hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Kadere İman > Kader

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 6. October 2008, 08:18 AM   #1
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart KADER ve KAZA

KADER VE KAZA

“YÜCE ALLAH’IN nesneleri ve olayları özellikle sorumluluk doğuran beşerî fiilleri, ezelde planlayıp zamanı gelince yaratması anlamında terim”.

YÜCE ALLAH’IN yaratıklarına ilişkin planını ve tabiatın işleyişini gerçekleştirmesini ifade etmek üzere literatürde kader ve kazâ kelimeleri kullanılır. Bu iki terim âlimlerce farklı şekillerde tanımlanır. Sözlükte ‘’GÜCÜ YETMEK; PLANLAMAK, ÖLÇÜ İLE YAPMAK, BİR ŞEYİN ŞEKLİNİ VE NİTELİĞİNİ BELİRLEMEK, KIYMETİNİ BİLMEK; RIZKINI DARALTMAK’’ gibi mânalara gelen kader, ‘’YÜCE ALLAH’IN BÜTÜN NESNE VE OLAYLARI EZELİ İLMİYLE BİLİP BELİRLEMESİ’’ diye tarif edilir. ‘’HÜKMETMEK; MUHKEM VE SAĞLAM YAPMAK; EMRETMEK, YERİNE GETİRMEK’’ anlamlarındaki kazâ ise ‘’YÜCE ALLAH’IN NESNE VE OLAYLARA İLİŞKİN EZELİ PLANINI GERÇEKLEŞTİRMESİ’’ şeklinde tanımlanır.

Selefiyye âlimleriyle Mâtürîdî ve Şiî kelâmcılarının ekseriyeti bu tanımları benimser. Eş‘arî kelâmcılarının çoğunluğuyla İslâm filozofları sözü edilen tanımları tersine çevirerek kazâya kader, kadere de kazâ anlamını yüklemişlerdir. Buna göre kazâ YÜCE ALLAH’IN EZELİ HÜKMÜ, yani bütün nesne ve olayların levh i mahfûzda veya küllî akılda topluca var olması, kader ise bütün nesne ve olayların kazâya uygun olarak yaratılması ve dış âlemde gerçeklik kazanmasıdır (et-Ta’rîfât, ‘’kdr’’ md.).

‘’BİR ŞEYİN MAHİYET VE NİTELİKLERİNİN YANI SIRA VAR OLUŞ ZAMANI VE MEKÂNI BELİRLEMEK’’ demek olan takdîr de kaderle eş anlamlı olup bazan onun yerine kullanılır. MU‘TEZİLE kelâmcıları sorumluluk doğuran beşerî fiilleri kader ve kazânın dışında tutmuşlardır. Onlara göre KADER ve KAZA insanlara ait fiillerin hükmünü açıklayıp haber vermekten ibarettir (Kadî Abdülcebbâr, Fazlü’l-i’tizâl, s. 169–170); takdir de bir fiili önceden tasarlayıp belli bir şekilde meydana getirmektir (Fâruk ed-Desûkı, II, 261–262).

KADR (KUDRET) kavramı HZ. KUR’AN’DA 100’den fazla yerde isim ve fiil kalıplarında YÜCE ALLAH’A nisbet edilmiştir. Râgıb el-İsfahânî, YÜCE ALLAH’IN varlıklara ilişkin takdirinin iki anlama geldiğini söyler. Bunlardan biri yarattığı nesnelere güç vermek, diğeri de ilâhî hikmetin gerektirdiği tarzda yaratıkları nihaî özellik ve şekillerine kavuşturmaktır. YÜCE ALLAH gök âleminde olduğu gibi bazı nesneleri ilk merhalede yaratıp son şeklini vermiştir. Bazılarının da başlangıçta temel maddesini fiilen yaratmış, gelişmesini ise belli ölçüler çerçevesinde zamana bırakmıştır (bi’l-kuvve).

Meselâ hurma çekirdeği ve insan menisi gibi; bunların birinden hurma ağacı, diğerinden insan hâsıl olur, başka bir şeyin oluşması mümkün değildir (el-Müfredat, ‘’kdr’’ md.). Kader kelimesinin HZ. KUR’AN’DA “ÖLÇÜ, MİKTAR VE GÜÇ’’ anlamlarında kullanıldığı da kabul edilir. Âyetlerde belirtildiğine göre YÜCE ALLAH’IN buyruğu düzenlenmiş bir kaderdir. HZ. KUR’AN’DA ki şu ayetlere bakınız:

…ALLAH’IN kendisine farz kıldığı şeyde rasüle hiçbir vebal yoktur. Daha önce gelip geçmişlerde de ALLAH’IN yolu-yöntemi buydu. ALLAH’IN emri, belirlenmiş bir kaderdir/ölçüdür. Ahzâb Suresi/38

…ALLAH dişilerin taşıdığı yavruların rahimlerde nasıl bir gelişme göstereceğini bilir, O’nun katında her şeyin bir planı (miktar) vardır. Ra’d Suresi/8

…Her şeyin hazineleri O’nun nezdindedir ve her şeyi belli bir ölçü (kader) dâhilinde indirir. Hicr Suresi/21

…O her şeyi bir kaderle (bir plana göre) yarattı. Kamer Suresi/49

Takdir kavramının yer aldığı ayetlerde belirtildiğine göre YÜCE ALLAH her şeyi amacına uygun bir şekilde yaratmış, tabiatını belirleyip hedefine doğru yöneltmiştir. HZ. KUR’AN’DA ki şu ayetlere bakınız:

…O ki yarattı, düzene koydu,

…O ki miktarını, şeklini belirledi, yolunu çizip aydınlattı. A‘lâ Suresi/2–3

…Güneş'i ısı ve ışık kaynağı; Ay'ı, hesabı ve yılların sayısını bilesiniz diye bir nur yapıp ona evreler takdir eden O'dur. ALLAH bütün bunları rastgele değil, şaşmaz ölçülere bağlı olarak yaratmıştır. Bilgiyle donanmış bir topluluk için ayetleri ayrıntılı kılıyor. Yunus Suresi/5
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 08:50 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:20 AM   #2
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

…Şafağı yarıp sabahı ortaya çıkaran/Fâlık O'dur! Geceyi dinlenme zamanı yaptı; Güneş'i ve Ay'ı hesap aracı. İşte budur ölçülendirmesi o AZİZ’İN, o ÂLİM’İN! En‘âm Suresi/96

Bu ayetlerde de hem evrenin yaratılışına dair kanunların hem de insanların yaratılış, yaşayış ve ölümüne ilişkin yasaların YÜCE ALLAH tarafından düzenlendiği takdir kelimesiyle ifade edilmiştir. HZ. KUR’AN’DA ki şu ayetlere bakınız:

…Göklerin ve yerin mülk ve saltanatı yalnız O'nundur. Çocuk edinmemiştir O. Mülk ve saltanatında ortak yoktur O'na. Her şeyi yaratmış ve her şeye bir ölçü ve oluş tarzı takdir etmiştir. Furkan Suresi/2

…O, yeryüzüne, denge ve dayanıklık sağlayan dağları üstünden yerleştirdi. Onda bereketlere vücut verdi. Ve onda, azıklarını dört günde takdir edip düzenledi. İsteyip duranlar için eşit miktarda olmak üzere... Fussılet Suresi/10

…Böylece onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti. Ve biz, arza en yakın göğü kandillerle ve bir korumayla donattık. İşler bunlar AZİZ ve ÂLİM olanın takdiridir. Fussılet Suresi/12

…Ölümü aranızda biz takdir ettik. Biz önüne geçilecekler değiliz. Vakıa Sures/60

HZ. KUR’AN’DA bütün nesne ve olayların belli bir düzen içinde gerçekleşmesi İLAHİ sıfatlarla irtibatlandırılır. Bunlar İLİM, İRADE ve KUDRET gibi zâtî; YARATMA, YAŞATMA, ÖLDÜRME, HİDAYETE ERDİRME, SAPTIRMA gibi fiilî sıfatlardır. Kaderle yakından ilgili olanların başında İLİM SIFATI GELİR. YÜCE ALLAH GAYBI BİLİR, İLMİ HER ŞEYİ KUŞATMIŞTIR, GÖKLERDE VE YERDE OLANLARA, GİZLİ AÇIK HER ŞEYE VAKIFTIR; İNSANLARIN AÇIKLADIKLARINDAN VE KALPLERİNDE SAKLADIKLARINDAN HABERDARDIR. HZ. KUR’AN’DA ki şu ayetlere bakınız:

…Bilmezler mi ki, ALLAH onların sakladıklarını da açıklarını da çok iyi bilmektedir. Bakara Suresi/77

…Bilmediler mi ki, ALLAH onların sırrını da fısıldanmalarını da bilir; ALLAH gaybleri çok iyi bilendir. Tevbe Suresi/78

…ALLAH, sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir.

…Hiç kuşkusuz ALLAH, onların sakladıklarını da açığa vurduklarını da biliyor. Hiç kuşkusuz O, büyüklük taslayanları sevmiyor. Nahl Suresi/19, 23

…De ki: "Siz ALLAH’A dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysaki ALLAH, gökte ne var, yerde ne var hepsini bilir. ALLAH her şeyi çok iyi bilmektedir."

…Şu bir gerçek ki, ALLAH göklerin ve yerin gaybını bilir. ALLAH, yaptıklarınızı iyice görmektedir. Hucurat Suresi/16, 18

…ALLAH O'dur ki, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yaratmıştır. Emir/iş ve oluş onlar arasında sürekli iner ki, ALLAH’IN her şeye kadir olduğunu ve ALLAH’IN bilgi bakımından her şeyi kuşattığını bilesiniz. Talâk Suresi/12

HZ. KUR’AN’DA, ahiret hayatında cennet ve cehennem ehlinin talep ve temennileriyle yapacakları konuşmaların YÜCE ALLAH’IN sebkat etmiş İLMİ çerçevesine girdiğini ifade eden birçok ayet mevcuttur. HZ. KUR’AN’DA ki şu ayetlere bakınız:

…Cennet halkı ateş halkına şöyle seslenir: "Biz, RABBİMİZİN bize vaat ettiğini gerçek bulduk. Peki, siz, RABBİNİZİN size vaat ettiğini gerçek buldunuz mu?" Onlar, "EVET" derler. Aralarında bir duyurucu şunu ilan eder: "ALLAH’IN laneti zalimlerin üzerine olsun!"

…Onlar kendi dinlerini eğlence ve oyun haline getirdiler, iğreti hayat onları aldattı. Onlar bugüne kavuşacaklarını unutmuşlardı. Ayetlerimize karşı direniyorlardı. Bugün de biz onları unutuyoruz. A‘râf Suresi/44–51
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 08:57 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:21 AM   #3
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

…Adn cennetlerine girerler onlar, orada altından bilezikler ve inci takınırlar. Orada giysileri ise ipektir.

…Şöyle derler: "Hamt olsun, üzüntüyü bizden gideren ALLAH’A! RABBİMİZ MUTLAK GAFUR, MUTLAK ŞEKÜR’DUR.

…Lütfuyla bizi durulacak yurda kondurdu. Orada bize hiçbir yorgunluk dokunmaz. Orada bize hiçbir usanç da dokunmaz.

…İnkâr edenlere de cehennem ateşi var. Ne haklarında hüküm verilir ki ölsünler ne de azapları hafifletilir. İşte böyle cezalandırırız tüm nankörleri biz.

…Feryat edip dururlar orada: "RABBİMİZ, çıkar bizi de önceden yaptığımızdan başka şey yapalım. BARIŞA ve HAYRA yönelik iyi bir iş yapalım." Sizi biz, öğüt alanın öğüt alacağı bir süre ömürlendirmedik mi? Uyarıcı da geldi size. Hadi, tadın bakalım azabı! Zalimler için hiçbir yardımcı yok artık. Fâtır Suresi/33,37

…Şöyle dediler: "Şer temsilcilerinden saydığımız adamları, acaba neden görmüyoruz?" …"Onları alaya alırdık; yoksa gözler onlardan kaydı mı?" …İşte bu, kesin gerçektir. Ateş halkının çekişmesi gerçekleşecektir. Sâd Suresi/62–64

Yine KADERİN İLAHİ İLİMLE olan münasebeti konusunda göz önünde bulundurulması gereken ayetlerin bir grubu YÜCE ALLAH’IN her şeyi önceden kayda (KİTAB-I MÜBİN) geçirdiğini beyan etmektedir. HZ. KUR’AN’DA ki şu ayetle bakınız:

…Yerde hiçbir debelenen yoktur ki, rızkı ALLAH’IN üzerinde olmasın. O, onun karar kıldığı noktayı da bilir, emanet edildiği yeri de. Her şey, apaçık bir Kitap'tadır. Hûd Suresi/6

…Küfre sapanlar şöyle dediler: "Kıyamet saati bize gelmez!" De ki: "Hayır, öyle değil! Gaybı bilen RABBİME yemin olsun ki, o size mutlaka ve mutlaka gelecektir! Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile RABBİNİZDEN gizli kalmaz. Zerreden daha küçük veya daha büyük hiçbir istisna olmamak üzere, her şey apaçık bir Kitap'ta belirlenmiştir; Sebe’ Suresi/3

…Yeryüzünde ve kendi benliklerinizde meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir Kitap'ta belirlenmiş olmasın. Bu, ALLAH için çok kolaydır. Hadîd Suresi/22

Müfessirlerin bir kısmına göre bu tür âyetlerde geçen ‘’KİTAB’’TAN maksat İLM-İ İLAHİ veya LEVH-İ MAHFUZDUR; bazıları da bu konuda kesin bir şey söylememenin daha isabetli olacağını belirtmişlerdir (a.g.e., VII, 471-477).

HZ. KUR’AN’DA yer alan bir kısım ayetlerde her toplum için bir vade belirlendiği, bunun öne alınması veya geciktirilmesinin mümkün olmadığı ifade edilir. HZ. KUR’AN’DA ki şu ayetlere bakınız:

…Her ümmet için belirlenmiş bir süre vardır. Süreleri dolunca ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçerler. A‘râf Suresi/34

…De ki: "Ben kendime bile ALLAH’IN istediği dışında bir zarar verme yahut yarar sağlama gücünde değilim. Her ümmetin bir eceli var. Ecelleri geldiğinde bir saat geri de kalamazlar, ileri de gidemezler." Yunus Suresi/49

…Hiçbir ümmet kendisi için belirlenen sürenin ne önüne geçebilir ne de o süreyi geriletebilir. Hicr Suresi/5

Kader konusuyla bağlantılı görülen İLAHİ SIFATLARDAN İRADE HAKKINDA HZ. KUR’AN’DA yapılan açıklamalara göre YÜCE ALLAH dilediğini yapar ve dilediği şekilde yaratır. O dileyenin iman, dileyenin inkâr edebileceğini bildirmiş, iman edeceklere hidayet vermeyi, inkâr edenlerin de sapıklıklarını sürdürmesini murat etmiştir. Eğer isteseydi herkes iman ederdi, ancak insanların kendi irade ve tercihleri olmadan iman etmelerini dilememiş, onları serbest bırakmıştır.
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 09:03 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:22 AM   #4
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

Kader kavramının genel muhtevası içinde tabiatın yaratılması ve yönetilmesi, ayrıca tabiat içinde özel bir konuma sahip bulunan insanın yaratılması ve müstesna yeteneklere sahip kılınması da yer almaktadır KADER PROBLEMİNİN odak noktasını oluşturan İNSANLARIN FİİLLERİ konusunda HZ. KUR’AN’DA dileyenin iman, dileyenin inkâr edebileceği, itaat ve isyanın insanın iradesine bağlı kılındığı, kişilerin işledikleri ameller karşılığında CENNETE veya CEHENNEME girecekleri, iyi işlerinin lehlerine, kötü işlerinin aleyhlerine olduğu ve YÜCE ALLAH’IN kullarına asla zulmetmediği ifade edilmiştir. HZ. KUR’AN’DA ki şu ayetle bakınız:

…Ve de ki: "HAK, RABBİMİZDENDİR. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." Biz, zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı/duvarı/dumanı onları çepeçevre kuşatmıştır. Eğer yardım dileseler, erimiş maden gibi yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur. O ne kötü içecek, o ne kötü sığınak/dayanak! Kehf Suresi/29

…İnanıp HAYRA ve BARIŞA yönelik işler yapanlara gelince, onlar için, yaptıklarına karşılık olarak barınacakları cennet konakları vardır.

…Sapmış olanların varacakları yerse ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, oraya geri çevrilirler. Ve şöyle denir onlara: "Yalanlayıp durduğunuz ateş azabını tadıverin!". Secde Suresi/19, 20

…Sizi bize yaklaştırıp, katımızda size yakınlık sağlayacak olan, ne mallarınızdır ne de çocuklarınız. İMAN EDİP HAYRA ve BARIŞA yönelik iş yapanlar müstesna. Onlara, yaptıklarının kat kat fazlası ödül vardır. Onlar, seçkin odalarda güven içindedirler.

…Ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için koşuşanlara gelince, onlar azabın içinde hazır bulundurulacaklardır. Sebe’ Suresi37, 38

…O gün hiçbir canlıya, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Sizler, sadece yapıp ettiklerinizin karşılığı olarak cezalandırılırsınız. Yasin Suresi/54

…Alın size, tehdit edildiğiniz cehennem! …İnkâr edip durmanız yüzünden dalın oraya bugün! Yasin Suresi/63–64

HZ. KUR’AN’DA İNSANIN, İRADE ve gücünü İMAN ve İTAAT yahut İNKÂR ve İSYAN doğrultusunda kullanmasına bağlı olarak müminlerle kâfirler hakkında farklı ilâhî fiillerin gerçekleşeceği de belirtilmiştir. YÜCE ALLAH iman edip yararlı işler görenlerin imanlarını ve hidayetlerini arttırır, kalplerini huzura kavuşturup onları takva mertebesine çıkarır, kendilerine imanı sevdirir, inkâr ve günahı çirkin gösterir, dolayısıyla onları kimse saptıramaz. HZ. KUR’AN’DA ki şu ayetle bakınız:

…ALLAH, inananları dünya hayatında da âhirette de tutarlı sözle sağlamlaştırır. ALLAH, zalimleri şaşırtır. ALLAH, dilediğini yapar. İbrahim Suresi/27

…Biz onların haberlerini sana doğru bir şekilde anlatacağız. Şu bir gerçek ki onlar, RABBİNE iman etmiş bir yiğitler grubuydu. Ve biz de onların hidayetini artırdık. …Kalpleriyle aramızda bir bağ kurduk/kalplerini dayanıklı kıldık. Kalkıp şöyle dediler: "RABBİMİZ, göklerin ve yerin RABBİDİR. O'ndan başka hiçbir ilaha yakarmayız. Aksini yaparsak saçma söz söylemiş oluruz." …Güneş'i görüyorsun: Doğduğu vakit mağaralarından sağ tarafa kayar, battığı vakit ise onları sol tarafa doğru makaslayıp geçer. Böylece onlar mağaranın geniş boşluğu içindedirler. Bu, ALLAH’IN mucizelerindendir. ALLAH’IN KILAVUZLUK ETTİĞİ, DOĞRU YOLU BULMUŞTUR. Şaşırttığına gelince, sen ona yol gösteren bir VELİ asla bulamazsın. Kehf Suresi/13–14, 17

...ALLAH’IN, göğsünü İSLAM’A açtığı kimse, RABBİNDEN bir ışık üzerinde olmaz mı? ALLAH’IN ZİKRİ’NE/KUR’AN’A karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte onlardır, açık sapıklık içindekiler. ...ALLAH, sözün en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili manalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir. RABLERİNDEN korkanların ondan derileri ürperir. Sonra da hem derileri hem de kalpleri, ALLAH’IN ZİKRİ/KUR’AN’I karşısında yumuşar. BU, ALLAH’IN kılavuzudur ki, onunla dilediğini/dileyeni hidayete erdirir. ALLAH’IN saptırdığına gelince, ona kılavuzluk edecek yoktur. ...ALLAH’IN KILAVUZLUK ETTİĞİNİ İSE SAPTIRAN OLAMAZ. ALLAH AZİZ ve intikam alıcı değil mi? Zümer Suresi/22–23, 37
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 09:15 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:24 AM   #5
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

…Bilin ki, ALLAH’IN resulü içinizdedir. Eğer o çoğu işte size uysaydı, gerçekten
zorlukla karşılaşır, sıkıntıya düşerdiniz. Ama ALLAH, imanı size sevdirmiş ve onu gönüllerinizde süslemiştir. Ve size küfrü, öz-söz bozukluğunu, isyanı çirkin göstermiştir. RÜŞTE ERMİŞ OLANLAR İŞTE BUNLARDIR; Hucurat Suresi/7

…ALLAH’A ve AHİRET gününe inanan bir topluluğun, ALLAH’A ve resulüne karşı çıkanlarla sevgiye dayalı bir dostluk kurduğunu göremezsin. Bunlar onların ister babaları olsun, ister çocukları olsun, ister kardeşleri olsun, ister akrabaları olsun. ALLAH onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendisinden bir RUHLA desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; sürekli kalacaklardır orada. ALLAH onlardan hoşnut olmuştur, onlar da ALLAH’TAN hoşnut olmuşlardır. ALLAH’IN hizbi işte bunlardır. Dikkat edin, ALLAH’IN, başarıya ulaşanların ta kendileridir! Mücadele Suresi/22)

Buna karşılık YÜCE ALLAH, inkâr edip buyruklarına karşı çıkanların yüreklerini katılaştırıp daraltır, kalplerini saptırır, mühürleyip perde çeker, hakkı duymalarına engel olmak için kulaklarına ağırlık verir, onlara şeytanları dost yapar, günahlarının artması için mühlet verir, isyanlarından ötürü inkârı güzel gösterir, cehennemin yolunu kolaylaştırır; bununla birlikte onlara zulmetmiş olmaz, aksine bu durum kendi karar ve eylemlerinin sonucu olduğundan kendi kendilerine zulmetmiş olurlar. HZ. KUR’AN’DA ki şu ayetle bakınız:

…ALLAH onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür.

…İnsanlar içinden bazıları vardır, "ALLAH’A ve AHİRET GÜNÜNE İNANDIK" derler ama onlar inanmış değillerdir.

…Bunlar iman etmiş olanlarla yüzyüze geldiklerinde, "İMAN ETTİK" derler. Kendi şeytanlarıyla basmasa kaldıklarına ise söyledikleri sudur: "Hiç kuskunuz olmasın biz sizinleyiz. Gerçek olan su ki, biz alay edip duran kişileriz." Bakara Suresi/7–8, 14;

…İnkâr edip zulme sapanlar var ya, ALLAH onları affetmeyecek, onları hiçbir yola kılavuzlamayacaktır. …Cehennem yolu hariç! Sonsuza dek kalacaklardır orada. ALLAH için çok kolaydır bu. Nisa Suresi/168–169;

…İçlerinden sana kulak verenler vardır; ama biz onu gereğince anlamamaları için kalplerine kılıflar geçirmiş, kulaklarına bir ağırlık koymuşuzdur. Tüm mucizeleri görseler de onlara inanmazlar. Nihayet sana gelip seninle çekişerek söyle derler küfre sapanlar: "Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir." En’âm Suresi/25

…Biz onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, ilk seferinde buna iman etmedikleri gibi bırakırız kendilerini de azgınlıkları içinde körü körüne bocalar dururlar. En’âm Suresi/110

…Ey âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, çirkin yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, size de bir fitne musallat etmesin. Çünkü o ve kabilesi sizi, onları göremeyeceğiniz yerden görürler. Biz o şeytanları, inanmayanlara dostlar yaptık. A‘râf Suresi/27

…KUR’AN okuduğunda, seninle, âhirete inanmayanlar arasına gizli bir perde çekeriz. …Kalpleri üzerine, onu anlamamaları için kabuklar geçiririz, kulaklarına da bir ağırlık koyarız. RABBİNİ yalnız KUR’AN’DA andığın zaman, nefretle geriye dönüp kaçarlar. İsrâ Suresi/45–46
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 09:21 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:24 AM   #6
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

…Hani, Musa, toplumuna şöyle demişti: "Ey toplumum! Benim size gönderilen ALLAH elçisi olduğumu bilip durduğunuz halde, beni neden incitiyorsunuz?" Onlar bozulup sapınca ALLAH da onların kalplerini eğriltti. Çünkü ALLAH, sapıklardan oluşmuş bir topluluğu doğruya ve güzele kılavuzlamaz. Saf Suresi/5

HZ. KUR’AN’DA, YÜCE ALLAH-KÂİNAT ve YÜCE ALLAH-İNSAN ilişkisi bağlamında temas edilen kader konusu doğrudan doğruya iman edilmesi emredilen esaslar arasında zikredilmiştir. HZ. KUR’AN’DA ki şu ayetle bakınız:

…Yüzlerinizi doğu ve bati yönüne çevirmeniz hayırda erginlik/dürüstlük değildir. Hayırda erginlik/dürüstlük o kişinin hakkıdır ki, ALLAH’A, AHİRET GÜNÜNE, MELEKLERE, KİTAPLARA, RASÜLLERE İNANIR; akrabaya, yetimlere, çaresizlere, yolda kalmışa, yoksullara, özgürlüğüne kavuşmak gayretinde olanlara malı seve seve verir, namazı kılar, zekâtı öder. Böyleleri söz verdiklerinde ahitlerine vefalıdırlar; bolluk ve bereket zamanı kadar, zorluk, sıkıntı ve şiddet zamanında da sabırlıdırlar. İste bunlardır özüyle sözü bir olanlar. Ve iste bunlardır korunan takva sahipleri. Bakara Suresi/177

…Ey iman edenler! ALLAH’A, ONUN RASÜLÜNE, RASÜLÜNE İNDİRMİŞ OLDUĞU KİTAP’A, DAHA ÖNCE İNDİRMİŞ OLDUĞU KİTABA İNANIN. Kim ALLAH’I, O'nun MELEKLERİNİ, KİTAPLARINI, RASÜLLERİNİ ve AHİRET gününü inkâr ederse geri dönüşü olmayan bir sapıklığa gömülmüş olur. Nisâ Suresi/136

Sadece YÜCE ALLAH’IN yetkin sıfatlarına, bunun yanında insanın cebir altında bulunmayıp seçim hürriyetine sahip olduğu hususuna vurgu yapılmıştır. Ancak konu hadislerde farklı bir durum arz etmektedir. Bazı rivayetlerde kader iman esasları arasında zikredilmezken (Buhârî, ‘’Îmân’’, 37; Tirmizî, ‘’Fiten’’, 63) bazılarında hayrı ve şerriyle birlikte kadere iman etmenin gerektiği belirtilmiştir (Müslim, ‘’Îmân’’, 37; Tirmizî, ‘’Îmân’’, 4). YÜCE ALLAH önce kalemi yaratmış ve ona vaki olacak her şeyi yazmasını emretmiştir (İbn Ebû Âsım, I, 48–55). Her insanın cennette ve cehennemdeki yerinin yanı sıra MÜMİN (SAİD) veya KÂFİR (ŞAKİ) olduğu da yazılmıştır. Mümin olan kimse müminlerin amelini, kâfir olan da kâfirlerin amelini işler, herkese yapacağı amel kolaylaştırılır (Müslim, ‘’Kader’’, 6).

Kul ilâhî planda cennet ehlinden olduğu halde cehennem ehlinin amelini işleyebilir, cehennem ehlinden olduğu halde cennet ehli gibi davranabilir, fakat sonuç planlandığı şekilde gerçekleşir. İnsan faydalı olanı yapmak için gayret göstermeli ve YÜCE ALLAH’TAN yardım dilemelidir; başına bir iş gelince de, ‘’Şöyle yapsaydım şöyle şöyle olurdu’’ dememeli, ‘’YÜCE ALLAH’IN TAKDİRİ’’ demelidir. Hz. Âdem’in günah işleyip cennetten çıkması önceden belirlenmiş bir kaderle gerçekleşmiştir. MÜMİN dualarında kaderin kötüsünden YÜCE ALLAH’A sığınmalı ve aynı şeyi evlatlarına ve çevresine tavsiye etmeli. Ayriyeten hastalığa yakalananların tedavi görmesinin gerektiğini ve bunun da bir kader olduğunu söylemelidir.

Kader problemi ashap arasında tartışma konusu olmuştur. Hz. Ömer, veba salgını yüzünden Şam’a girmeyip geri dönmesini kaderden kaçış olarak değerlendirenlere, hiçbir fiilin kaderin kapsamı dışında kalmadığını ve dolayısıyla bulaşıcı hastalık bulunan bir beldeye girmemenin de bir kader olduğunu söyleyerek Hz. Peygamber’in kader hakkında yaptığı açıklamayı tekrarlamış, günahları kaderin sevkiyle işlediğini iddia eden bir kişiyi de cezalandırmıştır (Ebû Zehre, s. 140–142).

Hz. Ali de bir soru üzerine her şeyin kazâ ve kadere göre gerçekleştiğini ve hiçbir olayın bunun dışında kalmadığını belirttikten sonra kaderin insanları icbar altında bırakmadığını ve fiillerini hürriyet içinde gerçekleştirdiklerini söylemiş, aksi takdirde mükâfat veya ceza uygulamasının adalet ilkesiyle bağdaşmayacağını, son tahlilde ise kaderin ilâhî bir sır olma özelliğini koruduğunu bildirmiştir (Âcurrî, s. 200–215; Kadî Abdülcebbâr, Fazlü’l-i’tizâl, s. 146–147).

Hz. RASÜLÜLLAH efendimizle Hulefâ yi Râşidîn devrinde zihinlerde soru işaretleri uyandıran kader problemi, müslümanlar arasında vuku bulan siyasî ve içtimaî bazı olayların tesiriyle ashap devrinin sonlarına doğru canlı bir şekilde tartışılan meselelerin başında yer aldı. Bazılarının telakkisine göre Emevî saltanatını kuran Muâviye b. Ebû Süfyân, icraatını meşrûlaştırmak amacıyla kader inancını cebir doğrultusunda yorumlayarak kendisini devlet başkanı yapanın ve icraatını yaratanın YÜCE ALLAH olduğunu, dolayısıyla bütün işlerinde isabetli davrandığının kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir (a.g.e., s. 143-148; a.mlf., el-Muınî, VIII, 4).
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 09:29 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:26 AM   #7
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

Daha sonra bu cebirci görüş Cehm b. Safvân’ın yanı sıra Emevîler’i destekleyen kitlelerce benimsenmekle birlikte bazı âlimlerce eleştirilmiştir. Bunların başında Ma‘bed el-Cühenî gelir. Ma‘bed, Emevîler’in kadere ilişkin yorumlarını reddederek hocası Hasan ı Basrî’nin görüşüne başvurmuş, o da kazâ ve kaderi inkâr etmenin mümkün bulunmadığını, fakat kaderi kulları günah işlemeye zorladığı şeklinde anlamanın YÜCE ALLAH’A yapılmış en büyük iftira olduğunu belirtmiştir. Ma‘bed el-Cühenî’nin ardından Vâsıl b. Atâ ve Gaylân ed-Dımaşkı de onun görüşünü benimsemiştir (bk. Kaderiyye).

Klasik dönem kelâmcıları kader probleminin ortaya çıkışını iç sebeplere bağlarken çağdaş bazı yazarlar bunu yabancı kültürlerden kaynaklanan etkenlerle irtibatlandırır. Zira müslümanlar fetihler sonunda yahudi ve hıristiyanlarla karşılaşıp dinî konuları tartışmıştır. Bu çerçevede Dımaşk’ta Yuhannâ ed-Dımaşkı’nin Ma‘bed el-Cühenî ile tartışması sonunda kader probleminin müslümanlar arasında yayıldığı kabul edilir (Abdurrahman Bedevî, I, 118–120).

Ancak bu olayı, değişik kelâm okullarının oluşmasında rol oynayan köklü bir itikadî problemin başlıca sebebi olarak görmek isabetli değildir. II. (VIII.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren itikadî problemler arasında önemli bir yer tutan kadere dair tartışmalar daha çok İLİM, KUDRET, İRADE ve TEKVİN gibi sıfatlarla irtibatlandırılarak devam etmiş ve genelde kadere iman dört mertebede incelenmiştir.

1. YÜCE ALLAH’IN Nesne ve Olayları Önceden Bilmesi. İnsanlara ait ihtiyarî fiiller de dâhil olmak üzere YÜCE ALLAH’IN bütün nesne ve olayları vuku bulmadan önce bilmesi ilim sıfatının kapsamıyla ilgili olup kaderin ilk mertebesini teşkil eder. Bu konuda âlimlerce üç farklı görüş ileri sürülmüştür.

a) YÜCE ALLAH’IN ezelî ilmi mükelleflerin ileride ne yapacaklarına değil sadece onların hür olduklarına, İMAN ve İMKARIN yanı sıra İTAAT ve İSYAN alternatiflerinden dilediklerini iradeleriyle tercih edeceklerine taalluk eder, onların tercihlerine ise ancak gerçekleştikten sonra vâkıf olur. Tercihlerini önceden bilseydi kulların bu ilâhî ilme aykırı davranmaları imkânsız hale gelirdi, çünkü ilâhî ilim gerçeğe ters düşmez. Kulların ilâhî ilme uygun tercihler yapmaları ise fiillerinde mecbur oldukları anlamına gelir.

YÜCE ALLAH, belli kişilerin iman etmeyeceğini önceden bilseydi peygamberler yoluyla emir ve tâlimat göndermesinin anlamı kalmazdı. Nitekim Hz. Mûsâ ve Hârûn’a Firavun’a tebliğde bulunurken etkilenmesi ümidiyle nazik davranmalarını emretmiştir (Tâhâ 20/43–44).

HZ. KUR’AN’DA da doğru sözlülerle yalancıların ve sabredenlerle cihad edenlerin kimler olduğunu bilmesi için YÜCE ALLAH’IN insanları deneyip imtihana tâbi tuttuğu belirtilmiştir (meselâ bk. el-Bakara 2/143; Âl i İmrân 3/140–142; el-Kehf 18/12; Muhammed 47/31; el-Mülk 67/2).

Erken dönem Şiî âlimlerinden Hişâm b. Hakem, Mu‘tezile’den Muhammed b. Nu‘mân’ın yanı sıra çağdaş bazı araştırmacılar bu görüştedir (Hayyât, s. 85–86; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 315, 335–336; Mustafa Sabri, s. 14–15).

Fârâbî ile İbn Sînâ da, YÜCE ALLAH’IN sadece küllîleri bildiğini, cüz’îleri ve dolayısıyla tek tek insanların ne yaptığını bilmediğini belirterek buna yakın bir görüş ileri sürmüşlerdir (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 186–187; Fâruk ed-Desûkı, II, 402–403).

b) Yetkin bir varlık olması itibariyle YÜCE ALLAH vuku bulacak her şeyi ezelde bilir, bu da bütün nesne ve olayların ilâhî ilme uygun bir şekilde meydana gelmesini zorunlu kılar; başka bir ifadeyle kulların fiillerinde mecbur olduklarını ve ilâhî ilme aykırı bir eylem yapma irade ve gücüne sahip bulunmadıklarını kanıtlar. Aksi bir telakki YÜCE ALLAH’IN gaybı bilmediği sonucuna götürür, bu ise O’nun yetkin oluşuyla bağdaşmaz. Cebriyye’nin yanı sıra Fahreddin er-Râzî ve Mustafa Sabri gibi Eş‘arî âlimleri bu görüşü savunur (Râgıb el-İsfahânî, el-İ’tikadât, s. 281–282; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ıayb, II, 42–43; Mustafa Sabri, s. 58–59).

c) YÜCE ALLAH bütün nesne ve olayları vuku bulmadan önce ezelî ilmiyle bilir. HZ. KUR’AN’DA belirtildiğine göre Hz. Âdem’in günah işleyeceğini, bu sebeple onu cennetten çıkarıp yeryüzünde halife yapacağını Cenâb ı Hak önceden bilmiş ve bunu meleklere haber vermiştir (el-Bakara 2/30–33). Aklî deliller de bilgisizliğin eksiklik doğurduğunu ve YÜCE ALLAH’A cehil nisbet et-menin mümkün olmadığını ortaya koyar. Ancak YÜCE ALLAH’IN her şeyi önceden bilmesi mükelleflerin fiillerini icbar altında yaptıklarını göstermez. Zira geleceği bilmek geçmişi bilmek gibidir. Geçmişi bilmek gerçekleşmiş olayların vukuu üzerinde etkili olmadığı gibi geleceği bilmek de gerçekleşecek olaylar üzerinde müessir olmaz. Çünkü etki olayı onu gerçekleştiren fâilin irade ve kudretini sarf etmesine bağlıdır (Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 221).
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 09:38 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:27 AM   #8
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

İlâhî ilim kulların irade ve kudretlerini ortadan kaldırmaz, aksine YÜCE ALLAH kulların fiillerini hür irade ve kudretleriyle yapacaklarını bilir. Takdir ilâhî ilme, o da mâlûma tâbi olduğundan bilgiye konu teşkil eden nesne ve olaylar (mâlûm) üzerinde etkide bulunmaz. YÜCE ALLAH hangi sonuçların hangi sebeplere bağlı olduğunu, bunlara kimlerin başvuracağını ve nasıl bir netice elde edeceğini, yani nesne ve olayları sebep ve sonuçlarıyla birlikte ezelde bilir. Kullara ait fiiller ezelde YÜCE ALLAH tarafından bilindiği için bunlar vuku bulsaydı iyi fiil sahiplerinin övülmesi ve kötü fiil yapanların yerilmesi anlamsız kalır, sonuç olarak bu durum adaletle bağdaşmazdı (Kadî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Kur’ân, s. 170–171; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 89–91; Beyâzîzâde, s. 251–252, 280).

Şu halde YÜCE ALLAH ezelde kimin cennete, kimin cehenneme gireceğini bilir. Kulun cennete veya cehenneme girmesi ilâhî ilmin değil iyi veya kötü amel işlemenin sonucudur. Bu sebeple kimse iyi amel işlemeden cennete, kötülük yapmadan da cehenneme girmez (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ıayb, II, 43–45; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 91–92). Mu‘tezilî, Selefî ve Sünnî âlimler bu görüştedir.

HZ. KUR’AN’DA YÜCE ALLAH’IN genel anlamda nesne ve olayları vukuundan önce bildiğine temas edilmekle birlikte bu ilmin gaybî ve bilkuvve bir nitelik taşıdığını, varlık ve olaylar vuku bulduktan sonra aynî ve fiilî hale geldiğini kabul etmek gerekir. Zira YÜCE ALLAH nesne ve olayları ezelde gerçekleşmiş olarak değil gerçekleşecek diye bilir. Nesne ve olaylar vuku bulduktan sonra ise onları vuku bulmuş ve mevcut olarak bilir. Çünkü mevcut olmayan bir şeyi mevcut olarak bilmek imkânsızdır. Buna göre ilâhî ilmin nesne ve olaylarla irtibatı iki türlüdür. Biri YÜCE ALLAH’IN var olacak her şeyin vuku bulacağını ezelde bilmesidir, bu kadîmdir. Diğeri de nesne ve olayların vuku bulmasından sonra onları vuku bulmuş ve mevcut olarak bilmesidir, bu ise hâdistir. İbn Teymiyye ve Reşîd Rızâ gibi Selef âlimleriyle bazı Sünnî kelâmcıları bu görüşü benimser (Hayyât, s. 92; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 338; Siyâlkûtî, s. 25–26; Reşîd Rızâ, II, 9; IV, 148–150).

2. YÜCE ALLAH’IN Nesne ve Olaylara İlişkin İlmini Yazması. Bu konuda da farklı görüşler ileri sürülmüştür.

a) YÜCE ALLAH kâinatı yaratmadan önce kalemi ve levh i mahfûzu yaratmış, vuku bulacak her şeye dair ilmini levh i mahfûza yazmıştır. Ancak bu yazma fiili nesne ve olayların tasvirinden ibarettir. Bu, ‘’Belli bir zamanda ve belli bir yerde şöyle şöyle vuku bulacak’’ tarzında bir tasvir olup ‘’vuku bulsun’’ şeklinde bir hüküm değildir. Dolayısıyla kâinata dair ilâhî ilmin levh i mahfûza yazılması insanları fiillerinde icbar altında bırakmaz. Nitekim insan levh i mahfûzda ne yazıldığını bilmeden kendi hür iradesine göre davranır. Selefiyye, Sünnî kelâmcıları ve İsnâaşeriyye Şîası bu görüştedir (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ıayb, XVI, 85; XXIX, 237; Beyâzîzâde, s. 72, 271–279; Reşîd Rızâ, VII, 471–478).

b) YÜCE ALLAH’IN levh i mahfûza yazdığı olaylar sadece insanların başına gelecek olan felâket ve musibetlerdir. Mükelleflerin fiilleri levh i mahfûza yazılsa bile bu yazıya aykırı fiiller yapabilirler. Eğer levh i mahfûza yazılanlara aykırı davranmak mümkün olmasaydı insanlar önceden haklarında yazılanları yapmaya mecbur kalırdı. Bu aynı zamanda YÜCE ALLAH’IN irade ve kudretini sınırlar ve dilediğini yapan bir varlık olma niteliğini ortadan kaldırır. Mu‘tezile ve Zeydiyye âlimleri bu fikri savunur (Hâdîİlel-hak, II, 38, 113, 214; Kadî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Kur’ân, s. 336). c)

YÜCE ALLAH’IN nesne ve olayları levh i mahfûza yazması, bir melek olan kalemin gerçekleri düşünmesi ve kavradığı anlamları yine bir melek olan levh i mahfûza aktarmasıdır. Bu da İbn Sina’nın görüşüdür (Faruk ed-Desûkı, II, 492–493).

3. YÜCE ALLAH’IN Nesne ve Olayları Dilemesi. İlâhî irade ile nesne ve olaylar arasındaki ilişkiye dair görüşler de farklıdır.

a) YÜCE ALLAH iyi kötü, hayır şer, iman-inkâr, itaat-isyan türünden olan her şeyin vuku bulmasını diler. Dilediği olur, dilemediği olmaz. Olmasını dilemediği halde hükümranlığı altında kötülüğün, inkâr ve isyanın gerçekleşmesi aciz olmasını gerektirir, bu ise muhaldir. Naslarda hiçbir varlık ve olayın ilâhî iradenin kapsamı dışında kalmadığına işaret edilir. İnsanların hak yoldan ayrılmamak için YÜCE ALLAH’TAN yardım istemeleri de ilâhî iradenin enginliğini gösterir. Aslında insan farkına varmadan ilâhî iradeye göre hareket eder. Zira onun karar ve davranışları zihninde bulduğu düşüncelere bağlıdır, bu düşünceleri zihinde yaratan ise YÜCE ALLAH’TIR. Her şeyin ilâhî iradeye tâbi olmadığını iddia etmek YÜCE ALLAH’IN başka iradelere uyduğunu kabul etmek anlamına gelir; bunun da ulûhiyyetle bağdaşmadığı açıktır. Şu halde her şey bir sebep ve hikmete dayanmaksızın ilâhî iradeye bağlıdır. Selefiyye’nin erken devir âlimlerinin yanı sıra Cebriyye ve Eş‘ariyye kelâmcılarının çoğunluğu bu görüştedir (Âcurrî, s. 150–167; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-ıayb, IX, 107; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 254–255).
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 09:58 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:28 AM   #9
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

b) Her şey YÜCE ALLAH’IN iradesine uygun olarak gerçekleşir, ancak ilâhî irade sebepsiz ve hikmetsiz değil aksine yaratıkların tutum ve davranışlarıyla imtihana tâbi tutulmalarına ilişkin sebep ve hikmetlerle irtibatlıdır. YÜCE ALLAH’IN izin vermediği ve dilemediği bir olayın meydana gelmesi imkânsızdır. Bu bağlamda YÜCE ALLAH her insanın mümin olmasını dilememiştir, dileseydi herkes mümin olurdu. Herkesin kendi iradesiyle mümin olmayı dilemediğini bildiğinden İMAN ve İTAAT etmek isteyenin MÜMİN, İNKÂR ve İSYAN etmek isteyenin KÂFİR ve FASIK olmasını dileyip böyle bir düzenleme yapmıştır. Zira insanları dünyada imtihana tâbi tutmak bunu gerektirir.

Şu halde YÜCE ALLAH her şeyi bir hikmetin gereği olarak diler ve takdir eder. Ancak insanların sınırlı bilgileriyle bütün ilâhî hikmetleri kavramaları imkânsızdır. Ayrıca YÜCE ALLAH, insanların inkâr ve isyan etmelerini dinî teşriî iradesiyle değil tekvini iradesiyle diler, yani bunların gerçekleşmesine izin verir. Kullarının iman ve itaatini ise dinî teşriî iradesiyle diler ve bunlardan razı olup müminleri sever, kâfir ve fâsıkları ise sevmez. Selefiyye’nin müteahhirîn devri âlimleriyle Mâtürîdî kelâmcıları ve Râgıb el-İsfahânî bu görüştedir (el-İ’tikadât, s. 265; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 147, 170–172; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 43–48; Beyâzîzâde, s. 71, 268–269; Reşîd Rızâ, II, 477; VIII, 286; IX, 483–484).

c) YÜCE ALLAH sadece iman ve hayır türünden fiillerin vuku bulmasını diler, inkâr ve isyan türünden olan şer fiilleri çirkin görüp dilemez. Zira YÜCE ALLAH İMAN ve HAYRI emredip buna uyanları cennetle mükâfatlandıracağını, inkârı ve isyanı yasaklayıp bu yasağı ihlâl edenleri cehennemle cezalandıracağını haber vermiştir. Aklî deliller emrettiklerinin vukuunu dilemesini, yasakladıklarının da gerçekleşmesini dilememesini gerektirir. Yasakladığı bir şeyin vukuunu dileyip bunun gerçekleşmesine aracılık yapanları cezalandırması makul değildir.
Naslar YÜCE ALLAH’IN kullarına zulmetmeyi dilemediğini ve kötülükleri çirkin gördüğünü, insana isabet eden kötülüğün kendi irade ve fiillerinden kaynaklandığını açıkça beyan etmiştir.

YÜCE ALLAH’IN mâsiyetleri önce çirkin görüp sonra vuku bulmasını dilemesi bir çelişkidir ve YÜCE ALLAH hakkında muhaldir. Naslarda müşriklerin, YÜCE ALLAH’IN dilemesinin bir sonucu olarak şirk koştuklarına dair iddiaları reddedilmiş ve bunun gerçek bilgiye dayanmayan bir zandan ibaret olduğu belirtilmiş, YÜCE ALLAH’IN dilemesi halinde insanları zorla iman ettirebileceği, fakat bunu dilemeyip iradeleriyle inanmalarını istediği vurgulanmıştır.

Dünya hayatındaki uygulamalar da bunu teyit edici mahiyettedir. Nitekim dinî konularda ilâhî iradeyi mazeret gösterenler dünyevî konularda işlerini ilâhî iradeye havale etmezler, aksine kendi iradeleriyle karar verip gerçekleştirmek için âzami gayret sarfederler. Her şeyin YÜCE ALLAH’TAN olduğunu belirten naslar kadercilerce yanlış yorumlanmıştır. İlgili âyette kastedilen, insanların dinen sorumlu oldukları fiiller değil rızık, mal, hastalık gibi maddî anlamdaki iyilik veya kötülüklerdir (Kadî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-hamse, s. 459-476; a.mlf., Fazlü’l-i’tizâl, s. 217-223). Mu‘tezile ve Zeydiyye âlimleriyle bazı çağdaş araştırmacılar bu görüşü benimser.

4. YÜCE ALLAH’IN Nesne ve Olayları Yaratması. Bu hususta da farklı görüşler ileri sürülmüştür.

a) Bütün varlık ve olaylar doğrudan doğruya YÜCE ALLAH tarafından yaratılır, buna iman, inkâr, itaat, isyan, hidayet-dalâlet gibi fiiller de dâhildir. Çünkü naslar YÜCE ALLAH’IN her şeyin yaratıcısı olduğunu açıklamaktadır. Bu yaratıcılık beşerî fiilleri kapsamazsa insanın da yaratıcı olduğunu kabul etmek gerekir, bu ise YÜCE ALLAH’A ortak tanımaktır. İnsanın kendi fiillerinin oluşumuna dair ayrıntıları bilmeyişi ve dilediği her fiili gerçekleştiremeyişi bunların doğrudan doğruya YÜCE ALLAH tarafından yaratıldığını gösterir (Eş‘arî, s. 101–109; Mâtürîdî, s. 225–235; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 269–270). Cebriyye’nin yanı sıra Eş‘ariyye, Mâtürîdiyye ve Selefiyye âlimlerinin çoğunluğu bu görüşü benimsemiştir.

Ancak bu âlimlerin hepsi insanın fiillerindeki rolü konusunda aynı fikirde değildir. Cebri benimseyen âlimlere göre YÜCE ALLAH insanı kâfir veya mümin olarak dünyaya getirir, dolayısıyla fiillerinin meydana gelişinde kulun hiçbir etkisi yoktur, bununla birlikte fiillere konu olduğundan sorumludur (Âcurrî, s. 150–151; Şa‘rânî, I, 140–141).
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 10:21 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 6. October 2008, 08:29 AM   #10
EVVAB_İNSAN
Uzman Üye
 
EVVAB_İNSAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 220
Tesekkür: 35
42 Mesajina 53 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
EVVAB_İNSAN is on a distinguished road
Standart

Selefiyye âlimleriyle Eş‘ariyye ve Mâtürîdiyye kelâmcılarına göre insanlara ait fiillerin aslını yaratan YÜCE ALLAH’TIR, ancak irade ve kudretiyle fiillere vasıf kazandıran insandır (İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 49). Eş‘arîler, insanı fâil değil sadece hâdis irade ve kudretiyle fiili kesbeden bir unsur olarak kabul ederken Mâtürîdîler, onun hem kâsib hem de fâil olduğu ve fiilin meydana gelmesine tesir eden cüz’î iradesinin YÜCE ALLAH tarafından yaratılmadığı görüşündedir (Teftâzânî, Şerhu’l-’Aka’id, s. 56; Mustafa Sabri, s. 56–57).

b) İnsanın sorumlu olduğu fiiller hariç bütün varlık ve olaylar YÜCE ALLAH tarafından yaratılmıştır, sorumlu olduğu fiilleri yaratan ise kendisidir. YÜCE ALLAH mükellefi kâfir veya mümin olarak yaratmadığı gibi onun iman ve itaatinin yanı sıra inkâr ve isyanını da yaratmaz, kâfirleri saptırmaz, müminleri fiilen hidayete ulaştırmaz. Buna karşılık dinini insanlara akıl ve vahiy delilleriyle açıkladıktan sonra iman edenlerin mümin, küfrü seçenlerin kâfir olduğuna ilişkin alâmetler koyarak kalplerini işaretler, insanların kâfir ve mümin olmalarını engellemez (Kadî Abdülcebbâr, Müteşâbihü’l-Kur’ân, s. 54, 349–350, 611).

Naslarda iradî fiiller YÜCE ALLAH’A değil insanlara nisbet edilmiş, kişinin YÜCE ALLAH tarafından yaratılan irade ve kudrete sahip kılındığı belirtilmiş, yaptığı fiillerden sorumlu tutulacağı ve YÜCE ALLAH’IN kullarına zulmetmediği açıklanmıştır. İnsanın istediği fiilleri yapabilmesi ve bunu tecrübe ile bilmesi, fiillerinin fâili kabul edilerek hukuken cezalandırılması gibi hususlar onun fiillerini kendisinin yarattığını gösteren aklî delilleri oluşturur. Mu‘tezile ve Şîa kelâmcılarının çoğunluğu bu görüştedir (Kadî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-hamse, s. 336-337, 372-373; a.mlf., Müteşâbihü’l-Kur’ân, s. 104-109, 515, 781-782).

c) Mükellefin sorumlu tutulduğu fiiller YÜCE ALLAH’IN doğrudan doğruya değil dolaylı olarak yaratmasının kapsamına girer. Çünkü YÜCE ALLAH insanı, değişik alternatifleri bulunan fiillerden dilediğini seçip yapabilecek şekilde yaratmış ve beşerî fiilleri yönetimini kendilerine verdiği irade ve kudret vasıtasıyla yaratmıştır. YÜCE ALLAH kâinatın yaratılışı ve işleyişiyle ilgili olarak tabiat kanunları koyduğu gibi beşerin tutum ve davranışlarına dair sebep-sonuç ilişkisine dayanan düzenlemeler yapmıştır. İnsan için dilediği fiili yapmasını sağlayan irade ve kudreti yaratarak onu fâil kılmış, böylece insana ait fiillerin de dolaylı yaratıcısı olmuştur.

Çünkü insana ait fiillerin sebebi olan irade ve kudreti yaratmak, bu sebeplerin sonucu olarak meydana gelen fiillerin de dolaylı bir yaratıcısı olmak anlamına gelir. Cüveynî gibi bazı Eş‘arî kelâmcıları ile İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, Muhammed Abduh, M. Reşîd Rızâ gibi Selefî ve bazı Şiî âlimleri bu fikirdedir (Râgıb el-İsfahânî, el-İ’tikadât, s. 252–259; Cüveynî, s. 42–60; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 91, 268–271; Reşîd Rızâ, VIII, 100–101, 371–372).

Kader ve kazâ ile ilgili meselelerden bir diğeri kader ve kazânın değişip değişmeyeceği hususudur. Bu konudaki görüşler de şöylece sıralanabilir:

1. YÜCE ALLAH’IN zâtî ilminden ibaret olan kader değişmez, fiilî ilminden ibaret olan kader ise değişebilir, bu da levh i mahfûzda veya meleklerin ellerinde bulunan sayfalarda insanların işledikleri amellere göre vuku bulan değişikliktir. Meselâ insan kâfirken iman etmek ve iyi amel işlemek suretiyle kaderini değiştirebilir. Nitekim nasların belirttiğine göre Yûnus nebiullahın kavmi iman edince dünyada zillet azabından kurtulmuş, müminken ilâhî nimetleri inkâr edenler açlığa mahkûm edilmiş, akrabalarına iyilik edenlere uzun ömür vaad edilmiş, tedavi gören hastaların iyileşeceklerine dikkat çekilmiştir (Ca‘fer Sübhânî, I, 569–585).

Bundan dolayı varlık alanına çıkma imkânından ibaret olan kader kazaya dönüşmedikçe değişebilir. Zira bir şeyin varlık alanına çıkması için sadece planlanması yeterli olmayıp gerekli şart ve sebeplere başvurulması lâzımdır. İnsanın mümin veya kâfir olması mümkündür. Kişi iman ederse mümin olur ve kader kazaya dönüşmek suretiyle kesinleşir. Aksi de bunun gibidir. Bu süreç ölene kadar devam eder. Râgıb el-İsfahânî ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi Sünnî âlimleriyle Şiî âlimleri bu görüşü benimser (el-İ’tikadât, s. 267–268; Şifâ’ü’l-’alîl, s. 90–91).

2. Esasını ilâhî ilim teşkil ettiğinden kader değişmez. Naslarda geçen ‘’mahv ve isbat’’ (er-Ra‘d 13/39) yoluyla değişikliğe uğrayan şey kazâdır. Kazâ da herhangi bir şart ve sebebe bağlı olmayan ‘’kazâ i mübrem’’ ile şart ve sebebe bağlı kılınan ‘’kazâ i muallâk’’ olmak üzere iki çeşittir. ‘’Falan şöyle olsun’’ tarzında kesin olarak verilmiş bir hükmü ifade eden kaza i mübrem değişmez. Ancak şart ve sebebe bağlanan kaza i muallâk bunlara paralel olarak değişebilir. Tehânevî, Kâmil Miras gibi âlimlerin görüşleri bu şekildedir (Keşşâf, II, 1324–1325; Tecrid Tercemesi, XII, 222).
__________________
Gerçekler Bizi Özgür Kılar...

Konu EVVAB_İNSAN tarafından (29. October 2008 Saat 10:33 AM ) değiştirilmiştir.
EVVAB_İNSAN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
kader, kaza


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 09:11 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam