6. January 2011, 08:31 AM | #21 | |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Alıntı:
|
|
6. January 2011, 11:06 AM | #22 | |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Alıntı:
selametle |
|
ebu Maruf Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Miralay (6. January 2011) |
6. January 2011, 11:53 AM | #23 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 568
Tesekkür: 4.080
276 Mesajina 635 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Selam ebu Maruf kardeşim.
Her ne kadar çoğu konularda karşıt tez ve fikirlerde olsak ta; tartışmadaki kibar,saygılı üslubunuzdan dolayı sizi tebrik ve teşekkür ederim. Doğru olduğuna kesin olarak inandığınız fikirlerinizi sonuna kadar savunmanız kadar doğal birşey yok. Buna saygı duyarız. Sitemizin temel özelliklerinden birisi de budur. Ama sanki havanda su dövüyormuşuz gibi bana. Sizin fikirlerinizi bizden bir arkadaşımız; bizim fikirlerimizi de siz değiştiremeyeceğimizi herkes anlamış durumda. Zaten ne sizin,ne de bizim böyle bir iddiamız da yok sanırım. Herkes kendi düşüncesini mutlak doğru olarak telakki edebilir. Biz dinimizde tek kaynak olarak Allah azze ve celle hazretlerinin kelamı olan,mubin,kolay anlaşılır,rehber,kılavuz,içinde ne bir eksik ne de fazlalık bulunmayan,...Kur'anı (Rabbimiz böyle buyuruyor); siz ise,Kur'anı hadisler,icma,kıyas ve alimlerin görüşü olmadan hiç kimse anlayamaz diye düşünüyorsunuz. Siz de dahil herkesin mutlaka bir bildiği vardır. Sonuçta rabbim bizi bu kitaptan sorumlu tutacağını buyuruyor. Selametle |
6. January 2011, 02:05 PM | #24 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26 |
Ya girmiyeyim diyorum, karışmıyayım diyorum ama kendimi tutamıyorum...
Doktor bilimsel bir ünvandır. doktorların (özellikle tecrübelileri) gözlemlenebilir ölçüde insanı sağlığına kavuşturur. Buna psikolojik rahatsızlıklarda dahil. Öğretmen bilimsell bir ünvandır, bir konudaki verileri yine formosyonel bir şekilde insanlara sunar ve zihnen sindirilmesini sağlar, bunu denemek içinde gayet bilimsel bir sınav sistemi uygulanır. Mühendisten medet umulabilir çünkü o ilimde derinlik kazanmıştır, motoru nasıl geliştirebileceğini üretime nasıl hız katacağını bilir. (zaten ilim demek bilim demektir ve bilim adamları asıl ilim adamlarıdır) Ama gelelim mürşitlere, gelelim falcılara, gelelim medidastyonculara, gelelim evliyalara, gelelim türbelere çaput bağlatan şeytanlara (ham düşünceli insanlara) gelelim sakallı cübbeli sarıklı budistlere... Dünya üzerinde budist tapınaklarda yapılan meditasyonların bazılarındaki ufak değişimler hariç hiçbir ritüelin insana fiziksel birşey kattığı bilimsel olarak ispatlanabilmniş değildir...Haaaa diyeceksiniz bu ilim görünmeyen ilim.. o halde kabedeki putlarda görünmeyen ilimdiler, pek çok sırlar felan vardı... aynı dediklerinizi putlar için diyorlardı ALlahın, aydınlatıcı ilime dayanmadan tartışırlar ayeti kerimesini iyi düşünmek gerekir.. Ayrıca tarikattı ılımlaştırmaya çalışmak. şeytanın, onlara sağlarından (sureti haktan) sollarından (sonrada dünyaya dair yaldızlı sözler) önlerinden (direk karşı atak ve tehditle) arkalarından (gizli planlar yaparak) yoldan çıkaracağım ayetiyle aynı görüyorum. Yani hepimiz biliyoruz ki, tarikatta Allah şeyhin suratından (yüzünden) görülür... tabi mideniz kaldırırsa. yalan birşeyi ılımlaştırmak onu savunmaktır. Puthaneyi ya hep yıkarsınız, yada ılım ılım ılımlaştırıp dine sokup insanları yalandan yere boş bir amel ve dünya hayatının geçici kazancı olarak etrafında fırıldak gibi döndürürsünüz. Bu şekilde hem şeytan taşlamayada taş satarsınız, hemde tek parça kıyafet için yamalık... Benim, dövülerek yarı canı alınmış, tek vuruşluk dayanabileceği can kalmış kertenkele fikri daha mantıklı. Hemde hadisin tam ortasından çektim. *** Ha bilim ayrı ilim ayrı diyenler var.. Ne O yerçekimini Allah yaratmadı mı? atom fiziğinden, moleküler biyolojiye, uzayın derinliklerinden yer küreinin diplerine kadar olan bilimsel ayetleri yaratan Allahın yaratmasındaki hesabımı yalanlıyorlar? hayır işlerine gelmiyor...ya eviren çeviren gerçekten evrimi evirip çevirmişsse bu kadar yalan sıktılar ademi yuğurmak hakkında ne olacak o vakit bu kadar uydurdukları... kiliseye ay pardon, tekkeye olan güven azalmaz mı?+ YANİ; bir bardak sudan eğer susuzsanız medet isteyebilirsiniz yada yağmur bulutuyla sevinebilirsiniz,,, ama boş bir puttan medet umulabilir mi? psikolojik sorunların gidrilmesine şeyh mi daha yakın yoksa psikolog mu? haaa ilim sahibiymiş, buyursun meydan ortada, ilmini ispat etsin başımın üzerine, ne o uçak mı yapıyor (isa yaptı) baraj mı kuruyor (musayaptı) muhasebe mi biliyor (yusuf yaptı) zırh mı geliştiriyor (davut yaptı) ne yapıyor neee??? Anca delisaçması zırvalıkları sohbet diye, islamın imanın şartı diye kaptır gitsin. Konu hiiic tarafından (6. January 2011 Saat 02:13 PM ) değiştirilmiştir. Sebep: laf olsun yazdım işte... bi ara yine kendim okurum da belki bana faydası olur |
hiiic Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Miralay (7. January 2011) |
6. January 2011, 02:27 PM | #25 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26 |
Bu da dahil bütün genellemeler yanlıştır..(niçe,nasıl yazılıyor bilmiyorum)
Önemli olan şu... genellemeler sizi yoldan da çıkarabilir.. Örneğin; -her insan babadan doğar, öyleyse isayada baba lazım, onun babası Allahtır hayde bre veeee.... yada- herkes birisini sevdiğinden bişi yapar,o halde ALlah muhammede aşıktırrrrr hayde bre veeee.. yada- üzeyirr hımmm üzeeeyirrrr hımmm üzeyir olsa olsa Allahın oğludur. gibi.. arkadşlarım mesaj çok güzel, illada doktor lazım denmeye çalışılmış arada teşbih kurulmaya güya ispat yapılmaya çalışılmış.. Kilisedeki papazın, bir insan nasıl Hem baba, hem oğul hemde kutsal ruh oluyor dediğinizde size verdiği teşbihe bakın; su gibi düşünün, hem buz hem su hem buhar oluyor (buz, su, buhar = baba,oğul,kutsal ruh) diyorlar... bunlardan daha mı güzel teşbihiniz var, hayır onlar dinde ve din uydurmada bizden tam 600 yıl önde gidiyorlar artık diyanetin yeni bilgileri onlardan da kazanması gerek,, bu çağda hala hristiyan var arkadaş anlamıyorum... teşbih verirken biraz daha düşünerek verelim yoksa ben her kötüyü güzelle örnekleyebilirim. İnanmayana örnek; -harama bakmak; nasıl ki doktorun karşısında sakınmıyoruz, sere sepre açıtırıyoruz yada öyle bişey, tabiki şeyhinde (o da doktor ya sözde) böyle bakması şeyhe de göstermek helaldir. çünkü teyze anne yarısı gibi şeyhde tanrı yarısıdırv.s. saçmalık saçmalık fırıldak fırıldak. bu nedenle teşbih ve örnek verirken düşünerek verelim de, genellenemez örnekleri o an için algı idrak kaparacak şekilde sunmayalım.. SOnra ALlah hışmını içimizden birini kızdırarak alır, Allahın hışmına uğramayalım... *** Teşbihler delil olarak geçersizdir.. Bilimsel araştırmalarda bile bilinmeyeni bilinenle örneklemek hatalara yol açmıştır, teşbih ve benzetme hataları üzerine pek çok kayıt mevcuttur. Konu hiiic tarafından (6. January 2011 Saat 02:31 PM ) değiştirilmiştir. |
hiiic Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Miralay (7. January 2011) |
6. January 2011, 02:58 PM | #26 | |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Alıntı:
selametle |
|
6. January 2011, 09:40 PM | #27 | ||
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 176
Tesekkür: 627
164 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Alıntı:
Alemlerin efendisi olan Allah'ım beni kovulmuş şeytandan daha da uzaklaştırsın. Allah doğru yolu amaçlayanlarımızı ve kendisini rehber edinenleri doğru yoluna iletsin. Ondan daha güzel rehber, ondan daha iyi veli olabilir mi? Konu Anonymous tarafından (6. January 2011 Saat 10:02 PM ) değiştirilmiştir. |
||
Anonymous Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Miralay (7. January 2011) |
6. January 2011, 11:52 PM | #28 | |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Alıntı:
Rabbim onun vesveselerinden ve şerrinden seni korusun |
|
ebu Maruf Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Anonymous (7. January 2011) |
7. January 2011, 03:08 AM | #29 | ||||||||||||||||||||||||||
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun Aleykum! Değerli Kardeşim!
Bu yazıma vermiş olduğunuz cevabın bir kısmına burada cevap vererek diğerlerini de cevaplayacağım inşaAllah demiştim. Alıntı:
Alıntı:
Allah’ın Resulu/Elçisi ise Allah’tan aldığını Allah adına duyuracak olandır. Maide;67: “Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumuna hidâyet etmez.” Gâyet net ve anlaşılır bir ifadeye sahip olan âyette Kitap Ehlinin tavırları nakledildikten sonra Rabbimiz, Elçisi'ne, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumuna hidâyet etmez buyurarak, o'nun görevini yapıp gerisine karışmamasını istemektedir. Bu tarz ifadeler birçok âyette [A‘râf/62, 79, 93, 68; Hûd/57; Ahkâf/23; Cinn/28] geçmiştir. Elçiler her türlü şart altında tebliğ görevlerini yapmakla yükümlüdür; mesajları saklayamazlar, uhdelerinde tutamazlar, mesaja ekleme yapamazlar. Kendi aleyhine bile olsa mesajı tebliğ etme zorundadırlar. Allah’ın Resulu/elçisi sizin dediğiniz gibi aracısı ise ne adına neyi yapacaktır? Alıntı:
Alıntı:
Vesile konusu için verdiğiniz ayete bakalım inşallah. Maide;35: Ya eyyühelleziyne amenüttekullahe vebteğu ileyHilvesiylete ve cahidu fiy sebiyliHi lealleküm tüflihun Ey iman etmiş olan kişiler! Felâha ermeniz için, Allah'a takvâlı davranın, O'na yaklaştıracak/ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret gösterin. Maide;36: İnnelleziyne keferu lev enne lehüm ma fiyl Ardı cemiy’an ve mislehu meahu liyeftedu bihi min azabi yevmil kıyameti ma tukubbile minhüm* ve lehüm azabün eliym Şüphesiz, küfretmiş olan şu kimseler; bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı daha, kıyâmet gününün azabından kurtulmalık vermek için kendilerinin olsa, onlardan kabul edilmez. Ve onlar için can yakıcı bir azap vardır. Maide;37: Yüriydune en yahrucu minen nari ve ma hüm bi hariciyne minha ve lehüm azabün mukıym Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve onlar için devamlı bir azap vardır. Bu âyetlerde de uyarılar devam etmektedir: • Mü’minler, felâha ermek [kurtulmak, zafer kazanmak, durumlarını koruyabilmek] için, Allah'a takvâlı davranmalıdır. • Allah'a yaklaştıracak şeyleri aramalı, O'nun rızasını kazandıracak her türlü aracın peşinden koşmalı ve O'nun yolunda gayret göstermelidirler. • Yeryüzündekilerin tümü ve onunla birlikte bir o kadarı daha küfredenlerin olsa ve kıyâmet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verseler, onlardan kabul edilmez ve onlar için can yakıcı bir azap vardır. • Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve onlar için devamlı bir azap vardır. وسيلة [vesîle], “kendisiyle bir başkasına ulaşılan, yaklaşılan şey” . demektir. Burada, mü’minlerden, kendilerini Allah'a yaklaştıracak ameller işlemeleri istenmektedir. Kişiyi Allah'a yaklaştıracak amelleri de şu âyetlerden öğrenebilmekteyiz: Hayır, hayır! Ona itaat etme! Secde et [teslim ol, boyun eğ] ve yakınlaş. (Alak/19) Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlâtlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve sâlihâtı işlerse, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe/37) Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah gafûr'dur, rahîm'dir. (Tevbe/99) Şüphesiz şu, Rabb'lerinin haşyetinden [Rabb'lerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O'ndan uzaklaşma korkusundan] tirtir titreyen kimseler, Rabb'lerinin âyetlerine inanan kimseler, Rabb'lerine ortak tanımayan kimseler, şu, şüphesiz kendileri, Rabb'lerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve onun [iyilikler] için önde gidenlerdir. (Mü’minûn/57-61) Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O [Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. (Tevbe/100) Öne geçenler de, öne geçenlerdir. İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır. (Vâkıa/10-11) Ve yeryüzünde hiçbir dâbbeh/canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. O [Allah], onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır. (Hûd/6) Ve andolsun ki, Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık [size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik]. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular kılmıştık [vermiştik]. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı/kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi. (Ahkâf/26) Hayır, hayır! “Ebrâr”ın kaydı, kesinlikle illiyyîn'dedir. –İlliyyîn'in ne olduğunu sana ne bildirdi?– Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! Şüphesiz ki “ebrâr”, elbette, naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/neticesi misktir. Karışımı tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– (Mutaffifîn/21-28) Bazıları, buradaki vesîle sözcüğüne, “Allah'a götürecek, Allah ile kul arasında aracı olacak mürşit” manası vermektedirler, ki bu, tevhid ile bağdaşmayan, şirk içeren bir anlayıştır: Dikkatli olun, hâlis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım velîler edinenler, “Onlar [Allah'ın astlarından edindiğimiz velîler] bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez. (Zümer/3) Ölü veya diriyi, peygamber veya sâlih kulu Allah'a aracı yapmaya kalkmak şirktir. Şurası da unutulmamalıdır ki, Allah'a vesile arama yükümlülüğü, sadece Müslümanlar için değil, Peygamber için de geçerlidir. Zira Peygamber de bu âyetin muhatabıdır. Kişiler vesile oluyorsa, peygamberler kimi vesile edineceklerdir? Alıntı:
Alıntı:
En’âm suresi âyet 153’te: “Ve enne haza sıratıy müstekıymen fettebiuhu ve la tettebius sübüle feteferraka biküm an sebiylih zâliküm vassaküm bihi lealleküm tettekun;” “Ve bu benim dosdoğru yolumdur: Ona uyun; ve başka yollara uymayın ki, sizi Allah yolundan ayırmasınlar.” Size, bunu buyurmuştur. Belki takvâlı olursunuz.” Diyecek ve onlar da bu açık duyuruya rağmen kendilerini kayıracak arka çıkacak kişiler arayacak … Bu kişiler için “Torpil yapacak kişiler arayıp bulmaya ya da icat etemeye çalışacak” açıklamamız neden uygun olmasın? Alıntı:
Ve minel a'rabi men yu'minu billahi vel yevmil ahıri ve yettehızü ma yünfiku kurubatin ındAllahi ve salevatir Rasûl* ela inneha kurbetün lehüm* seyudhıluhumullahu fiy rahmetiHİ, innAllahe Ğafurun Rahîym; Burada “vesile” kelimesini görüyor musunuz? “kurubatin ve kurbetun” sözcüklerine nasıl anlam verildiğinin gözden kaçırılmaması gerekir. Vesileye örnek verdiğiniz ayeti nemci içerisinde değerlendirirsek Tevbe;97: Bedevî Araplar, inkâr ve münâfıklık bakımından daha çetin; Allah'ın, Elçisi'ne indirdiklerinin sınırlarını bilmemeye daha yatkındırlar. Allah da, en iyi bilen, en iyi ilke koyandır. Tevbe98: Bedevî Araplardan kimi de var ki, infak ettiğini zorla ödenmiş borç sayar ve size belâlar bekler. –O çirkin belâ kendi üzerlerine!– Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. Tevbe;99: Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah ğafûr'dur, rahîm'dir. Bu paragrafta bedevî Arapların bir kısmının, yerleşik Araplara göre daha kaba, daha anlayışsız, daha dikbaşlı [vahşi, yabani] oldukları bildiriliyor. Bunlar yasa tanımayan, her istediğini yapan kimselerdir. Bunlardan kimisi, Allah'ın, Elçisi'ne indirdiklerinin sınırlarını bilmemeye daha yatkındır; kimisi de, infak ettiğini zorla ödenmiş borç sayar ve Müslümanlar için belâlar bekler; kimisi de, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Alıntı:
Alıntı:
“Hanif” sözcüğü, “ ح ن فHa-ne-fe” fiilinin ism-i fail kalıbıdır. “Hanefe” sözcüğü “ayak dönmesi, iki ayağın başparmakları karşı karşıya gelecek şekilde dönmesi” anlamındadır. Sözcüğün, ayak tabanının üste gelmesi anlamında olduğunu söyleyenler de vardır. Sözcük daha sonraları “hayırdan şerre, şerden hayra dönme” anlamında kullanılır olmuştur. Zaman içerisinde İbrahim peygamberin önemli bir niteliği olmuş, “şirkten tevhide yönelme” anlamında genelleşmiştir. Kur’an indiği dönemde Mekke’de İbrahim dinine mensup olanlara, dışarıdan Mekke’ye gelip hacc eden ve sünnet olanlara “hanif” denilirdi. Daha sonra bu sözcük “Müslim [Müslüman]” anlamında kullanılır oldu. (Lisanü’l-Arab c: 2, s: 629, 630 “hnf” mad.) Biz, sözcüğün anlamı ile ilgili olan yukarıdaki açıklamaları dikkate alarak sözcüğün “önceleri müşrik iken sonra müşrikliği bırakıp tevhide yönelen” şeklinde değil, “şirk koşmaksızın tevhide yönelen” şeklinde anlaşılması lâzım geldiği kanaatindeyiz. Nitekim aşağıdaki ayetten de bu anlaşılmaktadır: … Allah’a yönelmişler olarak, O’na şirk koşanlar olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Bilin ki, Allah’a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir. (Hacc/30, 31) Kısaca “Şirk koşmaksızın tevhide yönelme “ demek olan “hanif” bölücülük olarak algılanmaz ve bölücülük yaptığı manasına da gelmez. Cemaatler topluluklar anlamındadır. Önemli olan “oluşan bu cemaatların/toplulukların neyin çevresinde birleştikleridir. Cemaatlar neyin çevresinde birleştilerse onun ismiyle anılırlar. Türkiyede bulunan cemaatlerin/toplulukların adları da herkesçe bilinmektedir. Tevbe suresinin 100. Ayetine bakalım. Tevbe Suresi;100: Vessabikunel evvelune minel muhaciriyne vel’ensari velleziynettebeuhüm bi ihsanin radıyAllahu anhüm ve radu anHu, ve eadde lehüm cennatin tecriy tahtehel’enharu halidiyne fiyha ebeda zâlikel fevzül azîym Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O [Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. Müşrik ve münâfıkların durumlarına ait bilgilerden sonra gelen bu ayette onların karşıtı olan mü’minler [Allah yolunda malını-canını feda etmiş örnek öncüler ve iyileştirme-güzelleştirme faaliyeti kapsamında onları izleyenler] konu edilmiş ve övülmüşlerdir. Burada övülenlerin, sadece ilk Muhâcirler ve onları izleyenler [Muhâcirler ve Hudeybiye günü'nde Rıdvan Biati'nde bulunan Ensâr] olarak kabul edilmesi yanlış olur. Zira bu övgü, İslâmî faaliyeti sürdüren, İslâm'ın yayılmasına zemin hazırlayan fedakâr ve vefakâr kimselerin hepsidir. Bu tür insanlardan oluşan cemaatler/topluluklar da kendilerini falan ya da filan cemaatten/topluluktan diye nitelendirmezler. Çünkü bilirler ki Allah, kendisine inanıp güvenenler için En’am159: İnnelleziyne ferreku diynehüm ve kânu şiyean leste minhüm fiy şey'in, innema emruhüm ilAllahi sümme yünebbiuhüm bi ma kânu yef'alun; Dinlerini parça parça edip, fırka fırka olanlar varya, (Rasûlüm) senin onlarla hiç bir ilişiğin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra (O), onlara yapmakta oldukları fiillerini haber verecektir. Duyurmuştur. Alıntı:
Alıntı:
Yine de örnek vereyim. “ İşte kendilerine hizmet, nafile ibadetlerden efdal tutulan evliyaullah, yukarıdan beri birer vesile ile zikredilen Yüce Allah dostlarıdır. Onların en yüce mevkiinde bulunanlardan birisi de Gavsul azam (kendisinden yardım istenen en büyük kişi) Abdulkadir Geylani hazretleridir.Onun yüce kerameti nasıl nübüvvet mucizatının bir cüzü sayılmasın ki, Risale-i Gavsiye’lerinde görüldüğü vechiyle Kelimullah’a vaki ilahi sohbet kendilerine de nasip olmuştur. ‘Len teraniden terani’ sırrı bu yüce velide zahir olmuştur.(Yani Hz. Musa Allah’ı göremedi ama bu yüce veli görmüştür). Yukarıda bir vesile ile ehlullahın beşeri sıfatlardan tecerrüdle melekiyet sıfatını iktisap ettiklerini arzetmiştik. El Bazul Eşheb olan Gavsı azamın yüce kanatları cihanı muhit olduğu gibi, kendisine iltica eden bendeganını (kullarını) daima bir siyanet meleği gibi o yüce kanatların altında hıfz buyurmuşlardır. Burada Cebrail denilen ulu meleğe Gavsu-l azam da meleklik sırrı itibariyle yoldaştır denirse hakikatin ta kendisi ifade edilmiş olur.’’ (El Bazul Eşheb, Melih Yuluğ) ‘’Hz. Mevlana için Molla Cami’nin ‘’Peygamber değildir ama kitap sahibidir’’ arifane kelamı, elbet Sultanul Evliya Abdulkadir Geylani hazretleri için de evleviyetle variddir. Gavsul Azam hazretlerinin kutsal kitabı ise Risale-i Gavsiyye’dir.’Kelimullahlık’’ payesine erişti’ denilmesinde hiçbir mahzur görmemekteyiz. Şu manada ki, elbette kendileri nebi değildir. Ama ‘Kelimullah’ Hak Teala ile mukaleme mazhariyetine ermişlerdir.’’ (El Bazul Eşheb, Bekir Uluçınar) ‘’Hızır ve İlyas’ın görüşmeleri ve hallerinden bir nebze bilgi verilmesine dair Molla Bedi’a yazılmış mektuptur. Allah’a hamd ve seçtiği kullarına selam olsun. Hızır a.s. hakkında arkadaşların sorusu üzerinden epey zaman geçti…Bugün sabah toplantısında Hızır ve İlyas’ın ruhaniler suretinde hazır olduğunu gördüm. Hızır ruhani bir kelam ile şöyle dedi: ‘Biz ruhlar alemindeniz. Allah ruhlarımıza tam bir kudret vermiştir ki, bu kudretle vücutlar suretinde teşekkül ve temessül eder, vücutlardan sadır olan cismani duruş ve hareketler, bedeni itaat ve ibadetler ondan sadır olur. O anda kendisine: ‘Siz Şafii mezhebine göre namaz kılıyorsunuz’ dedim. Şöyle dedi: ‘Biz şeriatlerle mükellef değiliz ama ev Kutbu’nun (sahibi) görevlerinin yerine gelmesi bize bağlı olup, kendisi de Şafii mezhebinde olduğundan biz de arkasında İmam Şafii’nin mezhebine göre namaz kılıyoruz….Yine anlaşılmıştır ki, velayetin kemalatı Şafii fıkhına muvafık, nübüvvetin kemalatı da Hanefi fıkhına muvafıktır. (Yani veliler şafii, peygamberler de hanefidir)…Hz. İsa indikten sonra Ebu Hanife’nin mezhebine göre amel edecektir). O anda ikisinden medet istemek ve dualarını almayı talep etmek aklımıza geldi…Sanki aradan sıyrılıp gittiler. İlyas a.s. o zaman hiç konuşmadı.’’ (Mektubat, B. Said Nursi) ‘’…Veliler arasında az daha peygamber yardımına muhtaç olmadan nuru parlayan kimseler vardır (Gazali) ‘’ (İşari Tefsir Okulu, Süleyman Ateş) Alıntı:
Alıntı:
’Aslında yüce veliler, Hak Teala’nın tam ve kamil mahzarlarıdır. Ol ayinede görünen Hakk’ tır. Esasen nasıl Tur vadisinde bir ağaçtan yüce Mevla, Kelimullah’a ‘inni enellah’ demişse, El Bazul Eşheb (Abdulkadir Geylani) mahzarında da görünen O’dur. Yani Hu’dur.’’ (El Bazul Eşheb, Bekir Uluçınar) ‘’Eski şarihlere göre buradaki ney, insanı kamildir. O, birlik kamışlığından kesilmiştir. Kendi varlığından geçmiş, gerçek varlıkta varolmuştur. Ondan çıkan her ses tanrı iradesini bildirir. Onun ihtiyarı tanrı ihtiyarıdır. Fakat görünüşte sıfatlarla, fiillerle kayıtlıdır. Bu bakımdan ıtlak alemini özler. Daha doğrusu da, onun bu özleyişi bir cilvedir, kendi kendisine bir nazdır… Mevlana, ‘Dinle bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor’ derken, hem kamışlıktan kesilen ney’i hemde mutlak varlıktan mukayyed varlığa düşen kendisini kastetmektedir…’’ (Mesnevi ve Şerhi, Abdulbaki Gölpınarlı) ‘’Tanrısal varlığına kavuşmak isteyen muvahhid, beşeri varlığını kaybetmek, unutmak zorundadır. İşte bu kaybediş şekline ‘fena’ denir; bu da üç mertebeye ayrılır: (1)Amellerini yaparak, cehd ve gayret sarfederek, nefsine aykırı giderek onu istediği amellere koşarak, nefsani sıfatlardan, huylardan ve tabii özelliklerden fani olmaktır. (2) Hakkın senden istediği şeye uymak ve seninle O’nun arasında hiçbir vasıta kalmamak, her şeyden vazgeçip sırf ona yönelmek, ibadet ve tatlardaki zevk alma düşüncelerinden fani olmaktır. (3) Vecdin son mertebesinde Hak şahidi galebe edince artık Allah’ı müşahedeye ermenin farkına varmaktan da fani olmaktır. İşte o zaman sen fani bakisin…(Cüneyd Bağdadi)’’ (İşari Tefsir Okulu, Süleyman Ateş) ‘’Bu sürekli yolculuk, tasavvuf düşüncesindeki ‘Asli vatan’ kavramıyla da ilişki arzeder. Asli vatan insanın ruhlar alemindeki yeridir. Mevlana bunu Mesnevi’sinde ‘Kamışlık’, İkbal ise Cavidname’sinde ‘Can yoldaşın yanı’ olarak nitelendirmiştir. Bu asli vatan –ki insanın ayrıldığı bütün olan Allah’tan başkası değildir- tanımlanamaz, ele geçmez, yakalanmaz bir hedef ve sevgili olduğundan, ona varma zevki, onun yolunda olma zevkinden başka türlü düşünülemez. Onu istemek ve yine istemek…Kuşadalı bunu şu güzel sözü ile ifadeye koymuştur: ‘Vatanı aslimiz bezmi elest (Allah’tan ayrıldığımız an ve alem) dir. Her yerde misafir gibiyiz.’’ (Din ve Fıtrat, Yaşar N. Öztürk) ‘’Tecelli dolayısıyla evrendeki her şeyde tanrı sıfatlarının belirdiğini (yani ilahi sıfatların canlı ve cansızlar şeklinde tezahür ettiğini) görmüştük. …Tanrının bütün sıfatları evrende dağınık ama insanda toplu olarak vardır. Aynaya baktığında nasıl kendini görürse, Allah da bütün vasıflarını toplu olarak insanda görmüştür. İnsan biri ölümlü, öteki ölümsüz olan iki unsurdan teşekkül eder. ..Ölümsüz unsur ise, insana asıl şerefini ve değerini bağışlayan ilahi tarafımızdır. Ruh denen bu unsur tanrının bütün sıfatlarına mahzardır…Allah’tan kopmuş olan uyanık ve hasretli ruhu Mevlana Celaleddin Mesnevi’sinde neyi ile anlatmaktadır. İnsan ruhu kamışlıktan koparılmış olduğu için durmadan inleyen, herkesi dertlendiren bir şeydir…’’ (Türk Edebiyatı, Ahmet Kabaklı) ‘’Şimdi sufiler şekil ve kıyafet bakımından eski sufilere benziyor ama ruh ve muhteva bakımından başkalaşmışlardır. ..Şeriata hürmet hissi kalplerden zail olmuştur.Dine karşı kayıtsızlığı, menfaat temin etmenin en güvenilir vasıtası olarak kabul eden zamanın sofuları, haram ile helal arasında fark görmez olmuşlardır. Dine ve din büyüklerine karşı saygısız olmayı, din haline getirmişlerdir. İbadet etmeyi hafife almışlar, namaz kılmayı ve oruç tutmayı basit bir şey saymışlar, gaflet meydanında at koşturmuşlardır. Nefsani arzulara kendilerini teslim etmişler, halktan, kadınlardan ve zalim devlet adamlarından elde ettikleri şeylerden hiç çekinmeden faydalanmışlardır. Sonra bu nevi kötü şeyler yapmaya da kanaat etmeyerek en yüksek manevi hallere ve hakikatlere ulaştıklarını söylemişler, bu gibi şeylerden bahsederek kulluk boyunduruğundan kurtulup hürriyete kavuştuklarını, Allah’a vuslat hali ve hakikati ile muttasıl olduklarını, daima hak ile kaim bulunduklarını, iradelerinin Allah’ta fena bulduğunu ve kendilerine Allah’ın böyle hareket ettirdiğini, nefsaniyetlerinin yokolup fena mertebesine ulaştıklarını, işledikleri haramlardan veya işlemedikleri farzlardan dolayı azarlanıp yerilmeyeceklerini, ehadiyetin sırlarını keşif yolu ile bildiklerini, cismani varlıklarının çarpılma ve kapılma suretiyle kendilerinden tamamen alındığını…konuştukları zaman kendilerinden değil, kendilerinin adına başkasının (Hakk’ın) konuştuğunu, tasarruflarında kendilerinin dışında bulunan bir velinin (mutevelli Hak) bulunduğunu (hal ve hareketlerinin Hak tarafından idare edildiğini) iddia etmişlerdir.’’ (Er Risaletul Kuşeyriyye,Kuşeyri; Abdulhalim Mahmud) ‘’Allah herşeydir ve neye ibadet edilirse, Allah’a ibadet edilmiş olur… Her şey Allah olduğu için kulların Allah’tan başka taptıkları bütün şeyler de aslında Allah’tır. Bu ayrımı kullar uydurmuştur.’’ (Fususul Hikem, İbn Arabi) ‘’…Hallac şöyle diyor: ‘Lahutiliğinin delici ışığının sırrı tarafından beşeriyeti açığa çıkarılan yüce olsun! Sonra yaratıkları arasında yiyen ve içen suretinde açıkça göründü. Hatta yaratıkları O’nu kapıcıların birbirlerini fark etmeleri gibi fark etti…Sana bir şey olursa bana olur, zira her durumda sen benim. Sevdiğim kişi benim ben de oyum. Biz bir bedene girmiş (hulul etmiş) iki ruhuz. Beni görürsen onu görürsün. Onu görürsen bizi görmüş olursun’’ (Hallacı Mansur ve Eseri, Yaşar N. Öztürk) ‘’Hangi şeye işaret ederseniz, gerçekte Allah’a işaret etmiş olursunuz. Çünkü Allah, işaret edilen o şeyin aynıdır (kendisi)’’ (Mişkatul Envar, Gazali) ‘’Zatı itibariyle yüce olan Hak’kın açığa çıktığı her varlığa tapmak gerekir. O, alemin zerrelerinde açığa çıkmıştır.’’ (El İnsanul Kamil Fi Marifetul Evahir, Abdulkerim El Cili) ‘’Varlığımız O’nun varlığıdır. Varlığımız açısından biz O’na muhtaç, nefsinde zuhuru için O bize muhtaçtır….Senin özelliğin ne ise O’nun özelliği de odur…O bana hamd eder, ben O’na hamd ederim. O bana ibadet eder, ben O’na ibadet ederim’ (İbn Arabi) ‘’Risaleler Mecmuası, Ali El Kari) ‘’Erkek, Allah’ı kadında müşahede ederse, buna münfailde müşahede denir…Allah’ı kadında müşahede etmesi tam ve en mükemmeldir…Onun için Rasulullah kadınları sevmiştir. Çünkü Allah, onlarda çok mükemmel müsahede edilmektedir …Kavuşmanın en büyüğü de nikahtır’’ (Fususul Hikem, İbn Arabi) Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Muaviye ki Allah’ın laneti üzerine olsun. İslam’ın düşmanı Ebu Süfyan ile Saygı değer Hamza’nın Ciğerini yiyen kadının oğludur. Allah Resulunun yollarına diken taşıyan ve Tebbet Suresinde sözü edilen kadın halasıdır.Ömrünü Allah Resulunun ve Ehlibeytinin düşmanlığıyla geçirmiştir. İslamın yüzkarasıdır. Yaptıklarını örtmek için beslemelerine “hadis” ürettirmiştir. Siz de bu hadisleri örnek veriyorsunuz. Mekke’nin alınışı ile Allah Resulunun ölümü arasında iki yıl fark vardır.Mekke’nin alınmasıyla birlikte müslümanlığı kabul edenlerdendir. Müellefetul kulub/kalpleri İslama ısındırılanlardan olarakİkinci Halife Ömer’in zamanına kadar zekat mallarından pay verilenlerdendir. Bakın bakalım Muaviye kimmiş? Ahmed bHanbel ve Ebu ya’la kendi müsned’lerinde, Ebu berze’den şöyle rivayet ederler “Peygamberle birlikte idik,şarkı sesi duyduk Bakın nedir bu? Diye buyurdu Ben biraz ilerleyince, muaviye ve amr b As’ı şarkı söylerken gördüm Dönüp peygambere haber verdim O da şöyle buyurdu Allah’ım,bu ikisini fitneye duçar et! İlahi, bu ikisini ateşe at” muaviye sarayda yaşama,saray protokolu uygulamanın yanı sıra Roma’lıları taklit ederek ipek ve pahalı kürk giyerdi Kaynak ; Yakubi tarihi c568 muaviyenin karısının biri hırıstiyandı Dostları ve danışmanları arasında çok sayıda hırıstiyan vardı. Kaynak ; İslam medeniyetleri tarihi corci zeydan c1 s83 Ehli sünnet uleması nezdin’de muaviye melun ve zındıktırKaynak ; Yakubi tarihi c2 s142 Hz Ali defalarca muaviyeyi lanetlemiştir. Kaynak ; Taberi tarihi 1bas c11 s357 Peygambere efendimiz muaviyeyi defalarca lanetlediKaynak ; El muhtasar Fi ahbar c1 s184 muaviye içki içerdi. Kaynak ; İbn-i ebil hadid c3 mısır baskısı s228,İhkakul Hak ve İzhakul batıl c1 s49 muaviye faiz yerdi Kaynak ; muaviye bin ebu sufyanAAhmud El ikaade mısır baskısı s132 muaviyeye göre miraç olayı rüyadan ibaretti diyorKaynak ; El-Gadir c10 s184, Sahihi müslim’den naklen c5 s43,Beyhaki süneni c5 s477 muaviye; “And olsun Allah’a , dünyada tatmadığım lezzet kalmadı” demekten sakınmayan bir hayasızdır.Kaynak; el-Mehasin-u ve’l-Mesavi , Beyhaki c1 s109 ve 210 Hz Resulullah (saa)'in; 'Eğer Muaviye'yi benim minberime çıktığını görürseniz, karnını yırtın yada onu öldürün” Kaynak ;Tehzib-üt Tehzib Ibin-i Hacer'in c 7 s 324, Tarih-üt Taberi c 10 s 85, Tarih-ül Hatib c 12 s 181, Künuz-ül Hakaik s 10 Menavi'nin, Serh-i Nehc-ül Belaga Ibn-i Ebu-l Hadid'in c 1 s 348, Tarih-ül Kebir Belazuri'nin Resulullah (saa) şöyle buyurdu: Her seyin bir afeti olur Bu dinin afeti de Ben-i Ümeyye’dir.Kaynak ; (el-Müttaki el-Hindi' nin 'Kenz' ul Ummal' c6, s91 / Tathir’il Cinan s143 "Sevaik' ul Muhrika’nin hamisinde" / Nehc'ül Hak ve Kesf'üs Sidk s312) İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor:" Ben çocuklarla birlikte oynuyordum Derken "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm geldi Ben hemen bir kapının arkasına saklandım (Beni orada bulup) enseme dokundu "Muaviye'ye git! Onu bana çağır!" dedi (Ben derhal gittim ve) geldim: "O YEMEK YİYOR!" dedim "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, tekrar: "Git Muaviye'yi bana çağır!" Emrettiler (Ben (yine gidip) döndüm ve: "O YEMEK YİYOR!" dedim Resûlullah tekrar: "Git! Muâviye'yi bana çağır!" emrettiler Ben yine gidip geldim ve: "O YEMEK YİYOR!" dedim Bunun üzerine: "ALLAH ONUN KARNINI DOYURMASIN!" buyurdular" Kaynak; Müslim, Birr 96, (2604) Ebu Zer el-Gaffari Muaviye’ye dedi ki: Resulullah (saa)’a uğradım (Senin hakkında) buyurdu ki: “Allahım ona lanet et ve onu ancak toprak ile doyur” (el-Emini “el-Gadir” c10, s142) Ebi Said ve Abdullah bin Mesud’tan naklen, Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İzâ reeytüm Muaviye alâ memberi faktülüh” Meali: “Eğer Muaviye’yi mimberim üzerinde görürseniz onu öldürünüz” (Tarih’üt Tabari c10, s58 / İbn-i Mezahim’in “Vak’it Siffiyn” kitabı s216, 221 –Matabaatül Medeni-2Baskı Mısır /ez-Zehebi’nin “Mizan’ül İtidal” kitabı c1, s572; c2, s380, 613 / en-Nesaih’ül Kafiyeh limen Yetevelle Muaviye s45 / Hüvarezmi’nin “Maktelil Hüseyin” kitabı c1, s185 / İbn-i Ebil Hadit’in “Şerhu Nehc’ül Belağa” kitabı c15, s176 Mısır bas Muhammed Ebul Fadl tahkiki / Takviyyet’ül İman Bired Tezkiyyet İbn-i Ebi Süfyan s90 / Hatip el-Bağdadi’nin “Tarih-i Bağdat” eseri c12, s181 / İbn-i Hacer’in “Tehzib’üt Tehzib” kitabı c2, s428; c5, s110; el-Münavi’nin “Künuz’ül Hakaik” kitabı c1, s16 –Cami’us Sağir hamişinde bas/ Tarih-i Ebil Fida c2, s61 / el-Mukrim’in “Maktelil Hüseyn” kitabı s7, 4Baskı / el-Emini’nin “el-Gadir” adlı kitabı c10, s145 / el-Hilli “Nehc'ül Hak ve Keşf'üs Sıdk” s309) İbn-i Mesud’tan naklen Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İza reeytüm Muaviye bin Ebi Süfyan yahtib alâ menberi fedribu anküh Meali: Eğer Muaviye bin Ebi Süfyan’ı mimberim üzerinde hutbe okuduğunu görürseniz boynunu kesin” İmam Hasan dedi ki: Allah’a ant olsun ki, bu işi yapmadılar, felaha da ermediler”Şerhu Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C4, S32 İmam Hasan yine şöyle buyurdu: Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “Eğer Muaviye’yi mimberim üzerinde görürseniz, öldürünüz” Ancak onun emrini terk ettiler, felaha ermediler, kurtuluşa da ermediler(es-Suyuti “el-Âlil Masnûa” C1, S424-425; el-Emini “el-Gadir” C10, S143) Resulullah (saa) şöyle buyurdu: “İnne Muaviye, fi tabutin min nar fi esfele derek minha, yünadi: ya hannan, ya mennan el-ân ve kad asaytü kablü ve künte minel müfsidin “Muaviye ateşin en alt tabakasında bir tabutun içerisindedir ve şöyle nida ediyor: Ey Hannan, ey Mennân, ben önceleri asi oldum ve fesat edenlerle beraberdim” (Tarih’üt Tabari C11, S357; Kitabu Saffayn S243) Ehli Sünnet uleması nezdinde Muaviye melun ve zındıktır (Tarih’ül Yakubi C2, S142 ve Emini “el-Gadir” C1, S16) Muaviye Hz Peygamber efendimiz tarafından lanetlenmiştir (Emini “el-Gadir” C1, S216; El Muhtasar Fi Ahbar C1, S184; Ali ve Benvah S229 Mısır Bas) Muaviye Hz Ali tarafından da defalarca lanetlenmiştir (Tarih’üt Tabari C11, S357; Emini “el-Gadir” C10, S139; Sıffin S244 Mısır Bas) Muaviye içki içerdi Şerh-u Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C3, S228 Mısır Bas; et-Tüsteri “İhkak’ul Hak ve İzhâk’ul Bâtıl” C1, S49; Emini “el-Gadir” C10, S157) Hatta son arzusu, ölmeden önce “Sıcak bir günde serin şarap içip çocuklarını seyretmek” idi (Müsned-i Ahmet bin Hanbel C5, S347; İbn-i Asakir “Tarih-i Medinet-i Dimaşk” C7, S311; Emini “el-Gadir” C10, S189) Muaviye’nin katl ve cinayet defteri bir hayli kabarıktır Hz Resulullah (saa)’ın sevgili sahabisi Hicr bin Adiyy ile altı yiğit arkadaşı, Muaviye’nin resmi emriyle Merc-i Uzra’da şehit edildi (Sahih-i Müslim C1, S258-259; Sahih-i Buhari C1, S131) Muaviye Malik’ül Eşter’i Mısır yolunda zehirli balla zehirletip öldürttü, sonra da mimbere çıkıp şöyle dedi: “Ali’nin iki arkadaşı vardı, birinin işini Sıffin’de (Ammar bin Yasir’i) bitirdim, diğerininkini (Malik’ül Eşter’i) bugün” (Tarih’üt Tabari C4, S187; İbn-i Esir C3, S233) Muaviye planlarını uygulayabilmek için Abdurrahman bin Halid bin Velid’i de zehirletti (Corci Zeydan “Medeniyet Tarihi” C4, S83) Muaviye Hz Ali tarafından Mısır’a vali tayin edilen Muhammed bin Ebi Bekir’i öldürtüp cenazesini bir eşeğin cesedine karnını yarıp koyarak yaktırdı”Tarih’üt Tabari C4, S171; Corci Zeydan “Medeniyet Tarihi” C4, S83) Muaviye oğlu Yezid’e biat almak istediğinde önce Hasan bin Ali’yi ile Sad bin Ebi Vakkas’ı zehirletip öldürttü (Ebu Ferec “Mekatil’üt Talibin” Makrizi “İmam Hasan’ı emeviler zehirletti” der (Tarih’üt Tabari C4, S124; İbn-i Kuteybe “el-İmametü Ves-Siyasetü” S164, 1Bas; Şerh-u Nehc’ül Belağa İbn-i Ebil Hadit C4, S16; İbn-i Esir C3, S203; Emini “el-Gadir ”C11, S7; Seyyid Kutup “İslam’da Sosyal Adalet” S199) Muaviye, Eş’as’ın kızı ve İmam Hasan’ın eşi olan Cu’de’yi kışkırtarak imamı zehirletti ve bu zehirle İmam şehit oldu Muaviye İmam Hasan’ın şehadet haberini duyduğunda neşelenmiş ve secdeye kapanmıştır (en-Niza vet-Tehâsüm S6 Necef Bas) İbni Teymiyye diyor ki: Muaviye İmam Hasan’ın zehirlemek için emir verdi (Minhac’üs Sünnet C2, S225 Kitâl Ba’duhum Ba’da Babı) Resulullah (saa); Ebu Süfyan’ın merkebe bindiğini, Muaviye’nin onu çektiğini, Yezid’in de onu arkadan sürdüğünü görünce şöyle buyurdular: “Allah; merkeptekine, onu önden çekene ve onu arkadan sürene lanet etsin” (Muhammed bin Cerir-i Taberi’nin Tarihi c 5, s 357; Tarih’ül Yakubi c2, s277 Beyrut Bas; el-Emini “el-Gadir” c10, s139) Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Burada örneğini verdiğiniz kişilerin kimisi kelimeyi aynen ayette belirtildiği gibi Arapça olarak bırakmış kimisi de “ Birinin iyiliğini isteyen, onu içten seven, iyi görüşülen kimse, en yakın arkadaş, gönüldaş demek olup Farsçadan geçen dost kelimesini yazmış. Biz de Türkçesini yazdık. Burada açıklamasını yaptık. Alıntı:
Alıntı:
Türkiye’de 100 ün üzerinde meal var. Metne sadık kalıp ayetteki kelimeyi Arapça olarak bırakmayan meallerde “veli” kelimesinin Türkçesini görebilirsiniz. Bir tanesini örnek vereyim. Hakkı Yılmaz’ın İşte Kur’an’ı. Alıntı:
Alıntı:
المقرّبون mukarrebun yakın olan değil “yaklaştırılmışlar” olan demektir. Ali İmran;45: “Hani bir zaman melekler, “Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir. Dünya ve âhirette saygındır. Ve o yaklaştırılanlardandır” Bu ayette belirtilen“yaklaştırılmışlar”ın kimler olduğu vakıa suresinde 10-26 belirtilmiştir. Öne geçenler de, öne geçenlerdir. İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır. İşte onlar [öne geçenler], Naim cennetlerindedirler. Bir topluluk [çoğu] evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. (Onlar), yaptıklarına karşılık olarak; mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde], kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler -ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir- beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz olarak: “selâm!”, “selâm!” (Vakıa/10- 26) Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
||||||||||||||||||||||||||
7. January 2011, 06:05 AM | #30 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 111
Tesekkür: 18
39 Mesajina 55 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Arkadaşım
ALLAHU TEALA Elçisi aracı lığıyla insanlara Kuranı bildirmiş. yani bunda ne varda anlayamıyorum.Bu mesele neden uzatılıyorki. Aracılık denilen şeyde senin hedefin nedir?Aracıyı araç olarak kullanınca amaç olmazki. Sen İstanbuldan Kars a araç ile gidince ara sıra mola verip araç dan inip araç a secdemi ediyorsun? Bu kadar basit bir meslenin bu kadar anlamsızca tartışılmasına anlam veremiyorum. Mesele şu kadar basittir ki.İster elçi de ister aracı ister vesile istersen ne dersen de.Bir şeyin veya bir kimsenin elçiliğiyle yada vesilesiyle yada aracılığıyla yada ne derseniz ALLAH a yaklaşıyorsanız.O aracıya yada elçiye yada vesileye yada vesileye yada ne diyorsanız tapmıyorsanız.Onu sadece vasıta olarak görüyorsanız.Asıl amacınız HAK TEALA ya ulaşmak ise ister canlı olsun ister cansız.İster insan olsun,ister hayvan,ister melek ister cin ne olursa olsun bunların hiç biri ilah değildir.Hepsi mahluktur.Mahluk halk edilen yaratılandır.Yaratılan bir şey zaten ilah olamaz.İlah olmayanada tapılmaz. Siz suyu abdest almak için kullanırsınız.Amacınız namaz Kılmakdır.Siz ara sıra durup suya secdemi ediyorsunuz.Kuranı daha iyi anlamak dolayısıyla ALLAHa yakın olmak için arapça öğreniyorsunuz.Durup Ara sıra arapça hocanıza secdemi ediyorsunuz. Alıyorsunuz falanca kişinin mealini amacınız Kuranı daha iyi anlayıp ALLAH a yakın olmak.Bu mealciye secdemi ediyorsunuz. Bana burda bir şeyler izah etmeye çalışıyorsunuz.Amacınız ne doğru bildiklerinizi bana izah etmek.Benim şimdi sizin aracılığınızla bir şeyler öğrendiğimi var saysanız.Benden secde etmemimi bekliyorsunuz. Mümin kardeşinin senin için dua etmesini istediğinde ona secdemi ediyorsunuz. Bu nasıl bir bakış açısı anlayamadımki. Martin Luter in Kulla ALLAH arasına girilmez sözünün aslını anlamadan kalkıp bunu İslamın tartışılmaz tabusu haline getiriyorsunuz. Martin Luther bu sözü ne için söylemiş belki haberiniz bile yoktur.Bu söz rahiplerin ALLAH adına günah çıkarmada insanlara tamam evladım ben seni bağışladım demesi üzerine ALLAH ile Kulun arasına girilmez demiş. Hangi Şeyh hangi Peygamber ALLAH adına bağışlayıcılık yapmış.Yada cennet dağıtmış. Nisâ / 85 Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir ALLAHIn kitabını bırakıp martin luter in sözleriylemi hareket edeceksiniz. A’râf 3 Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Konu ebu Maruf tarafından (7. January 2011 Saat 06:13 AM ) değiştirilmiştir. |
Bookmarks |
Etiketler |
demektir, himmeti, şeyhlerin |
|
|