15. March 2010, 10:53 AM | #1 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Jan 2010
Mesajlar: 207
Tesekkür: 30
72 Mesajina 144 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
Islâm'da düşünce yönteminin önemi ve islâmî zihniyetin temel öğeleri
[بســــــــــم الله الرحمن الرحيــــــــــم
İSLÂM'DA DÜŞÜNCE YÖNTEMİNİN ÖNEMİ VE İSLÂMÎ ZİHNİYETİN TEMEL ÖĞELERİ وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ "Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize ziynet yapmıştır. Küfrü, fıskı ve isyanı da size kerih / çirkin göstermiştir. Râşid olanlar (Rüşte ermiş olanlar) işte bunlardır. " (Hucurat 7) Allahu Teala böyle buyurduğu halde günümüzde çoğu Müslüman ne kadar küfür, isyan ve fısk varsa “modernlik”, “çağdaşlık” adlandırmaları ile onlara hayran kalıyor, onlardan kaçınmıyor ve hatta onlara koşuyor. - Domuz haramdır diyorlar ve ondan tiksiniyorlar. Faiz de haramdır ama ona koşuyorlar. Halbuki; faizin en hafifi kişinin annesi ile Kâbe'de zina etmesi olarak vasıflandırıldı. Onunla amil olanlar Allah ve Resulü ile savaşan olarak nitelendirildi. - Demokrasi küfürdür, şirktir diyorlar. Fakat, "söz artık halkındır" ve "bir gün değil her gün demokrasi olsun" diye övgüler düzen, demokratlık yarışına giren Müslümanlar var. - Cumhuriyeti küfür saydıkları halde, ona “fazilettir” diye övgü yağdırabiliyorlar. - Laiklik küfürdür, Allah'a kafa tutmaktır dedikleri halde “bu işe dini karıştırma” da diyebiliyorlar. - Münker görüldüğünde değiştirilmelidir inancına sahip olanlar; çağdaş münkerler karşısında “zaman sana uymazsa sen zamana uy” diye çağrıda bulunabiliyorlar. - Haramla Allah razı edilmediği halde, “gaye vasıtayı meşru kılar” diyen makyavelist düşünceli Müslüman tipler türemiştir. - Amellerin ölçüsü helal-haram, sevap-günah olması gerekirken, “fayda ve zararı” ölçü alan Pragmatik zihniyete sahip kişiler mevcut. - Kadının korunması gereken bir namus olduğu bilindiği halde karısının, kızının, bacısının açık saçık dolaşmasını, nafaka temini peşinde koşuşturmasını, siyasal ve sosyal faaliyetlerde bulunmasını savunan, bundan sıkıntı duymayan ve hatta zevk alanlar var. - Allah'ın rızası için malından infakla mutlu olunması gerekirken bundan kaçınan ve hoşlanmayanlar var. - Allah küfrü ve kafiri, müşrikleri pislik, murdar olarak vasıflandırırken; “küfre ve kafire hoşgörülü ve sevgi ile yaklaşmalı” “yaratılanı yaratandan ötürü sevmeli” söylemi ile katılımcılığı savunarak onlarla diyalog peşinde koşanlar var. Böylesi örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Bir Müslüman böyle durumlara nasıl düşer?!... Elbette ki, İslâmî zihniyetten uzaklaşmak bütün problemlerin ana kaynağıdır. Düşüncenin insan yaşamındaki yeri malumdur. Kişi ancak sağlıklı düşündüğü sürece insandır. Zira insanın hayvanlardan en bariz farkı düşünebilmesidir. Düşünmek yani akletmek ise, eşya ve olaylar hakkında zihinsel hüküm vermektir. İşte, kişi bu hükümlerine göre hareket ettiği sürece hayvanlardan farklı olmaktadır. Aksi halde o, hayvanlar gibi sadece duygularının, arzularının peşinde koşar. İnsanların ekserisi de bu duruma düşmektedir. Yani genelde aklederek değil de arzu ve duygularının tatmini peşinde koşarak yaşamaktadır. Nitekim Allahu Teala bunu şu şekilde bildirmektedir: أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا "Hevasını (arzu ve duygularını) kendisine ilah edineni gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akledeceğini mi sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha şaşkın haldedirler." (Furkan 43-44) Bu, genel olarak insan için düşüncenin önemini göstermektedir. Özel olarak Müslüman için önemine gelince; Müslüman herhangi bir insan değildir. O düşüncesinde, davranışlarında, arzu ve duygularında Rabb’isinin terbiye ve disiplinine teslim olan kişidir. İşte onun bu kişiliğine İslâmî şahsiyet denir. Müslüman bu şahsiyette sebat etmelidir. Herhangi bir kişide şahsiyet; zihniyetin ve nefsiyetin belirli bir düşünce sistemi ile şekillenmesi ile oluşur. Zihniyet, düşünce yapısıdır. Nefsiyet ise, insanın yaratılırken kendisine verilen yapısal özelliklerin dışa yansıması olan duygu ve arzularına bağlı olan eylemleridir. İşte belirli bir şahsiyet, insanın düşünce yapısının belirli bir düşünce sistemine göre şekillenerek iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin değerlendirmelerini yapabilmesi, bu değerlendirmelerde kendisinde bir tutarlılığın olması ile zihniyetin teşekkülü neticesinde, buna ilaveten de duygu ve arzularının yani sevgi ve buğuzunun, hoşnut ve hoşnutsuzluğunun zihniyeti doğrultusunda şekillenerek belirli davranış biçimlerine dönüşmesi ile oluşur. Buna göre, bir Müslüman'da İslâmî şahsiyetin oluşması onun zihniyetinin İslâm akidesi ile şekillenmesi, yani İslâm akidesinin gereği olan şer'î hükümlere bağlanması ile oluşur. Buna göre bir Müslüman için geçerli olan hayır-şer, güzel-çirkin, doğru-yanlış ölçüsü şer'î hükümlerle belirlenir. Şeriatın hayır dediği hayırdır, şer dediği şerdir, güzel dediği güzeldir, çirkin dediği çirkindir, doğru dediği doğrudur, yanlış dediği yanlıştır. Müslüman'ın İslâm şahsiyetine sahip olmasının bir başka gereği de meyillerini / eyilimlerini oluşturan duygularının ve arzularının da şer'î hükümlerle şekillenerek Allah'ın kerih gördüğünü kerih / çirkin görmesi, hoşnut gördüğünü hoşnut görmesi, Allah'ın sevdiğini sevmesi, buğz ettiğine buğz etmesi ile olur. Bu şekle girmiş duygularla ve arzularla zihniyeti doğrultusunda belirli davranış biçimlerine yani salih amellere sahip olarak İslâmî şahsiyete haiz olur. Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, İslâm şahsiyetinin bu zihniyet ve şahsiyet yönünün nasıl olması gerektiğini şöyle izah etmiştir: لا يؤمن أحدكم حتى يكون هواه تبعاً لما جئت به "Sizden biriniz iman etmiş olmaz. Ta ki, onun hevası benim getirdiğime tabi olasıya kadar." (Ebu Naim ve Nasr b. İbrahim El-Muktesi rivayet edip sahih olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Nevevi de sahih olduğunu söylemiştir.) لا يؤمن أحدكم حتى أكون أحب إليه من والده ولده والناس أجمعين “Ben kendisine babasından, çocuğundan ve tüm insanlardan daha çok sevdiği olmadıkça sizden hiç biriniz iman etmiş sayılmaz.” (Buhari, Müslim) Allahu Teala şöyle buyurdu: كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ "Hoşunuza gitmediği halde savaş size yazıldı (farz kılındı). Siz bir şeyden hoşlanmayabilirsiniz, halbuki o hakkınızda hayırlı olabilir. Bir şeyden de hoşlanabilirsiniz, halbuki o hakkınızda şer olabilir. Siz bilmezsiniz Allah bilir." (Bakara 216) وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ "Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalbinize ziynet yapmıştır. Küfrü, fıskı ve isyanı da size kerih / çirkin göstermiştir. İşte raşid olanlar (doğru yolda olanlar bunlardır)." (Hucurat 7) Görüldüğü gibi Allah ve Resulü mü’minin düşüncesini ve duygularını terbiye edip “imana” / İslâm akidesine bağlıyor. Böylelikle mü’minde belirli bir şahsiyetin yerleşmesi talep ediliyor. Mü’minlerin bu şahsiyetlerini söz ve fiillerinde tutarlı bir şekilde temsil etmeleri talep ediliyor. Mesela şöyle ikaz ediliyor: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ "Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında şiddetli bir buğza sebep olur." (Saff: 2-3) أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ "Sizler kitabı okuyup gerçekleri bildiğiniz halde, insanlara iyiliği emrediyor kendinizi unutuyor musunuz? Akletmiyor musunuz?.." (Bakara: 44) Görüldüğü gibi mümin kimsede zihniyet ve nefsiyetin birbirleri ile çelişkili olmamasına yönelik ikaz var. Şu ayeti kerimelerde de Allahu Teala müminlerin diğer insanlar gibi olmamaları, belirli bir şahsiyete yani İslâmî şahsiyete sahip olmaları gerektiğini bildiriyor: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ كَفَرُواْ "Ey iman edenler küfredenler gibi olmayın..." (Ali İmran 156) وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ تَفَرَّقُواْ وَاخْتَلَفُواْ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ "Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için çok büyük bir azap vardır." (Ali İmran: 105) يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنتُمْ تَسْمَعُونَ وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لاَ يَسْمَعُونَ "Ey iman edenler! Allah'a ve Rasulüne itaat edin, işittiğiniz halde ondan yüz çevirmeyin. İşitmediğiniz halde işittik diyenler gibi olmayın." (Enfal: 20-21) يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ أُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. Allah'ı unutup da Allah'ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar fasıklardır." (Haşr :18-19) Evet, Allahu Teala Müslümanlarda İslâmî şahsiyetin sabit olmasını böylesi ikaz ve tembihlerle bildiriyor. O halde Müslümanlarda bu şahsiyet nasıl sabit olur?.. Yukarıda genelde insan için, özelde Müslüman için düşüncenin önemine değindik. Düşünce sisteminin yani zihniyetin İslâmî olmasının İslâmî şahsiyetin oluşumundaki önemine de değindik. O halde İslâm'da düşünce yöntemini / metodunu ve İslâmî zihniyetin temel öğelerini bilirsek yukarıdaki sorunun cevabına ulaşabiliriz. Öncelikle belirtelim ki, İslâm farazi bir din değildir. Her hususta olduğu gibi düşünceye de bir yöntem getirmiştir. Zira yöntem / metot, hedefe götüren değişmeyen sabit yola denir. Düşüncede de bir yöntem olmamış olsaydı yada o yöntemi belirlemek insanlara terk edilmiş olsaydı zihniyette istikrar oluşmazdı, Müslümanlar İslâm adına yola çıkıp çok farklı ve çelişkili düşüncelere, değerlendirmelere ulaşırdı. Ölçü ve tartılarda yani değerlendirmelerde istikrarsızlık, karışıklık yaygınlaşır, Müslümanlar arasında İslâmî şahsiyet zail olurdu. Ne yazık ki, günümüzde görüldüğü gibi.. Müslümanlarda İslâm adına konuşurken bile sabit bir şer'î ölçü yoktur. İslâm adına konuşurken bile gayri İslâmî normlarla, ölçülerle ve zihniyetle konuştukları müşahede edilmektedir. Her yeni olay yada fikri akımın tesirinde kalınmakta. Hak ile batıl bazen farkında olunmadan sürekli karıştırılmaktadır. Berrak İslâmî düşünce ve zihniyetten uzaklaşılmakta, beraberinde de temiz İslâmî şahsiyetten yoksun kalınmaktadır. İşte, bu vahim duruma İslâm'da düşünce yönteminden sapılması sonucu gelinmiştir. Bu sapma İslâm akidesini fikri kaide yani düşüncenin esası olmaktan çıkartıp Müslümanda herhangi bir fikir konumuna getirmiştir. İslâm akidesini Müslüman'ın İslâmî şahsiyetinin esası ve bu şahsiyetin temel öğelerinin yani zihniyet ve nefsiyetinin esası kılan düşünce yöntemi nedir? Diye bir soru sorulabilir. İslâm'ın düşünce için getirdiği o yöntem Kur-an ve Sünnetten çıkartılır. Baktığımız zaman görürüz ki o yöntem şudur: Karşılaşılan olay ve husus hakkındaki hükmü vermeden ve ona karşı tavrı belirlemeden önce; 1- O olay ve hususun hakikatini iyice anlamalı, ne olduğunu bilmeli, 2- Akidesinin gereği olarak o olay ve hüküm ile ilgili şer'î nasları bulmalı, 3- O şer'î nasları Kur-an ve Sünnet bütünlüğü içinde anlamalı, 4- Bu naslardan çıkan, şer'î hükmü teslimiyetle benimseyip gerektirdiği tavrı ortaya koymalı. İslâm'da düşünce yönteminin böyle olduğu yukarıda da belirtildiği gibi Kur-an ve Sünnet ile ortaya konulmuştur. Kaynaklarımıza bakıldığında görüleceği gibi, ahkâm ayetleri hep olaylar vuku bulup, Müslümanlar için tavırlarını belirleyecekleri birer sorun haline geldiğinde, mü’minler için şifa, rahmet, hidayet ve nur olarak iniyorlardı. Yine biliyoruz ki; sahabeler karşılaştıkları olaylar hakkında eğer şer'î hükmü bilmiyorlar ise hemen Rasulullah Sallallahu Aleyhi Veselleme koşup Allah ve Resulünün hükmünün ne olduğunu soruyorlardı. Rasulullah'tan sonra da o konuda Kur-an'a ve Rasulullah'ın sünnetine başvuruyorlardı. İşte, buradan çıkartılan İslâm'daki düşünce yöntemi ile bir İslâmî zihniyet oluşur. Bu zihniyetin temel öğeleri ve hususiyetleri ise şunlardır: 1- Ubudiyet; Allah'a kulluk bilincinin yerleşmiş olması yani Allah'ın kulu olduğu hiç akıldan çıkartılmamalıdır. Bu ise, şu şekilde davranışa dönüşür: Sevgi ve itaat. Bu herhangi bir itaat değil, içinde bir sıkıntı duymadan hoşnutlukla itaattir. Zira Allah bunu şöyle bildirmektedir: فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا "Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni (şer'î hükmü) hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden (şer'î hükümden) dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın ona tam teslimiyetle teslim olmazlarsa iman etmiş olmazlar." (Nisa 65) Teslimiyet; serbestiyetin olmaması demektir. Şu ayet de bunu açıkça ortaya koyuyor: وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا "Allah ve Rasulü bir hususta hüküm verdiği zaman mümin bir erkek ve kadına o işte serbestiyet (o işi kendi isteklerine göre yapma) hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasulüne isyan ederse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (Ahzab 36) 2- Bir hususta karar vermeden ve iş yapmadan önce onun şer'î hükmünü araştırmak. Bunu da şu ayeti kerimede açıkça görüyoruz: وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً "Hakkında ilim sahibi olmadığın şeyin ardına düşme. Çünkü göz ve gönül, bunların hepsi yaptığından sorumludur." (İsra 36) Onun için fakihler, yapacağı iş hakkındaki şer'î hükmü bilmesi Müslümana farz-ı ayındır demişlerdir. Şu halde, bir Müslüman duygularından hareketle yada kendisindeki beşeri bilgilerden yani aklından hareketle bir iş yapmaz. Önce şer'î hükmü öğrenir sonra o hükmün gereğince amel eder. Tersi değil. Yani, önce amel edip sonra da hüküm araştırmaya kalkmaz. 3- İşin neticesine daima ahiret boyutundan bakmalı. Yani o işin sonunda sevap mı, günah mı; cennet mi, cehennem mi kazanacak bunu gözeterek amel etmelidir. Nitekim Allahu Teala şöyle diyor: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ "Ey iman edenler! Allah'tan korkun (hükümlerine bağlanın) herkes yarın için ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah yaptıklarınızdan haberi olandır." (Haşr 18) Bu zihniyete sahip olan kimse artık Allah'ın hükmü karşısında; “öyle ama zor, zararlı oluruz, insanların hoşuna gitmez, nefsime ağır geliyor” gibi sıkıntılara düşerek o hükmün gerektirdiği tavrı ortaya koymaktan kaçınmaz. Allah'ın hükümlerini yerine getirmekle, Allah'ı razı etmiş olmanın bilinciyle huzur içinde olur. İşte o kimse artık olgun bir İslâmî şahsiyete sahip olur. Bu şahsiyet içerisindeki takvası ile de Rabb’isinin katında kerim olur. Dünya ve ahirette kurtuluşa ve selamete erişir. Ne mutlu o insana! يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا "Ey iman edenler! Allah'tan korkun (hükümlerine bağlanın) ve doğru söz söyleyin. Böyle davranırsanız Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (Ahzab 70-71) AHMED KILICKAYA SIZE="3"][/size] |
Bookmarks |
Etiketler |
düşünce, islamda, islami, temel, yönteminin, zihniyetin, öğeleri, önemi |
|
|