hanifler.com Kuran odaklı dindarlık

hanifler.com Kuran odaklı dindarlık (http://www.hanifler.com/index.php)
-   Oruç (http://www.hanifler.com/forumdisplay.php?f=237)
-   -   Kur'an'da Oruç - Hakkı YILMAZ (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=3382)

merdem 15. July 2013 07:51 AM

[QUOTE=Hasan Akçay;18181][U]Kamerî yil[/U]in ramazâni [U]semsî yil[/U]a göre 11 gün erken geliyor. Ve bu erken gelmeler zincirleme üst üste bindigi için oruç vakti bi ilk bahar oluyor, bi yaz, bi son bahar, bi kis. Bununla ilgili ben sorabilir miyim.

Hz Muhammed ramazânin geldigini nerden biliyordu?

Islam takvimi Hz Peygamber ahrete göçtükten sonra yapildi. O halde Saatli Maarif Takvimi gibi bir duvar takvimi yoktu onun; gazetesi yoktu; radyosu yoktu, televizyonu yoktu.

SeHR denen dolunayin görünmesinden anliyor idiyse o görünenin SeHRU Ramazân oldugunu nerden biliyordu? Daha da önemlisi, o dolunay her yil 11 gün erken mi doguyordu? Nasil yani?[/QUOTE]


Hasan Kardesim, ben de bir takim sorular yönelteyim:

Nüfus cüzdanimiza dogustan yazilmis olan, ailemizden, sagdan soldan, hocalardan, ilmihallerden ve de külliyatlardan ögrenmis oldugumuz din ne dinidir?

80 sene evveli olanlardan kesin olarak bir fikrimiz dahi yokken, Atatürk'ün dogum tarihini dahi bilemezken, ki kendisi de bilmiyordu ki bizim haberimiz olsun, asirlar evveli uygulanan Allah'in Son Elcisi ile Teblig edilen Din nerede kaldi?

Tarih yalan söyleyip duruyor her zamanki gibi, elle tutulur tek delil gözle görülür kalintilardan ibaret.

Bizleri ateistlere, Yahudilere, Hiristiyanlara neden yem ettiler?

Sadece Kur'an'i önder alarak, icindekileri uygulayarak, öngörülen Atamiz Ibrahim'in dinini yasayacak olursam hata mi etmis olurum?

Selam ve Dua ile.

Hasan Akçay 15. July 2013 08:03 AM

Aklimin erdigi kadar cevap vereyim:

"...ailemizden, sagdan soldan, hocalardan, ilmihallerden ve de külliyatlardan ögrenmis oldugumuz din ne dinidir?" Atalar dini.

"...Allah'in Son Elcisi ile Teblig edilen Din nerede kaldi?" Kur'ân'da.

"Sadece Kur'an'i önder alarak, icindekileri uygulayarak, öngörülen Atamiz Ibrahim'in dinini yasayacak olursam hata mi etmis olurum?" Elbette hata etmis olmazsiniz.

bartsimpson 15. July 2013 01:45 PM

[QUOTE=Hasan Akçay;18181][U]Kamerî yil[/U]in ramazâni [U]semsî yil[/U]a göre 11 gün erken geliyor. Ve bu erken gelmeler zincirleme üst üste bindigi için oruç vakti bi ilk bahar oluyor, bi yaz, bi son bahar, bi kis. Bununla ilgili ben sorabilir miyim.

Hz Muhammed ramazânin geldigini nerden biliyordu?

Islam takvimi Hz Peygamber ahrete göçtükten sonra yapildi. O halde Saatli Maarif Takvimi gibi bir duvar takvimi yoktu onun; gazetesi yoktu; radyosu yoktu, televizyonu yoktu.

SeHR denen dolunayin görünmesinden anliyor idiyse o görünenin SeHRU Ramazân oldugunu nerden biliyordu? Daha da önemlisi, o dolunay her yil 11 gün erken mi doguyordu? Nasil yani?[/QUOTE]

E söylesene be muhterem... çatlatma adamı...

Kaç posttur öğrenmeye çalışıyorum...

Vallahi karşındakini kıvrandırmaktan sadist bir zevk aldığını zannetmeye başlayacağım...

ORHAN VELİ 16. July 2013 10:53 AM

Yaşam kitabından; dünyada bir milyarı geçkin insan aç yani ekmek,temizsu,yiyecek bulamıyor.Ve tefsirciler,hadisciler,kuranı sözde anlayıp bize sunanlar kainat kitabında oruç tutun sevap kazanın diyorlar nasıl bir çelişkidir bu.1milyar insanın yarısından fazlası müslüman ülkelerde yaşıyor.Adam aç aç ama sen kalkıyorsun Allah diyorki diyorsun belli vakitlerde oruç tutki sevap kazanasın.Hadi o aç insana sahur yaptır,iftar yaptırın, ya Allah aşkına o insanlar su bulamıyorlar su.Biz kalkmışısız abdesti,gusülu vs ufak tefek kıl gındap işleri tartışıyoruz arkadaşlar.O insanlar doymadıkça bizlere oruç abdest ve namaz haram haram. Bu böyle biline; Kainatın,
hayatın ve insan kitabı bunu yazıyor.

Hasan Akçay 17. July 2013 05:11 AM

[COLOR="Blue"]Sadece yazami denk geliyor ramazan?[/COLOR]

Kesinlikle. Çünkü fiilî sünnetullah bu. Bakin, dogan günes nasil gündüz aydinliginin habercisi ise dogan SeHRu Ramazân da yaz sicaginin habercisidir. Ramazân [B]sicak[/B] demek.

Nasıl hiç kimse günesin kusluk vakti ya da ögleyin ya da ikindi vakti ya da aksamleyin dogmasini saglayamazsa SeHRu Ramazânın da ilk baharda ya da son baharda ya da kisin dogmasini saglayamaz. Sünnetullah degismez, degistirilemez.

Bilindigi üzere 21 Haziran yaz dönencesidir, yilin en uzun gündüzü. Herkes yasar onu; simdi ve 1 400 küsur yıl önce... o yüzden herkes bilir.

Yaz dönencesinin geldigini bilmek için duvar takvimine, radyoya, televizyona, gazeteye ihtiyaç yok.

SeHRu Ramazân iste o herkesin bildiği yaz dönencesini izleyen 0-30 gün içinde dogar; yazin ilk ayi olan 21 Hazirana endekslidir, vakten sabittir.

Gökyüzündeki bütün hilaller, çeyrekaylar, dolunaylar... kamerî yil denen sanal vaktin hilallerine inat, vakten sabittir. Orucun vaktini belirlemek için Ramazan hilali zannettikleri hilali görmeye çalisanlar fena halde enayi yerine konuyorlar.

Saatinizi durdurun. O saat artik nasil 12 saatte yalnizca bir kere dogru vakti gösterirse yanlis kurguladiginiz hilal de yillar yillar süren bir dönemde yalnizca bir kere gerçek SeHRu Ramazani haber verir.

Hasan Akçay 17. July 2013 05:44 AM

Asagidaki tabloda 5 "iddet es-suhur"a ait dolunaylarin hangi tarihlerde dogdugu görülüyor.

Görüldügü üzere her iddetin basindaki 4 ay [COLOR="Red"]haram[/COLOR]dir ve haram ayların ilki SeHRU Ramazan. Örneğin 1. iddete ait haram aylarin dolunaylari 7 Temmuzda, 6 Agustosta, 4 Eylulde, 4 Ekimde dogmus.

(Oc: Ocak, Su:Subat, Mar:Mart, Ni:Nisan, May:Mayis, Ha:Haziran, Te:Temmuz, Ag:Agustos…)

1.[COLOR="red"]7Te 2009-6Ag-4Ey-4Ek[/COLOR]-2Ka-2Ar-31Ar-30 Oc 2010-28Su-30Mar-28Ni-27May
2.[COLOR="red"]26Ha 2010-26Te-24Ag-[U]23Ey[/U][/COLOR]-23Ek-21Ka-21Ar-19 Oc 2011-18Su-19Mar-18Ni-17May-[COLOR="DarkGreen"]15Ha[/COLOR]
3.[COLOR="Red"]15Te 2011-13Ag-12Ey-12Ek[/COLOR]-10Ka-10Ar-9 Oc 2012-7Su-8Mar-6Ni-6May-4Ha
4.[COLOR="red"]3Te 2012-2Ağ-31Ag-30Ey[/COLOR]-29Ek-28Ka-28Ar-27 Oc 2013-25Su-27Mar-25Ni-25May
5.[COLOR="red"]23Ha 2013-22Te-21Ag-19Ey[/COLOR]-18Ek-17Ka-17Ar-16Oc 2014-14Su-16Mar-15Ni-14May-[COLOR="DarkGreen"]13Ha[/COLOR]

1. iddet 12 aya sahip. SeHRu Ramazan 7 Temmuz 2009 aksmi dogmus.
2. iddette 13 ay var. SeHRu Ramazan 26 Haziran aksami dogmus.
3. iddette 12 ay var. SeHRu Ramazan 15 Temmuz aksami dogmus.
4. iddette 12 ay var. SeHRu Ramazan 3 Temmuz aksami dogmus.
5. iddette 13 ay var. SeHRu Ramazan 23 Haziran aksami dogmus.

Gökteki bütün aylar vakten sabit. Hiç birinin bir önceki yildan 11 gün erken geldigi filan yok. Örnegin SeHRu Ramazanin vakti daima 21 Haziran-21 Temmuz arasi. Daima yazin basi. Daima.

Birinci iddeti
alalim:

1.[COLOR="red"]7Te 2009-6Ag-4Ey-4Ek[/COLOR]-2Ka-2Ar-31Ar-30 Oc 2010-28Su-30Mar-28Ni-27May

Simdi bunun sonundaki 27 Mayis dolunayini
bir sonraki iddete devredelim:

[COLOR="Red"]7Te 2009-6Ağ-4Ey-4Ek[/COLOR]-2Ka-2Ar-31Ar-30 Oc 2010-28Şu-30Mar-28Ni
-[COLOR="Red"]27 May[/COLOR]-…

Tevbe 37'de lanetlenen [B]nesî[/B] işte bu. Iddetteki aylarin sayisi 11’e düstü ve iddet, iddet olmaktan çikti. Çünkü Allah’ın hükmü (Tevbe 36): aylarin iddeti 12 aydir. Yani 11 ay bir iddet etmez; en az 12 olacak.

Sonuç? 27 Mayis haram ay oldu. Oysa Allah haram kilmamistir onu. Allah'in helal kildigini haram ilan ettik. Ve nesî küfrü zincirleme devam eder:

[COLOR="red"]7Te 2009-6Ağ-4Ey-4Ek[/COLOR]-2Ka-2Ar-31Ar-30 Oc 2010-28Şu-30Mar-28Ni
-[COLOR="red"]27May[/COLOR]-[COLOR="red"]26Ha 2010-26Te-24Ağ-[/COLOR][U]23Ey[/U]-23Ek-21Ka-21Ar-19 Oc 2011-18Şu-19Mar-18Ni
-[COLOR="red"]17May[/COLOR]-[COLOR="red"]15Ha[/COLOR]

Sonuç? Ikinci iddetin Allah tarafindan haram kilinan dördüncü haram ayini (23 Ey) helal ilan ettik. Allah’in o ayda haram kildigi isleri yapabiliriz artik. Pasa gönlümüzün istedigini kitabina uydurduk.

Tabii bu, "nesî"nin yalnızca BIR uygulaması. Baska uygulamalari da var. [COLOR="DarkGreen"]13 ay[/COLOR]li bir iddetin son ayini bir sonraki iddete devretmek te haram aylari helal göstermenin hin oglu hince bir yolu.

Örnegin avlanma yasagi (Mâide 2, Mâide 95):

Size helal iken avlanin.
Size haram iken av hayvani öldürmeyin.

Harami helal göstermek için nesî uygulamak cahiliye Araplarinin yaptigi bir zulümdü. Ama onlar bunu bir yil yapar bir yil yapmazdi, islerine geldigi gibi.

Kamerî yilcilar ise 13 ayli iddetleri budayip 12 ayli kamerî yil yaparak nesî küfrünü otomatige bagladilar, iddet baska bir sey, yil bambaska oldugu halde...

Allah'in gökleri ve yeri yaratirken kurdugu düzene fesat soktular.

bartsimpson 17. July 2013 02:33 PM

Bir yerde okudum aklıma takıldı?

[COLOR="Red"]Ramazan orucuyla ilgili

1-Tüm toplumlara tüm insanlığa ve tüm zamanlara farz olan bir ibadetin gün sayısı neden belirtilmemiş ?

Belirli günler ifadesi muhatap olanlar tarafından bilinen belirlenmiş gün anlamı taşır.

2-Gün ağarmasından geceye kadar yapılacak savm ibadeti bu zaman periyotunun oluşmadığı coğrafik bölgelerde geçerliliğini yitiriyor

Dinde çelişki olmaz çelişki oluşan bir durum var ise anlayışımızı gözden geçirmemiz gerekir.

Kutupta yada uzayda yaşayana zamanın oluşmamasından dolayı yaptıramadığınız bir ibadet tüm toplumlara ve tüm inasanlığa farzdır diyemezsiniz..."[/COLOR]

ve birde sorulan bir soruya verilen cevap :)

[COLOR="black"][COLOR="Red"]Soru : Akşam ile gece ayrı ayrı vakitler midir? Ayrı ise orucu geceye kadar tamamlamak gerekmiyor mu? Aynı ise ayette niye akşam değil de gece geçiyor. İftar vaktinde güneş kaç derecede olmalı.

Bu sorularımı cevaplamak zahmetine katlanan arkadaşlardan Allah razı olsun. Selâm ve dua ile...

Cevap : Geceye kadar" demek, gecenin girişine kadar demektir. Gecenin girişi de akşam iledir. Güneş batınca akşam olur, akşam olunca da geceye girilmiş olur.

Sevgili kardeşim, ne diye kafaya takarsın, zamanlama o kadar önemli midir? Gece olmuş gündüz olmuş, güneş batmış batmamış, hilal görünmüş görünmemiş ne fark edecek, Allah için ne önemi vardır bunun? Bu o günkü Mekke ve çevresindeki Arapların çalışma takvimidir; Sabah erkenden işe başlanır akşama karanlığa kalmadan dönülürdü. Halen de memleketimizde birçok sektör personelini 12 saat çalıştırıyor. Köylümüz halen de çiftine, bahçesine, tarlasına sabah erkenden çalışmaya gider ve akşama evine döner. Tutma mecburiyeti varsa şayet, orucun süresi 12 saati geçmemelidir. Ekvator bölgesinde gündüz ortalama 12 saattir. Ne diye güneşe kafayı takarlar? Haşa, Allah'ın güneşten gözleri mi kamaşıyor? Hristiyanlar gündüz 12-gece 12 oruç tutarlar. İnsanlar kendileri için uygun olan takvimi kendileri yaparlar ve uygularlar. Allah insanlar için takvim yapmaz; şu vakitte kalkacak, şu vakitte yatacak, şu vakitte çalışacak, şu vakitte dinlenecek, şu vakitte yemek yiyecek, şu vakitte seyahat edecek, şu vakitte namaz kılacak, şu vakitte oruç tutacaksın vs. takvimler, imsakiyeler hazırlamaz Allah. Allah yukardan bakarken dünyanın yuvarlak olduğunu görmüyor mu, ne diye güneşe aya kafayı taksın? Madem ferden ferda yapıyorsun; namaz mı kılacaksın istediğin vakitte kılarsın, oruç mu tutacaksın istediğin gün ve zaman diliminde tutarsın... Allah randevu vermez, sen ne zaman müsaitsen O müsaittir. :))[/COLOR][/COLOR]

merdem 17. July 2013 02:43 PM

[QUOTE=ORHAN VELİ;18194]Yaşam kitabından; dünyada bir milyarı geçkin insan aç yani ekmek,temizsu,yiyecek bulamıyor.Ve tefsirciler,hadisciler,kuranı sözde anlayıp bize sunanlar kainat kitabında oruç tutun sevap kazanın diyorlar nasıl bir çelişkidir bu.1milyar insanın yarısından fazlası müslüman ülkelerde yaşıyor.Adam aç aç ama sen kalkıyorsun Allah diyorki diyorsun belli vakitlerde oruç tutki sevap kazanasın.Hadi o aç insana sahur yaptır,iftar yaptırın, ya Allah aşkına o insanlar su bulamıyorlar su.Biz kalkmışısız abdesti,gusülu vs ufak tefek kıl gındap işleri tartışıyoruz arkadaşlar.O insanlar doymadıkça bizlere oruç abdest ve namaz haram haram. Bu böyle biline; Kainatın,
hayatın ve insan kitabı bunu yazıyor.[/QUOTE]

Neyin Haram olup olmadigini Rabbimiz Kur'an'da acikca bildirmistir.

Iman ettim diyen her mümin üstüne düsen vazifeyi yerine getiriyorsa, orucunu da tutar, abdestini alir, namazini da kilar Yüce Allah'in buyurdugu sekilde.

Dünyada acliklar ölen var diye greve mi girecegiz ibadetlerimizde?

Yoksa aclar doyana kada kimse oruc tutmayacak, abdest alip namaz kilmayacakmi?

Sen, ben, o elimizden geleni yaptigimiz halde aclar azalacagina cogaliyorsa senin benim onun kabahati degil herhalde.

Yardim elini uzatmaktan aciz olanlar düsünsün. Fakiri fukarayi yetimi öksüzü dulu yasliyi hastayi yolcuyu gözetmeyenler düsünsün Din Günü nasil hesap vereceklerini.

Yeryüzünde aclik devam ettigi müddetce oldu olacak dualarimizdan da elimizi cekseydik.

Olmaz Kardesim, ibadet bir bütünlük icinde olmalidir. Oruc tutan fidyesini versin tutmayan vermesin diye de birbirlerini kandirmasinlar.

Akli basinda olgun bir mümin her zaman icin aclari ve her türlü yardima ihtiyaci olanlari gözetmelidir, sadece Ramazan ayi dedikleri bir kac günde degil.

Aksamdan aksama ziyafet cekip te senede bir gün bir aca bir ögün yemek vermekle isler tamamlanmis olsaydi, elin gavuru da ererdi muradina. Onlar hic olmazsa senenin her gününde aktifler.

Hasan Akçay 17. July 2013 11:46 PM

Ramazan neden 11 gün erken geliyor?

11 gün erken gelme, "dolunaylarin iddeti"nde yok. Çünkü o, Allah’in düzenlemesidir; kusursuzdur.
11 gün erken gelme, "kamerî yil"da oluyor. Çünkü o, kamerî yilcilarin kurgulamasidir; kusurludur.

Bi daha: Kamerî yil onu Islam takvimine yamayanlarin kurgusudur; sanaldir; gerçekte öyle bir yil yok.

Karsilastirmali
dolunay tarihleri

Bkz 1. [url]http://www.timeanddate.com/calendar/moonphases.html?year=2009&n=0[/url]
Bkz 2. [url]http://www.islamicfinder.org/dateConversion.php?mode=ger-hij&day=14&month=8&year=622&date_result=1[/url]

[U]----------Iddet[/U] --- [U]Kamerî yil[/U]

2009 --- 07 Tem --- 04 Eyl ---------- (14 Ramazan 1430)
2010 --- 26 Haz --- 24 Agu ---------- (14 Ramazan 1431)
[COLOR="DarkGreen"][B]2011[/B][/COLOR] --- 15 Tem -- 13 Agu ---------- (14 Ramazan 1432)
2012 --- 03 Tem --- 02 Agu ---------- (14 Ramazan 1433)
2013 -- 23 Haz ---- 22 Tem ---------- (14 Ramazan 1434)
[COLOR="darkgreen"][B]2014[/B][/COLOR] -- [COLOR="red"]12 Tem[/COLOR] --- [COLOR="red"]12 Tem[/COLOR] ---------- (14 Ramazan 1435)
2015 --- [COLOR="red"]02 Tem[/COLOR] --- [COLOR="red"]02 Tem[/COLOR] --------- (14 Ramazan 1436)
[COLOR="darkgreen"][B]2016[/B][/COLOR] ---19 Tem ----20 Haz ---------- (14 Ramazan 1437)
2017 --- 09 Tem --- 09 Haz ---------- (14 Ramazan 1438)
2018 --- 28 Haz --- 29 May ---------- (14 Ramazan 1439)

[COLOR="darkgreen"][B]2019[/B][/COLOR] --- 16 Tem -- 18 May ---------- (14 Ramazan 1440)
2020 --- 05 Tem --- 07 May ---------- (14 Ramazan 1441)
2021 --- 24 Haz ---- 27 Ni ------------ (14 Ramazan 1442)


Dolunay tarihleri 2014'te [COLOR="Red"]örtüsüyor[/COLOR]. Tipki duran bir saatin ve çalisan bir saatin gösterdigi vakitler 12 saatte bir nasil örtüsürse. Örtüsme 2015'te de oluyor çünkü 21 Haz-21 Tem arasinda yeterli vakit var.

Ondan sonra…

Iddetin ramazan dolunayi 21 Haz-21 Tem arasinda dogmayi sürdürüyor çünkü [COLOR="darkgreen"][B]13. ay[/B][/COLOR] devreye girip vakti [B]mevsim baglaminda[/B] sabitliyor. Allah’in gökleri ve yeri yarattigi gün (9:36) yaptigi düzenleme bu.

Kamerî yilin ramazan dolunayi ise semsî yildan sürekli 11 gün erken geliyor çünkü kamerî yilcilar, YIL 12 DOLUNAYDAN MEYDANA GELSIN DIYE, 13. dolunayi dislayip "nesî"yi otomatige baglamislar.

bartsimpson 18. July 2013 09:46 AM

Sayın Hasan Akçay o halde şimdiye kadar tutuğumuz ramazan oruçlarının günler ve tutacaklarımız iddet dahilinde olmayanlar hariç yanlış oldu öyle mi?

yani 14 yaşından ber oruç tutarım diyanet takvimine göre hepsi yanlış mı oldu bunlara kaza mı gerekiyor hep.

hepsi bir yana da tüm islam alemi bu derece yanılmışsa vay hallerine vay

ORHAN VELİ 19. July 2013 11:07 AM

Namazdan abdestten önce o insanlar neden aç bırakılmış onu düşünecek sonra onların yaşamlarını düzeltebilecek,sorunlarını düzeltmek için tartışmalar(hac) yapılacak.Bütün insanlık o açları doyurmak için desteklerini(Salat) verecek bunu yapmak için infak edecekler o sorunu çözecekler bu hem iyi bir amel hemde salihatı işlemek hemde Allahı anmaktır.Taşa,kayaya,puta yönelerek namaz kılmak değildir.Bu Allahı anmak değildir.Asıl amel ibadet ve namaz(salat) yukarıdaki sorunları çözmektir.

merdem 19. July 2013 06:01 PM

Hasan kardesim,

[COLOR="Blue"]Tipki örnegin Muhammed nebinin dogum günü gibi. 20 Nisan 571. Bu "kutlu dogum" günü[/COLOR]

yazmissiniz, rivayetlere bakilacak olursa halife Ömer Son Elcinin dogum gününü kesin olarak bilemediginden müslümanlarin takviminde hicretin tarihini almis baslangic olarak.

Bu dogum günü nereden cikti tam olarak? Ulema birligi ilemi karar mi verilmis nedir bu ? Yoksa hicri takvimi de gönüllere göre mi ayarlamislar zamaninda?

merdem 19. July 2013 06:37 PM

Bu nu [url]http://gercek-islam.com/forum/index.php?topic=23.15[/url] da yakaladim:


[B]2:183 Ey güvenen/güven sağlayan kişiler; Siyam, takva sahibi olabilesiniz/kendinizle kötülükler arasına engel koyabilesiniz diye, sizden evvelkilere yazıldığı gibi, size de yazıldı.
[/B]
Siyam’ın amacı insanları takva sahibi yapmak. Onlara, kendileri ile kötülükler arasına engel koyabilme yeteneği vermek. Yani onları eğitmek, yapılandırmak ve disipline etmek.


[B]2:184 Sayılı günlerde "o nedenle sizden her kim hasta olursa veyahut yolculuk üzere olursa diğer günlerden sayısıncadır. Ona/yoksulu yedirmeye gücü yetenler/takati olanlar üzerine ise bir yoksulun yiyeceği fidye vardır. Ve kim gönüllü hayır/iyilik yaparsa bu kendisi için çok hayırlıdır/iyiydir. Ve eğer bilirseniz siyam sizin için hayırlıdır.
[/B]

Siyam kişiyi takva sahibi yaparak kötülüklerden korur dolayısıyla kişi için hayırlıdır.
Siyam sayılı günlerde yapılır.
Siyam yapan kişi gücü yeterli ise bir yoksulu doyurur.
Kişi hasta veya yolculukta ise siyamı başka günlerde yapar.
Gönüllü iyilik yapanlar bu iyiykleri kendilerine iyilik getirir.

Takva sahibi olabilmenin tek yolu kuranda bizlere verilen ilkeleri öğrenip uygulamaktır. Nefsin zekatını/gelişip serpilmesini sağlamak nefse ilham edilmiş olan fucuru bastırıp takvayı üste çıkarmaktır. Bu da ancak aç kalmakla değil sıkı bir eğitime tabi olmakla mümkündür. O yüzden sıyam süresince yoksullar diğer kişiler tarafından doyurulacak.

[B]2:185 Kur'an, insanoğluna bir rehber, bu rehberliğin apaçık bir delili ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölçü olarak ÜZÜNTÜNÜN – DERDIN – ACNIN – IZDIRABIN – FELÂKETIN – SIKINTININ – TEHLİKENİN – ENDİŞENİN – KAYGININ – HUZURSUZLUĞUN – RAHATSIZLIĞIN – (RAMAZIN) BELLİ – AŞİKÂR – APAÇIK - HERKESE AÇIK - ALENİ (ŞEHR) olduğunda indirilmiştir Dolayısıyla içinizden herkim bu apaçık duruma şahit olursa onu savm etsin. Kim de hasta veya yolculukta ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Ve (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir.[/B]

Takva sahibi olabilmek ve kendini kötülüklerden koruyabilme yeteneğini elde edebilmek için doğruyu yanlıştan ayıran ölcütü öğrenmek tüm insanlara yolgösterici delilleri kavrayabilmek gerekir. Bu da işi gücü bırakıp belli ve sayılı günlerde yapılacak yoğun bir çalışmayla olur. (Yemeyi içmeyi bırakarak değil) İşini gücünü bırakıp siyama katılan yoksulları da doyurarak.


Dolayısıyla bizleri takva sahibi yapacak olan siyamı/yapılanma ve disipline olma çalışmasını gerekli hallerde ve gerektiği kadar yaparız. Takva sahibi olmak için gelecek senenin RAMAZAN diye adlandırılmış bir ayını beklemek mecburiyetinde değilim.

Yaşamımızda herhangi bir felaket veya kötü durumla (Ramaz) karşılaştığımızda bu kötü durumu en az zararla başımızdan savmak (savm etmek/ondan uzak durabilmek) için kendimizi ve etrafımızdakileri durumun ehemmiyetine göre bizlerin kararlaştıracağı sayılı günlerde eğitmek ve disipline etmek durumundayız.

[B]2:186 Ve bana ibadet edenler/benim hizmetkarlarım, sana Benden sordukları zaman; biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Çağıranın çağrısına, çağırısa cevap veririm. Onlar da Bana karşılık versinler ve Bana güvensinler.
[/B]

galipyetkin 20. July 2013 09:14 AM

Eh be Merdem!

Nihayet. Önünde sonunda dört dörtlük bir yazı bulmuşsun.

Bu konunun 2. sahifesinde orucun bir aylık müddet içinde bir öğün eksik yiyip de bu öğün bedelinin muhtaçlara verilmesi diye yapılan tarifine biraz da sert bir uslupla karşı çıkmıştım. Çünkü Allah adil bir paylaşımla kimsenin aç kalmayacağını bildirmiş dolayısı ile itidali-kavamı önermiş ve infak kurallarını koymuştur. Bu kurallara uyulduğunda bir öğün oruç tutulup bunun bedelinin muhtaçlara dağıtılması aldatmacadan, ağıza bal çalmaktan başka bir şey değildir... İnfak kurallarına aykırılıktır, dine yeni kural koymaktır.
Oruçtan maksat ayette belirtildiği gibi [B]TAKVA[/B] sahibi olmaktır.

Nedir Takva? Hakkı Yılmaz'dan okuyalım:"TAKVA (cennetin bedeli) (Allah korkusu) (haşyetüllah) (eğitimde korku) 19.02.2006
TAKVÂ


"التقوى Takvâ'nın sözcük anlamı:

‘Takvâ' sözcüğünün aslı, ‘وقاية vikâye', ‘ توقيةtevkiye', ‘ وقاءة vikâe ' köklerinden türemiş olan " وقيvekâ' fiilidir.
Bu fiilin sözlük anlamı, ‘[B]Bir şeyi korumak, himaye etmek. zarar vericek şeylerden çekinmek, bir şeyi başka bir şeyle bir tehlikeye karşı korumaya almak[/B]' demektir. Öz olarak ifade edersek, ‘[B]zararlı şey ile kendi arasına bir engel koymak[/B]' tır.

Bunun Kur'ân'daki örnekleri:

İnsan suresi âyet 10, 11:

"Evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız.
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur (فوقاهم fevegâhüm); onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, ..."
Tahrim suresi âyet 6:

"Ey mü'minler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir Ateş'ten koruyun (قوا Gû). ......"

Teğâbün suresi âyet 16:

"Gücünüz yettiğince Allah'tan sakının ( اتقوا ittegû) ve buyruklarını dinleyin, boyun eğin; mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak bağışlayın. Kim, benliğinin açgözlülüğünden korunursa ( يوق Yûga) işte, başarıya ulaşanlar, ancak onlardır."



‘Vekâ' fiilinin mezidatından olan ‘اتّقاء ittikâ' ise sözlükte; ‘Korumayı kabul etmek' demektir. Başka bir ifadeyle: Acı ve zarar verecek şeyden sakınıp kendini korumaya almak, sakınmak demektir. Biz bu ifadeyi kısaca "sakınmak" olarak ifade edeceğiz.
Kur'ân'dan örnekler:

Haşr suresi âyet 18, 19 :

Ey inananlar! Allah'tan sakının ( اتّقوا ittegû); herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Ve Allah'tan sakının ( اتقوا ittegû). Evet, Allah, işlediklerinizden haberdardır.
Ve Allah'ı unutan kimseler gibi olmayın: Allah, onları kendilerine unutturur. İşte onlar, yoldan çıkmış kimselerdir."


Âl-i Imran suresi âyet 131:

"Ve inkarcılar için hazırlanmış Ateş'ten sakının (اتقوا ittegû)."
Bakara suresi âyet 24:

"Sonra, eğer bunu yapamazsanız -ki asla yapamayacaksınız,- öyleyse inkarcılar için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan Ateş'ten sakının (اتقوا ittegû)."


Ve daha bir çok âyette bu ifadeyi görürüz.

‘Takvâ' sözcüğü, ittikâ' sözcüğünün ismidir. Sözlük anlamı olarak, "kuvvetli himayeye girmek, korunmak, kendisini koruma altına almak" demektir.
متّقى Mütteki' sözcüğü ise, ittikâ eden, takvâ sahibi olan, takvalı davranan, koruma altına giren kimse" demektir. Çoğulu ‘ متّقون müttekûn'olarak gelir. Cümledeki yerine göre (mensup veya mecrur olduğu durumlarda) " متّقين müttekîn" şeklini de alır.



Kavram olarak takvâ:

Kur'ân'ı kerimde yer alan ‘takvâ' ve ‘ittikâ' sözcükleri incelendiğinde, bu sözcüklerin tümünün sözlük anlamına yakın manalarda kullanıldığını ve sözlük anlamı ekseninde kavramlaştığını görürüz.

Takvâ sözcüğü tamamen korkmak anlamında değildir. ‘Takvâ' sözcüğünün anlamında ‘korku' ve ‘korkmak' unsurları da olmasına rağmen, ‘takvâ' tek başına korku olayı değildir. Tamamen korku olmadığı gibi korku anlamından tamamen uzak da değildir. Ki bunu "kişinin, kendini korktuğu şeylerden koruması" olarak ifade edebiliriz. Arapça'da korku ve korkmak anlamı ‘ خوف havf', حزر hazer', ‘ خشية haşyet', ‘ اشفاق işfâk', ‘ رهبة rehbet', ve ‘ وجل vecel' gibi sözcüklerle ifade edilir. Bu sözcükler tefsir ve meallerde eşanlamlı sözcükler olarak ele alınsa da aslında birbirinden anlamca farklıdırlar. Bu incelik ayırt edilmediğinden bu konuda çok hata yapılmaktadır. Bir çok meal ve tefsir takvâ ve ittikâ sözcüklerini sadece "korkmak" anlamıyla açıklamıştır. Halbuki korku anlamına olan haşyet ile ittikâ bir âyeti celilede ayrı sözcüklerle ifade edilmiştir.

Nur suresi âyet 52:

"Ve kim Allah'a ve Elçi'sine boyun eğer, Allah'tan korkar ( يخشى الله yehşallaâhe) ve ondan sakınırsa ( و يتقه ve yetteghi), işte başarıya ulaşanlar, onlardır."

İnsan suresi âyet 10, 11:

"Evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız ( انا نخاف من ربنا İnnâ nehâfü min rabbina).
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur ( فوقاهم fevegâhüm); onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, ..."

İnsanın fıtratında korku ve ümit duyguları vardır. İnsan, bazı şeyler karşısında aciz kalır, ondan korkar ve sığınılacak bir kucak arar. Bu korku ve ümit çizgisi, onun çalışmalarına ve hayatına yön verir. Bu duygular onu hayata bağlar.
Kur'ân, insandaki bu yaratılışı göz önünde bulundurur. Ondaki bütün lüzumsuz korkuları ayıklar, korkulması gereken yerden korkmayı, ümit edilmesi gereken şeyi ümit etmeyi ona öğretir.
İnsandaki korku hissi iyi yönlendirilmezse veya asıl korkulması gereken makam olan Allah'tan hakkıyla korkulmazsa; insanın hayatındaki denge bozulduğu gibi, bir sürü sahte otoritenin önünde boyun eğmek zorunda kalır. İnsan tarih boyunca böylesine lüzumsuz korkular yüzünden sayısız tanrı edinmiştir. Doğa güçlerinden korkmuş, ateşi, gökleri, karanlıkları ilah edinmiş; Firavunlardan ve diktatörlerden korkmuş, onları ilah edinmiş; açlıktan korkmuş, ekmek ve maaş verenleri ilah edinmiş; yalnızlık ve sahipsizlikten korkmuş, putları veya başka şeyleri ilah edinmiştir. Bu lüzumsuz korkular yüzünden insanoğlu, sığınılacak kucaklar aramış, ancak çoğu zaman, sığındığı kucaklar kendisi için tehlikeli ve zararlı olmuştur.
Kur'ân, insan yaratılışındaki korku ve ümit duygularını yine fıtrata en uygun bir biçimde değerlendiriyor. Bu duyguları kulluk faaliyeti çerçevesinde, insana en faydalı bir şekilde yönlendiriyor. Asıl korkulması gereken makamı gösteriyor.
Takvâ, korku duygusunu içerisine alan bir çekinmenin, bir korunmanın ve bir saygının ahlak ve ibadet olarak gösterilmesidir. İslâm, insandaki bu korku ve ümit duygusunu işleterek, bu duyguların övülen bir sıfat haline gelmesini sağlıyor. Kur'ân, insandaki sıradan korku ve sığınma hissini geliştirerek, kişinin manevi olarak yücelmesinin yolunu açıyor. Evet takvâ duygusu, sıradan bir korku değil, belki yaratılıştaki korkunun düzene konularak, bir korunma ahlakı, bir yücelme faaliyeti, bir sorumluluk bilinci haline getirilmesidir.
En geniş ve kapsamlı koruma Allah'ın korumasıdır. Allah'ın rahmet sıfatı bütün yaratılmışları korur. Ancak insan, kendi isteği ile kendine zarar veren şeylerden Allah'ın korumasını ister, ya da işlediği fiillerin kötü karşılığı hakkında Allah'tan korkar. Buradaki koruma isteği daha çok, yapılan amellerin sonuçlarından dolayı duyulan bir korkudur.
Özetlersek: ‘Takvâ', insanın kendisini Allah'ın koruması altına koyarak ahirette zarar ve acı verecek şeylerden sakınması, ya da günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılmasıdır.
‘Takvâ'nın bir çok tanımı yapılmaktadır. Bu çeşitli tanımlar arasında bir çelişki yoktur. Hepsi de aynı anlamı değişik kelime ve ifadelerle anlatmaktadır.
Söz gelimi ‘takvâ'yı, ‘Allah'ın emrettiklerini yapmak, yasaklarından kaçmak' diye tarif edenler olduğu gibi; ‘yapılması günah olanı yapmaktan, terk edilmesi günah olanı terk etmemekten çekinmektir.', ‘Allah'ın cezalandırmasından korkarak, O'nun verdiği bir nur ile O'na itaat etmektir', ‘Allah'ın dışındakileri Allah'a tercih etmektir' şeklinde tanımlayanlar olmuştur.
‘Takvâ'nın türediği ‘veka' fiili ve türevleri Kur'ân'da tam ikiyüzellisekiz yerde geçmektedir. Kur'ân'ın en önemli kavramlarındandır. Takvâ veya ittikâ, kulun, rabbi karşısındaki durumunu en iyi anlatan bir sıfattır. Bir çok âyette insanlara ‘Allah'tan ittikâ edin' denilmektedir. Bir çok peygamber kavimlerini İslâm'a dâvet ederken, ‘Allah'tan ittikâ etmez misiniz? diyerek onları, Allah'tan çekinip O'nun korumasına girmelerini istemişlerdir.
Kur'ân ısrarlı bir şekilde Allah fikrini, yani O'na ait ulûhiyyeti gündeme getirir. Zaten insan için en önemli olay, yaratılışın sebebi, yaratıcının varlığı ve yaratılan insanın bir yaratıcı karşısındaki durumudur. İnsan, öncelikli olarak kendini var edeni tanımak ve O'nun razı olacağı bir hayatı yaşamaktan sorumludur. Hayatın ve nimetlerin sahibi olan Allah, en sonunda bütün insanları ölümle beraber kendisine döndürüyor. Bu bakımdan insan başıboş değildir ve hayatının hesabını vermek üzere ölecektir. Kur'ân, alemlerin Rabbi Allah'ı bütün sıfatlarıyla, O'na ait en üstün yücelik ve makamlar ile tanıtıyor. Sonra da insanın bu yücelik karşısında kendisine çeki düzen vermesini, kendini iyi amellerle korumaya almasını tavsiye ediyor.
İnsan, her halde kendinden yüce gördüğü ve bir makam sahibi kimselerin önünde kötü ve çirkin iş yapmaktan çekinir. Bu çirkin işleri daha çok gizli yapmak ister. Allah'a kuvvetli bir imanla bağlanan kimse; O'nun her yerde kendisini gördüğünü bilen, yaptığı her şeyin kayıt altına alındığının şuurunda olan bir kişi, şüphesiz kendine çeki düzen verir. Allah'ın yüce makamı karşısında çekinir, yaptığı hatalardan dolayı da O'na sığınır.
Demek oluyor ki takvâ, iman ve onun yansımasıdır. İbadet, takvânın kendisi değil, fakat takvâya ileten davranışlardır. İbadet, ilahi emir ve yasakları yerine getirmek, takvâ ise zarar verecek davranışlardan sakınmaktır.
İnsan takvâya yaklaştıkça, "ihsan" derecesine ulaşır. İhsan'ın, Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmek olduğunu biliyoruz. Allah cc. de Muhsinler ile beraberdir.

Nahl suresi âyet 128:

"Evet, Allah, takvâlı davrananlar ve iyilerle birliktedir."

Tevbe suresi âyet 123:

"Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkarcılarla savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Ve bilin ki, evet, Allah, takvâlılarla birliktedir."

Konumuz içerisindeki âyetlerden özetlersek göreceksiniz ki TAKVA:
İman etmek, şirkten uzak durmak, Allah'ı unutmamak, Allah ve Rasülü'ne boyun eğmek, inkarcılarla mücadele etmek, bollukta-darlıkta sahip olunan mallardan bağışta bulunmak, namaz kılmak, zekat vermek, verilmiş sözlerde durmak, sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, anaya-babaya iyi davranmak, hiçbir zaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak, tevbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek, yaptıklarının affını dilemek, öfkeye sahip olmamak, başkalarını bağışlamak, adaletli olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmektir.
Yani kısacası SORUMLULUK SAHİBİ OLMAKtır.
Bu özellikleri taşıyanlara da MÜTTEKİ deriz."

*********************



Ayette, bize yazıldığı gibi eskilere de yazıldığı belirtildiğine göre nedir bu yazılanlar? Bunu Peygamber İşea'dan alıntılayalım:
"Bunu öğrenmek için İşaya peygamberin kitabının 58. Babında, buna ilişkin açıklamalar vardır. Bu Babın 1 ila 8. ayetleri arasında bu konu yer almaktadır. Şöyle ki;

“Yüksek sesle çağır. Esirgeme sesini. Boru gibi yükselt ve Yakup evine SUÇLARINI BİLDİR “

“Hâlbuki her gün beni arıyorlar. Ve yollarını bilmekten hoşlanıyorlar. ADALET ETMİŞ ve Allah’ın hükümlerini bırakmamış bir millet gibi, benden doğru hükümler soruyorlar. Allah’a yaklaşmaktan hoşlanıyorlar “

“Niçin oruç tuttukta görmüyorsun, canımızı( nefsimizi) alçalttıkta bilmiyorsun diyorlar”

Dualarının kabul olmama sebebi adalete yeteri kadar önem vermemeleridir. Hakkını tam ödemeden ve insanların rahat bir geçimli olacak miktarın altında ücret ödeyip artık değerlere el koydukları için Maun suresinde açıklanan dua(Salâtın bu anlamına göre namazı anlayan) ile yetinip namazı “dosdoğru” kıldığını zannedenler, İnsanların kendi işlerini görmeleri için onları üretim aracı sahibi yapacak sosyal hukuk devletini ihmal etmişler ki, bol işsiz bulunsun da bizim işyerlerimizde ucuz çalışsınlar diyor. Yani tam bir feodalist, liberalist ve kapitalist ruhlu insanlar. Adalet ve rahmetten uzak bir merasimsel din üzerindeler. Şimdi bu hal üzerinde olan ve başkasının iyiliğini kendisiyle eşit bir düzeyde tutmayan sözde müminlere selam ona İşaya dualarının kabul olmama sebebini adaletsiz ve merhametsizliklerine getirerek şöyle cevaplıyor. Yani Allah’ın vahyedilen bir ayetini onlara okuyor.

“İşte siz orucunuz gününde işiniz peşindesiniz(şahsi işlerinizi kovalıyorsunuz, ferdiyetçi bir toplumsunuz) bütün işçilerinizi sıkıştırırsınız.( haklarını kıst üzere ödememelerine rağmen, verimi arttırmak ve çok kâr etmek için) “

Onlar günlük bildiğimiz orucu da, riyakârlıkla tutuyorlar. Bilinçsiz halk yığınları onları dindar zannetsin de sömürmeleri, istismarları kolay olsun diye. Yani Allah ile aldatan riyakârlardanlar. Çünkü hak dinin içinden Adalet ve Rahmeti çekip aldığınızda geriye riyakârlık kalır. Bunu da ayet şöyle dile getirir.

“İşte siz kavga ve çekişme için ve kötülük yumruğu ile vurmak için oruç tutuyorsunuz (rekabet ve yarışı bırakmadınız, sureti haktan görünmek, göz boyamak için ) bugün öyle oruç tutmuyorsunuz ki, yüksek yere ( Allah katına) sesinizi işittiresiniz.”

Şimdi oruç ehli olmuş içinden mülkleşme şehvetini atarak Mesihleşmenin(Oruç ehli olmak) şartlarını da şöyle sıralar ayet.

“BENİM SEÇTİĞİM ORUÇ, İNSANIN CANINI ALÇALTACIĞI GÜN (nefsinin kibrini ve hevasını kırmak, Kânit olmak, mütevazı olmak…) böyle mi olur. Saz gibi başını iğmek ve altına çul ve kül sermek mi? Buna mı oruç, Rabbe makbul gün diyorsunuz?”

Yaşamınızla kibirliler gibi(Firavun) bir hayat sürüyorsunuz, sayılı günlerde sanki kalben tevazu sahibi gibi çullara bürünmek midir tevazu. Bu günler bitince elinizi sıcak sudan soğuk suya sokmayan, insanları köle gibi çalıştırıp, altınlarla bezenip villalarda oturuyorsunuz… Bu eleştirilerden sonra Allah tıpkı Bakara 177. ve ayetteki Oruç tanımını ve Araf- 157 ayette ki gibi hak dinin sosyo ekonomik amacını ortaya koyuyor ki, takva ve vera sahipleri dünyevilikten böyle korunurlardı.

“KÖTÜLÜK ZİNCİRİNİ AÇMAK, BOYUNDURUK BAĞLARINI ÇÖZMEK, EZİLMİŞ OLANLARI HÜR OLARAK KOYVERMEK (işçi olarak sıkıştırıp çalıştırmak değil, onları iş sahibi yapmak) VE HER BOYUNDURUĞU KIRMAK. BENİM SEÇTİĞİM ORUÇ BU DEĞİL Mİ? “

“KENDİ EKMEĞİNİ (ihtiyaç içinde iken, dolup taşıp meleleşmeden iysar yapmak) AÇ OLANLA PAYLAŞMAK( zengin olup vardan değil, ancak kendine yetecek kadarken bölüp vermek) YURTSUZ DÜŞKÜNLERİ KENDİ EVİNE GETİRMEK ( yolcu ve yolda kalmışlar) VE ÇIPLAĞI GÖRÜNCE ÜSTÜNÜ ÖRTMEK VE KENDİ ETİNDEN OLANDAN (âdemoğlundan insan cinsinden) KAÇINMAMAK DEĞİLMİ?

İşte böyle yap, Adil ve Rahim ol, bak duan nasıl kabul olur diyor Allah. Yani bunları yapmadan, mescide gelmen ve sinagogda rutin ibadetini yapmak, camide dua anlamındaki namazı kılmak, kilisede dua edip ayin yapmak belli günlerde alışılmış sayılı günlerde ki orucu değildir makbul olan ibadet diyor. Önce Muhsin bir adam ol, başkalarını da kendini sevdiğin kadar sev, kendin patron, onlar ücretli işçi olur şey midir? İmanın şartı olarak hani kendin kadar sevecektin? Sen işçi ol da, o patron olsun bunu sen kabul edebiliyor musun? Böyle sevgi mi olur? Yukarıdakileri Salih amellerin arasına koy ve aksatmadan bir ömür boyu yap, o zaman mescide gel ve bak gör, diyor. Yarayı üstten pansuman niteliğindedir senin bu ayda biraz cömertleşmen diyor aşağıda, yaranın üstten iyi olması geçici tedbir, onun et sürerek yaranın kapanması ise yapılması gereken köklü değişimdir. Hani Erbakan hoca “Pansuman tedbir “ der di ya, işte şimdi Müslüman geçinenin yaptığı iki buçuk zekât, iftar yemeği kömür vererek seçim yatırımları var ya, işte Allah bunları oruç ehli saymaz. Çünkü bu dalalete sapan eski ümmetlerin hileli dini amel tavırlarıdır. Herkesin istisnasız ve rahatça maişetini sağlayacağı iş sahibi yapılması, iş sahibi yapılamayanlara da iş sahibi yaptıklarınla eşit maişet vermendir asıl Muhsin yönetim. İşte bu Bakara–219/2 ayetin emri olan artanla herkesin insan gibi infak emrine uymak. Allah ve şöyle diyor;

“O zaman ışığın tan gibi doğar, yaran çabuk et sürer. Ve senin önünde kendi salahın yürür. Rabbin izzeti dindarın olur. O zaman imdada çağıracaksın ve Rabb cevap verecek. Feryat edeceksin, işte ben buradayım diyecek.”

Ve yine ihsan etmekle ilgili tembihat yapılıyor;

“Eğer boyunduruğu ( başkasının emeğini sömürmeyi) parmak uzatmayı ve fesat söylemeyi ortanızdan kaldırırsan ve canın çektiği şeyi aç olana verirsen( İysar yaparsan veya çok arzu ettiğini, öyle eskisini bayatını sıradan olanını değil, iştah kabartanını) ve alçaltılmış canı (hakir görülenleri) doyurursan, (onları kendini besler ve ayakta durur hale getirirsen) o zaman karanlık içinde ışığın doğacak, koyu KARANLIĞIN ÖĞLE VAKTİ GİBİ OLACAK…”

Sen böyle yapınca, o eski harabeler, yani eski muttakilerin yaşam biçimleri tekrar gündeme gelecek, gerçek mescitler, manastırlar, havralar tam manası ile orijinal şekline ve işlevine bürünecek. Böylece toplumdan gedikler (imtiyazlar) kalkacak, insanlar arası ekonomik farklılık ortadan kalkacak(Bkz. Nahl–71). Nifak kalmayacak ve çukurlar herkesin maişetini kazanması ile bütün yer çukursuz olacak. Bu infaktır. Tam bir infak olmayan yerde nifak vardır. O toplum münafıktır. Eğer böyle yaparsan sana münafık ve ikiyüzlü denmeyecek(Bkz. Maun suresi). Şöyle denecek. Bab 58 Ayet 12 de şöyle denilir,

“Ve senden çıkacak olan eski harabeleri bina edecekler ; çok nesillerin temellerini dikeceksin.,. VE SANA GEDİK KAPATAN MEMLEKETTE OTURULSUN DİYE YOLLARI ESKİ HALİNE KOYAN DENİLECEK “

Kudüs'ü, Mekke’yi ve benzeri kurumları ziyaret yeri değil, oraları devamlı oturulan ve Takva üzere yaşanan yerler haline çevirip, eski sosyo ekonomik işlevini kazandıracaksın...... deniliyor. Kutsal topraklar uyutmacası'ndan dönüp, kutsal olanın ise, yaşam biçimi ve sistemleşme olduğunu izhar edeceksin diyor. Din edebiyatında buna “eskilerin iyi işleri” denilir(Bkz.Meâsır)

Kanımca İşaya peygamberden yapılan alıntı ile yeteri kadar bilgi edinilmiştir. İnsanların fıska karşı meyilleri ve Adaletten, Merhametten uzaklaştıklarını gördük. Hak din sosyo ekonomi politiğin de nasıl bir sapma ve tersine çevirmenin oluştuğunu izleyerek gördük.Hele, İşaya’nın Oruç tanımlaması eşsiz bir değerde ve Kuran hakikati ile bire bir örtüşmektedir.. Ne yazık ki, İsrail oğullarının yalancı öğütçü aradıkları gibi, diğer kitap ehli milletler de öyle yaptılar. İçinden gerçek şeraiti( sosyo ekonomi politiği) çıkartılıp, adeta posası kalan sözde dinler halen yürürlüktedir.



Ahdi-Atiyk(tevrat) külliyatından İşaya ve Yeramya çıkartıldıktan sonra, geriye pek dişe dokunur şeyler kalmaz. İsterdim ki, İşaya kitabının doyurucu Hakk din iman ve şeraiti konusunda ciltler dolusu şerh ve yorum yapmayı. Ama sadece oruç konusundaki doğru tanımı, onun Birr olarak tanımlaması her şeyi anlatmaya yeter. Birr’in Hak şeriatın ta kendisi olduğu, salih amel ve takvaya dayalı dinin (Hakk dinin) mihenk taşı olduğu yolundaki doğru beyanı, aklı başında her insan için yeter de artar bile.

Selam ona İşaya, Allah’a iman ve Allah’tan emin olmanın dışa yansımasını ister. Bu yansıma ise, onun sözlerinin tutulmasıyla görünür hale gelir. İman’ın yerleştiğinin göstergesinin dua ve ayin cinsinden yapılan ve kısaca anma diyebileceğimiz şekli hürmet göstermenin kâfi olmadığını, Adalet ve rahmeti yaşam biçimi yaparak, onun şeraitinin kişide görünür hale gelmesini ölçü alır. Doğrusu da budur. Özü sözü bir olanlar ve ahdine vefalı olanlar da bunlardır(Bkz. Bakara–177). Somut misal verirsek şöyledir. Bir İnsanın çokça Kiliseye, sinagoga, camiye giderek, merasim, ayin, dua yapmasını değil, onun güzel ahlakın bütün unsurlarını yaşamına yansıtmasını ölçü alır. Çünkü Şeriat budur. Allah güzeldir güzeli sever. Allah güzel ahlaklıdır. Güzel ahlaklıları sever. Güzel ahlak ise, Birr kavramında toplanmıştır. İnsanın, Allah Ahlakı ile Ahlaklanmasıdır. Allah’a hürmette samimiyet ve riyakâr olmamak da budur. Şeriat olarak Allah bunu göndermiştir. Allah dille övülmeye muhtaç değildir. Çok daha önemli olan, Allah’la övünmektir. Onun göstergesi de, temeli Adalet ve rahmet olan erdemli işlerdir. Onun vahyini adalet ve rahmete aykırı yorumlamaktan şiddetle kaçınmaktır Allah ile övünmek. Buna Salih amel denilir. Bu, insana, önceki hatalı değerleri ölçü yapıldığında, bir külfet gibi gelse de, yeni ahlak ve şeriat ölçülerine göre mutluluk olarak algılanmaktadır. Çünkü adalet ve doğruluğu şiar edinmiş birisi Allah emirlerinin adalet, Rahmet ve “SELAM” olduğunu idrak edince sevgisi kat kat artar. Bunu selam ona Davut mezmurlarında da görürüz.. Sevgiye dayalı makbul iman da budur.

Allah’a teslim olup, onun ölçülerine göre yaşamak ve bu Hakk yola teslim olmak ve onunla mesrur olmak, Allah ve onun emirlerinden mutmain olmaktır. Bu, imanın en üst düzeyidir. İnsan Allah’tan razı, Allah insandan razı. İşaya bunu otaya koymakta ve gelenekçilerin, ne imanın da, ne de amelinde bu hallerin dışa yansımamasından, bu güzel ahlaktan nasipleri olmayışından, adaletin ta kendisi olan Allah şeriatını umursamamaktan yakınmaktadır. Yani derdi, riyakârlardan, münafıklardandır. Buna karşı olan, tabi ki fasıklara da karşıdır. Ama münafıklık Fasıklıktan kötüdür. Çünkü fasık, insanların eğri yolunu “doğru budur, Hak budur” diyerek çarpıtmaz. İnsanlar hakkı adaleti aramaya devam ederler. Ama riyakâr ve münafık, salah budur der. İnsan da bunun Allah yolu olduğunu zanneder. Oysa onu insan ağzı söylemiş, insan yolu yapmıştır.

İşaya'nın ,şirkten ve açık put tapımından çokça bahsetmemesini,o zamanda bunların az da olsa olmadığına kimse yormasın. Elbette ki vardı. Nefsini İlah yapan her insan, açık veya gizli puta tapmaktadır. İşaya ise, gizli putperestler olan kibirliler le uğraşmaktadır. Tabi ki, bunların fikrî alt yapısını yanlış olarak dolduran sahte peygamberler de vardır. Çünkü, mülkleşmek ve biriktirerek infak etmemek, bir gizli putperestliktir. Tamahkarlığın putperestlik olduğunu Yakup mektuplarında da görürüz. Nefsini İlahlaştırmak açısından da bir şirktir. Kendisini aziz yapmak istemektedir.

İşaya'nın kitabı, Allah’la övünmek, onunla mutmain olmak ve onun hak şeriatından son derece memnun olarak Allah’a teslim olmayı, SİLM içinde yaşamayı külfet değil, nimet bilip onunla sevinmeyi çok veciz sözle ortaya koyarken, şeksiz, şüphesiz, şartsız koşulsuz kendisini Allah’ın emin ellerine bırakmak anlamına gelen İslam’la sevinmeyi ayetle ortaya koyar. Böylece Yeru-Silim kavramını da, bizim etimolojik analizle ortaya koyduğumuz güzellik ve berraklıkla ortaya koyar. Bunu, gerçek oruç açıklanırken 58. Bab ta geçen 14. ayeti hatırlatarak verelim ki, insicam devam etsin. Sözümüzü 65. Babın 18. ayeti ile bitirelim. Önce bu ayet;

“O zaman zevkini Rabb’de bulursun…”

Şimdi Bab 65 ve ayet 18;

“Ancak yaratmakta olduğumla MESRUR olacaksınız. Ve ebediyen sevinçle coşacaksınız. Ben sevinç olarak Yeruşilim(Yeru-Silim) ve meserret olarak onun kavmini yaratacağım “

Bu ise Maide–54 ayette bahsedilen özü sözü bir gerçek müminlerdir ki, Enbiya–105 de ve Kasas–5 ayette Allah vadi olan sınıfsız ve mutlak eşitlikçi toplumdur. Bu münafıkların son kuşağı inşallah yakında sona erecek, Allah ile aldatıp tâğutu hakem yapmaya kadar vardıran ikiyüzlülerin sonu inşallah bu asır çıkmadan gelir. Biz de beraberce bunu bekleyelim.


Bunun neticesi olarak: ORUÇLU OLMAK VE ORUCU İDRAK ETMENİN ÖNEMİ:

Oruçlu olma durumuna genel olarak perhiz yapmak diyerek tefekküre başlayalım. Sonra amaç ve ibadet açısından bu perhizin biraz tekamül etmiş şekli olan bedenin ve nefsin aç bırakılması pratiğinin yapıldığı Savm tipi olan rutin Müslüman orucu gelmektedir sırada. Benlik ve bencilliğin terki yolunda iyi ahlak kazanmaya yöneliktir. Sonra oruç(savm) kavram ve kumrunu tam idrak ederek oruçlu olmayı hak şeraite(sosyo ekonomi politiğe) minhac(yol,yordam) olarak yansıtarak yaşama kemal safhası gelir son sırada. Bir imsi de Mesih olan bu oruçlu olma hali zühd, takva ve verânın birey düzeyinden yükseltilerek, toplumculuk ve pozitif zühd olan başta devletçilik ve salavat(Havra) samimi dostluk ve muttakiler kollektivizmine kadar yükseltilerek ideal olana varmak ve bu tür Salât ve bu tür oruca sabretmektir.. Demek ki, bedeni aç bırakmak şeklinde yerine getirilen şekline Himyeri perhizi demekteyiz. Beden sağlığı açısından çoğunlukla yerine getirilen ibadet, Allah rızası gibi niyetleri pek içerdiği söylenemeyen amacı ve aracı başka olan bedeni zayıflatmak oruç tipi hak dinle çok da alakası olmayan diyet türüdür. Ortak noktalırı ise harareti düşürmektir. En basiti olan Himyeri perhizi vücuda giren kalori miktarını düşürerek harareti(Ramadan) düşürmektir. Bunun dahi faydasız bir şey olduğu söylenemez. Çünkü Resul ve Nebilerin oburlar gibi yiyip içmediğini, yemekten doymadan kalktıkları biliriz. Az yemenin nefsi zaptetme açısından faydasız olduğunu kimse söyleyemez. Kaldı ki, harcayabileceği kalorinin üzerinde kalori almak ve bunu faydasız yağlara çevirmek, iliklerini semirtmek israf olduğu için de dinen güzel sayılmayan şeylerdendir. Açlığını giderecek kadar rızka sahip olmayan ve olamayan çok sayıda insan varken, bunlar bilinirken, tıkabasa ve çeşitli nimetlerle şişinceye kadar doymak dini terimiyle gadretmektir(Toplumda geçim sıkıntısı çekenler varken, refah içinde yaşamayı içine sindiren ferdiyetçilik vebası).



Himyeri perhizden sonra sırada gelen ve ibadet amacı taşıyan Müslüman’ın bir ay süresince hem bedenin açlığına hem nefsin hevâsına direnerek kendi tutması pratiğidir. Nitelik ve faydaların binlerce hadisten idrak ettiğimiz bu oruç tipi vasat bir oruç tipidir. Onun tekamülü ise Mesih kavramıyla kısaca ifade edilen, hakiki havra, manastır ve tekke insanının işlerini birleştirmesi, ortaklaşa yaşaması samimi dostlar(Sıdk, sadakat, sıdık…) sistemidir. Bunun en mükemmeli ise mülkte iştirak halinde bulunmaktır. Hararetten tamamen böyle kurtulunur. Hararetle yaşamak Beyt ehli olmayı ret edip, Ebna-ı Ahrar(Farmason) gibi hararet içinde yaşamaktır. Özelleştirmeciler bu yolu seçenlerdir. Bunlar boşuna ramazan orucu tutmasınlar.Yani dalalet yolu olan özelleştirmelerden vazgeçip, milli servetin savm(oruç) kökünden gelen Savm’a (manastır silosu) kamusal mülkiyetinde( Beyt-Ül Mal) birikmesi, kul haklarının zimmetinde tutarak semirmiş özel girişimcileri olmayan, yöneticileri babalar gibi tüyü bitmemiş yetimlerin mallarını satmayan, münafıkların mütedeyyin zannedilmediği hikmetli ve basiretli müminlerinin bulunduğu ideal bir sistemdir. Zaten İdeal oruç Bakara suresinin onunla ilgili faslının en önemli ayetlerinden birisi olan ve takvanın tanımında yapıldığı Bakara 177. ayettir. Kamil manada Oruç takva üzere yaşamaktır. Bu ayet ise, takvanın toplumculuk sistemlerinde bulunduğunu bize haber verir. Sonra Allah peygamberlerinden selam ona İşeya peygamberde orucu böyle tanımlamıştır. Yani ona orucun tanımı bu şekilde vahyedilmiştir. Duaların kabul olmasına vesile olacak oruç tipi özelleştirmelerden dönülüp, devletçiliğin yeniden ihya edilmesi ve hatta onun ötesine geçerek Umru( Manastır: Gerçek umre budur) ve havra iştirak halinde mülke tasarruf etme sistemine dönülerek iki yüzlülerin iktidardan uzaklaştırılmasını akıl edecek kadar imandan nasibi olanların kuracakları İslâm’i ve insani sistemin minhacıdır. Şimdi lafı daha uzatmadan, Bakara suresinde Birr kavram ve kurumuyla özdeş olan oruç tanımını hatırlatalım. Sonra Eski Ahit peygamberlerinden olan İşeya’nın oruç tanımını hatırlatarak, takdiri inananlara bırakalım. Belki sözümüz fayda verir de gelecek ramazanlarda bu oruçla birlikte bütün hayat boyu oruçlu sayılan toplumcu sistemlerin kurulmasına vesile olur.



“Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır”.(Bakara-174)



“Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!”(Bakara-175)



”O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir”.(Bakara-176)



“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakîler ancak onlardır!”(Bakara-177)



Genel anlamda Mesih anlamına gelen vera içinde bir ömür yaşamak minhacın havra-manastır mescid el Haram üzere olduğu şeklinde hak din sosyo ekonomi politiğinin ezelden beri tebliğ edilen hak yol olduğunu, bunda ihtilafa düşenler ve dalalete sapanlar anti kollektivist yolları tercin ederek atalarının dinine uyduklarını bize haber veren takva, zühd, vera üzere yaşama şeklindeki orucu aşağıda ki ayet vurgular. Ayet zaten korunma, takva yolu olarak bunun hususiyetini belirtir.



“Ey iman edenler! Savm(Oruç) sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”(Bakara-183)



Şimdi tuttuğumuz orucu, yani belli ve belirli günlerde tutulan bu vasat orucu da 184. ayette niteliğini vurgulayarak rabbimiz şöyle belirtir.



“Sayılı günlerde olmak üzere ifa edilen oruca gelence. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa diğer günlerde kaza eder. Savm(Oruç)tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz Oruç( Savm-savma) tutmanız sizin için daha hayırlıdır”.(Bakara-184)



İslam aleminin perişanlığı ve dünyanın adalet ve merhametten uzak bir kaos durumunda bulunmasının sebebini Bakara 174. ayette bize anlatılmıştır. Gerçekten de bunun içeriğini bilen din bilginleri niçin demezler ki, bu orucunuza devam edin. Bakara 184. ayet bunu bırakmamızı değil, devam etmenizi emretmektedir. Ama Bakara 183. ayette bize bildirilen Salât-Salâvat içersinde yaşamanın gerekliği, ulusal değerlerin müşterek savma(silo, Beyt ül mal, müşterek hazine…) orucu mükemmelleştirmenin yolunun ezileni olduğunu açıklamaları gerekir. Bu oruçlu olma hali, sömüreni bulunmayan bir haktanır toplum oluşturmayı hedefleyerek yaşam biçiminin veraya göre oluşmasını ve minhacın bunun üzerine oturtulmasının ezelden beri emredildiğini bakara 183. ayete insanların dikkatini niçin çekmezler. Nitekim, bu tür orucu tutmayanları bakınız neredeyse üç bin yıla yaklaşan bir zaman önce ayet nasıl kınamaktadır. Hangi orucun kâmil mânâda olduğunu ve en makbulü olduğunu İşeya peygambere Allah söyler. O da, gerçeği diğerleri gibi gizlemeden, halkın tehdidinden de kınamasından da korkmayarak ikiyüzlülerin suçlarını yüzlerine vurur.

Şu anlatılanlara göre nedir oruç?

Sonraki yazımda da Bakara 184. ayette geçen "fidye" kavramına değineceğim.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Hasan Akçay 20. July 2013 09:51 AM

2010 ile 2033 arasindaki dolunay iddetleri.

01.[COLOR="Red"]26Ha2010-26Te-24Ag-23Ey[/COLOR]-23Ek-21Ka-21Ar-19 Oc [B]2011[/B]-18Su-19Ma-18Ni-17Ma-[COLOR="DarkGreen"]15Ha[/COLOR]
02.[COLOR="Red"]15Te 2011-13Ag-12Ey-12Ek[/COLOR]-10Ka-10Ar-09 Oc [B]2012[/B]-07Su-08Ma-06Ni-06Ma-04Ha
03.[COLOR="red"]03Te 2012-02Ag-31Ag-30Ey[/COLOR]-29Ek-28Ka-28Ar-27 Oc [B]2013[/B]-25Su-27Ma-25Ni-25Ma
04.[COLOR="red"]23Ha 2013-22Te-21Ag-19Ey[/COLOR]-18Ek-17Ka-17Ar-16 Oc [B]2014[/B]-14Su-16Ma-15Ni-14Ma-[COLOR="DarkGreen"]13Ha[/COLOR]
05.[COLOR="Red"]12Te 2014-10Ag-09Ey-08Ek[/COLOR]-06Ka-06Ar-05 Oc [B]2015[/B]-03Su-05Ma-04Ni-04Ma-02Ha
06.[COLOR="red"]02Te 2015-31Te-29Ag-28Ey[/COLOR]-27Ek-25Ka-25Ar-24 Oc [B]2016[/B]-22Su-23Ma-22Ni-21Ma-[COLOR="DarkGreen"]20Ha[/COLOR]
07.[COLOR="Red"]19Te 2016-18Ag-16Ey-16Ek[/COLOR]-14Ka-14Ar-12 Oc [B]2017[/B]-11Su-12Ma-11Ni-10Ma-09Ha
08.[COLOR="red"]09Te 2017-07Ag-06Ey-05Ek[/COLOR]-04Ka-03Ar-02 Oc [B]2018[/B]-31 Oc-02Ma-31Ma-30Ni-29Ma
09.[COLOR="red"]28Ha 2018-27Te-26Ag-25Ey[/COLOR]-24Ek-23Ka-22Ar-21 Oc [B]2019[/B]-19Su-21Ma-19Ni-18Ma-[COLOR="DarkGreen"]17Ha[/COLOR]
10.[COLOR="Red"]16Te 2019-15Ag-14Ey-13Ek[/COLOR]-12Ka-12Ar-10 Oc [B]2020[/B]-09Su-09Ma-08Ni-07Ma-05Ha
11.[COLOR="red"]05Te 2020-03Ag-02Ey-01Ek[/COLOR]-31Ek-30Ka-30Ar-28 Oc [B]2021[/B]-27Su-28Ma-27Ni-26Ma
12.[COLOR="red"]24Ha 2021-24Te-22Ag-20Ey[/COLOR]-20Ek-19Ka-19Ar-17 Oc [B]2022[/B]-16Su-18Ma-16Ni-16Ma-[COLOR="DarkGreen"]14Ha[/COLOR]
13.[COLOR="Red"]13Te 2022-12Ag-10Ey-09Ek[/COLOR]-08Ka-08Ar-06 Oc [B]2023[/B]-05Su-07Ma-06Ni-05Ma-04Ha
14.[COLOR="red"]03Te 2023-01Ag-31Ag-29Ey[/COLOR]-28Ek-27Ka-27Ar-25 Oc [B]2024[/B]-24Su-25Ma-23Ni-23Ma
15.[COLOR="red"]22Ha 2024-21Te-19Ag-18Ey[/COLOR]-17Ek-15Ka-15Ar-13 Oc [B]2025[/B]-12Su-14Ma-13Ni-12Ma-[COLOR="DarkGreen"]11Ha[/COLOR]
16.[COLOR="Red"]10Te 2025-09Ag-07Ey-07Ek[/COLOR]-05Ka-04Ar-03 Oc [B]2026[/B]-01Su-03Mar-02Ni-1Ma-31Ma
17.[COLOR="red"]29Ha 2026-29Te-28Ag-26Ey[/COLOR]-26Ek-24Ka-24Ar-22 Oc [B]2027[/B]-20Su-22Ma-20Ni-20Ma-[COLOR="DarkGreen"]19Ha[/COLOR]
18.[COLOR="Red"]18Te 2027-17Ag-15Ey-15Ek[/COLOR]-14Ka-13Ar-12 Oc [B]2028[/B]-10Su-11Ma-09Ni-08Ma-07Ha,
19.[COLOR="red"]06Te 2028-05Ag-03Ey-03Ek[/COLOR]-02Ka-02Ar-31Ar-30 Oc [B]2029[/B]-28Su-30Ma-28Ni-27Ma
20.[COLOR="red"]26Ha 2029-25Te-24Ag-22Ey[/COLOR]-22Ek-21Ka-20Ar-19 Oc [B]2030[/B]-18Su-19Ma-18Ni-17Ma-[COLOR="DarkGreen"]15Ha[/COLOR]

21.[COLOR="Red"]15Te 2030-13Ag-11Ey-11Ek[/COLOR]-10Ka-09Ar-08 Oc [B]2031[/B]-07Su-09Ma-07Ni-07Ma-05Ha
22.[COLOR="red"]04Te 2031-03Ag-01Ey-30Ey[/COLOR]-30Ek-28Ka-28Ar-27 Oc [B]2032[/B]-26Su-27Ma-25Ni-25Ma
23.[COLOR="red"]23Ha 2032-22Te-21Ag-19Ey[/COLOR]-18Ek-17Ka-16Ar-15 Oc [B]2033[/B]-14Su-16Ma-14Ni-14Ma-[COLOR="DarkGreen"]12Ha[/COLOR]

[B]Dolunaylarin iddeti[/B] (Tevbe 36'daki عدة الشهور) YIL degildir çünkü iddetler bazan 12 bazan [COLOR="darkgreen"]13[/COLOR] dolunaya sahiptirler, uzunluklari degisir. Arti, elma agacinin elmalarindan nasil ayva reçeli yapamazsaniz iddetin aylarindan kamerî yil da yapamazsiniz.

Ama Allah gökleri ve yeri yarattigi gün iddetlerin içindeki "SeHR"leri [COLOR="darkgreen"]13[/COLOR]. ay yoluyla [B]mevsim açisindan[/B] sabitleyip semsî yillarla uyumlu hale getirmistir.

Bir de, 235 SeHR 19 semsî yil eder. Bu demektir ki su andan itibaren 19 yil sonrasi IDDET dönümüdür, Meton döngüsü* yani 19 yil arayla iddetlere ait "SeHR"lerin dogdugu tarihler bir birinin aynisidir.

Örnegin

01.[COLOR="Red"]26Ha2010-26Te-24Ag-23Ey[/COLOR]-23Ek-21Ka-21Ar-19 Oc 2011-18Su-19Mar-18Ni-17May-[COLOR="DarkGreen"]15Ha[/COLOR]
20.[COLOR="Red"]26Ha 2029-25Te-24Ag-22Ey[/COLOR]-22Ek-21Ka-20Ar-19 Oc 2030-18Su-19Mar-18Ni-17May-[COLOR="DarkGreen"]15Ha[/COLOR]

02.[COLOR="Red"]15Te 2011-13Ag-12Ey-12Ek[/COLOR]-10Ka-10Ar-09 Oc 2012-07Su-08Ma-06Ni-06Ma-04Ha
21.[COLOR="red"]15Te 2030-13Ag-11Ey-11Ek[/COLOR]-10Ka-09Ar-08 Oc 2031-07Su-09Ma-07Ni-07Ma-05Ha

03.[COLOR="red"]03Te 2012-02Ag-31Ag-30Ey[/COLOR]-29Ek-28Ka-28Ar-27 Oc 2013-25Su-27Ma-25Ni-25Ma
22.[COLOR="red"]03Te 2031-02Ag-31Ag-30Ey[/COLOR]-30Ek-28Ka-28Ar-27 Oc 2032-26Su-27Ma-25Ni-25Ma

____________________________

*Bkz. [url]http://tr.wikipedia.org/wiki/Meton_D%C3%B6ng%C3%BCs%C3%BC[/url]
23.23Ha 2032-22Te-21Ag-19Ey-18Ek-17Ka-16Ar-15 Oc 2033-14Su-16Ma-14Ni-14Ma-12Ha

merdem 20. July 2013 10:46 AM

Ya ya Galip Agabeyim, ariyor arastiriyorum bir seyler ögrenmeye calisiyorum.

Ben de senin gibi biraz Kutsal Kitaplari inceledim, derken su güzel sözlere rastladim. Gercekten cok hosuma gitti.


Kutsal Kitap » Eski Antlaşma » Yeşeya » Bölüm 1 / 66

[B]YEŞAYA

GİRİŞ
[/B]
1 Yahuda kralları Uzziya, Yotam, Ahaz ve Hizkiya zamanında Amos oğlu Yeşaya'nın Yahuda ve Yeruşalim'le ilgili görümü:

RAB Halkını Uyarıyor

2 Ey gökler dinleyin, ey yeryüzü kulak ver!

Çünkü RAB konuşuyor:

"Çocukları yetiştirip büyüttüm,

Ama bana başkaldırdılar.

[B]3 Öküz sahibini, eşek efendisinin yemliğini bilir,

Ama İsrail halkı bu kadarını bile bilmiyor,

Halkım anlamıyor."
[/B]
4 Günahlı ulusun, suç yüklü halkın,

Kötülük yapan soyun,

Baştan çıkmış çocukların vay haline!

RAB'bi terk ettiler,

İsrail'in Kutsalı'nı hor gördüler,

O'na sırt çevirdiler.

5 Neden bir daha dövülesiniz?

Neden vefasızlığı sürdürüyorsunuz?

Baş büsbütün hasta, yürek büsbütün yaralı.

6 Bedeniniz tepeden tırnağa sağlıksız,

Taze darbe izleriyle, yara bereyle dolu,

Temizlenmemiş, yağla yumuşatılmamış, sarılmamış.

7 Ülkeniz ıssız, kentleriniz ateşe verilmiş.

Yabancılar topraklarınızı

Gözünüzün önünde yiyip bitiriyor!

Sanki ülkenin kökünü kazımışlar.

8 Siyon kızı bağdaki çardak,

Salatalık bostanındaki kulübe gibi,

Kuşatılmış bir kent gibi kalakalmış.

9 Her Şeye Egemen RAB kimimizi

Sağ bırakmamış olsaydı,

Sodom ve Gomora gibi olurduk.

10 Ey Sodom yöneticileri,

RAB'bin söylediklerini dinleyin;

Ey Gomora halkı,

Tanrımız'ın yasasına kulak verin.

[COLOR="Red"][SIZE="3"]11 "Kurbanlarınızın sayısı çokmuş,

Bana ne?" diyor RAB,

"Yakmalık koç sunularına,

Besili hayvanların yağına doydum.

Boğa, kuzu, teke kanı değil istediğim.
[/SIZE][/COLOR]
12 Huzuruma geldiğinizde

Avlularımı çiğnemenizi mi istedim sizden?

[COLOR="Blue"][SIZE="3"]13 Anlamsız sunular getirmeyin artık.

Buhurdan iğreniyorum.

Kötülük dolu törenlere,

Yeni Ay, Şabat Günü kutlamalarına

Ve düzenlediğiniz toplantılara dayanamıyorum.[/SIZE][/COLOR]

[B][SIZE="3"]14 Yeni Ay törenlerinizden, bayramlarınızdan nefret ediyorum.

Bunlar bana yük oldu,

Onları taşımaktan yoruldum.
[/SIZE][/B]
[COLOR="Green"][SIZE="3"]15 "Ellerinizi açıp bana yakardığınızda

Gözlerimi sizden kaçıracağım.

Ne kadar çok dua ederseniz edin dinlemeyeceğim.

Elleriniz kan dolu.[/SIZE][/COLOR]

[COLOR="Purple"][SIZE="3"]16 Yıkanıp temizlenin,

Kötülük yaptığınızı gözüm görmesin,

Kötülük etmekten vazgeçin.

17 İyilik etmeyi öğrenin,

Adaleti gözetin, zorbayı yola getirin,

Öksüzün hakkını verin,

Dul kadını savunun."[/SIZE][/COLOR]

Günümüzün müslümanlarindan(!) bazilari madem ki Kur'an'da her sey yok(!) diyorlar biraz örnek alsinlar buradan. Kutsal Kitaplarda olanlar en güzel örnekleri Kur'an'da mevcuttur, ama anlayana, öyle degilmi Galip Agabeyim.

Ehl-i Kitap gibi agiz bükerek okumaktan vazgecseler Islam hakkiyla yerine oturur.

Yazini dikkatlice okudum, gayet güzel bir anlatim olmus.

Fidye yazini da bekliyorum.

Selam ve Dua ile.

bartsimpson 20. July 2013 12:42 PM

[QUOTE=merdem;18249]Bu nu [url]http://gercek-islam.com/forum/index.php?topic=23.15[/url] da yakaladim:


[B]2:183 Ey güvenen/güven sağlayan kişiler; Siyam, takva sahibi olabilesiniz/kendinizle kötülükler arasına engel koyabilesiniz diye, sizden evvelkilere yazıldığı gibi, size de yazıldı.
[/B]
Siyam’ın amacı insanları takva sahibi yapmak. Onlara, kendileri ile kötülükler arasına engel koyabilme yeteneği vermek. Yani onları eğitmek, yapılandırmak ve disipline etmek.


[B]2:184 Sayılı günlerde "o nedenle sizden her kim hasta olursa veyahut yolculuk üzere olursa diğer günlerden sayısıncadır. Ona/yoksulu yedirmeye gücü yetenler/takati olanlar üzerine ise bir yoksulun yiyeceği fidye vardır. Ve kim gönüllü hayır/iyilik yaparsa bu kendisi için çok hayırlıdır/iyiydir. Ve eğer bilirseniz siyam sizin için hayırlıdır.
[/B]

Siyam kişiyi takva sahibi yaparak kötülüklerden korur dolayısıyla kişi için hayırlıdır.
Siyam sayılı günlerde yapılır.
Siyam yapan kişi gücü yeterli ise bir yoksulu doyurur.
Kişi hasta veya yolculukta ise siyamı başka günlerde yapar.
Gönüllü iyilik yapanlar bu iyiykleri kendilerine iyilik getirir.

Takva sahibi olabilmenin tek yolu kuranda bizlere verilen ilkeleri öğrenip uygulamaktır. Nefsin zekatını/gelişip serpilmesini sağlamak nefse ilham edilmiş olan fucuru bastırıp takvayı üste çıkarmaktır. Bu da ancak aç kalmakla değil sıkı bir eğitime tabi olmakla mümkündür. O yüzden sıyam süresince yoksullar diğer kişiler tarafından doyurulacak.

[B]2:185 Kur'an, insanoğluna bir rehber, bu rehberliğin apaçık bir delili ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölçü olarak ÜZÜNTÜNÜN – DERDIN – ACNIN – IZDIRABIN – FELÂKETIN – SIKINTININ – TEHLİKENİN – ENDİŞENİN – KAYGININ – HUZURSUZLUĞUN – RAHATSIZLIĞIN – (RAMAZIN) BELLİ – AŞİKÂR – APAÇIK - HERKESE AÇIK - ALENİ (ŞEHR) olduğunda indirilmiştir Dolayısıyla içinizden herkim bu apaçık duruma şahit olursa onu savm etsin. Kim de hasta veya yolculukta ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Ve (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir.[/B]

Takva sahibi olabilmek ve kendini kötülüklerden koruyabilme yeteneğini elde edebilmek için doğruyu yanlıştan ayıran ölcütü öğrenmek tüm insanlara yolgösterici delilleri kavrayabilmek gerekir. Bu da işi gücü bırakıp belli ve sayılı günlerde yapılacak yoğun bir çalışmayla olur. (Yemeyi içmeyi bırakarak değil) İşini gücünü bırakıp siyama katılan yoksulları da doyurarak.


Dolayısıyla bizleri takva sahibi yapacak olan siyamı/yapılanma ve disipline olma çalışmasını gerekli hallerde ve gerektiği kadar yaparız. Takva sahibi olmak için gelecek senenin RAMAZAN diye adlandırılmış bir ayını beklemek mecburiyetinde değilim.

Yaşamımızda herhangi bir felaket veya kötü durumla (Ramaz) karşılaştığımızda bu kötü durumu en az zararla başımızdan savmak (savm etmek/ondan uzak durabilmek) için kendimizi ve etrafımızdakileri durumun ehemmiyetine göre bizlerin kararlaştıracağı sayılı günlerde eğitmek ve disipline etmek durumundayız.

[B]2:186 Ve bana ibadet edenler/benim hizmetkarlarım, sana Benden sordukları zaman; biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Çağıranın çağrısına, çağırısa cevap veririm. Onlar da Bana karşılık versinler ve Bana güvensinler.
[/B][/QUOTE]

Teşekkürler Merdem...

İslamın tüm insanlığın dini olmasına, tüm çağlara hitab etmesine, zaman ve mekan üstü olmasına çok ama çok güzel örnek.

galipyetkin 20. July 2013 01:06 PM

Fidye, "karşılık demek olup da, bir şeye mukabil olan bir bedeldir" diye tarif edilmektedir.

Biz ise şurada
[url]http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2603[/url]
fidye anlayışımızı şöyle anlatmışız:

"Fidye
Hak dinde genel kural, herkesin kendi işini kendisinin yapmasıdır. Çiftlik sahibine çalışmamak ve kendi işi için başkasını isdihdam etmemek gibi...Kendi işi yoksa, çalışacaksa, bunu ancak devletçilik sistemi içerisinde devlete-kamuya maişet karşılığı bedenen iş yaparak yerine getirmelidir. Çalışılacak kurum Beyt-El Mal, maişet karşılığı çalışan kişi de yurttaştır. Müslümanlar bu imkânlara kavuşturulmalıdır. Bunun için de Beyt-El Haram denilen kurumu, havrayı, manastırı kurmuşlardır. Buralarda çalışan yurttaşlara da Ehl-i Beyt denilir. İşlerin birleştirilerek el birliği ile yapılması, maişete razı olunulması, ''takva ve vera'' olarak isimlendirilir. Farz ve vacibin kavramsal anlamı da budur. Bu ihsandır. Hatta ihsanı bir şekilde güzel yapmaktır. Yani güzeli en güzel yapmaktır. Bu ise, günümüzdeki kavramlaşmaya göre tam demokrasidir. Yani üretmenin ve yönetmenin bizzat yapılması ve denetlenmesidir. Bu doğrudanlık ve el birliğidir; mülkte iştiraktır. Toplum el birliği ve güç birliği içerisindedir ve bu da kıble edinilerek topluca bu hale yönelmek, omuz omuza, kimsenin geri kalmadığı ve kimsenin ileri çıkmadığı, tarağın dişleri gibi saf halinde iş yapmak, idareyi yönetmektir. Dolayısı ile hakların kamu ve yetkilerin kamu ajanları tarafından doğrudan kullanılması esastır. Hak olan devletin bizzat üretim yaparak gelirini temin etmesi ve vatandaşları her türlü güven içerisinde (emin olarak) yaşatmasıdır. Bu usuldeki yönetime ''Haram (harim-harem-ortaklık) usulü'' denilir.

Fakat bütün insanları havra ve manastırlara (devletçiliğe) toplamak mümkün olmadığından ve havra-manastır dışını da kafir ve müşriklere terk etmemek ve namuslu-dindar insanların dışarıdakilerden azınlıkta kalmasını önlemek için, ''Haram usulü'' yanında, İsa Peygamber, ''Helal usulü''nü yürürlüğe koymuştur.
Bu sistemde fert kendi nam ve hesabına iş yapar.Yaptıkları işin karşılığı doğrudan ellerine geçtiğinden, kendileri, kendisinin ve iyalinin / aile fertlerinin geçim-ihtiyaç miktarını zimmetinde tutarak bakiyesini derhal zekât-vergi olarak Beyt-ül Mal'a teslim eder. Bu, İslam'ın kabul ettiği özel girişimciliktir ki "helâl usulü" budur ve (Bakara-219) Mü'minun-4-5-6 ve Nahl-71'e tabidirler. Kavam üzere yaşamları denetim altındadır.

Şu halde İslâm'da sosyo-ekonomi-politik bu iki sistem üzerine kurulmuştur. Bu, şu şekilde ifade edilmiştir:''Ekimussalate ve atuzzekât''=''Mescid-El Haram'' üzere mülkte iştirak halinde yaşamak. ''Namazı dosdoğru kılma''nın anlamı da budur. ''dosdoğru kılmamak'' ise seccade secdesini yapıp, sosyo-ekonomi-politiği tağutunkinden farksız olmaktır.

Yinelersek, doğru olan şey, kamu için yararlı ve lüzumlu işlerin kamunun iştirak halindeki gücü ile yapmaktır. İstisna olarak ise, bu düzen yanında ''özel teşebbüs''e, yani ekonomik laiklikte ısrar edenlere, azınlıklara izin verilmesidir. Bu da dinde(insanlar arası kıst prensibinde) zorlama yoktur prensibi gereği ve karma kültür ve toplum düzeni durumu da göz önüne alınarak, biriktirmeyi, yani nimete küfranı seçmiş olanlara tanınmış bir tolerans, yani onlara katlanma durumudur; fakat bu tolerans için bir şart vardır; o da (Bakara-219), Mü'minun-4,5,6, ve Nahl-71 ayetleri ile getirilen ağır vergi-zekâttır, ki bu kişilerin yaşam standartları muttakiler için bir fitne, kendisi için refah, lüks ve zenginlik yaratmamalıdır.. İşte bu vergi-zekât onları genel seviyeye indirip zayıflatacak bir vergi uygulamasıdır. Bu uygulamayı da din belirlemiş ve buna "[B]itidal-kavam[/B]" demiştir. Kendisinin ve ailesinin zorunlu ve faydalı ihtiyaçlarını karşılayacak miktarın dışında kalanın hepsi vergi olarak alınacaktır.

Belirtilen bu sistemin uygulanmadığı veya bu sistemden sapıldığı hallerde büyük kazanç getiren işlerin özel kişiler tarafından az vergi karşılığı, hatta teşvikler verilerek yaptırtılması ve buna izin verilmesi rüşvettir. Böylece işi yapan genelin aleyhine zenginleşip refah içinde yaşamasından dolayı fitne olayı meydana çıkar. İşi veren baş mele veya iktidar da bunlardan aldığı vergiyi de halka aktarmadan kendisi ve yandaşları arasında paylaştığı için rüşvet alan, az vergi vermesinden dolayı da işi alan aynı zamanda rüşvet verendir.Şu halde rüşvet veren aynı zamanda rüşvet alan, rüşvet alan da rüşvet verendir. Halka gitmesi gereken servet ya çok az halka aktarılmış veya hiç aktarılmamış dolayısı ile ''devlet''-iyi şans oluşmuş, halk da fakirleşmiş ve ezilmiş-mustazaaf durumuna düşmüştür. İşte bu tavır ferdiyetçilik-liberalizmdir ve ''ekumussalate ve atuzzekât'''ta GEDİK yaratarak hortumculuk başlatılmıştır. İltimas ve imtiyaza dayalı karşılıklı bir zulüm sistemi ortaya çıkmıştır. Bu SERBEST YER yaşam biçimidir ki Allah'ı Adam Smith, bunlar da O'nun kullarıdır. İşte nimete nankörlük ve putperestlik budur.

Hak din mensupları kollektivisttir. Tarihi ve ekonomik laik(anti kollektivist) bakış açısına göre ise insan belli bir vergi (meselâ 1/40) vermek suretiyle istediği işi yapabilmelidir; halbuki islamda ölçü [B]kavam[/B]dır. O tarihlerde ''laiklik'', dinin kollektivizm üzere olan sosyo-ekonomi-politiğini red etmek anlamına gelmekteydi ki bu ''mültezim'' zihniyetidir. Müteahhitlik de denilen bu sıfat hem işi yapan ''mele''ye hem de işi yaptıran emir, kral, baş mele, hükümet vs...ye gider. Bu terim devlet gelirlerini toplama ve bundan büyük ölçüde kâr etmek üzere götürü bir tahmini bedelle bu hakkı devralanı anlattığı gibi, liberal sistemin kendisine(ki iltizam sistemi denir), ve kamunun başındaki yönetici veya yönetim kadrosuna da denir. Çünkü birlikte üretip, birlikte tüketip, mülkte iştirak içinde karşılıklı yardımlaşma yarine, bundan firar edenlerin maksatları aynıdır: Firar-Avn (Firavn) niteliği değişmemektedir: kibirlilik ve "muavenetten firar etme". Bütün bu şeyler, nitelik itibarıi ile en azından ubudiyette kusur ve vera ve takvadan kaçıştır. FİDYE kavramı da bu noktada oluşur. (Bu kavram çok yönlü anlamlaşmıştır. Maalesef bu kavrama putperestlikten sonra kurulan hak dinlerin mensupları, putperestlerin verdikleri ıstılah mânâsından kendilerini kurtaramamışlardır. Meselâ harp esirlerinin fidye karşılığı bırakılması; Peygamber İsa'nın, Adem'in kusuru nedeniyle insanlığın kurtuluşu için kendisini çarmıha gerdirterek Allah'a fidye ödemesi gibi. Allah niye fidye alsın ki. Kaldı ki fidyenin konusu her zaman para veya maldır, asla can değil.)

Kollektivizmden kaçış bir ibadet kusurudur. Baş mele,emir, kral veya idareci kurulun bir işi yapmaya talip olandan mutat olan vergi yerine, onu zengin edecek az bir vergi alması ve kendisinin nemalanmasının neticeleri yukarıda anlatılmıştı. Bunu yasalaştırdığınızda liberal-kapitalist sistem ortaya çıkar. Bunu sözleşmelerle devletler arası hale getirirseniz, işte size ''GLOBALLEŞME''. Buyrun size İslam'a karşı yapılmış bir darbe. Bunu müslümanlık iddiasında bulunan bir iktidar yaparsa, varın siz düşünün.

Fidyenin anlamı, rüşvet niteliği, verginin zayıflatacak ve itidal seviyesine çekecek dozda olmayışı sebebiyle fitne yaratmasından, halkı mustazaaf durumuna vs.. düşürmesindendir. İyi fidye var mıdır? Toplum yararına değildir; o halde böyle anlamlandırılan fidye islami değildir.
Bir de "oruç " bahsinde geçen fidye vardır ki, o da düşmana karşı güç yitiren kişi veya bölüme güçleri eşitleme için yapılan yardımdır(ki yukarıda oruç kısmında "yazın ortasında oruç" bahsinde açıklamalarını verdik.)

Kur'an'da geçen ''fidye'' bu kusurları gidermek içindir. Kur'an'daki fidye alınması ifadeleri, bahsedilen kesimlerin aldığı fidye'Yİ(avantayı-beleşi) almak, daha doğrusu ''geri almak'' olarak anlaşılmalıdır. Aldıkları halkın hakkı olduğundan, fidye onlardan geri alınıp hak sahibi olan halka geri verilir. İslamda "karşılık-bedel" manâsında fidye almak yoktur. ''Alınmış ve verilmiş( karşılık-bedel olan)'' fidyeyi, hakkını geri almak vardır.

En nihayet şunlara değinerek konuyu bitirelim.

1_Esirlerden her ne nam altında olursa olsun salıverilmeleri için hiç bir şey alınamaz. Esirler savaş sonu derhal serbest bırakılır. Bu nedenle Enfal-67. mealinin 1. cümlesi yanıltıcı olup tecdit edilmelidir.Çünkü ''şimdi değil, zamanı gelince esir sahibi olursunuz'' anlamı vardır.İslamda hiçbir zaman esir-köle olmayacaktır.
Ancak savaşa sebep olan devletten, devleti ve vatandaşlarını itidal seviyesine indirmek, itidal seviyesi üzerinde sahip oldukları fidyeyi geri almak için savaş tazminatı alınır.

2-Kur'an Bakara-279,Maide-38 yanında ''misak'' ve ''şiddetli misak'' önlemlerinden bahsetmektedir.Bunların da açıklığa kavuşturulması gereklidir.

3-''Boynu vurmak'', ''boyna vurmak'' her kişinin kafasına göre değil, İslam'ın prensiplerine göre açıklanması gerekmektedir. Hiç kimsenin bu ifadenin ''kafa kesmek'' yetkisi olduğunu ileri sürerek,islamı, kan dökücü,can alıcı, vahşi bir din gibi göstermeye hakkı yoktur. Hangi peygamber kafa kesmiştir. Peygamber baş melelerin, putperestlerin merkezi Mekke'yi fethettiğinde hangisinin kellesini almıştır.İbret alacağımız bir misal mi var? Allah Kime cinayet işleme yetkisi vermiş ki?
Neden kafanın düşünme, karar alma ve uygulatma merkezi, boynun, uygulayıcı olan vücut ve organlara ilatim yolu olduğunu düşünüp bunu misal alıp da toplum ve toplumun sosyo-ekomomi politik yapısının açıklanmasında gayri meşru yolların kesilmesi anlamında kullanmazlar ki?"
(Adalet ve Rahmat sitesinden faydalanılarak derlenmiştir.)

Saygılarmla.
Galip Yetkin.

galipyetkin 21. July 2013 01:57 PM

Fidyeye devam.

Yukarıda yaptığımız izahlardan anlaşılmalıdır ki; fidye kurtulmalık, ceremenin bedeli değildir. Fidye, ihtiyaç fazlası olarak ele geçirilmiş olanların zimmetten çıkartılarak hayat boyu bu fazlalığa karşı oruç tutmak, uzak yaşamak, başkalarının haklarına saygı göstermektir. O nedenle de "fidye" müslümanlığı kabul esnasında hakka aykırı olarak zimmette bulunan ihtiyaç fazlasının elden çıkartılıp, hayat boyu bu halde yaşamayı, itidalli-kavam üzere yaşamayı ıkabul etmektir. Dolayısı ile oruç, haramlardan, kul haklarından uzak kalmaktır.

Ramazan ifadesi ile de Mekke'nin fethedilip de Ramazan Ayı'ndaki hac daveti ile müşriklerin düştüğü ruhsal durum ve bundan kurtuluş çaresi anlatılmakta olup bu gün dahi insanların islâma girmek istediklerindeki (bir halden başka bir hale geçişlerindeki) sahip oldukları ruhsal durum ile yapmaları gerekenler anlatılmaktadır.Bu husus Bakara 185. ayette etraflı şekilde anlatılmıştır:

2:185 Kur'an, insanoğluna bir rehber, bu rehberliğin apaçık bir delili ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölçü olarak DERDIN – FELÂKETIN – TEHLİKENİN – KAYGININ – HUZURSUZLUĞUN (yani RAMAZIN)........... BELLİ – AŞİKÂR – APAÇIK - HERKESE AÇIK - ALENİ (yani ŞEHR) olduğunda indirilir. Dolayısıyla içinizden her kim bu apaçık duruma şahit olursa onu "savm etsin(savsın)". Kim de hasta veya yolculukta ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Ve (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir.

Ayette şahit olma da kişinin kendisinin "Ramazan" halini fark etmesi olarak ifede edilmiştir. Dolayısı ile de sayılı günlerde savm etmek de "Ramazan sıkıntısının da ve bununla savaşın da "sayılı günler/şehr" olduğunu, UYGUN ŞEKİLDE KARŞI KONULDUĞUNDA/SAVM EDİLDİĞİNDE üstesinden gelinebileceği anlatılmakta olup; aç kalmakla filan ilgisi yoktur.

Benim anlayışım bu yönde.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin 21. July 2013 07:02 PM

;Bakara Suresi 185. mealindeki ''indirilmiştir" ifadesi bana göre yalnıştır. Meallerde, indirilmiştir denilen "[B]Kur'an[/B]"dır; yalnış olan da budur. İndirilmiş ve indirilmesi sona ermiş olan "Kitap"tır ve her(ramazan ayında değil) [B]ramazanda[/B] indirilmeye devam eden "[B]Kur'an[/B]"dır. "Kitab'ın indirilmesi Peygamberimiz zamanında bitmiş fakat "Kur'an" her ramazanda, her müslümana, ihtiyaç duyarsa iniyor. Bir de "Hayat Kitabı" vardır. Fakat "Kur'an" insanlara ramazanında kişisel olarak indirilmeye devam da edecektir; böylece kendi kendine "tecdid" oluşacaktır. Şu halde "indirilmiştir" ifadesi yerine "Kur'an ramazanda indirilir" diye yazılmalıdır. Çünkü her sıkıştığımızda bulabileceğimiz çare onda.
Kur'an, Kitab'ın içindedir; doğrulardır, özdür, mânâdır ve Kur'an insanlara insanların kendi ramazanlarında indirilir, indiriliyor ve indirilecektir. Kitap kabuk, Kur'an içeriktir. Karpuzun kabuğu Kitap, içi ise Kur'an'dır. Karpuzu yemek için kabuğunu soymak gerekir. Doğduğun zaman kitap 1600 yıl önce indirilmişti; ama sana KUR'AN sıkıntılarına çare olarak her okuduğun zaman indiriliyor. Bu nedenle duvarda asılı olduğu yerden indirilip el kitabı yapılmış, hadislerden kaçınılmıştır.

Kitap, indirilen ayetler ve yaşanılan hayat;
Kur'an da bunlardan eriştiğin doğrular, doğru yol ve yordamlardır. Ve aklı çalıştırarak, hayattan çıkarılan doğru mânâlar, derslerdir, hayatın okunmuş ve doğru anlaşılmış halidir.

İşte "oruç" diye de tercüme edilen "siyam", kişisel olan "savm/savma" eyleminin ramazanda/bunalımda topluca yapılması olup, ramazan ayında aç ve susuz kalma bu nedenle de kendine ve de etrafına eziyet verme, sonrası da gösteriş yapma değildir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin 23. July 2013 08:27 AM

Benim anladığıma göre "oruç":
İslâm'ın getirdiği kural ve kaidelere aykırı düşünce ve eylemlerden hayat boyu uzak kalarak, ihtiyaç fazlasından elinde bulundurduğun başkasının hakkı olanı, elden çıkartıp bir daha onlara, kul hakkı doğurduğundan, yaklaşmayıp uzak kalarak, itidalli yaşamak, kavam içinde kalmaktır, "salat'ı ikâme ve zekâtı ita" içinde kalmak, Bakara177. ayeti yerine getirmektir.
Ama oruç diye acemce ifede edilen kelimenin aslı "savm=savma"dır. Musa peygamberin "ibadethane"lerinden biri
olup savunmaya dayalı düşmanı/sömürücüleri savma/püskürtme eylemidir.

Biliyoruz ki hac, Hacc-ı Ekber'in ilânı ile, "sana gelsinler" emri ile, Nisa-102. ayete göre Peygamber'in salâtı ile başlar, Safa Tepesi'nde geceli gündüzlü sürer ve üçüncü aşamada Mescidi'l Haram denilen kollektif yaşayan toplumun yaşamının tetkiki ile sona erer. Bu gün bu işlem, yani müşriklerin Müslümanlığı öğrenme adımları olan hac Peygamber'in yokluğu nedeniyle İslam'ı öğrenmek için Mekke'ye bir ziyaret olmayıp delile dayanarak ispatlama olduğundan bu gün kitap okunarak, iyice tetkik edilerek, içimizde merhamet melekesi olan Muhammed'i açığa çıkartarak yapılır, "4 ay diye belirtilen bir zaman bütünlüğünde bir kere değil, müslüman olmaya meyledildiği her zaman (mahşere kadar) yapılacaktır.

Saygılarımla
Galip Yetkin.

merdem 23. July 2013 08:42 AM

[QUOTE=galipyetkin;18290]Benim Kitap'tan anladığıma göre "oruç":
İslâm'ın getirdiği kural ve kaidelere aykırı düşünce ve eylemlerden hayat boyu uzak kalarak, ihtiyaç fazlasından elinde bulundurduğun başkasının hakkı olanı, elden çıkartıp bir daha onlara, kul hakkı doğurduğundan, yaklaşmayıp uzak kalarak, itidalli yaşamak, kıvam içinde kalmaktır, "salat'ı ikâme" içinde kalmaktır.

Biliyoruz ki hac, Hacc-ı Ekber'in ilânı ile, "sana gelsinler" emri ile, Nisa-102. ayete göre Peygamber'in salâtı ile başlar, Safa Tepesi'nde geceli gündüzlü sürer ve üçüncü gün Mescidi'l Haram denilen kollektif yaşayan toplumun yaşamının tetkiki ile sona erer. Bu işlem, yani hac ziyareti, 4 ay içinde bir kere değil çeşitli defalar yapılacaktır. İşte hasta olmak veya yolculukta bulunmak bundan kaçınmak için mazeret olarak ileri sürülemiyecektir.
Saygılarımla.
Galip yetkin.[/QUOTE]

Galip Agabeyim,

"sana gelsinler" diye Rabbimiz kime hitapta bulunmustur, kesin degil, her bir alimin baska bir görüsü var, kimisi Ibrahim peygamber (selam olsun ona) kimisi isie Muhammed peygamberdir (selam olsun ona) diyor.

Senin bu konuda görüsün nedir?

galipyetkin 23. July 2013 05:21 PM

Merdemciğim, canım ciğerim kardeşim.

Allah, müşrikler için "sana gelsinler" dediğinden dolayı, bütün müşrikler koşa koşa Peygambere mi giderler zannediyorsun?
"Sana gelsinler"i "[COLOR="black"][B]kendine getirt[/B][/COLOR]" diye anlamak lâzımdır.
Peygamberimiz Muhammed de Mekke'yi fethederek müşrikleri kovmamış, bir kısmınla anlaşma yapmış, diğer kısmını da Hacc-ı Ekber ile islâma davet etmiş, kendisine,yani islâma gelmelerini sağlamıştır.
Herhalde cevabım yeterli.
Galip Yetkin.

merdem 23. July 2013 07:45 PM

[QUOTE=galipyetkin;18292]Merdemciğim, canım ciğerim kardeşim.

Allah, müşrikler için "sana gelsinler" dediğinden dolayı, bütün müşrikler koşa koşa Peygambere mi giderler zannediyorsun?
"Sana gelsinler"i "[COLOR="black"][B]kendine getirt[/B][/COLOR]" diye anlamak lâzımdır.
Peygamberimiz Muhammed de Mekke'yi fethederek müşrikleri kovmamış, bir kısmınla anlaşma yapmış, diğer kısmını da Hacc-ı Ekber ile islâma davet etmiş, kendisine,yani islâma gelmelerini sağlamıştır.
Herhalde cevabım yeterli.
galip Yetkin.[/QUOTE]

Böyle güzel cevaba kurban olem Galip Abim..

Sen hacca gittin mi hic?

Ben herhalde gidemeyecegim, icime öyle doguyor. Bir kac kere akrabalarima he dedim, hic olmazsa umre icin. Olmadi.

Ev doktorum raporunu tastikledi: Cadi, sen ne istedigini gayet iyi biliyorsun :p dedi, bir kac sene oluyor, InsaAllah biliyorumdur ne istedigimi.

Hayirli Aksamlar.

galipyetkin 23. July 2013 09:07 PM

Ben müslümanım.
Hacca gitmek ne demek ki?
Hacc kelimesinin mânâsını biliyor musun?
"Sana gelsinler" dendiğinden Peygamber'e gidilir. Hacca gidilmez!
"Hac yapılır"

"Hiç olmazsa "umre" için" ne demek ki?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

merdem 23. July 2013 09:17 PM

[QUOTE=galipyetkin;18296]"Hiç olmazsa "umre" için" ne demek ki?[/QUOTE]

Haccin bir asagisi mi?

Ya akrabalarimdan öyle teklifler geldi de onun icin hic olmazsa dedim ben de. Onlardan arada bir gidenler oluyor, ba yapiyorlar devamli orada onu da acaba sorsamiydim.

Galip Agabeyim, bizim millet bir alemdir, hani ehl-i sünnet olanlari bilhassa. Vahhabilere atmadiklari camur kalmaz, ama Mekke'de Hac da olsun umre de olsun Vahhabi Imamlarin arkalarinda durup namaz kilarlar.

Dedikoduye basladim yine.

galipyetkin 24. July 2013 02:41 PM

Merdem.

Bazan "kış-kış"lar geliyor galiba!

Kızım bu tahtıravalli mi? Hacc'ın bir aşagısı bir yukarısı mı olur?

merdem 24. July 2013 03:26 PM

[QUOTE=galipyetkin;18300]Merdem.

Bazan "kış-kış"lar geliyor galiba!

Kızım bu tahtıravalli mi? Hacc'ın bir aşagısı bir yukarısı mı olur?[/QUOTE]

kis-kislarin tam geldigi güne rastlamis olacagim. bu gün gözümde hic bir sey yok inan ki, bir sey de düsünmek istemiyorum. bikmisim her seyden.

hani su ucurumdan atlayan hayvanciklar var ya, geriden gelen neslillerine yasama imkani saglama gibi bir instinkleri olan hayvanciklar. onlara imrenmemek elde degil. hic olmazsa baskalarinin canina okumuyorlar kendi menfaatleri icin.

Galip Abim, bu gün yorgun günüm, ama bir yerlerde hir ciksa herhalde hic bir sey düsünmeden ben de katilacak kadar gücü nereden buluyorum halen kendimde ona sasiyorum.

seninle dalasmaya gönlüm yok nedense.

Haccin asagisi yukarisi olmaz, hac mevsimi haricinde yapilan ziyaret umre olur, herhalde, aklimda öyle kalmis.

Geri kalan günün ve aksamin hayirli olsun.

mustafabey 26. July 2013 12:52 PM

Selamun Aleyküm;

Oruç insanın ortaya çıkmasıyla başlayan dindeki en önemli temel ibadetlerdendir. İbadetler insanların eğitilmesi için yapılmaktadır, semavi dinlerle birlikte düşünce yolları açılmış, idrak ve muhakeme ön plana çıkmıştır. Düşünen insanlar için tapma ve tapınma yoktur, her şey idrak ve muhakeme içerisindedir.

Düşünemeyen, belli bir idrak seviyesine çıkamayan insanların kendilerini korumaları için, bir temele tutunmaları ve ilerlemelerini sağlamak için yapılanlar sünnet adı altında topluma bir yol anlayış olarak bırakılmıştır.

Yapılan her türlü ibadet ister ritüel olsun, ister düşünsel olsun, ister inanç besleme şeklinde olsun temelde insan hayatında ortaya çıkışı akıl sağlığı, ruh sağlığı, beden sağlığı olarak oluşmaktadır.

Tüm ibadetlerde olduğu gibi oruç da insanın aklen, bedenen ve ruhen sağlığa kavuşması için yapılan ibadettir.

Oruç tutma ritüel ve fıkhi olarak bilinen şeklinin dışında çok genel bir ibadet olup, insanların hayatının büyük bir bölümünde uyguladığı ibadettir.

Orucun insanın akıl gelişimi, düşünme ve iradesine sahip olma gibi özelliklerine büyük bir etkisi vardır.

İnsan oruçla ne tutar;
kendini tutar,
duygularına hakim olmayı öğrenir,
istek ve arzularını kontrol etmeyi öğrenir,
hayallere kapılmaz,
kelam ve kelimeleri tutar, kavrar hafızasını güçlendirir(kelime-i tevhid),
bir işi eylemi sonucuna ulaştırıncaya kadar işin gereklerini harfiyen yerine getirerek kendini belli sınırlar içerisinde tutarak yönlendirir,
sabreder, zamanı israf etmeden kullanmayı öğrenir,
bilgileri yaşamda kullanmak üzere tutar,
her alanda kendine hakimiyet kurar,
insani vasıfları kendinde toplamak için mücadele eder,
sayıyı tamamlar,
bir bütüne dolunay gibi parlak aydınlığa ulaşıncaya kadar, o aydınlık güne ulaşıncaya kadar çalışır, aklını başına toplar, akıl sağlığına kavuşur ve bayrama ulaşır.

Topluca yapılan ibadetlerde etkisi katlanarak artmaktadır.


2[B]-185; Ramazan o Ay’dır ki; doğruyu eğriden ayıran(Furkan) ve hidayetten kanıtlar(beyinat) getiren ve hidayete erdiren(asla, esasa, hakikate ulaştıran rehber), Kur'an(okunan, toplananlar), onda(şehri ramazan) indirilmiştir. O halde [COLOR="DarkRed"]kim bu Ay’a, şahit olursa[/COLOR] onu oruçlu geçirsin. Hasta olan veya yolculuk halinde bulunan, iddeti(müddeti, sayıyı) başka günlerde tamamlasın. Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez. İddeti (sayıyı) tamamlamanızı, sizi doğru yola(hidayete) kılavuzladığı için Allah'ı yüceltmenizi ister. Ve sizin şükretmeniz umulmaktadır.[/B]


İslamın ilk şartı kelime-i şehadet getirmek, ikincisi oruç…

Önce kelamlara şahit olunacak sonra oruç başlıyor.

Kelimelere şahit olmak; doğruyu eğrinden ayırma idrakine kavuşma, bu idrak ve muhakeme ile okumaya başlama

Kelimelere(kelamlara) şahit olmak;……….. kim bu Aya ulaşırsa oruçlu geçirsin.

Kitap okunduğunda oruç başlar, bin aydan hayırlıdır.

Tutulan oruçların mükafatını Allah verir.


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:19 PM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam