hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > GELENEK DİNİ > Mezhepler ve Tarikatlar

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 7. January 2011, 06:49 AM   #31
Anonymous
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 176
Tesekkür: 627
164 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Anonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud of
Standart

Selam sevgili kardeşim.

Bu "aracı" ve "vesile" meselesi aslında çok basit bir mesele. Fakat bu basit meseleyi size anlatmayı beceremiyoruz o da bizim anlatım eksikliğimiz olsa gerek. Verdiğiniz benzetmelerin konu ile alakasız olmasından dolayı pek vakıf olmadığınızı düşünüyorum.

Ben vesile ve aracı meselesini anlatmayı son bir kez denemek istedim.

Öncelikle Allah'a yaklaşma meselesi otobüse binip İstanbuldan Kars'a gitme meselesine benzemez. Benzetme yapılacak bir durum da yok doğrudan Kuran'a bakalım.

Kuran'da Allah kendisine ulaşmanın yolunu TAKVA olarak gösteriyor.

Yani
Allaha yakın olan kişi = Takvalı kişi.

Bu Kuran'da bu şekilde benim gördüğüm kadarıyla.

Peki nasıl takva sahibi oluruz? EŞİTTİR nasıl Allaha yakın oluruz?

Allah Takva sahibi olmamız için gereken AMELLERİ Kuran'da sıralamış.

A ameli, B ameli, C ameli D ameli gibi bir sürü amel var ama bunların arasında "TAKVALI BİRİNE YAKIN OLMAK VEYA ONU ARACI KILMAK, RABITA Vb." gibi bir amel yok. Herkesin takvası kendine.

Özeti şu şekilde. Allaha yakın olmak istiyorsanız Kuran'da yazmakta olan takva amellerini yapmalısınız. Örneğin bir fakire yardım edersiniz, bu AMEL Allaha yaklaşmanıza bir vesile olur. Aracı olabilecek tek şey hep Kuran'da yazan TAKVA AMELLERİ'dir. Amel=Hayra ve barışa yönelik işlerdir. Boş işler değil.

Tabi bunlar benim anladığım. En doğrusunu Allah bilir.

Sevgili ebu Maruf kardeşim.
Sen peygamberimizin sünnetine bağlı birisine benziyorsun. Peygamberimizin tebliğini biraz araştırmanı öneriyorum. Peygamberimiz çevresindeki insanları "KENDİSİNİ RABITA ETMELERİNE" mi yönlendirmiş yoksa doğrudan Allah'a mı?

Boşuna hariçten kaynak aramayın.
Peygamberin o zamanki insanları neye yönlendirdiğini görebilmeniz için size en sağlam kaynağı söyleyeyim:
Kuran'ı açın ve "DE Kİ" ile başlayan tüm cümleleri tek tek okuyun. Zira onlar peygamberimizin Allahın emri ile insanlara ilettikleridir. Bu ayetlerde hiç sizin dediğiniz gibi yönlendirmeler yoktur, tüm yönlendirmeler Allah'adır.

O ayetlerden birisi:

Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarsa -(bilsinler ki) Ben çok yakınım; dua edenin yakarışlarına her zaman karşılık veririm; öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.(Bakara 186)

Allah hepimizi doğru yoluna iletsin.
Anonymous isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Anonymous Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Miralay (7. January 2011), snobyx (7. January 2011)
Alt 7. January 2011, 07:42 AM   #32
snobyx
Katılımcı Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 62
Tesekkür: 201
49 Mesajina 158 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
snobyx is on a distinguished road
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!

Bu yazıma

vermiş olduğunuz cevabın bir kısmına burada cevap vererek diğerlerini de cevaplayacağım inşaAllah demiştim.


yazımızın altına



Allah’ın Rasulu demek Allah’ın elçisi demek midir yoksa Allah’ın aracısı demek midir?

Allah’ın Resulu/Elçisi ise Allah’tan aldığını Allah adına duyuracak olandır.

Maide;67: “Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumuna hidâyet etmez.”

Gâyet net ve anlaşılır bir ifadeye sahip olan âyette Kitap Ehlinin tavırları nakledildikten sonra Rabbimiz, Elçisi'ne, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumuna hidâyet etmez buyurarak, o'nun görevini yapıp gerisine karışmamasını istemektedir. Bu tarz ifadeler birçok âyette [A‘râf/62, 79, 93, 68; Hûd/57; Ahkâf/23; Cinn/28] geçmiştir.

Elçiler her türlü şart altında tebliğ görevlerini yapmakla yükümlüdür; mesajları saklayamazlar, uhdelerinde tutamazlar, mesaja ekleme yapamazlar. Kendi aleyhine bile olsa mesajı tebliğ etme zorundadırlar.

Allah’ın Resulu/elçisi sizin dediğiniz gibi aracısı ise ne adına neyi yapacaktır?





Allah’ın kulunun şah damarından yakın olması ile Kulun Allah’ın kendisine şahdamarından yakın olup olmadığının farkında olup olmaması Allah’ın kulundan uzaklığının delili değildir.

Vesile konusu için verdiğiniz ayete bakalım inşallah.

Maide;35: Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe vebteğu ileyHilvesiylete ve cahidu fiy sebiyliHi lealleküm tüflihun

Ey iman etmiş olan kişiler! Felâha ermeniz için, Allah'a takvâlı davranın, O'na yaklaştıracak/ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret gösterin.



Maide;36: İnnelleziyne keferu lev enne lehüm ma fiyl Ardı cemiy’an ve mislehu meahu liyeftedu bihi min azabi yevmil kıyameti ma tukubbile minhüm* ve lehüm azabün eliym

Şüphesiz, küfretmiş olan şu kimseler; bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı daha, kıyâmet gününün azabından kurtulmalık vermek için kendilerinin olsa, onlardan kabul edilmez. Ve onlar için can yakıcı bir azap vardır.


Maide;37: Yüriydune en yahrucu minen nari ve ma hüm bi hariciyne minha ve lehüm azabün mukıym

Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve onlar için devamlı bir azap vardır.

Bu âyetlerde de uyarılar devam etmektedir:

• Mü’minler, felâha ermek [kurtulmak, zafer kazanmak, durumlarını koruyabilmek] için, Allah'a takvâlı davranmalıdır.

• Allah'a yaklaştıracak şeyleri aramalı, O'nun rızasını kazandıracak her türlü aracın peşinden koşmalı ve O'nun yolunda gayret göstermelidirler.

• Yeryüzündekilerin tümü ve onunla birlikte bir o kadarı daha küfredenlerin olsa ve kıyâmet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verseler, onlardan kabul edilmez ve onlar için can yakıcı bir azap vardır.

• Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve onlar için devamlı bir azap vardır.


وسيلة [vesîle], “kendisiyle bir başkasına ulaşılan, yaklaşılan şey” .
demektir.


Burada, mü’minlerden, kendilerini Allah'a yaklaştıracak ameller işlemeleri istenmektedir.

Kişiyi Allah'a yaklaştıracak amelleri de şu âyetlerden öğrenebilmekteyiz:

Hayır, hayır! Ona itaat etme! Secde et [teslim ol, boyun eğ] ve yakınlaş. (Alak/19)

Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlâtlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve sâlihâtı işlerse, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe/37)

Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah gafûr'dur, rahîm'dir. (Tevbe/99)

Şüphesiz şu, Rabb'lerinin haşyetinden [Rabb'lerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O'ndan uzaklaşma korkusundan] tirtir titreyen kimseler, Rabb'lerinin âyetlerine inanan kimseler, Rabb'lerine ortak tanımayan kimseler, şu, şüphesiz kendileri, Rabb'lerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve onun [iyilikler] için önde gidenlerdir. (Mü’minûn/57-61)

Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O [Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. (Tevbe/100)

Öne geçenler de, öne geçenlerdir. İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır. (Vâkıa/10-11)

Ve yeryüzünde hiçbir dâbbeh/canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. O [Allah], onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır. (Hûd/6)

Ve andolsun ki, Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık [size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik]. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular kılmıştık [vermiştik]. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı/kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi. (Ahkâf/26)

Hayır, hayır! “Ebrâr”ın kaydı, kesinlikle illiyyîn'dedir. –İlliyyîn'in ne olduğunu sana ne bildirdi?– Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! Şüphesiz ki “ebrâr”, elbette, naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/neticesi misktir. Karışımı tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– (Mutaffifîn/21-28)

Bazıları, buradaki vesîle sözcüğüne, “Allah'a götürecek, Allah ile kul arasında aracı olacak mürşit” manası vermektedirler, ki bu, tevhid ile bağdaşmayan, şirk içeren bir anlayıştır:

Dikkatli olun, hâlis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım velîler edinenler, “Onlar [Allah'ın astlarından edindiğimiz velîler] bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez. (Zümer/3)

Ölü veya diriyi, peygamber veya sâlih kulu Allah'a aracı yapmaya kalkmak şirktir.

Şurası da unutulmamalıdır ki, Allah'a vesile arama yükümlülüğü, sadece Müslümanlar için değil, Peygamber için de geçerlidir. Zira Peygamber de bu âyetin muhatabıdır. Kişiler vesile oluyorsa, peygamberler kimi vesile edineceklerdir?






Torpil, bir kimseyi kayıran arka çıkan demektir. Kulu olduğunu söyledikleri Allah:
En’âm suresi âyet 153’te: “Ve enne haza sıratıy müstekıymen fettebiuhu ve la tettebius sübüle feteferraka biküm an sebiylih zâliküm vassaküm bihi lealleküm tettekun;”

Ve bu benim dosdoğru yolumdur: Ona uyun; ve başka yollara uymayın ki, sizi Allah yolundan ayırmasınlar.” Size, bunu buyurmuştur. Belki takvâlı olursunuz.”

Diyecek ve onlar da bu açık duyuruya rağmen kendilerini kayıracak arka çıkacak kişiler arayacak … Bu kişiler için “Torpil yapacak kişiler arayıp bulmaya ya da icat etemeye çalışacak” açıklamamız neden uygun olmasın?



Ayetin Arapça okunuşuna bakalım.

Ve minel a'rabi men yu'minu billahi vel yevmil ahıri ve yettehızü ma yünfiku kurubatin ındAllahi ve salevatir Rasûl* ela inneha kurbetün lehüm* seyudhıluhumullahu fiy rahmetiHİ, innAllahe Ğafurun Rahîym;

Burada “vesile” kelimesini görüyor musunuz? “kurubatin ve kurbetun” sözcüklerine nasıl anlam verildiğinin gözden kaçırılmaması gerekir.

Vesileye örnek verdiğiniz ayeti nemci içerisinde değerlendirirsek

Tevbe;97: Bedevî Araplar, inkâr ve münâfıklık bakımından daha çetin; Allah'ın, Elçisi'ne indirdiklerinin sınırlarını bilmemeye daha yatkındırlar. Allah da, en iyi bilen, en iyi ilke koyandır.

Tevbe98: Bedevî Araplardan kimi de var ki, infak ettiğini zorla ödenmiş borç sayar ve size belâlar bekler. –O çirkin belâ kendi üzerlerine!– Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

Tevbe;99: Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah ğafûr'dur, rahîm'dir.


Bu paragrafta bedevî Arapların bir kısmının, yerleşik Araplara göre daha kaba, daha anlayışsız, daha dikbaşlı [vahşi, yabani] oldukları bildiriliyor. Bunlar yasa tanımayan, her istediğini yapan kimselerdir. Bunlardan kimisi, Allah'ın, Elçisi'ne indirdiklerinin sınırlarını bilmemeye daha yatkındır; kimisi de, infak ettiğini zorla ödenmiş borç sayar ve Müslümanlar için belâlar bekler; kimisi de, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar].








Hanif” sözcüğü, “ ح ن فHa-ne-fe” fiilinin ism-i fail kalıbıdır. “Hanefe” sözcüğü “ayak dönmesi, iki ayağın başparmakları karşı karşıya gelecek şekilde dönmesi” anlamındadır.

Sözcüğün, ayak tabanının üste gelmesi anlamında olduğunu söyleyenler de vardır.

Sözcük daha sonraları “hayırdan şerre, şerden hayra dönme” anlamında kullanılır olmuştur. Zaman içerisinde İbrahim peygamberin önemli bir niteliği olmuş, “şirkten tevhide yönelme” anlamında genelleşmiştir.

Kur’an indiği dönemde Mekke’de İbrahim dinine mensup olanlara, dışarıdan Mekke’ye gelip hacc eden ve sünnet olanlara “hanif” denilirdi. Daha sonra bu sözcük “Müslim [Müslüman]” anlamında kullanılır oldu. (Lisanü’l-Arab c: 2, s: 629, 630 “hnf” mad.)

Biz, sözcüğün anlamı ile ilgili olan yukarıdaki açıklamaları dikkate alarak sözcüğün “önceleri müşrik iken sonra müşrikliği bırakıp tevhide yönelen” şeklinde değil, “şirk koşmaksızın tevhide yönelen” şeklinde anlaşılması lâzım geldiği kanaatindeyiz. Nitekim aşağıdaki ayetten de bu anlaşılmaktadır:

… Allah’a yönelmişler olarak, O’na şirk koşanlar olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Bilin ki, Allah’a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir. (Hacc/30, 31)


Kısaca “Şirk koşmaksızın tevhide yönelme “ demek olan “hanif” bölücülük olarak algılanmaz ve bölücülük yaptığı manasına da gelmez.

Cemaatler topluluklar anlamındadır. Önemli olan “oluşan bu cemaatların/toplulukların neyin çevresinde birleştikleridir. Cemaatlar neyin çevresinde birleştilerse onun ismiyle anılırlar. Türkiyede bulunan cemaatlerin/toplulukların adları da herkesçe bilinmektedir.

Tevbe suresinin 100. Ayetine bakalım.

Tevbe Suresi;100: Vessabikunel evvelune minel muhaciriyne vel’ensari velleziynettebeuhüm bi ihsanin radıyAllahu anhüm ve radu anHu, ve eadde lehüm cennatin tecriy tahtehel’enharu halidiyne fiyha ebeda zâlikel fevzül azîym

Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O [Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.

Müşrik ve münâfıkların durumlarına ait bilgilerden sonra gelen bu ayette onların karşıtı olan mü’minler [Allah yolunda malını-canını feda etmiş örnek öncüler ve iyileştirme-güzelleştirme faaliyeti kapsamında onları izleyenler] konu edilmiş ve övülmüşlerdir.

Burada övülenlerin, sadece ilk Muhâcirler ve onları izleyenler [Muhâcirler ve Hudeybiye günü'nde Rıdvan Biati'nde bulunan Ensâr] olarak kabul edilmesi yanlış olur. Zira bu övgü, İslâmî faaliyeti sürdüren, İslâm'ın yayılmasına zemin hazırlayan fedakâr ve vefakâr kimselerin hepsidir.

Bu tür insanlardan oluşan cemaatler/topluluklar da kendilerini falan ya da filan cemaatten/topluluktan diye nitelendirmezler. Çünkü bilirler ki Allah, kendisine inanıp güvenenler için

En’am159: İnnelleziyne ferreku diynehüm ve kânu şiyean leste minhüm fiy şey'in, innema emruhüm ilAllahi sümme yünebbiuhüm bi ma kânu yef'alun;

Dinlerini parça parça edip, fırka fırka olanlar varya, (Rasûlüm) senin onlarla hiç bir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), onlara yapmakta oldukları fiillerini haber verecektir.

Duyurmuştur.






Ariflerin Menkabelerini yazan tüm kitaplara bakın o kitaplarda bol bol örneğini görürsünüz . Kaynağı verdim ama sanırım dikkatinizden kaçtı.

Yine de örnek vereyim.


“ İşte kendilerine hizmet, nafile ibadetlerden efdal tutulan evliyaullah, yukarıdan beri birer vesile ile zikredilen Yüce Allah dostlarıdır. Onların en yüce mevkiinde bulunanlardan birisi de Gavsul azam (kendisinden yardım istenen en büyük kişi) Abdulkadir Geylani hazretleridir.Onun yüce kerameti nasıl nübüvvet mucizatının bir cüzü sayılmasın ki, Risale-i Gavsiye’lerinde görüldüğü vechiyle Kelimullah’a vaki ilahi sohbet kendilerine de nasip olmuştur. ‘Len teraniden terani’ sırrı bu yüce velide zahir olmuştur.(Yani Hz. Musa Allah’ı göremedi ama bu yüce veli görmüştür). Yukarıda bir vesile ile ehlullahın beşeri sıfatlardan tecerrüdle melekiyet sıfatını iktisap ettiklerini arzetmiştik. El Bazul Eşheb olan Gavsı azamın yüce kanatları cihanı muhit olduğu gibi, kendisine iltica eden bendeganını (kullarını) daima bir siyanet meleği gibi o yüce kanatların altında hıfz buyurmuşlardır. Burada Cebrail denilen ulu meleğe Gavsu-l azam da meleklik sırrı itibariyle yoldaştır denirse hakikatin ta kendisi ifade edilmiş olur.’’ (El Bazul Eşheb, Melih Yuluğ)


‘’Hz. Mevlana için Molla Cami’nin ‘’Peygamber değildir ama kitap sahibidir’’ arifane kelamı, elbet Sultanul Evliya Abdulkadir Geylani hazretleri için de evleviyetle variddir. Gavsul Azam hazretlerinin kutsal kitabı ise Risale-i Gavsiyye’dir.’Kelimullahlık’’ payesine erişti’ denilmesinde hiçbir mahzur görmemekteyiz. Şu manada ki, elbette kendileri nebi değildir. Ama ‘Kelimullah’ Hak Teala ile mukaleme mazhariyetine ermişlerdir.’’ (El Bazul Eşheb, Bekir Uluçınar)


‘’Hızır ve İlyas’ın görüşmeleri ve hallerinden bir nebze bilgi verilmesine dair Molla Bedi’a yazılmış mektuptur. Allah’a hamd ve seçtiği kullarına selam olsun. Hızır a.s. hakkında arkadaşların sorusu üzerinden epey zaman geçti…Bugün sabah toplantısında Hızır ve İlyas’ın ruhaniler suretinde hazır olduğunu gördüm. Hızır ruhani bir kelam ile şöyle dedi: ‘Biz ruhlar alemindeniz. Allah ruhlarımıza tam bir kudret vermiştir ki, bu kudretle vücutlar suretinde teşekkül ve temessül eder, vücutlardan sadır olan cismani duruş ve hareketler, bedeni itaat ve ibadetler ondan sadır olur. O anda kendisine: ‘Siz Şafii mezhebine göre namaz kılıyorsunuz’ dedim. Şöyle dedi: ‘Biz şeriatlerle mükellef değiliz ama ev Kutbu’nun (sahibi) görevlerinin yerine gelmesi bize bağlı olup, kendisi de Şafii mezhebinde olduğundan biz de arkasında İmam Şafii’nin mezhebine göre namaz kılıyoruz….Yine anlaşılmıştır ki, velayetin kemalatı Şafii fıkhına muvafık, nübüvvetin kemalatı da Hanefi fıkhına muvafıktır. (Yani veliler şafii, peygamberler de hanefidir)…Hz. İsa indikten sonra Ebu Hanife’nin mezhebine göre amel edecektir). O anda ikisinden medet istemek ve dualarını almayı talep etmek aklımıza geldi…Sanki aradan sıyrılıp gittiler. İlyas a.s. o zaman hiç konuşmadı.’’ (Mektubat, B. Said Nursi)

‘’…Veliler arasında az daha peygamber yardımına muhtaç olmadan nuru parlayan kimseler vardır (Gazali) ‘’ (İşari Tefsir Okulu, Süleyman Ateş)






Kaynak verdim ama vermeye devam edeyim.

’Aslında yüce veliler, Hak Teala’nın tam ve kamil mahzarlarıdır. Ol ayinede görünen Hakk’ tır. Esasen nasıl Tur vadisinde bir ağaçtan yüce Mevla, Kelimullah’a ‘inni enellah’ demişse, El Bazul Eşheb (Abdulkadir Geylani) mahzarında da görünen O’dur. Yani Hu’dur.’’ (El Bazul Eşheb, Bekir Uluçınar)


‘’Eski şarihlere göre buradaki ney, insanı kamildir. O, birlik kamışlığından kesilmiştir. Kendi varlığından geçmiş, gerçek varlıkta varolmuştur. Ondan çıkan her ses tanrı iradesini bildirir. Onun ihtiyarı tanrı ihtiyarıdır. Fakat görünüşte sıfatlarla, fiillerle kayıtlıdır. Bu bakımdan ıtlak alemini özler. Daha doğrusu da, onun bu özleyişi bir cilvedir, kendi kendisine bir nazdır… Mevlana, ‘Dinle bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor’ derken, hem kamışlıktan kesilen ney’i hemde mutlak varlıktan mukayyed varlığa düşen kendisini kastetmektedir…’’ (Mesnevi ve Şerhi, Abdulbaki Gölpınarlı)


‘’Tanrısal varlığına kavuşmak isteyen muvahhid, beşeri varlığını kaybetmek, unutmak zorundadır. İşte bu kaybediş şekline ‘fena’ denir; bu da üç mertebeye ayrılır: (1)Amellerini yaparak, cehd ve gayret sarfederek, nefsine aykırı giderek onu istediği amellere koşarak, nefsani sıfatlardan, huylardan ve tabii özelliklerden fani olmaktır. (2) Hakkın senden istediği şeye uymak ve seninle O’nun arasında hiçbir vasıta kalmamak, her şeyden vazgeçip sırf ona yönelmek, ibadet ve tatlardaki zevk alma düşüncelerinden fani olmaktır. (3) Vecdin son mertebesinde Hak şahidi galebe edince artık Allah’ı müşahedeye ermenin farkına varmaktan da fani olmaktır. İşte o zaman sen fani bakisin…(Cüneyd Bağdadi)’’ (İşari Tefsir Okulu, Süleyman Ateş)


‘’Bu sürekli yolculuk, tasavvuf düşüncesindeki ‘Asli vatan’ kavramıyla da ilişki arzeder. Asli vatan insanın ruhlar alemindeki yeridir. Mevlana bunu Mesnevi’sinde ‘Kamışlık’, İkbal ise Cavidname’sinde ‘Can yoldaşın yanı’ olarak nitelendirmiştir. Bu asli vatan –ki insanın ayrıldığı bütün olan Allah’tan başkası değildir- tanımlanamaz, ele geçmez, yakalanmaz bir hedef ve sevgili olduğundan, ona varma zevki, onun yolunda olma zevkinden başka türlü düşünülemez. Onu istemek ve yine istemek…Kuşadalı bunu şu güzel sözü ile ifadeye koymuştur: ‘Vatanı aslimiz bezmi elest (Allah’tan ayrıldığımız an ve alem) dir. Her yerde misafir gibiyiz.’’ (Din ve Fıtrat, Yaşar N. Öztürk)


‘’Tecelli dolayısıyla evrendeki her şeyde tanrı sıfatlarının belirdiğini (yani ilahi sıfatların canlı ve cansızlar şeklinde tezahür ettiğini) görmüştük. …Tanrının bütün sıfatları evrende dağınık ama insanda toplu olarak vardır. Aynaya baktığında nasıl kendini görürse, Allah da bütün vasıflarını toplu olarak insanda görmüştür. İnsan biri ölümlü, öteki ölümsüz olan iki unsurdan teşekkül eder. ..Ölümsüz unsur ise, insana asıl şerefini ve değerini bağışlayan ilahi tarafımızdır. Ruh denen bu unsur tanrının bütün sıfatlarına mahzardır…Allah’tan kopmuş olan uyanık ve hasretli ruhu Mevlana Celaleddin Mesnevi’sinde neyi ile anlatmaktadır. İnsan ruhu kamışlıktan koparılmış olduğu için durmadan inleyen, herkesi dertlendiren bir şeydir…’’ (Türk Edebiyatı, Ahmet Kabaklı)


‘’Şimdi sufiler şekil ve kıyafet bakımından eski sufilere benziyor ama ruh ve muhteva bakımından başkalaşmışlardır. ..Şeriata hürmet hissi kalplerden zail olmuştur.Dine karşı kayıtsızlığı, menfaat temin etmenin en güvenilir vasıtası olarak kabul eden zamanın sofuları, haram ile helal arasında fark görmez olmuşlardır. Dine ve din büyüklerine karşı saygısız olmayı, din haline getirmişlerdir. İbadet etmeyi hafife almışlar, namaz kılmayı ve oruç tutmayı basit bir şey saymışlar, gaflet meydanında at koşturmuşlardır. Nefsani arzulara kendilerini teslim etmişler, halktan, kadınlardan ve zalim devlet adamlarından elde ettikleri şeylerden hiç çekinmeden faydalanmışlardır. Sonra bu nevi kötü şeyler yapmaya da kanaat etmeyerek en yüksek manevi hallere ve hakikatlere ulaştıklarını söylemişler, bu gibi şeylerden bahsederek kulluk boyunduruğundan kurtulup hürriyete kavuştuklarını, Allah’a vuslat hali ve hakikati ile muttasıl olduklarını, daima hak ile kaim bulunduklarını, iradelerinin Allah’ta fena bulduğunu ve kendilerine Allah’ın böyle hareket ettirdiğini, nefsaniyetlerinin yokolup fena mertebesine ulaştıklarını, işledikleri haramlardan veya işlemedikleri farzlardan dolayı azarlanıp yerilmeyeceklerini, ehadiyetin sırlarını keşif yolu ile bildiklerini, cismani varlıklarının çarpılma ve kapılma suretiyle kendilerinden tamamen alındığını…konuştukları zaman kendilerinden değil, kendilerinin adına başkasının (Hakk’ın) konuştuğunu, tasarruflarında kendilerinin dışında bulunan bir velinin (mutevelli Hak) bulunduğunu (hal ve hareketlerinin Hak tarafından idare edildiğini) iddia etmişlerdir.’’ (Er Risaletul Kuşeyriyye,Kuşeyri; Abdulhalim Mahmud)


‘’Allah herşeydir ve neye ibadet edilirse, Allah’a ibadet edilmiş olur… Her şey Allah olduğu için kulların Allah’tan başka taptıkları bütün şeyler de aslında Allah’tır. Bu ayrımı kullar uydurmuştur.’’ (Fususul Hikem, İbn Arabi)

‘’…Hallac şöyle diyor: ‘Lahutiliğinin delici ışığının sırrı tarafından beşeriyeti açığa çıkarılan yüce olsun! Sonra yaratıkları arasında yiyen ve içen suretinde açıkça göründü. Hatta yaratıkları O’nu kapıcıların birbirlerini fark etmeleri gibi fark etti…Sana bir şey olursa bana olur, zira her durumda sen benim. Sevdiğim kişi benim ben de oyum. Biz bir bedene girmiş (hulul etmiş) iki ruhuz. Beni görürsen onu görürsün. Onu görürsen bizi görmüş olursun’’ (Hallacı Mansur ve Eseri, Yaşar N. Öztürk)


‘’Hangi şeye işaret ederseniz, gerçekte Allah’a işaret etmiş olursunuz. Çünkü Allah, işaret edilen o şeyin aynıdır (kendisi)’’ (Mişkatul Envar, Gazali)


‘’Zatı itibariyle yüce olan Hak’kın açığa çıktığı her varlığa tapmak gerekir. O, alemin zerrelerinde açığa çıkmıştır.’’ (El İnsanul Kamil Fi Marifetul Evahir, Abdulkerim El Cili)


‘’Varlığımız O’nun varlığıdır. Varlığımız açısından biz O’na muhtaç, nefsinde zuhuru için O bize muhtaçtır….Senin özelliğin ne ise O’nun özelliği de odur…O bana hamd eder, ben O’na hamd ederim. O bana ibadet eder, ben O’na ibadet ederim’ (İbn Arabi) ‘’Risaleler Mecmuası, Ali El Kari)

‘’Erkek, Allah’ı kadında müşahede ederse, buna münfailde müşahede denir…Allah’ı kadında müşahede etmesi tam ve en mükemmeldir…Onun için Rasulullah kadınları sevmiştir. Çünkü Allah, onlarda çok mükemmel müsahede edilmektedir …Kavuşmanın en büyüğü de nikahtır’’ (Fususul Hikem, İbn Arabi)






Siz, rabıta yaptığınız kişinin yüzüne bakarak ibadetinizi/kulluğunuzu yaptığınıza inanabilirsiniz. Ben böyle bir ibadetin/kulluğun insanı şirke götüreceğine inanıyorum.







Ariflerin menakibine bakın bolca örneğini görürsünüz.







Muaviye ki Allah’ın laneti üzerine olsun. İslam’ın düşmanı Ebu Süfyan ile Saygı değer Hamza’nın Ciğerini yiyen kadının oğludur. Allah Resulunun yollarına diken taşıyan ve Tebbet Suresinde sözü edilen kadın halasıdır.Ömrünü Allah Resulunun ve Ehlibeytinin düşmanlığıyla geçirmiştir. İslamın yüzkarasıdır. Yaptıklarını örtmek için beslemelerine “hadis” ürettirmiştir. Siz de bu hadisleri örnek veriyorsunuz. Mekke’nin alınışı ile Allah Resulunun ölümü arasında iki yıl fark vardır.Mekke’nin alınmasıyla birlikte müslümanlığı kabul edenlerdendir. Müellefetul kulub/kalpleri İslama ısındırılanlardan olarakİkinci Halife Ömer’in zamanına kadar zekat mallarından pay verilenlerdendir.

Bakın bakalım Muaviye kimmiş?

Ahmed bHanbel ve Ebu ya’la kendi müsned’lerinde, Ebu berze’den şöyle rivayet ederler
Peygamberle birlikte idik,şarkı sesi duyduk Bakın nedir bu? Diye buyurdu Ben biraz ilerleyince, muaviye ve amr b As’ı şarkı söylerken gördüm Dönüp peygambere haber verdim O da şöyle buyurdu Allah’ım,bu ikisini fitneye duçar et! İlahi, bu ikisini ateşe at”

muaviye sarayda yaşama,saray protokolu uygulamanın yanı sıra Roma’lıları taklit ederek ipek ve pahalı kürk giyerdi Kaynak ; Yakubi tarihi c568


muaviyenin karısının biri hırıstiyandı Dostları ve danışmanları arasında çok sayıda hırıstiyan vardı. Kaynak ; İslam medeniyetleri tarihi corci zeydan c1 s83

Ehli sünnet uleması nezdin’de muaviye melun ve zındıktırKaynak ; Yakubi tarihi c2 s142

Hz Ali defalarca muaviyeyi lanetlemiştir. Kaynak ; Taberi tarihi 1bas c11 s357

Peygambere efendimiz muaviyeyi defalarca lanetlediKaynak ; El muhtasar Fi ahbar c1 s184

muaviye içki içerdi. Kaynak ; İbn-i ebil hadid c3 mısır baskısı s228,İhkakul Hak ve İzhakul batıl c1 s49


muaviye faiz yerdi Kaynak ; muaviye bin ebu sufyanAAhmud El ikaade mısır baskısı s132


muaviyeye göre miraç olayı rüyadan ibaretti diyorKaynak ; El-Gadir c10 s184, Sahihi müslim’den naklen c5 s43,Beyhaki süneni c5 s477


muaviye;
And olsun Allah’a , dünyada tatmadığım lezzet kalmadı” demekten sakınmayan bir hayasızdır.Kaynak; el-Mehasin-u ve’l-Mesavi , Beyhaki c1 s109 ve 210

Hz Resulullah (saa)'in; 'Eğer Muaviye'yi benim minberime çıktığını görürseniz, karnını yırtın yada onu öldürün” Kaynak ;Tehzib-üt Tehzib Ibin-i Hacer'in c 7 s 324, Tarih-üt Taberi c 10 s 85, Tarih-ül Hatib c 12 s 181, Künuz-ül Hakaik s 10 Menavi'nin, Serh-i Nehc-ül Belaga Ibn-i Ebu-l Hadid'in c 1 s 348, Tarih-ül Kebir Belazuri'nin

Resulullah (saa) şöyle buyurdu: Her seyin bir afeti olur Bu dinin afeti de Ben-i Ümeyye’dir.Kaynak ; (el-Müttaki el-Hindi' nin 'Kenz' ul Ummal' c6, s91 / Tathir’il Cinan s143 "Sevaik' ul Muhrika’nin hamisinde" / Nehc'ül Hak ve Kesf'üs Sidk s312)

İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor:" Ben çocuklarla birlikte oynuyordum Derken "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm geldi Ben hemen bir kapının arkasına saklandım (Beni orada bulup) enseme dokundu "Muaviye'ye git! Onu bana çağır!" dedi (Ben derhal gittim ve) geldim: "O YEMEK YİYOR!" dedim "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, tekrar: "Git Muaviye'yi bana çağır!" Emrettiler (Ben (yine gidip) döndüm ve: "O YEMEK YİYOR!" dedim Resûlullah tekrar: "Git! Muâviye'yi bana çağır!" emrettiler Ben yine gidip geldim ve: "O YEMEK YİYOR!" dedim Bunun üzerine: "ALLAH ONUN KARNINI DOYURMASIN!" buyurdular" Kaynak; Müslim, Birr 96, (2604)

Ebu Zer el-Gaffari Muaviye’ye dedi ki: Resulullah (saa)’a uğradım (Senin hakkında) buyurdu ki: “Allahım ona lanet et ve onu ancak toprak ile doyur” (el-Emini “el-Gadir” c10, s142)

Ebi Said ve Abdullah bin Mesud’tan naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İzâ reeytüm Muaviye alâ memberi faktülüh” Meali: “Eğer Muaviye’yi mimberim üzerinde görürseniz onu öldürünüz” (Tarih’üt Tabari c10, s58 /
İbn-i Mezahim’in “Vak’it Siffiyn” kitabı s216, 221 –Matabaatül Medeni-2Baskı Mısır /ez-Zehebi’nin “Mizan’ül İtidal” kitabı c1, s572; c2, s380, 613 / en-Nesaih’ül Kafiyeh limen Yetevelle Muaviye s45 /
Hüvarezmi’nin “Maktelil Hüseyin” kitabı c1, s185 /
İbn-i Ebil Hadit’in “Şerhu Nehc’ül Belağa” kitabı c15, s176 Mısır bas Muhammed Ebul Fadl tahkiki /
Takviyyet’ül İman Bired
Tezkiyyet İbn-i Ebi Süfyan s90 /
Hatip el-Bağdadi’nin “Tarih-i Bağdat” eseri c12, s181 /
İbn-i Hacer’in “Tehzib’üt Tehzib” kitabı c2, s428; c5, s110; el-Münavi’nin “Künuz’ül Hakaik” kitabı c1, s16 –Cami’us Sağir hamişinde bas/
Tarih-i Ebil Fida c2, s61 /
el-Mukrim’in “Maktelil Hüseyn” kitabı s7, 4Baskı /
el-Emini’nin “el-Gadir” adlı kitabı c10, s145 /
el-Hilli “Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk” s309)

İbn-i Mesud’tan naklen Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İza reeytüm Muaviye bin Ebi Süfyan yahtib alâ menberi fedribu anküh Meali: Eğer Muaviye bin Ebi Süfyan’ı mimberim üzerinde hutbe okuduğunu görürseniz boynunu kesin” İmam Hasan dedi ki: Allah’a ant olsun ki, bu işi yapmadılar, felaha da ermediler”Şerhu Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C4, S32

İmam Hasan yine şöyle buyurdu: Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Eğer Muaviye’yi mimberim üzerinde görürseniz, öldürünüz” Ancak onun emrini terk ettiler, felaha ermediler, kurtuluşa da ermediler(es-Suyuti “el-Âlil Masnûa” C1, S424-425; el-Emini “el-Gadir” C10, S143)

Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İnne Muaviye, fi tabutin min nar fi esfele derek minha, yünadi: ya hannan, ya mennan el-ân ve kad asaytü kablü ve künte minel müfsidin “Muaviye ateşin en alt tabakasında bir tabutun içerisindedir ve şöyle nida ediyor: Ey Hannan, ey Mennân, ben önceleri asi oldum ve fesat edenlerle beraberdim” (Tarih’üt Tabari C11, S357; Kitabu Saffayn S243)

Ehli Sünnet uleması nezdinde Muaviye melun ve zındıktır (Tarih’ül Yakubi C2, S142 ve Emini “el-Gadir” C1, S16)

Muaviye Hz Peygamber efendimiz tarafından lanetlenmiştir (Emini “el-Gadir” C1, S216; El Muhtasar Fi Ahbar C1, S184; Ali ve Benvah S229 Mısır Bas)

Muaviye Hz Ali tarafından da defalarca lanetlenmiştir (Tarih’üt Tabari C11, S357; Emini “el-Gadir” C10, S139; Sıffin S244 Mısır Bas)

Muaviye içki içerdi Şerh-u Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C3, S228 Mısır Bas; et-Tüsteri “İhkak’ul Hak ve İzhâk’ul Bâtıl” C1, S49; Emini “el-Gadir” C10, S157)


Hatta son arzusu, ölmeden önce “Sıcak bir günde serin şarap içip çocuklarını seyretmek” idi (Müsned-i Ahmet bin Hanbel C5, S347; İbn-i Asakir “Tarih-i Medinet-i Dimaşk” C7, S311; Emini “el-Gadir” C10, S189)


Muaviye’nin katl ve cinayet defteri bir hayli kabarıktır Hz Resulullah (saa)’ın sevgili sahabisi Hicr bin Adiyy ile altı yiğit arkadaşı, Muaviye’nin resmi emriyle Merc-i Uzra’da şehit edildi (Sahih-i Müslim C1, S258-259; Sahih-i Buhari C1, S131)

Muaviye Malik’ül Eşter’i Mısır yolunda zehirli balla zehirletip öldürttü, sonra da mimbere çıkıp şöyle dedi: “Ali’nin iki arkadaşı vardı, birinin işini Sıffin’de (Ammar bin Yasir’i) bitirdim, diğerininkini (Malik’ül Eşter’i) bugün” (Tarih’üt Tabari C4, S187; İbn-i Esir C3, S233)

Muaviye planlarını uygulayabilmek için Abdurrahman bin Halid bin Velid’i de zehirletti (Corci Zeydan “Medeniyet Tarihi” C4, S83)

Muaviye Hz Ali tarafından Mısır’a vali tayin edilen Muhammed bin Ebi Bekir’i öldürtüp cenazesini bir eşeğin cesedine karnını yarıp koyarak yaktırdı”Tarih’üt Tabari C4, S171; Corci Zeydan “Medeniyet Tarihi” C4, S83)

Muaviye oğlu Yezid’e biat almak istediğinde önce Hasan bin Ali’yi ile Sad bin Ebi Vakkas’ı zehirletip öldürttü (Ebu Ferec “Mekatil’üt Talibin”

Makrizi “İmam Hasan’ı emeviler zehirletti” der (Tarih’üt Tabari C4, S124; İbn-i Kuteybe “el-İmametü Ves-Siyasetü” S164, 1Bas; Şerh-u Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C4, S16; İbn-i Esir C3, S203; Emini “el-Gadir ”C11, S7; Seyyid Kutup “İslam’da Sosyal Adalet” S199)

Muaviye, Eş’as’ın kızı ve İmam Hasan’ın eşi olan Cu’de’yi kışkırtarak imamı zehirletti ve bu zehirle İmam şehit oldu Muaviye İmam Hasan’ın şehadet haberini duyduğunda neşelenmiş ve secdeye kapanmıştır (en-Niza vet-Tehâsüm S6 Necef Bas)

İbni Teymiyye diyor ki: Muaviye İmam Hasan’ın zehirlemek için emir verdi (Minhac’üs Sünnet C2, S225 Kitâl Ba’duhum Ba’da Babı)

Resulullah (saa); Ebu Süfyan’ın merkebe bindiğini, Muaviye’nin onu çektiğini, Yezid’in de onu arkadan sürdüğünü görünce şöyle buyurdular: “Allah; merkeptekine, onu önden çekene ve onu arkadan sürene lanet etsin” (Muhammed bin Cerir-i Taberi’nin Tarihi c 5, s 357; Tarih’ül Yakubi c2, s277 Beyrut Bas; el-Emini “el-Gadir” c10, s139)



Aşağıda vereceğim meallerde demişsiniz ama örneğini vermemişsiniz.







Burada örneğini verdiğiniz kişilerin kimisi kelimeyi aynen ayette belirtildiği gibi Arapça olarak bırakmış kimisi de “ Birinin iyiliğini isteyen, onu içten seven, iyi görüşülen kimse, en yakın arkadaş, gönüldaş demek olup Farsçadan geçen dost kelimesini yazmış. Biz de Türkçesini yazdık.

Burada açıklamasını yaptık.





Arabiyyen olan kur’an’ı Arapça lügatlardan-Lisanül Arap- yola çıkarak yapılan çalışmayı meallerden yola çıkarak olmazlığı hakkında yargıda bulunuyorsunuz.

Türkiye’de 100 ün üzerinde meal var. Metne sadık kalıp ayetteki kelimeyi Arapça olarak bırakmayan meallerde “veli” kelimesinin Türkçesini görebilirsiniz. Bir tanesini örnek vereyim. Hakkı Yılmaz’ın İşte Kur’an’ı.








المقرّبون mukarrebun yakın olan değil “yaklaştırılmışlar” olan demektir.
Ali İmran;45: “Hani bir zaman melekler, “Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir. Dünya ve âhirette saygındır. Ve o yaklaştırılanlardandır”
Bu ayette belirtilen“yaklaştırılmışlar”ın kimler olduğu vakıa suresinde 10-26 belirtilmiştir.
Öne geçenler de, öne geçenlerdir.
İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır.
İşte onlar [öne geçenler], Naim cennetlerindedirler.
Bir topluluk [çoğu] evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir.
(Onlar), yaptıklarına karşılık olarak; mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde], kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler -ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir- beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz olarak: “selâm!”, “selâm!” (Vakıa/10- 26)



Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
Allah razı olsun değerli Dost1,

Bu güzel paylaşımlar bana ''De ki:Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur."ayetini hatırlattı.Rabbimiz tüm insanları gerçeğin üzerini örten,örtenlere yardım eden kafirlerden korusun inşallah.

Selametle...
__________________
Yusuf 76:Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.
snobyx isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
snobyx Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Anonymous (7. January 2011), Miralay (7. January 2011)
Alt 7. January 2011, 07:58 AM   #33
ebu Maruf
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
ebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Anonymous Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selam sevgili kardeşim.
ALLAHIn Selamı Rahmeti ve Bereketi senin üzerine olsun Değerli Kardeşim
Bu "aracı" ve "vesile" meselesi aslında çok basit bir mesele. Fakat bu basit meseleyi size anlatmayı beceremiyoruz o da bizim anlatım eksikliğimiz olsa gerek. Verdiğiniz benzetmelerin konu ile alakasız olmasından dolayı pek vakıf olmadığınızı düşünüyorum.

Ben vesile ve aracı meselesini anlatmayı son bir kez denemek istedim.

Öncelikle Allah'a yaklaşma meselesi otobüse binip İstanbuldan Kars'a gitme meselesine benzemez. Benzetme yapılacak bir durum da yok doğrudan Kuran'a bakalım.
Dostum benim için aracı kelimesinin anlamını şu linkte izah etmeye çalıştım.
Ordaki sözlerimin sizinle hiç bir alakası yoktur.Bu mesajınızı okumadan önce başka bir kardeşe nisbet yazmıştım
http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2123

Kuran'da Allah kendisine ulaşmanın yolunu TAKVA olarak gösteriyor.
Dostum takva halis niyet yani salıih ameldir.Yani amelleri ALLAH için yapmaktır.Burda yapılan iş değil hangi niyetle yapıldığı önemlidir.Ameller önemli olsaydı.ALLAH c.c Beni israile emrettiği şeylerin birebir aynısını nasaralara onlara emrettiğinin aynısınıda müslümanlara emrederdi.
YAni ALLAH indinde ne benim kıldığım namazın nede senin tuttuğun orucun fiiliyet olarak bir önemi yoktur.Namazı ALLAH için Ayakta kılmak yerine oturarak kılsan .Öbürü bütün her şeyiyle bedenen namazın bütün fiillerini yerine getirse amacı ALLAH değilde çıkar olsa.Yarım olarak yapılan salih amel makbul olur.Yani Sen aracıyı sadece aracı olarak görsen sorun yoktur.Halbuki aracıdan bir güç beklersen o zaman sorun vardır.İşte takva budur.Salih niyet salih amel.
Salih ameller ve salih niyetler içine mümin kardeşini ALLAHın dostlarını sevmekde girer.
Rûm 21
Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.

Yani
Allaha yakın olan kişi = Takvalı kişi.

Bu Kuran'da bu şekilde benim gördüğüm kadarıyla.

Peki nasıl takva sahibi oluruz? EŞİTTİR nasıl Allaha yakın oluruz?

Allah Takva sahibi olmamız için gereken AMELLERİ Kuran'da sıralamış.

A ameli, B ameli, C ameli D ameli gibi bir sürü amel var ama bunların arasında "TAKVALI BİRİNE YAKIN OLMAK VEYA ONU ARACI KILMAK, RABITA Vb." gibi bir amel yok. Herkesin takvası kendine.

Özeti şu şekilde. Allaha yakın olmak istiyorsanız Kuran'da yazmakta olan takva amellerini yapmalısınız. Örneğin bir fakire yardım edersiniz, bu AMEL Allaha yaklaşmanıza bir vesile olur. Aracı olabilecek tek şey hep Kuran'da yazan TAKVA AMELLERİ'dir. Amel=Hayra ve barışa yönelik işlerdir. Boş işler değil.

Tabi bunlar benim anladığım. En doğrusunu Allah bilir.

Sevgili ebu Maruf kardeşim.
Sen peygamberimizin sünnetine bağlı birisine benziyorsun. Peygamberimizin tebliğini biraz araştırmanı öneriyorum. Peygamberimiz çevresindeki insanları "KENDİSİNİ RABITA ETMELERİNE" mi yönlendirmiş yoksa doğrudan Allah'a mı?
Dostum bununla ilgili hadis rivayetleri var.Tabiki isteyene verebilirim.Lakin burdaki çoğu kişi hadis rivayetlerini Kuranla çelişiyor diye kabul etmiyor.
Halbuki onların düşüncesine göre çelişiyor.Bende bakıyorum ayetlere insanın düşünülmesi yada sevilmesi yada hayal edilmesinin men edildiği yada şirk olarak kabulş edildiği bir ayet göremiyorum.Bu sebebden dolayı hadis kısmına hiç girmiyorum.

Boşuna hariçten kaynak aramayın.
Peygamberin o zamanki insanları neye yönlendirdiğini görebilmeniz için size en sağlam kaynağı söyleyeyim:
Kuran'ı açın ve "DE Kİ" ile başlayan tüm cümleleri tek tek okuyun. Zira onlar peygamberimizin Allahın emri ile insanlara ilettikleridir. Bu ayetlerde hiç sizin dediğiniz gibi yönlendirmeler yoktur, tüm yönlendirmeler Allah'adır.

O ayetlerden birisi:

Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarsa -(bilsinler ki) Ben çok yakınım; dua edenin yakarışlarına her zaman karşılık veririm; öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.(Bakara 186)

Allah hepimizi doğru yoluna iletsin.
selametle
ebu Maruf isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 7. January 2011, 10:15 AM   #34
Anonymous
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 176
Tesekkür: 627
164 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Anonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud of
Standart

Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Yani Sen aracıyı sadece aracı olarak görsen sorun yoktur.Halbuki aracıdan bir güç beklersen o zaman sorun vardır.İşte takva budur.Salih niyet salih amel.
Salih ameller ve salih niyetler içine mümin kardeşini ALLAHın dostlarını sevmekde girer.
Rûm 21
Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.

Sevgili kardeşim aracılık meselesinde
http://www.hanifler.com/showthread.php?p=7982#post7982
adresinde son sözümü söyledim. Anlatmak istediklerimi oradakinden daha açık anlatamam. İnşallah yanlış bir şey yazmamışımdır veya daha karmaşıklaştırmamışımdır.


Sevgi konusuna gelince:
Müslüman "Orta yol"u tutan insana denir. Müslüman her şeyin aşırısından uzak durur. Buna ibadet de dahildir sevgi de nefret de.
"Şeyh sevgisinin" ne kadar aşırı bir sevgi olduğunu ve insanları nerelere götürdüğünü buradaki bir çok insan biliyordur. O yüzden aşırı olmayan sevginin normalliğinden bahsetmemize gerek yok. Normalini bizler birbirimize karşı da duyuyoruz.

Selamlar.
Anonymous isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Anonymous Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
ebu Maruf (7. January 2011), Miralay (7. January 2011)
Alt 7. January 2011, 11:18 AM   #35
Miralay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 568
Tesekkür: 4.080
276 Mesajina 635 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
Miralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud of
Standart

Selam kardeşlerim.

Öncelikle,Dost1,Anonymous,hiiiç,snobyx ve diğer kardeşlerimin yazdıkları yorumların altına seve seve imzamı atarım. Daha doğrusu hakk'ıidoğruyu söyleyen herkesin yanındayım.

ebu Maruf kardeşimizin tasavvufla ilgili olarak yazdıklarından anladığım;konuyu ıstılah olarak iyi niyetle savunmaya çalışan değerli bir kardeşimizdir.
Fakat şunu iyi bilmesini ve anlamasını isterim ki;şahsımda dahil,buradaki pekçok kardeşimiz yıllarını tarikat ve cemaatlarda geçirmiş kişileriz. Konunun kitabî (teorik) ve ameli (uygulamalı) yönlerini çok iyi biliyoruz. Tasavvuf kitaplarında yazan ve bizlerinde çok iyi bildiğimiz,şirke kapı aralayan örnekleri Dost1 kardeşimiz bol bol delillerle gözler önüne sermiştir. Daha bunun üzerine yazacak birşey bulamıyorum.

Uygulama olarak ta,benim ve diğer kardeşlerimizin yaşadıkları olaylar;gidilen yolun hiç te masum olmadığını gösteriyor.

"Bana bir tane kötü örnek gösterin;hangi şeyh kendisine tapınılmasına izin veriyor?" diyen kardeşlerime ancak şunu diyebilirim;

Tarikatlarda mürşide kesin itaat esastır. Hiç bir sofi (ya da mürid) şeyhinden izinsiz hareket edemez. Şeyhinin izin verdiği bir eşle izdivac kurar (sırf şeyhi öyle emrettiği için,şeyhinin söylediği,ama ana babasının onaylamadığı bir hanımla evlenerek;ana babasıyla bağlarını koparan sofi arkadaşlar bilirim.),çocuğu olduğunda şeyhine danışarak,çocuğunun adını koyar;kendisi hanefi mezhebine tabi olduğu halde şeyhi şafi olduğu için namazını kılar (hepsi değil ama çok yapanları gördüm);...vs.

Yani yaptığı,yapacağı her hareketi mutlaka şeyhine danışırlar. Bu minvalde; sizin de tasvip etmediğiniz bir takım sapkınlıklardan bu şeyhin haberi yokmudur da engel olmuyor acaba? Hiçbir sofi (yada mürid) şeyhinin onayını almadan hiçbir hareketi yapmayacağına göre...

Yani gerek Dost1'in bahsettiği kaynaklar,gerekse bizlerin de şahit olduğu uygulamalar, hiç te sizin dediğiniz gibi cereyan etmiyor;ve hiç te masumane değil.

Daha dün bir arkadaş bir konudan bahsetti. Durumun ne kadar vahim sonuçlara varacağını az çok tahmin ettim.

Binlerce müridi olan,ve binlerce kişinin Gavs,müctehid olarak bildiği bir zat-ı muhteremin müridleri; ellerinde kumbaralarla çarşı çarşı,il il,diyar diyar gezerek, her esnafın dükkanına bu kumbaralardan bırakıyorlarmış. Bu kumbaraların üzerinde,"Sadaka ömrü uzatır" yazılıymış. Ben şahsen görmedim. Zira işten güçten,hastalıktan daha çarşı pazara gidip te şahit olamadım. Bana diyen bir esnaf arkadaş. Onun da dükkanına bu kumbaradan bırakmışlar. Her hafta sonu gelip kumbarayı boşaltıp,gidiyorlarmış.
Çok ta merak ettim doğrusu bu kumbaraları. Acaba Fethullah hoca'nın cemaatinin dağıttığı kumbaralara benziyor mu?
Neyse inşaAllah bu hafta sonu fırsat bulabilirsem bir keşif gezisinde bulunacağım.

Konuyu da fazla uzattım,hakkınızı helal ediniz kardeşlerim. Cuma cuma çenem düştü herhalde. Bunlar da cuma namazı kılarken aklıma geldi. Camiden çıkar çıkmaz hemen klavyeye döktüm.

Saygılarımla

Konu Miralay tarafından (7. January 2011 Saat 11:23 AM ) değiştirilmiştir.
Miralay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Miralay Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Anonymous (7. January 2011), ebu Maruf (7. January 2011), snobyx (7. January 2011)
Alt 7. January 2011, 12:05 PM   #36
ebu Maruf
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
ebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Anonymous Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Sevgili kardeşim aracılık meselesinde
http://www.hanifler.com/showthread.php?p=7982#post7982
adresinde son sözümü söyledim. Anlatmak istediklerimi oradakinden daha açık anlatamam. İnşallah yanlış bir şey yazmamışımdır veya daha karmaşıklaştırmamışımdır.


Sevgi konusuna gelince:
Müslüman "Orta yol"u tutan insana denir. Müslüman her şeyin aşırısından uzak durur. Buna ibadet de dahildir sevgi de nefret de.
"Şeyh sevgisinin" ne kadar aşırı bir sevgi olduğunu ve insanları nerelere götürdüğünü buradaki bir çok insan biliyordur. O yüzden aşırı olmayan sevginin normalliğinden bahsetmemize gerek yok. Normalini bizler birbirimize karşı da duyuyoruz.
Sevgide aşırı gitmemek gereklidir.Aynen Nasaraların İsa a.s a olan sevgilerdinde o kadar aşırı gidip artık İsa. a.s Efendimizi kulluktan çıkarıp ilahlığa çıkardıkları misali.
Bu bahsettiğiniz çok önemli bir meseledir.Harfiyen katılıyorum.Ben sadece sevginin aşırılığı meselesine sınırı şu şekilde koyulması taraftarıyım.Zira bunun bir tartısı yoktur.Mahlukata duyulan sevginin mantığı aklı geçmemesi gerektiği taraftarıyım.Bu şeyhde olsa hatta peygamberde olsa.Mantığı geçince artık yahudilerin üzeyr a.s Efendimize yada nasaraların İsa a.s Efendimize olan duygularına benzr ALLAH Muhafaza.

Selamlar.
Dostum vermiş olduğun linke görüşlerimi belirttim.
Paylaştığın bilgiler için teşekkür ederim.

saygılarımla

Konu ebu Maruf tarafından (7. January 2011 Saat 12:12 PM ) değiştirilmiştir.
ebu Maruf isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
ebu Maruf Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Anonymous (7. January 2011), snobyx (7. January 2011)
Alt 7. January 2011, 12:39 PM   #37
ebu Maruf
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
ebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Miralay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selam kardeşlerim.

Öncelikle,Dost1,Anonymous,hiiiç,snobyx ve diğer kardeşlerimin yazdıkları yorumların altına seve seve imzamı atarım. Daha doğrusu hakk'ıidoğruyu söyleyen herkesin yanındayım.

ebu Maruf kardeşimizin tasavvufla ilgili olarak yazdıklarından anladığım;konuyu ıstılah olarak iyi niyetle savunmaya çalışan değerli bir kardeşimizdir.
Fakat şunu iyi bilmesini ve anlamasını isterim ki;şahsımda dahil,buradaki pekçok kardeşimiz yıllarını tarikat ve cemaatlarda geçirmiş kişileriz. Konunun kitabî (teorik) ve ameli (uygulamalı) yönlerini çok iyi biliyoruz. Tasavvuf kitaplarında yazan ve bizlerinde çok iyi bildiğimiz,şirke kapı aralayan örnekleri Dost1 kardeşimiz bol bol delillerle gözler önüne sermiştir. Daha bunun üzerine yazacak birşey bulamıyorum.
Dostum benim savunduğum yaşanan tasavvuf değil olması gereken tasavvuftur.Ulemanın bildirdikleri tasavvuftur.
Uygulama olarak ta,benim ve diğer kardeşlerimizin yaşadıkları olaylar;gidilen yolun hiç te masum olmadığını gösteriyor.

"Bana bir tane kötü örnek gösterin;hangi şeyh kendisine tapınılmasına izin veriyor?" diyen kardeşlerime ancak şunu diyebilirim;

Tarikatlarda mürşide kesin itaat esastır. Hiç bir sofi (ya da mürid) şeyhinden izinsiz hareket edemez. Şeyhinin izin verdiği bir eşle izdivac kurar (sırf şeyhi öyle emrettiği için,şeyhinin söylediği,ama ana babasının onaylamadığı bir hanımla evlenerek;ana babasıyla bağlarını koparan sofi arkadaşlar bilirim.),çocuğu olduğunda şeyhine danışarak,çocuğunun adını koyar;kendisi hanefi mezhebine tabi olduğu halde şeyhi şafi olduğu için namazını kılar (hepsi değil ama çok yapanları gördüm);...vs.
Öncelikle kolay kolay hiç bir hakiki şeyh sofinin evleneceği kişiyle ilgili emir vermez.Ben bunca yıllık tasavvuf hayatımda buna hiç rastlamadım.Ha sofi şeyhe danışırmış şeyh de fikrini söylermiş dervişde Şeyhin tavsiyesine uyarmış bunuda emir telakki edermiş bunuda siz tasavvufun aslı olarak kabul ediyorsanız bir şey demiyeceğim.
Bana evlenmek noktasında soranlara bende tavsiyelerde bulunuyorum.Hatta bizim topraklarımızda kültürümüzde kız istemeye gidilmeden önce etrafa sorulur.Tavsiyelere göre hareket edilir.Bunun şeyhlikle bir alakası yoktur ki.

Yani yaptığı,yapacağı her hareketi mutlaka şeyhine danışırlar. Bu minvalde; sizin de tasvip etmediğiniz bir takım sapkınlıklardan bu şeyhin haberi yokmudur da engel olmuyor acaba? Hiçbir sofi (yada mürid) şeyhinin onayını almadan hiçbir hareketi yapmayacağına göre...
Dostum tasavvufta her hareketini şeyhine danışacaksın diye bir şey yoktur.Bunlar cahil sofinin sözleridir.Ehemmiyetli meselelerde tabiki danışacaksın.O senin dinini öğrenmen için tabi olduğun hocan tabiki ona danışacaksın.Lakin bundan gayrısı için bu söz doğru değilidr.
Buda tasavvufun aslı değil günümüzdeki cahil sofi yaşantısıdır.

Yani gerek Dost1'in bahsettiği kaynaklar,gerekse bizlerin de şahit olduğu uygulamalar, hiç te sizin dediğiniz gibi cereyan etmiyor;ve hiç te masumane değil.

Daha dün bir arkadaş bir konudan bahsetti. Durumun ne kadar vahim sonuçlara varacağını az çok tahmin ettim.

Binlerce müridi olan,ve binlerce kişinin Gavs,müctehid olarak bildiği bir zat-ı muhteremin müridleri; ellerinde kumbaralarla çarşı çarşı,il il,diyar diyar gezerek, her esnafın dükkanına bu kumbaralardan bırakıyorlarmış. Bu kumbaraların üzerinde,"Sadaka ömrü uzatır" yazılıymış. Ben şahsen görmedim. Zira işten güçten,hastalıktan daha çarşı pazara gidip te şahit olamadım. Bana diyen bir esnaf arkadaş. Onun da dükkanına bu kumbaradan bırakmışlar. Her hafta sonu gelip kumbarayı boşaltıp,gidiyorlarmış.
Çok ta merak ettim doğrusu bu kumbaraları. Acaba Fethullah hoca'nın cemaatinin dağıttığı kumbaralara benziyor mu?
Neyse inşaAllah bu hafta sonu fırsat bulabilirsem bir keşif gezisinde bulunacağım.
Dostum ben o kadar senelik tasavvuf hayatım boyunca bırak kumbarayla esnaftan para toplandığını kendi içimizdeki kardeşler arasında bile para toplandığına çok az şahit oldum.Şahsımın tasarrufu olduğu noktadada dervişlerden bile istenmesine karşı çıktım.Bunu yapan cemaatler olabilir.Bizimkilerdende nadirde olsa sponsorluk v.s işleri için yeltenenler oldu.Lakin Mübarek müsaade etmedi.
Benim anladığım kadarıyla sizin tasavvuf eleştiriniz cahil sofilerin tasavvuf anlayışınadır.Bunlara bizde çok eleştiride bulunuyoruz uyarmaya çalışıyoruz.Lakin bu tasavvufun aslı değildir.
Size bu konu ile ilgili bir meseleden bahsedeyim.Sanırım hepiniz bilirsiniz Yusuf İslamı.Onun bir sözü vardır.Ben islamdan önce Müslümanları tanısaydım sanırım müslüman olmazdım.
Bu sadece ehli tasavvufun değil bütün mümin kardeşlerin içinde bulunduğu büyük bir sorun.
Benim şahsi görüşüm şudur ki şahısların hataları o ideolojiye yani çizgiye mal edilemez.
O halde zaten bu her cemaat her tarikat ve her düşünce birliği oluşturmuş insan için aynıdır.
Ben şahısların dini nasıl uyguladıklarına değil iddia ettikleri şeyleri incelerim.Zira ben niyet okuyuculukta yapamam.Kalbleride bilmem.Ben karşımdaki şahsın ağzından dökülenlere göre yada yazdıklarına göre hareket ederim.
Konuyu da fazla uzattım,hakkınızı helal ediniz kardeşlerim. Cuma cuma çenem düştü herhalde. Bunlar da cuma namazı kılarken aklıma geldi. Camiden çıkar çıkmaz hemen klavyeye döktüm.

Saygılarımla

selametle
ebu Maruf isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
ebu Maruf Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (7. January 2011)
Alt 7. January 2011, 12:54 PM   #38
Miralay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 568
Tesekkür: 4.080
276 Mesajina 635 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
Miralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud of
Standart

Güzel kardeşim eleştirilerini ve eleştirilereverilen cevapları iyiniyetinetine ve samimiyetine yoruyorum.
Allah senden razı olsun. Lakin hep madalyonun diğer yüzünden ve bardağın dolu tarafından bakıyorsun. Tamam bu da güzel bir haslettir. Bundan dolayı seni kutluyorum.
Keşke herşey bahsettiğin gibi olsaydı da biz de bu konuda böyle uzun uzun şeyler yazmasaydık. Tasavvufun güzelliklerinden (!) bahsetseydik te feyz alsaydık.

Ama anlattıklarım malesef bir-iki cahil sofinin söylemleri ve davranışları değil; bozuk sistemin kendisi ve temel kaideleridir. Ve de malesef şirke çanak tutan yol ve davranışlardır. Zaten olay bir-iki sofinin bozuk davranış ve inancı olsaydı,onları düzeltmek için elimden geleni yapardım ve 20 küsür yıllık tarikat ve tasavvuf hayatıma bir anda (namazda fatiha suresinin anlamını düşündükten sonra) son vermezdim.

Benim tarikatten ayrılmama sırf fatiha suresi sebep olmuştur.
O günden beri o mübarek sure kılıç gibi başımın üstünde durur ve olası hatalarıma karşı beni uyarır.

Eğer illa ki rabıta yapılacaksa, bizzat bu surenin manasına yapılsa yeridir derim. Bizzat fatiha suresi bile insanı tevhide götürecek,şirkten uzak tutacak özellik ve manaya sahiptir.
Mürşid arıyorsak Kur'anı Kerim ve özellikle Fatiha Suresi yeter sanırım.
Saygı ve selamlarımla
Miralay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Miralay Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Anonymous (7. January 2011), hiiic (7. January 2011), snobyx (7. January 2011)
Alt 7. January 2011, 01:56 PM   #39
ebu Maruf
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
ebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Miralay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Güzel kardeşim eleştirilerini ve eleştirilereverilen cevapları iyiniyetinetine ve samimiyetine yoruyorum.
Allah senden razı olsun. Lakin hep madalyonun diğer yüzünden ve bardağın dolu tarafından bakıyorsun. Tamam bu da güzel bir haslettir. Bundan dolayı seni kutluyorum.
Keşke herşey bahsettiğin gibi olsaydı da biz de bu konuda böyle uzun uzun şeyler yazmasaydık. Tasavvufun güzelliklerinden (!) bahsetseydik te feyz alsaydık.

Ama anlattıklarım malesef bir-iki cahil sofinin söylemleri ve davranışları değil; bozuk sistemin kendisi ve temel kaideleridir. Ve de malesef şirke çanak tutan yol ve davranışlardır. Zaten olay bir-iki sofinin bozuk davranış ve inancı olsaydı,onları düzeltmek için elimden geleni yapardım ve 20 küsür yıllık tarikat ve tasavvuf hayatıma bir anda (namazda fatiha suresinin anlamını düşündükten sonra) son vermezdim.
Güzel kardeşim bunlar genel kaidedir diyorsun.Ben her kaide olarak belirttiğin şeylerle ilgili kaynak sordum hiç birinde vermedin.Tasavvuf hayatın boyunca sana anlatılanlar belki ulemaların sözüymüş gibi nakletildiğinden aklında öyle kalmış olabilir.
Kaynak sormamın sebebi teyid amacıyladır.Yoksa yalan söylüyorsunuz manasında değildir.Bu okuyan kardeşler açısından ehemmiyetli olduğu için sormuştum.Bende sizin gibi benzer şeyler yaşadım.Yani sofi abilerin mübareklerin yada ulemaların sözleriymiş gibi aktarıldığına.Lakin okudukça öyle olmadığının farkına vardım.Olan tasavvuf yaşantısını değilde olması gerekeni yaşamaya çalışıyoruım.Tabiki siz bu konuda bu şekilde bir durumun içindeyseniz daha fazla size açıklama yapmak noktasında bir fayda olacağını sanmıyorum.Rabbim senide benide yanlış akaidden korusun.Zİra en doğrusunu bilen odur.Bütün Müslüğman kardeşlerimizi doğru yola ulaştırsın.

Benim tarikatten ayrılmama sırf fatiha suresi sebep olmuştur.
O günden beri o mübarek sure kılıç gibi başımın üstünde durur ve olası hatalarıma karşı beni uyarır.

Eğer illa ki rabıta yapılacaksa, bizzat bu surenin manasına yapılsa yeridir derim. Bizzat fatiha suresi bile insanı tevhide götürecek,şirkten uzak tutacak özellik ve manaya sahiptir.
Bunu Rabbim lütfetti her rekatta okurken zaten tefekkür size görede rabıta ediyoruz elhamdulillah.Rabbime şükürler olsun.
Mürşid arıyorsak Kur'anı Kerim ve özellikle Fatiha Suresi yeter sanırım.
Saygı ve selamlarımla
En büyük Mürsid Kurandır amenna ve sadekna.
Rabbim bu Büyük mÜrşid vesilesi ile Zatını en iyi şekilde anlamayı ona en güzel şekilde kulluk etmeyi onu sevmeyi ve tanımayı nasip etsin.


saygılarımla
ebu Maruf isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
demektir, himmeti, şeyhlerin


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:24 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam