muhammed’in “Nur-i Muhammedî” kavramıyla varlığın ontolojik kaynağı haline gelmesi veya “levlake levlâk, lema halaktu’l- eflâk/ sen olmasaydın evreni yaratmazdım” anlayışı buradan çıkar. Artık Hz. Muhammed “ arpa ekmeği yiyen Arap bir kadının oğlu, içimizden birisi değil, “fahr-i kâinat” tır. Bu kutsallık ve mutlaklık Hz. Muhammed ve hadislerden geçerek sahabeye, tabiuna ve mezhep imamlarına sirayet etmiştir. Özetle; mutlak, kutsal ve sabit olan “merkez” etrafını, çevresini de kendine benzetmiştir.

İkinci Kur’an tasavvuru, İslam dünyası ve düşüncesinin çöküşüyle beraber pozitivist bilim felsefesinin etkisinde kalan laik Müslüman aydınlarda oluşan tasavvurdur. Onlara göre Kur’an, sönmüş bir yıldız gibidir. Zayıf bir parlaması vardır o kadar. Aklın ‘aydınlanma’sından sonra ona ihtiyacımız yoktur. Biz ilhamımızı gökten değil, akıldan almalıyız. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir. Bilim ve akıl sadece “ Nasıl?” sorusunun cevabını vermez; “ Niçin?” sorusunun cevabını da verir. Kur’an’ın ruhu da bedeni de tarihseldir. Orta Çağın mistik aklının ürünüdür. Onun şeriatı “çöl kanunu”dur. Kur’an kendi döneminde fevkalade ileri-devrimci adımlar atmıştır, fakat o adımların bugün için bir örnekliği veya kılavuzluğu söz konusu değildir. Halkın dinî inancının kaynağı olması hasebiyle dolaylı bir saygınlığı vardır.

Üçüncü tasavvur yeni oluşmaktadır. M. İkbal , Fazlur Rahman, H. Hanefi, M. Abid el-Cabiri, R. Garaudy, Ali Şeriati, Abdulkerim Suruş, Mehmet S. Aydın, Mehmet Hatiboğlu gibi Müslüman entelektüeller tarafından savunulmaktadır. Bu tasavvurun ortak paydasını şöyle özetleyebiliriz: Mu’tezile’nin savunduğu gibi Kur’an, Allah’ın fiil sıfatlarından olan irade ve kelâm sıfatının ürünüdür. Yani ezeli değildir; yaratılmamıştır. Mutlak olan Allah, rölatif olan varlıkla ilişkiye girdiği zaman çıkan ürün rölatiftir, mutlak değildir. Çünkü, Kur’an’ı oluşturan dil (Arapça), Hz. Muhammed (insan) ve Arap toplumu rölatiftir. Vahiy ilişkisi bir zamanda (VII. yüzyıl) ve bir mekanda (Arap yarımadası) vuku bulmuştur. Kur’an, lahûtî (ilahi) olduğu kadar nasûtîdir (insanidir). Allah, insan aklı ve insan diliyle insana hitap etmiştir. Vahiy ile insan aklı arasında mahiyet farkı değil; derece farkı vardır. Vahyin fikri muhtevası Arap kültürünün ve Arap zihin dünyasının içindedir. Tevrat‘tan, İncil’den dinî fikirler içerdiği gibi, Arap cahiliye döneminin doğru fikir ve fiillerini de içerir. Başta Hz. Ömer olmak üzere Hz. Muhammed ve arkadaşlarının doğru görüp uyguladıkları fikir ve fiiller vahiy tarafından onanır (muvafakat-ı Ömer). Bundan dolayı Musa Carullah, bazı farzların temelinin sünnet olduğunu savunur. Bu bakış açısına göre vahyin bir dudağı gökte bir dudağı yerdedir. Yukarı aşağıyı belirler, aşağı da yukarıyı. Kur’an sadece gökten inmemiştir, aynı zamanda yerden bitmiştir. Yerle gök arasında diyalektik bir ilişki söz konusudur. Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya insanın hakkı insana verilmiştir.(Esbab-ı nüzul, nesih-mensuh, Mekkî-Medenî) Allah, Araplara hitap etmiştir. Arapça ile bütün insanlığa hitap etmemiştir. O günkü iletişim imkânlarını ve yabancı dil bilme oranını göz önünde tutarsak, bu son derece doğaldır. Aksi, abes olurdu. Allah dini Arap olmayanlara yayma sorumluluğunu (şahidlik 2/143) Araplara yüklemiştir. Kur’an’da tekrar hatırlatılan (tezkire) 'ed-dîn’ Hz. Adem ‘den beri peygamberlerin tebliğ ettikleri dindir. Yani İslâm’dır. Ruh-beden metaforuna tekrar başvurursak, bu tasavvura göre Kur’an’ın ruhu Hz. Adem’den kıyamete kadar sabittir. Bunlar da tevhid, mead (ahiret), ibadet (tapınma) ve adalettir (salih amel/ahlâk). Kur’an’ın bedeni ise (şeriat) tarihseldir. Yani Kur’an’daki sosyal ve siyasî hükümler (muamelât) Arap toplumunun maslahatları göz önünde tutularak oluşturulmuştur. Çünkü, sabit olan ed-dîn, indiği toplumun yapısına göre ‘tedeyyûn’ eder. Etini ve elbisesini tarihten ve toplumdan giyer. Vahyi ve ilahî (semavî) anlamda din tektir. Şeriatler ise muhteliftir. Son şeriatın (Kur’an ve sünnet) ismi de ‘Şeriat-i Muhammedî’dir. Orta Çağda ‘İslâmi ilimler’i tedvin eden Müslüman alimler, Arapların ihtiyacını karşılayan ‘Şeriat-ı Muhammedî’den’ (Kur’an-sünnet) ümmetin bütününün ihtiyaçlarını karşılayacak ‘İslâm şeriatı’nı (İslâm medeniyetini) inşa ettiler. Geleneğin katılığı ve taklidin yaygınlığı nedeniyle Yeni Çağa geçerken bu Orta Çağa şeriatı aşılamadı. İslâm dünyasının her alanda yaşadığı krizin anlamı budur. Bugün ‘şeriat’ denince herkesin şuuruna üşüşenler bunun kanıtıdır.

Bu tasavvura göre Kur'an güneşe benzer. Güneş sıcaktır, dinamiktir, varlık olarak sınırları belli olsa da ışıma yoluyla görülmez. Işıma yoluyla kendinden bir şeyler kaybeder. Kur'an'ın ışıması Müslüman entelektüelin kalbi (aklı ve sezgisi) vasıtasıyla olur. Kur'an'ı okuyan mümin entelektüel, ondan kimliğini, kişiliğini, benliğini, karakterini ve bilincini oluşturur ve dünyevi olgular, olaylar, fenomenler dünyasına dalar ve sorunu çözer. Kur'an'ı tefsir etmez. Olayları tevîl eder (aslına, hakikatine irca eder, çözer). Bundan dolayı peygamber "Ma raahu'l-mu'minune hasasen, fehuva'l-indallahi hasenun/ Mü'minlerin iyi gördüğü, Allah indinde de iyidir" demiştir. Bu durumda hata da yapılsa bir sevap alınır. Hz. Ömer böyle bir şahsiyet idi.

Bu tasavvura 'fenomenolojik' tasavvur ismi verilebilir. Olguların özüne bakar. Kur'an bütünüyle 'ölçü' değildir, örnektir.Örneği kavrayan, Allah'ın karakterini ve insanlardan ne istediğini anlayan mümin, Allah gibi sorun çözer, kitap yazar, hüküm koyar. Çünkü 'her dönemin ayrı bir hükmü vardır' (13/38). Kitabı şerhetmez. Bulunduğu epistemolojik zemin yorumsamacıdır, hermenötiktir. Rölativizm ile mutlak hakikat iddiasının arasında, dinlemeyi bilen, hakikatin bulunabileceğine inanan, delile dayanan, iknai bir yoldur bu.

Bu tasavvuru bir başka metaforla açıklayabiliriz. Bu tasavvurun Kur'an kavrayışı 'yağmur'a benzer. Yağmur rahmettir. Yağmuru oluşturan su yeryüzünden gökyüzüne çıkar, 'bulut' olur, yoğunlaşır ve yere 'yağar'. Vahyin, Kur'an 'ın fikri malzemesi de yerden alınır. Vahyin bütün verileri yeryüzüne aittir. Olgular, niyetler, duruşlar,fiiller Allah tarafından semadan dinlenir ve vahiy pasajları (ayetler) olarak 'inzal' edilir. Vahiy, Kur'an'da rahmettir (7/203). Yağmur humuslu topraklarda berekete dönüşür. Vahiy de kalbi 'yumuşak' olan insanlarda hidayete dönüşür.

Bu bakış açısında merkez dinamik olduğu için çevre ve etraf da dinamiktir. Hz. Muhammed ve sünneti de ölçü değil, örnektir (usve). Kur'an ile sünnet arasındaki fark Allah ile Hz. Muhammed (Hâlik-mahlûk) arasındaki fark kadar büyük değildir. Hz. Muhammed'in yanılabilirliği oranında azdır. İnsanların en hayırlıları sahabe, sonra tabiun, sonra etba-ı tabiun değildir. İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir. En hayırlıları en muttaki olanlarıdır.

Üçüncü tasavvura göre din, salt birtakım kutsal kişiler (peygamber, sahabe, veli, şeyh, imam, ilahiyatçı vs.), kutsal mekanlar (Kâbe, Mescid-i Aksa, cami vs.), kutsal zamanlar (Ramazan, Cuma, Kadir gecesi vs.), kutsal nesneler (Kur'an, zemzem, tesbih, seccade, sarık, cübbe vs.) değildir. Din salt ahiret için (köşk, şarap, huri) yapılan birtakım özel ibadetler (hac, oruç, namaz, Kur'an okuma vs.) de değildir. Din tevhid inancı ile birlikte (iman) bunun zorunlu yansıması olan adalettir (salih amel). Din, dünya içindir, dünya da ahiret içindir. Din, gün boyu iyiliği, adaleti, hakkaniyeti ayakta tutmaktır, bunları ikâme etmektir. Kötülüğü, haksızlığı, zulmü engellemektir (emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i ani'l-munker). Sosyal ve siyasal günah işlememektir. Çünkü bunlar büyük günahlardır. İnsan hakları ihlalleri büyük günahlardır. Ahlâkî her davranış, gün boyu işlenen daimi sevaptır, ibadettir. Bir öneriyi, çözümü, fikri ve fiili 'dini' kılan şey, başına bir ayet veya hadis yerleştirmek değildir. Muttaki bir bilinç, temiz bir vicdandan gelen her öneri, çözüm, fikir ve fiil, dinîdir.


Prof. Dr. İlhami Güler, Özgürlükçü Teoloji Yazıları, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2004.
elmuh isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
elmuh Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
kuman (26. March 2013), Miralay (17. May 2010), sabaha_dogru (17. April 2010)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
aleminde, kuran, tasavvuru, İslam


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 04:24 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam