hanifler.com Kuran odaklı dindarlık

hanifler.com Kuran odaklı dindarlık (http://www.hanifler.com/index.php)
-   Mezhepler ve Tarikatlar (http://www.hanifler.com/forumdisplay.php?f=38)
-   -   Nur Cemaati... (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=1078)

Derin Düşünce 13. June 2011 08:34 AM

Aklım almıyor, bir yerde bir eksik var! Bu adam bunca cileyi neden cekmis olsun? Neden ayetleri egip bükmüs, hayatını zindanlarda cürütmüs olsun? Evet sacmalık gibi gorunen cok sey var. Bu kişinin dusunce dunyasını anlamamıs olabiliriz belkide. Yada bu sacmalıklar sonradan mı sokuldu? Neyin pesinde idi bu adam? Bir yerlerde birseyler yanlıs. Eren kardesimin kitabını henuz okumadım, temmuz ayının sonunda ancak okuyabilirim. Tek bildigim asla tatmin olamadıgım... Ne said Nursi beni tatmin etti nede ona karsıt sunulan iddialar. Suan elimizde tuttugumuz Kulliyat tehlikeli yanlıslar barındırıyor. Bu muhterem ise bir cok sıkıntıya gark olmus gorunuyor Allah icin. Tarihte mi carpıtma var, kitaplardamı? Ve neden?

Anonymous 13. June 2011 04:20 PM

[QUOTE=Derin Düşünce;9750]Aklım almıyor, bir yerde bir eksik var! Bu adam bunca cileyi neden cekmis olsun? Neden ayetleri egip bükmüs, hayatını zindanlarda cürütmüs olsun? Evet sacmalık gibi gorunen cok sey var. Bu kişinin dusunce dunyasını anlamamıs olabiliriz belkide. Yada bu sacmalıklar sonradan mı sokuldu? Neyin pesinde idi bu adam? Bir yerlerde birseyler yanlıs. Eren kardesimin kitabını henuz okumadım, temmuz ayının sonunda ancak okuyabilirim. Tek bildigim asla tatmin olamadıgım... Ne said Nursi beni tatmin etti nede ona karsıt sunulan iddialar. Suan elimizde tuttugumuz Kulliyat tehlikeli yanlıslar barındırıyor. Bu muhterem ise bir cok sıkıntıya gark olmus gorunuyor Allah icin. Tarihte mi carpıtma var, kitaplardamı? Ve neden?[/QUOTE]

Mermi çıktığı noktadan bir milimetrenin 10 da biri kadar sapmaya uğrarsa merminin ulaştığı yerde metrelerce kilometrelerce sapma meydana gelebilir.

Yanlışın ilmini yapmak da buna benziyor biraz. Yanlış bir yola saptıysanız ne kadar ilerlerseniz doğru yoldan o kadar uzaklaşıyorsunuz. Öyle ki cahil kalmak yanlış bir ilim üzerine olmaktan iyidir. Çünkü yanlışa sapan ve ilmini yapan birisinin EMEK VEREREK gittiği yoldan dönmesi ve geri dönüp doğrusuna girmesi henüz başlangıçta olan cahilin doğru yola girmesinden daha zordur.

Bir Hristiyan din adamını düşünün. Ne çilelerle ne büyük kararlarla okuyor, öğreniyor ve yükseliyorlar. 30 sene okumuş büyük bir Hristiyan alime 10 yaşındaki bir Müslüman çocuk REHBER kitaptan (Kuran) bakarak "yanlış yapıyorsun papaz efendi" diyebiliyorsa yanlışın ilmini yapmış başka insanlara da denebilir. Yani elinizde rehber varken büyük sapmaları ilim yapmadan da tespit edebilirsiniz. Bu eleştirilere bu gözle de bakmak gerek.

Ben şahsen adı geçen kişinin kötü niyetli olduğunu düşünmüyorum fakat İblis tarafından kandırıldığını ve bu işte kullanıldığını düşünüyorum. Çünkü o da karakterini zayıf bulduklarına vahyeder diye biliyorum. Ben şahsen gaybden sesler duysam vahiy aldığımı düşünmek yerine şizofren olduğumu düşünür doktora giderim. Seçim bizim elimizde.

Benim bu konuda özel olarak araştırmalarım ve bazı deneyimlerim oldu. Sonuca göre bu işin doğrudan islamla da ilgisi yok. Başka inanışlarda da bu vahiy alma/kutsal kitap yazma mevzusu var. Hepsindeki ortak nokta; vahiy aldığını iddia eden kişinin vicdanen itiraz etmeden kabul edebileceği inanışın giysisi altında benzer zehirli fikirler yayılmaya çalışılmıştır. Fikirlerin benzer olması kaynağının aynı olduğunu düşündürmektedir. Örneğin 2012limitsiz.com sitesini gördünüz mü? Veya Hristiyan aziz(!)lerinin veya Hindu din büyükleri(!)nin veya İslam büyük(!)lerinin (celaleddin rumi, said nursi, a.geylani, rabbani, arabi vb) veya satanistlerin veya uzaylı tarikatlarının veya yeni çağcıların vahiyle yazdıklarını iddia ettikleri kitaplara denk geldiniz mi? Hepsi görünüşte farklı olmasına rağmen içerikte çaktırmadan yerleştirdiği fikirler çok benzerdir. Bir çoğunda sevgi kardeşlik hoşgörü ve bunun gibi insanların vicdanına doğrudan etki eden söylemlerinin arasına ustaca yerleştirilmiş zehirli fikirlerdir. Hazmı kolay olsun diye bir çoğunun içinde [COLOR="Red"][B]yanlıştan çok doğru[/B][/COLOR] vardır. Bir bardak zehiri kimseye içiremezsiniz fakat bir kazan kompostoya iki damla zehir atarsanız kimse tadında bir gariplik olduğunu farkedemez ve bir sürü insanı zehirleyebilirsiniz.

Selamlar.

Derin Düşünce 13. June 2011 05:58 PM

Mesela bir cemaat daha biliyorum. okuyageldikleri kitabın yazarı olan, kaddesAllahusırruh diye takısı olan zatı muhtereme bir gun "melek heyeti" gelmis ve YAZ demişler. Oda ben yazma bilmem demiş. Heyet tekrar YAZ demiş. O yazma bilmedigini soylemesine ragmen melekler sana bunu Allah yazdıracak demiş. Ve suan okuyageldikleri eser ortaya cıkmıs. Yazma bilmeyenden boyle bir eser cıkarmı? Hadi bu da yanlıs deyin ? Bu iste bir mucezelik yokmu. O kitap; kuranın İmamı Rabbaninin 1000 yıl onceki acıklamaları ısıgında, kuranın yorumu ve ilahi yardımla yazılmıs ozel bir kitap hukmundedir. Ne diyorsunuz? Buda mı Yalan?

hiiic 13. June 2011 06:28 PM

ne yazıyor kitapta?
okumak, irdelemek, üzerine düşünmek ve araştırıp soruşturmak lazım.

windows 8 kullanma talimatından daha yararlı bilgiler var mı, kıyaslamak lazım...

Neyse, o kitabı bilmemde, benim KİTABIMDA bir yazı var, bir öğüt, paylaşmak isterim...

[B]Bakara 79
Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların![/B]

Derin Düşünce 13. June 2011 06:33 PM

Ne yani, simdi siz meleklerin yada bir melegin ilham edemeyecegini mi iddia ediyorsunuz? Bu buyuk adamlar bana melek heyeti gelmis diyorsa bize inanmak dusmez mi? Sorgulamak imanımızı zayıflatmaz mı? Yani Allah istese yazma bilmeyen birine yazdıramaz mı? Bunca cemaat lideri, buyuk allemelerin ve dahi bazı dallamaların, ölmüs merhumların yalan soyledigini mi iddia ediyorsunuz. Seytanlarına mı uymuslar? Allah tarafından vahyedilmek ile ilham edilmek aynı seyler mi?

hiiic 13. June 2011 06:38 PM

işte bu, kitaptan sanasınız diye ağız eğip bükmektir :)

hiiic 13. June 2011 06:56 PM

[B]En’âm 93
Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyolundu" diyenden ve "Ben de Allah'ın indirdiği ayetlerin benzerini indireceğim" diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: "Haydi canlarınızı kurtarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun ayetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir görsen! [/B]

İşin gerçeği bu din ne yazıkki aşağıdaki ayetin muhatapları tarafından bu güne taşındı, eğer öyle olmasaydı zaten ortada sadece Kuran olurdu ve bütün cemaatler, tarikatler ve mezhepler birleşmiş olurdu.

[B]İsrâ 73
Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi. [/B]

Peygambere yaptıramadılar, ama bazı eklentilerle islama yaptılar ve böylece islamı candan dost edindiler... Çünkü artık işlerine gelen bir islam vardı.

Ancak bu münafıkların gösterişte müslüman ama içlerinde budist putperest halleri, Allahın doğru yola ileteceği samimi kul için bir değer taşımaz...

Çünkü o kullar şu gerçeği çok iyi bilir;
[B]Kehf 27
Rabbinin Kitabı'ndan sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın. [/B]

zaten bu tip münafıklar Kuranla konuşmazlar (işlerine gelen yerler hariç, işlerine gelmeyeni zaten biz anlayamayız, onu ulema anlar sadece... Osmanlıyı çökerten cahil ulema:))
Onlar felsefe ve kelime oyunları yapmaya kalkarlar.

[B]Hac 8
İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir rehberi ve (vahye dayanan) aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın, Allah hakkında tartışır. [/B]



Vahy sadece peygambere gelmedi,,, bizede geldi ve şu anda orjinali arapça, manası ve özü her dile aynı anlamda çevrilebilir apaçık yeterli şekilde açıklanmış bir kitap olarak gözlerimizin önünde duruyor. Doğruya götüren bir kitap olarak.

[B]Sebe’ 50
De ki: Eğer (haktan) saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur'an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakındır. [/B]

[B]Şûrâ 51
Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakimdir.[/B]

Ama Allah dilemezse ne ola ki;

[B]Şu’arâ 212
Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır.[/B]

Hadis diye ortaya attıklar fitneleri ise aslında boş kuruntudan öte değildir. Peygamberi peygamber yapan ona gelen vahiydir. O vahyin çizgisinin dışınada çıkmadı.

[B]Ahkâf 9
De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım. [/B]

Anonymous 13. June 2011 07:49 PM

[QUOTE=Derin Düşünce;9754]Allah tarafından vahyedilmek ile ilham edilmek aynı seyler mi?[/QUOTE]

Vahiy ve ilham konularında bir kavram kargaşası olduğunu düşünüyorum. Zamanında çözmek için kafa yormuştum, şimdi [U]kendimce[/U] doğru sonuca ulaştığımı düşünüyorum. Fakat tabi en doğrusunu Allah bilir.

Vahiy aldığını iddia eden kişiler kendi sınıflandırmaları neticesinde 2 ye ayrılıyorlar.
1) [B]Vahiy[/B] aldığını iddia edenler.
2) Vahyi peygamberlik olarak görüp peygamberlik iddiasında bulunmaktan ya edeple ya da korkudan çekindikleri için kitaplarını [B]ilham[/B]la yazdıklarını belirtenler

Bir anlayışa göre Allah yalnızca peygamberlere vahyeder, peygamber olmayanlara da ilham edermiş. Fakat Allah'ın peygamber olmayan bazı kişilere (ör: Musa'nın annesi) hatta bal arısına bile "vahyettiği" yazıyor Kuran'da. Dediğim anlayıştakiler bu kısımları [B]ilham[/B] diye çevirseler de [B]vahiy[/B] yazıyor asıl metinde.

Kuran'da vahiy geçen her yer doğrudan vahiy anlamına mı geliyor elçi yoluyla bilgilendirilme anlamında da yorumlanabilir mi orasını ben bilemem, gerçekten kimin vahiy aldığını yalnız Allah bilir.

Şimdi 1 numaradaki insanlar da bu bahsettiğim ayetleri kullanarak vahiy alabileceklerini savunuyorlar. [B]Onlar yalnızca vahiy aldıklarını, Kuran'da peygamber olmayanların da vahiy alabildiğine delil bulduklarını, dolayısıyla peygamberlik ilanında bulunmadıklarını ve son nebi ayetine ters düşmediklerini iddia ediyorlar.[/B]

2 numaradaki insanlar da zaten "vahiy değil ilham aldık zaten arı da musanın annesi de ilham aldı" diyorlar.


[B]SONUÇ:[/B]
İki taraf da peygamberliğin farkını vahiy almak diye yorumlamış. Fakat bence peygamberlerin diğer insanlardan farkı vahiy almaları değil, TEBLİĞ İLE EMROLUNMALARI. Yani fark vahyin tebliği [U]GÖREVİ[/U]dir, yani aldıkları vahiyler Musa'nın annesindeki gibi kişisel vahiy değil, bir toplumu ilgilendiren/bilgilendiren vahiyler.

Dolayısıyla Kuran'da son nebi ayeti dururken; birisinin vahiy aldığını düşünsem bile bu kendini ifşa eden, kitaplar yazıp sohbetler düzenleyip tebliğ yapan, kendine geldiğini iddia ettiğini [U]yayan, paylaşan[/U], [B][U]KISACASI[/U][/B] peygamberliğe soyunan birisi değildir.


Ben yalnızca konu üzerine düşünmek istedim ve mantıksal açıdan olaya yaklaştım. Çok daha kolay ve isabetli bir yöntem uygulayıp bunların vahiy olarak geldiğini iddia ettikleri şeyleri Kuran ile karşılaştırırsanız Kuran ile çelişkiler içerdiklerini yani batıl olduklarını görebilirsiniz. Vahyin bir kısmı doğru bir kısmı yanlış olmaz, vahye batıl da karışmaz.

[B]
Şanı yücedir o kudretin ki, [B][COLOR="Red"]hakla bâtılı ayıran[/COLOR][/B] o [B]Furkan[/B]'ı, bütün âlemler için bir uyarıcı olsun diye kuluna indirdi. [/B] (Furkan 1)

Derin Düşünce 14. June 2011 05:51 AM

Peki, tarikat kolları olusturmak, ve peygamberle soy baglantısı kurarak seyyit olmamanın hukmu nedir. Biliyorsunuz tarikat seyhleri, bu ulvi kitapların muellifleri yada postun sahipleri genelde seyittir. Peygamberin soyundan yada azıcık ayar ile Eba bekrin soyundan oldukları soylerler. Bunlardamı yalan. Hadi dogru diyelim. Bu insanların soyundan olmak onları 1-0 onde baslatırmı, onde olan bu kişiler takip edilirse hidayete vesile olurlarmı? Peygamber soyundan oldukları icin bize cennetin yolunu gostermeyecekler mi? Ahiret gunu bize destek olmayacaklar mı?

Büyük veliler! anıldıgında 220 volt yemis gibi ask ile! Allah diyen ve titreyen insanların durumu nedir. Sartlanmamı yoksa gercek mi. Zikir ehli bu insanlar zikir cemberlerinde kendilerinden muhabbetle! geciyorlar, bunlarda mı sapık. Sizin dediginize gore bu insanların halkadaki permormansına degil de gercek yasamdaki, bizzat hayatın icindeki performansına bakmamız gerekiyor. O zaman bu topluluklar neden gereksiz seylerin pesinden gidiyorlar. Buda mı gol degil.

Anonymous 14. June 2011 09:46 PM

Sevgili Derin Dusunce;
Bahsettiğiniz akrabalığın kutsallığı meselesi de insanlar tarafından uydurulmuş. Peygamber soyundan olmak insana kutsallık kazandırmayacağı gibi bilgi açısından bir şey de kazandırmaz. Her insanın bir sınavı vardır ve kendini geliştirip bir şeyler yapmak zorundadırlar. Tıpkı peygamberler gibi peygamber soyu da dünya sınavından muaf tutulmadı. Peygamber soyundan olup tufanda boğulan Nuh'un oğlunu veya putperest birinin oğlu olup tek olan Allah'ı bulan İbrahim peygamberi unutmamamız gerek.

Kendinden geçme hali ile ilgili söyleyeceğim bir kaç şey de var. Bu trans meselesi aslında o kadar garip bir durum değildir. Bir çok dinde hatta paganizmde ve satanizmde de bu [U]BATIL[/U] trans ritüelleri vardır. Semavi dinlere de sızmıştır. Bazı [COLOR="red"][B]RİTMİK NEFES TEKNİKLERİ[/B][/COLOR] ve ritmik sallanmalar, özel danslar, dönmek, özel tütsüler ile transa geçme sağlanabiliyor.

Fakat bunlar adı üstünde [COLOR="red"][B]KENDİNDEN GEÇME[/B][/COLOR]'dir. Bence bu kendinden geçme meselesi de genellikle alkol, içki veya şarap olarak çevrilen [COLOR="red"][B]AKIL ÖRTÜCÜLER[/B][/COLOR]İN haram edildiği MUHKEM ayet kapsamındadırlar yani [COLOR="red"][B]HARAM[/B][/COLOR]dırlar.

Selamlar

Anonymous 14. June 2011 09:58 PM

Bu vahiy/ilham meselesi ile ilgili olduğunu düşündüğüm bir ayet:

[B]Her kim [COLOR="Red"]Rahman'ın zikrinden (Kur'an'dan) körlük edip görmemezlikten gelirse[/COLOR] Biz ona [U]bir şeytan musallat ederiz[/U], artık [COLOR="red"]o şeytan ona arkadaş olur[/COLOR]. Şüphesiz ki [U]bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar[/U]. Onlar da[COLOR="red"] kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar[/COLOR]. [/B]
(Zuhruf 36-37)

Bundan sonraki aşama için ise şeytan dostları/evliyaları ile ilgili ayetleri okuyabilirsiniz.

hiiic 15. June 2011 01:33 AM

[B]Her kim Rahman'ın zikrinden (Kur'an'dan) körlük edip görmemezlikten gelirse Biz ona bir şeytan musallat ederiz, artık o şeytan ona arkadaş olur. Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.
(Zuhruf 36-37)[/B]


Değerli kardeşim.
Bahsettiğiniz ayetteki şeytan/şeytanlar yoldan çıkmış insanlardır. Allahı zikretmeyi unutanların gerçektende çevrelerinde onları batağa sürükleyen dostları vardır.
Allah ne güzel öğüt vermiş, ne geldiyse başımıza kötü arkadaştan gelmedi mi? Şeytan ona vesvese verir onu günaha davet eder, işin garip tarafı bu kişi şeytanını dost bilirde, kendisine arkadaşının kötü olduğundan bahsettiğinde oturur onu savunur. Özellikle futbol holiganlarına dikkat ediniz, yada şu pkk partisine bakınız, birbirlerini nasılda yoldan çıkarıyorlar....


Allah kötü arkadaştan şeytandan korusun, onların etrafımızda olmasından Allaha sığınırım.

-----------------
ayrıca eklemek istediğim bir bilgi var. İblis ile şeytan farklı kavramlardır. Kuranda aynı manada kullanılmamıştır. Oysaki şeytan iblisine uyan insan demektir ve Kuranda şeytan kavramı biz insanların özellikleriyle nitelendirilmiş (adımlarının izlenmesi, şeytanlarla konuşma, onları dinleme, şeytanın yemesi içmesi mala ortak olması v.s.) olup kısaca iblisine uymuş insan demektir. Ancak gelenksel yaklaışım şeytan ile iblisi aynı kefeye koyuyor. ama değil...

Haniflerin açıklamasına göre iblis; insanın ham düşüncesidir.
Pramid kardeşimin yaklaşımında iblis; umutsuzluktur...

iki çalışmayıda sentezledim, her ikiside doğru, şeytan insanın ham/işlenmemiş/bilimsel olmayan/hurafeye dayalı/batıl inançlı düşüncesidir. Sonuç olarak umutsuzluğa bu düşünce insanı iter. Ama kuranda Allahın farzı olarak umutsuzluğa düşmemek gerekir. Bu emirdir. Ancak ham düşünce insanı umutsuzluğa götürür. Daha da ötesi batıl inanç, hayvanlardan verim alacağına inanarak kulaklarını kesmeyi, fayda göreceğini umarak put dikmeyi, nazar taşı asmayı, cevşen v.s. kullanmayı emreder. hiçbiri bilimsel/işlenmiş düşüncenin eseri değildir.

Mantık dışılık demiyorum çünkü mantık siyasi açıdan kullanılabilir bir obje... BİLİMSEL bakış demek istiyorum. objektif tarafsız.

İblis budur... Buna yenilmiş insanlar şeytanlaşırlar ve kötü şeyler emredip İCAT ederler;;;
Örneğin;
-içki içmeyi, kumarı teşvik eder (iddaa adlı bir pislik gençlerimizi kumara teşvik ediyor) (şu alkol reklamlarına bakın)
-sizi fakirlikle korkutur, cimriliği telkin eder (işin gerçeği, bilimsel olanı, Allah lütfuna davet eder)
-ekini yok etmeye çalışır, ülkenin geçim kaynaklarını tekeline almaya yada yok etmeye uğraşır (bu konuya hiç girmeyeceğim, sadece 9 yıldır uygulanan tarım politikasını lütfen ciddiyetle takip ediniz)
-İnsanlara sağdan, yani islami kanaldan gelip kandırır, unutmayın! siz ona gitmezsiniz, o sizi bulur size gelir sağdan...
-İnsanları Allah hakkında bile kandırır. Allahın rahmetini anlatıp kandırır. Cehnnemde yanar çıkarsınız der (küllüm yalan, cehennem sonsuzdur) Allah bi lailaheillallah diyeni hep günahı olsa affeder der, bilmem ne yapana şehit sevabı uydurur... (tanıdık geldi mi?)

İşte eğer Allah bu vahyi, Kuranı bize göndermemiş olsaydı gerçekten bu şeytanlar bizide kandıracaktı. okunmuş sular içirtecek, dualar astıracaklardır. İşin cabası dışarıda iğrenç boynuzlu bir canavar uydurarak kendilerinin şeytanlığını gizlemeyi nasılda başardılar. DIŞARIDA KILLI BOYNUZLU BİR ŞEYTAN YOK... çevrenize daha dikkatli bakın... insanları kimler nerelere sürüklüyor bakın...

ama rivayetleri incelerseniz gülünecek çok saçmalık var.; yok şeytan kuyruğunu bi yerine sokmuş yumurtlamış her bi çocuğu bi köşede farklı işle meşgulmüş, yok peygamberimize köse sakallı gelmiş gerçekleri anlatmış....
Dikkat edin, Allaha hiç çekinmeden yalan yere yemin ettikleri için Allah ayette yeminlerinizden sorumlusunuz diyor... Bu yalancı şahitlerin yemin ede ede uydurdukları cahiliyenin peşine düşen insanlar, bilimsel verileri dahi çizip atıyorlar,,, hemde karalayarak, suçlayarak... sonra birilerini kafir ilan edip onlarla savaşıyorlar... işte şeytanlık bu.. Allah batıya destek vermese, onlarıda hristiyan önderleri harcayacaktı, onların bilimsel gelişiminin, iblislerini yıkmanın önüne geçen hristiyan rahiplere karşı Allah aklı selim temiz akıl sahibi kişilere önderlik yetki verdide batı bu gün temizleniyor...

İnşallah sıra bizede gelecek.

FEDAKARADAM 18. June 2011 05:22 AM

[QUOTE=aşık74;3307]Selamlar;

Ben şu an bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine , o arkadaşımla nur cemaati'nin sohbet lerine katılıyorum.
Acaba bu cemaat hakkında sizinde iyi veya kötü yönde görüşlerinizi alabilirmiyim ?

svg...[/QUOTE]

[B]Ve aleyküm selam kardeşim.[/B]

[B]Nur cemaati, dinlerarası dialoğu hararetle savunurken bindiği dalı kesmişlerdir.Kendileri bu hususta iyi niyet sahibi olsalar bile gavurların art niyetini bilmediklerinden dolayı maalesef büyük bir gafletin içine düşmüşlerdir.Dinlerarası dialog büyük bir tuzaktır.Kur'an'da ayetlerin ışığı altında bu konuda bilgiler vereceğim şimdilik yorumlamıyorum.
[/B]

hiiic 12. September 2011 12:25 PM

Deniz feneri ile tüm müslümanları dolandıranlar.
Kombassan la avrupadaki müslümanları dolandıranlar.
Jet-pa ile doğudaki müslümanları dolandıranlar.
Yimpaş ile dolandıranlar.
Faizi helal sayan sülümancılar. (Allah kendilerini tefeci faizcinin eline düşürsün sürüm sürüm süründürsün de anlasınlar bakalım faizin hangi türlüsü helaldir.)
Soruları dağıtarak devletin önemli yerlerine ve askeriyeye sözde kendi adamlarını sokan nurcular.
Sabah akşam milleti uyuşuran mehdi bekleten yada belalara karşı sabretmeyi değil oturup tekamül etmeyi emreden (keza anlamlarını birbirine karıştırdılar) tarikatçılar.
Gerçekleri saklayıp vicdanlarını öteleyen ve ayet tahrifine sessiz kalan diyanetçiler.
Kuranı amacı dışında canlıya değil ölüye okuyan çıkar amacıyla kullanan hocalar.
bunların dışında nice cinci, mubarek, türbevi, tekkevi, semavi bilimum bütün din tacircileri....

Vatikan papazlarıyla beraber haşrolunacağınız günü bekleyin kafirler.


[url]http://www.facebook.com/photo.php?v=423958878094[/url]

hiiic 9. October 2011 04:02 AM

Sadece nur hizibine değil, diğer "cemaat" yada "tarikat" yada diğer adlardaki hiziplere gelsin... kendi grubuyla övünen ve diğerlerini yarım müslüman sananlara gelsin.

bırakın bu ülkeyi, dünyanın çökmesindeki temel sebep tüm hizipcilere bölücülere gelsin.
Osmanlıyı sırtından vuran Şeyh Hüseyinin (iki eli kurusun, kurudu da) hiziplerine gelsin.
İnsanı müslüman temeli hariç "bizden değil" diye adlandıran tüm BİZ cilere gelsin

[B]Mü’minûn 53
Ne var ki insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her gurup kendilerinde bulunan (fikir ve davranış) ile sevinip böbürlenmektedirler.[/B]

Allahın temel emrini çiğneyip hizipleşmişsiniz bir kere, kitapta yazmayan namazı kılmak yada tespiki çekmek sizi kurtarır mı sandınız?

[B]Rûm 32
Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.[/B]

merdem 15. January 2013 12:23 AM

[QUOTE=nuh;3319][COLOR="Red"](Hac)3. İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan birtakım kimseler vardır. [/COLOR](Yusuf)106. Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler. (Enbiya)45. De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar.54. Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz, dedi. (Müminun)108. Buyurur ki: Alçaldıkça alçalın orada! Bana karşı konuşmayın artık! (Enfal)2. Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir(Nisa)56. Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka derilerle değiştiririz ki acıyı duysunlar! Allah daima üstün ve hakîmdir.[/QUOTE]


Allah razi olsun Kardesim,

Not etmis bulundugun Ayet hakkinda düsündüm ve bilgim olmadigi konularda Allah hakkinda tartismaktan kendimi alikoyacagim, yine Rabbimin rizasiyle gerceklesecek elbette Sagolasin.

Selam ve dua ile.

merdem 15. February 2013 10:23 PM

[QUOTE=aşık74;8794]Öncelikle hoş geldiniz kardeşim. :)

İnşallah bu platformda faydalı bilgi paylaşımlarımız olur hep beraber.

Bende aynı sizin gii davranıyordum,sürekli farklı guruplara katılır,bir şeyler öğrenmeye çalışırdım. Ama ters giden birşeyler vardı !!!
Ters giden şey ise bu gittiğim toplulukların hiç birinde KURAN ' ı anlama adına hiçbir çalışma yapılmamasıydı.

Ama basit bir mantık yürütürsek rabbimiz bize KURAN' dan sorumlu tutulacağımızı bildirmiş,bu ipe sarılın demiş,buna uyan mutlu sonu bulacaktır demiş.

Rabbime çoook dualar ettim,çok yalvardım.Çok şükür'ki rabbim dua larımı kabul etti,birileri ve birşeyleri vesile kıldı,ve yaşadığım şehir de ,YANLIZ KURAN konuşulan bir gurup insanlarla tanışmamı nasip etti.

Ve bu KURAN konuşmalarımızı ,cuma suresine uyarak yapıyoruz çok şükür :)
Yani KURAN da farz olan bir ibadeti de yapmış oluyoruz.

Nurculuk ile ilgili ise alttaki yazıyı okumanız faydalı olacaktır diye düşünüyorum.

[SIZE="4"]1- İslam dininin ana kaynağı olan Kuran'da mezhep, tarikat yoktur. Kuran-ı Kerim bölücü değil bütünleştiricidir. Oysa bütün mezhepler ve tarikatlar bölücüdür, ayrı ayrı topluluklar oluşturmayı yeğler.

2- İslam’da bütün ibadetler, Kuran’da adı sanı geçmeyen kişiler için değil Allah adına sürdürülür. Oysa Nurculukta kurucusunun adı, Allah’ın adları yanında anılır.

3- İslam’ın biricik kitabı Kuran-ı Kerim’dir. Onun yenisi, eskisi olmaz, benzeri, örneği yazılamaz, başka bir kitap Kuran anlamında alınamaz, yorumlanamaz. Oysa Nurculukta Risale-i Nur, Kuran yerine de okunabilmektedir. Bu tutum İslam’a büsbütün aykırıdır; “Küfr-i kebir”dir, büyük suçtur.

4- Kuran'da bütün inananların kardeş oldukları, Allah’ın bütün evrenin yaratıcısı olduğu bildirilir, insanlar arasında üstünlük-aşağılık ayrımı gözetilmez. Oysa Nurculukta Said-i Kürdi; üstün yaratılışlı, Allah’la aracısız bağlantı kuran bir kimse diye nitelenir.

5- Kuran'a göre ibadet belli bir düzene göre, alçakgönüllüce sürdürülür. Nurculukta değişik kılıklara bürünmek, olduğundan başka türlü görünmek, elde değnek (asa) bulundurmak, vs… vardır.

6- İslam'da belli bir toplumsal sınıf ayrımı yoktur, bütün insanlar eşittir. Oysa Nurculukta “Nur talebesi” denen özel bir topluluk, ayrı bir sınıf vardır. Bunlar gerçek Müslümanken öbürleri dinsizdir, kafirdir.

7- İslam'da ibadet açıktır, gizli kapaklı değildir. Nurculuktaysa gizlidir, toplumun gözünden uzaktır. Nitekim ülkemizde Nurcuların oluşturdukları toplulukların tümü dışarıya gizlidir.

Risale-i Nur’daki Sayıklamalar :

Said-i Nursi, “Sikke-i Tasdik-i Gaybi” adlı risalesinde kendi yazılarını Kuran’la özdeş sayar, kendini Allah’la konusan peygamberle eş tutar. Nitekim şöyle bir yorum getirir : “

“Risale-i Nur”u Allah Kuran-ı Kerim’de imzalamıştır. Basta Hz. Muhammet olarak Hz. Ali, Abdulkadir Geylani, Muhittin Arabi ve öteki büyükler de Risale-i Nur'a imza koymuşlardır.”


Said-i Kürdi Isparta'da yazdığı lemalardaysa şunları söylüyor :

“Risale-i Nur girdiği her yeri kutsallaştırmış, bu arada Isparta'ya mübareklik kazandırmıştır. Risale-i Nur, Isparta'ya bütün illerin üzerinde bir dindarlık meziyeti kazandırmıştır.”

Kendini böylece Allah yerine de koyan Said-i Nursi(Said-i Kürdi), “Sönmez Risalesi”nde su sözlerle “Risale-i Nur”u övmektedir :

“Risale-i Nur Kuran’ın aynasıdır, bir mucize niteliğindedir… Risale-i Nur’a kimse karşı koyamaz; onunla boy ölçüşemez, hiçbir kitap ona denk tutulamaz.”

Said-i Nursi’ye göre Risale-i Nur, kendisine Allah’ın isteği üzerine dolaysız olarak indirilmiştir. “Bediüzzaman Cevap Veriyor, 1960” adlı yazıda da “Risale-i Nur, Said-i Nursi’ye Allah tarafından verilmistir.” denmektedir.


İslam dinine göreyse Allah dört peygambere kutsal kitap indirmiştir. Tersini iddia eden sahte peygamber Kürt Sait’in ardından gitmek sapkınlıktır.

Nursi'nin “Mesnevi-yi Nuriye” adlı yazısındaysa şu ifadeler vardır :

“Risale-i Nur, Kuran’ın bir mucizesi olduğundan her şeyde bir marifet penceresi açmıştır. Bu kitap, Kuran'a ait bir sırrı çözerek bir yıllık bir işi bir saatte bitirecek duruma gelmiştir... Risale-i Nur, Musa peygamberin asası gibi nereye değdiyse oradan su çıkarmıştır.”


İslam dinine göre başta insan olmak üzere, bütün yaratılmışlar kendi dillerince Allah’ın adını anarlar. Bizim Said-i Nursi ise bakınız bu konuda ne der:

“Risale-i Nur'u sadece kuşlar değil, gökte ve yerde bulunan bütün varlıklar alkışlar.”


Said-i Nursi yazılarının çoğunda kendini kimi yerde üstü kapalı, kimi yerde çok açık olarak Allah’la aracısız konuştuğunu vurgular. Onun “Hizmet Rehberi” dediği yazısında şu ifadeler vardır :

“...Ama onda (Risale-i Nur'da) yazılanlar Kuran’ın malıdır. Hepsi Allah’tandır... Peygamberimiz Kuran-ı Kerim'in sadece bir tercümanıydı. Üstat da (Said-i Kürdi) Risale-i Nur'un sadece bir tercümanı gibidir.”


“İman Hakikatleri” başlıklı yazısında söyledikleriyse ürperticidir :

“Risale-i Nur, peygamberimizin risaletini yani peygamberliğinin bir mirasını üstada verir.”


Risale-i Nur'un “Hizmet Risalesi” bölümünde geçen şu sözler de ilginçtir :

“Risale-i Nur'a itiraz edilemez. Yapılacak her itiraz en ulu kişilerden , Kutbu'l Azam'dan da gelse aldırış edilmemeli.”


İslam terminolojisinde Kutbu’l Azam peygamber demektir.

Said-i Nursinin eserlerinden birkaç örnek daha :

“Kuran-ı Kerim ve Risale-i Nur, rahman ve rahim olan Allah’ın bir indirişidir. Kuran-ı Kerim ve Risale-i Nur'un indirilişi aziz ve hakim olan Allah’tandır.”


“İşte o nur hem Kuran-ı Kerim’dir hem de Risale-i Nurdur.” “



“Risale-i Nur'un 129 parçası Kuran'dan uzanan elektrik telinin ucuna takılan 129 elektrik lambası gibidir.”



Kuran-ı Kerim’deki Secde suresinin 2. ve 3. ayetleri, Said-i Nursi'ye göre Risale-i Nur'u anlatmaktadır. Nurculara göre Risale-i Nur öyle bir kitaptır ki Fussilet suresi 33. ayette de anlatılan Nur tarikatı üyeleridir.


Said-i Nursi'ye göre de “Hiç bir sözün kendisininkinden daha güzel olamayacağı “söz” , Risale-i Nur külliyatından olan “Sözler” adli risaledir. Fussilet suresi 33. ayette de işte bu kitap anlatılmak istenmiş ve övülmüştür.


İslam dininin ve de Kuran-ı Kerim’in nasıl çarptırmalara uğratılarak Nurculuk denilen sayıklamanın desteklenmek istediği, Allah buyruğuymuş gibi gösterilmeye çalışıldığı açıkça ortadadır.


Said-i Nursi “Nur Meyveleri” adlı yazısında da şöyle der :

“Risale-i Nur okumak veya yazmak alim olmak için yeterlidir, başka bilgiye gerek yoktur.”

Said-i Nursi’ye göre “Risale-i Nur, kendisine hizmet edenleri en başta Nur talebelerini mutlak cennete götürecektir.” Ortaçağ Avrupası’nda kiliseler de varsıl (zengin) kişilere büyük paralar karşılığında cennetten arsa satıyorlardı.


Nurcular Kendilerine Niçin Cemaat Derler?

Nurculukta “tarikat” sözcüğü kullanılmaz. Nurcular kendi sapkın topluluklarına “cemaat” derler. Kendilerine “cemaat” demelerinin nedeniyse “Cemaat-i Müslimin” örneğinde olduğu üzere Said-i Nursi’nin kurduğu, Risale-i Nur’un da sözde kutsal kitap olduğu, sözde “yeni İslam dininin” üyelerini de “Nur Cemaati” oluşturmaktadır.

Yanıtı Belli Sorular :

1- (Said-i Kürdi) Bediüzzaman(!) Said-i Nursi Risale-i Nur’da gecen sözlerinin Allah’tan geldiğini, esin kaynağının Allah olduğunu savunmaktadır. Bu iddia, onun aracısız olarak Allah’la bağlantı kurduğu anl!!!!! gelmez mi? Allah’la aracısız bağlantı kuran kişilere ne denir? İslam’a göre son peygamber Hz. Muhammet olduğuna göre Kürt Sait kimdir?

2- Said Nursiye göre “Risale-i Nur'a itiraz edilemez. Yapılacak her itiraz en ulu kişilerden , Kutbu'l Azam'dan da gelse aldırış edilmemeli.” diye tanımlanan Risale-i Nur’u Kuran-ı Kerim’den üstün gören Nurcular kimdir?

3- Said Nursinin Nur Cemaati ve ilhamını ondan alan Fettulah Gülen’in tarikatı bu para kaynağını nereden bulmaktadır? Açılan bütün okulların, binaların, yurtların, çalıştırılan insanların masrafları kişisel bağışlarla karşılanmaktadır iddiasına inanıp bu sapkınların peşinden gidenlere ne denir?



KURAN'DA LAİKLİĞE İLİŞKİN AYETLER

"Size Rabbinizden basiretler (gerçekleri anlama, kavrama yetenekleri) verildi. Artık kim hakkı (iyiyi kötüyü, eğriyi-doğruyu) görürse kendine, kim de körlük ederse kendi zararınadır. Ben, sizin üzerinizde muhafız (koruyan, kollayan) değilim." (En'am / 104)

"Ey iman edenler! Peygamberinize raina (çobanımız) demeyin." (Bakara / 104)

"Kim doğru yola gelirse kendisi için gelmiş, kim doğru yoldan saparsa, kendi aleyhine sapmış olur. Kimse, kimsenin günahını çekmez." (İsra / 25)

"Kimse başkasının yükünü taşımaz." (En'am / 164)

"Hiç kimse başka birisinin günahını yüklenmez." (Necm / 38 )

"Bize düşen sadece doğru yolu göstermektir." (Leyl / 12)

"Yolun doğrusunu göstermek Allah'a aittir. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi." (Nahl / 9)

"Dinde ikrah (zorlama) yoktur." (Bakara / 256)

"Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi kesinlikle inanırlardı... Durum böyleyken inanmaları için insanları sen mi zorlayacaksın." (Yunus / 199)

"Öğüt ver, çünkü sen ancak bir öğütçüsün. İnsanlar üzerine musallat (rahatsız eden, ısrar eden) değilsin." (Gaşiye / 188)

"Allah dileseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı. Verdikleriyle sizi denemek için tek bir ümmet yapmadı." (Maide / 48 )

"Sizin dininiz sizin olsun, benim dinim bana yeter." (Kâfirun / 109)

"Rabbin dileseydi, insanları tek bir ümmet haline getirirdi." (Hud / 118, 119)

"Her ümmetin bir yönü ve yöntemi vardır ki ona doğru yönelir. Öyleyse hayırlı işlerde birbirinizle yarışın." (Bakara / 148)

"Müminler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiilerden kim Allah'a ve ahiret gününe inanır ve iyi hareketlerde bulunursa onların Rableri katında elbette mükafatları olacaktır. Onlara bir korku da yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır." (Bakara/62)

"Üzerlerine gerekli kılmadığımız halde, Allah'ın rızasına erişmek için, ruhbaniyeti din adına icat edip ortaya çıkardılar." (Hadid / 27)

"İyi bilin ki öz din yalnız ve yalnız Allah'ındır." (Zümer / 3)

"Yoksa Allah'tan başka şefaatçılar mı edindiler? De ki; şefaat tümden Allah'ındır." (Zümer / 43, 44)

"Kitlelerin malını, emeğini 'Sizi Allah'a götüreceğiz.' diyerek çeşitli oyunlarla yiyenler..." (Tövbe / 34)


Sapkındır, delidir denilerek Toptaşı Tımarhanesi’ne atılan Atatürk’ün özenle adaylarını belirlediği İkinci Meclis’e alınmayan, Kuvayı Milliye düşmanı, Kürdistan talepçisi, sahte peygamber Kürt Sait’in Risale-i Nur adlı yazıları bir sayıklamadan ibarettir. Bunun tersini inanmak isteyenler binbir demogoji ve saptırmayla kendi bildikleri yolda yürümeye devam edebilirler. Kuran-ı Kerim’i bile saptırmaktan çekinmeyen kişilerin yazdığımız sözleri, bunca kanıtı saptıracakları da kuşkusuzdur. Bizim sözlerimiz bu yolun yolcularına değil kendi öz ve temiz İslam inançlarından dolayı bu gibi sapkınların ağlarına düşebilecek kesimler içindir.


“Türk ulusu daha dindar olmalıdır. Yani bütün yalınlığıyla dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam ona da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor. Oysa Türkiye'ye bağımsızlığını veren bu Asya ulusunun içinde daha karışık, yapay, boş inançlardan ibaret bir din daha vardır. Ancak bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Onlar aydınlığa yaklaşamazlarsa kendilerini yok ve mahkum etmişler demektir. Onları da kurtaracağız.”(Mustafa Kemal ATATÜRK)

[/SIZE][/QUOTE]


Yaziklar olsun Türk Hükümeti Rusya kadar olamadi dememek elde degil. Daha en bastan Said Nursiye bu imkani taniyanlar Said Nursiden daha kabahatliler. Yarin öbürgün Türkiye'nin basina nurculardan bir taskinlik gelecek olursa kimsede kabahat aramasinlar. Sanki 4 hak (!) mezhep yetmemis gibi, müslümanlarin bölünmelerini destekleyenler var. Kimlerin oyununa geliyoruz bir uyansak artik.


[COLOR="Blue"]Sevginur kardesimizden cok güzel bir güncel haber:[/COLOR]

[COLOR="Red"]Rusya'da mahkeme kararı ile Said Nursi Bediüzzaman'ın bütün kitapları yasaklandı[/COLOR]

[B] Rusya’da Kaliningrad Mahkemesi, Said Nursi’nin 16 kitabını ’aşırı’ olduğu gerekçesiyle sakıncalı bularak yasaklanmasına karar verdi.

RIA Novosti ajansının haberine göre mahkeme kararını adli tıp raporuna dayandırdı. Adli tıp tarafından yapılan ’psikolojik-dilbilimsel’ incelemede, Said Nursi’nin 14 Risale-i Nur kitabıyla iki broşürü, ’Dini nefreti teşvik ettiği ve İslam’a inanmayanların dini özgürlüklerine zarar verdiği’ gerekçesiyle sakıncalı bulundu. Ajans, söz konusu kitapların Kaliningrad’ta oturan ve radikal bir örgüt taraftarı olduğundan şüphelenilen bir zanlının evinde ele geçirildiğini duyurdu.

NURCU ÖRGÜTLERİ YASAKLAMA

Kaliningrad Mahkemesi, Rus Yüksek Mahkemesi’nin 2008 yılında aldığı bir kararla "Nurcu örgütleri" yasaklama kararına dayanarak zanlıyı ’Yasa dışı örgüte üye olmak’ suçundan da yargılama kararı aldı. Mahkemenin son kararıyla, Said Nursi’nin kitapları bütün Rusya çapında yasaklı kitaplar listesine girmiş oldu.



[url]www.internethaber[/url].



Moskova İslâm Üniversitesi Rektörü Marat Murtazin, Rusya’daki İslâmî gelişmeleri anlatırken; “Ateizm artık Rusya’da devlet politikası olmaktan çıktı” dedi. Said Nursî'nin “Rus da dinsiz kalamaz, Kur'ân'la musalâha veya tâbi olur” sözüne Ateizm Rusyanın devlet politasından çıktığına göre bu tesbitin gerçekleşmiş olduğu söylenebilir" ifadesini kullanmış."Bediüzzaman'a göre bir Mümin,"Ateist" olabilir ama Kalben asla “Hıristiyan” olamaz ![/B]



Not: Bu bölümdeki yazilari sayfa 8 e kadar heyecanla okudum, burada bir dur dedim kendime :) simdi kalan sayfalari okuyabilirim rahatlikla.:p

Degerli ASIK Kardesim tebrik ederim seni ve tüm degerli kardeslerimize ayri ayri tesekkür ederim cok güzel destek verici paylasimlarindan dolayi.

Selam ve dua ile.

merdem 15. February 2013 10:42 PM

[QUOTE=dost1;9729]Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

Hilmi POLAT (İlahiyatçıÖğretmen) kardeşimizin çalışmasını sizlerle paylaşmak istiyorum.

[B]Said-i Nursi; 3 aylık kısa bir ilim tahsiliyle nasıl “Allame-i cihan” olup ulaşılmaz bir makama çıkmıştır?[/B]

[B]Şuâlar, 542, Onbeşinci Şua’da geçen[/B]; “Evet o zât (Said Nursî) daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulûm-u evvelîn ve âhîrine ve ledünniyat ve hakaik-ı eşyaya ve esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlâhiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyâya kimse nail olmamıştır. ”

Kur'an-ı Kerim’e göre peygamberler bile böyle bir bilgiye ve makama ulaşmamışken, bu iddia için Allah (c.c)’tan korkmak gerekmez mi? ;

[B]Said Nursi; ne olursa olsun her zaman her şeyi bilen birisi midir?[/B]

[B]Tarihçe-i Hayat, c. II, s. 2123-2124 de geçen[/B]

“.. daha çocukken asrın bilgini olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiştir”

[B]İctimâi Reçeteler I, 11, Tarihçe-i Hayat/Rü'ya’da geçen[/B]

“ Herhangi ilme sorulan suale bila-tereddüd derhal cevap verirdi.”

[B]İctimâi Reçeteler I, 14, Tarihçe-i Hayat’ta geçen[/B]
“Sorulacak suallere cevap vermeye hazır bulunduğu gibi kimseye sual sormayacağını da beyan ederek bu kararda yirmi sene sebat etti.”

Her zaman her şeyi bilen sadece Allah değil midir? Böyle bir inanç şirk, küfür değil midir?

[B]Risale-i Nur denen kitaplar kutsal mıdır, değil midir? Ya da Kur'an-ı Kerim’in taklidi midir?[/B]

[B]Şualar, Birinci Şua, c. I, s. 833.de geçen[/B];

“Resailin Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.”

[B]Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 92[/B],; “Risale-i Nur müminlere şifa ve rahmettir.”

[B]Zülfikar Mecmuası, 436 da geçen[/B];
“EY RİSALE-İ NUR! (...) Sen, "Ben, Rabbânî ve Kur'anîyim. Öyle kuru kavak değilim. Şevkli ve şa’şaalı ve nûrâniyim. Bir Hayy-ı Lâyemût’un eserinden fışkıran, lâyemût san'atlı ve kerâmetli bir nurum. Cansızlara can ve canlılara taze can üflüyorum. Bin, dertlere derman ve âlemlere rahmet-i Rahmânım. İnat ve ısrarı bırak. Beni oku ve beni dinle. Karanlığa ve hiçe giden, hesapsız ve hedefsiz yolundan seni kurtarıp, kokocaman bir saadet ve sermediyet âlemi kazandırayım." diye nidâ ediyorsun”.

[B]Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 89-90’da geçen[/B];
“o semavî bürhan-ı kudsînin yerde bir bürhanı Resâil-in-Nur’dur
[B]Sözler, 645-646’da geçen[/B]; “Nur Risaleleri de 23 senede tamamlandı.”

[B]Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 199’da geçen[/B];
"ve lâ ratbin ve lâ yâbisin illâ fî kitâbin mubînin" sırrıyla, Kur'anda elbette bu istikametli tefsirinin istikametine işaret var. Evet var. Kur'an o tefsirine hususî bakıyor.”

( Söz konusu ayet madem Nur Risaleleri’ne işaret etmektedir, başka risalelere, başka kitaplara... da işaret etmektedir.İslâm fukahası, söz gelimi beş vakit namazın kaçar rekât olduğunu bile Kur'an’da bulamamışlarken; Said Nursî kendi adını, doğum tarihini, risalelerinin isim ve yazılış tarihlerini onda bulabilmiştir!... Demek fakihler aramayı bilememişler!...)

[B]Zülfikar Mecmuası, 433’de geçen[/B];
“İslâmiyet güneşinin doğuşundan tam öndört asır sonra, senin gibi ulvî ve İlâhî ve arşî bir nurun tekrar ve yeniden, bahusus bu son asırda, hem Türk elinde ve hem de Türk dilinde doğması, acaba kimin hatır ve hayalinden geçerdi? Bu ne büyük bir ni’met bizlere ve bu asır halkı için ne bahtiyarlık Yârabbi!.

Türkçemiz seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan üstüne bağdaş kurup oturmaktadır.”

[B]Şuâlar, 241’de geçen[/B];
“(...) Risale-i Nur’a hücum edilmez. O doğrudan doğruya Kur'an’a bağlanmış ve Kur'an dahi arş-ı a’zamla bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın ve o kuvvetli ipleri çözsün.”

[B]Müdâfaalar, 104’te geçen[/B];
“Risale-i Nur’un arkasında otuzüç âyât-ı Kur'aniye işârâtı ve Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahu Anh’in üç kerâmât-ı gaybiye ile ihbârâtı ve Gavs-ı A’zâm’ın sarahate yakın şehâdeti var. Ona hücûm, bunlara hücûmdur.”

Alıntı yaptığımız bu cümlelerde anlatılmak istenenler düpedüz Kuran-ı kullanarak Risaleleri kutsallaştırmak değil midir? Bu iddia yeni bir din, yeni bir ilahi kitap ve yeni bir peygamber demek değil midir? Bu İslam’a göre küfür değil midir?

Kur’an’da Hz.Muhammed’e açıklanmadığı halde Said Nursi’ye açıklanmış gizli gerçekler var mıdır? Risalei Nur; Kur’an’nın gizli gerçeklerinin arştan inen kesin delili midir?

[B]Şualar, Birinci Şua, Yirmi dördüncü Ayette geçen[/B]; “Kur’an’ın gizli hakikatleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!!...”

[B]Kastamonu Lâhikası, 231, Yirmiyedinci Mektubda geçen[/B]; “Risale-i Nur, yüze yakın din tılsımlarını ve hakâik-ı Kur'aniyenin muammalarını keşfetmiştir ki; her bir tılsımın bilinmemesinden çok insanlar şübehata ve şükûke düşüp, tereddüdlerden kurtulmayıp, bazan îmanını kaybederdi. Şimdi, bütün denizler toplansalar, o tılsımların keşfinden sonra galebe edemezler.”

[B]Şualar, Birinci Şua, Yirmi ikinci Ayet ve Ayetler, c. I, s. 841’de geçen[/B];

“Resailin Nur denilen otuz üç aded Söz ve otuz üç aded Mektub ve otuz bir aded Lem'alar, bu zamanda, Kitabı Mübin'deki âyetlerin âyetleridir”.

Bu iddiaları ileri sürenlere göre; Said Nursi yeni bir peygamber, Risaleler ise yeni bir ilahi kitap, Kur’an sırlarla dolu açıklanmamış gizli bir kitap, Risale-i Nur’lar imanı kurtaran kitap, Hz.Muhammed ise Kur’an’ın sırlarından habersiz veya haberi varsa bunları ümmetten saklamış bir peygamber olur ki böyle bir iddia küfürdür.

[B]Risalei Nur denen kitaplar kusursuz, eksiksiz, izaha ihtiyacı olmayan ve mükemmel bir kitap mıdır?[/B]

[B]Barla Lahikası, Yirmi Yedinci Mektub ve Zeyilleri, c. II, 1415. de geçen[/B];
“Mübarek Sözler şübhesiz Kitabı Mübin'in nurlu lemeatıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır”.

[B]Barla Lâhikası, 56’da geçen[/B];

“Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. (...) Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyorum telâkki ediyorum.”

[B]Barla Lâhikası, 194’de geçen[/B];
“Kimin haddi var ki, risâlelerin birisine el uzatsın veyahut bir sahifesine dil uzatsın, veyahut bir cümlesini tenkid etsin, veyahut bir kelimesine, hatta bir harfine ve belki bir noktasına itirazda bulunsun.” (Malumdur ki, Kur'an’ın bazı harflerinde, hatta kelimelerinde ve vakıf (duraklama) yerlerinde, dolayısıyla noktalamasında çeşitli ihtilâflar vardır. Buna karşın Nur Risaleleri’nin noktasına bile itiraz edilemez, bir harfine bile dokunmak büyük bir günahtır)

[B]Rehberler, 194, Hanımlar Rehberi’inde geçen[/B];
“ Risale-i Nur, yer yüzünde emsaline rastlanmıyan ve bundan sonra dahi rastlanmasına imkân olmıyan bir derya-yı îmân ve bir tevhid hazinesidir.”

[B]Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 199’da geçen[/B];
“Ey Risale-i Nur! (...) Bütün eller ve dillerde kemâl-i iştiha ve iştiyakla dinlenip okunacak ve yazılıp yayılacak en tatlı ve en halâvetli, en câzibedar ve en revnekdar yegâne eser-i metin ve nûr-u mübîn ancak sensin!

Bu iddialar hangi cesaretle söylenmektedir. Kur'an-ı Kerim’e iman etmiş bir Müslüman için; Kur’an dışında kusursuz, tam ve mükemmel bir kitap olabilir mi? Bu iddia insan eliyle yazılmış bir kitap için fuhşiyat/ aşırı gitmek değil midir? Bu görüşler kişiyi şirke, küfre götürmez mi?

[B]Bu devirde; “Urvet-ül vüska”, yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir “hablullah” (Allah’ın ipi) olan kitap Kuran mıdır yoksa Risalei Nur mudur?[/B]

[B]Şualar, On Birinci Şua, c. I, s. 985.de geçen[/B];
“Risale-i Nur bu asırda, bu tarihte bir “urvet-ül vüska”dır. Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir “hablullah” yani Allah’ın ipidir.”

[B]Âsâ-yı Mûsa, 82’de geçen[/B];
“Buna rağmen bizzat Kur'an-ı Kerim, Risaletu’n-Nur’un çok muhkem, kopmaz bir zincir ve bir "Hablullah" olduğunu "Ona (Nur Risaleleri’ne) elini atıp yapışanın necat bulacağını" mana-yı ********yle haber verir.” cümlelerine ne demeli? Yorumu siz yapın!!

[B]Müslümanların şeriat, dua, ve ibadet kitabı Kuran mıdır, yoksa Risaleler midir?[/B]

[B]Emirdağ Lahikası I, c. II, s. 1719. de geçen[/B] “Risale-i Nur'un menşur-u hakikatında tam tecelli ettiğinden, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emr-ü davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı hakikat, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı İlmi Kelâm, hem bir kitab-ı İlmi İlahiyat, hem bir kitabı teşviki san'at, hem bir kitabı belâgat, hem bir kitabı isbat-ı vahdaniyet; muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskâttır”. Cümlesi Said Nursi’nin Risalelerini Kur’anlaştırma çabaları değil midir?

[B]Bu devirde Müslümanlar Kurana mı yoksa Risalelere mi muhtaçtır? Müslümanların tekrar tekrar okuması gereken kitap Kuran mı yoksa Risaleler mi?[/B]

[B]Kastamonu Lâhikası, 73’te geçen[/B];

“Risale-i Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat'î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur’dadır. Evet onbeş sene yerine, onbeş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, îman-ı hakikîye îsal eder. Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum. Siz dahi Risale-i Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.”

[B]İctimâi Reçeteler II, 193’te geçen[/B];
“Hem şu hakikat zahir ve bahirdir ki: Bir kimse allâme dahi olsa, Risale-i Nur’un ve Müellifinin talebesidir; Risale-i Nur’u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gaflet ederse kendini aldatan enaniyetine boyun eğip, Risale-i Nur Külliyatını okumazsa büyük bir mahrumiyete düçar olur.”

[B]Bediüzzaman Said Nursî, 666’da geçen[/B];
“Bütün bunlar, Risale-i Nur’un dünya çapında muazzam bir boşluğu doldurmakta olduğunun delil ve emareleri değil midir? Bütün beşeriyet, Kur'âna ve dolayısiyle asrımızda onun mânevî i’cazını ispat ve beyan eden Risale-i Nur’a muhtaçtır.” Cümlelerinde geçen telkinler Müslümanların, Kur’an’ı suiistimal eden Risalelere muhtaç olduğunu ortaya koymaktadır.

[B]Zamanımızda İmanı kurtarmanın veya kurtuluşun tek yolu Nur cemaatına girip Risaleye mi tabii olmaktır?[/B]

[B]Emirdağ Lâhikası (1), Mektup No: 81, c. II, s.1733. de geçen[/B];
“Bu acip ve dehşetli ve hiç misli görülmemiş devirde, hususan ehl-i imanın çok sarsıntılar geçirdiği ve çok dehşetli düşmanlar karşısında bulunduğu ve küfr-ü mutlak ateşinin mahallemizi sardığı bir zamanda, ancak ve ancak, güvenimizin en müstahkem, kavî, yıkılmaz, sarsılmaz tahkimatı olan Risale-i Nur'un nurânî siperlerine iltica etmekle ve onun daire-i kudsiyesine dehalet etmekle kurtulacak ve imanınızı kurtararak, idam-ı ebedî zannettiğiniz ölümü bir hayat-ı bâkiyeye tebdil edeceksiniz”.

[B]Rehberler, 134, Gençlik Rehberi’nde geçen[/B];
“Evet bu asırdaki insanları saadete kavuşturacak eser ancak Risale-i Nur’dur. Bu hüküm Nur Risalelerini okuyanların kat'i bir hükmüdür. (...) Nasıl Kur'an-ı Kerim’e sarılanların dünya ve âhiretleri mamur olursa; O’nun parlak ve yüksek bir tefsiri olan Risale-i Nur’u okuyup amel edenler de hakiki saadete erişeceklerdir.”

[B]Bediüzzaman Said Nursî, 277, Kastamonu Hayatı’nda geçen[/B];
“(...) işaret ve beşaret-i Kur'aniyede ifade eder ki: "Risale-i Nur dâiresi içine girenler, tehlikede olan îmanlarını kurtarıyorlar ve îmanla kabre giriyorlar ve Cennete gidecekler." diye müjde verirler.”

[B]s. 312’de geçen[/B];
Evet, Risale-i Nur’un bu dehşetli zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkakası, her şeyin fevkindedir; Başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor.
Birinci Neticesi: Sadakat ve kanaatla Risale-i Nur dairesine giren, îmanla kabre gireceğine gayet kuvvetli senetler var.”

[B]Kastamonu Lâhikası, 47’de geçen[/B];
“fefi’l-cenneti hâlidîne” âyetinin sırrıyle, "Risale-i Nur talebeleri, îman ile kabre gireceklerdir" tebşîratının (...)” Cümlelerde Said Nursi; kurtuluşun, cennetin, gerçek saadetin yolu olarak Risalelere sığınmayı, kutsal cemaatine girmeyi, Kur’an’la yetinilmeyip Risalelere tabi olunması gerektiğini söylemektedir.

[B]Risalelerin yolunda çalışmak, hizmet etmek günahlara kefaret midir?[/B]

[B]Sikke-i Tasdik-i Gaybî, c. II, s. 2061. de geçen[/B];
“Kur'an lemeatlarına ve dellâlı bulunan Risale-i Nura değil ilişmek, tamamiyle terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara keffaret ve gelecek müdhiş belâlara ve anarşistliğe bir sed olabilsin.” Cümlesiyle Said Nursi af olmanın yolu olarak Risale propagandasını ve yazımını göstermektedir.

[B]Risale-i Nur; bela ve musibetleri def edip kendisine itiraz edenlerin başlarına bela veya musibetler getirir mi?[/B]

[B]Şuâlar, 308-311, Onüçüncü Şua’da geçen[/B];
“İşte Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri uzun senelerdenberi "zındıklar Risale-i Nura dokunmasınlar ve şakirdlerine ilişmesinler. Eğer dokunurlar ve ilişirlerse, yakından bekliyen felâketler, onları yüz defa pişman edecek," diye Risale-i Nur ile haber verdiği yüzler hadisat içinde işte zelzele eliyle doğruluğunu imza ederek gelen dört hakikatlı felâket daha…Bütün arkadaşlar lâ ilâhe illallah zikrine devam ediyorduk. Zelzele bütün şiddetiyle devam etmekteydi. O sırada hatırımıza geldi, Risale-i Nur’u aşkla ve bir saikle üç-beş defa şefaatçi ederek Cenab-ı Hak’tan halâs ettik.(Bu apaçık şirk değil midir?) Elhamdulillah derhal sakin oldu…Zındıka tarafdarları mübarek Üstadımızın ihbarları olan ve Risale-i Nur’un büyük kerametlerinden olup... zelzele eliyle gelen beliyyelere ehemmiyet vermek istemiyorlardı.”

[B]Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 270’de geçen[/B];
“Şimdi tam tahakkuk etti ki; zelzele, Risale-in-Nur ile alâkadardır. …bu şiddetli zelzelenin gelmesi gösteriyor ki; Risale-i Nur, bir vesile-i def'-i belâdır... tatile uğradıkça belâ fırsat bulup gelir.”

[B]Kastamonu Lâhikası, 14’de geçen[/B];
“Kardeşlerim, bu zelzele benim itikadımca Şakk-ı Kamer gibi bir mu’cize-i Kur'an’dır. En mütemerridi dahi tasdike mecbur eden bir vaziyete girdi.”


[B]Bediüzzaman Said Nursî, 557, Afyon Hayatı’nda geçen[/B];
“ Pek çok tecrübelerle ve hâdiselerle kat'î kanaat verecek bir tarzda Risale-i Nur’un ağlamasiyle, ya zemin titrer veyahut ağlar. Gözümüzle çok gördüğümüz ve kısmen mahkemelerde dahi isbat ettiğimiz gibi, tahminimce, bu kış, emsalsiz bir tarzda bidayette yaz gibi gülmesi, Risale-i Nur’un perde altında teksir makinesiyle gülmesine ve intişarına tevafuku ve her tarafta taharri ve müsadere endişesiyle tevakkufla ağlamasına, birdenbire kış, dehşetli hiddeti ve ağlamasiyle tetabuku, kuvvetli bir emaredir ki, hakikat-ı Kur'aniyenin bu asırda parlak bir mu’cize-i kübrasıdır. Zemin ve kâinat onun ile alâkadar.” (Risale için asfalt-yer ağlamış bee!)

[B]Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 35’te geçen[/B];
“Risalet-ün-Nur’un intişarına karşı gelen düşman ve casuslara mukabil bir tek fare çıktı, planlarını zîr ü zeber etti.”(Hayret abartının bu kadarına..Risale farelerin eline kalmış!)

[B]Şuâlar, 361-362, Ondördüncü Şua’da geçen[/B];
“Her ihtimal var ki; mübarek soba, benim teessüratımı ve tazarruatımı dinliyen tek ve menfaatli arkadaşım bana haber veriyor ki: "Bu zindan ve hapishaneden gideceksin, bana ihtiyaç kalmadı..." (Said; sobayla konuşup sobadan alıyor haberi!!)

[B]Şuâlar, 413, Ondördüncü Şua’da geçen[/B];
“ Aynı saatte, ağır penceremiz adeta sebepsiz kablarım ve şişelerim ve yemeklerim üzerine düştü. Biz tahmin ettik ki, hem camlar, hem bütün şişe ve bardaklarım kırıldılar ve içlerindeki taamlar zâyi’ oldular. Halbuki, hârika olarak hiçbir kırık ve zâyiat olmadı. Yalnız bana hediye gelen pişirdiğim et döküldü. Fakat Nur’un namzed yeni talebelerine kısmet oldu, benim de hediye kabul etmemek olan kaidemi muhafaza etti ve birinci hâdiseye hârikalığıyle tasdik edip imza bastı.” (Kapların, şişelerin ve yemeklerin dökülmesi Saidin doğruluğuna delil!!)

[B]Lem'alar, 246, Yirmialtıncı Lem'a’da geçen[/B];
“Risalet-ün-Nur şâkirdlerinin, hüsn-ü hizmetine acele bir mükâfat gördükleri gibi, hizmette kusur edenler dahi tokat yediklerini, Isparta’da olduğu gibi burada dahi gözümüzle gördük. Hacı Osmanla gelince, kapı güya lisan-ı hâl ile ona demiş ki: "üstadım seni kabul etmeyecek fakat ben sana açılacağım" diyerek arkasından sürgülenmiş kapı kendi kendine Mustafaya açılmış. Demek üstadımın onun hakkında, "Mustafa istikbale lâyıktır" diye söylediği sözü istikbal gösterdiği gibi, kapı da buna şahid olmuştur. Evet Husrevin yazdığı doğrudur, tasdik ediyorum. Kapı bu mübarek Mustafayı benim bedelime hem istikbal etti, hem de kabul etti. Said Nursî” (Kapıları konuşturan bir mucize!! Ve Said bunu tasdik ediyor??)

[B]Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 39-40’da geçen[/B];
“Üstadımız diyor ki: "Benim de kanaat-ı kat'iyyem çok tecrübelerle gelmiş ki, ben Risalet-ün-Nur’un tashihatiyle meşgul olduğum zaman, pek zâhir bir tarzda hem rızkımda bereket, hem suhulet görüyordum. Ne vakit çalışmazsam, o hali göremiyordum." (Haşa Rezzak Risale olmuş!!)

[B]Şuâlar, 322-323, Onüçüncü Şua’da geçen[/B];
“ Ona "Meyve"deki gençlik ve namaz mes'elelerini okudum ve dedim: Kumar oynama, namaz kıl. Kabûl etti. Fakat haylazlık galebe etti, namaz kılmadı, kumar oynadı. Birden, hiddet tokadını yedi. Üç-dört def'ada daima mağlûb oldu, fakir hâliyle beraber kırk lira ve sako ve pantolonu kumara verdi, daha aklı başına gelmedi. Bu gibi tokatlar daha var; fakat kâğıt bitti, mâna da bitti. Said Nursî”

Cümlelerde değindiğimiz ve değinemediğimiz onlarca saçma sapan iddialara dinî bir cevap veremiyoruz, söyleyecek söz bulamıyoruz. Sadece şunu soralım Nurculara; Üstadınızın tutuklandığı veya Nurculuğunuz yüzünden size menfi bir şey yapıldığı veyahut üstadınız öldüğü gün güneş veya ay tutulsaydı; siz de üsve-i hasene şanlı Resul (s.a.v.) gibi mertçe "güneşin veya ayın tutulmasının bu olaylarla bir alâkası yoktur" diyebilir miydiniz?

[B]“Risalei Nur” darda kalanlara ve günahkârlara yardım eder mi?[/B]

[B]Sikke-i Tasdik-i Gaybî s.2102 de geçen bir şiirde[/B]:
“Cürmümüzle külhan gibi pürnârız, Dert elinden hem her gün zâr u zârız. Affet bizi madem sana hep yârız, Ey nur-u rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur! Çevrildi ateşle bu koca dünya, Bir cehennem gibi kaynadı derya. Yetiş imdada ey şâh-ı evliya! Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risaletü'n-Nur!”

Bu şiir Kuran’a göre şirktir. Çünkü af istenecek, sığınılacak, yardım istenecek Risale değil Allah’tır; alemlerin rahmet nuru Risaleler değil Kur'an-ı Kerim’dir.

[B]Risale-i Nur'un manevî kişiliği (her kimse artık!!), ve talebelerinin manevi kişiliği Gavs-ı Âzam mıdır?[/B]

İslama göre “Gavs” (kendisine sığınanlara yardım eden) sadece Allah ‘tır. Aksi inanç ise şirktir. Fakat Kastamonu Lâhikası 121.Mektup ta geçen cümlede Said-i Nursi yardım için şöyle diyor:

“Ben, eskide, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam'da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, "Ferdiyet" dahi bulunduğundan, âhirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır” (Bu inanç düpedüz şirktir.)

[B]Risaleler itfayeciler gibi yangına engel olabilirler mi? [/B]

[B]Emirdağ Lahikası, Yirmi Yedinci Mektup, c. II, s. 1723. de geçen[/B]:

“ bîçare Ceylan yanıma geldi, dedi: "Biz yanıyoruz, mahvolduk." Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyet-ül Kübra'nın bir kısım matbu' nüshalarını yanıma getirmek için söyledim, fakat getirmedi. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risale-i Nur'u ve Âyet-ül Kübra'yı şefaatçı yapıp: "Ya Rabbi kurtar" dedim. Üç saat o dehşetli yangın hücumunda bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. Risale-i Nur'un ve Âyet-ül Kübra'nın hıfzında (korumasında) olan mağazaya kat'iyyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da müstesna olarak sağlam kaldı.” Sözleriyle Said Nursi Risalelerin yangına engel olduğunu, mağazayı koruduğunu iddia ederek şirk işlemiyor mu?

[B]Risale-i Nur’daki uydurma Hadisler ve Said-i Nursi’nin Hadis Uydurmacılığı[/B]

[B]Yirmisekizinci Lem'a’da geçen[/B]; "Ben ilmin şehriyim Ali’de onun kapısıdır.”
Nur Risaleleri’nde "Keramet-i Aleviye" diye sunulan zırvaların temel dayanağı, işte bu hadistir.

[B]Sözler, 269, Yirmiikinci Söz’de geçen[/B];
“Büyük bir nur lâmbası, Güneştir ki; arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden güneşin görünmesi, kucağında Peygamberin (A.S.M.) yatmasiyle ikindi namazını kılmayan İmam-ı Ali (R.A.) o mu’cizeye binaen ikindi namazını edâen kılmış.” (Dünya tersine dönmüşşşşşşş!)

[B]Mu’cizat-ı Ahmediyye/Onüçüncü İşaret’te geçen[/B];
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm namaz kılarken, hırçın bir çocuk, namazını kat'edip geçtiğinden, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ﻩﺮﺜﺍ ﻊﻁﻗﺍ ﻢﻬﻟﻟﺍ demiş. Ondan sonra çocuk daha yürümemiş öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş.” (Peygamberimize atılan iftira)

[B]Kastamonu Lâhikası, 35, Yirmiyedinci Mektubda geçen[/B];
“Ben namaz tesbîhatının âhirinde otuzüç def'a kelime-i tevhîd zikrederken birden kalbime geldi ki: Hadîs-i Şerîf’te "Bâzen bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer." Risalet-ün-Nur’da o saat var, çalış o saati bul, ihtar edildi.” (işi gücü bırak Risale-i Nur’la uğraşşşşş!)

[B]Mektubat, 410, Yirmidokuzuncu Mektup’ta geçen[/B];
"Bir rivayette, lisanı ehli cennetten sayılan Farisi lisanı….” (Eyvah Farsça bilmeyenler yandı!)

[B]Mektubat, 381-382, Yirmidokuzuncu Mektub’ta geçen[/B];
“ Hadîsin rivayetlerinde var ki: Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: "Ben neyim, sen nesin?" Nefis demiş: "Ben benim, sen sensin" Azab vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: "ENE ENE; ENTE ENTE". Hangi nevi azabı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş. Yâni aç bırakmış. Yine sormuş: "MEN ENE VEMA ENTE" Nefis demiş: "Sen benim Rabb-ı Rahîmimsin, ben senin âciz bir abdinim..."( Said-in Allah’a ve peygambere attığı iftira!!)

[B]Şuâlar, 48, Üçüncü Şua’da geçen[/B];
“Kur'an’dan ve münâcât-ı nebeviye olan Cevşen-ül-Kebîr’den aldığım bu dersimi,..
( Said; peygambere ait dediği bu cevşen hakkında maalesef hiçbir kaynak gösterememiştir.)

[B]Şuâlar, 484, Onbeşinci Şua’da geçen[/B];
“Binbir Esma-i İlâhiyyeye sarîhan ve işareten bakan ve bir cihetle Kur'an’dan çıkan bir hârika münâcât olan ve mârifetullahda terakki eden bütün âriflerin münâcâtlarının fevkınde bulunan ve bir gazvede "Zırhını çıkar onun yerine bu Cevşeni oku" diye Cebrail vahy getiren "Cevşen-ül-Kebîr" münâcâtı içindeki hakikatlar ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler,”(Ey Said! nerde bu vahiy dediğin iftiranın kaynağı)
[B]Kastamonu Lâhikası, 130, Yirmiyedinci Mektubda’da geçen[/B] şu sözdür:

Birden bu gelen Hadîs-i Şerif ihtar edildi: "Ahir zamanda, ihtiyâre kadınların samimî dinlerine ve kuvvetli itikadlarına tâbi olunuz.” (Kur’ana değilde ihtiyar kadınların dinlerine!!!)

[B]Mektubat, 165, Ondokuzuncu Mektub’da geçen[/B];
“Mi’rac gecesinin sabahında (...) Hem Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Kureyş’e demiş ki: "Yolda giderken, sizin bir kafilenizi gördüm; kafileniz yarın filân vakite gelecek. Sonra o vakit kafileye muntazır kaldılar. Kafile bir saat teehhür etmiş. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ihbarı doğru çıkmak için, ehl-i tahkikın tasdikıyla, Güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yâni Arz, O’nun sözünü doğru çıkarmak için; vazifesini, seyahatını bir saat tâtil etmiştir ve o tâtili, Güneş’in sükûnetiyle göstermiştir.” (Said attığı iftirayla güneşi durdurduuuu!)

[B]Lem'alar, 272, Yirmisekizinci Lem'a’da geçen[/B];
Said Nursî, Hacc suresinin 73. ayetinin tefsirinde, ayetin metninden sonra şöyle diyor:
“….Nemrud’u mağlub eden ve Hazret-i Musâ (A.S.) onların ta’cizlerine karşı müştekiyâne: "Ya Rab, bu muacciz mahlukları ne için bu kadar çoğaltmışsın?" deyince ilhamen cevap gelmiş ki: Sen bir def'a sineklere itiraz ettin, bu sinekler çok defa sual ediyorlar ki: "Ya Rab, bu koca kafalı beşer seni yalnız bir lisan ile zikr ediyor. Bazı da gaflet ediyor. Eğer yalnız kafasından bizleri halk etse idin, binler lisan ile sana zikredecek bizim gibi mahluklar olurlardı," diye …” (Bu da Hz. Musa’ya attığı iftira)

[B]Şuâlar, 228, Onbirinci Şua’da geçen şu[/B];
“Hem meselâ küre-i arzın nevileri adedince başlar ve o nevilerin fertleri sayısınca diller ve o ferdlerin âzâ ve yaprak ve meyveleri mikdarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve şuursuz ubûdiyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdarâne temsil edip dergâh-ı ilâhiyeye takdim etmek için kırkbin başlı ve her başı kırkbin dil ile herbir dil ile kırkbin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-i hakikat olarak muhbir-i sâdık haber vermiş.” (Said’in Melekler hakkında ki iftirası)

Hz. Peygambere isnat edilen bütün bu rivayetlerin kaynağı nedir? Bu haberler, hangi hadis kitabında geçmektedir? İşkembeyi kübradan atmak kolay!!

[B]Sözler, 233, Yirminci Söz’de geçen[/B];
(...) Nil-i mübârek, Dicle ve Fırat gibi ırmaklar, (...) hadiste rivayet ediliyor ki: "O üç nehrin herbirine Cennetten birer katre her vakit damlıyor ve ondan bereketlidirler." Hem bir rivayette denilmiş ki: "Şu üç nehrin menbaları, cennettendir."(Sait Dicle’yi hadise eklemiş)

[B]Mektubat, 104, Ondokuzuncu Mektub’da geçen[/B];
“Sonra ehl-i keşfin tasdikıyla; yetmiş def'a Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip, yakaza hâlinde O’nun sohbetiyle müşerref olan Celâleddin-i Suyutî gibi allâmeler ve muhakkikler ehâdis-i sahîhanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler.”

(Keşif yolunu kabul edince , bu durumda; bazı mülhitlerin, fikirsizlerin, hıfzsızların, bilgisizlerin karıştırdıkları uydurma hadisleri o büyük muhaddislerin ayırmalarının ne kıymeti kalır?! Onlar ayırsınlar, siz Resule sorup (!) onların ayırdıklarını tekrar sokuşturun... Bundan daha kötü ne olabilir ki! )

[B]Şuâlar, 433; Müdâfaalar’da Peygamberimize şöyle iftira atmaktadır[/B]:
“Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, bazı hâdislerle Ümmet-i Muhammediyenin ömrünün binbeşyüz seneyi pek geçmiyeceğini söylüyor.”

[B]RİSALE-İ NURUN EBCED-CİFR YOLUYLA KURAN AYETLERİNİ TAHRİF ETMESİ[/B]

[B]Said Nursi; büyücü ve sihirbazların (Hurafecilerin) kullandığı ve hiçbir doğruluğu olmayan, hayal mahsulü ve yalan olan ebced-cifir hesaplarını kullanarak, Kuran’ın 33 ayetini (kendisini ve kitaplarını kutsallaştırmak için) saptırmış ve tahrif etmiş midir?[/B]

“Kimi Yahudiler kelimeleri yerlerinden tahrif ederler (yerleşik anlamlarından kaydırırlar). …... Bunu dillerini bükerek ve dine saldırarak yaparlar. ….” (Nisa 4/46)

“Yazık o kimselere ki kendi elleriyle Kitap yazarlar; sonra « Bu, Allah katındandır.» derler ki, karşılığında az bir bedel alsınlar. Yazık o, kendi elleriyle yazdıklarından dolayı onlara! Yazık onunla kazandıklarına! (Bakara2/79)

Bu ayetlerin muhatabı sadece Yahudi ve Hristiyanlar değildir. Bu ayet Müslümanlara da hitap etmektedir. ‘Yahudi yapınca suç, Müslüman (veya Said Nursi) yapınca tefsir’ mantığı yanlıştır.

[B]Reşid Rıza Ebced-Cifir hakkında şunları söyler[/B]:

“Cifir; hak ve gerçek olsaydı, o yolla verilen her haberin doğru çıkması gerekirdi. Bunlar hükümdarları, valileri ve bu çapta başka kişileri aldatarak mallarını çarpmak, yanlarında iyi görünmek için vaz edilmiştir. Tesadüf neticesinde doğru çıkan birkaç haber cahilleri aldatıyor da, söylenen şeylerin hepsini doğru zannediyorlar.”

[B]Katip çelebi ise der ki[/B]; “Cefr ilmi, Emevî ve Abbasî halifeleri devrinde baskı gören Ali taraftarlarının baskıdan kurtulmak için ortaya attıkları ve yaydıkları bir inanıştır. Daha sonra bu iş, gelecekten haber veren ve kehanette bulunan bir yöntem hâline gelmiştir.”

İşin ilginç bir tarafı da şudur: Bu adamlar, bu işi çeşitli kehanetlerde bulunmak için yapmışlardır. Yani, bu gaybî anahtarı (!) "gelecek" kapısının kilidine sokmuşlardır.

Edebiyatçılar, ebced hesabını meşru bir tarzda kullanmışlar, sanat eserleri ortaya koymuşlar, belki de geçimlerini bu yolla temin etmişlerdir. Oysa Said Nursî beyhude yere, aynı anahtarı zaten açık olan "geçmiş" kapısının kilidine sokup durmaktadır. Said Nursî bu hesabı, gayrimeşru kullanmıştır çünkü Ebcet hesabını Kur'an ayetlerine ve hadislere, hatta Hz. Ali’ye isnat edilen uydurma kasidelere tatbik ederek, bundan kendine, risalelerine ve tebaasına pay çıkarmaya çalışmaktır. Ediplerin ebced hesabını kullanmaları Said Nursî’nin bu hesapla yapıp ettiklerine delil teşkil edemez. Tıpkı mubah bir şeyin mubah bir şekilde mubah bir gaye için kullanılmasının, aynı mubah şeyin mubah olmayan bir biçimde mubah olmayan bir maksat ile kullanılmasına delil teşkil etmeyeceği gibi.

[B]Tefsirci Cerrahoğlu bu konuda şöyle der[/B]; “Çeşitli fırka mensupları, Bâtınîler, aşırı sufiler, şiiler ve felsefeciler aynı usûl ve metotları kullanarak, Kur'an’ın asıl maksadını ve manasını ya yok etmeye veya onu gizleyip, asıl kendi maksatlarını ortaya koymaya çalışmışlardır. Bütün bunlar asırlar boyunca, remiz, işaret ve bâtın adı altında Müslümanlar arasında kullanıla gelmiştir. İslâm’ın ilk asrının ortalarından itibaren başlayan bu cereyanlar, meşruiyetlerini ispat edebilmek için delillerini Kur'an-ı Kerim’de aramışlar, aradıklarını tam olarak orada bulamayınca da lâfızların hakikî manalarından sapma yoluna yönelip keyfî manalar çıkarmaya teşebbüs etmişlerdir. ”

[B]Şimdi Said-i Nursi’nin Ebced-Cifir hesabıyla Kur’an ayetlerini nasıl tahrif, te’vil ettiğini Risale-i Nur’daki örnekleriyle görelim.[/B]

[B]Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 67-68’de şöyle anlatır[/B];
(...) "Acaba Risale-i Nur’u, Kur'an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?" denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de, Kur'an’dan istimdat eyledim. Birden otuzüç âyetin sarîhinin teferruatı nev'indeki tabakattan "mâna-yı işârî" tabakasından ve mâna-yı işârî külliyetinde dahil bir ferdi, Risale-i Nur olduğunu ve duhulüne ve medar-ı imtiyazına birer kuvvetli karîne bulunmasını bir saat zarfında hissettim; ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatımda hiçbir şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı; ve ben de, ehl-i îmanın îmanını Risale-i Nur ile takviye etmek niyetiyle o kat'î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartiyle verdim. (...)” (Ebced-manayi işari- ile Risale, Kur’an tarafından meşrulaştırılıyor!!) ;

[B]Lem'alar, Onuncu Lem'a’da ilmi cifr işe ilgili ilginç bir olay anlatır[/B];
“(...) Seyranîdir. Bu zat, Husrev gibi Nur’a müştak ve dirayetli bir talebemdi. Esrâr-ı Kur'aniyenin bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftahı olan tevâfukata dair Isparta’daki talebelerin fikirlerini istimzac ettim. Ondan başkaları, kemal-i şevk ile iştirak ettiler. O zat başka bir fikirde ve başka bir merakta bulunduğu için, iştirak etmemekle beraber, beni de kat'î bildiğim hakikattan vaz geçirmek istedi. Cidden bana dokunmuş bir mektup yazdı. "Eyvah! dedim, bu talebemi kaybettim!" Çendan fikrini tenvir etmek istedim. Başka bir mana daha karıştı. Bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karib bir halvethânede (yani hapiste) bekledi.”

(İşte böyle, yersiniz şefkat tokadını... Seyranî denen bu zatın hapiste yatmasının hikmetini tevafuka, ilm-i cifre karşı olmasında ve Said Nursî’yi bunlardan vazgeçirmek istemesinde bulan bu zihniyete şu soruyu sormadan edemeyeceğiz: Siz bu adamcağızdan daha uzun süre hapislerde yattınız. Birisi de çıkıp size derse ki: "Sen bunca hapsi, kendi hevana ve hevesine göre Kur'an-ı Kerim’i tefsir edip, o yüce Kitabı emellerine alet ettiğin için yattın. Kaç defa bu tokadı yedin, hâlâ akıllanmıyorsun!" Ne cevap vereceksiniz?..)

[B]Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 112 ve Birinci Şua 31.ayette[/B];
"(... su da bulamadıysanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin.” (Maide/6) ayetinde geçen "toprak" (ﺪﻳﻌﺻ )ın Said Nursî olduğu iddia edilmiş, aynen şöyle denilmiştir:

(...) Sad ve sin, birbirine tam kardeş olması ve bir kelimede birbirinin yerine geçmesi münasebetiyle bu âyetteki "sa‘îden" kelimesindeki sad, sin okunsa Risale-i Nur’un tercümanını göstermesi”

Ayet; açıkça abdestten, gusülden, teyemmümden bahsetmekte iken Nur Risaleleri’ne göre; ayetteki "eğer hasta iseniz" anlamına gelen "ve in küntüm merzâ" cümlesi çarpıtılarak "dalâlet ehli tarafından artırılan manevî hastalıkların büyük bir kısmı, Nur Risaleleri’nin Kur'anî ilaçlarıyla giderilebilir" anlamı verilmiş "Bir sapık fırka, üzüntü ile beraber, -şayet dünyanın iki yüz sene daha ömrü varsa- faaliyetlerine devam edecektir" diye de tahrif sürdürülmüştür.

[B]Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 74-78’de Nur suresi 35.ayet şöyle tahrif edilir[/B];
"Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun bir örneği, içinde ışık bulunan bir kandil yuvası gibidir. Işık bir cam içindedir; cam ise, doğuya da batıya da ait olmayan mübarek, ateş değmese bile yağı neredeyse ışık verecek olan bir zeytin ağacından yakılan, sanki inci bir yıldız gibidir. Nur üzerine nurdur. ..." (Nûr,35)

“Hem işaret eder ki; Resâil-in-Nur müellifi dahi ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur. Evet bu cümlenin bu mu’cizane üç işarâtı elektrik ve Resâil-in-Nur hakkında hak olduğu gibi, müellif hakkında dahi ayn-ı hakikattır. … Hem, nasılki bu cümlenin mânevî münasebet cihetinde kuvvetli ve letâfetli işareti var; öyle de cifrî ve ebcedî tevafukiyle hem elektriğin zaman-ı zuhurunun kurbiyetini, hem Resâil-in-Nur’un meydana çıkması, hem de müellifinin velâdetini remzen haber veriyor.”

Said Nursî, hiç utanıp sıkılmadan bu hezeyan, kuruntu ve zırvalarının, bir de hakikatin ta kendisi olduğunu söylüyor. Bu ve buna benzer yorumların ayetin siyakıyla uygun olup olmadıkları bir yana, görüldüğü gibi, Kur'anî ifadeler, içinde geçtikleri siyaklarından kopartılmaları durumunda çok çeşitli ve bazen de çok tehlikeli hatalar ortaya çıkabilmektedir.

[B]Tılsımlar Mecmûası, 193’de[/B]; "Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'an)den şüphe içindeyseniz, haydi onun (surelerinden biri) gibi bir sure getirin; (bunun için) Allah’tan başka şahitlerinizi de (yardıma) çağırın; eğer doğru kimseler iseniz." (Bakara,23) ayetinin ebcedî tefsirinde

“Fe'tû bisûratin min mislihi" (ebced hesabı ile) 1880'dir. Son asırların tağut dalâletinin doğumu olup, onun temsil ettiği ruh-u dalâlete hazret-i Kur'ân’ın ve ondan nebean eden Risale-i Nur meydan okumasını gösterir.” Denmektedir.

[B]Nur Risaleleri’ndeki ebced hesabına göre "tağut" Mustafa Kemal kabul edilirken aynı yolun (Ebce-Cifr metodunun) farklı yolcularınca Mustafa Kemal’in "Mehdî" ilân edildiğini görüyoruz.[/B]

Bu da bizlere; uygulanmasıyla aynı kişinin hem yerin dibine batırıldığı hem de göklere çıkarıldığı bir yöntemin ne kadar geçersiz olduğunu ve bu yöntemle Kur’ana yaklaşmanın ne kadar sapıklık olduğunu gösterir.

Risale-i Nur’da ebcet yoluyla tahrif edilen ayetlerin bazılarını gösterdikten sonra şimdi de tahrif edilen hadislerden bazılarına göz atalım.

[B]Tılsımlar Mecmûası, 186’da[/B]:
“Ve vasfuke’s-Sa‘îdu fi’l-Kitâbi’l-Mecîd. Ente mevsûfun yâ Sa‘îde’n-Nâsi min Rasûlillâhi (...) Yani: (Ey Said Nursî!) Senin Kitab-ı Mecid’de vasfın "es-Said"dir. Sen, Resulullah tarafından vasfedilmişsin, ey insanların saidi! Bu cümleye "Hâşiye" düşülür ve orada denir ki: ﻦﺘﻓﻠﺍ ﺏﻧﺠ ﻦﻤﻠ ﺪﻴﻌﺳﻠﺍ ﻥﺇ cümle-i celilesi hadiste üç def'a tekrar edilerek, nazar-ı dikkati bu ism-i pâkin sahibine şiddetle tevcih etmekte olduğu gibi, o zâtın icra-yı faaliyette bulunacağı tarihleri ve ilminin hükümranlığı tarihlerini aynen göstermektedir. (...)" “Mes'ut kimse, fitnelerden uzaklaştırılmış kimsedir. (...)" mealindeki bu hadiste geçen "es-Sa‘îd" sözcüğünden kastedilenin "Said Nursî" olduğunu iddia etmek kadar komik ve çarpık bir başka anlayış var mıdır acaba?

[B]Tılsımlar Mecmuası, 205’te Said Nursî[/B]; “Binâenaleyh bu Zât (Said Nursî), cismaniyet noktasında mir'at-ı Peygamberî’dir.”diyerek kendisini Hz. Muhammed’in aynası olarak göstermektedir. Hâşâ ve kellâ... Said Nursî, ne cismaniyet ne de ruhaniyet noktasında Hz. Muhammed’in aynası olabilir. Bu ancak Peygamberi suistimal etmektir. Aynı yazının devamında ebced hesabına dayanılarak şu terbiyesizlik yapılır:

“Üstelik ancak iki Muhammed, bir Bediüzzaman ediyor. Şöyleki; Muhammed (92) Âyine karşısına koyarak Muhammed (92); Bedîüzzaman (184)’dır. (Ebcede göre Muhammed adının sayı değeri 92’dir, Bedîüzzaman adının sayı değeri 184’dür. Yani 92+92=184)

Peki, sizin bu ahmakça çıkarsamanızı esaslı bir şey zanneden muzırın biri çıksa da dese ki:
" Kur'an’da Tebbet suresinde adı geçen Ebu Leheb’in cifri değeri 46’dır. Ebu Leheb’in sağına, soluna, önüne, arkasına ayna koysak ( Yani 46 x 4= 184) kim görünür acaba?”

Bu münasebetsize ne cevap vereceksiniz? Hadi biz verelim cevabı: Bediüzzaman Said Nursî görünür. Çünkü: Ebu Leheb (46) x 4 = Bediüzzaman (184) eder.

Bir diğeri ise çıkıp Ebced ile şöyle bir yorum yapsa;

“Bakara 220’. ayette "(...) Allah, müfsidi muslihten ayırt etmesini bilir. (...)" buyurulmaktadır. "Müfsid" (Ara bozucu, karıştırıcı) kelimesinin "Bediüzzaman"a tam tamına tevafuk etmesi cihetiyle (Çünkü Müfsid’in cifri değeri 184 iken Bediüzzaman’ın cifri değeri de 184’tür.) ayet, Bediüzzaman’ın fesâd-ü ifsadına ima, belki remz ediyor. Hatta bunu delâlet, belki sarahat derecesine çıkarıyor. Nitekim, Said-i Nursi’nin cümleleri de bunu hem lâfzen hem de mealen tasdik edercesine diyor ki: &nb sp; Hiçbir müfsid ben müfsidim demez, daima suret-i haktan görünür. Yahud bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız…” dese ne yaparsınız?

[B]Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 119-120, Kastamonu Lâhikası, 30-31de şu hadis tahrif edilir[/B];

Ramazan-ı Şerif’te onuncu günün ikinci saatinde birden bu Hadîs-i Şerif ("Ümmetinden birtakım insanlar, kendilerine Allah’ın emri (kıyamet) gelinceye kadar galip gelmekte devam edeceklerdir. (Allah’ın emri) onlar galip olduğu hâlde (gelecektir)." hatırıma geldi. Belki, Risale-i Nur şâkirdlerinin tâifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi:

….. Ve’l-ilmu indallahi lâ ya’lemu’l-gaybe illallâhu. Hattâ ye'tiyallahu bu emrihi (şedde sayılır) fıkrası dahi, makam-ı cifrîsi bin beşyüz kırkbeş (1545) olup kâfirlerin başında kıyamet kopmasına îmâ eder. Cây-ı dikkat ve hayrettir ki; üç fıkra bil'ittifak bin beşyüz (1500) tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette bin beşyüz altıdan (1506) ta kırkbeşe (1545) kadar üç inkılâb-ı azîmin ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu îmalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat'î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalar ile bir nevi kanaat bir gâlip ihtimal gelebilir. (...)

Said Nursî, hadiste belirtilen topluluğunun Risale-i Nur şakirtleri olduğundan (?) öylesine emindir ki, artık çıkarımlarını Nurculuğun ne kadar devam edeceği üzerine yoğunlaştırmıştır. E, Said Nursî’nin muhtırı durur mu, hemen ihtar eder hadisi...

Said Nursî’nin, hesap aralarına "Allah’tan başka, hiç kimse gaybı bilmez" anlamına gelen "lâ ya‘lemu’l-gaybe illallâhu" cümlesini koymasının da üzerinde durmak gerekmektedir. Hem bu cümle konulacak, hem de hâlâ kıyamet gibi en gizli gayba muttali olunmaya çalışılacak... Bu, fasıkların büyük günahları bile bile işlerlerken "tövbe, tövbe" demelerini andırmaktadır.
Şatibi derki; “Şu hâlde, Kuran’dan elde edildiği öne sürülen ve fakat Arap dili üzere carî olmayan hiçbir mananın Kur'an ilimleri ile ilgisi yoktur, ne kaynak ne de metot olabilir. Kim böyle bir iddiada bulunursa, onun bu iddiası batıldır. Nasipsizin birinin kendisinin Kur'an’da zikredildiğini iddia etmesi bu konunun örneklerinden birini teşkil eder.”

Said Nursî’nin ve onun bu saçma sapan sözlerine inananların hak ettiği kelâmı, İmam Şatıbî yüzyıllar önce, aynı yolun yolcuları için etmiş.
[B]Bizde Risale-i Nur talebelerine şunu hatırlatalım[/B]:

“Aklı zayıf olanlar, hakkı adam ile tanırlar, adamı hak ile değil. Akıl sahibi olan kimseler için Hz. Ali buyurmuş ki: “Hakkı adamla bilemezsin. Önce hakkı tanı, böylece ehlini de tanırsın. Akıllı adam, esasen hakkı tanır. Bir söz işittiği vakit ona bakar, hak ise kabul eder. Söyleyen, ister bozuk fikirli olsun, ister doğru düşünceli. Hatta çok kere sapık kimselerin sözlerinden hakikati çıkarmaya çalışır.

Bir âlimin en aşağı derecesi, koyu cahil halktan farklı olmaktır. Bir sözü, halkın büyük tanıdığı bir adama isnat etsen, batıl dahi olsa, cahiller hemen kabul ederler. Fena, değersiz bildikleri bir kimseye isnat etsen, doğru da olsa reddederler. Daima hakkı adamla ölçerler. Adamı haktan tanımazlar. Bu, çok büyük bir dalâlettir.”

Esasen Nur Risaleleri’nde yapılan ebced ve cifir hesaplarında asla kural tutarlılığı yoktur. Bu hesaplarda şeddeler, tenvinler bazen sayılmış, bazen de sayılmamıştır. Bu hesaplar yapılırken eldeki sayıya ulaşılabilmek için, ayetlerdeki harfler bile çeşitli gerekçelerle değiştirilmiştir. Bu hesaplarda dikkati çeken diğer bir unsur, hem Said Nursî’nin hem de Nur Risaleleri’nin birden fazla ismi olmasıdır: Said-i Nursî, Said-ün-Nursî, Said-i Kürdî, Molla Said... Risale-i Nur, Resail-in-Nur, Risalet-ün-Nur, Risale-in-Nur, Risalet-ün-Nuriyye, Bediüzzaman...

İsimlerdeki bu çeşitliliğin, hesaplarda kolaylık sağlayacağı aşikârdır. Bu hesaplamalarda öylesine keyfî davranılmıştır ki, aynı isim ya da isim tamlaması için farklı yerlerde farklı sayı değerleri verilmiştir. İstenilen rakamı elde edebilmek için keyfî davranılmıştır; ayetlerdeki cümleler anlamını yitirecek şekilde bölünmüştür. Ebced hesaplamalarından çıkan sayı, bazen hicrî, bazen rumî ve bazen de milâdî tarihin senesi sayılmıştır ki, bu da tamamen indî bir uygulamadır.

Eğer ebced hesabı, Said Nursî’nin ileri sürdüğü gibi gaybî bir anahtar ise, yüce Allah’ın kendisine edilmesini istediği "hamd", "kufuryok"le tevafuk etmiştir. Böyle bir anahtar, gaybın kapıları bir yana adî bir kapıyı bile açamaz.

[B]Nurcular Risalelerdeki bütün bu çarpıklıklarını örtmek için Said-i Nursi’nin İşari tefsir yaptığını iddia ederler. Hâlbuki âlimlere göre; İşarî (Bâtınî) tefsirlerin makbul olabilmesi için, şu dört şarttan hâlî olmaması gerekir[/B]:
1. Bâtın mananın, Kur'an lâfzının zahir manasına aykırı olmaması,
2. Başka bir yerde bu mananın doğruluğunu teyit eden şer'î bir şahidin bulunması,
3. Verilen bu manaya, şer'î veya aklî bir muarızın bulunmaması,
4. Verilen bâtın mananın tek mana olduğunun ileri sürülmemesi.

İşarî tefsir için ortaya konan şartları, Said Nursî ve talebelerinin ebced ve cifre dayanarak yaptıkları tefsirlere uyguladığımızda; son şart hariç hiç birinin olmadığı görülmektedir. Son şartta da Nur Risaleleri’nde şüpheli anlatımlar vardır. Dolayısıyla Nur Risaleleri’ndeki ebced ve cifre dayalı tefsirlerin, işarî tefsirden kabul edilmesi mümkün değildir.

[B]Bâtınîler[/B]; lâfzı, zanlarına göre lâfzın çağrıştırdığı manalar ile yorumlamışlardır. Yani, manayı esas almışlardır ki, batıl da olsa kendilerine göre bir metotları vardır. Oysa Nur Risaleleri’nde, ayetteki lâfızların, ebced ve cifir hesabına göre aldığı sayı değeri, Said Nursî ve Nur Risaleleri ile alâkadar bir sayıyla çakıştığında, bu, o ayetin bunlara işaret, ima... ettiğinin delili kabul edilmiş, bunu tekit edecek bir-iki masal uydurmaktan da geri kalınmamıştır. Velhâsıl, Nur Risaleleri’nde ebced ve cifir hesaplarıyla yapılan bu tefsirler, lâfzın manasına bakmadığından, işarî değil ancak Hurufî tefsirdir.

[B]Nesefî akaid risalesinde[/B] Said-i Nursi gibilerine şöyle der: “Nasslar, zahirleri üzerine hamledilir. Bunun aksine yönelmek, bâtın ehlinin iddia ettiği manalara sapmak, ilhattır ve küfürdür.”

[B]Gazalî Said-i Nursi gibilerine şöyle der[/B]:

“Bazıları tevil yaptıklarına inanarak mütevatir bir nassa muhalefet ederler. Bunların yaptıkları tevillerin lisan kaideleri ile yakından ve uzaktan bir ilgisi bulunmazsa; bu, küfürdür. Tevilci olduğunu iddia etse de tekzipçidir.

[B]Muhsin Abdülhamid, Said-i Nursi gibi hurafeciler için şöyle der[/B];

“Evet, bu işle uğraşan kişi Kur'an ayetlerine gelince, bunları mevzusuyla asla ilgisi olmayan, delilsiz ve burhansız görüşlerle keyfince tevil eder; canının istediği, hayalinin düşündürdüğü gibi yazar. Kendi yüksek keyfi için coşup yürüyen herkes serbest bırakılsa da Kur'an-ı Kerim ayetlerine hücum etse, onlara kabul edemeyeceği manaları yüklese, acayip Bâtınî tefsirlerle, alçak şeytanî fikirlerle bunları anlasa, bu mevzuda batıl görüşler, bozuk teviller, terk edilmiş manalar ortaya koysa; bu takdirde binlerce insan peygamberlik ve velilik iddia ederlerdi, birçokları da kötü niyetlerini, sapık prensiplerini teyit ederlerdi.”

Ne yazık ki Said-i Nursi, ayetlerde anlatılan Yahudiler gibi Allah’ın ayetlerini tahrif, tağyir ve te’vil etmiştir. İşin daha kötü tarafı ise müritleri de Said’e kanıp Risalelere iman ederek İslam adına yeni dinlerini körü körüne savunur olmuşlardır.

[B]Said-i Nursi bu güne kadar hiçbir akıllı insanın yapamayacağı bir metod olan Kur'an-ı Kerim tefsirinde Kur'an-ı Kerim’i delme metodunu uygulamış mıdır?[/B]

Allah (c.c) Ali İmran,7’de;

“Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” buyuruyor. Yani Allah’ın bizlere açıkca bildirmediği, yoruma açık ayetler konusunda biz Müslümanların "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır" demesi gerekirken; kalbinde fitne olan bozuk insanların ise bu kapalı ayetleri dillerine dolayıp olmadık yorumlarda bulunmaları vurgulanıyor. Herhalde Said-i Nursi’nin bu ayetten haberi olmamış ki(!) bakın Mektubat, Ondokuzuncu Mektub’da şöyle bir tefsire yelteniyor;

“yalnız gözü bulunan kulaksız, kalbsiz, ilimsiz tabakasına karşı da, Kur'an’ın bir nevi alamet-i i’câzı vardır. Şöyle ki:

Hâfız Osman hattiyle ve basmasiyle olan Kur'an-ı Mu’ciz-ül-Beyan’ın yazılan kelimeleri birbirine bakıyor. Meselâ: Sure-i Kehf’de: "ve sâminuhum kelbuhum" kelimesi, altında yapraklar delinse: Sure-i Fâtır’daki "kıtmîr" kelimesi, az bir inhirafla görünecek ve o kelbin ismi de anlaşılacak.”

Kehf suresinin bu ayeti, Kur'an’ın 295. sayfasında yer alırken, köpeğin ismi (müteşabihtir) olduğu iddia edilen "kıtmîr" (el-Kıtmîr: çekirdeğin üzerindeki ince kabuk, çekirdek zarı; darbımesel olarak kıymetsiz, adî, ehemmiyetsiz manasında kullanılır) kelimesinin geçtiği ayet 435. sayfadadır. "Ve sâminuhum kelbuhum" ifadesinin altındaki yapraklar delinse (!) bile, "kıtmîr" kelimesi açılan deliğe denk gelmemektedir. Çünkü bu ibare Hafız Osman hattıyla yazılmış Mushafta 295. sayfanın 6. satırının sol tarafında iken; "kıtmîr" kelimesi 435. sayfanın 7. satırının sağ tarafındadır. Kaldı ki, denk gelse dahi bu, o köpeğin isminin "Kıtmîr" olduğunu ve bunu Kur'an’ın şifreli bir şekilde belirttiğini göstermez.

Kur'an’ın icazını bu şekilde gösteren zihniyete, aşağıdaki soruların cevaplarını bulmamız için Kur'an’ın hangi sayfasının neresini, nereye kadar delmemiz (!) gerektiğini sormaya herhâlde hakkımız vardır; çünkü bunlara da yanıt vermeleri yöntemlerinin tutarlı olmasının bir gereğidir.

1. Ashab-ı kehfin isimleri ne idi? Her hâlde Kur'an’ın, bu yiğitlerin isimlerini belirtmesi, köpeğin ismini belirtmesinden daha anlamlı olsa gerektir.
2. Yiyecek almaya giden hangisiydi?
3. Şehirden alınan erzakın cinsi ne idi ve miktarı ne kadardı? 4. kufuryok hangisinindi? 5. Köpeğin cinsi ve rengi ne idi?

Doğrusu, ümmetten İsrailiyat ile uğraşan, yukarıdaki soruların cevaplarını arayan birçok kişi olmuştur; fakat herhâlde Mushaf delme metodunu (!) bulan ve kullanan ilk kişi Said Nursî’dir. Ashab-ı kehf kıssasını ve Kur'an’daki diğer kıssaları anlamak, düşünüp ibret almak yerine; böyle işlerle uğraşmak hastalıklı ruhların, fitnecilerin işidir. Hele bunları Kur'an’ın icazı diye takdim etmenin asla tutarlı bir yanı yoktur.

Her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Selamun Aleykum
Hilmi POLAT (İlahiyatçı)[/QUOTE]


Sagolasiniz degerli kardesim Dost1,

sayenizde bir iki sacmaligi okumus oldum, zaten agir bir anlatim sekli oldugundan hic yanasmisligim olmamistir. Almancada bir söz var; Köylü tanimadigi/bilmedigi seyi yemez diye. Ben de o misal yemedim:p


Iblis kadar sözüne sadik olamayan insanlardan ne beklenir, dogrusunu söylemek gerekirse Rabbimize verdigi sözünde duruyor ve en hamaratli ve basarili olan Iblis oluyor böyle ahmaklarin yüzünden.

A'RÂF Suresi:


16-17) [COLOR="Blue"]"Öyle ise" dedi, "Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım." "Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın."
[/COLOR]

Selam ve dua ile.

khaos 16. February 2013 03:18 PM

herkes birbirini badeliyor (cinsel istismarın adı badelemek olmuş)

madden ve manen kölesin (bir girdin mi yandın paranı onlar için harcayıp onların istediklerini dost tutacaksın, hatta evleneceksin)

akıl tutulması mı var (her söylenene emredersin diyorlar, delilleri görmüyorlar mı,)

bir kitap var ki Ama ne kitap (Kur an okumana gerek! yok bu zaten Kur an diyorlar. kur anın teferruatlı açıklamasıymış.Ama objektif baksalar adamın ne hayal dünyası varmış diyebilecekler)

badelerler,uçururlar,kaçırırlar normal bir ben-i ademi süper kahramana çevirirler.


Aşağıda anlatacağım olay bir tanıdığımın kuzeninin başına bir kaç ay önce gelmiştir ve tamamen gerçektir.

Arkadaşımın kuzeni olan kız yabancı bir şehirde(adı bende saklı) üniversiteyi kazandı.Yurttu, apartmandı derken bu abla abi dediğimiz mahluklar kıza musallat olmuş, bizim evlerde kal diye.Kız mutaassıp bir aileden geldiği için fazla düşünmemiş hemen kanmış bu sevimli insanlara.
Derken bir gün gece saat 22:00 sıralarında kızın kaldığı odanın kapısı ''büyük abla'' tarafından çalınmış.Hakaretler diz boyu.Kıza ''sen daha önce evlenip boşanmışsın, o yüzden bu evden kalamazsın.bizim kurallarımıza aykırı çabuk eşyalarını topla evi boşalt'' demiş.
Kız her ne kadar abla! bu saatte nereye giderim dese de laf geçirememiş. buraya dikkat... gecenin bir yarısı kızı sokağa atmışlar.evet gecenin bir yarısı bu kız gaspamı tecavüzemi kapkaça mı uğrar diye düşünen yok. koymuşlar kapının önüne.

Olayı uzatmayayım meğer Abiler ve ablalar eve gelen insanların T.C kimlik no sunu falan hemen alıp tahkikata başlıyorlarmış.
tabi tahkikatın bunların hangi uzantıları tarafından yapıldığı malum

işte bunların din cemaat anlayışı savunmasız yirmi yaşında bir kızı gecenin bir yarısı sokağa atmak.sebep ne ?evlenip boşanmış olması.Arkadaşımın anlattığına göre bu durum sadece evlenip boşananlar için değil nişanlılar içinde aynıymış.

merdem 16. February 2013 07:09 PM

Ayni katoliklerin inanclari gibi, onlardada bosanma en büyük günahlardan sayiliyor.

Allah cümlemize aklimizi dogru yolda kullanmamizi nasip eylesin.

Rabbim seytanin serrinden senin rizan ile sana siginirim, cehennem azabindan senin rizan ile sana siginirim, nurcularin yalanci güler yüzlülügünden senin rizan ile sana siginirim.

Ben biraz fazla safim herhalde, daha gecen seneye kadar nurcu :eek:ne demektir bilmezdim, ister gülün ister aglayin dostlar, escinselligin ne demek oldugunu :confused:rock hudson öldügünde haberlerde duymustum. ca. 30 umda

Daha kimbilir nelerden haberim yok, olmadigi da benim icin daha hayirli :p

Aranizda bulundugum müddetce ögrencegim konular, yararlanacagim bilgiler bir birinden kiymetli, mühim olan da budur.

Selam ve dua ile.

merdem 18. May 2013 04:59 PM

[QUOTE=Anonymous;9757]Vahiy ve ilham konularında bir kavram kargaşası olduğunu düşünüyorum. Zamanında çözmek için kafa yormuştum, şimdi [U]kendimce[/U] doğru sonuca ulaştığımı düşünüyorum. Fakat tabi en doğrusunu Allah bilir.

Vahiy aldığını iddia eden kişiler kendi sınıflandırmaları neticesinde 2 ye ayrılıyorlar.
1) [B]Vahiy[/B] aldığını iddia edenler.
2) Vahyi peygamberlik olarak görüp peygamberlik iddiasında bulunmaktan ya edeple ya da korkudan çekindikleri için kitaplarını [B]ilham[/B]la yazdıklarını belirtenler

Bir anlayışa göre Allah yalnızca peygamberlere vahyeder, peygamber olmayanlara da ilham edermiş. Fakat Allah'ın peygamber olmayan bazı kişilere (ör: Musa'nın annesi) hatta bal arısına bile "vahyettiği" yazıyor Kuran'da. Dediğim anlayıştakiler bu kısımları [B]ilham[/B] diye çevirseler de [B]vahiy[/B] yazıyor asıl metinde.

Kuran'da vahiy geçen her yer doğrudan vahiy anlamına mı geliyor elçi yoluyla bilgilendirilme anlamında da yorumlanabilir mi orasını ben bilemem, gerçekten kimin vahiy aldığını yalnız Allah bilir.

Şimdi 1 numaradaki insanlar da bu bahsettiğim ayetleri kullanarak vahiy alabileceklerini savunuyorlar. [B]Onlar yalnızca vahiy aldıklarını, Kuran'da peygamber olmayanların da vahiy alabildiğine delil bulduklarını, dolayısıyla peygamberlik ilanında bulunmadıklarını ve son nebi ayetine ters düşmediklerini iddia ediyorlar.[/B]

2 numaradaki insanlar da zaten "vahiy değil ilham aldık zaten arı da musanın annesi de ilham aldı" diyorlar.


[B]SONUÇ:[/B]
İki taraf da peygamberliğin farkını vahiy almak diye yorumlamış. Fakat bence peygamberlerin diğer insanlardan farkı vahiy almaları değil, TEBLİĞ İLE EMROLUNMALARI. Yani fark vahyin tebliği [U]GÖREVİ[/U]dir, yani aldıkları vahiyler Musa'nın annesindeki gibi kişisel vahiy değil, bir toplumu ilgilendiren/bilgilendiren vahiyler.

Dolayısıyla Kuran'da son nebi ayeti dururken; birisinin vahiy aldığını düşünsem bile bu kendini ifşa eden, kitaplar yazıp sohbetler düzenleyip tebliğ yapan, kendine geldiğini iddia ettiğini [U]yayan, paylaşan[/U], [B][U]KISACASI[/U][/B] peygamberliğe soyunan birisi değildir.


Ben yalnızca konu üzerine düşünmek istedim ve mantıksal açıdan olaya yaklaştım. Çok daha kolay ve isabetli bir yöntem uygulayıp bunların vahiy olarak geldiğini iddia ettikleri şeyleri Kuran ile karşılaştırırsanız Kuran ile çelişkiler içerdiklerini yani batıl olduklarını görebilirsiniz. Vahyin bir kısmı doğru bir kısmı yanlış olmaz, vahye batıl da karışmaz.

[B]
Şanı yücedir o kudretin ki, [B][COLOR="Red"]hakla bâtılı ayıran[/COLOR][/B] o [B]Furkan[/B]'ı, bütün âlemler için bir uyarıcı olsun diye kuluna indirdi. [/B] (Furkan 1)[/QUOTE]


Said Nursi düpedüz Risael-i Nur'un Vahy yoluyla bildirildigini ve vazifesinin bunu teblig etmek oldugunu iddia etmis ve bir tek aciktan peygamberligini ilan etmemis olmasi ne farkeder ki.

Ben peygamberim diye bagirmasina lüzum yok, hal ve hareketleriyle zaten kendini peygamber ilan ediyor.

Sonuca bakalim sonuca. Bu gün kac milyon(!) nurcu vardir?

Allah Resulünün bile bir kac sene icerisinde o kadar takipcisi olmamistir.

Hani insanin diyesi geliyor, sünniler hadislere bir sarilis sarilirlar ki hadislerle Kur'an ayetlerini dahi nesh ederlerken :[COLOR="red"]Said Nursi'ye göre de Risaie-i Nur'a itiraz edilemez (Sikke, 56) çünkü onlar Tanrısaldır. Hatta risalelere "Kutb-u Azam"dan itiraz gelse yine de dikkate alınmaz! (Kastamonu L. 145). Çünkü Kutb-u Azam{!) yanılabilir. (Kutb-u Azam meğer pek de cahilmiş!)

[/COLOR] Adam itiraz dahi ettirmiyor Risael-i Nur'a. Hoppla!

[B][SIZE="3"]Yüce Allah (c.c.), peygamberlere düşen vazifenin sadece tebliğden ibâret olduğunu, kabul ettirip ettirmemenin ise Kendisine ait olduğunu bildirir: Peygambere düşen sorumluluk, sadece tebliğ etmektir. (Mâide, 99) Peygamber Efendimize hitâben de: Sen dilediğin kimseyi doğru yola eriştiremezsin! Lâkin ancak Allah dilediğini doğruya hidâyet eder. (Kasas, 56) Sen insanları irşada devam et. Zaten senin görevin sadece irşad edip düşündürmektir.Yoksa sen kimseyi zorlayacak değilsin. (Ğâşiye, 21-22) Tebliğ ve irşad yapan bir kimsenin vazifesi, güzel bir davet ve ilâhî hükümleri muhataplara ulaştırmaktır. Hidâyete erdirmek ise Yüce Allah ın bileceği bir iştir. Çünkü dâvetçi halkı zorla îmana getirecek güce sahip değildir ve bundan mes ûl de değildir.

...Risale-i Nur un mesleği ise; vazifesini yapar. Cenâb-ı Hakk ın vazifesine karışmaz. Vazifesi, tebliğdir. Kabûl ettirmek, Cenâb-ı Hakk ın vazifesidir. Hem, kemiyete ehemmiyet verilmez. (Kastamonu Lâhikası,196-197)[/SIZE][/B]

******


[COLOR="Blue"][SIZE="3"]Adeta, Kur'an'a alternatif yeni Kur'an'lar; dîne alternatif yeni dinler ve peygambere alternatif yeni peygamberler ortaya çıkmaktadır. Bunun İslâmî literatürdeki adı şirk'ten başka bir şey değildir.
[/SIZE][/COLOR]


****

[B]Said Nursi, risalelerini Allah'a atfeder. Kitaplarının hemen hemen tamamında, kendisinin Allah tarafından görevlendirildiğine inandığını gösteren beyanatlara rastlamak mümkündür. Hatta bu kanaati o kadar kesin ki, kendinde manevî kuvvetler bulunduğuna, istese 28 senelik düşmanlarından intikamını bir günde alacağına inanmaktadır. (Tarihçe, 550). Fakat özellikle "Sikke-i Tasclîk-i Gaybî" adlı risalesinde baştan sona, kendisinin bilgileri doğrudan Allah'dan aldığını olanca çıplaklığıyla, gayet samimane(!) anlatmaktadır. Onun zihin yapısını anlamak için sadece bu risalesini tetkik etmek yeterlidir. Kitabının adı da, kendisine gaibden gelen bilgilerin doğruluğunun, isbatının kanıtı, mühürü anlamını ifade etmektedir...[/B]

Daha kendisi 8-9 yaşlarında iken, etrafındakilerin Nakşî olmalarına ve orada meşhur Hizan Gavsı'ndan istimdat ederlerken, kendisi Gavs-ı Geylanî'ye hitab etmekte, ondan istimdat etmektedir! Binlerce kez, kaybolan bir şeylerini buldurmak için Gavs'ı yardıma çağırmış ve yardım görmüştür! (Sikke, 116). Yani molla Said övüneyim derken, kendini ele vermiş... Çünkü Allah'dan başkasını bu anlamda yardıma çağırmanın şirk olduğunu Kur'an bize öğretmektedir.

Said Nursi'nin doğup-büyüdüğü çevrenin, şeyhlerin mutlak otoritesine dayalı mistik kültürü, evliyalar menkıbeleri, onun gelecekteki kişiliğinin ve din anlayışının temelini oluşturuyordu.

O da diğer sufiler gibi kitap yazımına rüya ile başlıyordu. Çocukluğunda (12-13 yaş) gördüğü bir rüyada Hz. Peygamberin elini öpmüş ve Peygamber, "ümmetine sual sormamak kaydıyla" ona Kur'an ilimlerinin verileceğini müjdelemiştir(!) (Tarihçe, 32-33). Bir başka rüyasında da Abdulkadir Geylanî ona Miran aşireti reisi Mustafa Paşa'ya giderek, onu namaz kılıp zulümden vazgeçmeye çağırması, aksi durumda öldürmesi talimatını vermiştir. Molla Said de rüya gereğince davranmıştır. (Tarihçe, 39 vd.).

Şimdi burada Said Nursi'ye, rüyada Allah'dan Kur'an ilimlerini almanın imkanından, kendisinin yoksa nebî mi olduğundan sormazdan önce; A. Kadir Geylani'nin, mezarda çürümüş olduğu halde, dünyaya nasıl hükmettiğinin, bu gücü nereden aldığının, yoksa yarı-ilah mı olduğunun sorulması ilzam eder. Üstelik, kabirden dünyayı yöneten Geylanî'nin, sözkonusu görevi bizzat kendisinin ifâ etmeyip de Nursiyi görevlendirmesi de bir nebze çelişki olmuyor mu?
Anlaşılan o ki, böyle büyük(!) rüyalarla anlatılmaya çalışılan küçük(!) dünyalar var, onun için bu rüyalara ihtiyaç var!
Said Nursî, risaleleri yazmakta kendisinin sadece bir "mütercim" olduğuna kesin olarak inanmaktadır. O, bu risaleleri ihtiyarı dışında yazmıştır! (Sikke, 91). O yalnızca, kendi hissesine "şükretmek" düşen bir mütercimdir. (Sikke, 60).
Şakirtlere göre, Celcelutiye, Mesnevi-i Şerif ve Fütuhul Gayb gibi eserlerin müellifleri, nasıl yalnızca
bunların mütercimleri iseler, Üstadları da aynen öyledir! Risale-i Nur tamamen Kur'an'ın nurudur. (Sikke, 215).
[COLOR="Red"]"İ'caz-ı Kur'an"ı beyan etme görevini kendisine, "vakıa-i sadıka" da gördüğü "mühim bir zat" vermiştir! (Sikke, 187). Bu mühim bir zat, Allah mıdır, peygamber midir, bilemiyoruz.[/COLOR]

[B]Said Nursî, kendisinin Şark tarafından zuhur edecek nur olduğuna (Sikke, 189) kesin inanmıştır, hernen hemen bütün risalelerini kendisinin yazmadığını, kendinin bundan aciz olduğunu, hakikatleri beyan etmede o kadar başarılı olmadığını... anlatır. Dolayısıyla Nursinin yazıları "doğrudan doğruya bir inayet-i ilahiyye ve bir ikram-ı Rabbanî ve bir keramet-İ Kur'aniyye"dir. (Sikke, 192, 195). Yani, risaleler, telaffuz edilmese de vahiyden başka birşey değildirler! Zaman zaman, risaleleri yazarken, kuş v.s. suretinde gelip, kendisini murakebe ve taltif eden (Sikke, 196), gayb alemiyle bağlantılarını ifşa(!) eder.[/B]

[SIZE="3"]Şakirtleri, üstadlarının "zevahiri kurtarmak için" üç aylık bir tahsil müddeti içinde evvel ve ahirîn alemlerine, ledünnî ilimler ve eşyanın hakikatına, kainatın esrarına, ilahî hikmetlere varis kılındığına inanmaktadırlar. Ve üstelik şimdiye kadar hiç kimse bu makama nail olamamıştır! (Sikke, 216). Nursi'nin bizzat kendisinin de, Risale-i Nurlar dışında bir tek kitaba dahi ihtiyaç duymamış (okumamış) olması (Kastamonu L. 48), acaba, geleneksel kabuldeki, peygamberin ümmî oluşuna bir atıf, bir nazire midir bilinmez... Risale-i Nur onun değildir (Emirdağ L. 46, 49), Allah'a aittir...
[/SIZE]
Said Nursi'nin, "izin olmadığından yazılmadı"; "bir iki sahife yazdım, perde kapandı..."; "birden şiddetli ihtar ile"; "bir meseleyi beyan etmek ihtar edildi"; (Kitaplarının tamamına yayılmış durumdadır, örnek için, Sikke, 152) gibi mütemadiyen tekrar ettiği ifadeler, Allahdan vahiy aldığına kesin olarak inandığının gayet açık ve net delilleridir.

Kur'an'ın 33 ayeti hem Said Nursi'yi, hem de Risaleleri ta o zamandan ihbar etmiştir! Bu ayetlerden bazıları, 3/18, 4/176, 5/14, 108/1 ayetleridir. (Kastamonu L. 54, 137-138). Said Nursi'nin, kitaplarının vahiy ürünü olduğunu ispatlamak için en çok başvurduğu ve yüzde yüz inandığı bir yöntem de cifir/ ebced hesabıdır. Sikke-i Tasdik-i Gaybî risalesi bununla doludur.

Zümer, Casiye ve Ahkaf surelerinin başlarında bulunan "tenzîlül Kitab" ifadesi, o gün için Kur'an'a delalet ediyordu, şimdi de Risalen Nur'a delalet etmektedir. (Sikke, 78-79).

Said Nursi, Celcelûtiye adını verdiği tamamen uydurma, bir sözde dua metninin de kendisinden bahsettiğinden emindir! (Sikke, 107). Ona göre celcelutiye, Peygamber'e vahiyle inmiştir. (Sikke, 101).

Şu halde hem Allah doğrudan ve rüya yoluyla, hem Kur'an aracılığıyla, hem Peygamber vasıtasıyla, hem Celcelûtiye, hem Hz. Ali ve hem de A. Kadir Geylani aractlığıyla Said Nursi'yi haber vermiş, risale-i nurun "imanı kurtaracağım" müjdelemiştir!!

****


[COLOR="Blue"][SIZE="3"]Adeta, Kur'an'a alternatif yeni Kur'an'lar; dîne alternatif yeni dinler ve peygambere alternatif yeni peygamberler ortaya çıkmaktadır. Bunun İslâmî literatürdeki adı şirk'ten başka bir şey değildir.
[/SIZE][/COLOR]


Kendilerini İslam'a nisbet eden insanlar sadece Allah'ın vahyi olan Kur'an'dan sorumludurlar. O'nu anlamak ve O'na göre yaşamak zorundadırlar. Kendilerini Allah'a değil de, İbnul Arabi'ye, C. Rumi'ye veya S. Nursi'ye nisbet edenler ise Allah'ı veli olarak bulamayacaklardır. Hesap gününde hesabı görecek olan, bu şahıslardan biri değil, Allah'ın kendisidir.

****


Adam deli olabilir, ama onu takip edenler ise zirdelidir :p

Hani günümüzde birisi iki peygamber adini bir arada kullanarak bir seylere ulasmak niyetinde oldugu gibi öbürüde aglayan diyecegine GÜLEN diyor.

Aklini tuz biberle yiyenlere biz de acibiber ve bal ikraminda bulunsak da agizlarinin tadi tam olsun bari.:D


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:51 AM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam