hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Allah'a İman > Allahın Rahmeti

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 25. September 2008, 10:07 PM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart Fatiha'yı anlamak

FÂTİHA SÛRESİ’NE GİRİŞ

Gâyet açık ve net anlamlı yedi âyetten oluşan Fâtiha, ünlü tefsircilerimizden İmam-ı Razi’nin 250, İbn-i Kesir’in 114, Elmalılı Hamdi Yazır’ın ise 104 sayfa açıklama yaptığı bir sûredir. Bu açıklamalarda:
Sûrenin nerede indiği ve bir kez mi yoksa iki kez mi indirildiği, Başındaki “Besmele”nin âyet olup olmadığı ve “Besmele”nin önemi, Kıraat [okunuş] farklılıkları, Okunuşunda “istiaze”nin gerekip gerekmediği, Namaz ile ilişkisi, olursa olmazları ve olmazsa olmazları, Okunmasının fazilet ve sevabı, Diğer isimleri, İsm-i A’zam’ın [Allah’ın en büyük isminin] neler olabileceği ya da neler olamayacağı gibi konularda bin bir rivâyete dayalı yorumlarda bulunmuşlardır. Sonuçta Kur’ân’ı anlamak ve anlatmak üzere yazılmış olması gereken bu eserlerde, Fâtiha sûresinin Kur’ân ve İslâm’daki gerçek yeri ve temel mesajı yukarıdaki konular arasında kaybolup gitmiştir. Dolayısıyla bu eserler, insanların Kur’ân’ı anlamaları açısından âdeta birer engel konumuna gelmişlerdir. Oysa Kur’ân’ı anlamak isteyen herkesin ilk Müslümanlar gibi doğrudan Kur’ân’ı okuması ve anlaması gerekir. Çünkü Kur’ân’ı en iyi tefsir edenin yine Kur’ân olduğu akıldan çıkarılmaması gereken bir gerçektir.
FÂTİHA SÛRESİNE VERİLMİŞ OLAN İSİMLER: Taşıdığı özellikler dikkate alınarak sûreye aşağıdaki isimler verilmiştir:

  • Mushaflar ve namazdaki okuma bu sûre ile başladığından, “فاتحةالكتاب - Fâtihatü’l-kitâp” sûresi ya da kısaca “الفاتحة - Fâtiha” sûresi. Fâtiha’nın sözlük anlamı açış, başlayış demektir.
  • 7 Âyetli olduğundan ve hem Mekke’de hem de Medîne’de indiği rivâyet edildiğinden, “السّبعالمثانى - es-Seb’u’l-Mesâni” sûresi.
  • Başında “الحمد - hamd” sözcüğü bulunduğu için “Hamd” sûresi.
  • Namazda okunurken diğer sûreler gibi bölünmediğinden, “الوافية - el-Vâfiye” [Tam olan] sûresi.
  • Başka sûrelerin yerini tuttuğu, ama diğer sûrelerin onun yerini tutamadığı gerekçesiyle, “الكافية - el kâfiye” [Yeten] sûresi.
  • İslâm inancının temelini oluşturan ilkelerden bahsettiğinden, “el-Esas [Temel]” sûresi.
  • Şükür manası içerdiğinden, “الشّكر - Şükür” sûresi.
  • Gerek içinde istekler mevcut olduğundan ve gerekse Müslim ve Tirmizî’de geçen “Allah şöyle buyurdu: Beni zikretmesi benden bir şey istemesine engel olan kimseye, isteyenlere verdiğimin en iyisini veririm” rivâyetine (Müslim, Salât 38; Tirmizi, Tefsir 2) uygun düştüğünden, “السّئال - es-Süâl” [İstek] sûresi.
  • Bir kısmı dua mahiyetinde olduğundan, “الدّعاء - Duâ” sûresi.
  • En sağlam hadis derlemecisi olduğu kabul edilen Buhari’nin Sahih ’inde bile yer alan; okunduğunda yılan ve akrep sokması sonucu meydana gelen zehirlenmelere şifa olduğu ve bayılanlara okunduğunda ayılttığı yolundaki rivâyetlere dayanılarak, “الشّفاء - şifa” veya “الرّقية - Rukye [Muska]” sûresi.
  • Namazın Fâtiha’sız olamayacağına ve aşağıda belirtilen Ebû Hüreyre rivâyetine dayanılarak, “الصّلاة - es-Salât” [Namaz] sûresi.
  • Kur’ân’ın bütünü içinde yer alan iman, amel [kişisel işler], muamelât [toplumsal işler], ahlâk, peygamber kıssaları, inzar/uyarma ve tebşir/müjdeleme gibi konuları öz olarak içerdiğinden, “امّالقرأن - ümmü’l-Kur’ân” [Kur’ân’ın Anası] sûresi.
Ne üzücüdür ki, yukarıdaki isimlere ek olarak bugün neredeyse “Ölü” sûresi, “Mezarlık” sûresi, “Türbe” sûresi denecek kadar Fâtiha’ya yanlış işlevler yüklenmiştir.
Yukarıdaki isimler arasında en itibar edilecek olanları, “Fâtiha”, “Hamd” ve “Ümm-ül Kur’ân” isimleridir.
FÂTİHA SÛRESİNİ ANLAMAK İÇİN ÖNERDİĞİMİZ YOL: Sûrenin peygamberimiz, peygamberimizin arkadaşları ve hatta Mekke müşrikleri tarafından anlaşıldığı gibi anlaşılabilmesi için sûreyi Kur’ân ile anlama yöntemine başvurulmalıdır.
Kur’ân tarihçilerinin ortak görüşüne göre Fâtiha sûresi Mekke’de, beşinci sûre olarak nazil olmuştur. Bu sûre indiği sırada Kur’ân ve İslâm adına iman edilecek Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir olmak üzere sadece dört sûre mevcuttu.
Fâtiha’dan önce inen ilk dört sûre genel mesajlarıyla hatırlanacak olursa, Rabbimizin Alak sûresiyle Muhammed b. Abdullah’ı muhatap seçtiği, onu peygamber yaptığı ve ona Rabbi adına okumasını emrettiği; Kalem ve Müzzemmil sûreleriyle onu eğittiği ve hizmete hazırladığı; Müddessir sûresiyle de ona üniformasını giydirip teçhizatını kuşandırdığı ve onu “Kalk, hemen uyar ve Rabbinin en büyük olduğunu ilân et !” diyerek göreve çağırdığı anlaşılmaktadır.
Rabbimizin bu dört sûrede sadece peygamberimizi muhatap aldığı ve Peygamberimizin de kendisine verilen talimatları henüz tebliğ amacıyla kimseye söylemediği özellikle hatırlanmalıdır.
Ancak; Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir sûrelerinin giriş âyetlerinden sonraki bölümlerde müşrikler ile tartışmaların varlığı izlenmektedir. Bu durum, söz konusu âyetlerin girişteki ilk âyetlerden daha sonra indiğini göstermektedir. Bu da, adı geçen sûrelerin bir bütün halinde inmediğinin bir göstergesidir. Maalesef âyetlerin çoğunun kronolojik sırası bilinmemektedir.
Fâtiha sûresi, yukarıda belirtilen sürecin bir devamı olarak Rabbimizin insanlara yaptığı ilk genel hitabıdır. Peygamberimiz bu mesajı almış, Rabbi adîna okuyarak O’nun en büyük olduğunu ilân etmiş ve insanları uyarmıştır.
Genel prensip olarak bu çalışmada sadece Kur’ân âyetleri ile yetinilmeye ve hangisinin doğru hangisinin düzmece olduğu kesin olarak bilinemeyen rivâyetlerden uzak durulmaya özen gösterilmiştir. Ancak tevhit inancı bakımından herhangi bir sakınca içermeyen ya da ele alınan konunun daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağı düşünülen tarihî belge niteliğindeki rivâyetlerin kullanılmasından da kaçınılmamıştır. Bu temel prensibe bağlı olarak Fâtiha sûresiyle ilgili aşağıdaki rivâyetin aktarılmasında yarar görülmüştür:
Rivâyete göre; “Kalk, hemen uyar! Ve Rabbinin en büyük olduğunu ilân et !” emrini alan peygamberimiz Safa tepesine çıkmış ve insanlara “Ya sabahâh! Ya sabahâh!” diye seslenmiştir. Bu ifade, o günkü toplumda “Dikkat! Dikkat! Beni dînleyin!” anlamına gelen bir çeşit anons olup savaş gibi önemli duyurular yapılacağı zaman kullanılırdı. Peygamberimiz, bu çağrıya uyup oraya gelenlere “Ey Abdülmuttalib Oğulları! Ey Fihr Oğulları! Ey Lüeyy Oğulları! Şu dağın arkasında size saldırmak isteyen bir süvari birliği var desem, bana inanır mısınız?” diye sordu. Gelenlerden “Evet!” cevabı alarak kendisine duyulan güveni teyit ettirdikten sonra topluma şu mesajı iletti:
Ey İnsanlar; Rahmân ve Rahîm Allah adîna [okuyorum]. Hamd / Övgü, âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, Dîn Günü’nün sahibi Allah’adır. Yalnız sana ibâdet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz. Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yola ilet!
Böylece peygamberimiz Rabbi adına okumuş, Rabbinin en büyük olduğunu ilân etmiş ve insanları uyararak ilk görevini tamamlamıştır. Sûrenin Kur’ân’daki yeri ve dînimizdeki işlevi böyle anlaşılmalıdır. Aksi halde Fâtiha sûresinin ne mesajı, ne de işlevi doğru anlaşılmış olur.
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADÎNA.
Âyetlerin meali:

1- Rahmân Rahîm Allah adına…
2 – 4- Hamd/övgü, âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, Dîn Günü’nün sahibi Allah’adır.
5 - Yalnız sana ibâdet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz.
6–7 - Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yola ilet!

ÂYETLERİN TAHLİLİ

1. Âyet: Râhman Rahîm Allah adına…
Alak sûresinin 1. âyetiyle peygamberimizden Allah adına okuması istenmişti. Bu talimatla özel hayatının bittiği, artık yapacağı çalışmaların Allah adına olacağı mesajı verilmişti. Ayrıca bu işten maddî ve manevî çıkar sağlaması da söz konusu değildi. Geçmişteki tüm peygamberler de aynı görev bilinciyle donatılmış, tebliğlerini ve davetlerini Allah adına yapmakla emrolunmuşlardır. Mesela; güneşe tapan Sebe halkını bu sapkınlıktan kurtarmak isteyen Süleyman peygamber de kraliçeye yazdığı mektubuna “Rahmân Rahîm Allah adına” diye başlamış ve isteklerini bildirirken Allah adına hareket ettiği bilinciyle davranmıştır. (Neml;30).
2 – 4. Âyetler: Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, Dîn Günü’nün sahibi Allah’adır.
HAMD:الحمد - hamd”, bir nimetin ve güzelliğin kaynağı ve sahibi olan gücü, övgü ve yüceltme sözleriyle anmaktır. Bu anlamıyla “hamd”, verilen bir nimetten yararlanma veya yapılan bir yardımla feraha çıkma karşılığı olmaktan çok, o nimeti verenin veya o yardımı yapanın, yani Yaratıcı’nın sonsuz güç ve kuvvetine, yarattığı nimetlerin çokluğuna, O’nun Rabbliğine duyulan hayranlık sebebiyle dile getirilen bir övgüdür.
Bu içeriğinden dolayı hamd şükürden farklıdır: Şükür bir nimete karşılık ve bir eylemle yapılırken, hamd bir nimetten yararlanmadan da, sadece söz ile de yapılır. Hamd, ilk bakışta “methetme” olarak tanımlanabilirse de her methiye [övgü] hamd değildir. Çünkü methiyenin riyakârlık, dalkavukluk şaibesi taşımasına karşılık, hamd tam bir samimiyet gerektirir. Dolayısıyla hamd, nimetleri, ikramları ve iyilikleri sonsuz olan Yüce Rabbimiz dışında hiç kimseye yapılmaz. O halde hamd yapılırken nimetler sahibi Yüce Allah hem övülerek yüceltilmeli, hem de kendisine şükredilmelidir.
Hamd ve önemi konusunda şu âyetlere bakılabilir: En’âm 1, A’râf 43, Yunus 10, Ta Ha 130, Kasas 70, Zümer 74 .
ÂLEMLERİN RABBİ: ER-RABB:Kur’ân’daki “مولى - mevlâ” kelimesinin eş anlamlısı olan “الرّب - Rabb“, şu özellikleri taşır:
  • Rabb; emri ve kudreti altındaki varlıkların yegâne sahibi ve yöneticisi olup onlar üzerinde kendi istek ve ilmine uygun tasarruflarda bulunandır.
  • Rabb; itaat edilerek kendisine boyun eğilecek, emirlerine uyulup yasaklarından uzak durulacak yegâne efendidir.
  • Rabb;her şeyi düzelten, sivrilikleri tesviye eden, varlıkları hâlden hâle geçirerek düzenleyen, arıtıp saflaştıran, yetiştirip olgunlaştıran, ıslah ve terbiye edendir.
Yukarıda söz edilen üç özellikten de kolayca anlaşılabileceği gibi, Rabb kelimesi sadece ve sadece Yüce Allah için kullanılabilir. Fakat Arap dilinde isim tamlamasının bir öğesi olarak insanlar için de kullanılmıştır. Meselâ; “rabbu’l-beyt [evin sahibi]” gibi.
Özetle Rabb; “terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım hedeflere götüren, tekâmülü programlayıp yöneten” demektir.
ER-RAHMÂN, ER-RAHÎM:الرّحمن - rahmân” ve “الرّحيم - rahîm” isimleri Allah’ın “En Güzel İsimleri”ndendir. [Esmâu’l-Hüsnâ]
İbranî kökenli olduğu da ileri sürülen Rahmân kelimesi; rikkat [sevecenlik], karşılıksız yardım ve iyilik, bağışlama, acıyıp esirgeme anlamlarına gelen “رحمة - rahmet” kelimesinden türetilmiştir. Rahmân kelimesi, Arapçada sözün anlamını failin o işte tam yetkin olduğunu vurgulamak için kullanılan “mübalâğa” kalıbında bir kelimedir ve “rahmetin en yüce derecesine sahip varlık” anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla Rahmân, rızkları, ihtiyaçları ve her türlü iyilikleri bağışlama hususunda, rahmetini yarattığı varlıklardan hiç esirgemeyen demektir.
Kur’ân’da insanlar için hiç kullanılmayan er-Rahmân ismi, elli yedi yerde Allah için kullanılmaktadır. Ayrıca Kur’ân’daki bir sûre de er-Rahmân ismini taşımaktadır. Bu sûrede Yüce Allah, rahmetinin bir sonucu olarak görünen, görünmeyen; bilinen bilinmeyen varlıklar için yarattığı nimetleri saymakta, insan ve diğer sorumlu varlıkların bu nimetlerin kıymetini bilip nankörlük etmemeleri gerektiğini tekrar tekrar vurgulamaktadır.
Rahîm kelimesi, “رحمة - rahmet, مرحمة - merhamet ve رحم - ruhm” mastarından hem etkin hem de edilgin anlamlı, “çok merhametli”, “merhamet olunan” anlamında bir sıfattır. Kök anlamı acımak, merhamet etmek ve bağışlamak demektir. Rahîm’in çoğulu “رحماء - ruhamâ” dır. Merhamet , iyilik ve nimet anlamına da gelir. Kur’ân’da, 114′ü Allah, bir tanesi de peygamberimiz için (Tövbe 128 ) olmak üzere toplam 115 kez yer alır. Rahîm sıfatı Kur’ân’da genellikle “çok bağışlayıcı” anlamına gelen “غفور - ğafûr” sıfatı ile birlikte kullanılmıştır. Bu durum, Allah’ın ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğuna bir delil teşkil eder. Bu sıfat, Kur’ân’ın dört âyetinde de “ارحمالرّاحمين - erhamü’r-râhimîn [Merhametlilerin en merhametlisi] şeklinde kullanılmıştır.
Allah’ın Rahmân ve Rahîm sıfatlarının her ikisi de “رحمة - rahmet” mastarından türemiş olmasına rağmen, aralarında anlam farklılıkları vardır.
Rahmân sıfatı ezel ile rahîm sıfatı ise daha çok ebet ile ilgilidir. Bu yüzden Allah için “dünyanın Rahmân’ı, fakat âhiretin Rahîmi ‘dir” denilmiştir. Çünkü Allah’ın tüm varlıkları yaratması ve yaşatması, insanlar arasında mümin-kâfir, adil-zalim, çalışkan-tembel ayrımı yapmadan hepsine rızklarını vermesi, inkârcıları çalışma ve gayretlerinden dolayı dünyada mahrum bırakmaması, zulme ve kötülüklere müdahale etmeksizin insanların kendi tercihlerini kullanmalarına fırsat vermesi hep Rahmân sıfatının sonucudur.
Rahîm sıfatının sonuçları ise daha çok âhirette görülecektir. Kur’ân’ın pek çok âyetinde Allah’ın müminleri Rahîm sıfatı ile bağışlayacağı belirtilmiştir.
Fâtiha sûresinde verilen Allah’a ait isim ve sıfatlar, daha önceki sûrelerde öğretilmeye başlanan Allah telakkisinin bir devamı niteliğindedir. Özellikle Fâtiha’da verilen sistematik ifadelerle Mekke ve Arap toplumundaki İslâm dışı Allah anlayışı ters yüz edilmiştir. Şöyle ki: Bu âyetler indiğinde insanlık çeşitli fikir akımları, vehimler, efsaneler ve felsefî görüşler üzerine oturmuş yanlış tanrı telakkilerine sahip idiler. İnsanların bir kısmı Aristo’nun “Şüphesiz Allah kâinatı yarattı. Ondan sonra onu kendi haline bıraktı. Zira Allah, daha aşağı olan bu âlemle uğraşmaktan münezzehtir. O ancak kendi zatını düşünür” şeklindeki görüşünü benimsemişti. Başka bir kısmı da kullarına karşı öfkeli, onlara sürekli hileler hazırlayan ve onlardan intikam almak için fırsat kollayan bir tanrıya inanıyorlar ve bu tanrının öfkesinden kurtulabilmek için Yunan mitolojisindeki Olimpos tanrıları gibi, aracı ve şefaatçi ilâhlar edîniyorlardı. Alt tabaka ise, Darü’n-Nedve [Halk Meclisi] üyelerinin dışında bir Rabb tanıyamamıştı.
Sonuç olarak; insanlar ancak Kur’ân ile gerçek ilâh ve Rabbi, Rahmân Rahîm Allah’ı gereği gibi tanıyabilmiştir.
DİN GÜNÜNÜN SAHİBİ : “Mâliki Yevmi’d-Dîn” ifadesi, Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir sûrelerinde de konu edilen Dîn Günü’nü yalanlayanlara bir uyarıdır. يومالدّين - dîn günü , “Karşılık Günü” demektir. Bu sözle “herkesin iyi ya da kötü, yaptığı tüm edim ve eylemlerin karşılığını göreceği âhiret günü” kast edilmektedir. Kavramın asıl açılımı bizzat Rabbimiz tarafından İnfitar sûresinin 15- 19. âyetlerinde yapılmaktadır.
5. Âyet: Yalnız sana ibâdet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz.
Arapça bir sözcük olan “عبادة - ibâdet”, mastardır. Sözlük anlamı; kulluk yapmak, kölelik etmek, kayıtsız şartsız teslim olmak, itaat etmek ve boyun eğmek demektir.
İnsanların belirli kişilere, güçlere, ideolojilere, otoritelere gösterdikleri mutlak itaat ve teslimiyet bu kapsamdadır.Müminûn sûresinin 45–47. âyetlerinde anlatılan Firavun ile İsrail oğulları arasındaki ilişki de bu anlamı teyit eder niteliktedir.
Dinî açıdan ise; ibâdet , kulun sahibine/yaratanına itaat etmesi, sahibi/yaratanı tarafından verilen görevleri kayıtsız şartsız kabul edip yerine getirmesi demektir. Allah Kur’ân adındaki talimatnameyle kullarına bir takım görevler bildirmiş ve bu görevlerin kayıtsız şartsız bir itaat ve teslimiyet içinde yerine getirilmesini istemiştir. Seçtiği peygamber, bir usta, bir öğretmen gibi verilen görevleri önce kendisi uygulamış, sonra diğer insanlara öğreterek nasıl uygulanacağını bizzat göstermiştir.
Bir başka ifade ile ibâdet, Allah’ın hoşnut ve razı olduğu eylem ve davranışları işlemek sûretiyle Allah’a gösterilen saygı ve içten bağlılıktır. Bu anlamıyla ibâdet, ortaya konan güzel iş ve davranışların her birerini değil, hepsini içine alan ve hürmetin en yüksek derecesinin sergilendiği genel bir tutumu ifade etmektedir.
Ancak ibâdet kelimesi dilimize Türkçe karşılığı verilmeden aynen alındığı için anlam derinliği geniş halk kesimlerince yeterince kavranamamış, Allah’a gösterilen bağlılıkla ilgili bir süreç ve tutum olduğu algısı yaygınlaşamamıştır. Bunun sonucu olarak da ibâdet denilince belirli bir kaç dinî davranış anlaşılır olmuştur. Oysa ibâdet tıpkı hayat, sevgi, mutluluk, medeniyet gibi hayatın tek bir olgusu için değil, içinde aynı türde birçok olguyu barındıran kavramlardaki gibi süreç ifade eden bir anlam içeriğine sahiptir. Bu nedenle de belirli dinî davranışlarla sınırlı değildir. Allah’a ibâdet etmek, insanın her adımında, her hareketinde, her sözünde O’nun koyduğu kurallara uyması, hükümlerini yerine getirmesi, gösterdiği yoldan severek ve isteyerek yürümesi demektir.
Allah’a ibâdetin boyutlarını şu tutum ve davranışlar oluşturur:
  • Yalnızca O’ndan yardım istemek,
  • Korkmak,
  • Başkasını veli edinmemek,
  • Başka koruyucu, kollayıcı kabul etmemek.
  • Ve yalnızca O’na
  • Dayanmak,
  • Güvenmek,
  • Sığınmak.
İbâdetin sadece Allah’a yapılması gerektiği Kur’ân’da tekrar tekrar vurgulanmış, peygamber bile olsa Allah’tan başkasına yapılacak ibâdetin şirk olacağı belirtilmiştir.
ŞİRK:الشّرك - şirk”, sözlükte mülk ve saltanatta ortaklık demektir. Dinî açıdan ise Allah’ın yetki ve imtiyazlarından, zatî ve sübutî sıfatlarından, en güzel isim ve sıfatları arasında yer alan sıfat ve tasarruflarından birinin ya da bir kaçının Allah’tan başka somut ya da soyut herhangi bir varlığa yakıştırılması, verilmesi ya da uyarlanmasıdır. Bu sıfatlarla ilgili detay İhlâs sûresinin tahlilinde verilecektir.
Bu inanç ve eylemde bulunana “مشرك - müşrik” denir. Müşrik sadece tanrı ikidir, üçtür diyen değildir. Allah’a inanıp da bu inançla birlikte yedek ve yardımcı bir takım ilâhlar kabul edenler de müşriktir.
TEVHİD:ال تّوحيد - tevhid’in sözlük anlamı birlemek’tir.” Dinî anlamı ise “Kelime-i Tevhit”te ifade edildiği şekliyle önce tüm ilâhları reddetmek, sonra da ilâh olarak sadece Allah’ı kabul etmektir. Pek tabiî ki bu kabul yalnızca sözde kalmamalı, tüm düşünce ve eylemlerde de kendini göstermelidir.
Kelime-i Tevhit’in söz dizimine dikkat edildiğinde önce tüm ilâhların reddedildiği görülür. Tüm ilahları reddedebilmek için insanın önce sahte ilâhları veya ilâh yerine konulanları iyi tanıması gerekir. Onları iyi tanıyıp reddettikten sonra, sıra gerçek ve tek olan ilahı kabul etmeye gelir. Tek ve gerçek ilah Allah’tır, O’ndan başka ilah/tanrı yoktur. Allah’ın tek ilâh olarak kabul edilmesi, O’nu gereği gibi tanımadan, sadece “kabul ettim” demekle mümkün olmaz. Allah’ı gereği gibi tanıyabilmek ise Kur’ân ile mümkündür. Allah’ın zatî ve sübutî sıfatlarının ve güzel isimlerinin Kur’ân’dan öğrenilmesi ve bunlara inanılması gerekir.
Aksi takdirde; ne sahte ilâhlar tanınmazsa reddedilmeleri mümkün olur, ne de Allah gereği gibi tanınmazsa tevhit/tek ilah inancı kalplere yerleşebilir.
Tevhid kelimesi Kur’ân’da doğrudan kullanılan bir kavram değildir. Buna karşılık “Bir ve tek olan Allah’a iman” şeklinde özetlenebilecek olan tevhit inancı pek çok âyette tekrar tekrar dile getirilir. Özellikle Mekke’de inen sûreler, tevhit inancını inşa etmeye yönelik bu içerikteki âyetlerle doludur. Çeşitli meseller ve aklî önermelerle insanı ikna etmeye yoğunlaşan bu âyetler, tevhit inancını Allah’ın zatı, sıfatları, evren ve insanla olan ilişkileri bağlamında ele alır ve tevhit nitelikli olmayan her türlü inanç ve davranışın boşa çıkacağını çeşitli boyutlarıyla ortaya koyar.
6, 7. Âyetler: Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet sunduklarının yolu olan dosdoğru giden yola ilet!
HİDÂYET:Hidâyet sözcüğünün tüm anlamlarının burada sıralanabilmesi mümkün değildir. Özet olarak hidâyetin iyiye, güzele önderlik etmek, hak ve batılı ayırt etmeye yarayan bilgi ve belgeler vermek, yol göstermek, peygamber yollamak ve kitap indirmek gibi anlamlar taşıdığı söylenebilir. Hemen belirtmek gerekir ki, kötülüğe yol göstermek hidâyet anlamına gelmez.
Hidâyet Allah’a aittir. Peygamberler de dâhil, hiçbir insanın hidâyet etme gücü ve yetkisi yoktur. Kur’ân’da bunun böyle olduğunu bildiren tam 304 adet âyet vardır.
SIRAT-I MÜSTAKİM: Bu tamlama Kur’ân âyetleri ışığında değerlendirilirse; anlamının “Allah’ın yolu”, “Hak yol”, “Allah’ın kitabı”, “İslâm dinî”, “İslâm milleti” olduğu görülür. “Dosdoğru Yol”un en güzel tanımı da bu sûrede yapılmıştır: “Üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru giden yol”
Sırat-ı Müstakım ile ilgili şu âyetlere bakılabilir: Âl-i Imran 51, En’am 126, 153, Hıcr 41, Nahl 76, Meryem 36, Ya Sin 61 ve Zuhruf 64.
FÂTİHA SÛRESİNDEKİ EDEBİ SANATLAR: Sûrede birçok edebî sanat mevcuttur. Ebû Hayan, el-Bahrü’l-Muhit adlı eserinde Fâtiha’da on edebî sanatın mükemmelen uygulandığını ifade etmektedir. Bu sanatlar; “Beraat-i İstihlâl [Güzel Başlangıç]”, “İstiğrak Lâmı ”, “Hitap Şeklini Zenginleştirme”, “Lâm-ı Tahsis ”, “Hazf”, “Kasr”, “Leff-ü Neşr ”, “İltifat”, “Seci” ve “Var Olan Bir Şeyi Yokmuş Gibi Kabul Ederek devamını İstemek” sanatlarıdır.
Bu sanatlardan üç tanesi sûrenin anlaşılması bakımından çok önemli ve dikkat çekicidir:
  • Hitap Şeklini Zenginleştirme : Bu sanatta haber cümlesi, cümledeki sözcük anlamından çıkıp dilek kipli cümle halini alır. Sûrede “Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemin” cümlesi ile inkârcı muhataplara sanki inkâr etmiyorlarmış gibi hitap edilerek inkâr etmeyenlerden olmaları temenni edilmiştir.
  • İltifat: Bu söz sanatı, gaipten muhataba [üçüncü şahıstan ikinci şâhısa], muhataptan gaibe [ikinci şahıstan üçüncü şâhısa], gaipten mütekellime [üçüncü şahıstan birinci şahısa] ve mütekellimden muhataba [birinci şahıstan ikinci şahısa] geçiş sûretiyle yapılır. Sûrede haber cümlesi “ Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, Dîn Günü’nün sahibi Allah’adır” diye gaibe [üçüncü şâhısa] yönelik başlamışken buradan sonra söz akışı “Yalnız sana ibâdet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz” diye muhataba [ikinci şâhısa] yönelmektedir. Bu tarz bir anlatım Türkçede anlam bozukluğu kabul edilmesine karşılık Arapça’da edebî bir ifade şeklidir.
  • Kasr: Özgeleştirmek demektir. Sûredeki “ İyyake na’budü ve iyyake nestaîn” cümlesinde, tümleç ve fiil arasında takdim tehir [öne almak, arkaya atmak] sûretiyle özgeleştirme sanatı yapılmıştır. Bu sanatın uygulanış nedeni, anlatılanın daha kolay kabul edilmesini sağlamak, dinleyenin tepkisini azaltmak, dinleme gücünü tazelemek, sözün daha zevkle dinlenmesini sağlamaktır.
Bu edebî sanatlar gözden kaçırıldığında sûrenin gereği gibi anlaşılması zorlaşır. Sûreyi daha iyi anlama ihtiyacıyla Ebû Hüreyre’den şöyle bir rivâyet nakledilmektedir:
“Yüce Allah buyurdu ki: Namaz [Fâtiha] sûresini benimle kul arasında ikiye ayırdım. Yarısı benim için, yarısı kul içindir. Kulumun dilediği kendisine verilecektir. Kul ‘Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemin’ dediği zaman Allah ‘Kulum bana hamd etti’ der. Kul ‘Er- Rahmânirrahîm’ dediği zaman Allah ‘Kulum benim şerefimi andı’ der. Kul ‘Maliki yevmi’d-dîn’ dediği zaman Allah ‘Kulum işimi bana havale etti’ der. Kul ‘İyyake na’budü ve iyyake nestaîn’ dediği zaman Allah ‘Bu, benimle kulum arasında bir sırdır, kulumun istediği kendisine verilecektir’ der. Kul ‘İhdîna’s-sırata’l-müstakim’ dediği zaman Allah ‘Kulumun dilediği verilecektir’ der.” (Ebu Davud, Salât 132; Tirmizi, Tefsir: Nesai. İftitah 23; İbn-i Mace, Edep 52)
Bu rivâyetle sûrenin daha iyi anlaşılacağı kanaatine varılsa bile, bizzat rivâyetin kendisi problemlidir. Her şeyden önce, doğrudan Allah’a isnat edilen böyle bir açıklamanın nerede olduğunun ciddiyetle araştırılması ve incelenmesi gerekir. Ayrıca Ebû Hüreyre’nin Fâtiha sûresinin inişinden yirmi bir yıl sonra ortaya çıkmış bir sahabe olduğu da en az bunun kadar önemli bir ayrıntıdır.
Geleneksel yaklaşım, sûreyi bu rivâyet doğrultusunda anlamak ve Türkçe kurallara göre anlam bozukluğu sayılan söz akışını göz ardı etmek yönündedir. Oysa içindeki sanatsal anlatımlar dikkate alınarak okunduğunda sûrede şu anlamlar ortaya çıkmaktadır:
“Ey insanlar! Rahmân Rahîm Allah adîna okuyorum, açıklama yapıyorum.
Tüm hamdler/övgüler, âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, Dîn Günü’nün sahibi olan Allah’a mahsustur. Sakın O’ndan başkasına hamd etmeyiniz! O’ndan başkasını övmeyiniz!
İbâdet yalnızca O’na yapılır ve yardım sadece O’ndan istenir. Sakın O’ndan başkasına ibâdet etmeyiniz, kul-köle olmayınız!
O bizi üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet sunduklarının yolu olan dosdoğru giden yola iletsin! Çünkü hidâyet eden sadece O’dur.”
Mesaj bu şekliyle verilseydi, fazlaca tepki doğurabilirdi. Edebî sanatlar marifetiyle mesaj yumuşak bir tarzda iletildi.
Böylece peygamberimiz Fâtiha sûresini insanlığa tebliğ ederek toplum karşısında ilk görevini yerine getirmiş oldu. Fâtiha sûresiyle verilen mesajın toplumda yol açtığı sonuçlar altıncı sûre olan Tebbet sûresinde tahlil edilecektir.
Fâtiha sûresinde dikkat edilmesi gereken bir husus da Kur’ân’ın icazıdır [kısa ve öz anlatımıdır]. Bu kısacık sûre, imanıyla, ameliyle ve kıssasıyla tüm Kur’ân’ı temsil eder mahiyettedir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.


http://www.istekuran.net/?cat=8
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. September 2008, 08:23 AM   #2
TEBYİN
Uzman Üye
 
TEBYİN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 240
Tesekkür: 141
173 Mesajina 603 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
TEBYİN is on a distinguished road
Standart

Hakiki bir iman erinin yol işareti gibi bir sure,
Rabbim anlayan ve kavrayanlardan eylesin cümlemizi
TEBYİN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10. October 2008, 07:20 PM   #3
edumounter
Yeni Üye
 
Üyelik tarihi: Oct 2008
Mesajlar: 4
Tesekkür: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
edumounter is on a distinguished road
Standart

amin.
edumounter isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
anlamak, fatihayı


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 04:59 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam