hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > GELENEK DİNİ > Mezhepler ve Tarikatlar

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 4. January 2011, 10:41 PM   #11
ebu Maruf
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
ebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud of
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!
ve Aleykümes-Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu
Kur'an'da geçen "veli,evliya" kelimeleri dost anlamında değildir.
En büyük oyun kelimelerin tahrif edilmesiyle yapılmaktadır.
"Veli" kelimesi bizim Türkçeye de geçmiş bir kelimedir. Reşid olmadan önce baba ya da annelerimiz okulda bizim "veli" mizdiler.
Bütün ayetlerdeki ifade bu manada olsa Evliyaullah İfadesinde haşa ALLAH c.c ın velayet ihtiyacı duyduğu birileri olması gerekli olur.Zira Ayeti kerimede


أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Yûnus / 62
Elâ inne evliyâa(A)llâhi lâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e)

Bilin, haberdar olun ki şüphe yok Allah dostlarına ne korku vardır, ne de mahzun olur onlar. *




Zümer suresi âyet 3:” Ela Lillahid diynül halis Velleziynettehazu min dunihi evliya' ma na'budühüm illâ liyükarribuna ilellahi zülfa innAllahe yahkümü beynehüm fiyma hüm fiyhi yahtelifun innAllahe la yehdiy men huve kazibün keffar;”

Gözünüzü açıp kendinize gelin! Halis din/arı-duru tertemiz din sadece ve sadece Allah’ındır. O’ndan astları Velîler/Yakınlar kabullenmek suretiyle, “Biz onlara yalnız bizi Allah’a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz” diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.”

Yunus suresi âyet 18:” Ve ya'büdune min dunillahi ma la yadurruhüm ve la yenfeuhüm ve yekulune haülai şüfeauna indAllah kul etünebbiunAllahe bima la ya'lemü fiys Semavati ve la fiyl Ard subhaneHU ve tealâ amma yüşrikûn;”

“Allah’ın astından (yaratılmışlardan) kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: “Bunlar bizim Allah katındaki şefâatçılarımızdır.” De onlara: “Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi haber veriyorsunuz?” Şanı yücedir O’nun, ortak koştuklarından münezzehtir O.”


Kaf suresi âyet 16:” Ve lekad halaknel İnsane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd;”

Ve hiç kuşkusuz, insanı biz yarattık ve benliğinin ona telkin ettiği şeyi biz biliriz. Biz, ona şah damarından daha yakınız.”

Zümer suresi âyet 44:” Kul Lillahiş şefaatü cemiy’a leHU Mülküs Semavati vel Ard sümme ileyHİ turceun;”

De ki: “Şefâat tümden Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü/yönetimi O’nundur. Sonunda O’na döndürüleceksiniz.”

Müddessir suresi âyet 11:” Zerniy ve men halaktu vehıyda;”


Benimle, yarattığım kişiyi başbaşa bırak.”

Hadid suresi âyet 4:” Huvelleziy halekasSemavati vel'Arda fiy sitteti eyyamin sümmesteva 'alel'Arş ya'lemu ma yelicu fiyl’Ardı ve ma yahrucu minha ve ma yenzilu minesSemai ve ma ya'rucu fiyha ve Huve me'akum eyne ma küntüm vAllahu bima ta'melune Basıyr;”


Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a egemenlik kuran, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O’dur. Nerede olursanız olun, O, sizinle birliktedir. Ve Allah, yaptıklarınızı görendir.”


Âyetlerde de görülüyor ki Allah, insana şahdamarından daha yakındır, her yerde ve her an bizimle beraberdir. Ve şefâat tümden ve sadece Allah’a aittir. Ve Allah ile kul arasına Peygamber bile girememektedir.
Peygamber a.s Rasulullah olarak yani ALLAH ın elçisi olarak belirtilir.Elçi ise aracıdır.Aracının mahiyeti noktasında tapınmak ,kulluk yada ibadet etmek gibi meseleler olmadan aracının kabulu ayetlerle zaten sabittir.

Allah’ın kulundan mesafeli olduğunu iddia etmek de Kur’ân’a aykırıdır. Her Müslümanın bu ilahi beyanları, dikkate alması gerekir. Ki şirk bataklığına düşmesin, imanını kirletmesin.
Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah;
ALLAH kulundan mesafeli değildir.Lakin Kul ALLAH a mesafelidir.ALLAH gibi göremez.ALLAH ın kuluna ulaşması için vesileye yada aracıya ihtiyacı yoktur.Lakin Kulun ALLAH a ulaşması için vesileye yada aracıya ihtiyacı olabilir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَابْتَغُوا إِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُوا فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû-ttekû(A)llâhe vebteġû ileyhi-lvesîlete vecâhidû fî sebîlihi le’allekum tuflihûn(e)
Mâide 35

Ey inananlar, çekinin Allah'tan ve onu vesileyle arayın ve savaşın onun yolunda da muradına erenlerden olun.


En’âm suresi âyet 153’te: “Ve enne haza sıratıy müstekıymen fettebiuhu ve la tettebius sübüle feteferraka biküm an sebiylih zâliküm vassaküm bihi lealleküm tettekun;”

“Ve bu benim dosdoğru yolumdur: Ona uyun; ve başka yollara uymayın ki, sizi Allah yolundan ayırmasınlar.” Size, bunu buyurmuştur. Belki takvâlı olursunuz.”

Diye tüm insanlığa seslenmekte. Bazı insanlar da Allah’a yaklaştırmaları için, bu yolda kendilerine torpil yapacak kişiler arayıp bulmaya ya da icat etmeye çalışmaktadır.
Buna gerek var mıdır?
Torpil izahatı pek doğru olmamış sanırım.Zira burdaki olay onların ALLAHA yakın olduğu düşünülüp onlar için ALLAH a dua etmeleridirki.Buna ister şefaat deyin isterseniz himmet deyin,
Tevbe 99
Bedevilerden öylesi de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanır, (hayır için) harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamber'in dualarını almaya vesile edinir. Bilesiniz ki o (harcadıkları mal, Allah katında) onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine (cennetine) koyacaktır. Şüphesiz Allah bağışlayan, esirgeyendir.


Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah;
Hucurat 10’da:” İnnemel mu'minune ıhvetün feaslihu beyne ehaveyküm vettekullahe lealleküm turhamun;”

Mü’minler kardeştirler. Öyleyse, iki kardeşiniz arasında barışı sağlayın ve Allah’tan sakının. Belki size merhamet edilir.”

Diye seslenmesine rağmen, iman kardeşliği dışında tarikat kardeşliği kurulmaya, müslümanlar binbir parçaya bölünmeye çalışılmaktadır.
Buna gerek var mıdır?
Bunu bölücülük olarak algılamak hanif kardeşliğinde bölücülük yaptığı manasına gelir.Halbuki biz cemaatleri gerçek manasında topluluk olarak kabul ederiz.Cemaatler ise tevbe süresi 100 deki gibi ensarlar muhacirler gibi algılanır.


Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah;

A’raf suresi âyet 70:” Kalu eci'tena lina'budAllahe vahdeHu ve nezere ma kâne ya'büdü abaüna fe'tina bima teıdüna in künte mines sadikıyn;”

Dediler ki: “Yalnız Allah’a kulluk etmemiz, babalarımızın taptıklarını bırakmamız için mi bize geldin? Eğer doğru sözlülerden isen, haydi bize tehdit ettiği şeyi getir.!”

Zümer suresi âyet 45:” Ve iza zükirAllahu vahdehüşmeezzet kulubülleziyne la yu'minune bil ahireti, ve iza zükirelleziyne min dunihi izahüm yestebşirun;

Ve Allah, tek olarak anıldığında, öteki dünyaya inanmayanların kalpleri kasılır; ama Allah’ın astlarından olan kimseler anıldığında, bakarsın yüzleri gülüverir.”

Diye buyurduğu halde; nahnu,inna gibi Allah’ın azamet ve Kibriyalık ifadesi olan “biz” ifadesini : Allah ne yaparsa bu Velileri ile birlikte yapmakta bunun için “biz” ifadesini kullanmıştır diyerek Allah’a ait olan sıfatları, tasarrufları “velilere” vermekteler.
Buna gerek var mıdır?

ALLAH c.c sünnetullah gereği işlerini vesileler aracılığı ile yapar.Bu doğrudur.Bazen bir kafir bazen bir veli bazen bir hayvan bazen bir bitki Rabbimin Alemlere müdahelesinde vesile olur.Rabbimin direk Şahsını gören oldumu?Yada yokdan varedilen bir şeyi insan gözüyle gören.
Bir tohum aracılığıyla yapr.Bunu her mümin zaten bilir.
Lakin ALLAH a ait olan sıfatların velilere verildiği iddiasını kim yapmış bilmiyorum.Bununla ilgili kaynak rica ediyorum.

Velî ve “Evliyâ” sözcüklerinin anlamında saptırmalar varsa bu sorulara verilen cevap evet olur. Bu saptırmalara bakalım.

Velî: Gizli bilgiler ile donanmış, zaman ve mekan bağlarının dışında kalan, Allah tarafından özel himaye gören kimse.

Evliyâ: Olağanüstü yeteneklerle donatılmış, keramet sahibi kimse.

"Velî”’nin çoğulu “Evliyâ”’dır. Yani Evliyâ demek Velî’ler demektir.

Evliyâ sözcüğü çoğul anlamını yitirip, tarikat ve tasavvuf çevrelerinde özel bir tekil anlam kazanmıştır.

Zümer suresi âyet 45:” Ve iza zükirAllahu vahdehüşmeezzet kulubülleziyne la yu'minune bil ahireti, ve iza zükirelleziyne min dunihi izahüm yestebşirun;

Ve Allah, tek olarak anıldığında, öteki dünyaya inanmayanların kalpleri kasılır; ama Allah’ın astlarından olan kimseler anıldığında, bakarsın yüzleri gülüverir.”

Değerli Kardeşlerim!

Evliyâ tabirinin içine Üçler, Yediler, Kırklar, Abdal, Aktap, Evtad, Nükeba ve Nüceba denilen kimseler de girer.

Genel kabul olarak da her tarikatın şeyhi, her cemaatin ileri geleni Evliyâ’dır, Velîyyüllah’tır. Bunlar ya Gavs’tır ya Kutup’tur. Yine bunlar ya Üçler’dendir ya Yediler’dendir ya da Kırklar’dandır.

Kutup: Değirmenin, çevresinde döndüğü eksen demektir. Zamanının bütün oluşları onun çevresinde dönüp durduğu için zamanın ruhsal seyyidi ve yöneticisi olan zata bu ad verilmiştir.

Kutuplar iki tanedir. Biri görünen alemi yönetir, biri gayb alemini. Kutup ölünce, yerine Abdallardan en kamili geçer.

Abdallara gelince: “Abdal” kelimesi, bedel sözünden alınmıştır. Bunlardan biri ölünce onun yerine öteki geçtiği için bu adla anılmışlardır. Bunlar, peygamberin yerine iş gördükleri için de bu adı almış olabilirler. Allah, insanlara musallat olabilecek belaları, fesatları bu abdallar yüzünden yok eder.

Evtad’a gelince: Bu kelime direk, dayanak anlamındaki veted sözcüğünün çoğuludur. Bunlar, yeryüzünün dayanıklı olmasını sağlayan ruhsal kişilerdir. Kur’ân’da dağların evtad olduğunu söyleyen âyet bu kişilere dikkat çekmektedir.

Nukeba, nakîb (temsilci, belirleyici) sözcüğünün çoğuludur. Nukeba, toplumların kozmik temsilcileridir. Bunların her biri gezegenlerin birinin dünya üzerindeki etkilerini kontrol eder. Bunlar İblis’i de tanırlar ve onun etkilerini de kontrol ederler.


Efrad’a gelince: Bu kelime ferd kelimesinin çoğuludur. Efrad, melekler aleminden bazılarının temsilcisi olarak iş görür.

Nüceba’nın sayısı 70, Abdalların 40, Ahyarın 7, Evtad’ın 4’tür. Gavs ise bir tektir.

Nukaba’nın yaşadığı yer Mağrip, nüceba’nınki Mısır, Abdallarınki, şam, Gavs’ınki Mekke,

Kutup’unki Yemen’dir. Ahyar ise yeryüzünü durmadan dolaşır.

Halkın Ka’be’yi tavaf ettiği gibi Kutup da sürekli biçimde Allah’ı tavaf eder. Hep Allah’ın çevresindedir, orada döner durur.

Kutup, azledilmez, makamından ayrılmaz. Ancak ölünce yeri boşalır.
(İbn-i Abidin; Resâil, 2/264-281)

Değerli Kardeşlerim!

Gördüğünüz gibi Lâtlar, Menâtlar, Uzzâlar, Hubeller artık isim değiştirmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarından olan “Menâkib-ül-Ârifin” kitabının ikinci cildi sayfa 214’e ve Arif Pamuk’un “Rasülüllah’ın mübarek dilinden Surelerin faziletleri” adlı kitabının 8, 9. sayfalarında yazılanları buraya aktarmaya elim varmıyor. Merak eden kendisi bakabilir ve işlerin nereye kadar vardırıldığını görebilir.
Bu ifadenizi yakıştıramadım.Kalp ve niyet okuyuculuk yapıyorsunuz.
Hangi ehli tasavvuf Uleması Şeyhine tapmıştır,secde etmiştir,kulluk etmiştir yada ibadet etmiştir.Yada böyle olduğunu iddia etmiştir.
Bununda kaynağını rica ediyorum

Bu sapık ve saçma inançlar Peygamber Efendimiz ve sahabe döneminde Müslümanlar arasında kesinlikle yoktu. Hiç görülmedi ve de duyulmadı.
Bu sapık dediğiniz düşüncenin kaynaklarını biz hadis rivayetleri ile Alimin yüzüne bakmak ibadettir ebu davut v.s bir çok hadis rivayetiyle pekiştirmiştik halbuki siz şahsınızın zannına göre ALLAH Rasulu s.a.v döneminden iddialarda bulunuyorsunuz.
Tasavvuf ve tarikat dinlerinin temel inançlarından biri olan “velîlik” inancı, yeni Eflatunculuğun, Maniheizm, Şamanizm, Budizm, Hırıstiyanlık, Yahudilik, Paganizm, Zerdüştlük dinlerinin kırıntılarıyla oluşturulmuştur.

Bu sapıklığın temelinin Yahudilere ve Hırıstiyanlara uzanışı bizzat Kur’ân tarafından söyleniyor.

Maide suresi âyet 18:” Ve kaletil yehudü vennesara nahnü ebnaullahi ve ehıbbauHu, kul felime yüazzibüküm bi zünubiküm bel entüm beşerün mimmen haleka, yağfiru limen yeşaü ve yüazzibü men yeşa' ve Lillahi mülküs Semavati vel Ardı ve ma beynehüma ve ileyhil mesıyr;”

Yahudiler ve Hırıstiyanlar dediler ki, “Biz Allah’ın oğulları ve Sevgilileri’yiz.” De ki: “O halde niçin size günahlarınız yüzünden azap ediliyor?” Hayır, siz de O’nun yarattıklarından birer insansınız. Dilediğini affeder O, dilediğini azap eder. Hem göklerin hem yerin hem de bunlar arasındakilerin mülk ve yönetimi Allah’ındır. Dönüş de O’nadır.”
Hiç bir ehli tasavvuf kendini ALLAHın sevgili kulu olduğunu iddia etmez.Diğer mümin krdeşlerini kendinden üstün tutma ilkesine sahip olan bir düşünceyi bu şekilde itham etmenizi yadırgadım doğrusu
Bakara 111:” Ve kalu len yedhulel cennete illâ men kâne huden ev nesara tilke emaniyyühüm kul hatu bürhaneküm in küntüm sadikıyn;”

“ Yahudi yahut Hırıstiyan olandan başkası cennete asla giremeyecek.” dediler. Bu, onların hayalleri, kuruntularıdır. De ki onlara: “ Eğer doğru iseniz hadi getirin kanıtınızı.”

Bakara 94, 95:” Kul in kânet lekümüddarul’ahıretü indAllahi halisaten min duninNasi fetemennevülmevte in küntüm sadikıyn;”

“Ve len yetemennevhu ebeden bima kaddemet eydiyhim vAllahu Aliymun bizzalimiyn;”

De ki: “Allah katındaki ahiret yurdu diğer insanların değil de sadece sizin ise, eğer doğru sözlü iseniz, hadi isteyin ölümü!

“Ellerinin önden gönderdiği şeyler yüzünden ölümü hiçbir zaman istemeyeceklerdir. Allah, zalimleri çok iyi bilmektedir.”


Cuma 6:”Kul ya eyyuhelleziyne hadu in ze'amtum enneküm evliyau lillahi min duninnasi fetemennevulmevte in küntüm sadikıyn;”

“De ki: “Ey Yahudiler! Eğer insanlar arasında yalnız kendinizin (Evliyâüllah) Allah’ın yakınları olduğuna inanıyor ve bunda gerçekten samimi iseniz, hadi ölümü isteyin!”

Yüce Rabbimizin Kur’ân’daki, bunları teşhirindeki mesajı iyi alalım. Aksi halde biz şeytânın evliyâsı, şeytân da bizim velîmiz oluverir.

Değerli Kardeşlerim!

Tarihsel kayıtlar bu inançların Müslümanlar arasına Muaviye ve onun yakın dostu , Yahudi casusu Ka’b el Ahbar tarafından sokulduğu açıklanmaktadır.

Konu ile ilgili teferruatlar Suyutî’nin Tahzir-ül Havas Min Ekazib-il Kussas adlı eserinde mevcuttur.

Bu konular ile ilgili yeterince uyarıcı eserler yazılmıştır. Bunlarla mücadele edilmiştir.
(İbn-i Teymiye; el Furkan, Elbânî; ez-Zaifa, M. Ebu Reyye; Mecelle ve Advâ, Suyutî; Tahzîr, İbn-i Cevzî; Telbis-ül İblis. )

Ama ne yazık ki yavuz hırsız ev sahibini bastırmıştır. Bu mücahitlere binbir kara çalınmıştır.
Tıpkı bu gün de bu konular ile ilgili yazanlara yapıldığı gibi.
Size tarihsel bir kayıt verelim
Fasil : FEZAİL BÖLÜMÜ
Konu : Sahabelerden Bazılarının Faziletleri - Muaviye (ra)
Ravi : Abdurrahman İbnu Ebi Umeyre
Hadis : Resulullah`ın Muaviye için şöyle dua ettiğini rivayet etmektedir: "Allahım, onu hidayet edici ve hidayeti bulmuş kıl ve onunla (insanlara) hidayet ver"
Kutubu sitte HadisNo : 4480

ALLAH Rasulu s.a.v Efendimizin vahy katipliği yaptırdığı bir kimsenin yalancı olduğunu düşünsenize bu iddia ne kadar komikdirki.ALLAH Rasulu s.a.v kurda kuzuyu teslim etmiş

Değerli Kardeşlerim!


Velî ve Evliyâ sözcüklerinin kavramsal anlamları İslâm dışı inanç ve kültürlerden Müslümanlara empoze edilmiş, İslâm’ın yozlaştırılması amacına yönelik girişimlerdir.
Veli yada evliya sözcüğünü tanımlanması sözlük kavramı farklı olmak sebebiyle herkes tarafından farklı izah edilebilir.Önemli olan Ayetlerle bütünlüğü noktasında ele almakdır.Şimdi evliyanın mana olarak nasıl izah edildiğini aşlşğıda vereceğim meallerde dikkat ediniz.
Velî sözcüğü, velâ kökünden türemiş sıfatı müşebbehe kipinde bir sözcüktür. Mastarı velâyet’dir.

Anlamı, “arada bir şey bulunmadan bitişiklik, yan-yana olma ve yaklaşma, yakın olma” demektir ve “arkadaşlık, yer, niyet, zaman, din ve nisbette, yardımda tam bir yakınlık” anlamı verilmektedir.

Velâyet” sözcüğü, mastar haliyle Kur’ân’da iki yerde geçmektedir.

Enfal 72:” İnneleziyne amenu ve haceru ve cahedu bi emvalihim ve enfüsihim fiy sebiylillâhi velleziyne avev ve nesaru ülaike ba'duhüm evliyaü ba'd velleziyne amenu ve lem yühaciru ma leküm min velayetihim min şey'in hatta yühaciru* ve inistensaruküm fiyd diyni fealeykümün nasru illâ alâ kavmin beyneküm ve beynehüm miysak* vAllahu bi ma ta'melune Basıyr;”

Bu ayeti Kerimenin mealinde Abdülbaki Gölpınarlı altını çizmiş olduğum evliya kelimesini velileridir olarak, Ali Bulaç Meali velisi ,Ahmet Varol Meali velileridir ,
Ahmet Tekin dostlarıdır ,Diyanet İşleri Meali(Eski) dostudur,Diyanet İşleri Meali(Yeni) velileridir,Diyanet Vakfı Meali dostlarıdır, Edip Yüksel Meali dostudur, Elmalılı Hamdi Yazır dostlarıdırlar , Elmalılı Meali (Orjinal) velileridirle, Hayrat Neşriyat Meali velileri (varisleridirler), Ömer Nasuhi Bilmen velileridir, Muhammed Esed dostu ve hamilidirler, Suat Yıldırım velileridir, Süleyman Ateş Meali velisi dostu (koruyucusudur), Şaban Piriş Meali velisidir, Ümit Şimşek Meali velisidirler,Yaşar Nuri Öztürk dostlarıdırlar bu kadar meal içerisinde yukarıda iddia edildiği üzere bitişiklik yanyana olma gibi hiç bir mana verilmemiş o halde bu kadar meallerin hepsi yozlaştırıcıdır.Yaşar nuri de içlerinde olmak üzere.
Lütfen iddialarınızın tutarlılık tarafı bulunsun.


“Kuşkusuz inanan ve hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar ve barındırıp yardım edenler, evet işte bunlar birbirlerine yakın olanlardır. İnanan ve hicret etmeyenlere gelince, hicret edene kadar, onlara YAKINLIK söz konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım etmeniz gerekir. Ve Allah yaptıklarınızı çok iyi görür.”
Bu mealin kimin olduğunu yazabilirmisiniz.Zira kaç tane mealde hiç böyle yakınlık olarak mana verilmiş bir ibareye rastlamadım.
Kehf 44:” Hünalikel Velayetü Lillahil Hakk Huve hayrun sevaben ve hayrun ukba;”


“Orada YAKINLIK ancak Hakk olan Allah’a aittir. Ödüllendirme bakımından en iyi ve kovuşturma yönünden de en iyi olan O’dur.”

Velâyet sözcüğü, “ve” harfinin kesresiyle “vilâyet” olarak da okunur.
Normalde anlam değişmemesine rağmen zaman içerisinde vilâyet sözcüğü, kök anlamından uzaklaşmadan “toplumsal yakınlık” anlamında “emirlik, sultanlık anlamında da kullanılmıştır.

Velâyet” sözcüğü, öz anlamı ekseninde zaman içerisinde kişilerin ve toplumların birbiriyle olan ilişkilerinde kavramlaşmıştır. Kavram olarak da, “ Reşîd bir şahsın, şahsi ve mali işlerini gözetip yürütme hususunda kasır (eksikli, becerisi, yeteneği olmayan) olan bir şahsın yerini tutmasıdır.” demek olmuştur.

Velâyet” mastarından müştak/türemiş “velî” sözcüğünün anlamı ise, “yakın olan, yakın duran” demektir.

Velî” sözcüğü ve bu sözcüğün çoğulu olan “evliyâ” sözcüğü Kur’ân’da hep sözcük anlamında kullanılır.


Orijinal İslâm Dininde “Velî ve “Evliyâ” diye bir kavram kesinlikle yoktur.

Velî ve “Evliyâ” kavramları İslâm’ın zuhurundan yüzyıllar sonra yabancı güçlerin ve kültürlerin etkisiyle Müslümanların bünyesine sokulmuştur.

Velî” sözcüğü Kur’ân’da hem Allah için hem de kullar için kullanılmıştır. “Velî” sözcüğü aynı zamanda Esmâ-i Hüsnâ’dan birisidir.

Velî” sözcüğü Kur’ân’da :
nasîr = yardımcı,
Mürşid=aydınlatan, yol gösteren,
şefi’=şefâat eden,
vâk=koruyucu,
Hamîd= öven, yücelten
sıfatları ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır, bağışlayıp merhamet eder, zarardan alıkoyup yarara yaklaştırır nitelemeleriyle birlikte yer alır.

Velîliğin, yakınlığın bu niteliklerle yakın ilişkisi vardır.
Bunlar velînin, yakın olanın belirgin nitelikleridir.
Bu yakınlıklar nicel bir yakınlık değil nitel bir yakınlıktır.
Buna göre “Velî/Yakın Biri” denildiğinde: “Yardım eden, yol gösteren, aracılık yapan, aydınlatan ve koruyan birisi” anlaşılmalıdır.
Bu zannı bir iddiadır zira meallerin tamamında bu şekilde bir ibare yoktur.Veli genel olarak dost olarak kabul edilmiştir.

Bakara 107:” Elem ta'lem ennAllahe leHu mülküsSemavati vel Ard ve ma leküm min dunillahi min veliyyin ve la nasıyr;”


Bilmedin mi ki göklerin de yerin de mülk ve saltanatı yalnız Allah’ındır. Sizin için Allah’ın astlarından ne bir Yakın Kişi vardır ne de bir yardımcı.

Bakara 120:” Ve len terda ankelyehudü ve lennesara hatta tettebia milletehüm* kul inne hüdAllahi hüvel hüda* ve leinitteba'te ehvaehüm ba'delleziy caeke minel ılmi, ma leke minAllahi min veliyyin ve la nasıyr;”

Öz milletlerine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar. De ki: “ Allah’ın kılavuzluğu erdirici kılavuzluğun ta kendisidir.” İlimden sana ulaşan nasipten sonra bunların boş ve iğreti arzularına uyarsan, Allah katından ne bir Yakın Kimsen olur ne de bir yardımcın.”
Nisa suresi âyet 45:” VAllahu a’lemü bi a'daiküm ve kefa billahi Veliyyen ve kefa billahi nasıyra;”


Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir. Yakın kişi olarak, Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter.”
Nisa 123:” Leyse bi emaniyyiküm ve la emaniyyi ehlil Kitab men ya'mel suen yücze bihi ve la yecid lehu min dunillahi veliyyen ve la nesıyra;”


İş ne sizin kuruntularınızladır ne de Ehlikitab’ın kuruntularıyla. için Kötülük yapan onunla cezalandırılır. Ve böyle biri, kendisi için Allah’ın astlarından ne bir Yakın Kimse bulacaklardır ne de bir yardımcı.”

Nisa 173:” Feemmelleziyne amenu ve amilus salihati fe yüveffiyhim ücurehüm ve yeziydühüm min fadliHi, ve emmelleziynestenkefu vestekberu feyü’azzibühüm azaben eliymen, ve la yecidune lehüm min dunillahi veliyyen ve la nesıyra;

Bunun ardından da inanıp barışa yönelik işler yapanların ödüllerini tam verecek ve lütfundan onlara fazlalıklar da bağışlayacaktır. Kulluktan çekinip büyüklük taslayanlara gelince, onlara korkunç bir azapla azap edecektir. Böyleleri, kendileri Allah’ın astından ne bir Yakın Kimse bulur ne de bir yardımcı.”

En’âm 51: “Ve enzir bihilleziyne yehafune en yuhşeru ila Rabbihim leyse lehüm min dunihî veliyyün ve la şefiy’un leallehüm yettekun;”


Rablerinin huzurunda haşr edileceklerinden korkanları, o vahiy ile uyar ki korunabilsinler. Onların O’nun astlarından ne bir Yakın Kimseleri vardır ne de şefâatçıları.”

En’âm suresi âyet 70:” Ve zerilleziynettehazu diynehüm leiben ve lehven ve ğarrethümül hayatüd dünya ve zekkir bihi en tübsele nefsün bima kesebet leyse leha min dunillahi veliyyün ve la şefiy'un, ve in ta'dil külle adlin la yü'haz minha ülaikelleziyne übsilu bima kesebu lehüm şerabün min hamiymin ve azabün eliymün bima kânu yekfürun;”

Dinlerini oyun ve eğlence haline getirmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak da o Kur’ân ile şunu hatırlat: Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığına teslim edilirse onun, Allah’ın astlarından ne bir Yakın Kimsesi kalır ne de şefâatçısı. Her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez. İşte bunlar, kazandıklarına teslim edilmişlerdir. Nankörlük ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içki ve korkunç bir azap vardır.”

Ra’d suresi âyet 37:” Ve kezâlike enzelnahu hukmen arabiyya ve leinitteba'te ehvaehüm ba'de ma caeke minel ılmi, ma leke minAllahi min Veliyyin ve la Vak;”


İşte biz o Kur’ân’ı Arapça bir hüküm kaynağı olarak indirdik. Eğer sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, Allah’tan sana bir Yakın Kimse ve bir koruyucu yoktur.”

Kehf suresi âyet 17:” Ve teraşşemse iza taleat tezaveru an Kehfihim zatel yemiyni ve iza ğarebet takriduhüm zateş şimali ve hüm fiy fecvetin minh zâlike min ayatillah men yehdillahu fehüvel mühted ve men yudlil felen tecide lehu veliyyen mürşida;


Güneşi görüyorsun: doğduğu vakit mağaralarından sağ tarafa kayar, battığı vakit ise onları sol tarafa doğru makaslayıp geçer. Böylece onlar mağaranın geniş boşluğu içindedirler. Bu, Allah’ın mucizelerindendir. Allah’ın kılavuzluk ettiği doğruyu bulmuştur. Şaşırttığına gelince, sen ona yol gösteren bir Yakın Kimseyi asla bulamazsın.”

Kehf 26:” Kulillahu a'lemu bima lebisu leHu ğaybüs semavati vel Ard ebsır bihi ve esmı' ma lehüm min duniHi min veliyyin, ve la yüşrikü fiy hükmiHi ehada;

Şura suresi âyet 28,” Ve Huvelleziy yünezzilül ğayse min ba'di ma kanetu ve yenşuru rahmeteHu, ve Huvel Veliyyül Hamiyd;”

O, onlar (ümit kestikten sonra yağmuru, rahmeti indiren ve rahmetini yayandır. O, Yakındır. Öven yüceltendir.”

Şura 46:” Ve ma kâne lehüm min evliyae yensurunehüm min dunillah ve men yudlilillahu fema lehu min sebiyl;”

Onların Allah’dan başka kendilerine yardım edecek yakınları da yoktur. Allah kimi saptırırsa, onun için artık bir yol yoktur.”

En’âm 14:” Kul eğayrAllahi ettehızü veliyyen Fatıris Semavati vel Ardı ve Huve yut'ımu ve la yut'am kul inniy ümirtü en ekûne evvele men esleme ve la tekûnenne minel müşrikiyn;”

” De ki: “Semavat ve Arz’ın Fatırı olan ve O besleyip-doyuran, kendisi beslenmeyen Allah’dan ğayrını mı Yakın edineyim?” “Ben İslam olanların ilki olmakla emrolundum”, de ve sakın müşriklerden olma.”

A’raf suresi âyet 196:” İnne Veliyyiyellahulleziy nezzelel Kitabe, ve Huve yetevelles salihıyn;”

Muhakkak ki benim Yakınım, O Kitab’ı indiren Allah’dır!.. Ve O, salihleri Yakın edinir .”

Yusuf 101:” Rabbi kad ateyteniy minel mülki ve allemteniy min te'viylil ehadiys FatıresSemavati vel Ardı ente veliyyiy fiyd dünya vel ahireti, teveffeniy müslimen ve elhıkniy bissalihıyn;”

Rabbim! Gerçekten sen bana Mülk’den verdin ve bana hadiselerin te’vilinden öğrettin.Semavat ve Arz’ın Fatırı! Dünya’da ve Ahiret’te Sen’sin Yakınım Müslim olarak beni vefat ettir ve beni salihlere kat!”.


Yine “velâ” kökünden, “velâyet” mastarından türemiş olan “ Vâlî” sözcüğünün anlamı da “Velî” sözcüğünün anlamıyla aynıdır. Allah için de kullanılmıştır.

Ra’d suresi âyet 11:” LeHu muakkıbatün min beyni yedeyhi ve min halfihı yahfezunehu min emrillah innAllahe la yuğayyiru ma bi kavmin hatta yuğayyiru ma bi enfüsihim ve iza eradAllahu bi kavmin suen fela meradde leh ve ma lehüm min dunihi min val;


Her kişi için, önünde ve arkasında, Allah’ın emriyle onu koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendindekileri değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir halka kötülük dileyince, o zaman, onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için, O’nun astlarından bir Yakın olan da yoktur. ”

Değerli Kardeşlerim!

Veli, Evliya,velayet sözcükleriyle bağlantılı olan ve Kur’an’da sıkça kullanılan “Mevlâ” sözcüğü de aynı kökten ve aynı anlamdan gelmektedir.
Mevlâ sözcüğü hem Fâil hem de Mef’ûl anlamında kullanılır.

Fâil anlamında kullanıldığında “Velî” sıfatı gibi, “yakın olan, yardım eden, koruyan yol gösteren” anlamındadır.
Yakın olan Kuranda mukarrebun olarak izah edilir genel olarak aşşağıda örneği olduğu gibi ki sayıları çok fazladır.Yardım eden ise ensardır ki tevbe süresi 100.ayette geçer.Ayrıca ALi imran süresi 52. ayeti kerimesinde havariler biz ALLAHın yardımcısıyız derlerken nhnu ensarullah derler.
إِذْ قَالَتِ الْمَلَائِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ

İż kâleti-lmelâ-iketu yâ meryemu inna(A)llâhe yubeşşiruki bikelimetin minhu-smuhu-lmesîhu ‘îsâ-bnu meryeme vecîhen fî-ddunyâ vel-âḣirati vemine-lmukarrabîn(e)

Hani melekler, ya Meryem, gerçekten de Allah seni, kendisinin bir kelimesiyle müjdelemektedir adı da Meryemoğlu Mesih İsa'dır onun ve o, dünyada da kadri yüce bir erdir, ahirette de ve yakınlardandır o.
*



Mef’ûl anlamında ise “yardım olunan, yakın olunan, korunan” anlamındadır.

İslâm Hukukunda Fâil anlamında köle âzâd eden köle sahibine “mevlâ” dendiği gibi, Mef’ûl anlamıyla köleye de “mevlâ” denilir.

İslâm aleminin bir çok yerinde, saygı için, bazı büyüklere, bilginlere “mevlânâ = mevlâmız” denilmektedir.

Kur’ân dikkate alındığında bu doğru bir şey değildir.

Bu sıfatın Allah’tan başkası için kullanılmaması gerektiğini düşünüyorum. Doğrusunu Allah bilir.

Bakara suresi âyet 286:”… va'fü anna, vağfir lena, verhamna, ente mevlana fensurna alel kavmil kafiriyn;

” Affeyle bizleri ,Mağfiret et bizleri, rahmet buyur bizlere. Sen Mevlamızsın;( yakın olanımızsın- yardım edenimizsin-yol gösterenimizsin- koruyanımızsın) o halde kafirlere karşı bize zafer ihsan et.

Âl-i Imran suresi âyet 150:” Belillahu mevlaküm ve Huve hayrun nasıriyn;”
Hayır! Sizin mevlanız (yakın olanınız/yardım edeniniz/koruyanınız/yol göstereniniz) Allah’tır O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.”

En’am suresi âyet 62:” Sümme ruddu ilAllahi mevlahümül Hakk ela leHul hukmü ve Huve esreul hasibiyn”

Sonra onlar gerçek Mevlaları (yakın olanları/yardım edenleri/koruyanları/yol gösterenleri olan Allah’a götürülürler. Gözünüzü açın! Hüküm yalnız O’nundur. Ve hesap görenlerin en süratlisi de O’dur.”

Hac 13:” Yed'u lemen darruhu akrebü min nef'ıh lebi'selmevla ve lebi'sel aşiyr;”
O, zarar vermesi fayda vermesinden daha yakın olana dua eder/yönelir. O ne kötü bir Mevla(yakın olan/yardım eden/koruyan/yol gösteren) ve ne kötü bir arkadaşdir.

Hacc 78:” Ve cahidu fillahi hakka cihadiHi, Huvectebaküm ve ma ceale aleyküm fiyd diyni min harec millete ebiyküm İbrahiym Huve semmakümül müslimiyne min kablü ve fiy hazâ liyekûner Rasûlü şehiyden aleyküm ve tekûnu şühedae alenNas feekıymusSalate ve atüz Zekate va'tesımu billah Huve Mevlaküm fenı'mel Mevla ve nı'men Nesıyr;

Allah uğrunda ona yaraşır bir gayretle cihad edin. O sizi seçmiş ve dinde size hiçbir güçlük çıkarmamıştır. Babanız İbrahim’in dinini esas alın. Allah sizi, önceden de şu Kitap’ta da “müslümanlar” diye adlandırdı ki, rasül sizin üzerinizde bir tanık olsun, siz de insanlar üzerine tanıklar olasınız. O halde salatı ikame edin, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O’dur sizin Mevlâ’nız.( Size yakın olanınız- yardım edeniniz-yol göstereniniz- koruyanınız). Ne güzel Mevlâ’dır (Size yakın olandır- yardım edendir-yol gösterendir- koruyandır) O, ne güzel Nasîr’dir O.

Tevbe 51:” Kul len yusıybena illâ ma ketebAllahu lena* Huve mevlana ve alellahi fel yetevekkelil mu'minun;”
De ki: “Allah’ın bizim için yazdığından başkası, asla bize isabet etmeyecektir. O’dur bizim Mevla’mız.(yakın olanımız- yardım edenimiz-yol gösterenimiz- koruyanımız) Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler

Enfal suresi âyet 40:” Ve in tevellev fa'lemu ennAllahe Mevlaküm nı'mel Mevla ve nı'men Nesıyr;”

Eğer yüz çevirirlerse bilin ki, Allah sizin Mevlânız’dır. (Size yakın olanınızdır- yardım edeninizdir-yol göstereninizdir- koruyanınızdır) Ne güzel Mevlâ’dır(Size yakın olandır- yardım edendir-yol gösterendir- koruyandır) O, ne güzel Nasîr’dir O.”

Yunus 30:”Hünalike teblu küllü nefsin ma eslefet ve ruddu ilellahi MevlahumülHakkı ve dalle anhüm ma kânu yefterun;

Orada her nefs, önceden ne gönderdi ise onu dener. Onlar Hakk Mevlaları ((yakın olanları- yardım edenleri- yol gösterenleri-koruyanları) olan Allah’a döndürülmüş ve uydurmakta oldukları kendilerinden kaybolup gitmiştir.”

Meryem 5:” Ve inniy hıftül mevaliye min veraiy ve kânetimraetiy akıren feheb liy min ledünke Veliyya;”

Ben arkamdan gelecek Mevâlimden (Yakınlarımdan -yardım ettiklerimden - yol gösterdiklerimden - koruduklarımdan) korkuyorum. Karımsa kısır. O halde katından bir velî (yakın olan- yardımcı olan-yol gösteren-koruyan)bağışla!”

(Mevâlî, Mevla sözcüğünün çoğuludur. Bu âyette de çoğul olarak yer almıştır. Mef’ûl anlamla kullanılmıştır.)



Muhammed suresi âyet 11:” Zâike bi ennAllahe Mevlelleziyne amenu ve ennel kafiriyne la Mevla lehüm;”

Bu böyledir, çünkü Allah, iman edenlerin Mevlâ’sıdır (Yakın olanıdır-yardım edenidir- yol gösterenidir-koruyanıdır). Küfre sapanların Mevlâ’sı (yakın olanı- yardım edeni- yol göstereni-koruyanı) yoktur.”

Tahrim suresi âyet 2:” Kad feradAllahu leküm tahıllete eymaniküm vAllahu mevlaküm ve Huvel'AliymulHakiym;”

Allah size, yeminlerinizi çözmeyi farz kılmıştır. Ve Allah sizin Mevlâ’nızdır (Yakın olanınızdır-yardım edeninizdir-yol göstereninizdir-koruyanınızdır). Alim’dir O, Hakîm’dir O.”

Tahrim 4: “İn tetuba ilellahi fekad sağat kulubüküma ve in tezahera 'aleyhi feinnAllahe Huve Mevlahu ve Cibriylu ve salihul mu’miniyn velMelaiketü ba'de zâlike zahiyr;”

Eğer ikiniz, Allah’a tevbe ederseniz, gerçekten kalbleriniz meyletmiş/sapmış bulunuyor. Eğer O’nun aleyhine birbirinize arka/destek olursanız, muhakkak ki Allah, O’nun mevlası’dır, (Yakın olanıdır-yardım edenidir- yol gösterenidir-koruyanıdır )Cibriyl de, mü’minlerin salihi de. Ve ondan sonra melaike de zahiyrdir.


Duhan suresi âyet 41:” Yevme la yuğniy mevlen an mevlen şey’en ve la hüm yünsarun;”
Mevla’nın (Yakın olanın-yardım edenin- yol gösterenin-koruyanın mevla’dan (Yakın olandan-yardım edenden- yol gösterenden-koruyandan) bir şey savamadığının günüdür .Onlar yardım da olunmazlar.

Bize en yakın durumda olan Allah’tır.

Bakara suresi âyet 257:” Allahu Veliyyülleziyne amenu yuhricühüm minez zulümati ilenNur velleziyne keferu evliyaühümüt tağutu yuhricunehüm minen Nuri ilez zulümat ülaike ashabün nar hüm fiyha halidun;”

Allah, iman sahiplerinin Velîsidir/Yakın Kimsesidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların Yakın Kimseleri tâğûttur ki, kendilerini nurdan karanlığa çıkarır. Bunlar cehennem halkıdır. Orada sürekli kalacaklar onlar.”

Âl-i Imran suresi âyet 68:” İnne evlenNasi bi İbrahîyme lelleziynettebeuhu ve hazen Nebîyyu velleziyne amenu vAllahu Veliyyül mu’miniyn;

Şu bir gerçek ki, insanların İbrahim’e en yakın olanları, elbette ona uyanlar, bu peygamber, bir de iman sahipleridir. Allah mü’minlerin velîsidir (yakın olanı-yardım edeni- yol göstereni-koruyanıdır).”

Nisa suresi âyet 139:” Elleziyne yettehızunel kafiriyne evliyae min dunil mu’miniyn eyebteğune ındehümül ızzete feinnel ızzete Lillahi cemiy’a;


Öyle kişiler ki onlar, müminleri bırakıp küfre sapanları Yakın Birisi kabul ediyorlar. Onların yanında onur ve yücelik mi arıyorlar? Onur ve yüceliğin tümü Allah’ındır.”

Maide 55,:” İnnema Veliyyükümullahu ve RasûluHu velleziyne amenülleziyne yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve hüm rakiun;”

Maide 56:”Ve men yetevelellahe ve RasûleHu velleziyne amenu feinne hızbAllahi hümül ğalibun;”

Sizin velîniz(size Yakın olan) Allah’tır, O’nun rasülüdür bir de rüku eder bir halde salatı ikame edip zekâtı vererek iman edenlerdir.”

“Allah’ı, O’nun rasülünü ve iman edenleri kendine Yakın kabul edenler bilsinler ki, galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.”


Enam 127:” Lehüm DarusSelâmi ınde Rabbihim ve Huve Veliyyühüm bi ma kânu ya'melun;”


Rableri katındaki huzur ve esenlik yurdu onlarındır. İşler oldukları ameller yüzünden, O, onların Velî’si/Yakını oluvermiştir.”

Furkan 18:” Kalu subhaneke ma kâne yenbeğıy lena en nettehıze min dunike min evliyae ve lâkin metta'tehüm ve abaehüm hatta nesüzZikr ve kânu kavmen bura;”


Dediler ki: “Tespih ederiz seni, seni bırakıp da senin astlarından evliya/ Yakınlar kabul etmek bize yaraşmazdı. Ama sen onları ve atalarını öylesine nimetlendirdin ki, Zikir’i unuttular ve helake giden bir topluluk oldular.””

Secde 4:” Allahulleziy halekas Semavati vel Arda ve ma beynehüma fiy sitteti eyyamin sümmesteva alel Arş ma leküm min duniHi min veliyyin ve la şefiy' efela tetezekkerun;


Allah’tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O’nun astlarından size ne bir veli/Yakın vardır ne de bir şefâatçi. Hala düşünüp ibret almayacak mısınız?”

Fussılet suresi âyet 30:” İnnelleziyne kalu RabbunAllahu sümmestekamu tetenezzelü aleyhimül Melaiketü ella tehafu ve la tahzenu ve ebşiru bil cennetilletiy küntüm tuadun;”

Şu bir gerçek ki, “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra hiç şaşmadan yol alanlar üzerine, melekler sürekli iner de şöyle der: “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin.”

Fussilet 31:”Nahnu evliyaüküm fiyl hayatid dünya ve fiyl ahireti, ve leküm fiyha ma teştehiy enfüsüküm ve leküm fiyha ma teddeun;”

Biz sizin, dünya hayatında da âhirette de Evliyanızız /Yakınlarınızız. Cennette sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada sizin için istediğiniz her şey var.


Fussilet32: “Nüzülen min Ğafurin Rahıym;”

Gafûr ve Rahîm Allah’tan bir ikram olarak...”

Fussilet 33:“Ve men ahsenü kavlen mimmen dea ilellahi ve amile salihan ve kale inneniy minel müslimiyn;”

Allah’a çağırıp/yakarıp barışa yönelik iş yapan ve “ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır

Fussilet 34:“Ve la testevil hasenetü ve les seyyietü, idfa' Billetiy hiye ahsenü feizelleziy beyneke ve beynehu adavetün keennehu veliyyün hamiym;”

Güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel tavırla sav. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sımsıcak bir Veli/Yakın oluvermiştir.”


Şura suresi âyet 9:” Emittehazu min duniHi evliya' fAllahu Huvel Veliyyü ve Huve yuhyil mevta ve Huve alâ külli şey'in Kadiyr;”

Yoksa O’nun astlarından bir takım Evliya/Yakın Kimseler mi kabulleniyorlar? Ama Allah, O’dur velî (Yakın olan). O, ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir.”

Şura suresi âyet 31:” :” Ve ma entüm bi mu'ciziyne fiyl Ard ve ma leküm min dunillahi min Veliyyin ve la Nasıyr;

Siz yeryüzünde aciz bırakıcılar değilsiniz. Sizin, Allah’ın astlarından birVeliniz/Yakınınız da yoktur, yardımcınız da.”



Casiye suresi âyet 19:” İnnehüm len yuğnu anke minAllahi şey'a ve innez zalimiyne ba'duhüm evliyau ba'd vAllahu Veliyyül müttekıyn;

Kuşkun olmasın ki onlar, Allah karşısında sana hiçbir yarar sağlayamazlar. Zalimler birbirlerinin Evliyalarıdırlar/Yakınlarıdırlar, Allah ise Takvaya sarılanların Velîsidir/Yakınıdır.”

Allah Rasülü de mü’minlere en yakın olandır.

Ahzap 6:” Ennebîyyü evla bil mu’miniyne min enfüsihim ve ezvacühu ümmehatühüm ve ülül’ erhami ba'duhüm evla bi ba'dın fiy Kitabillahi minel mu’miniyne vel mühaciriyne illâ en tefalu ila evliyaiküm ma'rufa kâne zâlike fiyl Kitabi mesturea;”


O peygamber, müminlere kendilerinden daha yakındır. Onun eşleri de müminlerin anneleridir. Anne tarafından akraba olanlar da Allah’ın Kitab’ında birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak yakınlarınız için örfe uygun bir vasiyette bulunmanız müstesnadır. Bu, Kitap’ta satırlara geçirilmiştir.”

Değerli Kardeşlerim!

Tüm bu ayetleri okuduktan sonra da Veli,Evliya,Mevla sözcüklerine burada belirtilenlerin aksine inananlara ise ne diyeyim. Rabbım hidayet nasip eylesin.

Ne yazık ki,böyle olan kardeşlerime dua etmekten ve Alemlerin Rabbı olan Yüce Allah’ın Aşağıda belirttiğim ayetlerini ağır ağır, düşüne düşüne okumalarını önermekten başka yapabileceğim hiçbir şey yok.


Al-i İmran101: Ve keyfe tekfürune ve entüm tütla aleyküm ayatullahi ve fiyküm RasûluHu, ve men ya'tesım billahi fekad hüdiye ila sıratın müstekıym;”

Allah ayetleri üzerinize okunurken ve içinizde de O’nun Rasûlü varken nasıl kafir olursunuz? Kim Allah’a ı’tısam ederse /sımsıkı bağlanırsa gerçekten sırat-ı müstakım’e hidayet olunmuştur o.”

Al-i İmran 102: “Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe hakka tükatiHi ve la temutünne illâ ve entüm müslimun;”

Ey iman edenler! Allah’dan hakkıyla ittika edin ve ancak müslimler olarak ölün .“


Ankebut suresi âyet 41:” Meselülleziynet tehazu min dunillahi evliyae kemeselil ankebut ittehazet beyta ve inne evhenel buyuti lebeytül ankebut lev kânu ya'lemun;”

“Allah’ın astlarından/ mahlukatta.yaratılmışlardan kendilerine evliyâ/ Yakın Kimseler kabullenenlerin durumu, kendisine bir ev yapan örümceğin durumuna benzer. Evlerin en dayanaksızı, kuşkusuz örümceğin evidir. Keşke bilseler!”


Kusursuz olan Allah’tır.
En doğrusunu Allah bilir.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.

Genel olarak yukarda yaptığım açıklamaların dışında şunu izah edeyimki.
İnsanın mana olarak ne algıladığı önemlidir.
Yani bir kişi evliyayı velinin çoğulu değilde ALLAH dostu olarak algılayıp o şekilde izahat etmesi şirk değildir.
Buna belki lehçe farklılığı olarak bakmak gereklidir.
Zira mana verenlerle sizin manalarınız arasındada tutarsızlıklar vardır.Bu durumda sizin doğru bildiğiniz yada başkalarının doğru bildiğinden çok insanın nasıl algılayıp inandığıdır.
Zaten sorunda ordan kaynaklanıyor.
Siz veliliği velayet olarak algıladığınız için karşı çıkıyorsunuz.başkası ise dost olarak algıladığı için öyle kabul ediyor.
Kelimelerin tekel meallerinden çok şahıslar tarafından kabulunu ele alırsak o zaman tearuzlar azalır.

Konu ebu Maruf tarafından (5. January 2011 Saat 12:43 PM ) değiştirilmiştir.
ebu Maruf isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 5. January 2011, 02:00 AM   #12
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!


Alıntı:
dost1; Nickli Üyeden Alıntı
Kur'an'da geçen "veli,evliya" kelimeleri dost anlamında değildir.
En büyük oyun kelimelerin tahrif edilmesiyle yapılmaktadır.
"Veli" kelimesi bizim Türkçeye de geçmiş bir kelimedir. Reşid olmadan önce baba ya da annelerimiz okulda bizim "veli" mizdiler.

yazımıza

Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Bütün ayetlerdeki ifade bu manada olsa Evliyaullah İfadesinde haşa ALLAH c.c ın velayet ihtiyacı duyduğu birileri olması gerekli olur.Zira Ayeti kerimede


أَلَا إِنَّ أَوْلِيَاءَ اللَّهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Yûnus / 62
Elâ inne evliyâa(A)llâhi lâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e)

Bilin, haberdar olun ki şüphe yok Allah dostlarına ne korku vardır, ne de mahzun olur onlar. * .
cevabını vermişsiniz. İleri sürdüğünüz tez ile ayet arasında nasıl bir ilişki kurdunuz bilemem.
Örnek verdiğiniz bu ayet:
Açın gözünüzü! Allah'ın velîlerine –ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir– kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.

ayrı bir necmdir.

Yunus;62–63: Açın gözünüzü! Allah'ın velilerine -ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir- kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.

Yunus;64: Onlara dünya hayatında ve âhiret hayatında müjde vardır. Allah'ın sözleri için değişiklik diye bir şey yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir.

Ayrı bir necm olan bu Âyet grubunda da yine çok önemli ve çok özel bir konu açıklanmaktadır. Bu konu, - اولياء اللّه evliyâullâh = Allah'ın velileri / yakınları, yardımcıları konusudur.

Çarpıtılması sebebiyle dinî hayatta bir takım hurafelerin ve sapık akımların oluşmasına yol açmış olan bu konu, önemli olduğundan incelemeye tâbi tutulacak, bunun sonucunda da Kur'ân terminolojisine ait olan "Allah'ın Evliyası" ifadesinin gerçek anlamı ortaya konacaktır.



Şimdiye kadar hep Allah'ın kullarına yakınlığı, yardımcılığı ile ilgili olarak kullanılmış olan veli [yakın, yardımcı] sözcüğü, ilk kez Yûnus Sûresinin 62. Âyetindeki evliyâullâh ifadesi dolayısıyla "kulların Allah'a yakınlığı, yardımcılığı" şeklinde gündeme gelmektedir. Çünkü bir izafet terkibi [isim tamlaması] olan اولياء اللّه - evliyâullâh ifadesi, sözcük anlamı itibariyle Allah'a yakın olanlar demektir.


اولياء اللّه - evliyâullâh = Allah'a yakın olanlar ifadesi Kur'ân'da geçtiğine göre, Rabbimizin kendisine yakın, yardımcı olarak gördüğü bazı kimselerin varlığı tartışmasızdır. Önemli olan, bu "yakın, yardımcı" insanların kimler olduğudur. Ne var ki, bu insanların kimler olduğu konusu tamamen çarpıtılmış, kimler olduğunu öğrenmek için Kur'ân'a başvurulacağı yerde, yalan yanlış söylentiler dikkate alınarak Kur'ân dışı acayip bir terminoloji üretilmiştir.

Dîne Kur'ân dışında kaynak aramak anlamına gelen bu davranışlar, tevhit dininin dışına çıkılmasına yol açarak İslâm'a ters yabancı inanç ve kültürlerdeki bazı kabullerin İslâm'a sokulması neticesini doğurmuştur.

Bu kabullerin kendilerini nasıl bir pisliğin içine sürüklediğini fark edemeyen zavallılar ise, İslâm'a Kur'ân dışı kaynak icat eden müşriklerle birlikte boğazlarına kadar bu pisliğin içine batmışlardır:

(Tövbe: 28) Ey inananlar! Müşrikler bir pisliktir. …


Oysa evliyâullâh' ın kimler olduğunu anlamak için şirke batmaya hiç gerek yoktur. Çünkü Rabbimiz bunların kimler olduğunu Kur'ân'da açıklamıştır:

(Enfâl: 34) Onlar Mescid-i Haram'dan geri çevirip dururken, Allah onlara neden azap etmeyecekmiş? Onlar O'nun evliyâsı [yakını, yardımcısı] da değiller. O'nun evliyâsı [yakınları, yardımcıları] sadece takva sahipleridir. Velâkin onların ekserisi bilmiyorlar.


Zihinlerindeki sorulara Kur'ân yerine uydurma rivayetlerde cevap arayanlar, bu konuda da Kur'ân'ı dikkate almamışlar ve evliyâullâh terkibine kendilerince, uydurmalar arasından cevap hazırlamışlardır:


Peygamber Efendimize "Evliyâullah kimdir?" diye sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur: "Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır, zikredilir. [51–21] (İbn-i Mace Zühd-4)


Hz. Ömer'den rivayet edilen bir hadiste de "Kendileri şehit veya nebi olmadıkları halde nebilerin ve şehitlerin gıpta ettiği, aralarında ticaret ve akrabalık bağı olmadığı halde birbirlerini Allah için seven kimselerden" bahsedilmektedir. [51–22] (Müsned, 5/343)


Evliyâullah, Allah için severler, birbirlerine dost, yârân, ahbâb olurlar. [51–23] (Ebû Davûd; Sünen/2, 4596. rivâyet)


Yüce Allah, Yûnus ve Enfâl Sûrelerinin yukarıda verdiğimiz Âyetlerinde اولياء اللّه - evliyâullah = Allah'a yakın olanlar, "mütteki müminler'dir" buyurarak evliyâullah terkibini açıklamışken; uydurma rivayetlerle Evliyâullah' a Allah'ın beyanına uymayan başka açıklamalar getirmek, bize göre ancak haddini bilmez İslâm düşmanlarının işi olabilir.

Müslümanların ömürlerinin boşa geçmesini sağlamak isteyen art niyetli, şeytan tıynetli bu kimseler, zehirli görüşlerinin cilâsı olarak "hadis" kavramını kullanmışlar ve kendi uydurduklarını peygamberimize isnat etmişlerdir. Biz burada, peygamberimizi bu iftiralardan tenzih etmeyi bir borç olarak görmekteyiz.


Buraya kadarki açıklamalarımızdan çıkan sonuç şudur: اولياء اللّه - evliyâullah sözcüğünün esas anlamı Allah'a yakın olanlar demektir. "Allah'a yakın olanlar" ise, Rabbimizin ifadesiyle "muttaki müminler'dir."


Bu noktada sorulması gereken soru şudur:
"
Acaba muttaki müminler Allah'a nasıl yakın olabiliyorlar?" Rabbimiz bu sorunun cevabını da yine Kur'ân'da vermiştir:

(Muhammed: 7) Ey inananlar! Eğer Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.

(Âl-i İmran: 52) Îsâ onlardan inkârı sezince şöyle konuştu: "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kim?" Havariler dediler ki: "Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a iman ettik biz. Tanık ol, biz Müslümanlarız."

(Saff: 14) Ey iman etmiş olan kimseler! Allah'ın yardımcıları olun! Hani Meryem oğlu İsa Havarilerine; "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kimdir?" demişti de havariler; "Biz Allah'ın yardımcılarıyız." cevabını vermişlerdi. Bunun ardından İsrâîloğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet Biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.


Görüldüğü gibi, yukarıdaki Âyetlerin açık ifadelerinde Allah'a yardımdan ve Allah'ın yardımcılarından bahsedilmektedir. Herkesçe malûmdur ki, bizzat Allah'ın kendisine yardım etmek imkânsızdır; Yüce Allah da böyle bir yardımdan ve yardımcılardan müstağnidir. Nitekim Rabbimizin muttaki müminleri kendisine velî [yakın ve yardımcı] kabul etmesi de O'nun aczinden, düşkünlüğünden, güçsüzlüğünden, ihtiyacından kaynaklanmamaktadır.

Rabbimiz bir Âyetinde bu hususu şöyle açıklamaktadır:

(İsrâ: 111) Ve de ki: Hamd [övgü] , hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür. Ve O'nu [Allah'ı] büyükle dikçe büyükle [ululadıkça ulula] !


O halde, muttaki müminlerin, hiçbir yardıma ve yardımcıya ihtiyacı olmayan Allah'a –sözcüğün hakikat anlamıyla– nasıl yardımcı olabildiğini anlamak için şu hususlarda dikkatle zihin yormak gerekmektedir:



• Allah insanları ne için yaratmış, onlara neden kitaplar ve peygamberler göndermiş ve onlardan neler istemiştir?

• Allah'ın insanlardan istedikleri kimler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir, Sünnetullah nasıl cereyan etmektedir?

• Allah'ın düşmanları kimlerdir, bunlar neler isterler, nasıl davranırlar?

Bu soruların cevapları hem belli hem de kolaydır:

Allah, dünya yaşamında adaletin sağlanmasını, küfrün, şirkin, nifakın yok edilmesini, dinin tümüyle Allah'a özgü kılınmasını istemekte ve O'nun bu istekleri de biz kullarının ortaya koyduğu mücadele [cihad] nispetinde gerçekleşmektedir. Allah'ın kurulmasını istediği düzeni kendisi kurmayıp kullarına bırakması ise kullarını sınamak istemesinden ötürüdür:

(Muhammed: 4) Öyleyse, inkârcılarla karşı karşıya geldiğinizde, boyunları vurun. Sonra, onları iyice sindirince, bağı sıkıca bağlayın; sonra, savaş sona erince, ya karşılıksız ya da kurtarmalıkla salıverin. –İşte eğer dileseydi, onların hakkından bizzat gelirdi; ama bu, sizi birbirinizle sınamak içindir.– Allah yolunda öldürülenlere gelince, onların işlerini saptırmayacaktır.


Demek oluyor ki, Allah'ın istediklerinin gerçekleşmesi için çaba harcayanlar [yani peygamberimiz hayatta iken ona yardım edenler ve Allah'ın dinini ayakta tutmaya çalışanlar, kelimenin tam anlamıyla Allah'a yardım etmiş olmaktadırlar.

Başka bir ifade ile اولياء اللّه - evliyâullâh = Allah'a yakın olanlar ve انصار اللّه - ensârullâh = Allah'a yardım edenler Allah'ın koyduğu emir ve yasakları benimseyerek O'nun dinine sarılıp o dinin yayılması için canla başla çaba harcayanlardır. Bu kimseler Kur'ân tarafından "muttaki müminler" olarak nitelenmektedir.


Evliyâullâh ve ensârullâh ifadelerinin asıl anlamları bu olmasına rağmen, velî sözcüğünün ve türevlerinin gerçek anlamlarından saptırılıp gayet sığ olarak "dost" anlamında ifade edilmesi sonucu iş çığırından çıkmış ve basit gibi görünen bu yanlışla Allah ile kulun, kul ile Allah'ın arasında "gönül bağı" anlamında bir dostluktan söz edilir olmuştur.

Zaten dinî alanlardaki sapmaların çoğu da metinde sözcük anlamıyla kullanılmış sözcüklerin sanki birer kavrammış gibi dayatılmasından kaynaklanmıştır.

Türkçede doğru anlamı dışında da kullanılan "dost" sözcüğünün gerçek anlamı tespit edilmeli ve bu konuda nasıl bir sapmaya yol açtığı açıkça gösterilmelidir.


Aslı dust ve çoğulu da dostân olan dost sözcüğünün anlamı Birinin iyiliğini isteyen, onu içten seven, iyi görüşülen kimse, en yakın arkadaş, gönüldaş demek olup dilimize Farsçadan girmiştir.

Allah'ın sıfatları hakkında az çok bilgisi olan herkesin kabul edeceği gibi, bu sözcüğün anlamı, herhangi bir kimsenin Allah'la dostluk ilişkisi içerisinde gösterilmesine engeldir.

Bu nedenle, "bir kimsenin Allah'a dost olması" veya "Allah'ın bir kimseyi dost edinmesi", dost sözcüğünün anlamı itibariyle yanlış ifadelerdir.

Diğer taraftan, anlam olarak birbirinden farklı olmaları sebebiyle, dost sözcüğü ile Arapçadaki velî sözcüğünün aynı anlamda kullanılması da son derece büyük bir hatadır.

Yanlış anlamlı sözcük kullanma hatası Allah ile ilgili bir konuda yapıldığında, bunu "hata" sözcüğüyle açıklamak da mümkün değildir.

İnsanların basit dünya işlerindeki iyi ilişkilerini, yakınlıklarını anlatmak için kullanılan dost sözcüğünün Allah ile O'nun her konuda astı olan insanlar arasındaki mecazî yakınlığı ifade etmek için kullanılması, bu fahiş hatayı yapanların maksatlı olabileceklerini düşündürmektedir.

Çünkü bu fahiş hata, yapanların ne Arapçadaki yetersizliklerinden, ne de Allah hakkındaki bilgisizliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu kimseler, böyle bir hatayı yapmayacak kadar Arapçaya vâkıftırlar ve Allah'ı da gayet iyi tanıdıkları iddiasındadırlar.

Sonuç olarak, Allah'ın insanlara yakınlığı mecazidir ve bu yakınlık Allah'ın insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarması, onlara yol göstererek yardım etmesi ve onları koruması şeklinde tezahür etmektedir.

Muttaki müminlerin Allah'a yakınlığı ve yardımcılığı ise Allah'ın dininin yayılması ve yaşanması için çaba göstermeleridir.

Asıl konumuz olan "velî" sözcüğüne dönecek olursak; bu sözcük üzerinde uzunca durmamızın sebebi, sözcüğün kavramlaştırılarak tevhide aykırı biçimde kullanılıyor olmasıdır.

Çünkü çok eskilerden beri "velî" veya "evliyâ" diye bir üst sınıf din adamı tipi oluşturulmuş, bu sınıfa mensup sahte "velî"ler tıpkı Hıristiyanlıktaki ruhbanlar gibi birçok din dışı işleri yapar olmuşlardır.

Kendilerine has tevîl yöntemleriyle her türlü İslâm dışı düşünceyi üretmiş olan bu sahte "velî'lerin" tuzağına düşen zavallıların sayısı ise, ne yazık ki pek çoktur.

Dolayısıyla, bu sahtekârlar kandırdıkları akılsızların "velîsi", şeytanlar da bu sahtekârların velîsi", durumundadır.


Böyle bir felâkete uğramamak için dini sadece Allah'a özgülemeyi ve bizi bu doğru yoldan ayırmaması için O'na yönelmeyi öneriyoruz:


"Allah, dini kendisine has kılmak için gayret sarf edenlere velâyetini [yakınlığını, yardımcılığını, karanlıklardan aydınlığa çıkarıcılığını, şefaatini, mürşitliğini ve koruyuculuğunu] esirgemesin!

Bu gayret içerisinde olan mümin muttaki kullarını da "evliyâullâh" ve "ensârullâh" olarak kabul etsin!

Bu yolda yürürken O'nun çizdiği rotadan, koyduğu kurallardan çıkmamaya çalıştığımız ve başka bir rehber arkasına düşmediğimiz için de bizleri "halîl" sıfatıyla şereflendirsin!"


Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Genel olarak yukard yaptığım açıklamalrın dışında şunu izah edeyimki.
İnsanın mana olarak ne algıladığı önemlidir.
Yani bir kişi evliyayı velinin çoğulu değilde ALLAH dostu olarak algılayıp o şekilde izahat etmesi şirk değildir.
Buna belki lehçe farklılığı olarak bakmak gereklidir.
Zira mana verenlerle sizin manalarınız arasındada tutarsızlıklar vardır.Bu durumda sizin doğru bildiğiniz yada başkalarının doğru bildiğinden çok insanın nasıl algılayıp inandığıdır.
Zaten sorunda ordan kaynaklanıyor.
Siz veliliği velayet olarak algıladığınız için karşı çıkıyorsunuz.başkası ise dost olarak algıladığı için öyle kabul ediyor.
Kelimelerin tekel meallerinden çok şahıslar tarafından kabulunu ele alırsak o zaman tearuzlar azalır.
Bir kelimenin ifade ettiği manalardan birini almak doğaldır ancak kelimenin aslında olmayan anlamı "ben böyle algıladım" diyerek almak ve algılamak doğru değildir.

Diğer cevaplarınıza da cevap vereceğim . İnşaallah.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şuanda  online konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Miralay (5. January 2011), snobyx (5. January 2011)
Alt 5. January 2011, 07:25 AM   #13
ebu Maruf
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
ebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud of
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!
ve Aleykumes-Selma ve Rahmetullahi




yazımıza



cevabını vermişsiniz. İleri sürdüğünüz tez ile ayet arasında nasıl bir ilişki kurdunuz bilemem.
Örnek verdiğiniz bu ayet:
Açın gözünüzü! Allah'ın velîlerine –ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir– kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.
Dostum sizin iddianıza göre yakınlık olan mananın burda ALLAH ın yakın olduğu kulları olarak algılanması gerek.
HAlbuki ALLAHU TEALA Herklese yakındır.Halbuki onlarca mealin tabiriyle bakarsın ALLAH ın dostları manası çıkar.

ayrı bir necmdir.

Yunus;62–63: Açın gözünüzü! Allah'ın velilerine -ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir- kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.

Yunus;64: Onlara dünya hayatında ve âhiret hayatında müjde vardır. Allah'ın sözleri için değişiklik diye bir şey yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir.

Ayrı bir necm olan bu Âyet grubunda da yine çok önemli ve çok özel bir konu açıklanmaktadır. Bu konu, - اولياء اللّه evliyâullâh = Allah'ın velileri / yakınları, yardımcıları konusudur.
Bu ifadeniz yani veliliğin yardımcılık manası bence doğru olmasa da şunu belirtiyim.
O halde ALLAHın yardımcıları evliyalar ise bu durumda himmet zaten hakdır.
ALLAH kendilerine tasarruf vermediği insanlar nasıl olacakda ALLAH a yardımcı olacaklar

Çarpıtılması sebebiyle dinî hayatta bir takım hurafelerin ve sapık akımların oluşmasına yol açmış olan bu konu, önemli olduğundan incelemeye tâbi tutulacak, bunun sonucunda da Kur'ân terminolojisine ait olan "Allah'ın Evliyası" ifadesinin gerçek anlamı ortaya konacaktır.



Şimdiye kadar hep Allah'ın kullarına yakınlığı, yardımcılığı ile ilgili olarak kullanılmış olan veli [yakın, yardımcı] sözcüğü, ilk kez Yûnus Sûresinin 62. Âyetindeki evliyâullâh ifadesi dolayısıyla "kulların Allah'a yakınlığı, yardımcılığı" şeklinde gündeme gelmektedir. Çünkü bir izafet terkibi [isim tamlaması] olan اولياء اللّه - evliyâullâh ifadesi, sözcük anlamı itibariyle Allah'a yakın olanlar demektir.


اولياء اللّه - evliyâullâh = Allah'a yakın olanlar ifadesi Kur'ân'da geçtiğine göre, Rabbimizin kendisine yakın, yardımcı olarak gördüğü bazı kimselerin varlığı tartışmasızdır. Önemli olan, bu "yakın, yardımcı" insanların kimler olduğudur. Ne var ki, bu insanların kimler olduğu konusu tamamen çarpıtılmış, kimler olduğunu öğrenmek için Kur'ân'a başvurulacağı yerde, yalan yanlış söylentiler dikkate alınarak Kur'ân dışı acayip bir terminoloji üretilmiştir.

Dîne Kur'ân dışında kaynak aramak anlamına gelen bu davranışlar, tevhit dininin dışına çıkılmasına yol açarak İslâm'a ters yabancı inanç ve kültürlerdeki bazı kabullerin İslâm'a sokulması neticesini doğurmuştur.

Bu kabullerin kendilerini nasıl bir pisliğin içine sürüklediğini fark edemeyen zavallılar ise, İslâm'a Kur'ân dışı kaynak icat eden müşriklerle birlikte boğazlarına kadar bu pisliğin içine batmışlardır:

(Tövbe: 28) Ey inananlar! Müşrikler bir pisliktir. …


Oysa evliyâullâh' ın kimler olduğunu anlamak için şirke batmaya hiç gerek yoktur. Çünkü Rabbimiz bunların kimler olduğunu Kur'ân'da açıklamıştır:

(Enfâl: 34) Onlar Mescid-i Haram'dan geri çevirip dururken, Allah onlara neden azap etmeyecekmiş? Onlar O'nun evliyâsı [yakını, yardımcısı] da değiller. O'nun evliyâsı [yakınları, yardımcıları] sadece takva sahipleridir. Velâkin onların ekserisi bilmiyorlar.


Zihinlerindeki sorulara Kur'ân yerine uydurma rivayetlerde cevap arayanlar, bu konuda da Kur'ân'ı dikkate almamışlar ve evliyâullâh terkibine kendilerince, uydurmalar arasından cevap hazırlamışlardır:


Peygamber Efendimize "Evliyâullah kimdir?" diye sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur: "Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır, zikredilir. [51–21] (İbn-i Mace Zühd-4)


Hz. Ömer'den rivayet edilen bir hadiste de "Kendileri şehit veya nebi olmadıkları halde nebilerin ve şehitlerin gıpta ettiği, aralarında ticaret ve akrabalık bağı olmadığı halde birbirlerini Allah için seven kimselerden" bahsedilmektedir. [51–22] (Müsned, 5/343)


Evliyâullah, Allah için severler, birbirlerine dost, yârân, ahbâb olurlar. [51–23] (Ebû Davûd; Sünen/2, 4596. rivâyet)


Yüce Allah, Yûnus ve Enfâl Sûrelerinin yukarıda verdiğimiz Âyetlerinde اولياء اللّه - evliyâullah = Allah'a yakın olanlar, "mütteki müminler'dir" buyurarak evliyâullah terkibini açıklamışken; uydurma rivayetlerle Evliyâullah' a Allah'ın beyanına uymayan başka açıklamalar getirmek, bize göre ancak haddini bilmez İslâm düşmanlarının işi olabilir.

Müslümanların ömürlerinin boşa geçmesini sağlamak isteyen art niyetli, şeytan tıynetli bu kimseler, zehirli görüşlerinin cilâsı olarak "hadis" kavramını kullanmışlar ve kendi uydurduklarını peygamberimize isnat etmişlerdir. Biz burada, peygamberimizi bu iftiralardan tenzih etmeyi bir borç olarak görmekteyiz.


Buraya kadarki açıklamalarımızdan çıkan sonuç şudur: اولياء اللّه - evliyâullah sözcüğünün esas anlamı Allah'a yakın olanlar demektir. "Allah'a yakın olanlar" ise, Rabbimizin ifadesiyle "muttaki müminler'dir."


Bu noktada sorulması gereken soru şudur:
"
Acaba muttaki müminler Allah'a nasıl yakın olabiliyorlar?" Rabbimiz bu sorunun cevabını da yine Kur'ân'da vermiştir:

(Muhammed: 7) Ey inananlar! Eğer Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.

(Âl-i İmran: 52) Îsâ onlardan inkârı sezince şöyle konuştu: "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kim?" Havariler dediler ki: "Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a iman ettik biz. Tanık ol, biz Müslümanlarız."

(Saff: 14) Ey iman etmiş olan kimseler! Allah'ın yardımcıları olun! Hani Meryem oğlu İsa Havarilerine; "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kimdir?" demişti de havariler; "Biz Allah'ın yardımcılarıyız." cevabını vermişlerdi. Bunun ardından İsrâîloğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet Biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.


Görüldüğü gibi, yukarıdaki Âyetlerin açık ifadelerinde Allah'a yardımdan ve Allah'ın yardımcılarından bahsedilmektedir. Herkesçe malûmdur ki, bizzat Allah'ın kendisine yardım etmek imkânsızdır; Yüce Allah da böyle bir yardımdan ve yardımcılardan müstağnidir. Nitekim Rabbimizin muttaki müminleri kendisine velî [yakın ve yardımcı] kabul etmesi de O'nun aczinden, düşkünlüğünden, güçsüzlüğünden, ihtiyacından kaynaklanmamaktadır.

Rabbimiz bir Âyetinde bu hususu şöyle açıklamaktadır:

(İsrâ: 111) Ve de ki: Hamd [övgü] , hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür. Ve O'nu [Allah'ı] büyükle dikçe büyükle [ululadıkça ulula] !


O halde, muttaki müminlerin, hiçbir yardıma ve yardımcıya ihtiyacı olmayan Allah'a –sözcüğün hakikat anlamıyla– nasıl yardımcı olabildiğini anlamak için şu hususlarda dikkatle zihin yormak gerekmektedir:



• Allah insanları ne için yaratmış, onlara neden kitaplar ve peygamberler göndermiş ve onlardan neler istemiştir?

• Allah'ın insanlardan istedikleri kimler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir, Sünnetullah nasıl cereyan etmektedir?

• Allah'ın düşmanları kimlerdir, bunlar neler isterler, nasıl davranırlar?

Bu soruların cevapları hem belli hem de kolaydır:

Allah, dünya yaşamında adaletin sağlanmasını, küfrün, şirkin, nifakın yok edilmesini, dinin tümüyle Allah'a özgü kılınmasını istemekte ve O'nun bu istekleri de biz kullarının ortaya koyduğu mücadele [cihad] nispetinde gerçekleşmektedir. Allah'ın kurulmasını istediği düzeni kendisi kurmayıp kullarına bırakması ise kullarını sınamak istemesinden ötürüdür:

(Muhammed: 4) Öyleyse, inkârcılarla karşı karşıya geldiğinizde, boyunları vurun. Sonra, onları iyice sindirince, bağı sıkıca bağlayın; sonra, savaş sona erince, ya karşılıksız ya da kurtarmalıkla salıverin. –İşte eğer dileseydi, onların hakkından bizzat gelirdi; ama bu, sizi birbirinizle sınamak içindir.– Allah yolunda öldürülenlere gelince, onların işlerini saptırmayacaktır.


Demek oluyor ki, Allah'ın istediklerinin gerçekleşmesi için çaba harcayanlar [yani peygamberimiz hayatta iken ona yardım edenler ve Allah'ın dinini ayakta tutmaya çalışanlar, kelimenin tam anlamıyla Allah'a yardım etmiş olmaktadırlar.

Başka bir ifade ile اولياء اللّه - evliyâullâh = Allah'a yakın olanlar ve انصار اللّه - ensârullâh = Allah'a yardım edenler Allah'ın koyduğu emir ve yasakları benimseyerek O'nun dinine sarılıp o dinin yayılması için canla başla çaba harcayanlardır. Bu kimseler Kur'ân tarafından "muttaki müminler" olarak nitelenmektedir.


Evliyâullâh ve ensârullâh ifadelerinin asıl anlamları bu olmasına rağmen, velî sözcüğünün ve türevlerinin gerçek anlamlarından saptırılıp gayet sığ olarak "dost" anlamında ifade edilmesi sonucu iş çığırından çıkmış ve basit gibi görünen bu yanlışla Allah ile kulun, kul ile Allah'ın arasında "gönül bağı" anlamında bir dostluktan söz edilir olmuştur.

Zaten dinî alanlardaki sapmaların çoğu da metinde sözcük anlamıyla kullanılmış sözcüklerin sanki birer kavrammış gibi dayatılmasından kaynaklanmıştır.

Türkçede doğru anlamı dışında da kullanılan "dost" sözcüğünün gerçek anlamı tespit edilmeli ve bu konuda nasıl bir sapmaya yol açtığı açıkça gösterilmelidir.


Aslı dust ve çoğulu da dostân olan dost sözcüğünün anlamı Birinin iyiliğini isteyen, onu içten seven, iyi görüşülen kimse, en yakın arkadaş, gönüldaş demek olup dilimize Farsçadan girmiştir.

Allah'ın sıfatları hakkında az çok bilgisi olan herkesin kabul edeceği gibi, bu sözcüğün anlamı, herhangi bir kimsenin Allah'la dostluk ilişkisi içerisinde gösterilmesine engeldir.

Bu nedenle, "bir kimsenin Allah'a dost olması" veya "Allah'ın bir kimseyi dost edinmesi", dost sözcüğünün anlamı itibariyle yanlış ifadelerdir.

Diğer taraftan, anlam olarak birbirinden farklı olmaları sebebiyle, dost sözcüğü ile Arapçadaki velî sözcüğünün aynı anlamda kullanılması da son derece büyük bir hatadır.

Yanlış anlamlı sözcük kullanma hatası Allah ile ilgili bir konuda yapıldığında, bunu "hata" sözcüğüyle açıklamak da mümkün değildir.

İnsanların basit dünya işlerindeki iyi ilişkilerini, yakınlıklarını anlatmak için kullanılan dost sözcüğünün Allah ile O'nun her konuda astı olan insanlar arasındaki mecazî yakınlığı ifade etmek için kullanılması, bu fahiş hatayı yapanların maksatlı olabileceklerini düşündürmektedir.

Çünkü bu fahiş hata, yapanların ne Arapçadaki yetersizliklerinden, ne de Allah hakkındaki bilgisizliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu kimseler, böyle bir hatayı yapmayacak kadar Arapçaya vâkıftırlar ve Allah'ı da gayet iyi tanıdıkları iddiasındadırlar.

Sonuç olarak, Allah'ın insanlara yakınlığı mecazidir ve bu yakınlık Allah'ın insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarması, onlara yol göstererek yardım etmesi ve onları koruması şeklinde tezahür etmektedir.

Muttaki müminlerin Allah'a yakınlığı ve yardımcılığı ise Allah'ın dininin yayılması ve yaşanması için çaba göstermeleridir.

Asıl konumuz olan "velî" sözcüğüne dönecek olursak; bu sözcük üzerinde uzunca durmamızın sebebi, sözcüğün kavramlaştırılarak tevhide aykırı biçimde kullanılıyor olmasıdır.

Çünkü çok eskilerden beri "velî" veya "evliyâ" diye bir üst sınıf din adamı tipi oluşturulmuş, bu sınıfa mensup sahte "velî"ler tıpkı Hıristiyanlıktaki ruhbanlar gibi birçok din dışı işleri yapar olmuşlardır.

Kendilerine has tevîl yöntemleriyle her türlü İslâm dışı düşünceyi üretmiş olan bu sahte "velî'lerin" tuzağına düşen zavallıların sayısı ise, ne yazık ki pek çoktur.

Dolayısıyla, bu sahtekârlar kandırdıkları akılsızların "velîsi", şeytanlar da bu sahtekârların velîsi", durumundadır.


Böyle bir felâkete uğramamak için dini sadece Allah'a özgülemeyi ve bizi bu doğru yoldan ayırmaması için O'na yönelmeyi öneriyoruz:


"Allah, dini kendisine has kılmak için gayret sarf edenlere velâyetini [yakınlığını, yardımcılığını, karanlıklardan aydınlığa çıkarıcılığını, şefaatini, mürşitliğini ve koruyuculuğunu] esirgemesin!

Bu gayret içerisinde olan mümin muttaki kullarını da "evliyâullâh" ve "ensârullâh" olarak kabul etsin!

Bu yolda yürürken O'nun çizdiği rotadan, koyduğu kurallardan çıkmamaya çalıştığımız ve başka bir rehber arkasına düşmediğimiz için de bizleri "halîl" sıfatıyla şereflendirsin!"




Bir kelimenin ifade ettiği manalardan birini almak doğaldır ancak kelimenin aslında olmayan anlamı "ben böyle algıladım" diyerek almak ve algılamak doğru değildir.

Diğer cevaplarınıza da cevap vereceğim . İnşaallah.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
Dostum bakın verdiğiniz ayetin sanırım 10-15 çeşit mealde evliya kelimesinin ya velisidir yada dostudur olarak verildiğini belirttiğim halde.Siz halen ALLAHA yakın olanlar olarak veriyorsunuz.
O halde burdaki bütün kardeşler güvensiz mealleri kaynak olarak veriyorlar.O halde ya siz bir meal yazın burdaki kardeşlerimiz diğer mealleri bırakıp sizin mealinize göre kaynak versinler.
Kaldıkı yakınlıkla dostluk arasında mana olarakda çok fark yoktur.
Bana yakın olan birisinin akrabalık bağı yoksa o zaten benim dostumdur.
Yani kelimelerin kök ve mastarlarına inilecek olursa zaten hiç bir mealin doğruluğu söz konusu olamaz.
Türk diline göre meal yapılabilmesi mümkün değildir.Buna ne sizin nede meal yazan insanların ilmi yetmez.Size sizin yazılarınızdan küçük ve büyük sesli uyumuna uymayacak bir çok kelime bulabilirim.Buda ne olur bunların türkçe olmadığı manasına gelir o durumda buna mealde denemez sizin iddianıza göre.
Meal kelimesi bile başlı başına türkçe değildir.
O halde sizin vereceğiniz her Ayet mealine ben kelimeler eş anlamlı olduğu halde itiraz ederek konuyu başka yerlere taşıyabilirim.
Şimdi böyle yaparsam bu müzakeremi olur elinizi vicdanınıza koyun ve kendi kendinize cevabını verin.


selametle

Konu ebu Maruf tarafından (5. January 2011 Saat 12:47 PM ) değiştirilmiştir.
ebu Maruf isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 5. January 2011, 06:17 PM   #14
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!

Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Dostum bakın verdiğiniz ayetin sanırım 10-15 çeşit mealde evliya kelimesinin ya velisidir yada dostudur olarak verildiğini belirttiğim halde.Siz halen ALLAHA yakın olanlar olarak veriyorsunuz.
O halde burdaki bütün kardeşler güvensiz mealleri kaynak olarak veriyorlar.O halde ya siz bir meal yazın burdaki kardeşlerimiz diğer mealleri bırakıp sizin mealinize göre kaynak versinler.
Kaldıkı yakınlıkla dostluk arasında mana olarakda çok fark yoktur.
Bana yakın olan birisinin akrabalık bağı yoksa o zaten benim dostumdur.
Yani kelimelerin kök ve mastarlarına inilecek olursa zaten hiç bir mealin doğruluğu söz konusu olamaz.
Türk diline göre meal yapılabilmesi mümkün değildir.Buna ne sizin nede meal yazan insanların ilmi yetmez.Size sizin yazılarınızdan küçük ve büyük sesli uyumuna uymayacak bir çok kelime bulabilirim.Buda ne olur bunların türkçe olmadığı manasına gelir o durumda buna mealde denemez sizin iddianıza göre.
Meal kelimesi bile başlı başına türkçe değildir.
O halde sizin vereceğiniz her Ayet mealine ben kelimeler eş anlamlı olduğu halde itiraz ederek konuyu başka yerlere taşıyabilirim.
Şimdi böyle yaparsam bu müzakeremi olur elinizi vicdanınıza koyun ve kendi kendinize cevabını verin.

selametle



Sorularınızı ve yazdıklarınızı görünce yazıların yeterince tefekkür edilip irdelenmediğini düşünüyorum.


Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı

yazımıza



cevabını vermişsiniz. İleri sürdüğünüz tez ile ayet arasında nasıl bir ilişki kurdunuz bilemem.
Örnek verdiğiniz bu ayet:
Açın gözünüzü! Allah'ın velîlerine –ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir– kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de ayrı bir necmdir.

Yunus;62–63: Açın gözünüzü! Allah'ın velilerine -ki onlar inanan ve takvalı davranan kimselerdir- kesinlikle kaygı yoktur. Onlar üzülmeyecekler de.

Yunus;64: Onlara dünya hayatında ve âhiret hayatında müjde vardır. Allah'ın sözleri için değişiklik diye bir şey yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluşun ta kendisidir.

Ayrı bir necm olan bu Âyet grubunda da yine çok önemli ve çok özel bir konu açıklanmaktadır. Bu konu, - اولياء اللّه evliyâullâh = Allah'ın velileri / yakınları, yardımcıları konusudur.
Çarpıtılması sebebiyle dinî hayatta bir takım hurafelerin ve sapık akımların oluşmasına yol açmış olan bu konu, önemli olduğundan incelemeye tâbi tutulacak, bunun sonucunda da Kur'ân terminolojisine ait olan "Allah'ın Evliyası" ifadesinin gerçek anlamı ortaya konacaktır.
Aşağıdaki cevabı veriyorsunuz.

Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster

Dostum sizin iddianıza göre yakınlık olan mananın burda ALLAH ın yakın olduğu kulları olarak algılanması gerek.
HAlbuki ALLAHU TEALA Herklese yakındır.Halbuki onlarca mealin tabiriyle bakarsın ALLAH ın dostları manası çıkar.

Bu ifadeniz yani veliliğin yardımcılık manası bence doğru olmasa da şunu belirtiyim.
O halde ALLAHın yardımcıları evliyalar ise bu durumda himmet zaten hakdır.
ALLAH kendilerine tasarruf vermediği insanlar nasıl olacakda ALLAH a yardımcı olacaklar
Eğer yazıyı bırakın tefekkür ederek ve irdeleyerek okumayı normal olarak okusaydınız bu "ALLAH kendilerine tasarruf vermediği insanlar nasıl olacakda ALLAH a yardımcı olacaklar" sorunuzun cevabını görürdünüz.

Ben yine de bu sorunuzun cevabını yazımdan alıntı yaparak vereyim.

"...
Buraya kadarki açıklamalarımızdan çıkan sonuç şudur: اولياء اللّه - evliyâullah sözcüğünün esas anlamı Allah'a yakın olanlar demektir. "Allah'a yakın olanlar" ise, Rabbimizin ifadesiyle "muttaki müminler'dir."


Bu noktada sorulması gereken soru şudur:
"
Acaba muttaki müminler Allah'a nasıl yakın olabiliyorlar?" Rabbimiz bu sorunun cevabını da yine Kur'ân'da vermiştir:

(Muhammed: 7) Ey inananlar! Eğer Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.

(Âl-i İmran: 52) Îsâ onlardan inkârı sezince şöyle konuştu: "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kim?" Havariler dediler ki: "Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a iman ettik biz. Tanık ol, biz Müslümanlarız."

(Saff: 14) Ey iman etmiş olan kimseler! Allah'ın yardımcıları olun! Hani Meryem oğlu İsa Havarilerine; "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kimdir?" demişti de havariler; "Biz Allah'ın yardımcılarıyız." cevabını vermişlerdi. Bunun ardından İsrâîloğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet Biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.


Görüldüğü gibi, yukarıdaki Âyetlerin açık ifadelerinde Allah'a yardımdan ve Allah'ın yardımcılarından bahsedilmektedir. Herkesçe malûmdur ki, bizzat Allah'ın kendisine yardım etmek imkânsızdır; Yüce Allah da böyle bir yardımdan ve yardımcılardan müstağnidir. Nitekim Rabbimizin muttaki müminleri kendisine velî [yakın ve yardımcı] kabul etmesi de O'nun aczinden, düşkünlüğünden, güçsüzlüğünden, ihtiyacından kaynaklanmamaktadır.

Rabbimiz bir Âyetinde bu hususu şöyle açıklamaktadır:

(İsrâ: 111) Ve de ki: Hamd [övgü] , hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür. Ve O'nu [Allah'ı] büyükle dikçe büyükle [ululadıkça ulula] !


O halde, muttaki müminlerin, hiçbir yardıma ve yardımcıya ihtiyacı olmayan Allah'a –sözcüğün hakikat anlamıyla– nasıl yardımcı olabildiğini anlamak için şu hususlarda dikkatle zihin yormak gerekmektedir:



• Allah insanları ne için yaratmış, onlara neden kitaplar ve peygamberler göndermiş ve onlardan neler istemiştir?

• Allah'ın insanlardan istedikleri kimler aracılığıyla gerçekleştirilmektedir, Sünnetullah nasıl cereyan etmektedir?

• Allah'ın düşmanları kimlerdir, bunlar neler isterler, nasıl davranırlar?

Bu soruların cevapları hem belli hem de kolaydır:

..."

Cevabın geri kalan kısmını yazımızdan inceleyebilirsiniz.

Değerli Kardeşim!

Kur'an Arabiyyen gelmiştir. Meallendirilmesi de Arabiyyenin kurallarına göre olur. Sizin ya da benim görüşlerimize göre değil.

Sizin örnek verdiğiniz mealleri yazan insanlar metne ve dile sadakat göstermedilerse bu onların sorunudur.

Arap bir tanıdığınız varsa sorun bakalım "veli,evliya,vela,mevla" kelimelerine ne diyecekler.


Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster

Yani kelimelerin kök ve mastarlarına inilecek olursa zaten hiç bir mealin doğruluğu söz konusu olamaz.
Bu dediğiniz doğruysa dünyada bilim diye birşey olamaz.


Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster

Türk diline göre meal yapılabilmesi mümkün değildir.Buna ne sizin nede meal yazan insanların ilmi yetmez.
Türk diline göre meal yapılabilmesi mümkün değilse Türklerin Allah'ın vahyinden sorumlu tutulabilmeleri de mümkün değildir.


Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster

Size sizin yazılarınızdan küçük ve büyük sesli uyumuna uymayacak bir çok kelime bulabilirim.Buda ne olur bunların türkçe olmadığı manasına gelir o durumda buna mealde denemez sizin iddianıza göre.
Kullandığımız kelimelerde büyük ve küçük ses uyumuna uymayan kelimeler varsa bu o kelimelerin "Türkçe" olmadıklarına ve başka dillerden geçmiş olduklarına kanıttır.

Türkçe olmayan bir sözcük "Türkçeye" geçmiş olan bir sözcük ise ve bu sözcük ile ilgili bir araştırma yapılacaksa o sözcüğün "geçtiği dildeki" kök yapısına bakılır.


Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Meal kelimesi bile başlı başına türkçe değildir.
Evet Türkçe değildir.


Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster

O halde sizin vereceğiniz her Ayet mealine ben kelimeler eş anlamlı olduğu halde itiraz ederek konuyu başka yerlere taşıyabilirim.
Şimdi böyle yaparsam bu müzakeremi olur elinizi vicdanınıza koyun ve kendi kendinize cevabını verin.

Kur'an Arabiyyendir (Arapçanın gramer yapısına göredir.) eğer Kur'an'da geçen bir sözcüğü(Allah vahyinde Çelişki ve tutarsızlık yoktur ilkesi vardır.) Arapça gramer yapısına uygun olmayan bir sözcük konulursa gerekçeleriyle birlikte bunun böyle olmayacağını göstererek karşı görüşte bulunabilirsiniz.

Söz konusu olan Kur'an ayetleridir. Allah'ın ayetlerinde asla çelişki ve tutarsızlık yoktur.Yazdığım meallerde çelişki görürseniz buyrun gerekçeleriyle birlikte ortaya koyun hatamız varsa bizim ilmimizin yetersizliğindendir deriz ve hatamızı düzeltmeye çalışırız.

Değerli Kardeşim!
Yazdığınız yazılar ile ilgili görüşlerimi gerekçeleri ile belirtiyorum. Müzakerede bulunacaksınız siz de aynısını yapınız. Müzakeremiz "Dam başında saksağan kaz beline vurmayı" örneğindeki gibi olmasın.

Dinin bana göresi sana göresi olmaz. Din Allah'a göre olur.
Ayetler hakkında -Müteşabih olan ayetlerin önceliklemesi dışında-bu benim görüşüm şu senin görüşün olmaz sadece Allah'ın görüşü olur.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şuanda  online konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
kamer (6. January 2011), Miralay (5. January 2011), snobyx (6. January 2011)
Alt 5. January 2011, 08:07 PM   #15
ebu Maruf
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
ebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud of
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!
Aleykumes-Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu

Eğer yazıyı bırakın tefekkür ederek ve irdeleyerek okumayı normal olarak okusaydınız bu "ALLAH kendilerine tasarruf vermediği insanlar nasıl olacakda ALLAH a yardımcı olacaklar" sorunuzun cevabını görürdünüz.
Dostum öncelikle yazılarını okumasan onunla alakalı nasıl soru sorabilirim.Tefekkür olayına gelince belki bakış açılarımızdaki farklılıklar sebebiyle farkli tefekkür ediyoruzdur.
Acaba muttaki müminler Allah'a nasıl yakın olabiliyorlar?" Rabbimiz bu sorunun cevabını da yine Kur'ân'da vermiştir:

(Muhammed: 7) Ey inananlar! Eğer Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.

(Âl-i İmran: 52) Îsâ onlardan inkârı sezince şöyle konuştu: "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kim?" Havariler dediler ki: "Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a iman ettik biz. Tanık ol, biz Müslümanlarız."

(Saff: 14) Ey iman etmiş olan kimseler! Allah'ın yardımcıları olun! Hani Meryem oğlu İsa Havarilerine; "Allah'a gidişte benim yardımcılarım kimdir?" demişti de havariler; "Biz Allah'ın yardımcılarıyız." cevabını vermişlerdi. Bunun ardından İsrâîloğullarından bir zümre iman etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihayet Biz, iman sahiplerini düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.


Görüldüğü gibi, yukarıdaki Âyetlerin açık ifadelerinde Allah'a yardımdan ve Allah'ın yardımcılarından bahsedilmektedir. Herkesçe malûmdur ki, bizzat Allah'ın kendisine yardım etmek imkânsızdır; Yüce Allah da böyle bir yardımdan ve yardımcılardan müstağnidir. Nitekim Rabbimizin muttaki müminleri kendisine velî [yakın ve yardımcı] kabul etmesi de O'nun aczinden, düşkünlüğünden, güçsüzlüğünden, ihtiyacından kaynaklanmamaktadır.

Rabbimiz bir Âyetinde bu hususu şöyle açıklamaktadır:

(İsrâ: 111) Ve de ki: Hamd [övgü] , hiçbir çocuk edinmeyen, mülkte kendisi için herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür. Ve O'nu [Allah'ı] büyükle dikçe büyükle [ululadıkça ulula] !


O halde, muttaki müminlerin, hiçbir yardıma ve yardımcıya ihtiyacı olmayan Allah'a –sözcüğün hakikat anlamıyla– nasıl yardımcı olabildiğini anlamak için şu hususlarda dikkatle zihin yormak gerekmektedir:
Dostum evliya nın manası noktasında aynı görüşte olmadığımız malumdur.
Biz yinede sizin anladığınız evliya kavramı üzerinde hareket edelim.
ALLAH a yakın olan insanların evliya olduğunu var sayarsak bunun benim yazdığım konu başlığıyla çelişkisi nerededir acaba?




Değerli Kardeşim!

Kur'an Arabiyyen gelmiştir. Meallendirilmesi de Arabiyyenin kurallarına göre olur. Sizin ya da benim görüşlerimize göre değil.
Dostum Arapça belağatı öğrenmeyen yada dil bilgisini öğrenmeyen insanlar zaten meal yapamaz.Lakin sizede evliyanın yakınlık olduğunu belirten hoca yada kaynak neyse oda o kişinin görüşü değilmidir.
Eğerki tek bir manası olsaydı o kadar meallerde neden dost yazılıyor ki.
Kaldıki Arap belağatının ne kadar çok çeşitli olduğunu arapça bilen herkes bilir.
Bir kelimenin bazen 1000 e yakı manaya geldiği bilinir.
Çok yeni bir dil yapısına aiıt olan Türkçede bile yüz kelimesinin en az sanırım 4-5 türlü manası vardır.Değilki asırlardır süregelen Arap dilindeki farklılığı siz düşünün.

Sizin örnek verdiğiniz mealleri yazan insanlar metne ve dile sadakat göstermedilerse bu onların sorunudur.
Dostum sadakat göstermediklerini iddia ettiğiniz neredeyse bilinen bütün mealler.Bunların hepsi hata ettide siz doğrusunu belirtiyorsunuz.
Merak ettim sizin arapça hocanız kimdir?Bizim Arapça öğrendiğimiz hocalardan yakının garib yakın olanında mugarrebun olduğunu öğrendik.
Bir çok mealdede belki hepside aynı şeyi destekliyor.
Hadi bunuda varsayalım öyledir.
Bu yanlış yapılan meallerden burda bir sürü insan kaynak veriyor.Şimdiye kadar bu konuyla ilgili bir başlık altında uyarıda bulundunuzmu bilemiyorum.Yoğun olma sebebi ile inceleyemedim.Bu konu açıldıysa linkini verirseniz sevinirim.

Arap bir tanıdığınız varsa sorun bakalım "veli,evliya,vela,mevla" kelimelerine ne diyecekler.
İnşaALLAH Almanyadaki arap kardeşlerden biriyle kontağa geçtiğimde soracağım.

Türk diline göre meal yapılabilmesi mümkün değilse Türklerin Allah'ın vahyinden sorumlu tutulabilmeleri de mümkün değildir.
[b]Dostum Hamd arapçadır manası türkler tarafından algılanır.Bunu türkçeye uyarlayamazsın.
Radyo televizyon bunlar avrupa dil ailesine aittir.Bunu kelime olarak nasıl türkçeleştireceksiniz merak ediyorum.
Benim bahsettiğim mana olarak zaten ortak görüşlerin olduğu bir kelimedir.
Bu durumda sen Hamd türkçe değildir diye mesul olmayacakmısın.
Ayrıca Arapça öğrenmemekle zaten bir mesuliyetin altına girilecektin.
Burda tabiki en büyük vebali latin alfabeye geçirenler alacaktır.
Fakat buda mazeret değildir.Gayret etmek gereklidir.Gayret olurda insan öğrenemezse
la tükelli fullahi nefsen illa vusaha
[/B

Kullandığımız kelimelerde büyük ve küçük ses uyumuna uymayan kelimeler varsa bu o kelimelerin "Türkçe" olmadıklarına ve başka dillerden geçmiş olduklarına kanıttır.

Türkçe olmayan bir sözcük "Türkçeye" geçmiş olan bir sözcük ise ve bu sözcük ile ilgili bir araştırma yapılacaksa o sözcüğün "geçtiği dildeki" kök yapısına bakılır.
Burda sizinle aynı düşünüyorum raina unzurna misali sorunlar olabiliyor lakin bakın size bir örnek vereyim.Bir gün Alman belediye Başkanının birisi almanca konferans yapıyor bir de Türk tercüman çeviri yapıyor.
Belediye Başkanı kinder garten dedi.Tercümanda sizin yaptığınız üzere tercüme etti ve çocuk bahçesi dedi.Halbuki bu kelimenin insanların anlayacağı manası ana okuludur.Köküne sadık kalarak yaptığı tercüme yanlıştır zira Türkçede çocuk bahçesi denilince ilk akla gelen çocuk parkıdır.Halbuki nalam olarak ana okulu olarak kullanılır.Sizinde yaptığınız belki böyledir.Meal de asıl olan kelimenin köküne sadık kalınarak bire bir çevirisi değil kelimenin çevrilen dildeki manasının iyi algılanmasıdır.

Kur'an Arabiyyendir (Arapçanın gramer yapısına göredir.) eğer Kur'an'da geçen bir sözcüğü(Allah vahyinde Çelişki ve tutarsızlık yoktur ilkesi vardır.) Arapça gramer yapısına uygun olmayan bir sözcük konulursa gerekçeleriyle birlikte bunun böyle olmayacağını göstererek karşı görüşte bulunabilirsiniz.

Söz konusu olan Kur'an ayetleridir. Allah'ın ayetlerinde asla çelişki ve tutarsızlık yoktur.Yazdığım meallerde çelişki görürseniz buyrun gerekçeleriyle birlikte ortaya koyun hatamız varsa bizim ilmimizin yetersizliğindendir deriz ve hatamızı düzeltmeye çalışırız.
Dostum yazılanların hepsi mealdir.Hata tabiki mütercümdedir.
Değerli Kardeşim!
Yazdığınız yazılar ile ilgili görüşlerimi gerekçeleri ile belirtiyorum. Müzakerede bulunacaksınız siz de aynısını yapınız. Müzakeremiz "Dam başında saksağan kaz beline vurmayı" örneğindeki gibi olmasın.
Bunu hangi cevabıma dayanarak yazdınız bilemiyorum.Zira kelimeler meali olarak verdiğim bütün kaynaklar Türkiyede kullanılan meallerdir.Bunları ciddiyetsiz buluyorsanız.Burdaki yada bütün formlardaki verilen mealleri ciddiyetsiz bulup aynı şekilde onlarlada muhattab olmamanız gereklidir.
Tüm türkiyede okunan mealleri.Türkçe meal kaynağı olarak gayri ciddi buluyorsanız zaten çok fazla diyebileceğim bir şey yok.

Dinin bana göresi sana göresi olmaz. Din Allah'a göre olur.
Din tabiki ALLAH a göredir hepimizin amacıda ALLAH indindeki Dini iyi anlayabilmek için Ayetleri yorumlamak onları tefekkür etmek.Onlar üzere müzakere yapmak değilmi.Hepimizin yaptığı sanırım bu bunun dışında yapılan bir şey varsa bildirin inşaALLAH
Ayetler hakkında -Müteşabih olan ayetlerin önceliklemesi dışında-bu benim görüşüm şu senin görüşün olmaz sadece Allah'ın görüşü olur.
إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Bu ayeti Kerime de ALLAH c.c ın görüşü nedir dostum?
Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
Tekrar hatırlatıyım veli kelimesinin yakınlık manasında olmasının konu başlığındaki tema ile ters düşen tarafını yazarmısınız.
Yani Şeyhin Himmeti Şeyhin ALLAH Dostu olmasıyla yada ALLAH a yakın olmasıyla nasıl bir farklılık arz eder.
selametle
ebu Maruf isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 5. January 2011, 09:41 PM   #16
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!

Yazdıklarınız ve yazdıklarımız ortada. Sorularınız ve cevaplarımız da ortada. Sizin anlayışınız size benim anlayışım da bana olsun.

Okuyanların büyük çoğunluğu Arapça bilmediklerinden sorunuzu sure adı ve ayet olarak belirterek sormanız okuyuculara saygı yönünden daha şık olurdu.

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ

"İnnema Veliyyükümullahu ve RasûluHu velleziyne amenülleziyne yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve hüm rakiun"

Sorduğunuz bu ayet MAide suresinde olup 54,55,56,57,58 ayetleri ile birlikte bir necm oluşturur.

54. Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir ki, O [Allah], onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

55. Sizin velîniz, sadece Allah'tır, O'nun Elçisi'dir, bir de rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren iman etmiş kimselerdir.

56. Allah'ı, O'nun Elçisi'ni ve iman edenleri kendine velî kabul edenler bilsinler ki, kesinlikle Allah'ın taraftarları gâlip olanların ta kendileridir.

57. Ey iman etmiş kimseler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence edinen kimseleri velîler edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz de Allah'a takvâlı davranın.

58. Ve siz onları salâta çağırdığınız zaman, onlar, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır.

Bu âyet grubunda, dinden dönenler ve İslâm düşmanları hakkında kurallar konulmaktadır:

• Dinlerinden dönecek olurlarsa –ki bunun kendilerinden başka kimseye zararı olmaz– mü’minler bilmelidirler ki, Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir, Allah, onları sever, onlar da Allah'ı severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.

• Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

• Mü’minin velîsi Allah, O'nun Elçisi ve rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir.

• Allah'ı, Elçisi'ni ve iman edenleri velî edinenler bilsinler ki, Allah'ın taraftarları kesinlikle gâlip olacaklardır.

• Mü’minler, kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dinlerini alay ve eğlence edinenleri velîler edinmemeli ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.

• Mü’minler tarafından salâta çağırılanlar, –akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayı– onu alay ve eğlence edinirler. Akıllı bir toplum olsalar bunu yapmazlar.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah bunları söylüyor. Biz bunları anlayamayız açılıma ihtiyacımız vardır diyenlere de bakın neleri söylüyorlar.

55. âyetteki, “rükû hâlinde zekât vermek” –rükû sözcüğünün yanlış anlaşılmasından dolayı– ifadesi çarpıtılarak birtakım masallar üretilmiştir.

İbret-i âlem için bunları teşhir ediyoruz:

Dilencinin biri, Peygamber'in (s.a) mescidinde bir şeyler dilendiği hâlde kimse ona bir şey vermemişti. O sırada Hz. Ali namazda ve rükû hâlinde bulunuyordu. Sağ elinde de bir yüzük vardı. Dilenciye eliyle işaret etti ve nihâyet dilenci de o yüzüğü aldı el-Kiya et-Taberî der ki:

“İşte bu, az amelin namazı iptal etmediğine delalet etmektedir. Çünkü, rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermek, namazda yapılan bir iş olup, bundan dolayı namazım iptal etmedi.”

Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu ise, nafile sadakaya da zekât adının verileceğine delâlet etmektedir. Çünkü, Hz. Ali rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermişti. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır:

Fakat, kendisi ile Allah'ın rızasını istemek kastıyla verdiğiniz zekât ise, işte onlar kat kat artırılanlardır (Rûm/39).

İşte burada farz ve nafile de zekâtın kapsamına girmektedir. Buna göre zekât adı, hem farzı hem de nafile sadakayı kapsayan bir isim olmaktadır. Tıpkı,sadaka ve salât isimlerinin her ikisini de [farz olanı da nafile olanı da] kapsaması gibi.

Derim ki: Buna göre, burada zekâttan kasıt, yüzüğünü sadaka olarak vermektir. Zekât lafzının, yüzüğü sadaka olarak vermek şeklinde yorumlanması ise uzak bir ihtimaldir. Çünkü zekât, ancak kendisi için has olan lafzı ile kullanılır. Bu da, daha önce Bakara sûresi'nin baş taraflarında geçtiği gibi, farz olan zekâttır Aynı şekilde bundan önce geçen, Namazını kılan ifadesinin anlamı da böyledir. Namazın ikâmeedilmesinin anlamı ise, namazı vakitlerinde ve bütün hukukuna riâyet ederek kılmaktır. Bundan kasıt da farz olan namazdır. Daha sonra yüce Allah, Ve rükû hâlinde iken buyurmaktadır. Bundan maksat ise, nafile namazdır. Şöyle de denilmiştir: Rükû'un tek başına zikredilmesi, onun şerefline dikkat çekmek içindir.Yine denildiğine göre mü’minler, bu âyetin nüzûlü esnasında kimileri namazını tamamlamış, kimileri ise rükû hâlinde bulunuyordu.
İbn Huveyzimendâd der ki: Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu, namaz esnasında amel-i yesir diye bilinen az miktardaki amelîn caiz olduğu hükmünü ihtiva etmektedir. Çünkü, burada bu ifade övgü sadedindedir. Övgü ile ilgili asgari hüküm ise, övülen şeyin mübah oluşudur. Ali b. Ebî Tâlib'in (r.a) dilenciye kendisi namazda iken bir şeyler verdiği rivâyet edilmektedir. Bunun, nafile namazda iken yapılmış olması da mümkündür. Zira, farz namazda böyle bir şey yapmak mekruh görülmüştür. Övgünün, her iki hâlin bir arada olmasına yönelik olma ihtimali de vardır. Adeta namaz ve zekâtın vücubuna inanan kimseyi nitelendirerek, namazdan rükû diye söz etmiş, bunların farz oluşuna inanmayı da bunların fiilen yapılması diye ifade etmiştir. Nitekim, “Müslümanlar namaz kılanlardır” derken, onların bu hâlde iken namaz kılan kimseler olduklarını kastetmediğin gibi, yalnızca namaz hâlinde iken onlar övülmüş olmuyor. Bu ifade ile, bu davranışı yapıp, onun farziyetine inanan kimseler kastedilmektedir.


"rükû", “şirk koşmadan kulluk etmek”tir. Burada ise, “tam, mükemmel bir imana sahip olarak zekâtını verenler” demek olup münâfıklara karşılık gerçek mü’minler övülmektedir.

Mealde Arapça olarak bıraktığımız sözlerle ilgili olarak sitemizin namaz başlığı altındaki "salat" kısmına bakılabilir.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şuanda  online konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Miralay (5. January 2011), snobyx (6. January 2011)
Alt 5. January 2011, 10:17 PM   #17
ebu Maruf
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
ebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud of
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!

Yazdıklarınız ve yazdıklarımız ortada. Sorularınız ve cevaplarımız da ortada. Sizin anlayışınız size benim anlayışım da bana olsun.

Okuyanların büyük çoğunluğu Arapça bilmediklerinden sorunuzu sure adı ve ayet olarak belirterek sormanız okuyuculara saygı yönünden daha şık olurdu.

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Bu Ayeti Kerime dir."İnnema Veliyyükümullahu ve RasûluHu velleziyne amenülleziyne yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve hüm rakiun"

Sorduğunuz bu ayet MAide suresinde olup 54,55,56,57,58 ayetleri ile birlikte bir necm oluşturur.
Burdan sonrakiler mealdir ALLAHIN görüşü değildir.
54. Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir ki, O [Allah], onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

55. Sizin velîniz, sadece Allah'tır, O'nun Elçisi'dir, bir de rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren iman etmiş kimselerdir.

56. Allah'ı, O'nun Elçisi'ni ve iman edenleri kendine velî kabul edenler bilsinler ki, kesinlikle Allah'ın taraftarları gâlip olanların ta kendileridir.

57. Ey iman etmiş kimseler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence edinen kimseleri velîler edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz de Allah'a takvâlı davranın.

58. Ve siz onları salâta çağırdığınız zaman, onlar, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır.
Burdan sonrakilerde sizin görüşünüzdür halbuki ben ALLAHIn c.c görüşünü sormuştum
Bu âyet grubunda, dinden dönenler ve İslâm düşmanları hakkında kurallar konulmaktadır:

• Dinlerinden dönecek olurlarsa –ki bunun kendilerinden başka kimseye zararı olmaz– mü’minler bilmelidirler ki, Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir, Allah, onları sever, onlar da Allah'ı severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.

• Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

• Mü’minin velîsi Allah, O'nun Elçisi ve rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir.

• Allah'ı, Elçisi'ni ve iman edenleri velî edinenler bilsinler ki, Allah'ın taraftarları kesinlikle gâlip olacaklardır.

• Mü’minler, kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dinlerini alay ve eğlence edinenleri velîler edinmemeli ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.

• Mü’minler tarafından salâta çağırılanlar, –akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayı– onu alay ve eğlence edinirler. Akıllı bir toplum olsalar bunu yapmazlar.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah bunları söylüyor. Biz bunları anlayamayız açılıma ihtiyacımız vardır diyenlere de bakın neleri söylüyorlar.

55. âyetteki, “rükû hâlinde zekât vermek” –rükû sözcüğünün yanlış anlaşılmasından dolayı– ifadesi çarpıtılarak birtakım masallar üretilmiştir.

İbret-i âlem için bunları teşhir ediyoruz:

Dilencinin biri, Peygamber'in (s.a) mescidinde bir şeyler dilendiği hâlde kimse ona bir şey vermemişti. O sırada Hz. Ali namazda ve rükû hâlinde bulunuyordu. Sağ elinde de bir yüzük vardı. Dilenciye eliyle işaret etti ve nihâyet dilenci de o yüzüğü aldı el-Kiya et-Taberî der ki:

“İşte bu, az amelin namazı iptal etmediğine delalet etmektedir. Çünkü, rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermek, namazda yapılan bir iş olup, bundan dolayı namazım iptal etmedi.”

Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu ise, nafile sadakaya da zekât adının verileceğine delâlet etmektedir. Çünkü, Hz. Ali rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermişti. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır:

Fakat, kendisi ile Allah'ın rızasını istemek kastıyla verdiğiniz zekât ise, işte onlar kat kat artırılanlardır (Rûm/39).

İşte burada farz ve nafile de zekâtın kapsamına girmektedir. Buna göre zekât adı, hem farzı hem de nafile sadakayı kapsayan bir isim olmaktadır. Tıpkı,sadaka ve salât isimlerinin her ikisini de [farz olanı da nafile olanı da] kapsaması gibi.

Derim ki: Buna göre, burada zekâttan kasıt, yüzüğünü sadaka olarak vermektir. Zekât lafzının, yüzüğü sadaka olarak vermek şeklinde yorumlanması ise uzak bir ihtimaldir. Çünkü zekât, ancak kendisi için has olan lafzı ile kullanılır. Bu da, daha önce Bakara sûresi'nin baş taraflarında geçtiği gibi, farz olan zekâttır Aynı şekilde bundan önce geçen, Namazını kılan ifadesinin anlamı da böyledir. Namazın ikâmeedilmesinin anlamı ise, namazı vakitlerinde ve bütün hukukuna riâyet ederek kılmaktır. Bundan kasıt da farz olan namazdır. Daha sonra yüce Allah, Ve rükû hâlinde iken buyurmaktadır. Bundan maksat ise, nafile namazdır. Şöyle de denilmiştir: Rükû'un tek başına zikredilmesi, onun şerefline dikkat çekmek içindir.Yine denildiğine göre mü’minler, bu âyetin nüzûlü esnasında kimileri namazını tamamlamış, kimileri ise rükû hâlinde bulunuyordu.
İbn Huveyzimendâd der ki: Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu, namaz esnasında amel-i yesir diye bilinen az miktardaki amelîn caiz olduğu hükmünü ihtiva etmektedir. Çünkü, burada bu ifade övgü sadedindedir. Övgü ile ilgili asgari hüküm ise, övülen şeyin mübah oluşudur. Ali b. Ebî Tâlib'in (r.a) dilenciye kendisi namazda iken bir şeyler verdiği rivâyet edilmektedir. Bunun, nafile namazda iken yapılmış olması da mümkündür. Zira, farz namazda böyle bir şey yapmak mekruh görülmüştür. Övgünün, her iki hâlin bir arada olmasına yönelik olma ihtimali de vardır. Adeta namaz ve zekâtın vücubuna inanan kimseyi nitelendirerek, namazdan rükû diye söz etmiş, bunların farz oluşuna inanmayı da bunların fiilen yapılması diye ifade etmiştir. Nitekim, “Müslümanlar namaz kılanlardır” derken, onların bu hâlde iken namaz kılan kimseler olduklarını kastetmediğin gibi, yalnızca namaz hâlinde iken onlar övülmüş olmuyor. Bu ifade ile, bu davranışı yapıp, onun farziyetine inanan kimseler kastedilmektedir.


"rükû", “şirk koşmadan kulluk etmek”tir. Burada ise, “tam, mükemmel bir imana sahip olarak zekâtını verenler” demek olup münâfıklara karşılık gerçek mü’minler övülmektedir.

Mealde Arapça olarak bıraktığımız sözlerle ilgili olarak sitemizin namaz başlığı altındaki "salat" kısmına bakılabilir.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
Bana kendi görüşünüzü değilde ALLAHın görüşünü yazabilirmisiniz acaba?

selametle
ebu Maruf isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 5. January 2011, 10:26 PM   #18
ebu Maruf
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
ebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud ofebu Maruf has much to be proud of
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!

Yazdıklarınız ve yazdıklarımız ortada. Sorularınız ve cevaplarımız da ortada. Sizin anlayışınız size benim anlayışım da bana olsun.

Okuyanların büyük çoğunluğu Arapça bilmediklerinden sorunuzu sure adı ve ayet olarak belirterek sormanız okuyuculara saygı yönünden daha şık olurdu.

إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
Bu Ayeti Kerime dir."İnnema Veliyyükümullahu ve RasûluHu velleziyne amenülleziyne yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate ve hüm rakiun"

Sorduğunuz bu ayet MAide suresinde olup 54,55,56,57,58 ayetleri ile birlikte bir necm oluşturur.
Burdan sonrakiler mealdir ALLAHIN görüşü değildir.
54. Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir ki, O [Allah], onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

55. Sizin velîniz, sadece Allah'tır, O'nun Elçisi'dir, bir de rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren iman etmiş kimselerdir.

56. Allah'ı, O'nun Elçisi'ni ve iman edenleri kendine velî kabul edenler bilsinler ki, kesinlikle Allah'ın taraftarları gâlip olanların ta kendileridir.

57. Ey iman etmiş kimseler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence edinen kimseleri velîler edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz de Allah'a takvâlı davranın.

58. Ve siz onları salâta çağırdığınız zaman, onlar, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır.
Burdan sonrakilerde sizin görüşünüzdür halbuki ben ALLAHIn c.c görüşünü sormuştum
Bu âyet grubunda, dinden dönenler ve İslâm düşmanları hakkında kurallar konulmaktadır:

• Dinlerinden dönecek olurlarsa –ki bunun kendilerinden başka kimseye zararı olmaz– mü’minler bilmelidirler ki, Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir, Allah, onları sever, onlar da Allah'ı severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.

• Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.

• Mü’minin velîsi Allah, O'nun Elçisi ve rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir.

• Allah'ı, Elçisi'ni ve iman edenleri velî edinenler bilsinler ki, Allah'ın taraftarları kesinlikle gâlip olacaklardır.

• Mü’minler, kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dinlerini alay ve eğlence edinenleri velîler edinmemeli ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.

• Mü’minler tarafından salâta çağırılanlar, –akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayı– onu alay ve eğlence edinirler. Akıllı bir toplum olsalar bunu yapmazlar.

Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah bunları söylüyor. Biz bunları anlayamayız açılıma ihtiyacımız vardır diyenlere de bakın neleri söylüyorlar.

55. âyetteki, “rükû hâlinde zekât vermek” –rükû sözcüğünün yanlış anlaşılmasından dolayı– ifadesi çarpıtılarak birtakım masallar üretilmiştir.

İbret-i âlem için bunları teşhir ediyoruz:

Dilencinin biri, Peygamber'in (s.a) mescidinde bir şeyler dilendiği hâlde kimse ona bir şey vermemişti. O sırada Hz. Ali namazda ve rükû hâlinde bulunuyordu. Sağ elinde de bir yüzük vardı. Dilenciye eliyle işaret etti ve nihâyet dilenci de o yüzüğü aldı el-Kiya et-Taberî der ki:

“İşte bu, az amelin namazı iptal etmediğine delalet etmektedir. Çünkü, rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermek, namazda yapılan bir iş olup, bundan dolayı namazım iptal etmedi.”

Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu ise, nafile sadakaya da zekât adının verileceğine delâlet etmektedir. Çünkü, Hz. Ali rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermişti. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır:

Fakat, kendisi ile Allah'ın rızasını istemek kastıyla verdiğiniz zekât ise, işte onlar kat kat artırılanlardır (Rûm/39).

İşte burada farz ve nafile de zekâtın kapsamına girmektedir. Buna göre zekât adı, hem farzı hem de nafile sadakayı kapsayan bir isim olmaktadır. Tıpkı,sadaka ve salât isimlerinin her ikisini de [farz olanı da nafile olanı da] kapsaması gibi.

Derim ki: Buna göre, burada zekâttan kasıt, yüzüğünü sadaka olarak vermektir. Zekât lafzının, yüzüğü sadaka olarak vermek şeklinde yorumlanması ise uzak bir ihtimaldir. Çünkü zekât, ancak kendisi için has olan lafzı ile kullanılır. Bu da, daha önce Bakara sûresi'nin baş taraflarında geçtiği gibi, farz olan zekâttır Aynı şekilde bundan önce geçen, Namazını kılan ifadesinin anlamı da böyledir. Namazın ikâmeedilmesinin anlamı ise, namazı vakitlerinde ve bütün hukukuna riâyet ederek kılmaktır. Bundan kasıt da farz olan namazdır. Daha sonra yüce Allah, Ve rükû hâlinde iken buyurmaktadır. Bundan maksat ise, nafile namazdır. Şöyle de denilmiştir: Rükû'un tek başına zikredilmesi, onun şerefline dikkat çekmek içindir.Yine denildiğine göre mü’minler, bu âyetin nüzûlü esnasında kimileri namazını tamamlamış, kimileri ise rükû hâlinde bulunuyordu.
İbn Huveyzimendâd der ki: Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu, namaz esnasında amel-i yesir diye bilinen az miktardaki amelîn caiz olduğu hükmünü ihtiva etmektedir. Çünkü, burada bu ifade övgü sadedindedir. Övgü ile ilgili asgari hüküm ise, övülen şeyin mübah oluşudur. Ali b. Ebî Tâlib'in (r.a) dilenciye kendisi namazda iken bir şeyler verdiği rivâyet edilmektedir. Bunun, nafile namazda iken yapılmış olması da mümkündür. Zira, farz namazda böyle bir şey yapmak mekruh görülmüştür. Övgünün, her iki hâlin bir arada olmasına yönelik olma ihtimali de vardır. Adeta namaz ve zekâtın vücubuna inanan kimseyi nitelendirerek, namazdan rükû diye söz etmiş, bunların farz oluşuna inanmayı da bunların fiilen yapılması diye ifade etmiştir. Nitekim, “Müslümanlar namaz kılanlardır” derken, onların bu hâlde iken namaz kılan kimseler olduklarını kastetmediğin gibi, yalnızca namaz hâlinde iken onlar övülmüş olmuyor. Bu ifade ile, bu davranışı yapıp, onun farziyetine inanan kimseler kastedilmektedir.


"rükû", “şirk koşmadan kulluk etmek”tir. Burada ise, “tam, mükemmel bir imana sahip olarak zekâtını verenler” demek olup münâfıklara karşılık gerçek mü’minler övülmektedir.

Mealde Arapça olarak bıraktığımız sözlerle ilgili olarak sitemizin namaz başlığı altındaki "salat" kısmına bakılabilir.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
Bana kendi görüşünüzü değilde ALLAHın görüşünü yazabilirmisiniz acaba?
Şeyhin Himmeti Şeyhin ALLAH Dostu olmasıyla yada ALLAH a yakın olmasıyla nasıl bir farklılık arz eder bu sorunun cevabını beklediğimi tekrar hatırlatmak istemiştim.Bir dahada hatırlatma yapmayacağım.Zira hiç kimseye rahatsızlık vermek gibi bir niyetim yok belki unutmuşunuzdur diye hatırlatmak istedim.

selametle
ebu Maruf isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 5. January 2011, 10:55 PM   #19
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli KArdeşim!


Allah'ın görüşünün belli olmadığı yerde Allah'ın dini de olmaz. Dolayısıyla da dinine bağlı kullar olmaz.

Allah görüşünü Resulune tebliğ ettirdiği vahyi ile belirtmiştir.

Kur'an anlaşılır mı
Kur'an yaşam kitabıdır



(Mâide: 15–16) Ey kitap ehli! Kesinlikle Kitap'tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim Elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah'tan bir ışık ve apaçık bir kitap geldi. Allah onunla [Kitap'la] kendi rızasına uyanları selamet yollarına kılavuzlar. Onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar.

(Bakara: 257) Allah, inananların Veli'sidir [Yakın Kimsesidir]; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların Yakın Kimseleri tâğûttur ki, kendilerini nûrdan karanlığa çıkarır. Bunlar cehennem ashabıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

(Hadîd: 9) O [Allah], Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık Âyetleri indirendir. Ve şüphesiz Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir.

(Talâk: 10–11) Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde ey kavrama yeteneği olan iman etmiş kimseler! Allah'a karşı takvalı olun. Kesinlikle Allah, iman etmiş ve sâlihatı işlemiş kimseleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size bir öğüt, size Allah'ın açık açık Âyetlerini [mucizelerini] okuyan bir Elçi indirdi. Ve Allah'a inanır ve sâlihi işlerse O [Allah], onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere girdirir. Allah onun için rızkı güzelleştirmiştir.

(Nûr: 55) Allah, sizlerden iman etmiş ve sâlihâtı işlemiş olan kimselere, kendilerinden öncekileri halifeler kıldığı gibi, yeryüzünde onları da halife kılacağını [başkalarının yerine geçireceğini], onlar için beğenip seçtiği dini onlar için kesinlikle tutunduracağını ve korkularından sonra, onları kesinlikle güvene değiştireceğini vaat etti. Onlar Bana kulluk ederler, Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra da kim inkâr ederse, artık işte onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir.

(Âl-i İmrân: 110) Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız. Kitap ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mümindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler.

(Hac: 41) İşte o kimseler [Allah'a yardım ettikleri için Allah'ın yardımına mazhar olmuş kimseler], eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikame etmişlerdir, zekâtı vermişlerdir, ma'rûfu emretmişlerdir ve münkerden alıkoymuşlardır. İşlerin sonucu sadece Allah'a aittir.

(Yâ–Sîn: 2–6) Babaları uyarılmamış bu yüzden de kendileri gafil [duyarsız] bir kavmi kendisiyle uyarasın diye Azîz [çok güçlü], Rahîm'in [çok merhametlinin] indirdiği çok hikmetli Kur'ân'a andolsun ki sen, o gönderilenlerdensin [Elçilerdensin], hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin.

(A'râf: 158) De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde doğru yolu bulmanız için Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, Ümmî Peygamber olan Elçisi'ne iman edin ve o'na uyun."

Değerli Kardeşim!

Kur'an'ı okudukça Allah'ın görüşlerinin ne olduğunu anlıyor ve ona göre de yaşamımı düzenlemeye çalışıyorum. Bu benim seçimimdir. Şüphesiz her insan seçiminin sonucuna ulaştırılır.

Siz Allah'ın görüşünü öğrenmek için O'nun vahyi yerine
Şeyhlerin himmetine ihtiyaç duyuyorsanız... Bu da sizin seçiminizdir. Her insan seçimlerinin sonuçlarına ulaşır.

Sizin seçiminiz size benim seçimim de bana hayırlı olur inşaAllah.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şuanda  online konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
kamer (6. January 2011), Miralay (6. January 2011), snobyx (6. January 2011)
Alt 6. January 2011, 07:36 AM   #20
Anonymous
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 176
Tesekkür: 627
164 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Anonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud of
Standart

Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Peygamber a.s Rasulullah olarak yani ALLAH ın elçisi olarak belirtilir.Elçi ise aracıdır.Aracının mahiyeti noktasında tapınmak ,kulluk yada ibadet etmek gibi meseleler olmadan aracının kabulu ayetlerle zaten sabittir.
Allah »»» toplum iletişimi açısından aracı vardır ona da zaten "ELÇİ" denir. Yani Allah insanlığa yine insan olan peygamberler aracılığı ile söyleyeceklerini bildirir.

Kul »»» Allah arasında aracı yoktur. Okları koydum ki karıştırmayın. Bir kulun Allaha/hidayete ulaşmasına peygamberin dahi bir yardımı olamaz. Kul Allaha ulaşmayı kendisi bulmalıdır. Bu ise ameller ile olur.

Kestirme yoldan zengin olmak isteyenleri kandırmak için şeytan nasıl piyangoyu icad etmişse kestirme yoldan hidayeti düşleyenler için de İblis bu tip tarikatler/yollar icad etmiştir.

Halbuki Allaha yaklaşmanın yolu takvadır. Nasıl takvalı olunacağı ise Kuran'da detaylıca açıklanmıştır.

Zaten takip edilecek taklit edilecek ilme sahip biri bulmak isteseniz önce onun hidayette olup olmadığına emin olmak gerekir. Kuran'da ise Allah kimsenin hidayette olup olmayacağına emin olmaması bunu kendisininden başkasının bilemeyeceğini söyler.



Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Ey inananlar, çekinin Allah'tan ve onu vesileyle arayın ve savaşın onun yolunda da muradına erenlerden olun.
Ayetteki vesileyi farklı anladım ben. Fırsata benzer bir anlamda anladım.
Orada benim anladığım Allahın hoşnut olacağı bir şey yapmak için sürekli "fırsat kollamak" ve bunları yapmak üzere sürekli gözü açık olmaktır. Orada da zaten bir savaş durumu örnek olarak veriliyor yani "Allah yolunda cihadı da Allaha ulaşmak için fırsat olarak kullanabilirsiniz" deniyor gibi geldi bana. Yani bir amel söz konusu bir insan değil.


Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Torpil izahatı pek doğru olmamış sanırım.Zira burdaki olay onların ALLAHA yakın olduğu düşünülüp onlar için ALLAH a dua etmeleridirki.Buna ister şefaat deyin isterseniz himmet deyin,
Tevbe 99
Bedevilerden öylesi de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanır, (hayır için) harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamber'in dualarını almaya vesile edinir. Bilesiniz ki o (harcadıkları mal, Allah katında) onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine (cennetine) koyacaktır. Şüphesiz Allah bağışlayan, esirgeyendir.
Peygamberimizin duası tabi ki senin benim duamdan makbuldür. Fakat farkındaysanız farkındaysanız Allahın onlara vereceği mükafat peygamberin duası neticesinde değil, onların Allah yolunda harcamaları yani TAKVALI DAVRANMALARI nedeniyledir. Ayet gayet açıktır.





Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Hangi ehli tasavvuf Uleması Şeyhine tapmıştır,secde etmiştir,kulluk etmiştir yada ibadet etmiştir.Yada böyle olduğunu iddia etmiştir.
Bununda kaynağını rica ediyorum
Sevgili kardeşim kulluk demek secde etmek demek değildir. Koşulsuz itaat yalnızca Allaha ve onun yetkili kıldığı peygamberine olur. Onun haricinde Kuranı ve aklını terkedip bir kişiye "koşulsuz" itaat var ise "kulluk" da var secde de var demektir. Kulluk ne demektir bir araştırın isterseniz. Rab (Efendi) nedir Kul nedir kulluk nedir bunları araştırırsanız ne demek istediğimizi anlarsınız. RAb ve kulluk kelimelerinin gerçek anlamlarına vakıf olduğunuzda Allah'ın Kuran'da "alimleri Rab edinmek" sözüyle neyi kastettiğini anlarsınız. Hem ayrıca secdenin de itaat gibi bir anlamı var zaten. Secde yalnızca yere kapaklanmak değildir. Yoksa ay güneş ve yıldızlar falan nasıl secde edeceklerdi?


Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Bu sapık dediğiniz düşüncenin kaynaklarını biz hadis rivayetleri ile Alimin yüzüne bakmak ibadettir ebu davut v.s bir çok hadis rivayetiyle pekiştirmiştik halbuki siz şahsınızın zannına göre ALLAH Rasulu s.a.v döneminden iddialarda bulunuyorsunuz.
İbadeti Allah belirler. Allah böyle bir şey belirlememiştir ve O kanun koyucu bunu dememişken peygamberin de böyle bir şey demeye yetkisi yoktur. Kuran'da hangi ayeti açıklarken bunu söylemiştir bari onu gösterin o zaman belki düşünürüz.


Alıntı:
ebu Maruf Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Hadis : Resulullah`ın Muaviye için şöyle dua ettiğini rivayet etmektedir: "Allahım, onu hidayet edici ve hidayeti bulmuş kıl ve onunla (insanlara) hidayet ver"
Kutubu sitte HadisNo : 4480

ALLAH Rasulu s.a.v Efendimizin vahy katipliği yaptırdığı bir kimsenin yalancı olduğunu düşünsenize bu iddia ne kadar komikdirki.ALLAH Rasulu s.a.v kurda kuzuyu teslim etmiş
Peygamber Allah haber vermeden kimin hidayette olduğunu nereden bilsin? Süpermen benzeri güçleri mi vardı? Niyet okuma gücü mü vardı? Allah peygamberimizin çevresinde münafıklar olduğunu söyleyip demiyor mu "sen onları bilmezsin biz biliriz" diye? Bir kesim ise bu ayetlere rağmen peygamberleri günahsız/günah işlemez ilan etmeleri yetmiyormuş gibi tüm sahabeleri de günahsız ilan ediyorlar. Başka bir kesim de tüm peygamberleri günahsız/günah işlemez ilan ettikleri yetmiyor gibi tüm peygamber soyunu da günahsız ilan ediyor. Günahsız derken asla günah işlemeyecek "sınav dışı" yaratıklar olarak gösteriyorlar. Allah aşırılıktan bizleri korusun.
Anonymous isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Anonymous Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Miralay (6. January 2011), snobyx (6. January 2011)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
demektir, himmeti, şeyhlerin


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:16 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam