![]() |
teşekkürler gavs kardeşim bu güzel derlemeler için, hepsini tam okumadım daha ama okuduğum kısımlarda hayrete düştüm.
|
[FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]1. [B][COLOR=red]Hüdayi hakkında çalışmaları (S.35-36)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT]
[SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Aziz Mahmûd Hüdâ-yî'nin hayatı ile ilgili ilk müstakil çalışma Daru'l-fünûn ilahiyat Fakültesi talebelerinden Saruhanlı Sa'dî tarafından me'zûniyet tezi olarak yapılmıştır. 1. Ü. Edebiyat Fakültesi islâm Araştırmaları kütüphanesinde bulunan (Tez Nü : 5) bu tez, Hüdâyî hakkında muhtasar bilgi veren küçük; fakat ilk eserdir.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdâyî hakkında ikinci çalışma M. E. Bakanlığı emekli müfettişi Ziver Tezeren tarafından Edebiyat Fakültesi öğrencisiyken başlatılmış ve daha sonra tekemmül ettirilmiştir. Bugün gayr-ı matbu olan bu eserin daktilo nüshasını müellifin lütufkâr müsâadeleriyle görme imkânı bulduk. Bu çalışmanın ve beraberindeki Hüdâyî Divan'ı edisyon kritiği'nin uzun bir emek mahsûlü olduğu söylenebilir.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Fevziye Abdullah Tansel'in A. Ü. ilahiyat Fakültesi Mecmuası (1967/XV)'ndaki makalesi Hüdâyi hakkında yapılan çalışmalardan neşredilenlerin ilk'dir. Hüdâyî'nin daha çok edebi yönünü konu alan bu çalışma ile diğerleri araştırmalarımıza, ışık tutmuştur.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Celvetiyye Tarikatı ile İlgili kaynaklar[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]l — Celvetiyyenin tarihçesi ile ilgili kaynaklar :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Celvetiyye tarikatının tarihçesi hakkında daha çok umûmi kay-. naklardan yararlandık. Meselâ Lemezât ve Tibyân bunlar arasında-dır. Hüdâyî'den önceki ve sonraki silsile için Bursevî ismail Hakkı'nın Silsile-i Celveti'si anakaynağımız oldu. Tâli derecede de o devirlere aid ve silsiledeki şahısların hayatından bahseden kaynaklardan istifade ettik. Meselâ, M. Ali Aynî'nin Hacı Bayram Veli, Bursalı Mahmud Tahir'in yine Hacı Bayram Velî ve Osmanlı Müellifleri adlı eserleri gibi.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Günümüze kadar olan Celvetî silsilesini de Hüseyin Vassaf Bey'in Sefîne-i Evliyâ'sı ile Ayvansarâyî'nin Hadikatü'l-cevami'inden. istifade ile tesbite çalıştık. Celvetî tekkelerinin ve şeyhlerinin tesbitinde de son eser ân önemli kaynağımız oldu.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]2 — Celveti tarikatı âdabıma dair kaynaklar :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Celveti tarikatına dair âdabı tesbitte birinci derecede Aziz Mahmûd Hüdâyi'nin Tarîkatnâme, Camiu'l-Fazâil, Ecvibe-i Mutasavvıfi -ne, Vakıât, Hayatü'l-ervâh ve necâtü'l-esbâh ve Hulûsatü'l-ahbâr adlı eserinden; ikinci derecede Bursevi İsmail Hakkı'nın Kitaba'1-hıtab, Temâmn'1-feyz adlı eserlerinden ve üçüncü derecede de celveti meşayıhından şahısların tarikat âdabına dair yazdıkları; Yakub Afvî (1149/1736) nin Hediyyetü's-sallkîn, Şihabuddin Efendi (1234/1819) nin Tuhfetu's-salikîn adlı eseri gibi kaynaklardan yararlandık. Tarîkat âdâbının tesbitinde ayrıca Tibyân yine önemli kaynaklarımızdan biri oldu.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]2. [B][COLOR=red]Hüdayi Şeyh’e intisap edişi (S.75-76)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]1. Hüdâyi, Bursa.'da müderris ve nâib olarak hizmet görmekte iken şöyle bir rü'yâ görür : «Kıyamet kopmuş, sırat ve mîzan kurulmuş; ashâb-ı hayr ve salâhdan olduklarını zannettiği pek çok kimse bâ-husûs hocası Nâzırzâde (984/1576) de cehennemlikler arasında'dır.»,Bu_rü'yâ-dan son derece müteessir olan Hüdâyî, uyandığında dünyevî meşgalelerini terkederek Hz. Üftâde (988/1589)'ye varmış ve ona intisab etmiştir.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]3. [B][COLOR=red]Hüdayi intisabına ikinci sebep uydurulmuş bir tasavvuf masalı (S.76-77)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdâyî, Bursa'da nâib iken boşanma da'vâsıyla huzuruna gelen bir kadın kocasının her sene hacca niyyet ettiği halde gitmediğini ve o sene yine hacca niyyet edip eğer gidemezse kendisini talâk-ı selâse ile boşyacağını söylediğini, fakat arefe gününe kadar gitmediği halde kurban bayramı günlerinde bir kaç gün ortadan kaybolduktan sonra meydana çıkarak hacca gittiğini söylemek suretiyle yalan irtikâb ettiğini, bu itibarla talâkın vukuunu» taleb eder.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Yanında bulunan kocası ise «arefe gününe kadar memleketinden ayrılmadığını», kabul etmekle beraber «hacca gidip geldiğini hattâ orada görüştüğü arkadaşlarından dönüşlerinde şâhidlik taleb edilebilece-ğini» söyleyerek talâkın adem-i vukuunu taleb eder.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Dava, Kadı Mahmud Efendi tarafından hacıların dönüşüne kadar te'hîr edilir.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hacılar döndükten sonra ise zevcin iddiasının doğru olduğu «hacıların şehâdetiyle» anlaşılır. Bunun üzerine Hz. Hüdâyî, «talâkın vâki' olamıyacağına» dâir şer'î hükmü i'lân eder.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdâyî kararını açıklamakla beraber bu işin nasıl olduğunu ve gidiş gelişin ne şekilde gerçekleştiğini da'vali zattan gizlice öğrenmek ister. O da : [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«- Eskici Mehmed Dede 185 diye ma'rûf bir zatın ma'nevî delaletiyle tayy-ı zaman ve mekâna nâiliyetini» söyleyince Hz. Hüdâyî de derhal Mehmed Dedc'ye koşarak inâbe talebinde bulunur ise de O :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Nasibiniz bizden değil, Hz. Üftâde'dendir, varın ona müracaat edin» deyince Hüdâyî de Hz. Üftâde'ye varıp intisâb eder[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]4. [B][COLOR=red]Hüdayi’nin şeyhinin emriyle hakimliği terk edip sokakları dolaşarak sırtında ciğer satması (S.77)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Uftâde hazretlerine intisâb eden Hüdâyî, onun yanında sıkı bir ri-yazat ve nefs terbiyesine başladı. Hz. Uftâde bir gün müridine :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]— Haydi evlâdım, bir sırık ciğeri omuzuna alarak Bursa sokaklarında dolaşıp satmalısın, diye emretmiş; Hz. Hüdâyî de tereddüdsüz sırığı samur kürkü üzerine almış ve çarşı çarşı, mahalle mahalle dolaşmaya başlamıştı. Bu hâli gören ahâlî, «hâkini çıldırmış» diyerek alej-hinde bir sürü dedikodular uydurdular. Fakat Hz. Hüdâyî bunların hiç birine aldırmadı. Ve vazifesini kemâl-i ihtimamla yerine getirerek dergâha döndü. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdâyî ciğer satma işini kemâliyle başardıktan sonra şeyhi onu dergâhın helalarını temizlemeğe me'mûr etti. Bir gün abdesthâneleri yıkarken kulağına davul-zurna ve dümbelek sesleri geldi. Meğer Hüdâ-yî'nin yerine yeni ta'yin olunan hâkim geliyormuş ve halk onu istikbâl etmekle meşgul imiş. Hüdâyî, beldenin bu âdetini bildiği için sese muttali olunca kendi kendine :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]5. [B][COLOR=red]Tuvaletleri sakalı ile süpürmesi sapıklığı (S.77-78)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Yeni hâkim geliyor ha!.. Bîçâre Mahmûd, sen böyle bir mesleği bıraktın... Şimdi abdesthânelere hizmetkâr oldun.» diyerek nefsinin iğfal ve iğvâsına kapılmıştı. Hatırından bir an bunlar geçince derhâl toparlanmış ve :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Mahmûd! [B]Sen şeyhine nefsini ayaklar altına alacağına dair söz vermedin miydi?» diyerek kalbinden geçen bu hâle tevbekâr olmuş ve nefsini tahkir için elindeki süpürgeyi atarak taşları sakalıyla süpürmeye başlayacağı bir anda [/B]şeyhi Üftâde Hızar gibi yetişmiş ve :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Evlâdım, sakal mübarek şeydir, onunla böyle bir şey yapılmaz.» diyerek omuzundan yakalanmış ve :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Maksad bu mertebeyi atlatmaktı.» buyurarak Hüdâyî'yi alıp dergâha götürmüştü.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]6. [B][COLOR=red]“Hüdayi kısa bir zamanda bitkilerin sesini duyar hale gelmişti.” Yalanı (S.78)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hz. Hüdâyî, Üftâde'nin neshinde her geçen gün ma'nevî tecellîlere nail oluyor, ruhu olgunlaşıyor ve yüceliyordu. Nefsini tezkiye ve kalbini tasfiyeye muvaffak olan Hüdâyî, artık nebatatın bile teşbihini duyar hâle gelmişti.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Üftâde hazretleri bir gün mürîdân ile tenezzühe çıkmışlardı. Dervişler, efendilerine takdim etmek üzere her biri birer demet çiçek topladılar. Hüdâyî Efendi de eline bir adet sapı kırılmış bir çiçek alarak geri döndü. Herkes hediyelerini şeyhleri Uftâde'ye takdim etmiş, Üftâde de kabul ile memnuniyetini izhâr etmişti.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hz. Hüdâyî hediyesini verince Hz. Üftâde :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Oğlum arkadaşlarınız demet demet çiçek getirdiler, siz bize bir tek çiçeği mi lâyık gördünüz?» buyurdu. Hz. Hüdâyî de:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Efendimize ne takdim etsek azdır; fakat hangi bir çiçeği koparmak için el uzattımsa teşbihini işiterek elimi çektim. Ancak sapının kırılmasından dolayı bu çiçeği teşbihinden kalmış gördüm. Bunu bir takdime olmak üzere huzûr-ı âlîlerinize getirdiğim ma'lûm-i mürşidâ-neleridir.» zarif ve lâtîf cevabını vererek şeyhinin bir kat daha muhabbet ve teveccühünü kazandı.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]7. [B][COLOR=red]Aç bırakılan Hüdayi’nin halüsülasyon görmesi (S.78-79)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdâyî, «üç günde bir elmayı koklayıp onunla iftar edecek» derecede sıkı bir riyâzat devresinin sonunda nefsini iyice Hakk'a ram etmiş, ruhunu kuvvetlendirmişti. Bu yüzden de yolda dirilerden çok ölülere mülâki olmaya başlamıştı. Hattâ bir gün şeyhinin halyethânesine giderken daha önce vefat etmiş bir müezzine tesadüf etmiş ve ona selâm vermişti. Halvethaneye girip durumu şeyhine anlatınca Hz. Üftâde :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]— Oğul, riyazatla ruhunu takviye etmişsin onun eseridir. Fakir dahi riyazatımız zamında bazan çarşıya yıktıkça ölüleri dirilerden çok müşahede ederdim.» buyurdu.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]8. [B][COLOR=red]Hüdayi’nin hokkabazlık oyunlarına başlaması (S.79-80)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdâyî'nin mânevi mertebeleri kısa zamanda kat' ederek yükselmesi ba'zı dervişlerin kıskançlığını mûcib olmuştu. Hüdâyî'nin üç sene gibi kısa bir zamanda bu derece yükselmesini için için çekemeyenler vardı. Durumu sezen Hz. Üftâde, Hüdâyî'nin büyüklüğünü göstermek için şöyle bir plân hazırladı.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Mevsim kıştı. Dışarıda kar yağıyor. fırtınalar esiyordu. Hz. Üftâde mürîdânı ile beraber yemek yiyorlardıı Sofraya pilâv konulduğu zaman Hz. Üftâde :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Şimdi bağdan taze kopmuş üzüm olsa bu yemekle ne güzel olurdu.» deyince dervişler birbirlerinin yüzlerine bakmağa başladılar. Çün-kü söylenen sözde bir gayr-ı tabiîlik vardı zîrâ her taraf karla kap-lı idi ve üzüm mevsimi çoktan geçmişti. Fakat Hüdâyî. şeyhinin teklî-findeki işareti keşfederek :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Müsâade buyrulursa maksadınızı yerine getireyim.» dedi ve Hz. Üftâde :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]— Memnun olurum.» cevabını verdi. Mürîdan hayretler içindai ir-birlerine bakışarak neticeyi beklemeye koyuldular.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdâyî gitti, bat karlarla örtülmüştü. Fakat ma'neviyâtın şiddet-li ateşi önünde bunun ne önemi vardı. Kütükler derhâl yeşillendi, yeşil yapraklar arasında olgunlaşmış üzümler görünüyordu. Hüdâyî. bu üzümlerden bir iki sepet doldurdu. Sevincinden yolda vecde geldi. Rûhu taştı, meczûb dervişler gibi yolda sallana sallana ilâhî, evrâd,. kasî-de okuyarak dönüyordu. Fakat kazara ayağı kaydı ve yanındaki batak-lığa düştü. Kurtulayım diye uğraşıyor bir türlü muvaffak olamıyordu. Bu. hâlin kendisini son derece mahzun ettiği esnada ansızın bir derviş zuhur ederek yanına geldi ve ona :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Evlâdım elini uzat seni kurtarayım.» dedi. Hüdâyî ona kim olduğunu sordu; fakat cevab alamadı. Yalnız :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]— Efendi bu el senden başkasına uzatılmaz!» deyince Hüdâyî eli-ni uzattı ve oradan kurtuldu. Meğer bu derviş, Hızır (a.s.) imiş.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdâyî nihayet üzümü huzür-ı şeyhe götürmeğe muvaffak oldu. Bu zâten onun için bir imtihandı.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdâyî, olanları şeyhine anlattı. Bütün mürîdân hayretten dona-kalmıştı. O'nun hakkındaki sû-i kanâatlarından dolayı da ayrıca pişman oldular. Şeyh Üftâde onlara :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Gördünüz ya Hüdâyînin kemâlini, o bu hilâfete çoktan hak kazandı» buyurdu.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]9. [B][COLOR=red]Hüdayi yatır ile konuşması hurafesi (S.80) [/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdayi, şeyhinin nezdinde seyr-u sülûkünü ikmâl edince Sivrihisar'a halîfe olarak gönderilmişti. Burada daha önce «tarik-ı esma» tah-sîl ettiği Baba Yûsuf Efendi'yi ziyaret etmek istemiş; fakat okluğunu öğrenince bu sefer kabrini ziyarete gitmişti. Hüdâyî onun türbesinde murakabeye varınca-Baba Yûsuf zahit olmuş ve :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Hoş geldiniz, bu makam bizim değil, sizindir.» demişti. 192[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bilâhare Hüdâyî, ma'nevî işaretle Bursa'ya dönmüş ve şeyhine bir müddet daha hizmet etmişti.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]10. [B][COLOR=red]Hüdayi’nin Üsküdar’a tayini ve hokkabazlıkla anlaşmaları (S.80)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hz. Hüdâyî, şeyhine abdest suyunu ısıtarak hazırlardı. Bir gün ab-dest suyunu ısıtmakta gecikmiş, şeyhi kalkıp su isteyince ibriği alıp odadan dışarıya çıkmış ve kalbinin üstüne koyarak «zikrullah» ile ısıtmıştı. Bilâhare şeyhinin eline suyu dökünce Hz. Üftâde :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Oğlum bu su ateş ile ısınmış değil, haydi iki aslan bir post üzerinde oturamaz. Sana Üsküdar tarafı zahir oldu.» buyurmuştu[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]11. [B][COLOR=red]Karısı Hüdayi’ye itiraz edince padişahtan gelen hediyeler uydurması (S.81)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bu esnada Hüdâyî'nin hanımı hâmile olup doğumu da yaklaşmış bulunduğundan Hüdâyi'ye :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]c— Bursa'da kadılık ve müderrisliği terkettin, malını mülkünü şuna buna vererek elde avuçta bir şey bırakmadın. Dünyâ'ya gelecek yavruyu sarıp sarmalayacak bir hırka parçası bile yok.» diyerek serzenişlerde bulunuyormuş. Tam bu sırada pâdişâhın hediyye ve atıyye-sini getiren mc'mûr kapıyı çaüverince Hz. Hüdâyî :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]— Hâtûn, istediğin dünyalık geldi, haydi al!» emriyle zevcesinin hatırını da tatyîb etmişti.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]12. [B][COLOR=red]Sultan Ahmed’in Hüdayi’ye karşı dalkavukluğu (S.81-82)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Sultan Ahmed, Üsküdar'a gittiği bir günde çarşıda Hz. Hüdâyî'ye tesadüf eder. Derhal atından inerek yerine şeyhini oturtup kendisi de atın arkasından yaya olarak yürümeye koyulur. Hüdâyî'nin gönlü koca pâdişâhın yaya olarak yürümesine razı olmaz ve :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«—Sırf şeyhimin duası ve emri yerini bulsun diye bindim.» der ve böylece de şeyhi Üftâde'nin :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]“Oğlum, pâdişâhlar rikâbında yürüsün.” seklindeki duası yerine gelmiş olur. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Sultan Ahmed'in bu hâdise üzerine aşağıdaki beyitleri inşâd ettiği söylenir :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Vârımı ben Hakk"a verdim gayrı varım kalmadı [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Cümlesinden el çeküb pes dû cihanım kalmadı [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Çünki hubbu'ttah erisdi çekdi beni kendüye [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Açdı gönlüm gözünü gayrı gümânim kalmadı[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evliyû'nın himmeti yakdı beni kal' eyledi [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Safîyim buldum safâyı dû-cihânım kalmadı [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ahmed îder yâ ilâhî sana şükrüm çok-durur [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hamdu li'llâh aşk-ı Hak'dan ğayrı vârım kalmadı.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]13. [B][COLOR=red]Kasırgaya ve yıldırıma tasarruf etme yalanı (S.82)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdâyî'nin en yaygın menkabelerinden biri de şiddetli bir kasırga esnasında, kayıkçıların bile denize çıkmağa cesaret edemediği bir günde Sultan Ahmed Camii'nde cum'a vaazına yetişmek üzere bindiği kayığın dört yanında denizin süt-liman olmasıdır.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bu esnada Topkapı Sarayı'nda Yalıköşkü yakınındaki fevkani sultan kasrından dalgaları seyreden Sultan Ahmed'in yıldırım isabet eden kasrının bir süre yıkılmayışı ve canının kurtulması da Hüdâyî'nin kerameti sayılmaktadır.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bu menkabenin yaygınlığı yüzünden kayıkçılar arasında Üsküdar’dan Sarayburnu'na kadar giden bir yolun bulunduğuna inanılır ve bu yola «Hüdâyi Yolu» denilirdi.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]14. [B][COLOR=red]Sultan Ahmed’in zehirli yemeği yememesi için yardımına ulaşması yalanı (S.83)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Sultan Ahmed, tenezzühe çıktığı bir gün et kızartmak için bir çukur açtırıp ateş yaktırmıştı. Et, ateşte güzelce kızartılıp yenilmek üzere hazırlandığında Hz. Hüdâyi teşrif etti. Ve pâdişâhı «zehirlidir» diye eti yemekten men'etti, et orada bulunan bir köpeğe verildiğinde köpek bir müddet sonra öldü. Daha sonra ateş yakılan yer kazıldığında Hüdâyî'-nin haber verdiği gibi zehirli bir yılanın parçalarına rastlandı.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]15. [B][COLOR=red]Hüdayi’nin kimya ilminde hokkabazlığı (S.83)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdâyî'nin kimya ilmine vukufunu duyan bir meraklı, kendisinden kimya öğrenmek üzere müracaat eder ve ondan bu ilmi bilin bilmediğini» sorar. Hüdâyî de bu ilmi bildiğini altında oturduğu asma ağacından üç defa yaprak koparıp üfleyerek «altına tahvîl etmek süretiyle gösterir.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]16. [B][COLOR=red]Kendisine ziyarete gelen seyyahla bir anda Kudüs mescidine gidip (ışınlanma) gelmesi yalanı (S.84)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Şöhreti her yana yayılmış olan Hüdâyî'nin durumunu bir fakir seyyah da duyup dergâhına gelerek huzurunda kalben ve ruhen feyz bulmakister [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Huzura geldiğinde hiç ummadığı bir tarzda şeyhi çok kıymetli bir kürkün içinde görünce şaşırır ve bunu tarîkatlâ ma'neviyâtla bağdaştıramaz. Vakit ikindi namazı vaktidir ve cemaat henüz sünnet kılmak üzere ayağa kalkarken farz için kamet getirilip ayağa kalkılır. Bu sırada dervişin gönlünden «sünnet kılınmadan farza duruluyor» şeklinde bir mülâhaza geçer ve bu esnada Hüdâyî'nin kolundan tuttuğu derviş, arkasındaki postu yere bırakır. Hüdâyî de sırtındaki kürkü çıkararak ta,m farza duracakları anda seyyah ile beraber kendilerini huzûr-ı Bey-t-i Mukaddes'de bulurlar. Seyyah hayretler içinde namazı ikmâl ettikten" sonra :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«—Efendim postum dergâhta kaldı» deyince Hz. Hüdâyî de :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«__ Bizim kürkde orada kalmadı mı,» diye itab eder ve her ikisi de tekrar bir anda hankâha dönerler. Bilâhare Hz. Hüdâyî bu bîçâreye i'zâz ve ikramda bulunur.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]17. [B][COLOR=red]Padişah’ın Su’i zan ettiği gencin İlyas olduğunu anlaması yalanı (S.84-85)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bir gün padişahın vekil olarak gönderdiği nedimlerinden biri, Hüdâyî'yi dergâhında bulamayınca Bulgurlu'daki Çilehâne'sine gider. Ora-da Hz. Hudâyi'yi karşısına aldığı bir gençle sohbet eder bir halde bulur. Padişahın nedimi hemen selâm verip baş kestikten sonra geri döner, ve mal bulmuş mağribî gibi koşarak bu durumu padişaha yetiştirir. Bunu işiten padişah ertesi gün Üsküdar'a gelir ve aynı hali o da görür. Bir müddet sonra müstade talebiyle kalkmak isteyince Hüdâyî :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Biz de karşıya geçmek istiyoruz, kayığa kabul olunursak biz de gelelim.» der.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Teklif kabul edilip beraberce karşıya geçerlerken bir ara pâdişa-akhın eli küpeştede iken parmağındaki yüzüğü denize düşer. Yanlarındi genç hemen atlar ve yüzüğü padişaha uzatarak ortadan kaybolur. Padişah :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Aman çocuk boğuldu» diye bağırınca Hüdâyî :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Senin sû-i zanla gördüğün bu mahcûb civan Hızır'ın kardeşi İlyâs'tır.» der.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]18. [B][COLOR=red]Mezarlıkta padişah’a kendini ilah olarak göstermesi sapıklığı (S.85)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Sultan Ahmed bir gün Hz. Hüdâyî'yi ziyarete gelir. Hüdâyî'nin arzusu üzerine birlikte tenezzühe çıkarlar. Karacaahmed mezarlığına vardıklarında Hz. Hüdâyî Sultan'a :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«— Bugün sana kendimi göstereyim mi?» diyerek kabristan 'cânibi-ne bakarak Kûmu hitabında bulununca kâmilen ehl-i kubur ekin gibi kabristan içinde zuhur etmeğe başlar. Pâdişah'ın durumu görme- sinden sonra Hüdayi, Üdu diyerek ehl-i kuburu eski hâllerine döndürür.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]19. [B][COLOR=red]Hüdayi, ALLAH adına yalan söyleyen bir zalim (S.96-97)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hüdayî'nin asıl şöhretini sağlayan ve ismini ölümsüzleştiren «tasavvufi şahsiyetidir.O vicdanı murakabe ve muhasebelerle dolu olan kadılığı terkettikten sonra büyük mürşidi. Üftâde'nin yanında ruhi ve fikrî olgunluğa erişmiş; zihni durulmuş, kalbi itmi'nâna ermişti. Ve bu yolda insanlara rehberlik edecek bir mürşid seviyesine ulaşmıştı.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]O'nun vaaz, irşad ve zikir meclisleri, tefsir ve hadis dersleri hep tasavvufî bir neşve ile lezzetleniyor; eserleri de bu duygu île işleniyordu.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Tecellivât (bk. Eserleri Blm.) adlı eserinde kendisinin verdiği bilgiye göre muhtelif zamanlarda çeşitli tecellîlere mâzhar olan Hüdayi, tasavvuftaki kutupluk» ve «kutbu'l-aktâblık» mertebelerine de ulaştığını bizzat ifâde etmektedir :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]1 — «1011 Şa'ban-ı Muazzam'ın yirminci gecesi temcîd vaktinde bir hâl zahir olup cemi-i halk'ı Hakk'a da'vet eylemişim, nazar eyledim âleme sanki «kutub» olmuşum.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]2 — “1012 Ramazan 29. Pazartesi günü büyük bir tecellî oldu. Ondan sonra bir bisât ihsan olundu. Genişliği âlemler kadarınca. Bundan sonra bir bisât ihsan olundu. Genişliği âlemler kadarınca. Bunlar lâkin zikrolunmaz.”[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]3 — «... târîh-i mezbûrda Muharrem 9. Pazartesi günü fakire işaret edip bu zamanın kutbu'1-afakı bunlardır, denildi.»[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]4 — «1012 Zilka'de 8. Cum'a gecesi benî âdeme kutb oldun diye kutbiyyet ihsan olunduğudur.»[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]5 — «1003 Ramazan 29, Pazartesi büyük bir tecellî vâki' oldu. Ondan evvel böylesi olmamıştı. Büyük bir döşek döşediler ki, cemî' alemi tuttu. Ra'dehu «kutub kimdir» dive sual eyledim, cevâp geldi ki, söylenmeze[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«Kutbu'1-aktâb» olduğunu gösteren tecellîler de şanlardır :[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]1 «1013 Cemaziyelahır 18, Cum'a günü namazdan sonra fukara tevhidde iken Canib-i Hak'dan mü'minlerin kalblerini tathîr etmeği Rabb'ım ihsan edip «Kutbu'l-aktab» olduk.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]2 — «1013 Muharrem 9. Pazartesi bir veçhile müşahede olundu ki ba'zı mahlûkat Mihalıc tarafına teveccüh ettiklerinde bu fakir cânibine sevkolundular. Hem bu halkın ba'zısı ba'zısına bu fakiri gösterip «kutbu'1-aktâb-ı âfâk bunlardır» diyorlardı.»[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]3 — «1018 Cemâziyelâhır 18. Cum'a günü cum'adan sonra mihrâbda iken ve fukara tevhidde olduğu halde «tathîr-i kulûb-i mü'minîn»ihsan olundu Guya ki kutb-i aktab idi.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]4 — «1013 Zilka'de 18. Cum'a günü «sen kutbu'l-âmsın» diye kelâm olundu.»[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Kutub lüğatte değirmen deliğine sokulan uzun demir, değirmen iği, kıble ve yol ta'yînine yardım eden kutub yıldızı, bir kavmin me-dar-ı umuru seyyid ve reis manalarına gelir.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]20. [B][COLOR=red]Tasavvuf’un pislikleri içerisinde kaybolan bir Profesör (S.97) [/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Tasavvuf ıstılahında ise Cenâb-ı Hakk'ın mazhar-ı tecellîsinin mevzii olan» ve «insanlar tarafından ma'lûm olmayan en azîz şahsiyeti demek olduğuna göre Hz. Hüdayî de bu tecellîlere mazhar olmuş ve «âlemin kalbi» demek olan kutbu-l aktablık makamına yükselmişti. O'nun kutbiyetini devrini idrâk etmiş bulunan Evliyâ Çelebi. «Üsküdari Mahmud Efendi ki, kutbuna kadem basıp Sultan Ahmed Han rikâbında piyade yürümüştür.» diyerek, "Tarihçi Peçeyi ibrahim Efendi (1)61/1641) de, Asrında kutb-i zaman idü-günde istibah olunmaz idi.» şeklindeki ifadelerle belirtmişlerdir.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][I][B][FONT=Palatino Linotype][COLOR=brown]Aziz Mahmud Hüdayi ve Celvetiyye Tarikati, Doç.Dr. Kamil Yılmaz, Erkam Yayınları, İst-1990[/COLOR][/FONT][/B][/I][/SIZE] |
[B][SIZE=6][I][COLOR=#0000ff][FONT=Georgia]Bayezid-i Bistami[/FONT]
[/COLOR][/I][/SIZE][SIZE=4]1. KİTAP[/SIZE][/B] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]1. [B][COLOR=red]“ALLAH insanların sırlarını boş ve benimkini dolu olrak gördü.” Yalanı (S.141)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Beyazid diyor ki: "ALLAH bütün insanların sırlarına ve ruhlarına baktı, baktığı her sırn boş gördü. Bâyezıd'ın sırrını işe kendisinden dolu olarak gördü. "(Attâr, 201) [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]2. [B][COLOR=red]Beyazıd ALLAH’a iftira ediyor. (S.144)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bâyezîd der ki: Yüce ALLAH'ın bir şarabı var, gece olunca evliyanın kalbine bu şarap'tan sunar. Ondan içenler ilâhî sevgi ve özlem sebebîyle Melekût'a uçarlar. (Refi', 210)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]3. [B][COLOR=red]“… Gördüm ki Ben O …” iftirası (S.155)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Yılan gömleğinden çıkar gibi benliğimden çıktım, sonra benliğime baktım gördüm ki: "Ben O"[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Sehlegî, 141)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Aynu'1-Cem adı verilen bir makam vardır, bu makamda bulunan velî, tam anlamıyla Hak'ta fâni olduğundan O'nun diliyle konuşan Hak olur. Serrâc: "Bâyezîd'den nakl edilen sözler onun Aynu'1-Cem[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]mertebesine ulaştığını gösterir. Aynu'1-Cem tevhidin isimlerinden olup onun ancak ehlince bilinen bir~ özelliği ve bir niteliği vardır" diyor. (Serrâc, 450, 459)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]4. [B][COLOR=red]Beyazıd Mirac diyerek ALLAH’la alay ediyor. (S.155-157)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Bâyezîd'in Miracı[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Miraç olayı Hz. Peygamber'in en önemli mucizelerinden kabul edilir. İsrâ ve Necm surelerinin başında bu olaya işaret edilir. Hz. Peyyamber'le, Peygamber gönderme hususu sona erdiğinden miraç ve benzeri hususIar da son bulmuştur .İlk sûfîler ALLAH'ı tasavvufun ana hedefi haline getirmeye başladıkları zaman O'na doğru yürümekten ve yolculuk yapmaktan bahs etmeye başladılar. Bu düşüncelerini sefer, seyr, suluk (seyru-sulûk) gibi terimlerle ifade edip O'na ermeyi ve kavuşmayı (vuslat) gaye edindiler. Hakk'â doğru yapılan bu manevi yolculuk (seyr ilallâh) sûfilikte bir miraç meselesinin ortaya çıkmasına yol açtı. Tasavvuf tarihinde ilk defa miraç edip semalara çıktığını, ALLAH'ı görüp onunla konuştuğunu söyleyen Bâyezîd Bistamî olmuştur. O, daha evvel var olan Hakk'a doğru yapılan manevî yolculuğu bir miraç olayı gibi tasvir etmiş, bunu yaparken[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]de Hz. Peygamberin miracını örnek almıştır.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bâyezîd'le başlayan tasavvufî anlamdaki miraç ondan sonra da devam etmiş ve büyük sûfilerin gerçekleştirmeyi başardıktan en yüksek seviyede ruhun Hakk'a yücelmesi şeklinde anlaşılmıştır.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bâyezîd'in yaptığı miraç birden çoktur. Bunların bir çoğu başta Sehlegî olmak üzere bir çok mutasavvıf tarafından kaydedilmiştir. Bu miraçlar arasında bir tanesi diğerlerine göre çok daha geniş olup ALLAH'la olan konuşmalar burada oldukça ayrıntılı bir şekilde verilmiştir. Diğer miraçlar ise 5-10 satırlık tasvirler şeklindedir. Şimdi burada önce kısalarını aktardıktan sonra en ayrıntılı olanını, Sehlegî'nin anlattığı şekliyle aynen vereceğiz:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]l- [B]Ruhumla miraç yaptım[/B], melekûtu delip geç-tim. Cenneti ve cehennemi gösterdiler ama bunlarla hiç ilgilenmedim. Hz. Peygamber (a.s.) müstesna, uğradığım (ve semada gördüğüm) her Peygambere selâm verdim. Hz. Peygamberin ruhuna ulaşamayışımın sebebi ruhunun çevresinde nurdan bin perdenin bulunması, bundan gelen ışıltının bile neredeyse ilk bakışta her şeyi yakması idi. (Sehlegî, 111, Attar206)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bâyezîd bu ifadesinde ruhu ile miraç yaptığını açıkça ifade etmiştir:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]2- Ceberût'da gâib oldum.melekût deryalarına dâldım, Lâhut'un perdelerini aştım, Arş'a ulaştım.. "Burasını bomboş görünce kendimi onun üzerine attım ve:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Ey benim Efendim! Seni nerede arayayım?[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bunun üzerine perde açıldı ve gördüm ki: Ben benim, ben yine benim, aradığım hususa yöneltiliyo-[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]rum, yürüyen de başkası değil, ben oluyorum. (Sehlegî, 164)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]5. [B][COLOR=red]Beyazıd ALLAH’a iftira ederek şirk içinde bocalıyor. (S.158)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Başka bir rivayette şöyle: "Bana kendimi tamamiyle unutturdu.Halkı ve melekûtlan da unutturdu. Bende kaygılar kalmadı. Kaygısız kaldım, sürekli olarak memleket memleket aştım ve halka ulaşıp onlara: Kalkın ki size destur vereyim, dedirn Kaldır dım ve destur verdim, nihayet onlara erdim. Bu yüz-den beni kendisine yaklaştırdı, bana kendisine giden yolu açtı. Ruhun bedene olan yakınlığından daha çok O'na yakın oldum o vakit bana hitâb ettî: "Bâyezîd! Sen müstesna onlann tümü benim halkı mdır. Ben de evet Senim,sen de ben (Sehlegî, 153)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bir kere yükseklere çıkarıldım, nihayet huzuruna varıp durdum. Bana şöyle hitab etti:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Ey Bâyezîd! Halkım seni görmek istiyor".[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Ama Azizim! Ben onları görmek istemiyorum eğer sen onların beni görmelerini arzu ediyorsan ben sana muhalefet etme gücüne sahip değilim, Bu[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]takdirde beni birliğinle o kadar süsle ki halkın beni gördüklerinde seni gördük desinler ve bu durumda o sen olasın ve ben orada olmayayım "(Sehlegî, 1397" Serrâc,4bb) [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bâyezîd diyor ki: ALLAH bu dileğimi kabul etti ve öyle yaptı. Beni huzurunda-durdurdu, süsledi ve yü-[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype].celtti. Sonra da halkına çıkardı.Huzurunda bir adım atıp halka vardım, ikinci adımı atınca kendim-[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]den geçtim. Bunun üzerine[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Dostumu bana iade edin. Zira o bensiz olmaya sabr edemez" buyurdu. (Sehlegî, 149)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]6. [B][COLOR=red]Beyazıd’ın ALLAH’ın sıfatları ile sıfatlanması küfrü (S.161-162)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hakk’a erip Hak’la Hak ikamet edince bana izzet ve azamet kanadı verdi. Kanatlarımla uçtum, amyurdu. "Bir ve kahhâr olan ALLAH'ın" dedim "Hakimiyet kimin buyurdu "Bir ve kahhâr olan ALLAH'ın" dedim.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"irade kimin?" buyurdu.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Zorla olan Rabbın" dedim. Buyurdu ki:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Sana hayatımdan hayat verdim, seni ülkeme sultan yaptım, adımla da adlandırdım, hakimiyetimle seni hâkim kıldım? irademi sana anlattım. Rablık -isimlerini ve ezeliyet sıfatlarını (alman ve kullanman için) bana muvafakat ettim.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Ne istediğini biliyorum: Kendime ait oldum razı olmadın,senin için san ait oldum. buna da razı olmadın" dedim,buyurdu ki-[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Ne kendine ait ol, ne de bana, kuşkusuz sen yokken ben senindim? Sen de sen yok iken (benklik sız) benim ol. Olduğun gibi kendin ol, olduğum gibi benim ol."[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Bu, benim için nasıl mümkün olur meğer ki Seninle ola" dedim. Bunun üzerine kudret gözüyle bana"şöyle bir taktı ve kendi varlığıyla beni yok etti ve benden zatıyla tecelli etti. Böylece ben O'nunla var oldum ve fısıldaşmalar sona erdi. Söz bir oldu, her şey her şeyle bir oldu."[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Ben benim, O'nun benliğini dile getirişim vahdet halinde hüviyetini dile getirişim gibi.Böylece de sıfatlarım Râblık sıfatlarına dönüştü. Dilim de tevhid dili oldu. "O dur, ondan başka Tanrı yoktur" sıfatlarım oldu. Ne olduysa O'nun varlığıyla ve olan dan oldu. O'nun varlığıyla olan da "olan olur. Artık sıfatlarım Rablık sıfatları, işaretlerim ezeliyet işaretleri, dilim tevhid dilidir." (Sehlegî, 175-178)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I][B][COLOR=brown]Bayezid-i Bistami - Prof.Dr. Süleyman Uludağ, Diyanet Vakfı Yay., Ankara-1994[/COLOR][/B][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][B]2. KİTAP[/B][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]1. [B][COLOR=red]Beyazıd-ı Bestami ve Muhyidini Arabi’de Vahdet-i Vücut inanana kapı açılması küfrü (S.17-18)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Biz tasavvuf tarihine küçük bir kapı açarken kronolojik sıralamayı burada bırakıp elinizdeki eserin yazılmasına konu teşkil eden Büyük Velî Ebû Yezîd Bestâmî Hazretleri'nin İslâm tasavvufuna açtığı değişik bir kapıdan söz etmek istiyoruz. Bilindiği gibi Ebû Yezîd Hazretleri VAHDET-İ VÜCUD felsefesine kapı açan ve bunun ana fikrini ortaya koyan ilk mutasavvıftır. Bu kapıyı genişleten ve konuyu daha çekici ve işlek hale sokan ise Şeyh-i EKBER Muhyiddin Arabî (K.S.) Hazretleri'dir. Fü-tuhat-ı Mekkiyye ve Füsûsu'l-Hikem adlı kıymetli eserlerinde bu konuyu izah etmiş ve yer yer dikkatleri çekip şübheleri büyütmemek ya da kaldırmak için bazı tekrar ve açıklamalara yer vermiştir.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ebû Yezid Bestâmî (K.S.) Hazretleri: «SÜBHÂNÎ M A'ZAME ŞANλ «FEİZ ENE HÜVE VE HÜVE ENE» diyerek vücud-i hakikînin ALLAH'a mahsus olduğunu anlatmak istemiş ve bir vecd ve istiğrak içinde ilâhî nur ve tecellilerden başka bir şey göremeyince bu sözü sar-fetmiştir. İbn-i Arabî (K.S.) Hazretleri bunu biraz genişleterek şöyle demiştir: «SÜBHÂNE MEN AZHARA'L-EŞ-YÂE VE HÜVE AYNÜHÂ... İNNE VÜCÛDE'L-HÂDİSÂTİ'L-MAHLÛKATİ HÜVE AYNÜ VÜCÛDİ'L-HÂLİKI... EL-ABDÜ RABBÜN VE'R-RABBÜ ABDÜN Y LEYTE ŞİİRİ MENİ'L-MÜKELLEF» demiştir. Bunların Türkçe anlamı şöyledir: «Kendimi tenzîh ederim, sânım ne de yücedir!» «Eşyanın ta kendisi olduğu halde eşyayı izhâr eden ALLAH'ı tenzih ve teşbih ederim.» «Doğrusu sonradan meydana geleni mahlûkatın vücudu, Yaradanın vücudunun aynıdır.» «Küf Rab'dir; Rab de kuldur. Keşke bilseydim mükellef olan kimdir?»[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]2. [B][COLOR=red]“Kendimi tenzih ederim.”şirki (S.62)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«Kendimi tenzih ederim, kendimi tenzih ederim; ben en yüce olan Rabbimin kendisiyim!.»[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]3. [B][COLOR=red]“Kabe’de ALLAH’a ulaştığında kabe etrafında dönüyordu.” yalanı (S.91)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]“Kabe’yi tavaf ederken , hep rabbimi istiyor,O’nun huzuruna ermeyi arzu ediyorum.Tavaf esnasında Rabbime kavuşunca , O’nun yakınlığına erişince , bir de baktım ki Kabe de benim etrafında dönüyor.” [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]4. [B][COLOR=red]“Diğerleri ölüden biz ise diriden aldık.” Yalanı (S.92)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«A miskinler!. Bahsettiğiniz zatlar ilmi ölüden almışlar. Yâni ölüyü ölüden almışlar.. Biz ise ilmimizi hiç ölmeyenden aldık!.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]5. [B][COLOR=red]“Seher vakti olunca gayb aleminde ses geldi.” Yalanı (S.97)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Gecelerden bir gece kalbimi arayıp yokladım...Seher vakti olunca , gayb aleminden bir ses geldi, şöyle diyordu: Ya Eba Yezid! İşte o budur, Sen bizden başkasını arıyordun?!..[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]6. [B][COLOR=red]Hz. Peygamber hak sözü ile Beyazıd’ın küfür sözü karşılaştırılması iftirası (S.99-100)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«Rabbim, seni tenzih ederim; seni hakkıyla bilemedim!.» derken, Bâyezid-i Bestâmî:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«Kendimi tenzih ederim, kendimi tenzih ederim, sânım ne büyüktür!.»[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]demiştir. Buna nefersiniz?[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]100.sayfa mevcut değil[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]7. [B][COLOR=red]“Benim bayrağım Muhammed’in bayrağından büyüktür.”yalanı (S.262-263)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Dervişlerden biri Bâyezid-i Bestâmî Hazret-leri'ne geldi. Biraz sohbetten sonra derviş dedi ki: «Halkın hepsi Muhammed (S.A.V.)'in bayrağı altındadır!» Bu bayrak dünyada Hz. Muhamme-d'in getirdiği şeriat, ilim ve fazilettir. Âhirette ise mü'minleri altına alacak nurdan bir sancaktır. Bâyezid-i Bestâmî Hazretleri dervişin az-çok arif bir kişi olduğunu bildiği için ona şöyle dedi:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«ALLAH'a andolsun ki benim bayrağım Mu-hammed (S.Â.V.)'in bayrağından daha büyüktür! Benim Bayrağım nurdur. Altında bütün insanlar ve cinler ve peygamberlerden olanlar bulunuyor.»[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]8. [B][COLOR=red]Beyazıd’ın mütekebbirlik şirki (S.265)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«Benim bir benzerim ne gökte bulunur; ne de benim sıfatımın bir benzeri yeryüzünde bilinir!» [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]9. [B][COLOR=red]Sapık Beyazıd’ın Rabbimizle alay etmesi, (S.284)[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bâyezid-i Bestâmî (K.S.) Hazretleri bu hakikati dile getirirken diyor ki:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]«Bir defasında mânâ âlemine yükseltildim. Manevî alanda bir yolculuk yaptım. Rabbimin huzurunda durdum. Bana buyurdu ki:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]— Bâyezid! Halk seni görmek istiyor..[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]— Ama ben onları görmek istemiyorum, dedim. Sen Rabbim, mutlaka benden görünmemi istiyorsan, elbette ki sana muhalefete gücüm yoktur. Beni kendi VAHDANÎYYETÎNLE süsle, tâ ki o vaziyette beni görsünler. Ve görünce de o görülen sen olasın!. Ben orada olmayayım..[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Nitekim öyle oldu: Cenâb-ı Hak beni tutup süsledi ve yükseltti. Sonra da: «Halkın önüne çık» buyurdu. O'nun huzurundan ayrılıp bir adım attım, ikinci adımı atmaya hazırlanırken baygınlık geçirdim. Bunun üzerine Rabbim seslendi: «Benim dostumu bana çevirin. Çünkü o bensiz sabredemez.» [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I][COLOR=brown]Beyazıd Bestami ve İslam tasavvufunun özü - Celal Yıldırım, Demir Kitabevi, İstanbul-1978[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][SIZE=5]Beyazıd-ı Bestami'nin küfür ve şirk sözleri (S.156)[/SIZE] [/COLOR][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Beyazıdı Bestami'den örnek verecek olursak, o şunları söyler : [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]"Öyle bir deniz geçtim ki, Peygamberler onun kıyısında durdu.", ''[B]Cehennem dediğin nedir ki? Onu görsem hırkamın ucuyla söndürüveririm[/B].", "[B]Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim[/B]." [B]Ne de büyük zuhurum var[/B].(144) [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][B][SIZE=4]ALLAH beni bir defa yükseltti, önüne oturttu ve bana şöyle dedi[/SIZE][/B]: [/FONT][/SIZE] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue]Ey Ebû Yezid, yaratıklarım seni görmeyi arzuluyorlar.[/COLOR]" Bunun üzerine ben dedim ki; "[B][COLOR=purple]Beni vahdaniyetinle donat ve Sen'in benlik elbiseni bana giydir ve beni ehadiyetine yükselt, ta ki, yaratıkların beni gördüklerinde diyebilsinler[/COLOR][/B]: "[B]Seni (yani ALLAH'ı) gördük ve Sen O'sun[/B]" Fakat Ben (Ebû Yezid) orada olmam", [B]Hak'kı Hak'la gördüm, ve bir zaman Hak'da Hakla birlikte oldum. Ne nefes, ne dil, ne kulak, ne başka birşey vardı. Vakta ki, Tanrı kendi nurundan bana göz verdi, o zaman O'na O'nun nuruyla baktım ve O'nu kendi bilgisiyle gördüm, O'nun lûtfunun diliyle, kendisiyle görüştüm: "Seninle benim hâlim nasıldır?[/B]" dedim. Bana , [COLOR=blue]Ben seninle senim. Senden başka ALLAH yok[/COLOR]" [B]dedi[/B]... [/SIZE][/FONT] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I][COLOR=brown]Vahiyden Kültüre - Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, İst-1991 - Beyazıd-ı Bestami'nin küfür ve şirk sözleri (S.156)[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] |
[FONT=Georgia][B][SIZE=6][COLOR=#ff0000]Marifetname [/COLOR][/SIZE][/B]- [B][I][COLOR=blue][SIZE=5]Erzurumlu İbrahim hakkı[/SIZE][/COLOR][/I][/B][/FONT] [IMG]http://ambar40.files.wordpress.com/2008/07/kitap_187_0_2007_3_15_17_31_56_145.jpg?w=224&h=300[/IMG]
[FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]1. [B][COLOR=red]İnsanlara gösterilen sırlar, velilere uyanık halde gösterilir yalanı. (S.580)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ama insanlara rüyada gösterilen sırlar, peygamber ve velîlere uyanık hâlde gösterilir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]2. [B][COLOR=red]Veliler Hakk tarafından ilham ile bilirler. Buna ilm-i ledünni (üstadsız öğrenme) denir iddiası. (S.580)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]İlimler: Bütün insanlara öğretme ve öğrenme ile hâsıl olur. Ama nebiler, velîler ve zekîler, Hakk tarafından ilham ile bilirler. Nitekim çok ilim ve san'atlan, üstad ve birisinden öğrenmeden bulurlar. Buna ilm-i ledünni ve ilhâmı Rabbani derler.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]3. [B][COLOR=red]Enbiya ve evliya diğer bedenlerde tasarruf ederler iddiası. (S.580)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Kendi bedeninde tasarruf eder. Bu da umumîdir. Ama enbiyâ ve evliya, diğer bedenlerde de mutasarrıf olurlar. Lâkin kullukları ile kemâle erenler ve hakikat zirvesine varanlar ve bütün işleri uygun görenler ve gönül âlemi içine girenler,[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Mevlânın huzurunda edeb ile duranlar, tevekkül makamında teslim ve razı olurlar. Dua ve himmete bir yer bulmayıp, tedbir ve tasarrufdan kalırlar. Zira her şeyi, Hakk'ın muradına uygun bulurLar. O hâlde hangi kâmilde, bu üç hususiyet, yâni uyanık hâlde rüya, ilm-i ledünnî ve diğer cisimlerde tasarruf bulunursa, o evliyanın seçkinlerindendir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]4. [B][COLOR=red]Melekler ve ruhlar alemini arif müşahede eder yalanı. (S.585)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]İşte melekut alemi ona (Ârif’e) keşf olup, başkalarının uyku halinde rüya ile gördüğü şekiller ve haller ve acaiplikleri arif uyanıkken müşahede eder; melaike-i kiram, nebilerin ruhları ve veliler ona zahir olup, onlardan, belki Ruh-i Muhammedi’den istifade eder. Öyle büyük şeyler görür ki, anlatılamaz. Görünmedikçe hakikatleri bilinmez. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]5. [B][COLOR=red]Alem-i misal mutlak hayal olup, berzah da denir. Keşf sahipleri bütün ruhları onda görürler yalanı. (S.591)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ona âlem-i gayb da derler. O âlemde bulunanlar melekler, keribiyyûn, ukûl, nüfûs ve ervah [ruhlar] dır. Oradan mülk âlemi-ile gelmiştir. Bu, şehâdet âlemidir. Buna, âlem-i eflâk, âlem-i encüm, âlem-i anâsır ve âlem-i mevâlid de derler. Âlem-i melekût ile, âlem-i mülk arasında iki âlem daha vardır. Biri âlem-i misâl, biri de, âlem-i hayâldir. Âlem-i misâl, mutlak hayâl olup, Berzah da denir. Bu öyle bir âlemdir ki, keşf sahibleri bütün rûhları onda görürler. Doğru ve salih rüya ve vak'alarm tümü, bu âlem-i misâlde görülür. Âlem-i hayâle gelince, insanın mütehayyile kuvvetine denir. Bu âlemin aslı da âlem-i misâldir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]6. [B][COLOR=red]İnsan-ı Kamil, zaman ve mekandan sıyrılmıştır iddiası. (S.595)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Belki zaman ve mekândan sıynlmış, insan-ı kâmildir. O kendi makamından yukanlara kavuşmuştur. Bu kimyâ-yı saadete istidadına göre, bir yılda, veya bir ayda, yahut bir gün veya bir saatte kavuşur. ALLAHü Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de, «Ona kendi ruhumdan üfledim», buyurup, kendi zât-ı pâkine muzaf eylediği rûh-i izafiye kavuşmuş ve her muradı ele geçmiştir, izafi ruhun, çok isimleri olup, Akl-ı kül, Akl-ı evvel, Cevher-i evvel, Kalem-i a'lâ, Levh-i a'zâm, Arş-ı a'zam, kelime-i ehemm, melek-i mukarreb, rûh-i ekmel, rûh-i efdâl, fâni olmayan ruh, rûh-i nâtık, rûh-i kuds, rûh-i Muhammedi, nûr-i Muhammedi, âdem-i mânâ, şems-i bâtın, hakikat güneşi, nokta-i vahdet, nokta-i kül, nokta-i kübrâ, sırr-ı a'zâm, lâtife-i Rabbâniyye. emr-i Rabbani, cevher-i Rabbani, haki-kat-ı Rabbâniyye, aşk-ı İlâhi, mebde-i evvel, menşe-i ervah, sultan-ı hakikat ve sırr-ı ilâhidir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]7. [B][COLOR=red]İnzivada zikreden bitkilerin ve madenlerin özelliklerini ALLAH ona söyler iddiası. (S.662)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]O keşiften yüz çevirip, zikr ve fikrine devam ederse, ALLAHü Teâlâ bitkilere ait sırları ona keşf eder. Her bitki çiçek ve ot, kendi özelliğini ona söyler. Madenleri keşf ettiği zamanki gıdası, hararet ve rutubeti çok olan şeylerden olmalıdır. Bitkileri keşf zamanında ise, hararet ve rutubeti mutedil olan şeyler yemelidir. Bu keşflere de bağlanıp kalmazsa, Hakk Teâlâ hayvanlara ait sırlan ona keşf eder. Her hayvan ona selâm verip kendi zarar ve faydasını haber verir. Her âlem kendi teşbih ve tahmîdini çeşitli zikirlerle ona beyan eder. Onunla da kalmazsa, Hakk Teâlâ ona, dirilerdeki hayatın sır ve sebepleri âlemini keşf eder, yâni açar. Onunla da kalmazsa, Levh'e ait levhalar keşf olunup korkuyla hitab olunup, onun için bir dolab kurulur.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]8. [B][COLOR=red]Her keşf olana cennet ve cehennem görünür yalanı. (S.663)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Her keşf oldukta mevcudatın tertibini, vücûdun cümreye sereyanını ve kâinatın daha çok sırlarını bilir. Her keşf olan makam, ona tevkir ve ta'zîm ile yüz döner. Onunla da kalmadıysa, ona hayret alemi keşf olur. Bundan acizlik ve kusurluluğunu anlar. Bu âlem-i[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]illiyyûndur. Onunla da kalmadıysa, ona Cennetin mertebe ve dereceleri keşf olur. Birbirine tedahülün ve çeşitli ni'metlerin üstünlüklerini anlar. Ve o dar yol üzerinde sakin olur. Orada Cehennemin dereke ve katlarını ve birbirine tedahülünü ve azapları geniş olarak[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]görür. O keşf ile de kalmadıysa, ona ervâh-ı müstehlike münkeşif olur. Onları meşhedlerinde sarhoş ve hayretler içinde bulur. Vecd sultanı onlara galib olmuş olur. Onlann hâli, onu çağırmış olur. O çağırmayı kabul etmediyse, ona bir nur keşf olur ki, onda kendinden başka kimseyi görmez olur. Orada ruhanî lezzetten onu büyük bir vecd alır ki, ondan önce onu bilmezdi. O zaman, gördüğü her şey, nazarında küçük görünür. Kendi o nur içinde kandil gibi hareketli bulunur. Onunla da kalmadıysa, ona insan şeklinde suretler görünür. Yüzlerinde perdeler, örtüler olur. Onların başka teşbihleri vardır, işitince anlaşılır. Kendi suretini onların arasında görür. Onunla makamını, bulduğu vakti ve hâli bilir. Onunla da kalmadıysa, ona Rahman'ın sırları keşf olur. Onda her şeyin suretini görür. Keşf olunan her şeyi orada bulur. Her ayn ve alem [işaret] onda ıyân olur. O zaman kendi hakikatini ve rütbesinin sonunu anlar. Marifet ve velayetten neye kavuştuğunu tanır.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]9. [B][COLOR=red]Aşk pâk hüdanın sıfatıdır yalanı. (S.835)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ey aziz! Ehlullah demişlerdir ki, Mevlâ'nın aşkı. insanın aklından şerefli ve evlâdır. Yâni küll olan akl-ı meâd, cüz olan akl-ı me'aşdan aziz ve a'lâdır. Zira aşk-ı pak. Hûda'nın sıfatıdır. Sâdık olan âşık ayıplardan ve lekelerden ayrıdır. O pak sıfatı bulanın, beşeri sıfatlan helak olur. Aşk şarabına devamla, elbisesini yırtan, hayvan sıfatlarından temizlenir. Aşk, her ayıbın kirlerini siler. Perdeleri ve gayb örtülerini yırtar.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]10. [B][COLOR=red]Mürid mürşide ölü yıkayıcının elinde ölü gibi teslim olmalıdır iddiası. (S.862-63)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Beşinci asıl, Uzlet'tir: Uzlet, ihsanlardan kesilmek ve inziva etmekle, insanlara karışmaktan kurtulmaktır. Ölüm de böyledir. Ancak, nefsini terbiye eden mürşidin hizmetinde bulunmalıdır. Ölü yıkayıcısının elindeki ölü gibi, ona teslim olmalıdır. Böylece kendini velayet suyuyla, isyan günahından yıkayıp, pislik gelmesinden kurtulmalı, temiz olmalıdır. Uzletin efdâli duygulan kendi işlerinden men etmektir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]11. [B][COLOR=red]Zahir ve batın ilminin dışında bir ilim vardır ve ALLAH ile kulu arasında örtülü ve saklıdır yalanı. (S.875)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Nitekim Ebû Tâlib-i Mekkî (rahmetullahi aleyh) demiştir ki: ALLAH'ı bilen âlimin üç ameli vardır: Biri zahirî ilim olup, zahir eh-line verilir. Biri bâtın ilmi olup, ancak ehline bildirilir. Üçüncüsü zahir ve bâtın ilmi değildir. O gizli bir sırdır. Kendisi ile ALLAHü Te-âlâ arasında örtülü ve saklıdır.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]12. [B][COLOR=red]Başkalarına gayb olanlar velilere bildirilmiştir. Ruhlarıyla miraca giderler ve ALLAH’ı müşahede ederler iddiası. (S.886)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Başkalarına gayb olânlar , onlara bildirilmiştir. Bedenleri bir yerde iken, gönülleri doğu ve batıyı gezip, Arş ve Kürsi'yi dolaşmıştır. Bedenleri ile yükselmezlerse de, ruhları mi'râca gider. Hak Teâlyı göz ile görmeseler de, esrar ile müşahede ederler.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]13. [B][COLOR=red]Evliyalar geline benzer iddiası. (S.888)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Velî, dâima hâlini gizleyip, bütün kâinat onun velayetinden konuşur. Velî, yeryüzünde, Hak Teâlâ'nın gülü, fesleğenidir. Onu sıddiklar koklar. Onun kokusu, onların kalblerine varınca, Mevlâ'ya müştak olurlar. Evliyâullah geline benzerler. Gelini nâmahrem görmediği gibi, ALLAHü Teâlâ'nın bu gelinleri de onun muhteşem ünsünde duvaklı olup, onları kimse göremez. Suretlerini görseler de, hakikatlarına herkes eremez.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]14. [B][COLOR=red]Evliyalar o firaset nurları ile kalp casusları olmuşlardır iddiası. (S.890)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Veli yalnız cemâl-i kadimi istemektedir. Veli, vecd hâlinde mahlûkatın güzelliğinden geçmiş olur. Onun ruhu, ancak vech-i kadim ile mesrur ve meşgul olur. Nitekim Şeyh Şibli bir gün vecd hâlinDe, Şeyhi Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin ziyaretine öyle bir zamanda varmış idi ki, Cüneyd ehli ile yemek yiyordu. O hatun, onu görünce, yemekten el çekip kalkmak isteyince, Cüneyd ona mâni' olup, elini tutmuştur ve: «Yerinde rahat otur. Şibli ne seni görür, ne de burada olduğunu bilir.» buyurmuştur. Sonra Şeyh, o hayran müridi ile bir saat sohbet eylemiştir. Tâ ki, Şibli akıl dâiresine girip ağlamıştır. O zaman Cüneyd, ehline, Şibli'ye görünme demiştir. Çünkü Şibli, şimdi sarhoşluktan ayılıp, cisim âlemine gelmiştir. Şimdi insanları tanıyacak durumdadır. Zira onun bu hallerine, kendi sözleri ve gözleri delâlet eylemiştir, özellikle evliyâyı kiram, o firâset nurları ile kalb casusları olmuşlardır.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]15. [B][COLOR=red]İslama ters bir anlayış örneği. (S.895)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Bir arif der ki: Halvette zikrullah ile meşgul idim. Bîr gûn nefsim, nar yemek istedi. Nar almak için pazara giderken, bir duvarın dibinde çok hasla bir Kimse gürdüm. Yatıyordu. Sinekler ve arılar üzerine konup, etinden beslenirlerdi. Beni görünce ALLAHü Teâlâ'ya hamd etti. Selâm verdim. Şükr etmesinin sebebini sordum. Cevabında: «Seni gördüm. Bir nar isteğiyle, Rahmân'dan yüz çevirmişsin. Ben, kalbim O'nunla bulunduğu için şükr ediyorum» dedi. Madem ALLAHü Teâlâ ile huzurdasın, bu hastalıktan seni kurtarması için O'na niçin dua etmezsin? dedim. Sen. ALLAHü Teâlâ'ya dua et de, seni bu arzudan kurtarsın. Çünkü arıların yalaması, sineklerin ısırması ancak nefse oluyor, ama şehvet ve arzunun sokması kalbi incitir dedi. Demek ki, evliyanın ezâsı, mâsivâyı istemektir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]16. [B][COLOR=red]Taş ve kiremit onlar için altın ve gümüştür. Cin ve insanlar velilerin elindedir yalanı. (S.901)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Kim bu tarikata sülük edip, o hakikata kavuşursa, izafetleri düşürerek Zât-ı Hakk'ı tevhid etmiş olur. Böylece Hak Teâlâ ona mülk ve tasarruf ikram eder. Zira mülk, aslında meşiyyetin lüfü-zudur. Bu mülk ise, dünyada kazaya razı olan evliyâ-yı kirama mahsûstur. Yeryüzünün kara ve denizleri onların gönüllerine bir adımdır. Taş ve kiremit onlar için altın ve gümüştür. Cin ve insanlar, canavarlar ve kuşlar onların emrindedir. Onların istedikleri şey, arzularına uygun olur. Zira onlar, yalnız ALLAHü Teâlâ'nın mu-rad ettiğini irâde ederler. Dilemediği şey meydana gelmez. Onlara kimse heybetli gelmez. Onlar herkese heybetli görünür. Mevlâ'dan başka kimseye hizmet etmezler. Bütün mahlûkât onlara hizmette olur. Böylece ancak, Hak aşkına hizmet edebilirler.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]17. [B][COLOR=red]Kul , kendi sıfatlarından fani olunca Mevla’nın sıfatları ile beka bulur yalanı. (S.908)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ey aziz! Ehlullah demişlerdir ki, kul, kendi insanlık sıfatların-dan fâni olunca, Mevlâ'nın sıfatları ile beka bulur. İşte «ALLAHü Tealâ'nın ahlâkı ile ahlâklanınız» emrine uyup, Esmâ-ı Hüsnâ'sı ile sıfatlanmış olur. Fena fillah, süfli, aşağı nefse uymamaktır. Ulvî ruha uymaktır. Nefsinden fena olmak, Hak ile beka bulmaktır. Halkın fenası, Hakk'ın bekasıdır. Fena fillah, Hak'dan, gay-rısını fâni etmektir. Beka bili ah, Hakk'ın bekasıdır, devamıdır. Fena fillah, beka billahtır. Beka hakikatlerinin başlangıcı, bütün mâsivadan fâni olmaktır. O halde, halkı bilmez, ancak Hakk'ı biliri O'nu müşahede eder. O'na kavuşur.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]18. [B][COLOR=red]Evliyanın makamlarının sonu fena bekadır iddiası. (S.908-909)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Fena üç çeşittir. Beka da üç çeşittir. Fena çeşitlerinden birisi; kul öyle fâni olur ki, kendi nefsinde bir hazzı kalmaz. Diğeri şudur ki Hakk'ı, nefsi için istemekten haya eder. Üçüncüsü de, Hak'dan, Hak'dan başkasını istemekten haya eder. İşte bu kul Mevlâ'nın ün-sünde hayran olur. Beka çeşitlerinin birincisi, marifet bekasiyle bekadır. Sonra muhabbet bekasiyle bekadır. Sonra üns bekasiyle bekadır.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Demek ki fena, kulun sıfatlarının zeval bulmasıdır. Beka, kulun sıfatlarına karşılık Hakk'ın sıfatlarının badi olmasıdır. Bir kâmil der: «Kendini Mevlâ için öyle ifna eyle ki, sende, senin için bir şey kalmasın». O halde evliyanın makamlarının sonu fena ve bekadır. Marifet yolunun sonu muhabbetle fenadır. Fenanın sonu, mahbûb ile bekadır. Bekanın semeresi lika ünsüdür ve dâima yükselmedir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]19. [B][COLOR=red]Tarikatta şeyhe ibadetin adı rabıtadır. (S.921-922)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Nihayet bir kendinden geçme ve hayret hâli gelir. Bu râbıta işini tekrar ile, o hâl onda meleke hâline gelir. Fakr ü fena devletini bulur. Bundan yakın yol olmaz. Bazan mürid, kabiliyetli olur. Pir onda tasarruf edip, daha ilk sohbette onu müşahede mertebesine kavuşturabilir. Demek ki, kabiliyetli bir mürid, bir kâmil piri, marifete kavuşmak için vâsıta etse, gece gündüz söz ve hareketlerinden onun izinden gitse, o pirin zahir suretinin iki kaşı arasına bakmak bir an hatırından gitmese, dururken, otururken, yerken, konuşurken, ondan hiç gafil olmasa, her gün bu işi tekellüfle yapsa, pirinin şekli kalbinde rüsûh bulur. Her zaman zahmetsiz tahayyül edebilir. O halde, gayb âle- minden pirin kalbine gelen her feyz ve marifet, onun kalbinden, müridin kalbine de gelir. Ama edebe uyulmazsa, feyz kesilir. Onun için rabıta yolu incedir, dikkat ister.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]20. [B][COLOR=red]ALLAH’ın fiillerinin müride tecellisi iftirası . (S.1014)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Fiillerin tecellîsi: ALLAHü Teâlâ'nın fiillerinden bir fiil, kulunun kalbine münkeşif olur. ALLAHü Teâlâ fiillerinden biri ile kuluna tecellî edince onun bütün eşyadaki cereyan kudreti, o kula münkeşif olur. O kul, yalnız ALLAHü Teâlâ'yı hareket ettirici ve durdurucu bulur. Bu hâl ona müşahede ile olur. Bu hâli, ancak ehli bilir. Bu fiilerin tecellisi, ayakların kayma yeri olur. Başlangıçta olanlara bundan korku ve ürperti gelir. Zira onlar fiili kendilerinden tamamen nefy ederler. Lâkin Hak Teâlâ'nın korudukları, istikamet üzere giderler. Bu makamda olan kâmil, bu fiillerin tevhidinde olan tecellide sabit olur, hareket Ve durdurmayı Hak Teâlâ'dan bularak, şeriatın hükümlerini kendi nefsinde icra ederse, o korunan kimse, bu tehlikeli tecellileri geçip isim ve sıfatların tecellilerine yükselebilir. Sabit olmadıysa, Hak yolundan dönüp, zındık olur. Esfel-i sâfiline gidip tabiat zindanında kalır.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]21. [B][COLOR=red]Tasavvuf kuyusuna düşen Gavs-ı Azam Şeyh İsmail Fakirullah’ın başına gelenler. (S.1042-43)[/COLOR][/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Gavs-i a'zam Şeyh İsmail Fakîrullah hazretleri’nin kuyu hikâyesini ve velâyet-i keşfiyyesini, uzletini ve kudsî kuvvetini bildirir:[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ey azîz! Gavs-i ulvi Fakirullah Tillovi (rahmetullahi aleyh) hazretlerinin yaşı kırksekize gelince hicri bin yüzondört (M. 1702) yIlında, kazara onun komşularından bir müslüman Receb ayının sonunda âhirete gitti. O mürüvvet menbaı, Şa'ban ayının başı olan Cum'a günü akşamı gidip ölünün evindekilere ta'ziye verdi. Orada her evde bir kuyu vardı. Bu kuyulardan yüz sene kadar su çıkar sonra kururdu. O komşunun duvarının yanında da böyle bir kuru, yâni susuz kuyu var idi. Derinliği onbeş metre ve duvarı taştan yapılmış idi. Yazın su soğutmaya ve eşyaları korumaya yarardı, öyle susuz kuyulara meyve ve yiyecek asarlardı. Hazret-i Şeyh ta'ziyeden sonra, akşam üstü yemek yeyip, cemaate: «Siz burada durunuz, ben camiye gideyim. Yatsı namazına hazırlanayım» deyip, onları bıraktı. Yalnız olarak avluya çıktı. Dış kapıdan çıkarken, kapının sağ tarafındaki duvar içinde gizli olan derin kuyuya girmiş, haberi olmamıştır. Dibine inmiş, kuyu olduğunu bile anlayamamıştır. O susuz kuyu içinde dolanıp, dış kapıyı bulamadığından üzülmüş ve şaşakalmıştır. İşte o zaman o şaşırmışların delili, onun içinden kapı açıp, bir cezbe ile onu almıştır. O mânâ meclisinde evliyanın ruhlarını bulmuştur. O zaman her muradı olmuştur. Olan o hâlde olmuştur. Muhabbet kâsesiyle dâim sarhoş olmuştur: Tecelli nuruna hayran olup kalmıştır. Ruhun yeşil nuru, o kuyuya aksettiğinden, kuyunun içi yemyeşil olmuştur. Bundan sonra bâzı kasidelerinde buna işaret eyledi. Bu saadette aşk denizine daldı. Velayet mertebesini bulup, müşahede lezzetini aldı. Onun bu hâlini bilmeyen cemaat, onu camide ve evinde arayıp, birbirine sorup, bulamama üzüntüsünde kaldı. Ancak dokumacı bir müslüman o avluda bulunan dükkânında bez dokurken, o geceden dört saat geçince, o kapının içinden, bu âşıkın tatlı sesini duymuştur. Hemen insanlara haber verip, bütün mahalle halkı, ellerinde mumlarla, lâmbalarla kuyunun başına toplandı. Fakat o öyle dalmıştı ki, kimseden haberi yoktu. Kuyunun içerisine adam salıp, onu çıkardılar. Sarığı başında, na'lini ayağında ve bütün vücûdu selâmette idi. Ancak mübarek alnında sol kaşı üstünde bir tırnak yarası kadar sıyrılma vardı. Onu saâdethânesine götürüp, bir zarar gelmediğine hepsi sevindiler. Bu hikâyeyi o aziz kendi diliyle anlattığında der ki: Ben o kuyuya ne düştüğümü, ne de beni çıkardıklarım bilmiyorum. Beni çıkarmak isteyenlere, ALLAH'ı severseniz beni bırakınız. Sizinle işim kalmadı, benden uzağa gidiniz demişim. Bunu da hatırlamıyorum. Bildiğim sadece iki kişinin beni tutup, mahalle başında eve getirmeleridir. Mahalle halkı, kadınları ve çocukları etrafımda toplanmışlar. Herkesin elinde bir lâmba, kimi bana yakın gelip yüzüme bakar, sağlam olduğuma şükr edip, dönüp giderdi.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]O ikinci Yûsuf, bu karanlık kuyuda Hakk'ın nurunu ıyân olarak görünce, o gönül Mısr'ında aziz ve muhterem ve zamanın evliyâsının sultanı oldu. Gizli kadr ü kıymeti ve mevkii dillere destan olup, cihâna yayıldı. Kuyuda içtiği muhabbet şarabından sekiz yıl istiğrak ile, devamlı mest oldu kaldı. İnsanlardan tamamen uzlet edip, ehil ve evlâdından bile tecerrüd ve teferrüd eyledi. Zira halktan uzak olanın Hakk'a yakın olduğunu bildi. Bunun için insanlardan ayrıldı. Ünsiyyet ve huzur lezzetini, bütün ni'metlerden lezîz ve aziz buldu. Ancak büyük oğlu Abdülkâdir Efendi'yi hizmeti için kabul edip içeri aldı. O sekiz yıl zarfında, ehli ve evlâdı hizmet ve huzûruna gelince, imtina edip, benim iki hizmetçim vardır ki, her biri bir yerden gelecektir, her hizmeti ancak onlar görecektir derdi. Dokuzuncu sene uzletle ülfet, kalabalıkla halvet ona aynı oldu. Sekr ve istiğraktan ayıklığa geldi. Bunun üzerine bir hücre yaptırıp, orada oturdu. Ahbabına ziyaret kapısını açtı. Aziz babam Osman Efendi bir haftadan sonra Sıhranlı Muhammed Efendi onun ziyaretine geldi. Hazret-i Şeyh onlara çok iltifat ve rağbet etti. İkisini de müjdeleyip, ALLAH katından ita olunduğum iki hizmetçi Molla Osman ile Molla Muhammed imiş dedikte, ikisi de şükr secdesine varıp, her biri bin sürür ile doldu. İkisi de iki kardeş gibi, o şefkatli peder hizmetinde on yıl kadar kaldı. İkisi bir haftada vefat edip, cenâze namazlarını kendi kıldırdı.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][[I][COLOR=brown][B]Marifetname - Erzurumlu İbrahim hakkı, Bedir yay., İst-1993[/B][/COLOR]][/I][/SIZE][/FONT] |
Neyse bu kadar yeter!!!!!!! :):) doz fazla olmasın.. kafalar karışmasın..:confused:
|
[B][I][COLOR=#ff0000][FONT=Georgia][SIZE=6]RİSALE-İ NUR[/SIZE][/FONT][FONT=Palatino Linotype][SIZE=5] - SAİD NURSİ[/SIZE] [/FONT]
[/COLOR][/I][/B] [CENTER][FONT=Georgia][SIZE=5][COLOR=blue][B]1 [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT][/CENTER] [FONT=Palatino Linotype][COLOR=#ff0000][B][I][IMG]http://tbn0.google.com/images?q=tbn:ovyQsxsJAREpVM:http://www.evinizekitap.com/images/products/637_buyuk.jpg[/IMG][/I][/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][B]İbn Arabî ve Celâleddin er-Rumî’de olduğu gibi ahlaksızlıkların kendisinde olmadığı, üstelik ömrünün büyük bir bölümü tâğût’un hapishanelerinde geçen, ancak Kur’ân ve Sünnet’e muhalif belli (sufizm) görüş ve düşünceleriyle İbn Arabî ve Celâleddin-i Rumî’den geri kalmayanlardan birisi de Said Nursi (1873-1960)’dır.[/B][/SIZE][/FONT] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Said Nursi, kitaplarının birçok yerinde, İbn Arabî ve Celâleddin er-Rumî sapıklarına ve onların görüşlerine övgüler yağdırır[/B]. "[B][COLOR=red]Risale-i Nur" diye isimlendirdiği kitaplarının, kendisinin eserleri olmadığını [/COLOR][/B][B]söyler[/B]. [B][COLOR=red]Risalelerin kendisine iradesi dışında yazdırıldıklarını [/COLOR][/B][B]uzun uzun anlatır.[/B] ([I][COLOR=brown]Sikke-i Tasdik-i Gaybi. s 30,93,192;Şualar/234; Asâyı Musa s.7;… Bu konu hemen tüm eserlerinde sıkça vurgulanır[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Aslının vahiy olduğunu söylediği[/B], "[B][COLOR=red]Celcelûtiye" adlı kitapta; "Risale-i Nur'ların, "Nur talebeleri" diye adlandırdığı öğrencilerinin ve "Bediüzzaman" lakabıyla kendisinin zikredildiklerini[/COLOR][/B] [B]anlatır[/B].([I][COLOR=brown]Sikke-i Tasdik-i Gaybi. s.103,108,109; Şualar. S.587,590,591,592;..) [/COLOR][/I][B][COLOR=red]Kitaplarına, Kur'an'ın kuvvetli işaretle iltifat ettiğini, İmam Ali (r.a.) v.b. tarafından ehemmiyet verildiğini, kitaplarının hatta içindeki birçok konunun bile isminin iradesi dışında bildirildiğini [/COLOR][/B][B]şu ifadelerle izah eder[/B]:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B][COLOR=red]Çok defa kalbime geliyordu; Neden İmam Ali (r.a.), "Risaletü'n-Nur'a" ve bilhassa "Âyetü'l-Kübrâ Risalesi"ne ehemmiyet vermiş, diye sırrını beklerdim. Lillahilhamd, o sır ihtar edildi... "Âyetü'l-Kübrâ Risalesi"ni İmam Ali (r.a.) keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş[/COLOR][/B]." ([I][COLOR=brown]Sikke-i Tasdik-i Gaybi. s.30; Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları.s.787[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B][COLOR=red]Ben Celcelûtiye'yi okuduğum vakit, sair münacaatlara muhalif olarak kendim bizzat hissiyatımla münacaat ediyorum diye hissederdim. Ve başkasının lisanıyle taktirkarane olmuyordu. Benim için gayet fıtrî ve dertlerime alakadar ve tefekkürât-ı ruhiyeme hoş bir zemin oluyordu. Birkaç sene sonra kerametini ve "Risale-i Nur" ile münasebetini gördüm ve anladım ki; o halet bu münasebetten ileri gelmiş.[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B][COLOR=red]Hz. İmam Ali (r.a.), Tugadusiracunnuri fırkasiyle "Risale-i Nur"u tarihiyle ve ismiyle ve mahiyetiyle ve esaslariyle ve vazifesiyle gösterdikten sonra, Süryanice isimleri tâdâd (birer birer söyleyip sıralayarak [/COLOR][/B]([I]Yeni Lügat. “Tâdât” mad[/I]) [B][COLOR=red]ederek münacaat eder[/COLOR][/B]." ([I][COLOR=brown]Şualar. s.592; Asâyı Musa s.7; Sikkei Tasdiki Gaybi. Sekizinci şua.; Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları s.790,792). [/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Yine Hz. Ali (r.a.) ahir zamanda [/B]"[B][COLOR=red]Risale-i Nur"u dua ile ALLAH'tan niyaz ediyor, "Risale-i Nur'u medhü sena ediyor[/COLOR][/B][B]muş[/B].([I][COLOR=brown]Sikke-i Tasdik-i Gaybi. sekizinci şua[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Oysa İslâm inancında[/B] "[B][COLOR=purple]ALLAH'tan bilgi almanın yolu vahiydir. Gayb, hakkında bilgi sahibi olmanın yolu da budur[/COLOR][/B]." ([I][COLOR=brown]İslâm İnancında Gayb Problemi. s.103[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Şimdi bir an için düşünelim: Aişe (r.a.) annemizin, Peygamberin bile, yarın ne olacağını bildiğini söyleyenin ALLAH'a iftira ettiğini söylediğini hatırlatması karşısında, acaba Hz. Ali'nin, "Risale-i Nur'u, tarihiyle, ismiyle, mahiyetiyle, esasları ve vazifesiyle birer birer sıralayarak bildirdiğini, ahir zamanda "Risale-i Nur"u ALLAH'tan niyaz ettiğini ve onları övdüğünü söyleyen kişi, ALLAH ile birlikte İmam Ali (r.a.)'a da iftira etmiş olmaz mı?[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Şia'nın sapmasının en önemli sebebi; Kur'an ve Sünnet'te bildirilmediği halde Rasûlullah [I][COLOR=#008000](s.a.v.)[/COLOR][/I]'in, İmam Ali (r.a.)'a bir takım özel sırlar verdiği inancıdır[/B]. ([I][COLOR=brown]Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm.s.95[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Said Nursi, Şia'nın yanlış görüşünün burasında da kalmaz. Bu sırların vahiy olduğu hezeyanına kadar gider. Risalelerinin hemen her paragrafında batınî manalar yüklenilmiş ütopik çıkartımlara rastlanılır.[/B] [B][COLOR=red]Aslının vahiy olduğunu söylediği meçhul kitabın[COLOR=blue]*[/COLOR], vahiy nazil olduğu vakit, Rasûlullah [I][COLOR=#008000](s.a.v.)[/COLOR][/I] tarafından İmam Ali (r.a.)'a yazdırıldığını [/COLOR][/B][B]söylüyor.[/B] ([I][COLOR=brown]Şualar. s.588,590; Sikke-i Tasdik-i Gaybi. s.101 (sekizinci şua); Bkz: Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları. Abdulkadir Badıllı. s.749[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=blue]•[/COLOR][I] “[COLOR=purple]Celcelûtiye” veya “Cevşenü’l Kebir” diye bilinen kitap ve duanın ilmi kaynağı hakkında şimdiye kadar hiçbir sağlam (!) bilgi yoktur. Konuşmuş olduğum, “Ağabeyler”in (!) söyledikleri en ciddi söz; “[I][COLOR=red]Valla üstad demişse doğrudur[/COLOR][/I].” İfadeleri olmuştur.[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [COLOR=purple][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][I]Vahyin ALLAH (c.c)’ye nisbet olduğu bilindiğine göre, ALLAH’a rağmen bir zümre üstadın sözünü esas alıyorsa, hesap gününü hatırlatırız. Üstad’a toz kondurmamak için ALLAH’a iftiraya mı razı olacağız? [/I][/SIZE][/FONT][/COLOR] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=purple][I]Önceleri bir zikir olarak kullanılan Cevşen, şimdilerde ise mabet bekçilerinin çıkar kaynağı olarak muska şeklinde de yapılıp satılmaktadır. Nur şakirtlerinin yaşantılarında Üstad’ın öğretileri o denli “din” halini almış ki, “Üstadın sünneti” yanında “Rasûlullah [B][COLOR=#008000](s.a.v.)[/COLOR][/B]’in sünnet ve hadisleri” ne akla gelir ne de yaşantıda gözetilir olmuştur. Somut bir örnek olması açısından “Vakıf adamlar” olan Said Nursi’nin öz talebeleri ve sonrakilerden bir kısmı (Hoca efendiler v.s.) Üstad’ları evlenmemişler diye Muhammedî sünneti göz ardı ederek onlar da evlenmemişlerdir. Kuşkusuz evlenmemek fiili, insanı kafir, hatta günahkar dahi etmez. Ancak evlenmemelerinin gerekçesi üstadlarının evlenmemiş olması ise, bunun adı, Rasûlün sünnetine değil de Üstad’ın sünnetine ittiba etmektir. [/I][/COLOR][/FONT][/SIZE] [COLOR=purple][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I]Bu konuda Peygamber ([B][COLOR=#008000]s.a.v.)[/COLOR][/B]’in şu hadisi oldukça ibret vericidir. Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah [B][COLOR=#008000](s.a.v.)[/COLOR][/B]’in huzuruna [B]Akkaf bin Bişr et-Temimi [/B]adında bir zat girmişti. Rasûlullah [B][COLOR=#008000](s.a.v.)[/COLOR][/B]’le Akkaf arasında şu konuşma geçti[/I][/FONT][/SIZE][/COLOR][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][I]:[/I][/SIZE][/FONT] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]-[I][B][COLOR=green]Evli misin ya Akkaf?[/COLOR][/B][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I][B][COLOR=green]-Hayır Ya Rasûlullah; cariyem bile yoktur.[/COLOR][/B][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I][B][COLOR=green]-Cariyen bile mi yok? Halin vaktin yerinde değil midir?[/COLOR][/B][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I][B][COLOR=green]-Halim vaktim iyidir zenginim ya Rasûlullah![/COLOR][/B][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I][B][COLOR=green]-O halde sen şeytanların kardeşisin. Eğer Hıristiyanlar arasında bulunsaydın onlara rahip olurdun. Nikah bizim sünnetimizdir. Sizin en şerlileriniz bekar olanlarınızdır…[/COLOR][/B][/I] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]([I][COLOR=brown]Ahmed b. Hanbel, Ebu Ya’la, İbnu Mende-Taberani’den nakille; Modern Çağda İslâmi Meseleler. Mevdudi.s.158, 159[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Bununla da yetinmeyen Said Nursi, kullanmış olduğu "Bediüzzaman" lakabının da vahiy ile nazil olan "Celcelûtiye"nin Süryanice karşılığı olmasından ötürü iradesinin dışında kendisine verildiğini şu ifadeler ile söyler;[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B][COLOR=red]Hem madem Celcelûtiye'nin aslı vahiy'dir. Ve esrarlıdır. Ve gelecek zamana bakıyor; ve gaybî umûr-u istikbâliyeden haber veriyor. Ve madem Kur'an itibariyle bu asır dehşetlidir ve Kur'an hesabiyle "Risale-i Nur" bu karanlık asırda ehemmiyetli hâdisedir. Ve sarahat (açıklıkla, şüpheye sebebiyet vermeyecek tarzda) derecesinde çok karine ve emarelerle "Risale-i Nur" "Celcelûtiye"nin içine girmiş, en mühim yerinde yerleşmiş...[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B][COLOR=red]"Celcelûtiye," Süryanîce bedî demektir. Ve bedî manasındadır. İbareleri bedî olan "Risale-i Nur" "Celcelûtiye"de mühim bir mevki tutup ekser yerlerinde tereşşuhatı görüldüğünden, kasidenin ismi ona bakıyor gibi verilmiş. Hem şimdi anlıyorum ki; eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde, bana verilen "Bediüzzaman" lakabı benim değildi. Belki "Risale-i Nur"un manevi bir ismi idi. Zahir bir tercümanına ariyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim hakiki sahibine iade edilmiş..." [/COLOR][/B]([I][COLOR=brown]Şualar. s.588,590; Sikke-i Tasdik-i Gaybi. S.108,109; Risale-i Nûr’un[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I][COLOR=brown]Kudsi Kaynakları s.788;…)[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]İbn Arabî ve Celâleddin er-Rumî'deki "Vahdetü'l-Vücûd" inancı, birtakım övgü ve yergiler ile tevil edilerek, Said Nursi tarafından da savunulur [/B]([I][COLOR=brown]Mektubat. S.424,425; Lem’alar. S.38-45,299,300(9. ve 28. Lem’alar) Bkz. Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm s.259,261[/COLOR][/I]) [B]ve "Fenafillah" hakkında şunları söyler[/B];[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]" [B][COLOR=red]Ehl-i tarikat ve hakikatca müttefikûn aleyh bir esas var ki: Tarik-i hakda sülûk eden bir insan, nefs-i emmâresinin enaniyetini ve serkeşliğini kırmak için lazım gelir ki: Nazarını nefsinden kaldırıp şeyhine hasr-ı nazar ede ede tâ fenafişşeyh hükmüne gelir. "Ben" dediği vakit, şeyhinin hissiyatıyla konuşur ve hâkeza... tâ fenafirresul, fenafillaha kadar gider[/COLOR][/B].." ([I][COLOR=brown]Sikke-i Tasdik-i Gaybi. s.122[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Said Nursi, "Vahdet-i Vücûd"un çok yüce bir meşreb olduğunu söylemekte, ancak halka anlatılmasının birtakım fitnelere sebep olacağını belirtmektedir.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Said Nursi bazı tezahürleriyle "Vahdet-i Vücûd"u tasvip etmez görünürken temelde islâm'ın ve ALLAH sevgisinin en üst zirvesi olduğunu ve İbn Arabi'nin, velilerüstü (Hatemu'l-Evliyâ) bir velayete sahip, islâm ilimlerinin mucizesi olduğunu söylemektedir... Biraz dikkatle bakılırsa, Vahdet-i Vücûd ile Vahdet-i Şuhûd'un netice itibariyle aynı şey olduğu görülür.[/B]"([I][COLOR=brown]Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm s.260,261,155 (Lem’alar.s.38-45,299,300-9.ve 28. Lem’a; Mektubat.s. 424,…)) [/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Said Nursi ise yüksek ve kuvvetli iman sahibi Muhyiddin-i Arabî gibi zatlara zevkli, nurani, makbul bir mertebe olduğunu ancak dikkatli olunması gerektiğini söyler. Vahdet-i Şuhûd'un ise zararsız ve yüksek bir meşreb olduğuna inanır[/B]. ([I][COLOR=brown]Lem’alar.s.45[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Said Nursi, Kur'an-ı Kerim'in bir çok âyetinin kendi Risalelerin'e işaret ettiğinden bahseder[/B]:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B][COLOR=red]Sözler adedince otuz üç âyet, hem manasıyla, hem cifirle, "Risale-i Nur"a işaretleri, uzaktan uzağa icmalen görüldü. Ayrı ayrı tarzlarda otuz üç âyet müttefİkan "Risale-i Nur"u remizleriyle gösterdiği, hayal meyal görüldü...[/COLOR][/B]" ([I][COLOR=brown]Sikke-i Tasdik-i Gaybi s.61; Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları. s.790; Hakkın Müdafaası Sabahaddin Aksakal Yeni Asya yay.s.214 – 227; Bkz. Diyanet vakfı.ısl. Ans.C:7 Cefr Mad. S.215;C:10 Ebced Mad. S.68; Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları. s. 790-792…)[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Kendisine alenen bir kitap inmeyince, bu kez inmiş olan Kitab-ı Kerim'de kendisini görmeye çalışır, bunun yollarını arar durur.[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Bu insanlar eserlerinin aslının vahiy olduğunu niçin söylüyorlar? Böyle bir şeyle neyi hedefliyorlar? Niçin ifsada kalkışır, tahrife yeltenirler?[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Kuşkusuz hiçbir müfsid muharrif; "ben ifsad ediciyim, ben tahrif ediciyim" demez! Oysa söyledikleri ayan beyan ortadadır.[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Geçmiş kavimlerdeki din tahrifcilerine baktığımız zaman şunu görürüz: insanlara kabul ettirmek istedikleri görüş ve düşüncelerini kendi yanlarından ve indî kanaatleri olduğunu söyledikleri takdirde, bunun kabul görmeyeceğini düşünmüşler. Onlar da kabul ettirmek istedikleri söz ve fiillerinin sahibinin gerçekte ALLAH olduğu yalanına başvurmuşlar ve görüşlerini ALLAH'a nisbet etmişlerdir. Artık insanlar o görüş ve düşünceleri reddedemez ve kendilerini kabule mecbur hissederlerdi. Neticesi(!)... Evet neticesi de geçmiş kavimlerin helak sebeplerinden olan tahrif...[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Ancak böylelerinin bu suçu işlemelerine rağmen artık başarıya ulaşmaları mümkün değildir. Çünkü ALLAH (c.c.);[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[I][B][COLOR=blue]Doğrusu Kitabı Biz indirdik, onun koruyucusu elbette Bizi[/COLOR][/B][/I]z." (Hicr/9) [B]buyuruyor.[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Peki bu halleri ile, onların ALLAH (c.c.) yanındaki konumları nedir? Bütün bunların cevaplarını Cenab-ı Hakk (c.c.) âyetlerinde bildiriyor;[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[I][B][COLOR=blue]Daha doğrusu onlardan herbiri, kendisine (önünde) açılmış sahifeler (ilahi vahiy) verilmesini istiyor.[/COLOR][/B][/I] "(Müddessir/52)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[I][B][COLOR=blue]ALLAH'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyolundu" diyenden ve "Ben de ALLAH'ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim" diyenden daha zalim kim vardır? O zalimler, ölümün boğucu dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: "Haydi canlarınızı kurtarın! ALLAH'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız." derken onların halini bir görsen[/COLOR][/B][/I]!"(En'âm/93)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"...[I][B][COLOR=blue]Bilgisizce insanları saptırmak için ALLAH'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Şüphesiz ALLAH o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. [/COLOR][/B][/I]"(En'âm/144)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[I][B][COLOR=blue]Kim ALLAH'a ("ALLAH böyle buyurdu" diye) karşı yalan uydurandan daha zalim olabilir? Onlar (kıyamet gününde) Rab'lerine arz edilecekler, şahitler de; "işte bunlar Rab'lerine karşı yalan söyleyenlerdir," diyecekler. Bilin ki, ALLAH'ın lâneti zalimlerin üzerinedir[/COLOR][/B][/I]!"(Hûd/18)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"...[I][B][COLOR=blue]Okuduklarını kitaptan sunasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları, Kitaptan değildir. Söyledikleri ALLAH katından olmadığı halde: "Bu ALLAH katındandır" derler. Onlar bile bile ALLAH'a iftira ediyorlar[/COLOR][/B][/I]."(Âl-i İmrân/78) "[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]...[I][B][COLOR=blue]ALLAH'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz[/COLOR][/B][/I]?" (A'râf/28)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"...[I][B][COLOR=blue]Yoksa ALLAH'a iftira mı ediyorsunuz[/COLOR][/B][/I]” (Yûnus/59)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"...[I][B][COLOR=blue]Bu hususta yanınızda herhangi bir delil yoktur. ALLAH hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz? De ki: "ALLAH hakkında yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler[/COLOR][/B][/I]. "(Yûnus/68,69)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"...[I][B][COLOR=blue]Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz[/COLOR][/B][/I]."(En'âm/148)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"...ALLAH'a [I][B][COLOR=blue]andolsun ki, iftira etmekte olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz!"[/COLOR][/B][/I]'(Nisâ/50, En'âm/11, Yûnus/17, Nahl/56, Ankebut/68[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][FONT=Palatino Linotype][B][I][COLOR=#ff0000][FONT=Georgia][SIZE=6]RİSALE-İ NUR[/SIZE][/FONT][FONT=Palatino Linotype][SIZE=5] - SAİD NURSİ[/SIZE][/FONT][/COLOR][/I][/B] [/FONT][CENTER][FONT=Palatino Linotype][COLOR=#ff0000][B][I][IMG]http://tbn0.google.com/images?q=tbn:ovyQsxsJAREpVM:http://www.evinizekitap.com/images/products/637_buyuk.jpg[/IMG][/I][/B][/COLOR][/FONT] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Said Nursi "Şeriat"ın neden ibaret olduğu hakkında da şunları söylüyor;[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B][COLOR=red]Şeriat ta; yüzde doksan dokuzu ahlak, ibadet ve fazilete aiddir. Yüzde bir nisbetinde siyasete müteallıktır, onu da Ulü'l-Emirlerimiz düşünsünler![/COLOR][/B].." ([I][COLOR=brown]Tarihçe-i Hayat, Said Nursi, s.65; İthamları Reddediyorum. S.206 Av. Bekir Berk. Yeni Asya yay. Türkiye’de Nurculuk Davası Bekir Berk. S.263; İlmi ve Hukuki Açıdan Nurculuk Davası. Av. Bekir Berk s.263. (1911/İst. Divan-ı Harbi Örfi’den nak.))[/COLOR][/I] [B][COLOR=red]"Şeriat-ı garrânın bin kısmından bir kısmıdır ki siyasete taalluk eder. O kısmın ihmaliyle şeriat ihmal olunmaz..." [/COLOR][/B]([I][COLOR=brown]İthamları Reddediyorum. s.206 (1913/İst.Münazarat’tan nak.)[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B][COLOR=red]Otuz üç âyât-ı Kur'aniye'nin işaretiyle ve İmam Ali (r.a.)'ın üç keramet-i gaybiyesiyle ve Gavs-ı Azam'ın kat'i itibariyle tahakkuk etmiş olan "Risale-i Nur"un, siyasetle alakası yoktur. "Risale-i Nur"a, daha vatana, idareye zararı dokunmak bahanesiyle tecavüz edilemez. Daha kimseyi o bahane ile inandıramazlar... Hem, Kur'an bizi siyasetten şiddetle menetmiştir[/COLOR][/B]."([I][COLOR=brown]Tarihçe-i Hayat,.467,530[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Şeriatın neden ibaret olduğunu bile kavrayamamış böylece, ALLAH'ın; "[COLOR=blue]Kendi hükümleriyle hükmetmeyenleri, kafirlerin ta kendileri[/COLOR]..."(Mâide/44) diye bildirdiği despotlara bir manada meşruiyet kazandırmıştır.[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Onun bu inanışının, başka zaman şeriatı savunur olduğu görüşleri tarafından düzeltildiğini söyleyenler, acaba Said Nursi'nin, Fenafillah, cifr, gayb v.s konulardaki inançlarının da islâm'a aykırı olmadığını söyleyebilecekler mi? Kaldı ki biz, O'nun bu ifadeleriyle şeriata karşı olduğunu değil, şeriatı neden ibaret sandığı yanlışını anlatıyoruz. Ve yine Said Nursi'ye yönelik "Siyasetle uğraşıyor" suçlamalarına(!) yönelik taraftarlarının bu ithamları red bağlamında konuyu ele aldıkları ve Said Nursi'nin siyasetle uğraşmadığı ve siyaseti böyle anladığı şeklindeki kanaatlerinin ısrarlı savunucuları olduklarını da görüyoruz. [I][COLOR=brown](İthamları Reddediyorum. s.205-207; Türkiye’de Nurculuk Davası. S.263; İlmi ve Hukuki Açıdan Nurculuk Davası. s.263.)[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B]Bu öylesine tehlikeli bir görüştür ki düzeltilmediği takdirde iler de,tıpkı Aziz Paul'ün[/B] ([I][COLOR=brown] Tarih Boyunca Tevhid Müc. ve Hz.Peyg. Hayatı, Mevdudi, Pınar Yay. C.2 s.86[/COLOR][/I] ) [B]geliştirip Hz. İsa'nın ümmetini yozlaştırdığı şeriatsiz din kavramı gibi din ile şeriatın birbirinden ayrılmasına kadar varabilir. Çünkü ALLAH'ın emrinin sadece "din"i kurmak, ama şeriatı reddetmekle ilgili olduğu düşünüldüğü takdirde müslümanlar da hıristiyanlar gibi şeriatı önemsiz, kurulmasını gereksiz bulabilirler. Ellerinde kalacak olanlar sadece bir takım akide ve inanç ile bazı ahlak kuralları olabilir.” [/B]([I][COLOR=brown]Bkz. Tarih Boyunca Tevhid Müc. ve Hz.Peyg. Hayatı, Mevdudi, Pınar Yay. C.1 s.306[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Bugün, ALLAH'ın dini İslâm, Kendi korumasındadır. Kendilerini ciddi manada İslâm'a nisbet ettiklerini iddia edenlerin(!) bir çoğu, İslâm'ı ahlak kurallarından ibaret bir din kabul etme zulmünü göstermişler böylece ALLAH'ın dinini tahrife yeltenmişlerdir. Kur'an'ı az çok okumuş, tevhid mücadelesi tarihine şöyle bir bakan insan bile, şeriatın yüzde doksan dokuzunun ahlak, ibadet, fazilet ve yüzde birinin ise, siyaset [/B]([I][COLOR=brown]Bkz: Tarihçe-i Hayat, s.65; İthamları Reddediyorum. s.206[/COLOR][/I]) [B]olduğunu söylemenin, mutlak manada şeriatın yüzde doksan dokuzunu inkar olduğunu anlar. Böyle bir ihaneti, ALLAH adına reddetmekten geri duramaz. Bu ihanete göz yumarak, karşı çıkmamak, ALLAH'ı yalanlamaktır. Evet! Bu eleştiriler sert ve katı görülebilir. Hatta insafsız diyenler de çıkabilir. Ama ALLAH (c.c.)'ye karşı insafsız ve iftiracı olmaktansa varsın insanlar, kendilerinin yüceleştirdiklerini, kutsallaştırdıklarını eleştirenlere; "saygısız, iftiracı" desinler.[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Şâtıbî, şeriatı tanımlarken şunları söylüyor[/B]: " [B][COLOR=purple]Şeriat, kulun, dünya ve âhiret işlerini en üst düzeyde gerçekleştirebilmesi için gerekli olan her şeyi getirmiş ve açıklamıştır. Hiçbir yeni olay yoktur ki, şeriatte ona dair bir hüküm mahalli bulunmasın; bu mümkün değildir. Dolayısıyla da "meskutun anh" yani hakkında sükut geçilmiş bir şey yoktur.[/COLOR][/B]" ([I][COLOR=brown]El – Muvâfakât C:1 s.42, 165)[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]ALLAH (c.c.) nihaî olarak şöyle buyuruyor [/B];[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[I][B][COLOR=blue]Biz sana her hususa cevap veren bir şeriat gösterdik, ona uy! Bilmeyenlerin keyfi arzularına uyma[/COLOR][/B][/I]!"(Câsiye/18)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Divân-ı Harbi Örfi'de; askere, ulülemre; yani subaylara itaatin farz olduğunu hatırlatan, amirlerine itaatsizlikle şeriate muhalefet edildiğini söyleyen[/B] ([I][COLOR=brown]Tarihçe-i Hayat s.67-68; İthamları Reddediyorum. s.291-293; Türkiye’de Nurculuk Davası. s.249,257,273; İlmi ve Hukuki Açıdan Nurculuk Davası. s.249,257,273[/COLOR][/I]) [B]Said Nursi, Şeyhülislamlık tarafından Kuva-yı Milliye aleyhine verilen fetvaya karşi çıkanlardan biri olur(1920). Mustafa Kemal tarafından Ankara'ya davet edilen, bu daveti kabul ederek Ankara'ya giden, mecliste kendisine "hoş geldin" (Hoşamedi) merasimi yapılan, Mustafa Kemal hareketini tebrik ile zaferi için dua eden (1922) Said Nursi; yönetim, laik, demokratik ilke ve inkılâplardan ibaret olduğu halde T.B.M.M'de 19 Ocak 1923 tarihinde milletvekillerine hitaben şu beyannameyi neşreder:[/B] ([I][COLOR=brown]Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi. C:2.s.314[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B][COLOR=red]Ey mücahidin-i İslâm! Ey ehl-i hail ü akd!..[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B][COLOR=red]Şu muzafferiyetteki harikulâde ni'met-i ilâhiye bir şükür ister ki devam etsin ve ziyade olsun. Yoksa nimet şükrü görmezse gider. Madem ki Kur'an'ı, ALLAH'ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur'an'ın en sarih ve en kat'i emri olan "Salat" gibi feraizi imtisal etmeniz lazımdır. Ta ki onun feyzi böyle harika suretinde üstünüzde tevali ve devam etsin. Alem-i İslâmı mesrûr ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız... Bu alemde evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedâya kumandanlık ettiniz.... Sizin bu muzafferiyetinizi ve hizmetinizi takdir eden ve sizi seven cumhûr-u mü'minindir. Ve bilhassa tabaka-i avamdır ki, sağlam müslümandırlar. Ve sizi cidden sever ve sizi tutar ve size minnettardır ve fedakarlığınızı takdir ederler...[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B][COLOR=red]Şu inkılâb-ı azimin temel taşları sağlam gerek... [/COLOR][/B]([I][COLOR=brown]Tarihçe-i Hayat s.138-140; Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi. İsmail Kara. Risale yay. 2.cilt s.397-399; Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi. Necmettin Şahiner. s.392,393[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelişi sebebiyle, Reisicumhur Celal Bayar'a tebrik telgrafı çeker. Ve Celâl Bayar'dan cevabi teşekkür telgrafı alır.[/B] ([I][COLOR=brown]Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi. s.363 (Emirdağ Lahikası C:2 s.16’dan)[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B]1950 seçimlerini Demokrat Parti'nin kazanmasıyla Said Nursi'nin hayatında yeni bir dönem başlar. 1957 seçimlerinde açıkça, önceki iki seçimde de zımnen Demokrat Parti'yi destekler... Latin harfleriyle kitaplarının yaygın baskısı Menderes'in özel yardımlarıyla 1957-59 yılları arasında gerçekleşmiştir[/B]."([I][COLOR=brown]Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi.C:2 s.314,315; Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi. s.392,393[/COLOR][/I]) [B]Menderes'e yazmış olduğu mektup ile görüş ve kanaatlerini bildirir. Menderes'i ve ekibini "Hakiki dindar" olarak tanımlar, kendisi ve umum nur talebeleri olarak onlara dua edeceklerini açıklayarak sisteme meşruluk(!) kazandırır. Ancak, diğer taraftan da "Küfre rıza küfür olduğu gibi, dalâlete, fıska, zulme rıza da, fısktır, zulümdür, dalâlettir." diyerek[/B] ([I][COLOR=brown]Tarihçe-i Hayat s.590-593 (Said Nursi’nin Menderes’e yazdığı mektup)[/COLOR][/I]) [B]kendisinin de dikkat etmesi gerektiği doğru bir prensibi söylemekten de geri durmamıştır.[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Kendisi ve en halis talebeleri tarafından bile, ALLAH'ın hükümlerinin dışında hükmeden mahkemeler, "Adaletli ve mübarek" olarak vasıflandırılır[/B]. ([I][COLOR=brown]Tarihçe-i Hayat.s.221; İşarâtü’l İcaz. s.331,332[/COLOR][/I]) "[B][COLOR=red]Hükümete isyan etmeyiniz. fitneden sakınınız[/COLOR][/B]!"([I][COLOR=brown]Risale-i Nûr Müellifi Said Nursi. Eşref Edip.s.47[/COLOR][/I]) [B]diye telkinde bulunulur. Hatta bazen "Hükümet-i İslâmiye" diye hitap eden, Hükümetin hakemliğine razı olduğunu açıklayan[/B],([I][COLOR=brown]Tarihçe-i Hayat s.230,231[/COLOR][/I]) [B]hükümetten şikayette bulunmayan, bilakis hükümete şikayet edilmesi gerektiğine kanaat ederek[/B],([I][COLOR=brown]Tarihçe-i Hayat s.249[/COLOR][/I]) [B]böylece sisteme meşruiyet kazandıran, hayatının son anlarına kadar da bu inançta olan Said Nursi, yazdığı kitaplarını her fırsatta Kur'an gibi vasfediyor; Kur'an-ı Kerim'e, ilahî hükümlere özgü sıfat ve tanımlamaları da (Bakara/256, Lokman/22, Âl-i Imrân/103), kendi eserlerine yakıştırarak şöyle diyor:[/B] "[B][COLOR=red]Risaletü'n Nur" bu asırda, bu tarihte bir "Urvetül-Vüska"dır. Yani çok muhkem, kopmaz bir zincir ve bir "Hablullah"dır. "Ona elini atan, yapışan necat bulur[/COLOR][/B].([I][COLOR=brown]Asa-yı Mûsa.s.82[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Nur talebelerine göre şakirtlerin yaptığı işler, ilâhi koruma ve telkin(!)lerle yapılmaktadır."Asr-ı Saadet'ten beri böyle harika bir surette mu'cizeli olarak yazılmasına hiç kimse kadir olmadığı halde "Risale-i Nur'un kahraman bir katibi olan Hüsrev'e "Yaz!" emir buyurulmasıyla, Levh-i Mahfuz'daki yazılan Kur'an gibi" yazıldığına inanırlar[/B]. ([I][COLOR=brown]Asa-yı Mûsa.s.85[/COLOR][/I]) [B]Risale-i Nur’un ise bu asırda en yüksek ve en kutsî bir tefsir olduğuna, Hakikatlarının semavî, Kur'an'î olduğuna ve Kur'an okundukça O'nun da okunacağına, O'nu muhakeme etmenin Kur'an'ı muhakeme etmek olduğuna inanırlar[/B]. ([I][COLOR=brown]İşarâtü’l İcaz.s.333; İlmi ve Hukiki Açıdan Nurculuk Davası. s.369, Türkiye’de Nurculuk Davası s.369[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]ALLAH (c.c.) hesap günü Kur'an'dan sorumlu olunacağını bildirdiği halde bakın onlar neden sorgulanacaklarına inanıyor ve ümit ediyorlar[/B]: [B][COLOR=red]"Melaikeleri ehli hak ve hakikat yolunda gidenler için birer munis arkadaş yapan ve Risale-i Nur'un Şakirtlerini talebe-i ulûm sınıfına dahil edip Münker-Nekir suallerine Risale-i Nur ile cevap verdiklerini merhum kahraman şehid Hafız Ali'nin vefatıyla keşfeden ve hayatta bulunanlarımızın da yine Risale-i Nur'la cevap vermemizi rahmet-i ilahiyyeden dua ve niyaz eden...”[/COLOR][/B] ([I][COLOR=brown]Asa-yı Mûsa.s.85[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]"...Hint dinlerinin hemen tümünde, Antik Mısır mistisizminde, ve Yahudi toplumunun ruhaniyatçı anlayışında nefsin tezkiyesi, çile, ruhun kurtuluşu, aşk ve irfan motiflerinin egemen olduğunu görüyoruz. "ALLAH'ı O'ndan korkmaksızın ve O'ndan hiçbir fayda dilemeksizin sevmek." bunlardandır. Tasavvufçu Rabiatu'l-Adeviyye de (h. 195), cennet arzusu ve cehennem korkusu ile değil, sadece kendisine kavuşmak için ALLAH'a ibadet ettiğini söyler. Rabia;[/B] "[I][COLOR=purple]Ateşinden korktuğum yahut cennetini umduğum için sana ibadet etmedim. Sana sadece zatın için ibadet ettim.[/COLOR][/I]" [B]demek suretiyle ALLAH'ın iradesinin gereği olan düzenlemeyi hiçe sayarak ALLAH'a iftira eder. Yine Rabia; "Kur'an'ı indirirken, kendisine korkarak ve umarak dua etmemizi emrettiği için Yüce ALLAH'ın yanlışlık yaptığı, cennete bizi teşvik etmek ve cehennemden sakındırmakla haksızlık ettiği"ni ileri sürer... "Bunları bizden isteyen ALLAH'ın bizi yanlış yollara sevk ederek bizi aldattığı"nı belirterek ALLAH'a iftirasını sürdürür... Çünkü bütün bunlar yerine sadece zatını isteyecekmişiz..! Cennetini istemeyecek ve cehenneminden korkmayacakmışız..! Cennet ümidi ve cehennem korkusu ile insanların kendisine yönelip ibadet ettiği ve madde boyutundan soyutlanmadıkları gerekçesiyle müslümanların yöneldikleri Kabe'yi, Rabia, "put" diye nitelemekte ve "yeryüzünde ibadet edilen şu put" demektedir. Çünkü kendisini cenneti istemeyecek ve cehennemden korkmayacak kadar madde boyutundan soyutlanmış kabul etmektedir. Tasavvuf şairi Yunus Emre de; "Cennet cennet dedikleri / Birkaç köşkle birkaç huri / İsteyene ver onları /Bana Seni gerek Seni.[/B]" (diyor)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]ALLAH (c.c.) Kur'an'da cehennemi vasfederken;[/B] "[I][B][COLOR=purple]İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır[/COLOR][/B][/I]."(Meâric/11-14, Abese/34-37) [B]diye buyuruyor. Said Nursi ise, güya takvanın alâmeti olarak böylesi bir cehennemi kabul edeceğini söylüyor. "[COLOR=red]Bu hizmete, yani ehl-i imanı dalâlet-i mutlakadan kurtarmağa, lüzum olsa, dünyevi hayat gibi, uhrevî hayatımı da feda etmeyi bir saadet bilirim; binlerce dostlarım ve kardeşlerimin cennete girmeleri için, cehennemi kabul ederim.[/COLOR][/B] ([I][COLOR=brown]Sikke-i Tasdiki Gaybi gir. Böl.; Tarihçe-i Hayat s.600; İthamları Reddediyorum. s.52,220; İlmi ve Hukiki Açıdan Nurculuk Davası. s.288; Türkiye’de Nurculuk Davası s.288[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Yine âyet-i kerime'de[/B];[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[I][B][COLOR=blue]Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), vücutları yataklardan uzak kalır... [/COLOR][/B][/I]"(Secde/16) buyurulduğu halde, Said Nursi ise; "[B][COLOR=red]Gözümde ne cennet sevdası var, ne cehennem korkusu. Kur'an'ımız yeryüzünde cemaatsız kalırsa Cennet'i de istemem; orası da zindan olur. Milletimizin imanını selamette görürsem, Cehennem'in alevleri içinde yanmağa razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.” [/COLOR][/B]([I][COLOR=brown]Tarihçe-i Hayat. s.600[/COLOR][/I]) [B]diyor.[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I][B][COLOR=green]Rasûlullah (s.a.v.), Hudeybiye'de geceleyin yağan yağmurdan sonra, sabahleyin sahabîlerine yöneldi; "Aziz ve celil olan Rabb'ınızın ne buyurduğunu bilir misiniz?" buyurdu. Sahabiler: "ALLAH ve Rasûlü en iyi bilendir" dediler. Rasûlullah buyurdu ki; "ALLAH; "Kullarımdan kimi bana mü'min, kimi kafir (olarak) sabaha erişti. Her kim "ALLAH'ın fadl ve rahmetiyle üzerimize yağmur yağdı" dedi ise işte o bana iman etmiş, yıldıza iman etmemiştir. Her kim de fulan ve fulan yıldızın nev'i (yani batıp doğması) ile üzerimize yağmur yağdı" dediyse işte o, Bana iman etmemiş, yıldıza iman etmiştir,[/COLOR][/B][/I]” ([I][COLOR=brown]Buhari.C.2 s.831,988[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Yine[/B] [B][I][COLOR=green]Peygamber (s.a.v.)'in oğlu İbrahim'in öldüğü gün güneş tutulunca, insanların güneşin İbrahim'in ölümünden ötürü tutulduğunu söylemeleri üzerine Rasûlullah (s.a.v.);[/COLOR][/I][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I][B][COLOR=green]"Şüphesiz güneş ile ay ALLAH'ın âyetlerinden iki âyettir. Bunlar hiçbir kimsenin ölümü ve de hayatı için tutulmazlar[/COLOR][/B][/I]... buyurur. ([I][COLOR=brown]Buhari.C:3 s.1014, 1015,1031,1021,1022,1034; C:7 s.3018)[/COLOR][/I] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Said Nursi'nin talebeleri ise Isparta'da kuraklığın olduğu bir dönemde Üstadlarının Isparta'ya teşrifleriyle nebatâtı yeniden hayata kavuşturacak şekilde yağmurun yağdığını, böyle bir yağmurun bir de doksan üç tarihinde yağmış olduğunu bu tarihin ise Üstadlarının doğum tarihi olduğunu söylüyor, o zaman da yağmış olmasının gerekçesini o sebebe bağlıyorlar[/B]. ([I][COLOR=brown]Sikke-i Tasdiki Gaybi gir. Böl. (Mustafa, Rüştü, Lütfi, Hüsrev, Bekir ve Refetin tesbitleri[/COLOR][/I].)) [B]ALLAH'ın kudreti ve dilemesiyle olabilen bir takım tabiat hâdiselerinin vukuunu, bu tür sebeplere bağlıyor, bunlara inanmayı da adeta imanlarının artması olarak değerlendiriyorlar. Oysa tabiat hâdiselerinin vukuunu, önemli kişilerin doğum ve ölümüne bağlayan inancın, İslâm öncesi cahiliyye insanının imanı olduğunu biliyoruz[/B]. ([I][COLOR=brown]İslâm İnancında Gayb Problemi. s.55[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Hakikaten kimilerinde, mücadele tablolarındaki samimi grafiği bile sorgulatacak hezayanlar görmek mümkündür. Nitekim bir insanın davasında gösterdiği samimiyeti, o insanın doğruluğuna delil değildir. Hayatı kafirlerin hapishanelerinde geçen, o mahkemeden bu mahkemeye süründürülen samimi bir mücadele adamından sadır olan gayr-i İslâmî ifadeleri anlamak ve bir yerlere oturtmak oldukça zordur.[/B][/FONT][/SIZE][FONT=Times New Roman][SIZE=3] [/SIZE][/FONT] [FONT=Times New Roman][SIZE=3][/SIZE][/FONT] [FONT=Times New Roman][SIZE=3][B][I][COLOR=#ff0000][FONT=Georgia][SIZE=6]RİSALE-İ NUR[/SIZE][/FONT][SIZE=5][FONT=Palatino Linotype] - SAİD NURSİ[/FONT] [/SIZE] [/COLOR][/I][/B][CENTER][FONT=Georgia][SIZE=5][COLOR=blue][B]3 [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT][/CENTER] [SIZE=4][B][FONT=Georgia][COLOR=#ff00ff]Said Nursi'nin Kürt kavmiyetçisi olmadığını vurgulamak için kitaplarından alıntılar yapılarak müntesipleri tarafından hararetle savunulan görüşlerinde bakın ne ilginç ilmi(!) tesbitleri var:[/COLOR][/FONT][/B][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B]ALLAHü Zülcelâl Hazretleri, Kur'an-ı Kerim'de[/B]; "[I][B][COLOR=blue]öyle bir kavim getireceğim ki, onlar ALLAH'ı severler, ALLAH da onları sever[/COLOR][/B][/I]. "(Mâide/54) diye buyurmuştur. “[B][COLOR=red]Ben de bu beyan-ı ilahi karşısında düşündüm, bu kavmin bin yıldan beri alem-i İslâm'ın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım... [/COLOR][/B]([I][COLOR=brown]İthamları Reddediyorum. s.216 (Mülakat, Nurculuk Hakkında, Erzurum, 1964, Hürsöz Yay. s.34’ten alıntı ile) s.292 (İlmi ve Hukiki Açıdan Nurculuk Davası, s.268’den alıntıyla)) [/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B][COLOR=red]Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafından olan Türkler ise, müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa, müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya müslüman olmayan Türkler Türklükten dahi çıkmışlardır[/COLOR][/B]...[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B][COLOR=red]Nerede Türk varsa müslümandır[/COLOR][/B].”([I][COLOR=brown]Tarihçe-i Hayat.s.223[/COLOR][/I])[B] ifadesi ve "Müslümanlıktan çıkan veya müslüman olmayan Türkler Türklükten dahi çıkmışlardır...[/B] ([I][COLOR=brown]İthamları Reddediyorum. s.217-218 (Mektubat’tan alıntılanmış.); İlmi ve Hukiki Açıdan Nurculuk Davası. s.268,273); Tarihçe-i Hayat.s.223[/COLOR][/I]) [B]ifadelerinin ALLAH aşkına İslâmî ve ilmi bir delili var mıdır? Bu ne demektir? Bu "Müslümanlıktan çıkan bir erkek, erkeklikten de çıkmıştır." demek gibi tutarsız bir ameldir. "Tutarsızdır" diyorum çünkü insanın ırkı, cinsiyeti, rengi, dünyaya geldiği coğrafya gibi unsurları kendi isteğiyle tercih etmediği gibi "Sahip olduğum bu özellikleri beğenmiyorum" diyerek de iradesiyle o özelliklerini değiştiremez.[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Diğer taraftan tağuta karşı isabetli ve cesurca çıkışları ise bu kez taraftarlarınca sulandırılıp kılıfına uydurulmak istenmiş, "asıl amacının tağuta karşı olmak filan olmadığı" yönünde izahlara kalkışılarak onurlu ifadeler de aslî anlamından saptırılmıştır[/B]. ([I][COLOR=brown]Bkz: İlmi ve Hukiki Açıdan Nurculuk Davası. 220… (Türkiye’de Nurculuk Davası. s.220…) Bu konuda ithamları red bağlamında yazılmış kitaplara, savunmalara, mahkemelerdeki savunmalara bakılabilir[/COLOR][/I].) [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Rabb'ımız (c.c.) gaybın bilgisini ancak Kendisine has kılmıştır. Peygamberlerinden de seçtiklerine, dilediği kadar bildirmiştir[/B].(Âl-i İmrân/179)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Kitaplarını vahiy, kendilerini de Peygamber gibi gören bu insanlar, "gayb" konusunda da insanı hayrete düşürecek kadar ileri geri konuşmuşlardır. Said Nursi, cefr hesaplarıyla kitaplarının ana temasını oluşturan konulan tesbite çalışmıştır. Çıkarmış olduğu sonuçları da "Üç aşağı beş yukarı isabet eder" diyerek şüpheye mahal yokmuş gibi, "Doğrudur, doğrudur, tastik ederim" vs. ifadeleriyle İslâmî olmayan böyle bir yönteme ve sonuçlarına hem kendisi inanmış hem de yoluna tabi olanlar kanmıştır.[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]ALLAH (c.c.)'nün, gayb ile ilgili apaçık âyetleri (Bakara/255, Âl-i İmrân/179, Maide/109, En'âm/50, Tevbe/78,94, Yûnus/20, Hûd/23, Mü'minun/92, Haşr/22, Cuma/8 karşımızda duruyor. "[B][COLOR=blue]Göklerde ve yerde gaybı ALLAH'tan başka bilenin olmadığı[/COLOR][/B]"nı (Neml/65) bilip inanıyoruz.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]İbn Arabî'nin[/B] [B][COLOR=red]"Olayların tarihi vukuundan sonra yazılır, bense vukuundan çok önce yazıyorum[/COLOR][/B]" ( [I][COLOR=brown]İslâm İnancında Gayb Problemi. s.173[/COLOR][/I]) söylemesi gibi, Said Nursi de istikbale yönelik birçok hadiseyi gayr-i İslâmî bir yöntem olan ebced hesaplamalarıyla sayıp dökmüştür. ([I][COLOR=brown]Asayı Musa.s.76…; Sikke-i Tastik-i Gaybi. “Karadağın bir meyvesi” ismiyle yazılan böl…; İthamları Reddediyorum. s.46..; Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları s.783[/COLOR][/I]) [B]Bu inanışlarını da kendisiyle sınırlamamış İmam Ali (r.a.)'ı vs. bu bilgilendirmelerin ortağı olarak zikretmiştir. Böylece yaptığı işe meşruiyet kazandırmak arzusu ile İmam Ali'yi de kaynak göstermiştir, kullanmıştır.[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Örneğin, Said Nursi'nin, şu soruya verdiği cevap, ALLAH'tan korkan herkesin tüylerini ürpertecek cesarettedir. ALLAH'a karşı cesaret(!) ise, gerçekte cehaletin ta kendisidir:[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B][COLOR=red]"Sual; Gavs-ı Azam gibi büyük veliler bazı vakitte geçmiş ve geleceği hazır gibi müşahede ederler. Neden maziye ait cihette açıklık sûretinde haber veriyorlar da, gelecekten gizli işaretlerle bahsederler?[/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B][COLOR=red]el-Cevap: "La ye'lemul ğaybe illallâhu" (Gaybı ancak ALLAH bilir) (Cin/26-27) âyetiyle" ifade ettikleri kutsî yasağa karşı kulluk bilinci ile bir edepli tavır takınmak için açıkça anlatmaktan işaret mesleğine gitmişlerdir[/COLOR][/B] ..." ([I][COLOR=brown]Sikke-i Tastik-i Gaybi, Saidi Nursi, s.132[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Zaten soruyu soran açıkça, geçmişin bilindiği gibi geleceğin de bilindiğini söylüyor. Ve öyle inanıyor. Ancak diyor ki, neden gelecekten açıkça bahsedilmiyor da, işaretlerle bahsediliyor? Said Nursi de aynı inanışla karşılık veriyor. Üstelik ilgili âyetleri de zikrederek, bilmediği gibi bir ihtimali de ortadan kaldırıyor. Yani gaybı ancak ALLAH'ın bilebileceği ile ilgili âyeti de söylüyor. Bu da yetmiyormuş gibi âyetlerin kutsî bir yasak içerdiğini de zikrediyor. Ya daha sonra; işte bunlara rağmen geleceği bilen bu şahıslar "madem ALLAH böyle demiş(!) o halde edepli tavır takınmak ve kulluk sorumluluğunu gözetmek için gelecekten açıklıkla bahsetmiyorlar da(!) işaretle bahsediyorlar" diyor. SubhanALLAH..![/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Güya, ALLAH'ı yalanlamamak için böyle yapmışlar! Gerçekte ise ALLAH'ı yalanlamışlar![/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]ALLAH, (c.c.) âyet-i kerimelerin de şöyle buyuruyor;[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[I][B][COLOR=blue]De ki: "Ben size, ALLAH'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem... Gaybın anahtarları ALLAH'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez..."([/COLOR][/B][/I]En’âm/50,59)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[I][B][COLOR=blue]Ona (Muhammed'e) Rabbinden bir mucize indirilse ya! De ki: "Gayb ancak ALLAH'ındır[/COLOR][/B][/I]... "(Yûnus/20)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[I][B][COLOR=blue]De ki: "Ben, ALLAH'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim[/COLOR][/B][/I]."(A'râf/188)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[I][B][COLOR=blue]De ki: "Göklerde ve yerde, ALLAH'tan başka kimse gaybı bilmez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler[/COLOR][/B][/I]."(Neml/65)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I][B][COLOR=blue]"O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz; Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar[/COLOR][/B][/I]. "(Cin/26-27)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B][COLOR=green]Peygamber (s.a.v.)'den gaybe ve istikbale âid şeyleri bilmenin yalnız ALLAH'a mahsus olduğuna dair bir çok hadis rivayet edilmiştir![/COLOR][/B] [B][I]([COLOR=brown]Buhari/ 2/990, 8/3748, 9/4352,4353, 10/4657, 16/7254[/COLOR])[/I][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Hz. Aişe (r.a.) rivayetinde şöyle demiştir; "Kim O'nun (Hz.Peygamber'in) yarın ne olacağını bildiğini sanıyorsa, şüphesiz ALLAH'a en büyük iftirayı atmış olur. Zira ALLAH Teala[/B]: "[B][COLOR=blue]De ki: "Göklerde ve yerde gaybı ALLAH'tan başka kimse bilmez[/COLOR][/B]..." (Neml/65) [B]buyurmaktadır[/B]. ([I][COLOR=brown]İbn Kesir. C:11 s.6171; Buhari/C:16 s.7254;Müslim/İman[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B]Kur'an-ı Kerim'de gayb bilgisinin ulûhiyyet vasıflarından olduğu ve insanların bilgi edinme vasıtalarının dışında kaldığı, ancak ALLAH'ın bazı peygamberlerini dilediği bilgilere muttali kıldığı açıkça belirtilmiştir. Kur'an'a göre gaybe ait haberlerin yegâne kaynağı vahiydir . Şîa mensuplarının, Hz. Peygamber'in kendisine gelen vahiylerin bir kısmını yalnız Hz. Ali'ye bildirdiğini, bu sebeple Ali'nin bilgilerinin de vahye dayandığım iddia etmeleri, Resûlullâh'ın nazil olan vahiylerin tamamını bütün ümmete tebliğ ettiğini ifade eden Kur'an âyetleriyle çelişir[/B] ([I][COLOR=brown]Mâide/67, Hûd/12, Kehf/27[/COLOR][/I]). [B]Ayrıca bu iddialar, Hz. Aişe, Hz. Ali ve İbn Abbas gibi sahâbîlerden nakledilen rivayetlere de aykırıdır.[/B] ([I][COLOR=brown]Buhari, "İlim",39, "Cihad";71; Müslim; "Edahi", 8; Müsned,1,108[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Aişe (r.a.) dedi; "[B][I][COLOR=green]Her kim Rasûlullah ALLAH'ın Kitabı'ndan bir şey ketmetti diye zulmederse, ALLAH'a karşı büyük iftira etmiş olur. işitmedin mi? ALLAH: [/COLOR][/I][/B]"[I][B][COLOR=blue]Ey Rasûl! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et, etmezsen onun risaletini eda etmiş olmazsın![/COLOR][/B][/I]" (Mâide/67) [B][I][COLOR=green]buyuruyor[/COLOR][/I][/B].” ([I][COLOR=brown]Müslim/İman[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B]Kur'an'daki hurûf-u mukatta'a ile diğer bazı âyetlerin bâtınî manalarına dayanan cifir, özellikle İsmâiliyye ve İhvân-ı Safa mensuplarınca bâtınî yorumların temel kaynağı haline getirilmiştir[/B].” ([I][COLOR=brown]İslâm Ansiklopedisi C:7 cefr mad…s.217[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B][COLOR=purple]Kaynağı itibariyle şeriat-hakikat ikilemi şeriatın zahirî ve bâtınî ikilemine râcidir. İslâm'ın başında müslümanlar bu ayrımı yapmamışlardır. Bu ayrım her şeyin zahirî ve bâtınî olduğu gibi Kur'an'ın, hatta Kur'an'dan her âyetin ve her kelimenin bir zahiri, bir de bâtını olduğunu söyleyen Şia ile başlamıştır[/COLOR][/B].” ([I][COLOR=brown]Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm.s.95[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B][COLOR=purple]Said Nursi'nin taraftarları, statükonun selameti için Şiilik'te kıyâmî boyutun ön plana çıkmasından ötürü, Şiilere ve Şiîliğe öfke saçarken, Üstadlarının dinamiklerini Şia'dan aldığını ve birçok konuda onları da geride bıraktığını bilmez veya bilmemezlikten gelirler[/COLOR][/B]. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Said Nursi, Kur'ân'ın batınî manası olduğunun da ötesinde, vakit bulabilseymiş Kur'an'ı bütün harfleriyle hesap ederek ilahî şifrelerini çıkaracakmış..![/B] "[COLOR=red]Rumûzât-ı Semâniye[/COLOR]" [B]adlı risalesinde şöyle diyor[/B]: [B][COLOR=red]"...Her bir harf çok işârât meyvelerini veriyor, çok meanileri de ifade ediyor. Adeta Kur'an harfleri muazzam bir mütenevvi İlahî şifrelerdir... "Rumûzât-ı Semâniye"yi yazdığım zaman hem çok acele te'lif edilmiş, hem de benim eski mahfuzatıma itimad ederek takribi iki mikyas yaptım. Onun ile hem eski ulemânın hesaplarına binaen Kur'an harflerinin i'caz cihetinde sırlarını yazdım.... Daha tam tamına tahkiki bir tarzda bütün Kur'an'ı bütün harfleriyle ve kelam ve kelimâtıyla hesap etmeye ve letâif-i i'câziyeyi onunla tam takviye etmeye vakit bulamadım...[/COLOR][/B]” ([I][COLOR=brown]Zülfikar Mecmuası. Fihriste-i Rumûzat-ı Semâniye. 29.Mek. 8.Kıs. 8.Remz. (Risale-i Nûr Külliyatı. Bediüzzaman Said Nursi. C:2. s.2321 Yeni Asya yay. ist. 1996); Bkz: Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları s.773-783[/COLOR][/I])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[B]Said Nursi'nin de bu metotla[/B] [B][COLOR=red]Kur'ân'ın otuz yerinde "Nûr Risaleleri”ne işaret edilmiş olduğunu [/COLOR][/B][B]açıklamaya çalıştığı görülür[/B].” ([I][COLOR=brown]İslâm Ansiklopedisi C:10 ebced mad.s.70 Bkz; Said Nursi’nin Şualar. s.234-236,572-594; Sikke-i Tasdiki Gaybi. Birinci şua; Hakkın Müdaafası. 214-227 ve diğer eserleri…) [/COLOR][/I][B]Böyle bir yaklaşımın ALLAH'a iftira olduğu söylenilmesi gerekirken, bakın Nur talebeleri'nin kanaati nedir?[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"[I][B][COLOR=red]Risale-i Nur'a Kur'ân'ın işari mana tabakasında Cifr ve ebcede bakan ve işaret eden "İşârât-ı Kur'an Risalesi"in de otuz üç âyet kadar kaydedilmiştir. Rumûzât-ı Semâniye, Kastamonu lahikaları, ve onüçüncü ve ondördüncü Şualar'da ve nihayet Emirdağ Lahika mektuplarında belki on beş âyet daha vardır. Bütün bunların tamamı belki elli âyeti bulmaktadır... Kur'an ve hadisi şeriflerle beraber, evliyaların "Risale-i Nur"a işaretlerinin tamamı, Üstad umum o işaretler için "Bin" demiş. Fakat bence bütün o işaretlerin yekûn teferruatlarıyla beraber mecmu'u, binden çok fazladır.[/COLOR][/B][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B][COLOR=red][I]Lakin Hazreti Üstadca bin olarak ifade edilmiştir. Elbetteki manidardır. Yani nasıl ki Resûl-i Ekrem [/I][COLOR=#008000](s.a.v.)[/COLOR][I]'in mu'cizâtının mecmu'u için, islâm muhakkikleri "bin" demişler, küsuratı nazara almamışlardır, öyle de, Hazret-i Üstad'a ve "Risale-i Nur"a gaybî işaretlerin mecmu'u dahi, küsurlar nazara alınmazsa, bin olması, yani öyle kabul ve kaydedilmesi şayan-ı tefekkürdür[/I][/COLOR][/B].” ([I][COLOR=brown]Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları s.790,792)[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]“[B]İlm-i esrar-ı hurûfla en çok alakadar ve meşgul olan[/B] [B][COLOR=red]Hz. Muhyiddin-i Arabî (!)in neden herkesten evvel ve daha çok “Risale-i Nûr” ve Üstad Bediüzzaman hakkında gaybî işaretler bırakmamış?[/COLOR][/B][B] diye varid olan bir suale Hazreti Üstad[/B]:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]“[B][COLOR=red]Hazreti Muhyiddin, benim ileride onun mesleğini bir derece tenkid edeceğimi hissettiği için, ben ve “Risale-i Nûr” hakkında işaretleri perdeleyerek bırakmış. Yoksa aslında onun çok işaretleri vardır[/COLOR][/B].” ([I][COLOR=brown]Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları s.791[/COLOR][/I]) [B]diyebiliyor ve kendisi gibi cefri olan Muhyittin-i Arabî’nin de gaybı, hem de Said Nursi’nin onun mesleğini bir derece tenkid edeceğine varıncaya kadar bildiğini (nazik bir ifadeyle “hissettiği”) söyleyecek kadar İslâm inancına taban tabana muhalif inancın sahibi Said Nursi[/B]:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ne yazık, hayret için de görüyoruz ki, hem bu metodu (Cifr) alabildiğine kullanıyor hem de bu işin İslâm dışı bir usûl olduğunu söylüyor. Tıpkı gayb ile ilgili konuda olduğu gibi, doğruyu bildiği halde böyle bir şeye başvurduğunu da maalesef bütün açıklığıyla izah ediyor. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][I][B][COLOR=purple]Muhyiddin-i Arabî’yi, bir hakikat harikası, aldansa bile aldatmayan, mühim bir meşrep sahibi, yüksek ve kuvvetli bir iman sahibi, hâdî (hidayete ermiş, mürşid, rehber, hidayete erdiren) v.s. iltifatlarıyla tanımladıktan sonra [/COLOR][/B][/I]([I][COLOR=brown]Lem’alar.s.39,45[/COLOR][/I]) [B]kendisine sorulan cifr ile ilgili bir soruya da şu cevabı veri[/B]yor:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]“[B][COLOR=red]Biz kendi arzu ve tedbirimizle bu hizmette bulunmuyoruz. İhtiyarımızın fevkinde bize daha hayırlı bir ihtiyar işimize hakimdir. İlm-i cifr meraklı ve zevkli bir meşgale olduğundan hakiki vazifeden alıkoyup meşgul ediyor. Hatta kaç defadır esrar-ı Kur’aniye’ye o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu. Kemâl-ı iştiyâk ve zevk ile mütecevvih olduğum vakit kapanıyordu. “La ya’lemul ğaybe illALLAHu” (Gaybı ancak ALLAH bilir) yasağına karşı edep dışı davranmak ihtimali var. İman ve Kur’an’ın esas hakikatlerini kat’i delillerle ümmete anlatmak ilm-i cifr gibi gizli bilgiler yoluna başvurmaktan yüz derece daha fevkinde ve bir meziyet ve kıymeti vardır. Bu kudsî vazifede kat’i hüccetler ve muhkem deliller su-i isti’male meydan vermiyorlar. Fakat cifr gibi muhkem kaidelere dayanmayan gizli ilimlerin kötü emeller için kullanılma ihtimali vardır…[/COLOR][/B]” [I][COLOR=brown](Lem’alar.s.41 (Dokuzuncu Lem’a); Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları s.760)[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Bu tür vasıtalara başvurarak bir takım hâdiselerin beyan edilmesiyle ortaya çıkan gayr-i İslamiliğin o denli alenî olması karşısında şu izahatları da yapmaktan kendisini alamıyor,[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]“[B][COLOR=purple]İman hizmetin de bu zamanda binler tahribatçılara mukabil yüzbinler tamiratçı lazım gelirken… halkları ürküttürmek ile manevi kuvveti kırmak cihetiyle ve sebepleriyle… ve bütün o manilere karşı “Risale-i Nûr” şakirtlerinin manevi kuvvetlerinin takviyesine medar ikramat-ı ilahiyeyi beyan ederek “Risale-i Nûr” etrafında manevi bir tahşidat yaptırmak… hikmetiyle bu tür şeyler yazdırılmış… Yoksa haşa kendimizi satmak ve beğendirmek ve temeddüh etmek ve hodfuruşluk etmek ise, “Risale-i Nûr”un ehemmiyetli bir esası olan ihlas sırrını bozmaktır. Bu benim değil “Risale-i Nûr”un kerametidir. “Risale-i Nûr” ise Kur’an’ın malıdır ve tefsiridir[B]*[/B]… Gerçi bu çeşit ikramlar yazılmasa idi daha münasip olurdu. Fakat bu kadar hadsiz karşı gelenler ve çok kuvvetli ve kesretli düşmanlar karşısında bizlere manevi kuvvet ve cesaret ve sebat ve metanet vermek için kat’i mecburiyet oldu bende yazdım…” [/COLOR][/B][I][COLOR=brown](İlmi ve Hukiki Açıdan Nurculuk Davası s.287; (Türkiye’de Nurculuk Davası s.287.))[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]*[/B][B]Yalan hadis uydurup bunu da Rasûlullah [COLOR=#008000](s.a.v.)[/COLOR]’e nisbet edenlerin de gerekçeleri arasında bu tür savunmalar vardır.[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Zaten cefrî (ceffâr)** olan bir insandan bundan başka bir şey beklenilmez.[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]**[/B] [B][COLOR=purple]Daha çok Şiiler tarafından geleceğe ilişkin haberlerin bildirilmesinde kullanılan cifr (cefr)le uğraşanlara denir [/COLOR][/B]([I][COLOR=brown]Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.C:7 s.215)[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]“…[B][COLOR=purple]Hatta bazen halk arasında dolaşan ve Kur’an-ı Kerim’in şifa ile ilgili âyetlerinin ebced hesabına göre rakamların yazılıp bunlarla yapılan muskalar bulunmaktadır ki, bu rakamların şifa vereceğine inanmak küfürdür. Bu gibi hususlar Hz.Peygamber’in sünnetinde olmadığı gibi ashab, tâbiin ve büyük imamların böyle bir şeye başvurmadıkları ilmen ve tarihen bilinen bir husustur. Ebced hesabına dayanarak ortaya çıkan Hurûfilik, bu işi Kur’an ile fal bakmaya kadar götürmüştür. Bir devlet kuruluşu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, devletin dini anlayışını yansıtmak üzere 19602larda yayımlanan “ALLAH Bizimle” adlı bir kitapçıkta ebced hesabı ile Hz. Peygamber [COLOR=#008000](s.a.v.) [/COLOR]ile ilgili olan bir âyet, 27 Mayıs 1960 askeri darbesine tarih düşürmeye çalışmıştır. Oysa bu hesaplar, bir israiliyat uydurması olup İslâm ile hiçbir ilgisi bulunmamaktır… İslâm tarihinde ilk kez Yahudiler yapmışlardır.” ([I][COLOR=brown]Şamil İslâm Ansiklopedisi. Ebced mad[/COLOR][/I].) [/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B][COLOR=purple]“ALLAH hiç kimseye gaybdan haber verme hususunda bir ilim ve yetenek vermemiştir. Yalnız bazı peygamberlere âhiret, melekler ve cinlerle ilgili bilgiler bahşetmiştir ki “Cümmel hesabı” diye isimlendirilen cifr hesabına şiddetle karşı çıkmışlardır. İbn Hacer el Askalânî, buna itimat etmenin caiz olmadığını söyler. İbn Abbas’ın da bu hesabı sihir cümlesinden saydığı nakledilmektedir[/COLOR][/B].” ([I][COLOR=brown]A.g.e; cifr hesabı.s.307) Bkz: İslâm’da Birlik ve Fıkıh Mezhepleri. M.Reşit Rıza. El-Hüseyni s.51.)[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Bu konuda İbn Kesir ise tefsirinde ebced hesabı ile Hurûf-u Mukatta!aya çeşitli manalar vermek isteyenler hakkında gemişçe izahat verdikten sonra şunları söyler:[/B] “[B][COLOR=purple]Bu harlerle vakitlerin bilindiği, olayların, fitne ve savaşların zamanlarının çıkarılacağını öne sürenler ise Kur’an’da olmayan şeyler iddiâ etmekte ve uçulması gerekmeyen yerde uçmaya çalışmaktadırlar[/COLOR][/B].” ([I][COLOR=brown]İbn Kesir C:2s.146[/COLOR][/I]) “[B]Ebcedle ilgili bazı hadislere de rastlanmakta, ancak İbn Teymiyye bunların başlıcalarını verip ravilerini tenkit ederek güvenilir olmadıklarını açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır.[/B]” ([I][COLOR=brown]İslâm Ansiklopedisi. Ebced mad.s.68. Bkz; İbn Kesir.C:2s.146; İslâm’da Birlik ve Fıkıh Mezhepleri. M.Reşit Rıza Çev. Ahmet Hamdi Akseki. D. İ. B. Yay. S.39-80)[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]-[B]Hurûfilik[/B]; [I][B][COLOR=purple]Harflerden dinsel anlamlar çıkaran bir Alevi tarikatıdır. İran’lı Şihâbeddin Fazlullah Esterâbâdî (1339-1394) tarafından kurulmuştur. Bu inanca göre; “yaratıcı olan harftir.” Yunan Pitagorasçılığına ve Yahudi Kabalasına dayanan fikirlerden etkilenerek gelişmiştir. Hurûfilik konuşan insanı Tanrılaştırır… İnsan konuşan Tanrı, (Kelâmullah-ı Nâtık)dır… Bâtınîlerin Hurûfilik etkisi altındaki görüşleri de şöyledir; Kelime-i Tevhid (La ilâhe illALLAH) sözü Arap harfleriyle üç harfle yazılır, bunlar da Lam, Elif ve He harfleridir. Bu üç harf aklı, nefsi ve feleki gösterir. Yedi hecedir. Bu heceler insan başının iki gözü, iki kulağı, iki burun deliği ve bir ağzı olmak üzere yedi delikli organlarına işarettir. On iki harfle yazılışı da, insanın on iki organını belirtir. Demek ki, Kelime-i Tevhid, aslında insanı dile getirir ve ALLAH’ın insanda belirdiğini kanıtlar. Özet olarak denilebilir ki, Hurûfilik anlayışında varlık, harflerle açıklanır. Bu tutum, antikçağ Pitagorasçılığının varlığı sayılarla açıklamasının başka bir biçimidir. Bâtınîliğin temel düşüncesini sürdüren Hurûfilik’te amaç, insandır. İnsanın açıklanması ALLAH’ı da açıklar.[/COLOR][/B][/I] ([I][COLOR=brown]Tarih Boyunca Alevilik. Tarık Mümtaz Sözengil.Çözüm yay. S.49)[/COLOR][/I][/FONT][/SIZE] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][B]Said Nursi’nin inanışları söz konusu olduğunda ise, maalesef olayı güya ilmi açıdan ele alarak eleştirileri cevaplayan Nurcular’ın verdikleri izahlar daha bir hayret vericidir. Cifr ilminin gayb haberleri(!) konusunda kullanabilirliğine Muhyiddin-i Arabî, Bîstamî ve Konevî’den ([B][COLOR=brown]Sadreddin el-Konevi’nin vefatından önce tasavvuf ve İbn Arabî’nin felsefesinden ve Vahdet-i Vücût’tan uzaklaştığı, reddettiği, ömrünün son yıllarını Kitap ve Sünnetle geçirdiğine dair rivayetler için bak: Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm. S.129,130[/COLOR][/B]) örnekler getirildikten sonra İslâm inancına ve naslara taban tabana zıt, ilmi dayanaktan yoksun şu alıntı da ayrıca delil olarak verilir:[/B]“…[COLOR=orange][U][B]Hz. Ali kıyametin kopacağı ana kadar olacak bütün mühim hâdiseleri ilm-i cifr yoluyla açıklamıştır. Hz. Ali’nin evlatlarının da cifr ve camiayı bildikleri[/B][/U][/COLOR]…” ([I][COLOR=brown]İlmi ve Hukiki Açıdan Nurculuk Davası. s.378…; Türkiye’de Nurculuk Davası. s.378[/COLOR][/I]…) [B]anlatılır. Yine[/B] “[B][COLOR=purple]İmam Cafer-i Sadık’ın yazdığı “Cifr” kitabında, ta kıyamete kadar muhtaç olunan her şey o kitapta mevcuttur[/COLOR][/B].” [/SIZE][/FONT] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]([I][COLOR=brown]Bkz: Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları. Abdulkadir Badıllı. Envar Neşriyat. s. 764[/COLOR][/I]) [B]deniliyor[/B].[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]Cifr’in, Kur’an’ın açık prensiplerine, sahih hadislerin kesin hükümlerine ve sahabi ve onların izleyicilerinin (r.a) yoluna ters düştüğünden bahsedilmezken bizzat bu gayr-i İslâmi işin failleri delil gösterilerek doğruluğu isbata çalışılıyor. Buna da[/B] “[I][B][COLOR=purple]İslâm Alimlerinin cumhuru ne demişler, onu bilmek lazımdır. Evet cumhur ulemânın fikrinin, Cifr ilmi hakkında müsbet olduğu ileride ispatlanacaktır[/COLOR][/B][/I]…” ([COLOR=brown]Bkz: Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları. Abdulkadir Badıllı. Envar Neşriyat. s. 764 [IMG]http://www.kitapyurdu.com/getimageV2.asp?resimkod=50008&boyut=85[/IMG][/COLOR])[B] denilerek, hiçbir ciddi dayanağı olmayan çoğu Şia kaynaklarına dayalı ve de sahih olmayan(!) rivayetlerle İmam Ali ve İmam Cafer’e nisbet edildikten sonra, İbn Arabî ve Said Nursi v.s gibilerin cifri kullanmış olması ise, işin meşruluğuna delil getirilmiştir. Oysa söz konusu olan, şayet cifrin İslâm dinindeki yeri ise, esas alınması gereken ölçü Kur’an ve Sünnet olmalıydı. Nurculuğu, Nurculuk tarikatının tasavvuf ölçüleriyle değerlendirilip bu değerlendirmeyle de sonuca; “İslâmidir.” Derseniz bu ne İslâmi olur ne de ilmi bir tarafı olur. Farklı bir açıdan; mahkum hakim yapılarak karar verilir ve buna da ilmi izah denilir(![/B]).[B]*[/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]* [/B][B]Hem[/B] “[B][COLOR=red]Zahiren ve sarih olarak Cifr ve Ebced’in esasları Kur’an’dan ve hadislerden gelmiş olduğu hakkında kesin bir malumat yoktur[/COLOR][/B].” [B]Diyecek, hem de[/B]; “[B][COLOR=red]Amma lisan-ı haliyle(!) âyetlerinin ifadelerindeki ima ve işaretlerin remzleriyle; “Evet vardır!” denilebilir[/COLOR][/B]…” [B]diyeceksiniz[/B]. ([I][COLOR=brown]Bkz. Risale-i Nûr’un Kudsi Kaynakları s.751[/COLOR][/I]…) [/FONT][/SIZE] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][B]Yine[/B], “[COLOR=red]Ebced ve cifr ilmiyle elbetteki muhaddisler taifesi, Usûl-i Şeriat uleması sınıfı, fukaha ve müçtehidler grubu veya Kur’an hafızları ve tecvidçiler zümresi ve akide ve ilm-i kelam alimleri herhalde uğraşmış değillerdir. Çünkü; bunların başka işleri ve başka vazifeleri vardır.[/COLOR][/SIZE][/FONT] [/SIZE][/FONT] [/FONT][/SIZE] [/CENTER] |
[B][I][COLOR=#ff0000][FONT=Georgia][SIZE=6]RİSALE-İ NUR[/SIZE][/FONT][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4] - SAİD NURSİ[/SIZE][/FONT]
[/COLOR][/I][/B] [CENTER][FONT=Georgia][SIZE=5][COLOR=blue][B]4[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT][/CENTER] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][IMG]http://tbn0.google.com/images?q=tbn:ovyQsxsJAREpVM:http://www.evinizekitap.com/images/products/637_buyuk.jpg[/IMG][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red]Asa-yı Musa[/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue]Said Nursi herkesin kendi kitaplarına muhtaç olduğunu iddia ediyor.(S:9) [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Bu acip asırda ehl-i îman, Risale-i Nur'a ve ehl-i fen ve mektep muallimleri Asâ-yı Mûsa'ya şiddetle muhtaç oldukları gibi; hâfızlar ve hocalar dahi Zülfikar'a şiddetle muhtaçtırlar. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Hz.Ali'nin Risale-i Nurları haber verdiği yalanı.(S:10) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]İmam-ı Ali RadıyALLAHü Anh, Celcelutiye'sinde pek kuvvetli ve sarahate yakın bir tarzda Risale-i Nur'dan ve ehemmiyetli risalelerinden aynı numara ile haber verdiğini… [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Said Nursi ayetleri kullanarak kendi risalelerini reklam ediyor.(S:55) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ramazan-ı Şerifte Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyânı okurken, Risale-i Nur'a işaretleri Birinci Şuada beyan olunan otuz üç âyetten hangisi gelse bakıyorum ki, o âyetin sayfası ve yaprağı ve kıssası dahi Risale-i Nur'a ve şakirtlerine, kıssadan hisse almak noktasında bir derece bakıyor. Hususan Sûre-i Nur'dan âyâtü'n-nur, on parmakla Risale-i Nur'a baktığı gibi, arkasındaki âyât-ı zulümat dahi muarızlarına tam bakıyor ve ziyade hisse veriyor. Adeta o makam, cüz'iyetten çıkıp külliyet kesb eder. Ve bu asırda o külliyetin tam bir ferdi Risale-i Nur ve şakirtleridir diye hissettim. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Bir nurcunun kabir sualine gramerle cevap verip rahmeti ilahiyeyi güldürdüğü yalanı.(S:70) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]İlm-i sarf ve nahvi okuyan bir medrese talebesinin vefat edip kabirde Münker ve Nekir'in " Men Rabbûke? Senin Rabbin kimdir?" diye suallerine karşı, kendini medresede zannedip Men mübtedâdır, Rabbûke onun haberidir. Müşkil bir meseleyi benden sorunuz, bu kolaydır diyerek, hem o melaikeleri, hem hazır ruhları, hem o vakıayı müşahede eden orada bulunan bir keşful kubur velisini güldürdü ve rahmeti ilahiyeyi tebessüme getirdi. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Hafız Ali'nin meleklerin sualine Risale-i Nur ile cevap verdiği uydurması.(S:70) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Risale-i Nur'un bir şehid kahramanı olan merhum Hafız Ali, hapiste meyve risalesini kemal-i aşla yazarken ve okurken vefat edip, kabirde melaike-i suale mahkemedeki gibi meyve hakikatleri ile cevap verdiği misüllü; ben de ve Risale-i Nur şakirtleri de o suallere karşı risale-i Nur'un parlak ve kuvvetli hüccetleriyle, istikbalde hakikaten ve şimdi manen cevap verip, onları tasdike ve tahsine ve tebriğe sevk edecekler, inşALLAH.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Said Nursi Felaq suresinin ayetlerini şeytanın telkini yönünde yorumlayarak dostuna sadakatini gösteriyor.(S: 75) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Gayet ehemmiyetli bir nükte-i i'câziyeye dair, birden ihtiyarsız, mağripten sonra kalbe ihtar edilen ve Sûre- “Qul Eûzü bi rabbil felaq” ın zâhir bir mu'cize-i gaybiyesini gösteren uzun bir hakikate kısa bir işarettir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Ayetin Eskişehir hapsinden kurtulmalarından haber verdiği yalanı.(S: 76) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Meselâ, başta “ Qul eûzü biRabbil felaq” cümlesi, bin üç yüz elli iki veya dört (1352-1354) tarihine hesab-ı ebcedî ve cifrî ile tevafuk edip nev-i beşerde en geniş hırs ve hasetle ve Birinci Harbin sebebiyle vukua gelmeye hazırlanan İkinci Harb-i Umumye işaret eder ve ümmet-i Muhammediyeye (a.s.m.) mânen der: "Bu harbe girmeyiniz ve Rabbinize iltica ediniz." Ve bir mânayı remziyle, Kur'ân'nın hizmetkârlarından olan Risale-i Nur şakirtlerine hususi bir iltifatla, onların Eskişehir hapsinden, dehşetli bir şerden aynı tarihiyle kurtulmalarına ve haklarındaki imha plânının akîm bırakılmasına remzen haber verir, mânen "İstiâze ediniz" emreder gibi bir remiz verir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Said Nursi ayeti cemaatini reklam için suistimal ediyor.(S: 76) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Hem meselâ min şerri mâ halaq cümlesi (şedde sayılmaz) bin üç yüz altmış bir (1361) ederek bu emsalsiz harbin merhametsiz ve zâlimâne tahribatını Rûmî ve Hicrî tarihiyle parmak bastığı gibi, aynı zamanda bütün kuvvetleriyle Kur'ân'ın hizmetine çalışan Nur şakirtlerinin geniş bir imha plânından ve elîm ve dehşetli bir belâdan ve Denizli hapsinden kurtulmalarına tevafukla, bir mânâyı remzî ile onlara da bakar, "Halkın şerrinden kendinizi koruyunuz" gizli bir îmâ ile der. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Ayetin dünya savaşlarını haber verdiği düzmecesi.(S: 76) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Hem meselâ en-neffâsâti fil uqad cümlesi (şeddeler sayılmaz) bin üç yüz yirmi sekiz (1328), eğer şeddedeki lâm sayılsa, bin üç yüz elli sekiz (1358) adediyle bu umumî harpleri yapan ecnebî gaddarların, hırs ve hasetle bizdeki Hürriyet inkılâbının Kur'ân lehindeki neticelerini bozmak fikriyle tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan harpleri ve Birinci Harb-i Umumînin patlamasıyla maddî ve mânevî şerlerini, siyasî diplomatların, radyo diliyle herkesin kafalarına sihirbaz ve zehirli üflemeleriyle ve mukadderat-ı beşerin düğme ve ukdelerine gizli plânlarını telkin etmeleriyle bin senelik medeniyet terakkiyatını vahşiyâne mahveden şerlerin vücuda gelmeye hazırlanmaları tarihine tevâfuk ederek en-neffâsâti fil uqad 'in tam mânasına tetâbuk eder. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Said Nursi'nin ayetlerin anlamlarını saptırıp, siyasete alet etmesi.(S: 76) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Hem meselâ “ ve min şerri hâsidin izâ hased” cümlesi (şedde ve tenvin sayılmaz) yine bin üç yüz kırk yedi (1347) edip, aynı tarihte, ecnebî muahedelerin icbarıyla bu vatanda ehemmiyetli sarsıntılar ve felsefenin tahakkümüyle bu dindar millette ehemmiyetli tahavvüller vücuda gelmesine ve aynı tarihte, devletlerde İkinci Harb-i Umumîyi ihzar eden dehşetli hasetler ve rekabetlerin çarpışmaları tarihine bu mânâyı işârî ile tam tamına tevafuku ve mânen tetabuku, elbette bu kudsî sûrenin bir lem'a-i i'câz-ı gaybîsidir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]11.Said Nursî Diplomatları karşı politikasına ayetleri alet ediyor.(S: 77) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Bu lem'a-i i'câziyede, baştaki min şerri maâ halaq da, hem min , hem şerri kelimeleri hesaba girmesi ve âhirde ve min şerri hâsidin izâ hased yalnız şerri kelimesi girmesi ve min girmemesi ve ve min şerrin neffâsâti fil uqad , ikisi de hesap edilmemesi gayet ince ve lâtif bir münasebete ima ve remz içindir. Çünkü, halklarda şerden başka hayırlar da var. Hem bütün şer herkese gelmez. Buna remzen, bazıyeti ifade eden min ve şerri girmişler. Hâsid hased ettiği zaman bütün şerdir. Bazıyete lüzum yoktur. Ve enneffâsâti fil uqad remziyle, kendi menfaatleri için küre-i arza ateş atan üfleyicilerin ve sihirbaz o diplomatların tahribata ait bütün işleri ayn-i şerdir diye, daha şerri kelimesine lüzum kalmadı. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]12.Ayetlerden cifir ile Cengiz Han ve Abbasi devletine pay çıkarıyor.(S: 77-78) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Nasıl bu sûre, beş cümlesinden dört cümlesiyle bu asrımızın dört büyük şerli inkılâplarına ve fırtınalarına mânâ-yı işârî ile bakar. Aynen öyle de, dört defa tekraren min şerri (şedde sayılmaz) kelimesiyle, âlem-i İslâmca en dehşetli olan Cengiz ve Hülâgu fitnesinin ve Abbâsî Devletinin inkıraz zamanının asrına dört defa mânâ-yı işârî ile ve makam-ı cifrî ile bakar ve parmak basar. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]13.Hz.Ali ve Geylani gelecekten haber vermişlerdir yalanı.(S: 78) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Evet, şeddesiz şerri beş yüz (500) eder; min doksandır (90). İstikbale bakan çok âyetler, [/SIZE][/FONT] [B][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=brown]Asa-yı Musa, Said Nursi, Yeni Asya Neşriyat, Kelebek Matbaası, Haziran 1994 [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=5][COLOR=green][B]Mesnevi-i Nuriye[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red][B]-Said Nursiye göre vahdetül vücud tevhidde boğulan ve düşünceye sığmayan bir tevhid zevkidir iddiası.(S.216-217) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][B]Sual[/B]: [B]Vahdetü'l-vücudu nasıl görüyorsun? [/B][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][B]Elcevap[/B]: Tevhidde istiğraktır. Ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir. Esasen tevhid-i rububiyet ve tevhid-i ulûhiyetten sonra tevhidde zevken şiddet-i istiğrak, vahdet-i kudret, yani Lâ müessira fil kevni illALLAH sonra vahdet-i idare, sonra vahdetü'ş-şühud, sonra vahdetü'l-vücud, sonra yalnız bir vücudu, sonra yalnız bir mevcudu görünceye müncer oluyor. Muhakkıkîn-i sofiyenin müteşabihat hükmünde olan şatahatıyla istidlâl edilmez. Daire-i esbabı yırtıp çıkmayan ve tesirinden kurtulmayan bir ruh, vahdetü'l-vücuddan dem vursa, haddini tecavüz eder. Dem vuranlar, Vâcibü'l-Vücuda o kadar hasr-ı nazar etmişlerdir ki, mümkinattan tecerrüd ederek, yalnız bir vücudu, belki bir mevcudu görmüşler. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Evet, delil içinde neticeyi görmek, âlemde Sânii müşahede etmek, tarik-i istiğrakkârâne cihetiyle cedâvil-i ekvanda cereyan-ı tecelliyat-ı İlâhiyeyi ve melekûtiyet-i eşyada sereyan-ı füyuzatı ve merâyâ-yı mevcudatta tecellî-i esmâ ve sıfâtı, yalnız zevken anlaşılır birer hakikat iken, dîk-ı elfaz sebebiyle ulûhiyet-i sâriye ve hayat-ı sâriye tabir ettiler. Ehl-i fikir, o hakaik-i zevkiyeyi nazarın mekayisine sıkıştırdığından, çok evham-ı bâtılaya menşe oldu. Maddeperver hükemâ ve zaîfü'l-itikad ehl-i nazarın vahdetü'l-vücudu ile evliyanın vahdetü'l-vücudu, tamamen birbirinin zıddıdır. Beş cihetten fark vardır: [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Birincisi: Muhakkikîn-i sofiye, Vâcibü'l-Vücuda o kadar hasr-ı nazar etmiş ve müstağrak olmuş ve ehemmiyet vermişler ki, onun hesabına kâinatın vücudunu inkâr etmişler. Hükemâ ve zaîfü'l-itikad olanlar, maddeye o kadar hasr-ı nazar etmişler ve müstağrak olmuşlar ki, fehm-i ulûhiyetten uzaklaştılar. Ve o derece maddeye kıymet verdiler ki, herşeyi maddede görmek, hattâ ulûhiyeti onda mezcetmek, hattâ kâinat hesabına ulûhiyetten istiğnâ etmek derecede tarik-i müteassifeye girmişlerdir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]İkincisi: Muhakkikîn-i sofiyenin vahdet-i vücudu, vahdetü'ş-şuhudu tazammun eder. İkincilerin, vahdetü'l-mevcudu tazammun eder. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Üçüncüsü: Birincilerin mesleği zevkîdir. İkincilerin nazarîdir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Dördüncüsü: Birinciler, evvelen ve bizzat Hakka, nazar-ı tebeî olarak halka bakarlar. İkinciler, evvelen ve bizzat halka bakarlar. [/SIZE][/FONT] [B][FONT=Palatino Linotype][SIZE=5][COLOR=darkorchid]Tenvir [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Meselâ, küre-i arz rengârenk muhtelif ve küçük küçük cam parçalarından farz olunursa, herbiri başka hasiyetle levnine ve cirmine ve şekline nispetle şemsden bir feyiz alacaktır. Şu hayalî feyiz ise, ne güneşin zatı ve ne de ayn-ı ziyasıdır. Hem de ziyanın temâsili ve elvân-ı seb'asının tesâviri ve güneşin tecellîsi olan şu gûna-gûn ve rengârenk çiçeklerin elvânı faraza lisana gelseler, herbiri "Güneş benim gibidir" veyahut "Güneş benim" diyeceklerdir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Fakat ehl-i vahdetü'ş-şuhudun meşrebi fark ve sahvdır. Ehl-i vahdetü'l-vücudun meşrebi mahv ve sekirdir. Sâfi meşrep ise, meşreb-i ehl-i fark ve sahvdır. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=brown][B]Mesnevi-i Nuriye, Said Nursi, Yeni Asya Neşriyat, Almanya Baskısı, Mart 1994[/B][/COLOR] [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=5][COLOR=blue][B]Zülfikar Mecmuası[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=green][B]Hasan Feyzi'nin Risale-i Nur'un sahife, satır, kelime ve harfleri ALLAH tarafından ihsan edilmiştir, iddiası.(S: 432) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ey Risale-i Nur! Senin Kur'an-ı Kerim'in nurlarından ve mucizelerinden geldiğine, Hakkın ilhamı, Hakkın dili olup, O'nun emri ve O'nun izni ile yazıldığına artık şek şüphe yok. Fakat acabe senin bir mislin daha yazılmış mıdır? Türkçe olarak telif ve tertip ve tanzim olunan müzeyyen ve mükemmel, fasih ve beliğ nüshalarının şimdiye kadar bir eşi ve bir benzeri görülmüş müdür? Yüzündeki fesehat ve özündeki belâgat ve sendeki halavet başka eserlerde görülmüyor. Ehil ve erbabına malum olduğu üzere: âyât-ı beyyinat-ı ilahiyyenin türlü kıraat ile hikmet ve hakikat ve marifet ilimlerini ve daha birçok rumuz ve esrar ve işaret ve ulûm u Arabiyeyi hamil olduğu gibi, sen dahi birçok yücelikler, sahife ve satırlarında, hatta kelime ve harflerinde talebelerini hayret ve dehşetlere düşüren birçok esrar ve ledünniyât taşıyorsun. İşte bu hal, senin bir Mu'cize-i Kur'an olduğunu isbat ediyor. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=darkred][I][Risale-i Nur Külliyatından, Zülfikar Mecmuası, Tenvir Neş.,1998, Said Nursi, S: 432-3] [/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Hasan Feyzi'ye göre Risale-i Nur Arş-ı A'zamdan inmiştir. [/SIZE][/FONT][/B] [B][I][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Çünki sendeki mukayese ve muhakemelerin , vakıa ve temsillerin bir naziri bir daha gösterilemez. ALLAH, ALLAH!.. Türk milleti seninle ne kadar iftihar etse azdır. Gözleri nurlandırıp, gönülleri sürurlandıran bu hüccetler ve tabiratın ve kelimat ve teşbihatın Arş-ı A'zam'dan indiği muhakkaktır. [/SIZE][/FONT][/I][/B] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][I][B][Risale-i Nur hakkında Ankara Üniversitesinde verilen konferans. Ayyıldız Matbaası, Ankara 1957, Sayfa 37,38,39 da geçen Hasan Feyzi'nin mektubuna Tenvir Neşriyat hiyanet ederek bu kısmı şu şekilde değiştirmiştir:”Arş-ı A'zam'dan inen Kur'an-ı Hakim'in delil, hüccet ve bürhanları olduğu muhakkaktır.” [/B][/I]] [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=brown][B]Zülfikar Mecmuası, Said Nursi, Tenvir Neşriyat, Renkler Matbaası, İst. 1998 [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=5][COLOR=red][B]Barla Lahikası[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]“Mühim bir zatın Kur'an'ın icazını beyan et emri” uydurması.(S:11) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]BİRİNCİ SEBEP: Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: "Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir." Birden, o halette iken, baktım ki, mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: "İ'câz-ı Kur'ân'ı beyan et." Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur'ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'ân'a hücum edilecek; i'câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'câzın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Risale-i Nur bütün olarak kusursuz ve noksansızdır iddiası.(S:23)[/B][/COLOR] [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]...bu kardeşiniz hak ve hakikate muvafık ve mutabık bir cevap verebilmek için inayet ve kerem-i İlahi ve meded-i ruhaniyet-i Peygamberiye iltica eyledi. Şöyle ki: Mübarek Sözler şüphesiz Kitab-ı Mübinin nurlu lemeâtıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır.(Hulûsî) [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Bir nurcunun Gavsın gelecekten haber vermesine ve himayesine inanması.(S:76) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Fakire bunca iltifattan başka, hele bu defaki lütufnâmelerinin başına, birçok tavsiften sonra "Hizmet-i Kur'âniyede kuvvetli arkadaşım ve tarik-i Hakta ve ebed yolunda enîs yoldaşım" kelimat-ı lâtîfesi, bu cihan-kıymet kelâmlarınız, benim gibi fakir, hakir, muhtaç bir kardeşinize karşı ibzal ve himmet buyurulması, sizin büyüklüğünüze ve daha doğrusu Gavs-ı Âzam Şeyh Geylânî (kuddise sırruhu'l-âlî) Hazretlerinin teveccüh, dua, himaye ve muhafazası olduğuna nasıl iman etmeyeyim? Nasıl ki, bu defa Gavs-ı Âzamın ihbârât-ı gaybiyesi risale-i şerifesini gördüm, okudum, yazdım. Gavs-ı Âzam, âzam-ı aktâb olduğunu bilir ve kalben tasdik ederiz ve ziyade muhabbet etmekte iken, bu defa bu kanaat, bu muhabbet tasdikimi kat-ender-kat ziyadeleştirdi ve takviye etti. Ve Hazret-i Şeyhe iman ve muhabbetimi habl-i metin ile bağladı.(Asım) [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Nurcuların ölmüş insanlardan yardım istemesi.(S:77) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Yeter ki ruhuna nüfuz edebilsin. Çok şükür, sevgili Üstadımızın sayesinde ve teveccüh ve duasıyla bu Nurlardan mütenevvir ve mütena'im oluyoruz. Hele Gavs-ı Azam Şeyh Geylânî Hazretlerinin kerâmât ve ihbârât-ı gaybiyesini hemşireniz o kadar lezzet ve muhabbetle dinliyor ki, üç sene evvelisi hastalığa tutulduğu vakit, o halinde ve kısmen aklı başında olmadığı zamanlar bahçede ağaçların dallarını tutup, "Ya Abdülkadir-i Geylânî, ya Veysel Karânî, meded!" diye bağırıp sallanıyordu. Bu defa kerâmât ve ihbârât-ı gaybiyesini mufassal surette görmeye ve dinlemeye muvaffak oldu.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Camiye gelen ruhaniler içinde Said Nursi de vardı yalanı.(S:79) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Bülbül-i Bağistan-ı Kur'ân, Üstad-ı Ekremim, Efendim Hazretleri! [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Mürşid-i ekmel, şeyhim Hacı Rahmi Sultan Hazretleri, seferberliğin ikinci senesinde irtihâl-i dâr-ı beka buyurdular. Burdur'a teşrifinizden bir ay evvel, merhum Rahmi Sultan'la beraber bir cami-i şerifte birkaç cemaatle bulunmakta iken, sükût-i hâl-i murakebeye varıldı. Bazı velîler ruhânî teşrif buyurdular. Nihayette, siz Üstadım teşrif buyurdunuz. Bir cezbe-i Rahmân zuhurla uyandım, kendime geldim. Bir ay sonra Burdur'a teşrifle, bazı yevm sohbet-i irfâniyenizde bulunup ruhlarımıza gıda bahşolundu. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Risale-i Nurda öyle bir kuvvet vardır ki Avrupa filozoflarını teslime mecbur eder yalanı.(S:111) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Evet, Risale-i Nur'da öyle bir kuvvet vardır ki, Avrupa'nın en müannid filozoflarını dahi teslime mecbur eder. Her ruhun bir ihtiyac-ı hakikîsi olan hakikî iman nurunu arayan Hıristiyan muvahhidler, elbette Risale-i Nur'u görseler, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın vesâyâsı nev'inden kabul edip sarılacaklardır... [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Üç velinin kabirde bir araya gelmesi.(S:118) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Birisi: Hazret-i Mevlânâ, zülcenâheyndir. Yani, hem Kadirî, hem Nakşî tarikat sahibi iken, Nakşîlik tarikatı onda daha galiptir. Üstadım, bilâkis, Kadirî meşrebi ve Şâzelî mesleği daha ziyade onda hükmediyor. Ben Üstadımdan işittim ki: Hazret-i Mevlânâ Hindistan'dan tarik-i Nakşîyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi Şâh-ı Geylânî'nin ba'del-memat hayatta olduğu gibi, taht-ı tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlânâ'nın mânen tasarrufu, bidâyeten câ-yı kabul göremedi. Şâh-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbânî'nin ruhaniyetleri Bağdat'a gelip Şâh-ı Geylânî'nin ziyaretine giderek rica etmişler ki, "Mevlânâ Hâlid senin evlâdındır, kabul et." Şâh-ı Geylânî, onların iltimaslarını kabul ederek Mevlânâ Hâlid'i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlânâ Hâlid birden parlamış. Bu vakıa, ehl-i keşifçe vâki ve meşhud olmuştur. O hadise-i ruhaniyeyi, o zaman ehl-i velâyetin bir kısmı müşahede etmiş, bazı da rüyayla görmüşler. Üstadımın sözü burada hitam buldu. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]Bazı evliyalar Hızır gibi hala yaşıyor yalanı.(S:180) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Bu Kur'ânî risaleler, sair risaleler gibi tefekküh nev'inden değil ki, usanç versin . Belki tagaddîdir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Saniyen: Gavs-ı Âzam gibi, memattan sonra hayat-ı Hızırîye yakın bir nevi hayata mazhar olan evliyalar vardır. Gavs'ın hususî İsm-i Âzamı, "Yâ Hayy" olduğu sırrıyla, sair ehl-i kuburdan fazla hayata mazhar olduğu gibi, gayet meşhur, Mâruf-u Kerhî denilen bir kutb-u âzam ve Şeyh Hayâtü'l-Harrânî denilen bir kutb-u azîm, Hazret-i Gavs'tan sonra mematları hayatları gibidir. Beyne'l-evliya meşhur olmuştur. [/SIZE][/FONT] [B][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=brown]Barla Lahikası, Said Nursi, Yeni Asya Neşriyat, Almanya Baskısı Ağustos 1994 [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=#a52a2a][/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=#a52a2a][I][COLOR=#ff0000][FONT=Georgia][SIZE=6]RİSALE-İ NUR[/SIZE][/FONT][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4] - SAİD NURSİ[/SIZE][/FONT] [/COLOR][/I] [CENTER][B][FONT=Georgia][SIZE=5][COLOR=blue]5[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B][/CENTER] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][IMG]http://tbn0.google.com/images?q=tbn:ovyQsxsJAREpVM:http://www.evinizekitap.com/images/products/637_buyuk.jpg[/IMG] [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=5][COLOR=#800080][B]Emirdağ Lahikası[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Said Nursi yapılan eziyetten dolayı 4 defa deprem oldu iddiası.(S:16)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Mahkemede dediğim gibi, nasıl ki dört defa dehşetli zelzeleler, bize zulmen taarruzun aynı zamanında gelmesi gibi pek çok vukuat var... Hattâ tahmin ederim ki; benim hukukumu muhafaza ve beni himaye etmek için çok güvendiğim Afyon Adliyesi, Denizli Mahkemesindeki Risale-i Nur hakkında müracaatıma bilâkis ehemmiyet vermedi, beni me'yus etti, adliyenin yangınına bir vesile oldu ihtimali var. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red][B]Risale-i Nur'un başına gelenlerden sonra bulutların ağlaması yalanı.(S:19) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]HAŞİYE 2 Garip ve acaip bir hadise: Bu ayda bir gün avluya indim, baktım. Gelen kar üstünde, Risale-i Nur'un eczalarında tevafukatına işaret eden boyalar, kırmızı, sarı mürekkepler misilli, o karın üstünde serpilmiş katreler ve noktalar var. Çok hayret ettim. Sair yerlere baktım, avlumdan başka yerlerde yoktu. Endişe ettim, kalben dedim: Risale-i Nur umum memleketle, belki Kur'ân hesabına küre-i arzla o derece alâkadardır ki, onun başına gelen belâdan, musibetten bulutlar dahi kan ağlıyorlar. Bir-iki adam çağırdım, onlar da hayret ettiler. Benim endişe ve telâşımı gören hane sahibinin biraderzadesi Mehmed Efendi zannetti ki, ben karın çokluğundan yolu kapamasından telâş ediyorum. Ben yukarı çıktıktan sonra, yolu açmak için o karı iki tarafa atıp o işaretli mânidar kırmızı-sarı hadise-i cevviyeyi kapatmıştı. Ona dedim: Kapatmasaydın daha iyiydi. Aynı günde, Risale-i Nur aleyhinde üç hadise zuhur eyledi: [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Birincisi: Afyon adliyesiyle buradaki zabıta çavuşluğudur. Kitaplarımın iadesine dair müracaatıma mukabil, "Daha Temyizden tasdik gelmediğinden karışmayız" diye o cihetten benim ümidimi kırdı. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]İkincisi: Aynı günde, benim ahvalimi tecessüs etmek için mahsus bir polisi, Afyon'a gönderdiğini öğrendik. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Üçüncüsü: Aynı günde, İstanbul'da bir münafık İhtiyar Risalesini bahane ederek aleyhimizde propaganda etmiş, adliyeye aksettirmiş. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Bu gibi hadiselerden müştaklar çekinmeye başladılar. Ben de [Bütün musibetler karşısında "Biz ALLAH'ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz." Bakara Sûresi, 2:156] dedim, ["ALLAH bize yeter, O ne güzel vekildir." Âl-i İmrân Sûresi, 3:173] siperine girdim. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red][B]Said Nursi indî tevillerleriyle ayetlerden kendisine ve Risale-i Nurlara pay çıkarıyor.(S:34-35) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Bugünlerde on ikinci sayfayı okurken birden [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]âyeti gözüme ilişti. Mâkabline baktım, ilâ âhir gördüm. Arka sayfasına baktım, gördüm ki: Risale-i Nur'a işaret eden dört âyet var ve onlar Birinci Şuâda izah edilmiş. Kalbime geldi: Herhalde bu dehşetli âyet, bu dehşetli ve zulümatlı ve nifakı kuvvetli asrımıza da hususî bakar. Dikkat ettim, kanaatim geldi. Bir emâresi şudur ki: cifir ve ebced hesabıyla, tam tamına nifakın dört mertebesinin tarihlerine tevafukla parmak basıyor. Şöyle ki: Şeddeler sayılır, eğer okunmayan hemze 'ler ve deki okunmayan sayılmazsa, tam tamına 1362 ederek bu seneye parmak basar. Eğer deki şedde bir nun bir lâm -ı aslî hesap olsa, 1342 ederek Birinci Harb-i Umumînin dehşetli nifakları netice veren tarihine tam tamına tevafukla haber verir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Eğer şedde iki nun sayılsa, okunmayan hemzeler ve de sayılsa, 1376 ederek, bu zulümatlı nifakın sukut mertebesine ve çok âyetlerde nur ile karşılaştırılan kelimesinin makam-ı cifrîsi olan 1372'ye dört farkla tevâfuk ederek haber verir.Eğer okunmayanlar sayılsa ve deki şedde lâm -ı aslî olsa, tam tamına 1306 ederek küfür ve nifakın dehşetli fırtınalarının tarihine tevafukla parmak basar gördüm. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Evet, iki Ra 400, üç Fe iki Lam 300, bir Qaf iki şeddeli Nun lar 300, bir Mim , bir Sin 100, diğer Mim , bir Ye , bir Nun , o da 100, iki Nun , o da 100, yekûnü 1300; bir Lam , bir Kef 50, şeddeli Dal 8, ve iki medde, iki hemze 4, mecmuu 1362 eder. Öteki üç adedi de kıyas edilsin. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red][B]Eski ve Said'in kalbine ilham edilen eserler.(S:41) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Kalbime ihtar edilmiş ki: Eski Said'in en mühim eseri ve Risale-i Nur'un Fatihası, Arabî ve matbu olan İşârâtü'l-İ'câz tefsiri, Otuzuncu Mektup olacak ve olmuş. Eski Said'in en son telifi ve yirmi gün Ramazan'da telif edilen, kendi kendine manzum gelen Lemeat Risalesi Otuz İkinci Lem'a olması ve Yeni Said'in en evvel hakikatten şuhud derecesinde kalbine zahir olan ve Arabî ibaresinde Katre, Habbe, Şemme, Zerre, Hubab, Zühre, Şule ve onların zeyillerinden ibaret büyükçe bir mecmua Otuz Üçüncü Lem'a olması ihtar edildi. Hem Meyve , On Birinci Şuâ olduğu gibi, Denizli Müdafaanamesi de On İkinci Şuâ ve hapiste ve sonra Küçük ektuplar Mecmuası On Üçüncü Şuâ olması ihtar edildi. Ben de aziz kardeşlerimin tensiplerine havale ediyorum. Demek birkaç mertebede kapı açıktır; bizlere daha iyi tetimmeler yazdırılabilir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red][B]Said Nursi'nin dersini üç zattan aldığı yalanı.(S: 66-67) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Zaten Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı Âzamdan (k.s.) ve Zeynelâbidîn (r.a.) ve Hasan, Hüseyin (r.a.) vasıtasıyla İmam-ı Ali'den (r.a.) almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red][B]Yangında Risale-i Nur bulunan mağaza yanmadı iddiası.(S:106) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Aziz, sıddık kardeşlerim, [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Size, mânidar ve acip ve Risale-i Nur'un talebeleriyle ve Risale-i Nur'a ve Âyetü'l-Kübrâ 'nın kerametiyle ve ehl-i dünyanın ilişmek niyetleriyle alâkadar karşımda eskiden belediye bulunan hükûmet dairelerinden birisi, hiçbirşey kurtulmayarak, hiç görmediğimiz acip bir parlamakla gecenin en soğuk bir vaktinde üç saat cehennem gibi yandığı halde, tam bitişiğinde, Risale-i Nur'un Çalışkanlarından bir talebesi, yine iki kardeşinin, mâsum Ceylân'ın sermayelerinin kısm-ı âzamı bulunan büyük mağazaları, o yangın yeriyle iki küçük dükkân fasıla ile o dehşetli yangın bütün şiddetiyle mağazaya doğru gelirken biçare Ceylân yanıma geldi, dedi: "Biz yanıyoruz, mahvolduk." [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyetü'l-Kübrâ 'nın bir kısım matbu nüshalarını yanıma getirmek için söyledim, fakat getirmedi. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ben de Risale-i Nur'u ve Âyetü'l-Kübrâ 'yı şefaatçı yapıp, "Ya Rabbi, kurtar" dedim. Üç saat o dehşetli yangın hücumunda bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. Risale-i Nur'un ve Âyetü'l-Kübrâ' nın hıfzında olan mağazaya kat'iyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da müstesna olarak sağlam kaldı. Yalnız ahali camlarını kırdılar. Eğer ahali ilişmeseydi, eşyalarını almasaydılar, hiçbir zarar olmayacaktı. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red][B]Nurun himmeti sizleri kurtaracaktır, yalanı.(S:132) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ey Nurcular! Sizin hakikî vazifeniz dünyaya bakmak değildir. Farz-ı muhal olarak dünyaya da bakılsa, bakınız ve görünüz ve zuhuru muhtemel dehşetli yangınlar sebebiyle ve o yüzden karşılaşmanız ihtimali bulunan tehlikeler dolayısıyla kat'iyen sarsılmayınız, fütur getirmeyiniz. Çalışınız, çalışınız, çalışınız ve kat'iyen inanınız ki, Nurun şefaati, Nurun duası, Nurun himmeti sizleri kurtaracaktır. İşte bu dâvânın şâhidi Emirdağlı Nurcuların dehşetli ateşten zararsız kurtulmalarıdır. Şimdiden umumunuza müjdeler olsun. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red][B]Said Nursi, Asa-yı Musa'nın hatalarını düzeltirken bir güvercin gelmiş onu tebrik etmiş!(S:167)[/B][/COLOR] [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ben, Berat Gecesinden az evvel Asâ-yı Mûsâ tashihiyle meşgulken, bir güvercin pencereye geldi, bana baktı. Ben dedim: "Müjde mi getirdin?" İçeriye girdi, güya eskiden dost idik gibi, hiç ürkmedi. Asâ-yı Mûsâ üstüne çıktı, üç saat oturdu. Ekmek, pirinç verdim, yemedi. Tâ akşama kaldı, sonra gitti, tekrar geldi. Berât gecesinde, tâ sabaha kadar yanımda kaldı. Ben yatarken başıma geldi, ALLAHaısmarladık nevinden başımı okşadı, sonra çıktı gitti. İkinci gün, ben teessüf ederken, yine geldi, bir gece daha kaldı. Demek bu mübarek kuş, hem Asâ-yı Mûsâ' yı, hem Berâtımızı tebrik etmek istedi. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red][B]Nurede Nur şakirtlerine saldırı olursa orada zelzele olur iddiası.(S:170) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Bu mânidar yeni zelzeleyi merak ettim. Kalben dedim: Eğer sair yerlerde bu şiddetle olmuşsa, her halde Nur şakirtlerine dahi yine bir tecavüz var. Yoksa benim yalnız mektubumla alâkadardır, diye sordum. Dediler: Yalnız Ankara hafif, Afyon ve Eskişehir ve bu Emirdağında ve en şiddetlisi bu kasabada olmuş.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red][B]Hasan Feyzi isimli bir zat 70 sene evvelinde Nursi'nin geleceğini haber verdi düzmecesi.(S:194) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Muhterem efendim! Mesmuatıma nazaran, Denizli'de, bundan yetmiş seksen sene evvel büyük bir evliyadan Hasan Feyzi isminde bir zat, birgün talebelerine, "Bugün Kürdistan'da bir evliya dünyaya geldi" diye beşarette bulunmakla zât-ı devletlerini işaret buyurmuş. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]*** [/SIZE][/FONT] [B][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][SIZE=5]cilt 2[/SIZE] [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red][B]Said nursi, günümüzde Fethullah Hoca gibi papazlarla iyi geçiniyor.(S:62) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Sıra No: 59 [/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Papalık Makam-ı Âlîsi Kalem-i Mahsusu [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Başkitabet Dairesi [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Numara: 232247 [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Vatikan, 22 Şubat 1951 [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Efendim, [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Zülfikar nâm el yazısı olan güzel eseriniz İstanbul'daki Papalık makam-ı vekâleti vasıtasıyla Papa Hazretlerine takdim edilmiştir. Bu nazik saygınızdan dolayı gayet mütehassis olduklarını bildirirken, üzerinize Cenab-ı Hakkın lütuflarını dilediklerini tebliğe beni memur ettiklerini arza müsâraat eylerim. Bu vesile ile saygılarımı sunarım efendim. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]İmza [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Vatikan Bayn Başkâtibi [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]**** [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=red][B]Üç dört ayda, Said Nursi ellere verebilecek bir Kur'ân tefsiri çıkaracak, idiası.(S:73)[/B][/COLOR] [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Birinci nümune: Medrese usulünce hiç olmazsa on beş sene tahsil-i ilim lâzım geliyor ki, hakaik-i diniye ve ulûm-u İslâmiye tam elde edilsin. O zamanda Said'de, değil harika bir zekâ veya bir mânevî kuvvet, belki bütün istidat ve kabiliyetinin haricinde bir acip tarzla, bir iki sene sarf ve nahiv mebâdisini gördükten sonra, üç ayda acip bir tarzda kırk elli kitabı güya okumuş ve icâzet almış gibi bir hâlet göründü. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Bu hal altmış sene sonra doğrudan doğruya gösterdi ki, o vaziyet ulûm-u imaniyeyi üç dört ayda, kısa bir zamanda ellere verebilecek bir tefsir-i Kur'ânî çıkacak ve o biçare Said de onun hizmetinde bulunacak işaretiyle, hem bir zaman gelecek ki, değil on beş sene belki bir sene de ulûm-u imaniyeyi ders alacak medreseler ele geçmeyecek ve azalacak bir zamana bir nevi işaret-i gaybiye gibi mânâlar hatıra geliyor. [/SIZE][/FONT] [B][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=brown]Emirdağ Lahikası, Sinan Matbaası, İstanbul 1959 [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=5][COLOR=green][B]Lem'alar [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]1-Eyyûb(as)'ın yaralarında oluşan kurtların kalbine ve diline ulaştığı yalanı.(S: 8) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın meşhur kıssasının hülâsası şudur ki: [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Pek çok yara, bere içinde epey müddet kaldığı halde, o hastalığın azîm mükâfâtını düşünerek, kemâl-i sabırla tahammül edip kalmış. Sonra, yaralarından tevellüt eden kurtlar kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i İlâhiyenin mahalleri olan kalb ve lisanına iliştikleri için, o vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle, kendi istirahati için değil, belki ubudiyet-i İlâhiye için demiş: "Yâ Rab, zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor" diye münâcât edip, Cenâb-ı Hak o hâlis ve sâfi, garazsız, lillâh için o münâcâtı gayet harika bir surette kabul etmiş, kemâl-i âfiyetini ihsan edip envâ-ı merhametine mazhar eylemiş.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]2-Peygamber (as)'ın doğumunda annesi ümmetî ümmetî dediğini işitmiş yalan.(S: 20) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm "ümmetî, ümmetî" diye refet ve şefkatini göstereceği gibi, yeni dünyaya geldiği zaman, ehl-i keşfin tasdikiyle, validesi onun münâcâtından "ümmetî, ümmetî" işitmiş. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]3-Resulü Ekrem Şah-ı Geylani adına Hz.Hasan'ın başını öpmesi yalanı.(S: 20) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan'ı (r.a.) kemâl-i şefkatinden kucağına alarak başını öpmesiyle, Hazret-i Hasan'dan (r.a.) teselsül eden nuranî nesl-i mübarekinden, Gavs-ı Âzam olan Şah-ı Geylânî gibi pek çok mehdî-misal verese-i nübüvvet ve hamele-i şeriat-ı Ahmediye (a.s.m.) olan zatların hesabına Hazret-i Hasan'ın (r.a.) başını öpmüş. Ve o zatların istikbalde edecekleri hizmet-i kudsiyelerini nazar-ı nübüvvetle görüp takdir ve istihsan etmiş. Ve takdir ve teşvike alâmet olarak, Hazret-i Hasan'ın (r.a.) başını öpmüş. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]4-Resulü Ekrem Zeynelabidin, Cafer-i Sadık hesabına Hz.Hüseyin'in boynunu öpmesi yalanı.(S: 20) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Hem Hazret-i Hüseyin'e karşı gösterdikleri fevkalâde ehemmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin'in (r.a.) silsile-i nuraniyesinden gelen Zeynelâbidin, Cafer-i Sadık gibi eimme-i âlişan ve hakikî verese-i Nebeviye gibi çok mehdîmisal zevât-ı nuraniyenin namına ve din-i İslâm ve vazife-i risalet hesabına boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehemmiyetini göstermiştir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]5-Said Nursî Gavs-ı Azam'ın himmet ve duasına inanıyor.(S: 39) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]…..âyetinin bir sırrını, hizmet-i Kur'âniyede arkadaşlarımın beşeriyet muktezası olarak sehiv ve hatalarının neticesinde yedikleri şefkat tokatlarını beyan etmekle tefsir ediyor. Hizmet-i Kur'âniyenin bir silsile-i kerameti ve o hizmet-i kudsiyenin etrafında izn-i İlâhî ile nezaret eden ve himmet ve duasıyla yardım eden Gavs-ı Âzamın bir nevi kerameti beyan edilecek. Tâ ki, bu hizmet-i kudsiyede bulunanlar, ciddiyetlerinde, hizmetlerinde sebat etsinler. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Bu hizmet-i kudsiyenin kerameti üç nevidir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]6-Son derece seyrek olarak Levh-i ezeliye kadar keşif sahipleri çıkar uydurması.(S: 98) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Demek, ehl-i keşfin muttali olduğu mukadderat mutlak olmadığını, belki bazı şerâitle mukayyet bulunduğunu ve o şerâitin vuku bulmamasıyla o hadise de vukua gelmiyor. Fakat o hadise, ecel-i muallâk gibi, Levh-i Ezelînin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İsbatta mukadder olarak yazılmıştır. Gayet nadir olarak Levh-i Ezelîye kadar keşif çıkar. Ekseri oraya çıkamıyor. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]7-Said Nursi şirke sebebiyet veren sakal-ı şerif ayinlerine güzel bir bid'at diyor.(101) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Onun için, eğer bir saç hakikî olarak Lihye-i Saadetten olmazsa, madem zâhir hale göre öyle telâkki edilmiş ve o vesilelik vazifesini yapıyor ve hürmete ve teveccühe ve salâvata vesile oluyor; kat'î senetle o saçın zâtını teşhis ve tayin lâzım değildir. Yalnız, aksine kat'î delil olmasın, yeter. Çünkü telâkkiyât-ı âmme ve kabul-ü ümmet, bir nevi hüccet hükmüne geçer. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Bazı ehl-i takvâ, böyle işlerde, ya takvâ veya ihtiyat veya azîmet noktasında ilişseler de, hususî ilişirler. Bid'a da deseler, bid'a-i hasene nev'inde dahildir. Çünkü vesile-i salâvattır. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]8-Zulkarneyn Hızırdan ders almıştır yalanı.(S: 104) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ehl-i tahkikin beyanına göre, hem Zülkarneyn ünvanının işaretiyle, Yemen padişahlarından, Zülyezen gibi zü kelimesiyle başlayan isimleri bulunduğundan, bu Zülkarneyn, İskender-i Rumî değildir. Belki Yemen padişahlarından birisidir ki, Hazret-i İbrahim'in zamanında bulunmuş ve Hazret-i Hızır'dan ders almış.[/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]11-Said Nursi'de tevafuk ve keramet hastalığı.(S: 142)[/B][/COLOR] [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Câ-yı hayret ve medar-ı ibret bir tevafuk: İktisat Risalesini, üçü acemî olarak, beş altı ayrı ayrı müstensih, ayrı ayrı yerde, ayrı ayrı nüshadan yazıp, birbirinden uzak, hatları birbirinden ayrı, hiç elif'leri düşünmeyerek yazdıkları herbir nüshanın elif'leri, duasız 51, dua ile beraber 53'te tevafuk etmekle beraber, İktisat Risalesinin tarih-i telif ve istinsahı olan Rûmîce 51 ve Arabî 53 tarihinde tevafuku ise, şüphesiz tesadüf olamaz. iktisattaki bereketin keramet derecesine çıktığına bir işarettir. Ve bu seneye "Sene-i İktisat" tesmiyesi lâyıktır. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]12-Arkasından sürgülenmiş kapının kendi kendine açılması yalanı.(S: 235)[/B][/COLOR] [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]HAŞİYE 2 Elhak, o yalnız kabule değil, belki istikbale lâyık * olduğunu gösterdi. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]* Risale-i Nur'un birinci şakirdi Mustafa'nın istikbale liyakatine dair Üstadımın hükmünü tasdik eden bir hadise: [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Kurban arefesinden bir gün evvel Üstadım gezmeye gidecekti. At getirmek üzere beni gönderdiği zaman, Üstadıma dedim: "Sen aşağıya inme. Ben kapıyı arkasından örtüp odunluktan çıkacağım." Üstadım "Hayır," dedi. "Sen kapıdan çık" diyerek aşağıya indi. Ben kapıdan çıktıktan sonra kapıyı arkasından sürgüledi. Ben gittim, kendisi de yukarıya çıktı. Sonra yatmış. Bir müddet sonra Kuleönlü Mustafa, Hacı Osman'la beraber gelmişler. Üstadım hiç kimseyi kabul etmiyordu ve etmeyecekti. Hususan o vakit iki adamı beraber hiç yanına almaz, geri çevirirdi. Halbuki, bu makamda bahsedilen kardeşimiz Kuleönlü Mustafa, Hacı Osman'la gelince, kapı güya lisan-ı hal ile ona demiş ki: "Üstadın seni kabul etmeyecek; fakat ben sana açılacağım" diyerek, arkasından sürgülenmiş kapı kendi kendine Mustafa'ya açılmış. Demek Üstadımın onun hakkında "Mustafa istikbale lâyıktır" diye söylediği sözü istikbal gösterdiği gibi, kapı da buna şahit olmuştur. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Hüsrev [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]13-Celaleddin Rûmî herkesin sözünü ALLAH'tan işitebiliyormuş.(S: 261) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Fikren Arşa çıkan, Celâleddin-i Rumî gibi diyebilir: "Kulağını aç! Herkesten işittiğin sözleri, fıtrî fonoğraflar gibi, Cenâb-ı Haktan işitebilirsin." Yoksa, Celâleddin gibi bu derece yükseğe çıkamayan ve ferşten Arşa kadar mevcudatı ayna şeklinde görmeyen adama "Kulak ver, herkesten kelâmullahı işitirsin" desen, mânen Arştan ferşe sukut eder gibi, hilâf-ı hakikat tasavvurât-ı bâtılaya giriftar olur. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]14-Said Nursî'nin Muhyiddin sapık da olsa velidir yalanı.(S: 261) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Evet, Muhyiddin, kendisi hâdî ve makbuldür. Fakat her kitabında mühdî ve mürşid olamıyor. Hakaikte çok zaman mizansız gittiğinden, kavâid-i Ehl-i Sünnete muhalefet ediyor ve bazı kelâmları zâhirî dalâlet ifade ediyor. Fakat kendisi dalâletten müberrâdır. Bazan kelâm küfür görünür, fakat sahibi kâfir olamaz. Mustafa Sabri bu noktaları nazara almamış, kavâid-i Ehl-i Sünnete taassup cihetiyle bazı noktalarda tefrit etmiş. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]15-Said Nursi'ye göre Muhyiddin'in kitapları zararlıdır.(S: 262) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Yani,"Bizden olmayan ve makamımızı bilmeyen, kitaplarımızı okumasın, zarar görür." Evet, bu zamanda Muhyiddin'in kitapları, hususan vahdetü'l-vücuda dair meselelerini okumak zararlıdır. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Said Nursî [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]18-Halil İbrahim'in şirk sözleri.(S: 267) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Ger methetmekse tefahurla kendinizi maksadın, [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Risale-i Nur'un en sönük yıldızının peykisiniz. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Zinhar seyyare zannetme kardeşim, Risale-i Nur'un, [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Arz değil, âfitab dahi peykidir onun. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Pek yakında parlayacaktır âlemde Risale-i Nur, [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Sönmez, belki gizlenir, zira nûrun alâ nûr. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Bir nur ki, bahr-i hakikat ve mahz-ı hidâyettir o. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Men Ashabussıratı sseviyyi ve menih tedâ yı oku. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Haktan olmaz şikâyet, belki maksat hikâyet. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Şer'in üzere giderken Hakka malûm, [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Risale-i Nur'a ki eylemişim hem de hizmet, [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Risale-i Nur ki, Aliyyü'l-Murtezâ ve Gavs-ı Âzam, [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Celcelûtiyede ve bazı kasâidde etmişler işaret. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Risale-i Nur ki urvetü'l-vüska, lenfisâm, [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Temessük etmiştim, zira hem hidâyet ve ayn-ı hakikat, [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Koydular bizleri ki orada durmuştu Yusuf Aleyhisselâm [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Hem de beraberimizde idi Hazret-i Üstad. [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Halil İbrahim [/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=blue][B]19-Said Nursi'nin herkese göre İsm-i Azam uydurması.(S:322) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]İsm-i Âzam herkes için bir olmaz; belki ayrı ayrı oluyor. Meselâ, İmam-ı Ali RadıyALLAHu Anhın hakkında Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs, altı isimdir. Ve İmam-ı Âzamın İsm-i Âzamı Hakem, Adl, iki isimdir. Ve Gavs-ı Âzamın İsm-i Âzamı yâ Hayydır. Ve İmam-ı Rabbânînin İsm-i Âzamı Kayyûm, ve hâkezâ, pek çok zatlar daha başka isimleri İsm-i Âzam görmüşlerdir. [/SIZE][/FONT] [/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [B][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][COLOR=#a52a2a][/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] |
[LEFT][B][I][FONT=Palatino Linotype][SIZE=5][COLOR=#ff0000][FONT=Georgia]RİSALE-İ NUR[/FONT] - SAİD NURSİ [/COLOR][/SIZE][/FONT][/I][/B][/LEFT]
[CENTER][B][FONT=Georgia][SIZE=5][COLOR=blue]6[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B][/CENTER] [LEFT][IMG]http://tbn0.google.com/images?q=tbn:ovyQsxsJAREpVM:http://www.evinizekitap.com/images/products/637_buyuk.jpg[/IMG] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=5][COLOR=blue][B]Mektubat[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]1- Hızır'ın yaşadığı yalanı.(S: 11) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]BİRİNCİ SUAL: Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır? Hayatta ise, niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar? [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Elcevap: Hayattadır. Fakat merâtib-i hayat beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten, bazı ulema hayatında şüphe etmişler. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]2- Hızır ile İlyas'ın velilerle görüştüğü yalanı.(S: 11) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İkinci tabaka-i hayat: Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyet değillerdir. Bazan, istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde, ehl-i şuhud ve keşif olan evliyanın Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, "makam-ı Hızır" tabir edilir. O makama gelen bir velî, Hızır'dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bazan o makam sahibi, yanlış olarak ayn-ı Hızır telâkki olunur. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]3- Hz.İdris(s) ve Hz.İsa(s)'nın melek gibi bir hayata girdikleri yalanı.(S: 12) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misalî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta bulunurlar. "Âhirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm gelecek, şeriat-i Muhammediye (a.s.m.) ile amel edecek" meâlindeki hadisin sırrı şudur ki: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılâp edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı mânevîsi, vahy-i semâvî kılıcıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini öldürür. Öyle de, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı mânevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil eden Deccalı öldürür; yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]4- Hz.Hamza (ra)'ın tekrar dünyaya dönerek kendisine sığınanları koruduğu yalanı.(S:12) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Dördüncü tabaka-i hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur'ân'la, şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, kemâl-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir; fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]5- Evliyanın öldükten sonra cisimlenerek bazı kimselere göründüğü yalanı.(S: 13) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Beşinci tabaka-i hayat: Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet, mevt, tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir; idam ve adem ve fenâ değildir. Hadsiz vakıatla ervâh-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri ve sair ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Zaten beka-i ruha dair Yirmi Dokuzuncu Söz, bu tabaka-i hayatı delâil-i kat'iye ile ispat etmiştir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]6-Cehennem yerin altındadır iddiası.(S: 14) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Cehennemin yeri, bazı rivâyatla, "tahte'l-arz" denilmiştir. Başka yerlerde beyan ettiğimiz gibi, küre-i arz, hareket-i seneviyesiyle, ileride mecma-ı haşir olacak bir meydanın etrafında bir daire çiziyor. Cehennem ise, arzın o medar-ı senevîsi altındadır demektir. Görünmemeleri ve hissedilmemeleri, perdeli ve nursuz ateş olduğu içindir. Küre-i arzın seyahat ettiği mesafe-i azîmede pek çok mahlûkat var ki, nursuz oldukları için görünmezler. Kamer, nuru çekildikçe vücudunu kaybettiği gibi, nursuz çok küreler, mahlûklar, gözümüzün önünde olup göremiyoruz. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]7-Mecazi ve hakiki aşk uydurması.(S: 16)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]DÖRDÜNCÜ SUAL: Mahbuplara olan aşk-ı mecazî aşk-ı hakikîye inkılâp ettiği gibi, acaba ekser nasta bulunan, dünyaya karşı olan aşk-ı mecazî dahi bir aşk-ı hakikîye inkılâp edebilir mi? [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Elcevap: Evet. Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbup arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esmâ-i İlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye inkılâba yüz tutar. Fakat bir şartla ki, kendinin zâil ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını haricî dünyaya iltibas etmemektir. Eğer ehl-i dalâlet ve gaflet gibi kendini unutup, âfâka dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer, boğulur. Meğer ki, harika olarak bir dest-i inâyet onu kurtarsın. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]11-Said Nursî Yakub(as)'a hadis uyduruyor.(S: 56) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hazret-i Yâkuptan sorulmuş ki, "Niçin Mısır'dan gelen gömleğinin kokusunu işittin de, yakınında bulunan Kenan kuyusundaki Yusuf'u görmedin?" Cevaben demiş ki: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Bizim halimiz şimşekler gibidir; bazan görünür, bazan saklanır. Bazı vakit olur ki, en yüksek mevkide oturup her tarafı görüyoruz gibi oluruz. Bazı vakitte de ayağımızın üstünü göremiyoruz." [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]12-Meşhur evliyaların dünyanın yedi tabakasından ve Kafdağı arkasını gördüklerini onaylıyor.(S: 82)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Fütuhat-ı Mekkiye sahibi Muhyiddin-i Arabî (k.s.) ve İnsan-ı Kâmil denilen meşhur bir kitabın sahibi Seyyid Abdülkerim (k.s.) gibi evliyayı meşhure, küre-i arzın tabakat-ı seb'asından ve Kaf Dağı arkasındaki arz-ı beyzâdan ve Fütuhat' ta "meşmeşiye" dedikleri acaipten bahsediyorlar, "Gördük" diyorlar. Acaba bunların dedikleri doğru mudur? Doğru ise, halbuki bu yerlerin yerde yerleri yoktur. Hem coğrafya ve fen onların bu dediklerini kabul edemiyor. Eğer doğru olmazsa, bunlar nasıl veli olabilirler? Böyle hilâf-ı vaki ve hilâf-ı hak söyleyen nasıl ehl-i hakikat olabilir? [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Elcevap: Onlar ehl-i hak ve hakikattirler, hem ehl-i velâyet ve şuhuddurlar. Gördüklerini doğru görmüşler; fakat ihatasız olan hâlet-i şuhudda ve rüya gibi rüyetlerini tabirde verdikleri hükümlerinde hakları olmadığı için, kısmen yanlıştır. Rüyadaki adam kendi rüyasını tabir edemediği gibi, o kısım ehl-i keşif ve şuhud dahi rüyetlerini o halde iken kendileri tabir edemezler. Onları tabir edecek, "asfiya" denilen veraset-i nübüvvet muhakkikleridir. Elbette o kısım ehl-i şuhud dahi, asfiya makamına çıktıkları zaman, kitap ve sünnetin irşadıyla yanlışlarını anlarlar, tashih ederler, hem etmişler. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]13-Vahdet-i vücut'un kainat hesabına ALLAH'ı inkar etmeye çıktığının itirafı.(S: 84) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İşte şu meşrep sahibi, eğer maddiyattan ve vesaitten tecerrüd etmiş ve esbab perdesini yırtmış bir ruh ise, istiğrakkârâne bir şuhuda mazhar ise, vahdetü'l-vücuddan değil, belki vahdetü'ş-şuhuddan neş'et eden, ilmî değil, hâlî bir vahdet-i vücud onun için bir kemal, bir makam temin edebilir. Hattâ, ALLAH hesabına kâinatı inkâr etmek derecesine gidebilir. Yoksa, esbab içinde dalmış ise, maddiyata mütevağğıl ise, vahdetü'l-vücud demesi, kâinat hesabına ALLAH'ı inkâr etmeye kadar çıkar. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]14-Said Nursî şeytanla karşılıklı münazara etmiş.(S: 299) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][B]O vakit anladım ki, benimle konuşan şeytandır; beni vartaya yuvarlandırıyor. Kur'ân'dan istimdad ettim. Birden, bir nur kalbime geldi, müdafaaya kat'î bir kuvvet verdi. O vakit, şöylece Şeytana karşı münazara başladı. [/B][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]17-Hz.Musa (s), Hz. Azrail(s)'ın gözüne tokat vurmuş iftirası.(S: 335) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâmın gözüne tokat vurmuş, ilh." 1 meâlindeki hadise dair ehemmiyetli bir münakaşayı kaldırmak ve halletmek için yazılmıştır. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Eğirdir'de bir münakaşa-i ilmiye işittim. O münakaşa, hususan şu zamanda yanlıştır. Hattâ münakaşayı bilmiyordum. Benden de sual edildi. Muteber bir kitapta, hadis-i Şeyheynin ittifakına alâmet olan işaretiyle bir hadis bana gösterildi; "Hadis midir, değil midir?" sual edildi. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ben dedim: Böyle muteber bir kitapta Şeyheyn hadisinin ittifakına hükmeden bir zâta itimad etmek lâzım. Demek hadistir. Fakat hadisin, Kur'ân gibi bazı müteşabihâtı var; ancak havass onların mânâlarını bulabilir. Şu hadisin zâhiri dahi, müşkülât-ı hadisin müteşabihat kısmından olmak ihtimali var, dedim. Eğer bilseydim medar-ı münakaşa olmuş; öyle kısa değil, belki böyle cevap verecektim: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evvelâ: Bu çeşit mesâili münakaşa etmenin birinci şartı, insafla, hakkı bulmak niyetiyle, inatsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, sû-i telâkkiye sebep olmadan müzakeresi caiz olabilir. O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Eğer hak, muarızın elinde zâhir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun. Çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa, fazla birşey öğrenmedi; belki gurura düşmek ihtimali var. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Saniyen: Sebeb-i münakaşa, eğer hadis ise, hadisin merâtibini ve vahy-i zımnînin derecâtını ve tekellümât-ı Nebeviyenin aksâmını bilmek lâzım. Avam içinde müşkülât-ı hadisiyeyi münakaşa etmek, izhar-ı fazl suretinde, avukat gibi kendi sözünü doğru göstermek ve enaniyetini hakka ve insafa tercih etmek suretinde deliller aramak caiz değildir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Madem şu mesele açılmış, medar-ı münakaşa edilmiş, biçare avâm-ı nasın zihninde sû-i tesir ediyor. Çünkü şu gibi müteşabih hadisleri aklına sığıştıramadığı için, eğer inkâr etse, dehşetli bir kapı açar; yani küçücük aklına sığışmayan kat'î hadisleri dahi inkâra yol açar. Eğer zâhir-i hadisin mânâsını tutarak öyle kabul edip neşretse, ehl-i dalâletin itirâzâtına ve "Hurafattır" demelerine yol açar. Madem bu müteşabih hadîse, lüzumsuz ve zararlı bir tarzda nazar-ı dikkat celb edilmiş ve bu çeşit hadisler çok varid olmuş. Elbette şüpheleri izale edecek bir hakikati beyan etmek lâzım gelir. Şu hadis kat'î olsun veya olmasın, o hakikati zikretmek gerektir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]18-Said Nursî'nin kitaplardan fal açarak kurtulmaya çareler araması gafleti.(S: 339) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bundan otuz sene evvel, Eski Said'in gafil kafasına müthiş tokatlar indi, el-mevtü hakkun kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Medet istedi, bir yol aradı, bir halâskâr taharri etti. Gördü ki, yollar muhtelif; tereddütte kaldı. Gavs-ı Âzam olan Şeyh-i Geylânî RadıyALLAHu Anhın Fütuhu'l-Gayb namındaki kitabıyla tefe'ül etti. Tefe'ülde şu çıktı: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]“Ente fî dâril hikmeti fatlub tabîben yudâvî kalbeke” [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Aciptir ki, o vakit ben Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye âzâsı idim. Güya ehl-i İslâmın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta bendim. Hasta evvelâ kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İşte, Hazret-i Şeyh bana der ki: "Sen kendin hastasın. Kendine bir tabip ara." [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ben dedim: "Sen tabibim ol." Tuttum, kendimi ona muhatap addederek, o kitabı bana hitap ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetliydi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Fakat sonra, ameliyat-ı şifakârâneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münâcâtını dinledim, çok istifaza ettim. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]19-Said Nursi yanına hıyanetle gelenleri yılan suretinde görüyormuş.(S: 344-345) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İhvanlarıma, medar-ı intibah bir hadise-i cüz'iyeye dair bir suale cevaptır. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Aziz kardeşlerim, [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Sual ediyorsunuz ki: "Cami-i şerifinize, Cuma gecesinde, sebepsiz olarak, mübarek bir misafirin gelmesiyle tecavüz edilmiş. Bu hadisenin mahiyeti nedir? Neden sana ilişiyorlar?" [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Elcevap: Dört Noktayı, bilmecburiye, Eski Said lisanıyla beyan edeceğim. Belki ihvanlarıma medar-ı intibah olur; siz de cevabınızı alırsınız. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]BİRİNCİ NOKTA [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]O hadisenin mahiyeti, hilâf-ı kanun ve sırf keyfî ve zındıka hesabına, Cuma gecesinde kalbimize telâş vermek ve cemaate fütur getirmek ve beni misafirlerle görüştürmemek için bir desise-i şeytaniye ve münafıkane bir taarruzdur. Garaiptendir ki, o geceden evvel olan Perşembe günü tenezzüh için bir tarafa gitmiştim. Avdetimde, güya iki yılan birbirine eklenmiş gibi uzunca siyah bir yılan sol tarafımdan geldi, benimle arkadaşımın ortasından geçti. Arkadaşıma, o yılandan dehşet alıp korktun mu, diye sordum: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Gördün mü?" [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]O dedi: "Neyi?" [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Dedim: "Bu dehşetli yılanı." [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Dedi: "Yok, görmedim ve göremiyorum." [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"FesübhânALLAH," dedim. "Bu kadar büyük bir yılan ikimizin ortasından geçtiği halde nasıl görmedin?" [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]O vakit hatırıma birşey gelmedi. Fakat sonra kalbime geldi ki: "Bu sana işarettir, dikkat et." [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Düşündüm ki, gecelerde gördüğüm yılanlar nev'indendir. Yani, gecelerde gördüğüm yılanlar ise, hıyanet niyetiyle her ne vakit bir memur yanıma gelse, onu yılan suretinde görüyordum. Hattâ bir defa müdüre söylemiştim: "Fena niyetle geldiğin vakit seni yılan suretinde görüyorum; dikkat et" demiştim. Zaten selefini çok vakit öyle görüyordum. Demek, şu zâhiren gördüğüm yılan ise, işarettir ki, hıyanetleri bu defa yalnız niyette kalmayacak, belki bilfiil bir tecavüz suretini alacak. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]22-Said Nursî'nin Ebu Talib için cehennem içerisinde özel bir cennet yaratılır iddiası.(S: 375-376) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Diyorsunuz ki: "Amcası Ebu Talib'in imanı hakkında esah nedir?" [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Elcevap: Ehl-i teşeyyu', imanına kail; Ehl-i Sünnetin ekserîsi imanına kail değiller. Fakat benim kalbime gelen budur: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ebu Talib, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletini değil, şahsını, zâtını gayet ciddî severdi. Onun o gayet ciddî, o şahsî şefkati ve muhabbeti, elbette zayie gitmeyecektir. Evet, ciddî bir surette Cenâb-ı Hakkın Habib-i Ekremini sevmiş ve himaye etmiş ve taraftarlık göstermiş olan Ebu Talib'in, inkâra ve inada değil, belki hicab ve asabiyet-i kavmiye gibi hissiyata binaen makbul bir iman getirmemesi üzerine, Cehenneme gitse de, yine Cehennem içinde bir nevi hususî cenneti, onun hasenatına mükâfaten halk edebilir. Kışta bazı yerde baharı halk ettiği ve zindanda, uyku vasıtasıyla, bazı adamlara zindanı saraya çevirdiği gibi, hususî cehennemi, hususî bir nevi cennete çevirebilir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]23-“Kur'an” kelimesinin ebcedini yaparak, Kur'an'ı asıl maksadından saptırıyor.(S: 415) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]“Kur'an” kelimesi ebced hesabıyla bin üç yüz elli birdir. İçinde iki elif var; mahfî elif “elfün” okunsa, bin manasındaki elfün'dür. Demek, bin üç yüz elli bir senesine, sene-i Kur'aniye tabir edilebilir. Çünkü, lafzi “Kur'an”daki tevafukun sırr-ı acibi, Kur'an'ın tefsiri olan Risale-i Nur eczalarında o sene göründü;….. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]27-Said Nursi, Hz.Ali'ye iftira ediyor.(S: 446) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) nasıl ki, [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]….(Arapça bir metin) [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]diye birinci fıkrasıyla Yedinci Şuâya işaret etmiş. Öyle de, aynı fıkra ile "âlî bir tefekkürnâme ve tevhide dair yüksek bir mârifetname" namında olan Yirmi Dokuzuncu Arabî Lem'aya dahi işaret eder…. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]28-Mutlaka Okuyun! (S: 448) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hem madem Celcelûtiye'nin aslı vahiydir ve esrarlıdır ve gelecek zamana bakıyor ve gaybî umûr-u istikbaliyeden haber veriyor. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ve madem Kur'ân itibarıyla bu asır dehşetlidir ve Kur'ân hesabıyla Risale-i Nur bu karanlık asırda ehemmiyetli bir hadisedir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ve madem sarahat derecesinde çok karine ve emarelerle Risale-i Nur Celcelûtiye'nin içine girmiş, en mühim yerinde yerleşmiş. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ve madem Risale-i Nur ve eczaları bu mevkie lâyıktırlar ve Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) nazar-ı takdirine ve tahsinine ve onlardan haber vermesine liyakatleri ve kıymetleri var. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ve madem Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) Siracü'n-Nur'dan, zâhir bir surette haber verdikten sonra, ikinci derecede perdeli bir tarzda Sözlerden sonra Mektuplardan, sonra Lem'alardan, risalelerdeki gibi aynı tertip, aynı makam, aynı numara tahtında, kuvvetli karinelerin sevkiyle kelâm delâlet ve Hazret-i İmam-ı Ali'nin (r.a.) işaret ettiğini ispat eylemiş. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ve madem başta, [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bede' tü bismillah rûhî bihihtedet… [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]risalelerin başı ve Birinci Söz olan Bismillâh Risalesine baktığı gibi, kasem-i câmi-i muazzamın âhirinde, risalelerin kısm-ı âhirleri olan son Lem'alara ve Şuâlara, hususan bir âyetü'l-kübra-yı tevhid olan Yirmi Dokuzuncu Lem'a-i harika-i Arabiye ve risale-i esmâ-i sitte ve risale-i işarât-ı huruf-u Kur'âniye ve bilhassa şimdilik en âhir Şuâ ve Asâ-yı Mûsâ gibi, dalâletlerin bütün mânevî sihirlerini iptal edebilen bir mahiyette bulunan ve bir mânâda Âyetü'l-Kübrâ namını alan risale-i harikaya bakıyor gibi bir tarz-ı ifade görünüyor. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ve madem, birtek meselede bulunan emâreler ve karineler, meselenin vahdeti haysiyetiyle, emareler birbirine kuvvet verir, zayıf bir münasebetle bir tereşşuh dahi menbaına ilhak edilir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Elbette, bu yedi adet esaslara istinaden deriz: Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) nasıl ki meşhur Sözlere tertipleri üzerine işaret etmiş ve Mektubat'tan bir kısmına ve Lem'alardan en mühimlerine tertiple bakmış. Öyle de, “ bi esmaikel hünsâ ecirnî mineşşeteti” [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]cümlesiyle Otuzuncu Lem'aya, yani müstakil Lem'alardan en son olan Esmâ-i Sitte Risalesine tahsin ederek bakıyor ve “ hurûfun lebihrâmin alet ve teşâmehat” kelâmıyla dahi Otuzuncu Lem'ayı takip eden İşarât-ı Huruf-u Kur'âniye Risalesine takdir edip işaretle tasdik ediyor. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]“Bi ismu âsâ Mûsâ bihizzulme tun celet” kelimesiyle dahi şimdilik en âhir risale ve tevhid ve imanın elinde Âsâ-yı Mûsâ gibi harikalı en kuvvetli burhan olan mecmua risalesini senâkârâne remzen gösteriyor gibi bir tarz-ı ifadeden bilâperva hükmediyoruz ki, Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) hem Risale-i Nur'dan, hem çok ehemmiyetli risalelerinden mânâ-yı hakikî ve mecazî ile işârî ve remzî ve îmâî ve telvihî bir surette haber veriyor. Kimin şüphesi varsa, işaret olunan risalelere bir kere dikkatle baksın. İnsafı varsa şüphesi kalmaz zannediyorum. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=brown][I]Mektubat, Said Nursi, Yeni Asya Neşriyat, Almanya Baskısı Ocak 1994[/I] [/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] |
[LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=#800080][SIZE=5][B][B][I][FONT=Palatino Linotype][SIZE=5][COLOR=#ff0000][FONT=Georgia]RİSALE-İ NUR[/FONT] - SAİD NURSİ [/COLOR][/SIZE][/FONT][/I][/B][/B][/SIZE][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT]
[CENTER][SIZE=4][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=#800080][B][B][FONT=Georgia][SIZE=5][COLOR=blue]7[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B][/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/SIZE][/CENTER] [SIZE=4][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=#800080] [LEFT] [/LEFT] [/COLOR][/FONT][/SIZE][/SIZE][LEFT] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=#800080][SIZE=5][B]Siracu’n-Nûr[/B][/SIZE][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [SIZE=4] [FONT=Palatino Linotype][B][COLOR=green][SIZE=4]Said Nursî'nin zehirlendiği anı ebcedle tahlil şaşkınlığı.(S: 172)[/SIZE] [/COLOR][/B][/FONT][/SIZE] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=4][Bu fıkra, resmi me'murlann ellerine bir casusun eliyle geçtiği için buraya girdi.][/SIZE][/FONT] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ramazan-ı Şeriften bir gün evvel gizli zındık düşmanlarım tarafından olduğunu kuvvetli ihtimal verdiğimiz ve doktorun tasdikiyle bir zehirlenmek hastalığıyla hararetim kırk dereceden geçmeğe başlamışken Kastamonu'da adliye müdde-i umumileri ve taharri komiserleri menzilimi taharri etmeğe geldiler. Ben o dakikadan sonra başıma gelen dehşetli taarruzu bir hiss-i kable'l vuku' ile anlayarak ve şiddetli zehirli hastalığım dahi beni ölüme götürüyor diye İsparta vilayetinde kıymettar kardeşlerimin kucaklarında teslim-i ruh edip o mübarek toprağa defnolmamı kalben niyaz ettim.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hizbü'l Ekber-i Kur'an'ı açtım. Birden bu ayet-i kerime [/FONT][/SIZE][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]karşıma çıktı. "Bana bak" dedi. Ben de baktım, üç kuvvetli emare ile bana ve bize teselli veriyor. Şimdi başımıza gelen bu musibeti hiçe indirdi. Ve İsparta'ya mevkuf ane beşinci nefyimi o kalbî duamın kabul olmasına delil eyledi.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Birinci emare: Şeddeler sayılır, hesab-ı ebced ile binüçyüzaltmışiki ederek bu sene arabi aynı tarihine tevafuk edip manasıyla der: "Sabreyle, başına gelen kaza-yı Rabbaniye teslim ol. Sen inayet gözü altındasın. Merak etme. Gecelerde tesbihat ve tahmidata devam eyle."[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Tahlil: Üç ra altıyüz; dört nun ikiyüz; bir sin bir mim yüz; bir sad bir Fe bir mim ikiyüzon; dört kef bir Ayn yüzelli;-üç ha bir vav bir ye kırk; bir lam dokuz be bir [/FONT][/SIZE][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]dal bir vav dört elif altımışiki eder. Yekûnu binüçyüzaltmışiki ederek bu senenin aynı tarihine ve başımıza gelen musibetin aynı dakikasına tam tamına tevafuku kuvvetli bir emaredir.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]ikinci emare: Bu ayetin manasını tam tamına hakkımda me'mûlümün çok fevkinde aynen müşahede ettim.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Üçüncü emare: Beyanına şimdilik lüzum olmadığından yazdırılmadı.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]S a i d N u r s i[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=green][B]Said Nursi'nin Hz.Ali'ye "Kaside-i Celculitiye" iftirası.(S: 174-175)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bu hâdise te'siriyle ben kendimi masum kardeşlerime nza-yı kalb ile feda etmeye kafi azm-u cezmettiğim ve çaresini fikren aradığım vakitte, "Cel-celûtiye"y\ okudum. Birden hatıra geldi ki, îmam-ı Ali RadıyALLAHü Anh: "Yâ Rab! Eman ver!" diye dua etmiş; inşâALLAH, bu duanın sırriyle selâmete çıkarsınız.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evet Hazret-i Ali RadıyALLAHü Anh, "Kaside-i CeJceJûtiye"de iki suretle Risâle-i Nur'dan haber verdiği gibi, "Âyetü'lKübrâ Risâlesi"ne işareten:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]der. Ve bu işarette îmâ eder ki:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]l[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"ÂyetülKübrâ" yüzünden ehemmiyetli bir musibet Risâle-i Nur talebelerine gelecek ve Âyetü'l Kübrâ" hakkı için o fecet [/FONT][/SIZE][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]ve "musibetten şâkirdlerine Eman ver, "diye niyaz eder, o risaleyi ve men-baını şefaatçi yapar. Ve "Âyetü'l Kübrâ Risâlesi"nin tab'ı bahanesiyle gelen musibet, aynen o remz-i gaybîyi tasdik etti.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hem o kasidede, Risâle-i Nurun mühim eczalarına, tertibiyle işaretlerin hatimesinde, mukabil sahifede der:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Yâni: "İşte Risâle-i Nur'un sözleri, hurufları ki, onlara işaretler eyledik. Sen onların hassalarını topla ve mânalarını tahkik et. Bütün hayır ve [/FONT][/SIZE][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]saadet, onlarla tamam olur" der. "Hurufların manâlarını tahkik et" kari-[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]nesiyle meâni ifade etmiyen hecaî harfler murad olmadığına belki kelimeler [/FONT][/SIZE][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]manasındaki "Sözler" namıyle Risale-i Nur muraddır. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=green][B]Hz.Ali'ye iftirada tarihte İbn-i Sebe, günümüzde Said Nursî.(S: 179)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Efendiler, Hâkimler![/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Çok geniş, Risale-i Nur'a ait, İsparta müdde-i umumisinin hem mükerrer, hem intizamsız, hem muhtelif, hem çok suallerine karşı benim de Risale-i Nur'u müdafaa mecburiyetiyle böyle intizamsız ve parça parça ve bazen mükerrer ifadelerime, nazar-ı müsamaha ile bakmanızı rica ederim.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Risale-i Nur'un kıymetini gösteren bazı hususi mahrem risaleler - ki, Kerâmet-i Aleviye ve Kerâmet-i Gavsiye ve Işârât-ı Kur 'aniye risaleleridir - elinize geçmek ihtimaliyle derim:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bu mahkemenin, Risale-i Nur'a itiraz ve tenkid değil, onu müdafaa etmek bir vazifesi olduğunu iddia ediyorum. Evet, vahdet-i mesele cihetiyle, o mezkur üç mahrem risaleler, yüzer işârâtıyla Risale-i Nur'u tasdik ve hakkaniyetine imza basıyorlar. Bir davada bu kadar emareler şehâdet ettikleri halde, o dava çürütülmez.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Risale-i Nur'un arkasında otuzüç âyât-ı Kur 'aniye işar âtı ve Hazret-i İmam-ı Ali RadıyALLAHu Anh 'ın üç kerâmât-ı gaybiye ile ihbârâtı ve Gavs-ı A 'zam 'ın sarahate yakın şehâdeti var Ona hücum, bunlara hücumdur.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=green][B]Said Nursi ayetin cifr-ebced hesabını yaparak Ku'an'ı suistimal ediyor.(S: 179-180)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Sorgu hâkimi beni isticvab için çağırdığı gün, ben kardaşlarımı nasıl mü-afaa edeyim diye düşünürken, Imam-ı Gazâlî'nin "Hizbü'l-Masun" unu açtım. Birden bu gelen âyetler nazarıma göründü:[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Baktım ki; birinci âyet, (şeddeler sayılsa ve meddeler sayılmazsa [/FONT][/SIZE][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]âmenû daki "Vav" dahi meddedir) makam-ı cifrî ve ebcedisi binüçyüz [/FONT][/SIZE][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]altmışiki (1362) eder ki, tam tamına bu senenin hicrî aynı tarihine ve bizim mü'min kardaşlarımızı müdafaaya azmetiğimiz aynı zamanına, hem mânâsı, hem makamı tevafuk ediyor. "Elhamdülillah, dedim. Benim müdafaama ihtiyaç bırakmıyor." Sonra hatırıma geldi ki: "Netice ne olacak?" diye merak ettim, gördüm: ALLAHu hafîzun Alîm..Tûbâ Lehum deki cümle(tenvin sayılmak şartıyla) makam-ı cifrisi aynen binücyüzaltmışiki(1362), eğer bir medde sayılmazsa binüçyüzaltmış üç (1363) eder. (Eğer o medde dahi sayılsa) tam tamına hıfz-ı İlâhî'ye pek çok muhtaç olduğumuz bu zamana ve bu senenin ve gelecek senenin hicrî aynı tarihine tevafuk ederek, bir seneden beri büyük bir dairede ve geniş bir sahada, aleyhimize ihzar edilen dehşetli [/FONT][/SIZE][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]bir hücûmkarsısında. mahfuziyetimize te'minat ile teselli veriyor.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=green][B]Bu başlık Kur'an'a ve onun ilk katiplerine bir iftiradır.(S: 203[/B][/COLOR]) [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][Elmas kalemli, ahun başlı mu'çizdi Kur'an'm katibi Hüsrev'in mutabık bir fıkrasıdır.][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=green][B]Risale-i Nur'un kerameti ve ilişenlere belalarınsel gibi geldiği yalanı.(S: 203-4)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Risâle-i Nur'un kerametlerindendir ki: Üstadımız (R.A.) çok defa Risâle-i Nur'da "Ey mülhidler ve ey zındıklar Risâle-i Nur'a ilişmeyiniz. Eğer ilişirseniz yakından sizi bekleyen belâlar sel gibi başınıza yağacaktır" diye on seneden beri kerratla söylüyorlardı. Bu hususta şahid olduğumuzfelâketlerden: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Birincisi: Dört sene evvel Erzincan'da ve izmir civarında vukua gelen hareket-i arz olmuştur. O vakitler münafıklar desiselerle İsparta mıntıkasın-da Sav ve Kuleönü ve civarı köylerdeki Risâle-i Nur Talebelerine iliştiler. Otuz kırk kadar Risâle-i Nur Talebelerini camiye gitmiyorsunuz, takke giymiyorsunuz, tarikat dersi veriyorsunuz diye mahkemeye sevketmişlerdi. Cenab-ı Hak İzmir civarını ve Azerileri ve civarındaki halkı dehşetler içindebırakan zelzelelerle Risale-i Nur'un bir vesile-i def-i belâ olduğunu gösterdi. Bu zelzeleden sonra mahkemeye sevkedilmiş olan o kardeşlerimizin hepsi beraat ettirilerek kurtulmuşlardı.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İkincisi: Yine vakit vakit Risale-i Nur Talebelerinin arkalarında koşmakta devam eden mülhidler, Hatt-ı Kur'ânla çocuk okuttuklarını bahane ederek İsparta'da müteveffa Mehmed Zühdü ile Sav karyesinden müteveffa Hafız Mehmed isminde iki Risale-i Nur Talebesine hücum etmişler. Çocuklar bu iki kardeşimizin evlerinden alman Risale-i Nur cezalarıyla birlikte mahkemeye sevkedilmiş. Merhum Mehmed Zühdü para cezasıyla mahkum edilmek istenilmiş. Merkez-i Erbaa ve Tokat'ta vukua gelen ikinci bir korkunç zelzele ile Cenab-ı Hak, Risale-i Nur bir vesile-i def-i belâ olmakla şakirdlerine yardım ederek Üstadlarının verdiği haberin sıhhatini tasdik etmek için o kardeşimizi beraat ettirmiştir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=green][B]Tasavvufa göre keşif inancı İslam'a iftiradır.(S: 215[/B][/COLOR])[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bir de cifir ve ebced heskardeşrı, değil yalnız Muhyiddin-i Arabî gibi dahi muhakkiklerin, belki ekser edibler ve ulemâların hususan ehl-i keşfin ma beyninde câri bir medar-ı istihraç ve esrardır.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=green][B]Kur'an sana Said demiş iftirası.(S: 250-251)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Madem ki Kur'an sana Said ( ) demiş... Elbette sen saidsin hem ismin ve hem resmin saiddir. Madem ki, Kur'an sana Said ()demiş... Elbette hem için temiz ve tahir, hem de [/FONT][/SIZE][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]dışın. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Madem ki, Celcelutiyye sana Bedi' demiş. Bundan daha güzel medh ve bundan daha a'lâ ve ezka bir vasıf mı olur. Sen böyle nişanlar ve ihsanlarla, bu asrın bir hidayet serdarısın. Bizler senin kadrini ve bu kıymetini bilemedik. Senin büyük kadrini ve şanını gelecek olan asırlar takdir edip, asıl menkıbe ve mersiyyeni yine onlar yazacaklar. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=green][B]Kur'an'da (Said), hadiste (Seyyid) yalanı.(S: 255)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Deriz hep, diye cümleten cevap verip, oradan başlarımız ve parmaklarımız üstünde, yalınayak ve baş açık, arz-ı Hicazı velveleye ve dehşete salan tekbir ve tehlil sadaları ve meleklerinde çıkardığı yas ve matem sesleriyle, Medine-i Resulullah'a [/FONT][/SIZE][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]ve Ravza-i Mutahhara'ya varalım [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İşte emanetin, işte Risale't-ün Nur'un kahramanı, işte Kur'an'da (Said) ve Hadiste (Seyyid) diye söylenen mübarek Üstadımız diyerek, seni Fahr-i Âleme sunalım.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=brown][B]Siracu’n-Nûr, Said Nursi, Tenvir Neşriyat, İstanbul 1988[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [FONT=Palatino Linotype][SIZE=5][COLOR=purple][B]Sözler[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Tarihte Said Nursî gibi kendisiyle övünen bir kişi daha zor bulunur.(S: 141)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Saniyen: Madem Risale-i Nur, bu mucize-i kübrânın elinde bir elmas kılıç hükmünde hizmetini göstermiş ve muannid düşmanlarını teslime mecbur etmiş. Hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyatı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda hazine-i Kur'âniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka me'hazı ve mercii olmayan ve bir mucize-i mâneviyesi bulunan Risale-i Nur o vazifeyi tam yapıyor. Ve aleyhindeki dehşetli propagandalara ve gayet muannid zındıklara tam galebe çalmış. Ve dalâletin en sert, kuvvetli kalesi olan tabiatı, Tabiat Risalesi ile parça parça etmiş. Ve gafletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde Asâ-yı Mûsâ' daki Meyvenin Altıncı Meselesi ve Birinci, İkinci, Üçüncü, Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp nur-u tevhidi göstermiş. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Onbeş senelik ilmi beş-on haftada temin ettiği iddiası.(S: 141) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Elbette bize lâzım ve millete elzemdir ki, şimdi resmen izin verilen din tedrisatı için hususî dershaneler açılmaya izin verilmesine binaen, Nur şakirtleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük birer dershane-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes her bir meselesini tam anlamaz. İman hakikatlerinin izahı olduğu için hem ilim, hem marifetullah, hem huzur, hem ibadettir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşaALLAH Nur medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Risale-i Nur'un neşrine çalışmanın geçmiş günahlara kefaret olacağı yalanı.(S: 141) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hem hükümet, bu millet ve vatanın hayat-ı dünyeviyesine ve siyasiyesine ve uhreviyesine pek çok faydası bulunan bu Kur'ân lemeatlarına ve Kur'ân dellâlı olan Risâle-i Nur'a değil ilişmek, belki tamamiyle terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki; geçen dehşetli günahlara kefaret ve gelecek şiddetli belâlara ve anarşiliğe karşı bir set olabilsin. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Evliyanın ve ölenlerin ruhları semaya gider uydurması.(S: 163) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evet, nasıl herkesin akıl ve hayal ve nazarı her vakit semaya gider. Öyle de, ağırlıklarını bırakan ervâh-ı enbiya ve evliya veya cesetlerini çıkaran ervâh-ı emvat, izn-i İlâhî ile oraya giderler. Madem hiffet ve letafet bulanlar oraya giderler. Elbette cesed-i misalî giyen ve ervah gibi hafif ve lâtif bir kısım sekene-i arz ve hava, semaya gidebilirler. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Said Nursi veli ve abdal dediği kimselere olağanüstü sıfatlar vererek ALLAH'a iftira ediyor.(S: 178-9) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hattâ, evliyadan, ziyade nuraniyet kesb eden ve abdal denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evet, nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler ayna olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı ayna hükmünde ve berk ve hayal sür'atinde bir vasıta-i seyir ve seyahat suretine geçerler. Ve o ruhanîler, hayal sür'atiyle o merâyâ-yı nazifede, o menâzil-i lâtifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler.Madem güneş gibi âciz ve musahhar mahlûklar ve ruhanî gibi madde ile mukayyet nimnuranî masnular, nuraniyet sırrıyla, bir yerde iken pek çok yerlerde bulunabilirler. Mukayyet bir cüz'î iken mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Bir anda cüz'î bir ihtiyar ile pek çok işleri yapabilirler. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Said Nursi tüm yaratılmışların zikrini anlıyormuş.(S: 143)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Eğer o yüksek hakikatleri yakından temâşâ etmek istersen, git, fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor. "Ne diyorsunuz?" de. Elbette "Yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbâr" dediklerini işiteceksin. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Sonra, deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanattan ve yavrulardan sor. "Ne diyorsunuz?" de. Elbette "Yâ Cemîl, yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Rahîm" diyecekler. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]HAŞİYE Hattâ birgün kedilere baktım. Yalnız yemeklerini yediler, oynadılar, yattılar. Hatırıma geldi: "Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübarek denilir?" Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi, sarih bir surette "Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm" diyerek, güya hatırıma gelen itirazı ve tahkiri, taifesi namına reddedip yüzüme çarptı. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Aklıma geldi: "Acaba şu zikir bu ferde mi mahsustur, yoksa taifesine mi âmmdır? Ve işitmek yalnız benim gibi haksız bir muterize mi münhasırdır, yoksa herkes dikkat etse bir derece işitebilir mi?" Sonra, sabahleyin başka kedileri dinledim. Çendan onun gibi sarih değil; fakat mütefavit derecede aynı zikri tekrar ediyorlar. Bidâyette hırhırları arkasında "Yâ Rahîm" fark edilir. Git gide hırhırları, mırmırları aynı "Yâ Rahîm" olur; mahreçsiz, fasih bir zikr-i hazîn olur. Ağzını kapar, güzel "Yâ Rahîm" çeker. Yanıma gelen ihvanlara hikâye ettim. Onlar dahi dikkat ettiler, "Bir derece işitiyoruz" dediler. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Sonra kalbime geldi: "Acaba şu ismin vech-i tahsisi nedir? Ve niçin insan şivesiyle zikrederler, hayvan lisanıyla etmiyorlar?" [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Kalbime geldi: Şu hayvanlar çocuk gibi çok nazdar ve nazik ve insana karışık bir arkadaş olduğundan, çok şefkat ve merhamete muhtaçtırlar. Okşandığı vakit, hoşlarına giden taltifleri gördükleri zaman, o nimete bir hamd olarak, kelbin hilâfına olarak esbabı bırakıp, yalnız kendi Hâlık-ı Rahîminin rahmetini kendi âleminde ilân ile, nevm-i gaflette olan insanları ikaz ve "Yâ Rahîm" nidâsıyla, kimden medet gelir ve kimden rahmet beklenir, esbapperestlere ihtar ediyorlar. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Batın alimlerine göre Kur'an baştan sona gaybî ihtarlardır iddiası.(S: 369)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İKİNCİ ŞAVK : İstikbale ait ihbârât-ı gaybiyesidir. Şu kısım ihbârâtın çok envâı var. Birinci kısım hususîdir. Bir kısım, ehl-i keşif ve velâyete mahsustur. Meselâ, Muhyiddin-i Arabî [/FONT][/SIZE][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Elif lam mim ğulibetirrûm Sûresinde pek çok ihbârât-ı gaybiyeyi bulmuştur. İmam-ı Rabbânî, sûrelerin başındaki mukattaât-ı hurufla çok muamelât-ı gaybiyenin işaretlerini ve ihbârâtını görmüştür ve hâkezâ... Ulema-yı bâtın için, Kur'ân baştan başa ihbârât-ı gaybiye nev'indendir. Biz ise, umuma ait olacak bir kısmına işaret edeceğiz. Bunun da pek çok tabakatı var; yalnız bir tabakadan bahsedeceğiz. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Keşif sahibi kimselerin ölenlerin ruhları ile temasları, onları görmeleri yalanı.(S:476-477) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ruh, katiyen bâkidir. Birinci Maksattaki melâike ve ruhanîlerin vücutlarına delâlet eden hemen bütün deliller, şu meselemiz olan beka-i ruha dahi delildirler. Bence mes'esele o kadar kat'îdir ki, fazla beyan abes olur. Evet, şu âlem-i berzahta, âlem-i ervahta bulunan ve âhirete gitmek için bekleyen hadsiz ervâh-ı bâkiye kafileleri ile bizim mabeynimizdeki mesafe o kadar ince ve kısadır ki, burhan ile göstermeye lüzum kalmaz. Had ve hesaba gelmeyen ehl-i keşfin ve şuhudun onlarla temas etmeleri, hattâ ehl-i keşfü'l-kuburun onları görmeleri, hattâ bir kısım avâmın da onlarla muhabereleri ve umumun da rüya-yı sâdıkada onlarla münasebet peydâ etmeleri, muzaaf tevatürler suretinde adeta beşerin ulûm-u müteârifesi hükmüne geçmiştir. Fakat şu zamanda maddiyyun fikri herkesi sersem ettiğinden, en bedihî birşeyde zihinlere vesvese vermiş. İşte şöyle vesveseleri izale için, hads-i kalbînin ve iz'ân-ı aklînin pek çok menbalarından bir mukaddime ile dört menbaına işaret edeceğiz. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Ruhlar aleminde ölmüş insanların ruhlarının ruhlarının bizimle ilişkileri vardır yalanı.(S:478)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]…öyle de, şüphe kabul etmez ki, şimdi âlem-i melekût ve ervahta, ölmüş, vefat etmiş insanların ervâhı pek çok kesretle vardır ve bizimle münasebettardırlar. Mânevî hedâyâmız onlara gidiyor; onların nuranî feyizleri de bizlere geliyor… [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Herbir veli kalbiyle şimşek cismiyle yerden arşa, arştan yere gidip gelebilir yalanı.(S: 520) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Herbir insan, aklıyla, hayal sür'atinde seyeranı; herbir velî, kalbiyle berk sür'atinde cevelânı; ve cism-i nuranî olan herbir melek, ruh sür'atinde Arştan ferşe, ferşten Arşa deveranı; ehl-i Cennetin insanları, burak sür'atinde, haşirden beş yüz sene fazla mesafeden Cennete çıkmaları olduğu gibi, nur ve nur kabiliyetinde ve evliya kalblerinden daha lâtif ve emvâtın ruhlarından ve melâike cisimlerinden daha hafif ve cesed-i necmî ve beden-i misalîden daha zarif olan ruh-u Muhammediyenin (a.s.m.) hadsiz vezâifine medar ve cihazatının mahzeni olan cism-i Muhammedî (a.s.m.), elbette onun ruh-u âlisiyle Arşa kadar beraber gidecektir[/FONT][/SIZE] [COLOR=brown][I][FONT=Palatino Linotype][SIZE=4]Sözler, Said Nursi, Yeni Asya Neşriyat, Almanya Baskısı Mart [/SIZE][/FONT][SIZE=3][FONT=Georgia]1994[/FONT][/SIZE][/I][/COLOR] [LEFT][B][I][FONT=Palatino Linotype][SIZE=5][COLOR=#ff0000][FONT=Georgia][SIZE=6]RİSALE-İ NUR[/SIZE][/FONT] - SAİD NURSİ[/COLOR][/SIZE][/FONT][/I][/B][/LEFT] [LEFT][B][FONT=Georgia][SIZE=5][COLOR=#0000ff]8[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B][/LEFT] [LEFT][IMG]http://tbn0.google.com/images?q=tbn:ovyQsxsJAREpVM:http://www.evinizekitap.com/images/products/637_buyuk.jpg[/IMG] [IMG]http://img233.imageshack.us/img233/1681/saitrq1.jpg[/IMG][/LEFT] [LEFT][FONT=Georgia][SIZE=5][COLOR=blue][B]Şualar [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]1-Risale-i Nur'un bazı risalaleri ihtiyarsız yazılmız.(S: 151) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bu Risalenin mahall-i zuhuru olan şu memleket muhitinde Risaletü'n-Nurun şâir risaleleri bulunmadığından ve ihtiyarsız olarak burada te'lif edildiğinden, Âyetü'l-Kübra gibi risalelerde, zahiri; bir tekrar suretinde başka Sözler'in ve Lem'alar'ın bir kısım mühim mes'eleleri zikredilmiş ve buralardaki şâkirdlere nisbeten herbiri birer küçük Risaletü'n-Nur hükmüne geçmek hikmetiyle böyle yazdırılmış. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]2-Said Nursi'nin yazdığı kitaplarda tevafuk (rast gelme) araması hastalığı.(S: 151) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bu müsveddenin birinci tebyizi bir mübarek zât tarafından oldu. O zâtın tevâfukdan haberi yokken yazdığı nüshada, kayda lâyık şöyle lâtif ve manidar bir tevâfuk gördük ki: O nüshanın satırları başında "Elifler altıyüz altmışaltı olarak yazılmıştır. Bu hâl ise, Hazret-i İmam-ı Ali (RadiyALLAHu Anh) tarafından bu hususi risaleye verilen Âyetü'l-Kübra namının cifrî ve ebcedi makamı olan altıyüz altmışaltı adedine tam tamına muvafakati ve mutabakatı ile, bu risalenin bu nâma liyakatini gösterir. Hem âyât-ı Kur'aniyenin adedi olan altıbin altıyüz altmışaltı'mn dört mertebesinden üç mertebesine tevâfuku dahi, bu risalenin, âyâtın bir lem'ası olduğuna bir işarettir diye telâkki ettik. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]3-Güvercinler Said Nursi'yi ziyarete geliyormuş.(S: 236) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Haddimden yüz derece ziyade olan bu mektup muhteviyatını tevazu ile reddetmek bir küfran-ı nimet ve umum şâkirtlerin hüsn-ü zanlarına karşı bir ihanet olması ve aynen kabul etmek bir gurur, bir enâniyet ve benlik bulunması cihetiyle, umum namına Risale-i Nur kâtibinin yazdığı bu uzun mektubu, on üç fıkraları ilâve edip, hem bir şükr-ü mânevî, hem gururdan, hem küfran-ı nimetten kurtulmak için size bir suretini gönderiyorum ki, Meyvenin On Birinci Meselesinin âhirinde "Risale-i Nurun Isparta ve civarı talebelerinin bir mektubudur" diye ilhak edilsin. Ben bu mektubu, bu tâdilât ile yazdığımız halde, iki defa bir güvercin yanımızdaki pencereye geldi. İçeriye girecekti. Ceylân'ın başını gördü girmedi. Birkaç dakika sonra başkası aynen geldi. Yine yazanı gördü, girmedi. Ben dedim: "Herhalde evvelki serçe ve kuddüs kuşu gibi müjdecileridir. Veyahut bu mektup gizli müteaddit mektupları yazdığımızdan, mübarek mektubun tâdili ile mübarekiyetini tebrik için gelmişler" kanaatimiz geldi. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Said Nursî [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]4-Bir şakirdin sapık inanç şekli.(249-250) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Eskişehir mahkemesinde makam-ı iddianın nasılsa bir sehiv neticesi, Risale-i Nurun iman derslerine "Halkları ifsad ediyor" gibi bir tâbir ve sonradan o tâbirden vazgeçtiği halde, Risale-i Nur şakirtlerinden Abdürrezzak nâmında bir zat mahkemeden bir sene sonra demiş: [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Hey bedbaht! Otuz üç âyât-ı Kur'âniye işârâtının takdirine mazhar ve İmam-ı Ali'nin (r.a.) üç kerametinin ihbar-ı gaybîsiyle ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) kuvvetli bir tarzda ihbarıyla kıymet-i diniyesi tahakkuk eden ve bu yirmi sene zarfında idareye hiçbir zararı dokunmayan ve hiç kimseye hiçbir zarar vermemesiyle beraber binler vatan evlâdını tenvir ve irşad eden ve imanlarını kuvvetlendiren ve ahlâklarını düzelten Risale-i Nur'un irşadlarına 'ifsad' diyorsun. ALLAH'tan korkmuyorsun, dilin kurusun!" demiş. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Şimdi, bu şakirdin haklı olarak bu sözünü makam-ı iddia gördüğü halde, "Said, etrafına fesat saçmış" tabirini insafınıza ve vicdanınıza havale ediyorum. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]5-Said Nursi'nin zıvanadan çıkması ve Hz.Ali'ye iftiraları.(S: 260-261) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evet, Hazret-i Ali RadıyALLAHu Anh, Kaside-i Celcelûtiyede iki suretle Risale-i Nur'dan haber verdiği gibi, Âyetü'l-Kübrâ risalesine işareten: "Ve bil Âyetü'l-Kübrâ eminnî minel fecet” der. Bu işarette îma eder ki, Âyetü'l-Kübrâ yüzünden ehemmiyetli bir musibet Risale-i Nur talebelerine gelecek ve "Âyetü'l-Kübrâ hakkı için o fecet ve 'musibetten şakirtlerine aman ver" diye niyaz eder, o risaleyi ve menbaını şefaatçi yapar. Evet, Âyetü'l-Kübrâ risalesinin tab'ı bahanesiyle gelen musibet, aynen o remz-i gaybîyi tasdik etti. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hem o kasidede, Risale-i Nur'un mühim eczalarına tertibiyle işaretlerin hâtimesinde, mukabil sayfada der: [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ve tilke hurûfunnûri fecme' havâssahâ-ve haqqıq meânîhâ bihel hayru tümmimet [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Yani, "İşte, Risale-i Nur'un sözleri, hurufları ki, onlara işaretler eyledik. Sen onların hassalarını topla ve mânâlarını tahkik eyle. Bütün hayır ve saadet onlarla tamam olur" der. "Hurufların mânâlarını tahkik et" karinesiyle mânâyı ifade etmeyen hecaî harfler murad olmayıp, belki kelimeler mânâsındaki "Sözler" namıyla risaleler muraddır. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]6-Kapını kendi kendine açılıp kapanması yalanı.(S: 265) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Size dün yazdığım lâtifenin üç zerafeti var: [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Birincisi: İstikbalde gelecek mübarek heyetin şahs-ı mânevîsinin bir mümessili olmasından, o şahs-ı mânevînin sırrıyla ve bereketiyle sürgülü kapı kendi kendine açıldığı gibi, yine o tahakkuk edip vücuda gelmiş mübarek heyetin bir mümessilinin on sene sonra yarım dakika benimle görüşmesi sebebiyle bana hiddet edildi. Ben de hiddet ettim, "Kapıları kapansın!" tekrar eyledim. Aynı günün gecesinin sabahında-hiç vuku bulmamış-kendi kendine nöbetçilerin kapıları kapandı, iki saat açılmadı. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]7-Said Nursi kitaptan fal açarak teselli buluyor.(S: 266-7) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İki gün evvel sorgu hâkimi beni çağırdığı vakit, ben kardeşlerimi nasıl müdafaa edeyim diye düşünürken, İmam-ı Gazâli'nin Hizbü'l-Masûn 'unu açtım. Birden bu âyetler nazarımda göründü: [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İnnellahe yudâfiu ….. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Baktım ki: Birinci âyet, şeddeler sayılsa ve meddeler sayılmazsa âmenû daki "Vav" dahi meddedir) makam-ı cifrîsi ve ebcedîsi bin üç yüz altmış iki (1362) eder ki, tam tamına bu senenin aynı tarihine ve bizim mü'min kardeşlerimizi müdafaaya azmettiğimiz zamana, hem mânâsı, hem makamı tevafuk ediyor. Elhamdülillâh dedim, benim müdafaama ihtiyaç bırakmıyor. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Sonra hatırıma geldi ki: "Acaba netice ne olacak?" diye merak ettim. Gördüm: [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][Allâhu hafîzun Alîm – Tûbâ lehum] [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]deki iki cümle, tenvin sayılmaz şartıyla, makam-ı cifrîsi aynen bin üç yüz altmış iki. Eğer bir med sayılmazsa, iki, eğer sayılsa üç eder. Tam tamına hıfz-ı İlâhiyeye pek çok muhtaç olduğumuz bu zamanın, bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihine tevâfuk ederek, bir seneden beri büyük bir dairede ve geniş bir sahada aleyhimize ihzar edilen dehşetli bir hücum karşısında mahfuziyetimize teminat ile teselli veriyor. Risale-i Nur bu hadisede daha parlak fütuhatı hâkim dairelerde bulunmasından, şimdiki muvakkat tevakkuf bizi meyus etmez ve etmemeli. Ve Âyetü'l-Kübrâ 'nın tab'ı sebebiyle müsaderesi onun parlak makamına nazar-ı dikkati her taraftan ona celb etmesine bir ilânname telâkki ediyorum. Rabbenâ etmin lenâ nûranâ veğfirlenâ âyetini şimdi okudum. veğfirlenâ cümlesi tam tamına bin üç yüz altmış iki eder. Bu senenin aynı tarihine tevafuk eder ve bizi çok istiğfara davet ve emreder ki, nurunuz tamam olsun ve Risale-i Nur noksan kalmasın. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]8-Said Nursi ayetleri kendine reklam için kullanıyor.(S: 270)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Aziz kardeşim, ve hasira hunâlikel kâfiru Bu âyet dahi vel asri innel insane lefî husrin işaretine işaret eder ki, kâfirlerin bu kadar tahribatları ve harpleri faydasız ve hasâret içerisinde ayn-ı zarar oldu. vel asri işaretinde Risale-i Nur'a bir îma bulunması remziyle, bu âyet dahi remzen bin üç yüz altmış Rûmî tarihi olan bu senede münafıklar ve küfre düşenler Risale-i Nur'a ilişecekler, fakat hasâret ederler. Çünkü zelzele ve harp gibi belâların ref'ine bir sebep Risale-i Nur'dur. Onun tatili (durdurulması) belâları celb eder diye bir gizli îma olabilir. - Said Nursî [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]9-Said Nursi bir kafiri mürşid yapıyor!(S: 279-280) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bir zaman, müslim olmayan bir zat, tarikatten hilâfet almak için bir çare bulmuş ve irşada başlamış. Terbiyesindeki müridleri terakkiye başlarken, birisi keşfen mürşidlerini gayet sukutta görmüş. O zat ise ferasetiyle bildi, o müridine dedi: "İşte beni anladın." O da dedi: "Madem senin irşadınla bu makamı buldum; seni bundan sonra daha ziyade başımda tutacağım" diye Cenâb-ı Hakka yalvarmış, o bîçare şeyhini kurtarmış; birden bire terakki edip bütün müridlerinden geçmiş, yine onlara mürşid-i hakikî kalmış. Demek bazan bir mürid, şeyhinin şeyhi oluyor. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]10-Risale-i Nur için uydurulmuş faydalar.(S: 283)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Aziz kardeşlerim, [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bu fecirde, birden bir fıkra ihtar edildi. Evet, ben de Hüsrev'in zelzele hakkında tafsilen yazdığı keramet-i Nuriyeyi tasdik ederim ve kanaatim de o merkezdedir. Çünkü Risale-i Nur ve şakirtlerine dört defa şiddetli taarruzların aynı zamanında dört defa dehşetli zelzelenin hücumu tam tamına tevafukları tesadüfî olmadığı gibi, Risale-i Nur'un iki merkez-i intişarı olan Isparta ve Kastamonu'nun sair yerlere nisbeten âfâttan mahfuz kalmaları ve Sûre-i Ve'l-Asr işaretiyle, âhirzamanın en büyük bir hasâret-i insaniyesi olan bu İkinci Harb-i Umumîden, çare-i necat ise iman ve amel-i salih olmasından, Risale-i Nur'un Anadolu'nun her tarafında iman-ı tahkikîyi neşri zamanına Anadolu'nun fevkalâde olarak bu hasâret-i azîme-i harbiyeden kurtulması tam tamına tevafuku dahi tesadüfî olamaz. Hem Risale-i Nur'un hizmetine zarar veren veya hizmette kusur edenlere aynı zamanında gelen şefkat veya hiddet tokatlarının yüzer vukuatları tam tamına tevafukları tesadüfî olmadığı gibi, Risale-i Nur'a hüsn-ü hizmet edenlerin hemen hemen bilâistisna maişetinde vüs'at ve bereket kalbinde meserret ve rahat görmelerinin binler hadiseleri dahi tesadüfî olamaz. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]11-Risale-i Nura ilişenler deprem ile cezalandırılıyor iddiası.(S: 284) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İşte Bediüzzaman'ın uzun senelerden beri "Zındıklar Risale-i Nur'a dokunmasınlar ve şakirtlerine ilişmesinler. Eğer dokunurlarsa ve ilişirlerse, yakınında bekleyen felâketler, onları yüz defa pişman edecek" diye Risale-i Nur ile haber verdiği yüzler hadisat içinde, işte zelzele eliyle doğruluğunu imza ederek gelen dört hakikatli felâket daha... Cenâb-ı Hak bize ve Risale-i Nur'a taarruz edenlerin kalblerine iman, başlarına hakikati görecek akıl ihsan etsin. Bizi bu zindanlardan, onları da felâketlerden kurtarsın. Âmin. – Hüsrev [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]12-Hafız Ali, Said Nursi'nin yerine ölmüş!(S: 288) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Ben merhum Hâfız Ali'yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok sarsıyor. Eski zamanlarda bazen böyle fedakâr zâtlar, kendi dostu yerine ölüyorlardı. Zannederim, o merhum benim yerimde gitti. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]13-Said Nursi berzah alemini gördüğünü sanıyor.(S: 288-9) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Medar-ı hayrettir ki, ben şimdi onun mânevî, belki maddî hayatıyla âlem-i berzaha gitmesi cihetiyle, o âleme gitmek için bende bir iştiyak zuhur etti ve ruhuma başka bir perde açıldı. Nasıl ki buradan Isparta'daki kardeşlerimize selâm gönderip muarefe, muhabere ile sohbet ediyoruz. Aynen öyle de, Hâfız Ali'nin tavattun ettiği âlem-i berzah, nazarımda Isparta, Kastamonu gibi olmuş. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]14-Said Nursi ölmüş kişi ile rabıta kuruyormuş.(S: 289)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hattâ bu gece, mesmuatıma göre, buradan birisi oraya gönderilmiş (vefat etmiş) . On defadan ziyade teessüf ettim. "Niçin Hâfız Ali'ye onunla selâm göndermedim?" Sonra ihtar edildi ki, selâm göndermek için vasıtalara ihtiyaç yok; kuvvetli rabıtası telefon gibidir. Hem o gelir, alır. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]15-Risale-i Nur'un haylaz şakirtleri tokatladığı iddiası.(S: 291) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Risale-i Nur'un Gençlik Rehberinde ve Meyve Risalesindeki beş meselesinin, haylaz gençlerde dokuz tokadı Risale-i Nur'un bir lâtif kerameti olduğunu o gençler dahi tasdik ediyorlar. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Birincisi: Bana hizmet eden Feyzi. Ona bidayette dedim: "Sen Meyvenin bir dersinde bulundun, haylâzlık yapma." O yaptı, birden tokat yedi, bir hafta eli bağlı kaldı. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evet, doğrudur. Feyzî [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İkincisi: Bana hizmet eden ve Meyveyi yazan Ali Rıza. Bir gün, yazdığını ona ders verecektim. O, haylâzlığından yemek pişirmek bahanesiyle gelmedi, birden tokat yedi. O vakit onun tenceresi sağlamken, dibi yemeğiyle beraber tamamen düştü. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evet, doğrudur. Ali Rıza [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Üçüncüsü: Ziya, Meyvenin gençliğe ve namaza dair meselelerini kendine yazdı, namaza başladı. Fakat haylâzlık yaptı, namazı ve yazıyı bıraktı. Birden, o vakitte tokat yedi. Hilâf-ı âdet ve sebepsiz, başı üstündeki sepeti ve elbiseleri yandı. O kadar kalabalık içinde yanıncaya kadar kimse farkında olmaması, kasdi bir şefkat tokadı olduğunu gösterdi. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evet, doğrudur. Ziya [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Dördüncüsü: Mahmud. Ona Meyveden gençlik ve namaz meselelerini okudum ve dedim: "Kumar oynama, namaz kıl." Kabul etti. Fakat haylâzlık galebe etti, namaz kılmadı ve kumar oynadı. Birden, hiddet tokadını yedi. Üç dört defada daima mağlûp olup fakir haliyle beraber kırk lira ve sakosunu ve pantolonunu kumara verdi, daha aklı başına gelmedi. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evet, doğrudur. Mahmud [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Beşincisi: On dört yaşında Süleyman namında bir çocuk, ziyade haylâzlık yapıp başkalarının da iştahlarını açıyordu. Ona dedim: "Uslu dur. Namazını kıl. Senden büyük haylâzların içinde bu halin sana tehlike getirir." O, namaza başladı, fakat yine namazı terk ve haylâzlığa girdi. Birden tokat yedi. Uyuz illetine müptelâ oldu, yirmi gündür yatağında yatmaya mecbur oldu. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evet, doğrudur. Süleyman [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Altıncısı: Bana bidayette hizmet eden Ömer, namaza başladı, şarkıları bıraktı. Fakat bir akşam, kapıya yakın bir şarkı kulağıma geldi, evrad ile meşguliyetime zarar verdi. Ben, hiddet ettim, çıktım. Gördüm ki, hilâf-ı âdet, Ömer'dir. Ben de hilâf-ı âdet bir tokat vurdum. Birden, sabahleyin hilâf-ı âdet olarak Ömer başka hapse gönderildi. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Yedincisi: Hamza namında, on altı yaşında sesi güzel olmasından şarkı söylüyor, başkalarının da iştahlarını açıyor, haylâzlık ediyordu. Ona dedim: "Böyle yapma, tokat yiyeceksin." Birden, ikinci gün bir eli yerinden çıktı, iki hafta azabını çekti. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evet, doğrudur. Hamza [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]16-Nurcular Hz.Ali'yi emellerine alet ediniyorlar.(S: 316) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hem bu memlekete maddî ve mânevî bereketi ve fevkalâde hizmeti, otuz üç âyât-ı Kur'âniyenin işârâtıyla ve İmam-ı Ali RadıyALLAHu Anhın üç keramet-i gaybiyesiyle ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) kat'î ihbarıyla tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur; bizim âdi ve şahsî kusurlarımızla mes'ul olmaz ve olamaz ve olmamalı. Yoksa bu memlekete hem maddî, hem mânevî, telâfi edilmeyecek derecede zarar olacak. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]17-Bir nurcunun Risale-i Nur'a iltifatları.(S: 384) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Ey Risale-i Nur! Senin, hakkın dili ve hakkın ilhamı olup onun izniyle yazıldığına şüphe yok... Ben kimsenin malı değilim. Ben hiçbir kitaptan alınmadım, hiçbir eserden çalınmadım. Ben Rabbânî ve Kur'ânîyim. Bir lâyemutun eserinden fışkıran kerametli bir Nurum... Sen çok feyizli ve rahmetli bir hak kitapsın. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]18-ALLAH katran ağacının dalları arasında Nursi için ekmek yarattıyor yalanı.(S: 410) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Dağda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, hergün ekmekle beraber yemek şartıyla, kâfi geldi. Hattâ, Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Çarşamba günüydü, dedim ona: "Git, ekmek getir." İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın. "Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber dua etmek arzu ediyorum" dedi. Ben de dedim: "Tevekkelnâ alâllah, kal." [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Sonra, hiç münasebeti olmadığı halde ve bir bahane yokken, ikimiz yürüye yürüye bir dağın tepesine çıktık. İbrikte bir parça su vardı. Bir parça şekerle çayımız vardı. Dedim: "Kardeşim, bir parça çay yap." [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]O ona başladı. Ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum. Müteessifâne şöyle düşündüm ki: Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceğim diye düşünmedeyken, birden bire başım çevrilir gibi başımı çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: "Süleyman, müjde! Cenâb-ı Hak bize rızık verdi." [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]O ekmeği aldık; bakıyoruz ki, kuşlar ve hayvânât-ı vahşiye, hiçbiri ilişmemiş. Yirmi otuz gündür hiçbir insan o tepeye çıkmamıştı. O ekmek ikimize iki gün kâfi geldi. Biz yerken, bitmek üzereyken, dört sene sadık bir sıddîkım olan müstakim Süleyman, ekmekle aşağıdan çıkageldi. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]19-Said Nursi kedilerin zikrini işitiyormuş.(S: 411) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisat ve rahmet-i İlâhiye bana kâfi geldi. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İşte, şu nümuneler gibi çok şeyler var ve bereket-i İlâhiyenin çok cihetleri var. Bu köy halkı çoğunu bilirler. Fakat sakın bunları fahr için zikrediyorum zannetmeyiniz. Belki mecbur oldum. Hem benim için iyiliğe bir medar olduğunu düşünmeyiniz. Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır; veya hizmet-i Kur'âniyeye bir ikramdır; veya iktisadın bereketli bir menfaatidir; veyahut: “Ya Rahim,Ya Rahim” ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazin mırmırlarını dinlesen, "Yâ Rahîm, yâ Rahîm" çektiklerini anlarsın. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]20-Risale-i Nur'un ağlaması ile yer titrer, hava ağlar yalanı.(S: 424) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Pek çok tecrübelerle ve hadiselerle kat'î kanaat verecek bir tarzda, Risale-i Nur'un ağlamasıyla ya zemin titrer veya hava ağlar. Gözümüzle çok gördüğümüz ve kısmen mahkemede dahi ispat ettiğimiz gibi, tahminimce bu kış emsalsiz bir tarzda, yaz gibi bidayette gülmesi, Risale-i Nur'un perde altında teksir makinesiyle gülmesine ve intişarına tevafuku; ve her tarafta taharri ve müsadere endişesiyle tevakkufla ağlamasına, birden bire kış dehşetli hiddeti ve ağlamasıyla tetabuku kuvvetli bir emaredir ki, hakikat-i Kur'âniyenin bu asırda parlak bir mucize-i kübrâsıdır, zemin ve kâinat onun ile alâkadar... [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]21-Bazı evliyaların Said Nursi kılığında göründüğü yalanı.(S: 425) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bir zaman meşhur bir allâmeyi, harbin müteaddit cephesinde cihada gidenler görmüşler, ona demişler. O da demiş: "Bana sevap kazandırmak ve derslerimden ehl-i imana istifade ettirmek için benim şeklimde bazı evliyalar benim yerimde işler görmüşler." [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]22-Said Nursi'nin aynı anda birkaç yerde görüldüğü yalanı.(S: 425) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Aynen bunun gibi, Denizli'de camilerde beni gördükleri, hattâ resmen ihbar edilmiş ve müdür ve gardiyana aksetmiş. Bazıları telâş ederek, "Kim ona hapishane kapısını açıyor?" demişler. Hem burada dahi aynen öyle oluyor. [/FONT][/SIZE][/LEFT] [LEFT][SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=brown][I]Şualar, Said Nursi, Sözler Yayınevi, İstanbul 19[/I][/COLOR][/FONT][/SIZE][/LEFT] |
[B][FONT=Georgia][SIZE=5][COLOR=#008000][I][COLOR=#ff0000][SIZE=6]RİSALE-İ NUR[/SIZE][FONT=Palatino Linotype] - SAİD NURSİ[/FONT][/COLOR][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT]
[SIZE=5][FONT=Georgia][COLOR=#008000][COLOR=#0000ff]9[/COLOR][/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [COLOR=#008000][SIZE=5][FONT=Georgia][B][IMG]http://img87.imageshack.us/img87/8080/2wx8.jpg[/IMG] [/B][/FONT][/SIZE][/COLOR] [B][FONT=Georgia][SIZE=5][COLOR=#008000]Tarihçe-i Hayat[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Said Nursi'ye gördüğü bir rüyada Hz.Peygamber soru sormamak şartıyla Kur'an ilmi öğretileceğini müjdelemiştir yalanı.(S: 30) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Nurşin'de bir müddet kaldıktan sonra Hizan'a döndü. Sonra medrese hayatını terk ederek, pederinin yanına geldi ve bahara kadar evde kaldı. O sırada şöyle bir rüya görür: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Kıyamet kopmuş, kainat yeniden dirilmiş. Molla Said, Peygamber Aleyhissalatü Vesselamı nasıl ziyaret edebileceğini düşünür. Nihayet Sırat Köprüsünün başına gidip durmak hatırına gelir. "Herkes oradan geçer, ben de orada beklerim" der ve Sırat Köprüsünün başına gider. Bütün peygamberan-ı izam hazeratını birer birer ziyaret eder; Peygamber Efendimizi de ziyarete mazhar olunca uyanır. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Artık bu rüyadan aldığı feyiz, tahsil-i ilim için HAŞİYE 2 büyük bir şevk uyandırır. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]HAŞİYE 2 [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Tarihçe-i hayatında yazılmamış o rüyada mazhar olduğu bir hakîkati sonradan şöyle anladık ki: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Molla Said Hazret-i Peygamberden ilim talebinde bulunmasına karşılık, Hazret-i Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam, ümmetinden sual sormamak şartıyla ilm-i Kur'an'ın talim edileceğini tebşîr etmişler. Aynen bu hakîkat, hayatında tezahür etmiş; daha sabavetinde iken bir allame-i asır olarak tanınmış ve katiyen kimseye sual sormamış, fakat sorulan bütün suallere mutlaka cevap vermiştir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Bir yenilik yapmak için ilim ve fennin özünü üç ayda öğrenmiştir yalanı.(S: 31)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Maksadı ise, esasen kendisinde fıtraten mevcud bulunan îcad ve teceddüd fikrini medrese usûllerinde göstermek ve bir teceddüd vücuda getirmek HAŞİYE ve bir sürü haşiye ve şerhlerle vakit zayi etmemekti. Bu sûretle, ale'l-usûl yirmi sene tahsili lazım gelen ulûm ve fünûnun zübde ve hülâsasını üç ayda tahsil ve ikmal etmiştir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]HAŞİYE [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Yirmi üç senede telifi tamamlanan ve yüz otuz kitaptan müteşekkil Risale-i Nur adlı eserleriyle, ilm-i kelam sahasında bir teceddüd yaptığı görülmüştür. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evet, kendisi, on beş sene tahsili lazım gelen ilmi üç ayda elde etmesi, gaybî bir işarettir ki: "Bir zaman gelecek, on beş sene değil, bir sene bile ilm-i îman dersini alacak medreseler ele geçmeyecek. İşte o zamanda müştaklara on beş senelik dersi on beş haftada ellere verebilecek Kur'anî bir tefsir çıkacak ve Said onun hizmetinde bulunacak." [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Said Nursi rüyasında adam öldürme emri alıyor.(S: 36) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Tillo'da iken, bir gece Şeyh Abdülkàdir-i Geylanî Hazretlerini (k.s.) rüyasında görür. Geylanî Hazretleri (k.s.) kendisine hitaben: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Molla Said! Mîran aşîreti reisi Mustafa Paşaya gidiniz ve kendisini tarîk-ı hidayete davet ediniz; yaptığı zulümden vazgeçerek, namaza ve emr-i marufa müdavim olmasını tavsiye ediniz. Aksi takdirde öldürünüz." [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Şakirtler büyük kutbun himayesine muhtaç değildir safsatası.(S: 270) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Faşetmek hatırıma gelmeyen bir sırrı, faş etmeye mecbur oldum. Şöyle ki: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı manevîsi "ferîd" makamına mazhar oldukları için, değil husûsi bir memleketin kutbu, belki ekseriyetle Hicaz'da bulunan kutb-u azamın tasarrufundan hariç olduğu gibi onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor. Ben, eskiden Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki; Gavs-ı Azam'da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, "ferdiyet" dahi bulunduğundan, ahirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o ferdiyet makamının mazharıdır. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Risale-i Nur kudsi bir eserdir iddiası.(S: 286)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]….Cenab-ı Hak, Üstadımıza, Risale-i Nur'un telifinde öyle bir iktidar-ı bedî ihsan etmiştir ki; bu herkese nasip olacak hasletlerden değildir. O harika Nur Risaleleri, herbiri, gurbette, hastalık içinde, dağda, bağda, katipsiz, tahammülü müşkül gayet ağır şerait dahilinde, zahirî nice müşkülatlarla meydana gelmiş ve mü'minlerin imdadına yetişmiştir. Fakat, Cenab-ı Hakka şükrolsun ki, inayet-i İlahiye, harika bir tarzda Üstadımıza fevkalade muvaffakıyet ihsan etmiştir. İşte bu sırdandır ki, Cenab-ı Hak, ona kainatı bir kitab-ı semavî ve arzı bir sahife gibi keşf ve şuhudla bihakkalyakîn okuyacak bir iktidar vermiş, mahz-ı inayetle böyle kudsî bir esere sahip kılmıştır. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Kalpten geçenleri okuyan Said Nursi!(S: 287) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hem, Üstadımızın harika halatı ve şayan-ı hayret garaib-i ahvali başta Risale-i Nur olarak pekçoktur. Evet, biz îtiraf ediyoruz ki, Üstadımız bizim hatırat-ı kalbimizi bizden ziyade okur, çok defa haberimiz olmadığı bir meselede bizleri şiddetli telaşla ikaz ederler, bizi hayrette bırakırlar. Fakat, günler geçtikten sonra aynen Üstadımızın ikaz ettiği şeyle karşılaşır, aklımız başımıza gelirdi. Üstadımızla dağa gittiğimiz zaman, daha şehre dönme zamanı gelmeden, birden Üstadımız kalkarlar, bize de emrederlerdi. Hikmetini sormak istediğimizde, "Acele gidelim, Risale-i Nur hizmeti için bizi bekliyorlar." Hakîkaten, şehre avdetimizde, mutlaka mühim bir Risale-i Nur şakirdi bizi bekliyor bulur veya birkaç defa gelip gittiğini komşular haber verirlerdi. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Said Nursi gelecekten haber verirdi yalanı.(S: 287)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Üstadımız arasıra bizlere, husûsan Feyzi'ye latîfe tarzında buyururlardı ki: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Cezanız var, tokat yiyeceksiniz, hapse gireceksiniz..." diye Denizli hapsimizi bize remzen haber verip, hem bizi ikaz, hem kable'i-vukù bir mühim hadiseyi keşfen beyan ediyorlardı. Hakîkaten çok geçmedi, Üstadımızın dediği çıktı. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Risale-i Nur'a ilişirlerse afetlerin hücumuna sebep olurlar uydurması.(S: 288)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Yine, Üstadımız tevkifimizden evvel mükerreren buyururlardı ki: "Ehl-i dünya, Risale-i Nur'a ilişmesinler; ilişirlerse, afetlerin hücumuna sebep olurlar." Hakîkaten herkesçe malûmdur ki, Risale-i Nur şakirtleri tevkif edilir edilmez her tarafta afetler, zelzeleler, hastalıklar başlardı; ta Risale-i Nur'un hakkaniyeti tasdik olunup vatana faideli olduğu îtiraf edilinceye kadar. Çok yerlerde, ezcümle Kastamonu'da zelzele devam etti. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Kastamonu kalesi taşlarını atarak Said Nursi'yi tasdik etmiş!(S: 288) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hatta Kastamonu'nun tarihî yüksek kal'ası (Ki, bazı risalelerin medresesi hükmüne geçti.) Risale-i Nur'a ve müellifi olan Üstadımıza iştiyak ve hasretinden matem tutup, en sağlam köklü taşlarını aşağı atarak, Üstadımızın ihbar-ı gaybîsini maddeten tasdik etmiştir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Ayet bize cifirle haber veriyor yalanı.(S: 288)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Üstadımız, tevkifimizden mukaddem buyururlardı ki: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Risalé-i Nur'a müthiş bir hücum planı var; fakat, merak etmeyiniz. Müjde, inayet-i İlahiye imdadımıza yetişecek. Şöyle ki: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Bugün, okumak için Hizb-i Azam-ı Nûrîyi açmıştım, birden karşıma, ayeti çıktı; manen, 'Bana bak!' dedi. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Ben de baktım; gördüm ki, manasının çok tabakalarından husûsan mana-i işarîsiyle ve cifrîsiyle hem hapis musîbetine, hem necatımıza işaret ve bize beşaret ediyor" buyurdular. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Nurcuların Hz.Ali'ye ve dine korkunç bir hakareti!(S: 291)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İmam-ı Ali (r.a.) gaybaşina nazarıyla (gaybı gören bakışı ile) bu risaleyi görmüş, "Kasîde-i Celcelutiye"sinde bu risalenin ehemmiyetine ve makbuliyetine işaret edip, fıkrasıyla onu (risaleyi) şefaatçi yaparak dua etmiştir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bu "Ayetü'l-Kübra"nın tetkîki neticesinde Üstad ve talebelerinin beraetle hapisten kurtulmaları, İmam-ı Ali'nin (r.a.) bu duasının kabulünü ispat etmiştir. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Bir nurcunun mahkemeye beddua ederken kendi hurafelerini görememesi.(S. 362)[/B][/COLOR] [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Risale-i Nur şakirtlerinden Abdürrezzak namında bir zat mahkemeden bir sene sonra demiş: [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]"Hey bedbaht! Otuz üç ayat-ı Kur'aniye işaratının takdirine mazhar ve Imam-ı Ali'nin (r.a.) üç kerametinin ihbar-ı gaybîsiyle ve Gavs-ı Azamın (k.s.) kuvvetli bir tarzda ihbarıyla kıymet-i dîniyesi tahakkuk eden ve bu yirmi sene zarfında idareye hiçbir zararı dokunmayan ve hiç kimseye hiçbir zarar vermemesi ile beraber binler vatan evladını tenvir ve irşad eden ve îmanlarını kuvvetlendiren ve ahlaklarını düzelten Risale-i Nur'un irşadlarına `ifsad' diyorsun. ALLAH'tan korkmuyorsun; dilin kurusun" demiş. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Zehirlenen Said Nursi cevşen okuyarak şifa bulmuş!(S: 401) [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bir siyasî memurun iğfali ve "Imhası için yukarıdan emir aldık" demesine aldanan bir bekçibaşı, Üstadın penceresine geceleyin merdivenle çıkarak yemeğine zehir atmış; ertesi gün Üstad zehirlenerek kıvranmaya başlamıştır. Zehirin tesiri çok azîm olduğu halde; kendisi, "Cevşenü'i-Kebîr gibi evrâd-ı kudsiyelerin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat, hastalık, ıztırap çok şiddetlidir" derdi. [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=brown][B]Said Nursi Tarihçe-i Hayatı, Yeni Asya Neşriyat, Almanya Baskısı Temmuz 1994 [/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [FONT=Georgia][SIZE=5][COLOR=purple][B]Tılsımlar Mecmuası[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Risale-i Nur’un kıymetini tam hadis ve ayet ile ispat etmesine hayretle barekellah dedim, iddiası.(S: 168)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evvelâ: Aydın havalisinin Hasan Feyzi'si ve Husrev'i ve Mehmed Feyzi'si ve Risale-i Nur'un manevî avukatı Ahmed Feyzi'nin üç seneden beri âlimâne, mudakkikâne yazdığı şu gelen istihrâcât-ı gaybiyeyi ve Sikke-i Tasdik-i Gaybiye'nin bir kuvvetli hücceti ve şahidi bulunan şu risaleciği dikkatle mütalaa ettim. O'nun tedkikatına ve Risale-i Nur'un kıymetini tam hadis ile ve âyet ile isbat etmesine karşı, hayret ve istihsan ile "MâşâALLAH, Bârekellah" dedim. Fakat, bir derece tâbire muhtaçtır. Ayn-ı hakikattir; fakat "Said" hakkında husûsan son kısmın haşiyelerinde -şahsiyetim itibarıyla haddimden yüz derece ziyade bir hüsn-ü zannı ile- hakikatin sureti değişmiş...[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Said Nursi Kitaplarını yere göğe sığdıramıyor.(S: 168)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Evet, hem Sikke-i Gaybiye, hem O'nun yazdığı âyetler ve hadisler müt-tefikan bu asırda bir hakikat-ı nûrâniyeye işaret ediyorlar.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Said Nursî ayetleri kendini reklam için kullanıyor.(S: 168)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Bazı âyât-ı kerîme ve ehâdis-i şerîfe âhirzamanda gelecek bir müceddid-i ekberi mânâ-yı işârî ile haber veriyorlar.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Mehdi’nin doğum tarihi Said Nursî ile aynıymış!(S: 203)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]AYN-I HARİKA T BİR KERAMET-İ GAYBİYEDİR[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]İ'tikad-ı Ehl-i Sünnet'çe hurûc-u eşrat-ı saatten olarak mervî olan Mehdi'nin (R.A.) velâdeti dahi, zuhuru gibi âhirzamanda olacaktır. Ve Âl-i Beyt'ten olduğuna göre ismi, ism-i Nebîye (A.S.M.) ve pederinin ismi, ism-i ebî Nebîye (A.S.M.) uyacaktır. Bu bâbta ehl-i hakâik câniblerinden menkûl olan kuşûfâtın henüz birşey kiz-be çıkmayanı, Mevlâna Hasenü'l Adevî'nin Mevâkıtü'l Şa'râni'den naklettiği keşiftir ki, Abdülvehhab-ı Şa'rânî Hazretleri Kitabül'-Yevâkıtü'l-Cevâhir'i, Mehdi-i âhirzamanın 1255 senesi Şaban'ın 15'inci gecesi dünyaya geleceğini, Şeyh Hasan-ı Irakî'den nakl ve bu re'yde kendi şeyhleri Ali Havâsî Hazretlerinin dahi muvafakati olduğunu beyan buyurmuştur.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype](Meşahirü'n-Nisâ cilt l, sahife 227, dârü'l tab'atü'l âmire)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Merhum Hacı Zihni Efendi'nin Meşahirü'n- Nisa unvanlı eserinden nakl ettiğimiz bu satırlarda beyan olunan olunan 1255 senesi ile kitabın sahifesinin kenarına haşiye olarak kaydedilen 1294 senesi ile sevgili Üstadımızın tarih-i veladetlerine; ikincisi, yani 1294 tarihi ise besmele-i hayatlarına başladıkları tarihtir.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Said Nursi’nin ilginç mehdi teorisi.(S: 208[/B][/COLOR]) [/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hazret-i Mehdi (R.A.), zamanındaki mehdilerin en yükseği ve umûr-ü dinde müctehidlerin en mükemmeli olacaktır. Bu da müşarünileyhin azametinin kemâline, cemalinin şerefine, mertebesinin yüksekliğine ve derecesinin meziyetine delalet eder.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Said Nursi çocuk iken evvelin ve ahirin ilimlerine varis kılınmış!(S: 208)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hadis-i Şerif meali: "Mehdi, evlâdımdan kırk yaşında bir şahısdır. Yüzü, necm-i ziyadar gibi; onca zulm ve haksızlık ile doldurulan yeryüzünü, hak ve adaletle doldurur. Hilâfette; yerde, göktekiler ve hatta havadaki kuşlar bile razı olacaklardır."[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Haşiye 1: Bu cihet güneş gibi aşikar bir hakikattir. Ki, O zât-ı zîhavârik daha hâl-i sahavetinde iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri kurtarmak üzere, üç aylık bir tahsil müddeti ulûm-u evvelin ve afiirîn, ledün'niyat ve hakâik-ı eşyaya, esrar-ı kâinata ve hikmetri İlâhiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle bir mazhariyet-i ulyâya kimse nail Olmamıştır. Bu hârika-i ilmiyenin işi asla mesûk değildir. Bu cihet, Risale-i Nur'u çınlayarak okuyanlara malumdur.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Mehdi çıkmadan önce doğudan kuyruklu yıldız doğacaktır uydurması.(S: 208)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hadis-i Şerif meali: "Mehdi (R. A) çıkmasından önce, şarktan, parlak kuyruğa sahi b bir yıldız doğacaktır." (Haşiye 1: O yıldız, birinci harb-i umumide, Risa'e-i Nur'un ilk intişarı anlarında zuhur etmiştir. Bu senede görenlere şâyân-ı dikkattir.)[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=red][B]Said Nursi’nin mehdi olduğunun ilginç delilleri.(S: 208)[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype]Hadis-i Şerif meali: "Mehdi (R. A.), evlâdımdan kırk yaşında bindir. Yüzü necm-i ziyadar gibidir. Sağ yanağında siyah bir ben vardır. Üzerinde iki pamuklu hırkası bulunur. Bu halife, benî-îsrâil erkeklerine benzer. Hazineler istihraç edip, şirk medînelerini feth edecektir.(Haşiye 2: Hazret-i Üstada dikkat edenler, sağ yanağındaki siyah beneği kolaylıkla görebilirler, iki pamuklu hırkası olup, hâl-i sahavetinden beri acîb ve başkalara benzemeyen bir giyime sahib olup, Hadis-i Şerifi fi'len tasdik etmektedir. Usanandaki sıklet ise, kendisi ile görüşenlere malumdur. Ve kırk yaşında Risale-i Nur'un te'lifine meşgul olup, mukaddes vazifesine, imân-ı tahkikinin neşri vazifesi başlamıştır.[/FONT][/SIZE] [SIZE=4][FONT=Palatino Linotype][COLOR=brown][I]Tılsımlar Mecmuası, Said Nursi, Tenvir Neşriyat, İstanbul 1988[/I][/COLOR][/FONT][/SIZE] |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:50 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam