![]() |
[COLOR="Red"]“ŞEFAAT KAVRAMI”: [/COLOR]
شفع - şef’ı” kökünden türemiş olan “شفاعة - şefaat” sözcüğü-nün sözlük anlamı “Bir şeyi benzeri olan başka bir şeye eklemek, onu desteklemek, bir şeyi çiftlemek ve esirgemek”tir. Sözcük zaman içerisinde “Yüksek mevkide bulunan birinin düşkün birine yardım etmesi, onu koruması, onun korunmasına aracılık etmesi, onu yalnız bırakmayıp ona destek olması” anlamında kullanılır olmuştur. Sözcüğün terim anlamı ise “Bir kimsenin bağışlanmasını istemek, bir kimseden başka biri için iyilik yapmasını, onun zararına olan davranışlardan vazgeçmesini rica etmek, başkası hesabına yalvarmak, rica etmek, birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda bulunmak” demektir. Kısaca şefaat “aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek” anlamlarına gelir. Arapça’da başkası lehine talepte bulunana [şefaat edene] “الشّافع - eş-şafi” veya “الشّفيع - eş-şefi” denir. [COLOR="red"]“Şefaat” kavramının doğru anlaşılabilmesi için konunun aşağıdaki başlıklar altında incelenmesinde yarar görmekteyiz.[/COLOR] [COLOR="Purple"]1.Allah’tan başka şefaatçi yoktur: Şefaat sadece Allah’a aittir. Bu konuda ilk öğrenilmesi gereken husus, şefaat yetkisinin sadece Allah’a ait olduğudur.[/COLOR] De ki: “Tüm şefaat Allah’a aittir.” Zümer; 44. Sizin için O’nun astlarından bir veli ve şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almaz mısınız? Secde; 4. [COLOR="purple"]2.Yüce Allah, kendilerinden razı olduğu kulları için, dilediğine şefaat/yardım izni verebilir: Allah’ın izni ve emri olmadan kimsenin kimseye şefaat/yardım etmesi söz konusu değildir.[/COLOR] Allah’ın izni ile şefaat/yardım edecekler de ancak Allah’ın kendilerinden razı olduğu kulları için şefaat edebilirler. O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez. Yûnus; 3. Onlar “Rahmân çocuk edindi” dediler. Hâşâ, bundan münezzehtir O. Onlar lütuflandırılmış kullardır. Onlar O’nun sözünün önüne geçemezler; onlar yalnız O’nun emriyle iş yaparlar. O, onların önündekini de arkalarındakini de bilir. O’nun hoşnutluk verdiklerinden başkasına da şefaat [yardım] etmezler. Ve onlar O’nun haşyetinden titrerler. Enbiyâ; 26–28. Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Allah’ın kendilerinden razı olduğu kimseler şefaat [yardım] edemezler, ancak şefaat [yardım] edilirler. [COLOR="purple"]3.Yüce Allah, güzel bir şefaatle şefaat edene izin verdiği gibi, kötü bir şefaatle şefaat edene de izin verebilir:[/COLOR] Kim güzel bir şefaatle [hayır ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla] şefaat ederse, bundan kendisine bir sevap [hisse] vardır. Kim de kötü bir şefaatle [kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla] şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye kadirdir. Nisâ; 85. İyi ve güzele aracılık ve yardım etme anlamındaki “şefaat-ı hasene”, iman edip Allah’ın ve kullarının haklarına riâyet ederek müminlerin iyiliği ve yararı için uğraşmak, onları kötülüklerden ve uğrayabilecekleri zararlardan korumaya çalışmak demektir. Kötü ve zararlıya aracılık ve öncülük etmek anlamına gelen “şefaat-ı seyyie” ise müminlerin ve insanların zarara uğramaları ve kötülüklere düşmeleri için çalışmak ve kötülük çığırları açmak demektir. Kur’ân, gerek “şeffat-ı hasane”de ve gerekse “şeffat-ı seyyie”de bulunanların dünyada ve âhirette bu davranışlarının sonuçlarından pay alacaklarını bildirmektedir. [COLOR="purple"]4.O gün şefaat yoktur, kimseden şefaat kabul edilmeyecektir:[/COLOR] [COLOR="Green"]Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden şefaatin kabul edilmediği, kimseden fidyenin alınmadığı ve onların yardım olunmadığı günden sakının. Bakara; 48. Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve onların yardım olunmayacağı günden sakının. Bakara; 123:[/COLOR][COLOR="Red"]Görüldüğü gibi âhirette kimseye şefaat ettirilmeyecektir. O gün sadece Allah’ın izin verdikleri, bildikleri gerçeğe tanıklık edebilirler. O’nun astlarından yakardıkları şefaate sahip olamaz! Hakka tanık olanlar müstesna. Onlar biliyorlar da. Zühruf; 86.[/COLOR] Yukarıdaki Kur’ân âyetleri ışığında anlıyoruz ki, konumuz olan 26. âyette geçen “meleklerin şefaati”, bu dünyaya yönelik şefaattir ve bu şefaat, müşriklerin şans tanrısı, bereket tanrısı, yağmur ve rahmet tanrısı, onların melek şefaatçisi, insanların Allah’a yaklaştırıcısı gibi inançları ile asla bağdaşmaz. Âyette sözü edilen şefaat, Yüce Allah’ın kendilerinden razı olduğu ve haklarında yardım takdir ettiği kulları için doğadaki melekleri/güçleri harekete geçirerek bu kullara yardım ettirmesidir. Bunun örneklerini bir kısmını “Melek kavramı” başlığı altında da verdiğimiz şu âyetlerde görmek mümkündür: Âl-i Imran 123-126, Enfal 9-12, 50, Tövbe 25, 26, Ahzab 9, 26, Şûra 5, Zümer 43, 44, Müddessir 48, Bakara 255, En’âm 51, Yunus 3, 18, Secde 4, Sebe 23. [COLOR="red"]Halk arasında yaygın olarak “ümmetinden günahkâr olanların günahlarının affedilmesi için peygamberimizin Allah katında aracılık etmesi” şeklinde tanımlanan şefaat anlayışının Kur’ân’a ters olduğu özellikle belirtilmelidir. Peygamberimizin günahkârlara destek olup hatırını kullanarak günahkârların kurtuluşunu sağlaması, tabir yerinde ise “Allah nezdinde torpil yapması” anlamına gelen bu anlayış, “Sen ateştekini kurtarabilir misin ?” diyen Zümer sûresinin 19. âyetine terstir. Bu anlayış sahipleri bilmelidirler ki, bu anlayışlarını değiştirmedikleri takdirde peygamberimizin şefaat değil, şikâyet ettiği ümmetine dâhil olacaklardır: Elçi de: “Rabbim, halkım Kur’ân’ı terk etti” der. Furkân; 30.[/COLOR] (Tebyinu'l Kur'an- Necm Suresi Tahlili) Dikkatlice bir okuyun FEDAKARADAM kardeşim ve kaynak aldığınız yazınızla karşılaştırın.. Selametle.. |
FEDAKARADAM Ağzını kitapla eğip bükenleri hiç duydun mu sen?
O tefsir de güya Kuran'ı açıkladığını iddia ediyor fakat tam aksine [B][U][COLOR="Red"]Kuran'a aykırı[/COLOR][/U][/B] açıklamalar içeriyor. KAynağını tekrar gözden geçir derim tefsir diye saptırılmış cümleler okuyorsun. Şu an vaktim yok ama gece açıklama cümlelerini yalanlayan ayetleri yazacağım. Anafikir olarak arkadaş diyor ki güya müşrikler "var olmayan şeylerden şefaat bekledikleri için" yanılıyorlarmış. Varolan şeylerden şefaat bekleselermiş sorun olmayacakmış :))) Ben çok güldüm ama içim acıyarak. Eminim okuyanlar da acı acı gülmüşlerdir. Gece yazarım. |
Şefaat haktır, gerçektir...
Şefaati inkar Allahı inkardır, hayatı inkardır, gerçekleri inkardır. Körlük ve kafirlik etmektir. Dünyada şefaat olduğu gibi ahirette de şefaat olacaktır. Örn; Güneş tüm insanlara şefaat eder, ısıtır, D vitaminini aktive eder v.s. Bitkiler canlılara şefaat eder, hava ve su yine canlıların en temel besini ve şefaatcisidir. Doktorlar hastalarına, öğretmenler öğrencilerine şefaat eder. Askerler sivillere, polis mazlumlara şefaat eder. Bu gerçekleri inkar etmek DİNDEN çıkmak, küfre düşmek, kafirliğe düşmektir. Şefaati kimse red edemez. Şüphesiz ahirette de şefaatler vardır. Nice melakut orada insanlara özellikle çaresiz kaldıklarında şefaat edecektir ama bu şefaatten mahrum kalacaklar vardır. Şefaat kaynağını ve şefaat olayını yaratıp kime isabet edeceğini belirleyen Allahtır. Örneğin Somaliye yeteri kadar şefaatçi olmadı. Bu ilahi gerçekleri rededebilecek bir kafir aranızda var mı? yoktur zannediyorum.. :p *** [B]Necm 26 Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz.[/B] |
Sayın FEDAKAR adam arkadaşım.
yazınızı huşu içerisinde okurken, baz (temel) aldığnız MANTIĞI derince sorguladım. Sonra defalarca düşündüm ve en uygun cevabın şu olacağı kanasında karar kıldım. Aşağıda ki ayet sizce ne manaya gelmektedir? [B]Yâsîn 23 "O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların ([U]putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez[/U], beni kurtaramazlar."[/B] Bu ayete göre, yazınızda belittiğiniz temel mantığa göre;;; Putlar şefaat edebilebilmektedir ama ve ancak Allah dilerse. Allah dilemezse putlar şefaat edemez. :p |
[QUOTE=hiiic;10876]Sayın FEDAKAR adam arkadaşım.
yazınızı huşu içerisinde okurken, baz (temel) aldığnız MANTIĞI derince sorguladım. Sonra defalarca düşündüm ve en uygun cevabın şu olacağı kanasında karar kıldım. Aşağıda ki ayet sizce ne manaya gelmektedir? [B]Yâsîn 23 "O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların ([U]putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez[/U], beni kurtaramazlar."[/B] Bu ayete göre, yazınızda belittiğiniz temel mantığa göre;;; Putlar şefaat edebilebilmektedir ama ve ancak Allah dilerse. Allah dilemezse putlar şefaat edemez. :p[/QUOTE] [B]İnsanın içinde ki nefis putunu da incelediniz mi?Onun uğruna ne haltlar işleyenleri de hesaba katın!Heykel gibi putlardan mı şefaat dilenilecek?.Sübhanellah, putların şefaati mi olurmuş?.. Allah, kendi nezninde hatırı sayılır kullarına şefaat etme yetkisi dışında kimse şefaat edemeyecek.Konuyu saptırmayın.Şefaat mevzusu çok te'vil ister.Olduğu gibi meallerle yola çıkmayın. En büyük put nefs putudur.Onu içinden söküp parçalayan, kıran ve atan hidayete kavuşur.Meselenin özü budur birbirimize dua edelim ...[/B] |
ama dikkat edin, ayette putların şefaati yoktur demiyor.
Putların şefaati fayda vermez diyor. tıpkı sizin [B]Müddesir[/B] suresindeki [B]48. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.[/B] ayetine yaptığınız yorum gibi. di mi? |
[QUOTE=hiiic;10879]ama dikkat edin, ayette putların şefaati yoktur demiyor.
Putların şefaati fayda vermez diyor. tıpkı sizin [B]Müddesir[/B] suresindeki [B]48. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.[/B] ayetine yaptığınız yorum gibi. di mi?[/QUOTE] [COLOR="Blue"][B]ŞUARA SURESİ 91. Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir. 92. Onlara: Allah'tan gayrı taptıklarınız hani nerede? denilir. 93. Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine (olsun) yardımları dokunuyor mu? . 94. Onlar ve azgınlar oraya tepetaklak (cehenneme) atılırlar. 95. İblis bütün orduları da. 96. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler: 97. Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. 98. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk. 101. ''Ne de yakın bir dostumuz''. 102. Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak! 103. Bunda elbet (alınacak) büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler. 99. Bizi ancak o günahkârlar saptırdı. 100. ''Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var''.[/B] [/COLOR] [B]Evet,hiiic kardeşim .İşte, Allah kendisinden başka şeyleri tapınanların cehennemde ki hali apaçık ayetlerinde bildiriyor.Allah bizi müşrik olmaktan muhafaza buyursun.[/B] |
şefaat iki çeşittir.
1- dünyada şeffat bu şefaat allahın izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kulları Allah yoluna iletmede olur. 2 çeşidi vardır. iyi yönde ve kötü yönde 2- ahiretteki şeaat olup Allah dışnda ne şefaatci vardır nede şefaatin fayda verdiği bir gün vardır. ben bu zihin tutlmasını anlayamıyorum. hiçmi aklederak kuran okuyan yok... |
Dağılın!...,Sen!....,Koçum...., Gel bakim yamacıma....,Yak bi cıgara!...diyecek bir allah benim Allah'ım değildir.
Torpil yapsın diye yukarıdakileri söyleyip-yapacak birisini seçip, kendisine sıkı sıkıya bağlı bu hakları ve yetkileri bir faniye devreden allah benim Allah'ım değildir. Benim Allah'ım Adil'dir ve, adet ve sünnetinde de bir değişiklik yoktur. Kur'an öyle yazıyor. Ben müslümanım ve Kur'an'a inanıyorum. Saygılarımla. Galip Yetkin. |
Bırakın şefaati, bu gün anlaşılan anlamda bir tevbe yada günah silinmesi de yoktur. Bir suçu ancak mağdurun kendisi affedebilir. Özellikle kul hakkı ve hırsızlık/dolandırıcılık yada dolaylı aldatma gibi haksız yollarla yenen hakların AFFI söz konusu bile değildir. Allah affetmeyecektir.
Öyle bir zihniyet vat ki; gençlerin, milletin, devletin ve ülkenin istikbali olan, ehil kişi seçme sistemi; sınav sorularını çalıp satıp hatta şifrelerle malum kesimlere sınavlar kazandırıp diğerlerinin istikbalini yakıyorlar. Ve zannediyorlarki şeffatci hoca efendileri şefaat edecek affettirecek. KUL HAKKININ AFFI OLMAZ, OLAMAZ. Hem Allahın kanununa ters hem de gerçek adalet ilkesine ters. Ancak hiçbir bağlayıcı unsur olmaksızın mağdur affedebilir. Zorla affettirme gibi bir durumda söz konusu değil. Tevbe yada bugün anlaşılanın tersine Affolmak, günahları affettirmek, 2 türlüdür. [B]-Ya günahı bilmeden işlersin daha doğrusu; farkında olmadan[/B] (bilmeyerek demiyorum, çünkü bilmeyerek iyi niyet adı altından işlenen her sonucu kötü amelden insan sorumludur, yani niyetin temiz olması bir af kapısı değildir. o nedenle bilmediğin, hakkında kesin delil inmemiş şeyin peşinden koşmayacaksın,,, Örneğin, iyi niyetle beraber tarikatta şeyhten medet umma şirkine düşmek gibi... SORUMLUSUN! ve bu günahın affı yok... Bu nedenle bilmediğin şeyi araştırmakla sorumlusun. Yoksa kesin olarak bildiğin şeylere iyi niyetle işleyenlere sonucu kötü olsa bile günah yazılmayacak, başarısız dahi olsa sırf niyet ve çabasından dolayı sevaplar var) [B]-Ya da işlediğin günahın karşısında pişmanlık duyarak, onun aksine iyi amel yaparsın, Kuranın tabiriyle; kötülükleri iyilikle örtersin...[/B] ki iyilik yaptıkça sevap tarafı artar ve böylece terazide günah tarafındaki günahlardan fazla olursa diğer günahların giderilmiş olur. Asla ve ASLA!!! ama ASLA günahın silinmesi, iptal olması, hesap günü getirilmemesi, gizlenmesi (mağfiret adı altında inanılan kafirane inanç) yada sebepsiz zenginleşme sağlayacak bir şefaat yada yardım söz konusu değildir. Eğer söz konusu olsaydı bize bu dünya hayatının çilesi çektirilmez, onca belaları sıkıntıları yaşattırmazdı. Direk affedip cennete giderdik... İnsan sadece yaptığının karşılığını görecek. Tek torpil var, O torpilde şahıs seçmiyor herkese eşit olarak yararlandırılacak, işlenen suç tam karşılığını alırken, yapılan iyilik ise kat kat artırılacak... Bu halde bile çağlar boyunca ateşlerde yanacak insanların olması ilginçtir. Yapılanın karşılığı alınacak, asla torpil yada özel muamele söz konusu değil. İnsan yapması HUKUK sisteminde bile böyle adaletsizlikler engellenmeye çalışılırken, Allahın hukukunu ve adaletini nasıl torpilci yada çifte standartçı zannedebilirler? Ama dileyen bu sözlerden ibret alsın, dileyen kendi aklı yada din adamlarının (ki pek çoğu tarih boyunca dinden çıkarmıştır) aklınca bir yol tutsun. Dileyen de şu eğreti dünyanın kandırıcı zevk ve gösterişine aldanıp ölümü de ahireti de, Allahı anmayı da unutsun... Keza biz ahireti hatırladıkça derin kagı ve endişelerden psikolojimizi bozulurken, insanların akıllarına bile getirmeyip boş şeylerle gülüp eğlenmesi şaşılacak bir durum... [B]Tâ-Hâ 102 O günde Sur'a üflenir ve biz o zaman günahkarları, gözleri (korkudan) gömgök bir halde mahşerde toplarız.[/B] [B]Enbiyâ 109 Eğer yüz çevirirlerse de ki: (Bana emrolunanı) hepinize açıkladım. Artık size vadolunan şey (mahşerde toplanma zamanınız) yakın mı uzak mı, bilmiyorum.[/B] |
[QUOTE=hiiic;7508]Ahzab 36. [U][I][B][COLOR="Blue"]Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği[/COLOR][/B][/I][/U] zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.
neden altını çizdiğiniz bölümde Allahın ismini çıkardınız,?? nede her defasında ALllahın ismini ve hükümlerini silip araya resulu koyma gayreti varki onu anlamadım hiç... Allah ver resulu diyor ki bu hükümün adı; KURAN dır.. Dikkat ediniz, Sadece KURAN dır... ama resul hükmü diye kendisi de yasaklamış olduğu halde 300 yıl sonra uydurulan hureyre v.b. rivayetlerini baz alacaksanız, buna Kurandan delil bulamazsınız... Dikkat edin,,, Gerçekleri olduğu gibi görelim,,, kilise papazından farkımız olsun,, onlarda Allahın kitabını tevrat ve incili yanlarında taşıyorlar... sizlerde taşıyorsunuz... [B]Cum’a 5 Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. [/B][/QUOTE] [B]Ahzab suresi 36.ıncı ayete göre ;Kur'an'a kafanız çalışmıyor.Bilmeden ve araştırmadan kafanıza göre te'vil ediyorsunuz.Allah, Kur'an'ı ve resulünü birbirinden ayırarak anlatıyor.Yani hem Kur'an'dan ayetlere hem de peygamber sözlerine dikkat ediniz. Birçok ayetlerde "Allah ve resulüne itaat edin!" ayet cümleleri bunun kesin delilleridir.Sizler peygamberi dışlayan zavallı insanlarsınız."Resulüne itaat edin" cümlesini hala anlayamamışsınız.Aşağıda ki ayetlere de de dikkat edin bakalım siz mi isabet ediyorsunuz biz mi? İşte ayetler: [COLOR="Blue"]NİSA SURESİ-59. Ey iman edenler! [COLOR="Red"][U]Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin.[/U][/COLOR] Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. HAŞR SURESİ-7. Allah'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. [COLOR="Red"][U]Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir. [/COLOR] [/U][/COLOR] [COLOR="Blue"]AL-İ İMRAN SURESİ-31[U][COLOR="Red"]-De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı bağışlasın; Allah, daima bağışlayan ve esirgeyendir[/COLOR][/U].[/COLOR] NASIL, BU AYETLERDEN ŞÜPHE EDİYOR MUSUNUZ?. YOKSA HOŞUNUZA GİTMEDİ Mİ?. BU AYETLER SİZİN ÇÜRÜK FİKİRLERİNİZİ NASIL DA ALLLAK BULLAK EDİYOR?ŞAYET BİRAZ MANTIĞINIZ VARSA BUNU ANLAMA DA ZORLANMAYACAKSINIZ.?..[/B] [B] Resûlüne imân ve itâat olmadan Allah'a imân ve itâat olmaz. Çünkü Allahu Teala, kendine itaati, bir çok ayette, Resûlü ile birlikte zikretmiştir.Allahü Teala , Peygamber efendimize itâati emrettigi gibi, ona muhâlefeti, isyânı da yasaklamıştır. Haklılığımızı bir başka ayetler de ispatlıyorum. [COLOR="Blue"]NİSA SURESİ-14. Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır. 80. Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik! [/COLOR] EVET, [COLOR="Red"]"SADECE KUR'AN BİZE YETER" [/COLOR]DİYEN MEZHEPSİZLERE VERDİĞİM AYETLER, ONLARA OKKALI TOKATLAR ATIYOR.İTİRAZ ETMEYİN.BU AYETLERİ BAŞKA MECRALARA SÜRÜKLEMEYİN. BAŞKA SAVUNACAK HİÇBİR DELİLLLERİNİZ KALMAMIŞTIR.BUNDAN SONRA CEVAPLARINIZIN GERİSİ LAF-I GÜZAFTIR [/B] |
[B]Ya hu kardeşim Allah ve Peygamberin yollarını ayırmak için bu mübarek ayetleri de buldunuz da eğip büküyorsunuz yazıklar olsun diyorum artık! Bu ayetlerin sizin uydurma sünnetle alakası bile yok hele ki haşr suresi.. artık pes diyorum..[/B]
80. Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik! [B][COLOR="DarkGreen"]Allah ve resulünün yolu ayrı değil zaten, Resullerin hiçbiri Sünnetullah'tan ayrı olmadığı için Resule uyan Allah'a uyar, çünkü Allah'ın kelamı ile hükmetmeye yetkilidir kendi kafasından hüküm vermeye değil işte buyur:[/COLOR][/B] [B][U][COLOR="DarkRed"]44. İçinde hidâyet ve nûr bulunan Tevrât'ı, şüphesiz Biz indirdik. Müslümanlaşmış kişiler olan peygamberler onunla Yahûdilere hükmederler, rabbânîler [kendilerini Allah'a adamış kişiler] ve ahbar [âlimler] da, Allah'ın kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin Bana saygı duyup ürperin. Benim âyetlerimi de az bir paraya satmayın. [COLOR="Red"]Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.[/COLOR](Maide 44)[/COLOR][/U][/B] |
[QUOTE=yeşil;10964][B]Ya hu kardeşim Allah ve Peygamberin yollarını ayırmak için bu mübarek ayetleri de buldunuz da eğip büküyorsunuz yazıklar olsun diyorum artık! Bu ayetlerin sizin uydurma sünnetle alakası bile yok hele ki haşr suresi.. artık pes diyorum..[/B]
80. Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik! [B][COLOR="DarkGreen"]Allah ve resulünün yolu ayrı değil zaten, Resullerin hiçbiri Sünnetullah'tan ayrı olmadığı için Resule uyan Allah'a uyar, çünkü Allah'ın kelamı ile hükmetmeye yetkilidir kendi kafasından hüküm vermeye değil işte buyur:[/COLOR][/B] [B][U][COLOR="DarkRed"]44. İçinde hidâyet ve nûr bulunan Tevrât'ı, şüphesiz Biz indirdik. Müslümanlaşmış kişiler olan peygamberler onunla Yahûdilere hükmederler, rabbânîler [kendilerini Allah'a adamış kişiler] ve ahbar [âlimler] da, Allah'ın kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin Bana saygı duyup ürperin. Benim âyetlerimi de az bir paraya satmayın. [COLOR="Red"]Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.[/COLOR](Maide 44)[/COLOR][/U][/B][/QUOTE] [B]O kadar hadis ve ayetler gösterdiğimiz halde peygambere itaatın farz olduğunu inkar etmeniz sizi sapıklığa düşürmüştür.Bizler asla Kur'andışı konuşmayız ve ayetleri de inkar etmeyiz.. Sünnetullah, Allah'ın doğa kanunları yani şeriat-ı fıtratiyedir,yaradılış gerçekleridir, yarattığı işlerdir....Şeriat-ı garra ise Kur'an'da ki koyduğu kanunlardır, yani kesin hüküm sayılan muamelat emirleridir.. PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİ İSE, ONUN BİZZAT KENDİ YAPTIĞI VE "YAPIN!" DEDİĞİ İŞLERDİR.YANİ HADİSLERDEN ÖĞÜTLERDİR. AYETLERİN SADE MEALLERİYLE AMEL ETMEK BÜYÜK BİR EKSİKLİKTİR.PEYGAMBERE UYMAK VE ONA İTAAT ETMEK FARZDIR.PEYGAMBERİ DIŞLAMAK KÜFÜR VE SAPIKLIKTIR.[/B] |
Allahın sınavı ne de derin
Hep düşünmüştüm hristiyan ülkede doğan bir kafirin suçu nedir diye... doğduğunda anadan babadan atadan hristiyanlık öğreniyor oysaki biz hazır islam inancıya doğluyoruz bu torpilin sebebi nedir diye. Hatta bir tarikat sohbetinde evliyanın birisine sormuştum da bana "müslümanlar seçilmiş, biz tarikattakiler ise seçilmişlerden seçilmiş ruhlarız" demişti. Bırakın Yüce Allahın adalet kavramını, benim adalet anlayışıma bile ters geldi. Meğer durum çok açık :) ha müslüman ülkede doğmuşsun ha hristiyan yada yahudi yada diğer geleneksel atalarına bağlı bütün inançların yaşandığı kabileler. Hepsi eşit. Ayette belirten üzere, bütün şirk ve zanlardan sıyrılıp Mutlak Olan Allaha saygı ve huşuyla yönelebiliyor, ona çağırabiliyor musun? işte bütün mesele bu, Kuran da tevratta yada yazılmış gönderilmiş diğer bütün gerçeklerin insanlara umduk yada ummadıkları yerden yaklaşması Allaha göre çok kolay... Meğer müslüman ülkede doğan müslüman ile hristiyan ülkede doğan hristiyanın amel ve iman açısından bi farkı yokmuş. Ötede İsa ve diğer azizleri Allaha yaklaşma vesilesi arayanlar Burada Muhammet peygamberi ve evliyaları kendisine vesile arıyor. Ve aslında Muhammet peygamberle olan tek alakaları diğerlerinin İsa ile olan alakaları gibi. Peygamberlerle değil, ardlarından gelen uydurmacılarla muhataplar ve peygamberin getirdiğinden uzaklaşıyor, insanları da uzaklaştırıyorlar. Bütün hepsi içerisinden Allaha ve ahiret gününe inanıp, salih amel işleyenler Cennete gidecektir. Şu dünya hayatı, şu imtahan küresi ne, şu doldur boşalt durağı ne ince hesapla ne fitnelerle hesaplanmış. |
[QUOTE=hiiic;10975]Allahın sınavı ne de derin
Hep düşünmüştüm hristiyan ülkede doğan bir kafirin suçu nedir diye... doğduğunda anadan babadan atadan hristiyanlık öğreniyor oysaki biz hazır islam inancıya doğluyoruz bu torpilin sebebi nedir diye. Hatta bir tarikat sohbetinde evliyanın birisine sormuştum da bana "müslümanlar seçilmiş, biz tarikattakiler ise seçilmişlerden seçilmiş ruhlarız" demişti. Bırakın Yüce Allahın adalet kavramını, benim adalet anlayışıma bile ters geldi. Meğer durum çok açık :) ha müslüman ülkede doğmuşsun ha hristiyan yada yahudi yada diğer geleneksel atalarına bağlı bütün inançların yaşandığı kabileler. Hepsi eşit. Ayette belirten üzere, bütün şirk ve zanlardan sıyrılıp Mutlak Olan Allaha saygı ve huşuyla yönelebiliyor, ona çağırabiliyor musun? işte bütün mesele bu, Kuran da tevratta yada yazılmış gönderilmiş diğer bütün gerçeklerin insanlara umduk yada ummadıkları yerden yaklaşması Allaha göre çok kolay... Meğer müslüman ülkede doğan müslüman ile hristiyan ülkede doğan hristiyanın amel ve iman açısından bi farkı yokmuş. Ötede İsa ve diğer azizleri Allaha yaklaşma vesilesi arayanlar Burada Muhammet peygamberi ve evliyaları kendisine vesile arıyor. Ve aslında Muhammet peygamberle olan tek alakaları diğerlerinin İsa ile olan alakaları gibi. Peygamberlerle değil, ardlarından gelen uydurmacılarla muhataplar ve peygamberin getirdiğinden uzaklaşıyor, insanları da uzaklaştırıyorlar. Bütün hepsi içerisinden Allaha ve ahiret gününe inanıp, salih amel işleyenler Cennete gidecektir. Şu dünya hayatı, şu imtahan küresi ne, şu doldur boşalt durağı ne ince hesapla ne fitnelerle hesaplanmış.[/QUOTE] [B]Müslüman bir ülkede doğmuş bir kimse ateist oluyorsa bu da gelenekten midir?Nice aileler vardır ki müslüman kardeşlerin içinde 1 tane ateist çıkabiliyor.İman meselesi geleneğe göre değil, o bir Allah'ın hidayetindendir.ANCAK KÖRÜKÖRÜNE GELENEKSEL İSLAM ANLAYIŞINI ALLAH'DA KABUL ETMEZ.İSLAM'I KAYNAĞINDAN ÖĞRENİLMELİ YANİ KUR'AN VE SÜNNETTEN ÖĞRENİLMELİDİR.iTİKADİ MESELELERDE AYNEN BU OLMALIDIR.KUR'AN'A UYMAYAN İTİKAD BİD'ATTIR,SAPIKLIKTIR SAPMADIR,KÜFÜRDÜR. Mesajında ki "Muhammet peygamberi" kelimesi müslümanın ağzına yakışmayan gizli bir terbiyesizliktir, onu küçük gözle görmek demektir."Allah'ın resulü Muhammed" deseydiniz sizi takdir edecektim.Lakin sizin İslam anlayışınız laikçilerin kıt İslam anlayış gibidir.Y.Nuri öztürk'ün dediği gibi; "Kur'an müslümanı, Kur'an peygamberi, Kur'an İslam'ı" demesi gibidir.Bu ise sanki İslam'a karşı yabanileşmiş, imanı zayıf veya aklı kıt anlayışı olan geri kafalı müslümanların ağızlarında ki sözcüklerdir.İslam'ı islamla Kur'an'ı kur'anla hitap edilir.başka uyduruk sözcükler takmaya da gerek yoktur.KUR'AN VE PEYGAMBERİMİZİ HAKKIYLA YÜCELTMEK VE ONU ANMAK BİR MÜSLÜMANIN ŞİARINDAN OLMALIDIR.ONA İTİBARI OLMAYAN, İTİKADI BOZUK OLANIN KONUŞMALARININ KIYMETİ YOKTUR, BU BÖYLE BİLİNE!.. [/B] |
[QUOTE=FEDAKARADAM;10969][B]O kadar hadis ve ayetler gösterdiğimiz halde peygambere itaatın farz olduğunu inkar etmeniz sizi sapıklığa düşürmüştür.Bizler asla Kur'andışı konuşmayız ve ayetleri de inkar etmeyiz..
Sünnetullah, Allah'ın doğa kanunları yani şeriat-ı fıtratiyedir,yaradılış gerçekleridir, yarattığı işlerdir....Şeriat-ı garra ise Kur'an'da ki koyduğu kanunlardır, yani kesin hüküm sayılan muamelat emirleridir.. PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİ İSE, ONUN BİZZAT KENDİ YAPTIĞI VE "YAPIN!" DEDİĞİ İŞLERDİR.YANİ HADİSLERDEN ÖĞÜTLERDİR. AYETLERİN SADE MEALLERİYLE AMEL ETMEK BÜYÜK BİR EKSİKLİKTİR.PEYGAMBERE UYMAK VE ONA İTAAT ETMEK FARZDIR.PEYGAMBERİ DIŞLAMAK KÜFÜR VE SAPIKLIKTIR.[/B][/QUOTE] [B][SIZE="2"][COLOR="Red"]Ya hu ne meali? En çok kızdığım bir şey varsa şu mealle amel etmeyi bahane ederek kendi görüşlerini sağlamlaştırmak isteyenlerdir.. Arkadaş senin o gelenek dinini öğrendiğin fıkıh kitapları da orijinal değil meal! O rivayetler de meal! Kim mealden dinini öğreniyor acaba siz mi biz mi?? Hadi biz arapça bilmeyen geri zekalının tekiyiz bu forumda, peki arapça da dahil olmak üzere fıkıh olsun kelam olsun hadis olsun ne varsa hepsini orijinalinden tahlil eden kendini Kur'an'a adayan ve hiçbir ilim adamı/alim arasında taraf tutmadan hepsini inceleyerek sonuca ulaşan Hakkı Yılmaz(örnek veriyorum) da mı senin o iğrenç niteliklerine sahip biri? Bu nasıl bir şey? Allah adına hüküm vermek size mi kaldı? Sana bir şey diyeyim mi en kötü insan münafık insandır ama daha kötüsü de var ki bu da din adamı diye ortada dolaşanlardır(çoğunluğu).. Dinden çıkar sağlayanlardır.. Bu işe kendini adayan (karşılıksız-menfaatsiz) çok azı hariç çoğunluğunun münafık olduğunu ben değil Kur'an söylüyor.. Yetmedi tarih söylüyor..[/COLOR][/SIZE][/B] [SIZE="2"][COLOR="DarkRed"][B]Ortaçağ tarihini aç bak bakalım din adamlarının yaptıkları pislikleri oradan da okuyabilirsin.. Kendi yazdıklarını kutsal kitab diye yutturan din adamları.. Menfaatleri uğruna neler yapmazlar ki... Aynını biz de yaşıyoruz.. Demez mi Kur'an önceki milletlerin düştüğü tuzaklara düşmeden(onlarla imtihan edilmeden) kolayca cenneti hak edeceğinizi mi sandınız?.. [/B][/COLOR][/SIZE] |
[QUOTE=yeşil;10977][B][SIZE="2"][COLOR="Red"]Ya hu ne meali? En çok kızdığım bir şey varsa şu mealle amel etmeyi bahane ederek kendi görüşlerini sağlamlaştırmak isteyenlerdir.. Arkadaş senin o gelenek dinini öğrendiğin fıkıh kitapları da orijinal değil meal! O rivayetler de meal! Kim mealden dinini öğreniyor acaba siz mi biz mi?? Hadi biz arapça bilmeyen geri zekalının tekiyiz bu forumda, peki arapça da dahil olmak üzere fıkıh olsun kelam olsun hadis olsun ne varsa hepsini orijinalinden tahlil eden kendini Kur'an'a adayan ve hiçbir ilim adamı/alim arasında taraf tutmadan hepsini inceleyerek sonuca ulaşan Hakkı Yılmaz(örnek veriyorum) da mı senin o iğrenç niteliklerine sahip biri? Bu nasıl bir şey? Allah adına hüküm vermek size mi kaldı? Sana bir şey diyeyim mi en kötü insan münafık insandır ama daha kötüsü de var ki bu da din adamı diye ortada dolaşanlardır(çoğunluğu).. Dinden çıkar sağlayanlardır.. Bu işe kendini adayan (karşılıksız-menfaatsiz) çok azı hariç çoğunluğunun münafık olduğunu ben değil Kur'an söylüyor.. Yetmedi tarih söylüyor..[/COLOR][/SIZE][/B]
[SIZE="2"][COLOR="DarkRed"][B]Ortaçağ tarihini aç bak bakalım din adamlarının yaptıkları pislikleri oradan da okuyabilirsin.. Kendi yazdıklarını kutsal kitab diye yutturan din adamları.. Menfaatleri uğruna neler yapmazlar ki... Aynını biz de yaşıyoruz.. Demez mi Kur'an önceki milletlerin düştüğü tuzaklara düşmeden(onlarla imtihan edilmeden) kolayca cenneti hak edeceğinizi mi sandınız?.. [/B][/COLOR][/SIZE][/QUOTE] [B] Hakkı Yılmaz, tv.lere neden çıkmıyor, madem iddiasında samimi ise?Demek ki cesareti yok çıkmaya..Cübbeli Ahmet hoca bir tv. sohbetinde mezhepsiz geçinenleri yanına davet etti kimse gelmedi... [COLOR="Blue"]Fitneden eser kalmayıp ve din de tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Enfal Suresi- 39) “Eğer sana cevap veremezlerse bil, ki onlar sırf heveslerine uymaktadırlar. Halbuki Allah’tan bir yol göstericisi olmaksızın kendi heveslerine uyandan daha sapık kim vardır?Allah zâlimler güruhunu hidayete erdirmez.” (Kasas Suresi-50)[/COLOR] “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, İslâm’ın yalnız ismi, Kuran’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak. Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı, yine onlara dönecektir.” (Beyhâkî) Ahir zaman uleması gök kubbe altında niçin en şerli insanlardır? Bir hıristiyan, dininin icabını yapar, bir kâfir küfrünün icabını yapar. Gerçek müslüman küfrü sevmediği gibi, küfürde olan da hiç bir zaman iman edeni sevmez, bu tabiidir. Ve fakat bunların tahribatı sınırlıdır, çünkü hedefleri vardır.İçtekinin tahribatı ise çok büyüktür. Aslında küfrünü icra ediyor, fakat gizliyor. Başka isim taktığı için, bu başka isim sebebiyle saf müslümanlar onu hakikaten müslüman zanneder ve bazı faaliyetlerini görerek yardımda da bulunur. Ancak bütün yapılan bu yardımlar, İslam dininin yıkılmasına vesile olur. Hakiki âlimler ise bütün hal ve ahvallerini dine uydururlar, Resulullah Aleyhisselâm’ın izinde bulunurlar. Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor: [COLOR="Blue"]“Allah’ın âyetlerini az ve önemsiz bir pahaya değiştirmezler. Onların mükâfâtı da Rabbleri katındadır.” (Al-i İmran Suresi- 199)[/COLOR] Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde: “Âlimler peygamberlerin vârisleridir.” buyurmuşlardır. (Buharî) Nübüvvetin üstünde hiç bir rütbe olmayacağına göre, bu rütbeye vâris olmaktan daha büyük bir şeref tasavvur edilemez. Allah-u Teala kötü alimleri “İlmi ile dünyalık elde edenler” diye vasıflandırarak şöyle buyuruyor: [COLOR="Blue"]“Onlar ise bunu arkalarına attılar ve az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kötü!” (Al-i İmran Suresi- 187)[/COLOR] Zira onlar hem kendileri yoldan çıkmış, hem de başkalarını yoldan çıkarmışlardır. Onların zararları yalnız kendilerine değil, başkalarının küfürlerine sebep oldukları için, zararları umuma sirayet etmektedir.[/B] |
[QUOTE]Allah-u Teala kötü alimleri “İlmi ile dünyalık elde edenler” diye vasıflandırarak şöyle buyuruyor:
“Onlar ise bunu arkalarına attılar ve az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kötü!” (Al-i İmran Suresi- 187)[/QUOTE] efendi dediğin mahmutun servetinden haberin var mı? En son güneydoğudan bir nakşibendi şeyhinin ölümünün ardından 20 milyon dolar nakti para ve bir o kadar yatırımı çıktı, varisleri halife ben olacağım diye birbirine girdi... cübbeli ahmetin havuzlu villası gibi bir "eğreti dünya konağına" ben daha önce girme bile girmedim. geçenlerde mahmut ve diğer din tacirlerine "insanlığa üstün hizmet" ödülü verdiler. İnsanlığa ve insan haklarına özellikle düşünce özgürlüğü ve insanların ekonomik, sağlık gibi sosyal ihtiyaçlarına yönelik bir hizmet olsa gerek :) İnsanlığa üstün hizmet etmiş birisinin oturduğu yerden cincilik tarzı, himmetçilik yapacak bir sahtekar olması beklenmez (!) elbette. nede olsa sadece bir hizmet değil, üstün hizmet... ödül törenine katılanlar arasında jet-fadıl ve aynı mesleği yapan daha niceleri vardı... sen hangi alimden bahsediyorsun? *** dini mahvedecek, onu mahrum bırakacak hocaları felan yazmışsın, şimdi o saydıklarının kimler olduğunu akledebilir misin?.. bu dini bahsettiğin gibi hocalar mahvetti. Hanifler ise temizlemeye, peygamberin getirdiği gibi ilk günkü tazeliğiyle müminlere sunmaya gayret ediyor. keşke sağdan soldan buraya kopyaladığın bilgileri, yazmadan önce oturup dikkatli dikkatli okusan :) Yüce Allah dilemedikçe ne anlatabiliriz ki? |
[QUOTE=hiiic;10979]efendi dediğin mahmutun servetinden haberin var mı?
En son güneydoğudan bir nakşibendi şeyhinin ölümünün ardından 20 milyon dolar nakti para ve bir o kadar yatırımı çıktı, varisleri halife ben olacağım diye birbirine girdi... cübbeli ahmetin havuzlu villası gibi bir "eğreti dünya konağına" ben daha önce girme bile girmedim. geçenlerde mahmut ve diğer din tacirlerine "insanlığa üstün hizmet" ödülü verdiler. İnsanlığa ve insan haklarına özellikle düşünce özgürlüğü ve insanların ekonomik, sağlık gibi sosyal ihtiyaçlarına yönelik bir hizmet olsa gerek :) İnsanlığa üstün hizmet etmiş birisinin oturduğu yerden cincilik tarzı, himmetçilik yapacak bir sahtekar olması beklenmez (!) elbette. nede olsa sadece bir hizmet değil, üstün hizmet... ödül törenine katılanlar arasında jet-fadıl ve aynı mesleği yapan daha niceleri vardı... sen hangi alimden bahsediyorsun? *** dini mahvedecek, onu mahrum bırakacak hocaları felan yazmışsın, şimdi o saydıklarının kimler olduğunu akledebilir misin?.. bu dini bahsettiğin gibi hocalar mahvetti. Hanifler ise temizlemeye, peygamberin getirdiği gibi ilk günkü tazeliğiyle müminlere sunmaya gayret ediyor. keşke sağdan soldan buraya kopyaladığın bilgileri, yazmadan önce oturup dikkatli dikkatli okusan :) Yüce Allah dilemedikçe ne anlatabiliriz ki?[/QUOTE] [B]Son noktayı koyuyorum. Bilmediğiniz şeylerin arkasına düştüğünüzden ve önyargılı olduğunuzdan dolayı sizi Allah'a havale ediyorum.İsmail Ağa cemaati Türkiye'nin en bilgili cemaatidir.İçlerinde cahil bulamazsınız.Bütün talebeleri bir İslam alimi olarak yetiştirilmeye çalışılıyor.Sizler Mahmud efendinin eline abdest suyu bile dökemezsiniz.İslam dünyasınca tanınmış bu alime verilen ödülü hazmedemiyorsunuz ve bilmeden utanmadan ona iftira yapıyorsunuz.İslam dünyasında çok sevilen bu hocayı yakından siz tanıyamadınız. Kuru bilgilerle nereye kadar varacaksınız?.Yolumuz ehli sünnet ve Kur'an yoludur.Mezhepsizler bu ülkenin çakıl taşlarıdır.Onları İslam yolundan temizlemek boynumuzun borcudur.Bunlar İslam'a destek değil, köstek olanlardır.Ateizme yardım ettiklerinin farkında değillerdir.İslam camiasında hep yalnız kalmışlardır.Bunlarda sünnete riayet etmek ve peygambere itaat etmek diye bir şey yoktur.Bunlar bu ümmetin yüzkarasıdırlar. Bunlarla İslam asla yücelemez yerinde sayar, vesselam.[/B] |
[QUOTE=FEDAKARADAM;10981][B]Son noktayı koyuyorum.
Bilmediğiniz şeylerin arkasına düştüğünüzden ve önyargılı olduğunuzdan dolayı sizi Allah'a havale ediyorum.İsmail Ağa cemaati Türkiye'nin en bilgili cemaatidir.İçlerinde cahil bulamazsınız.Bütün talebeleri bir İslam alimi olarak yetiştirilmeye çalışılıyor.Sizler Mahmud efendinin eline abdest suyu bile dökemezsiniz.İslam dünyasınca tanınmış bu alime verilen ödülü hazmedemiyorsunuz ve bilmeden utanmadan ona iftira yapıyorsunuz.İslam dünyasında çok sevilen bu hocayı yakından siz tanıyamadınız. Kuru bilgilerle nereye kadar varacaksınız?.Yolumuz ehli sünnet ve Kur'an yoludur.Mezhepsizler bu ülkenin çakıl taşlarıdır.Onları İslam yolundan temizlemek boynumuzun borcudur.Bunlar İslam'a destek değil, köstek olanlardır.Ateizme yardım ettiklerinin farkında değillerdir.İslam camiasında hep yalnız kalmışlardır.Bunlarda sünnete riayet etmek ve peygambere itaat etmek diye bir şey yoktur.Bunlar bu ümmetin yüzkarasıdırlar. Bunlarla İslam asla yücelemez yerinde sayar, vesselam.[/B][/QUOTE] [COLOR="DarkRed"][B]Evet çok bilgili cemaattir doğru dersin, tüm cemaatler toplansa bir japonyanın tırnağı kadar bilgili olamaz bu böyle biline! Sizin ilim dediğiniz kendinizin çalıp kendinizin oynadığı çoğunluğu hurafe dolu şeylerdir.. Bize bilmediğimiz şeyin arkasından gittiğimizi söylemişsiniz asıl daha önceden bilmediklerimizin peşindeydik ve bu nasıl bir din nasıl bir inanç ki bu kadar skolastik olabilir mi İslam diyorduk ve neyin ne olduğunu bize başta Kur'an olmak üzere her objektif delil gösterdi.. İslamı hurafelere boğanlar gün gibi ortada, tabi gözlerini kapatana ne anlatsan boştur Yasin Suresi tam sizler gibilerini anlatıyor.. Yazıklar olsun ki dini oyuncağa çevirdi sizin gibiler ve asıl sizler apaçık deliller gelmesine rağmen ayrılığa, ihtilaflara düştünüz neden geldi bu Kur'an? Daha öncekiler gibi dinde ihtilaflar ayrılıklar yaşamayalım diye, Kur'an tastamam apaçık her şeyi içermekte yeter ki din adamı kılıklı şarlatanlar Kur'an'ın apaçık manasını halktan gizli tutmasın, mübin olan Kur'an'a üzeri örtük meal ve mufassal Kur'an üzerine bir de Allah kelamıyla dalga geçercesine tefsir yazmasınlar, kendi yazdıklarını hak diye yutturmasınlar millete..[/B][/COLOR] [B][COLOR="DarkRed"]Yazık sizlere dilerim bir gün anlarsınız bu dünyada da diğer tarafa kalmaz, zira böylelerine helak olmak müstehaktir, ama Allah çok sabırlıdır..[/COLOR][/B] |
Dün yazdığım yazıdan sonra konunun dışında kalmak istiyordum ama Sayın FEDAKARADAM'ın son yazısı beni şu yazıyı asmama mecbur etti. Bu yazı Sayın İlhami Çetin'dendir. Buyrun:
''İdeal Millet olma vasfı; akıl ederek, düşünerek ve kendisini yeniden yapılandırarak bir inanç/fikir sahibi olmak ve ona göre yaşamanın adıdır. Bizzat millet olmanın tanımıdır bu. Başkasının milletine uyarak milletleşmek ve başkasının ümmetine uyarak ümmetleşmek başka şeylerdir. İbrahim, hakikati arama ve emin olarak inanma konusunda akıl yürüten tarihin ender insanlarındandı. Bunun için, onun din, ahlak, toplum anlayışlarına “İbrahim Milleti” denilmiştir. Ve örnek gösterilmiştir. Kuran’da bu konuda ki ayetlerden bazıları şunlardır: Bakara suresi 130,135. Ali imran 95. Nisa 125. Enam 161. Nahl 120, 123 ayetler. Ayetlerde, onun kişilik ve kimlik kazanması, bilgi sahibi olduktan sonra fikir sahibi olması ve hakikatin bilgisine varıp, eski fikir ve inançlarını en güzel olanla değiştirip, kendisini dönüştürmesi ise, “Milleti İbrahim’e hanifâ” cümlesi ile tanımlanır. İbrahim ismi, ayrıca rahmet babası anlamına gelir. İmanın temeli zaten rahmet ehli olmak, yaratanı ve yaratılanları sevmek ve yaratılanlara karşı yufka yürekli olmaktır. Sünnetli kalp budur. Kalp katılığı ise hüsrandır. Önce Adalet, sonrada merhamete sarılmak ve öylece bir ömür geçirmektir salaha ermek. Burada belirleyici kavram “Hanif” kavramıdır. Kısa anlamı putperestlikten dönen anlamına gelir. Yerleşmiş anlamı “Putperest’likten” dönmektir. Putperestliğin hangi dünya görüşü ile örtüştüğünü bilmeyenler, İbrahim’in neyi terk ettiğini bilemezler. Bu kişinin Istıfası dönemidir. Yani, önce kendisini hesaba çekme lüzumu duyar. Seçmeyi ve seçkinliği önce kendini kınayarak başlar daha iyisini, daha güzelini aramaya. Bu dönem ve düşüncenin insanına Fityan ehli denilmiştir. Bunu baştan savmacılar “Genç” olarak tefsir etseler de Ahmed Hambel bunu gerçek manasıyla ortaya koymuştur. Ahmet Hambel’in değerli sözlerinden alıntı yapalım ki, tevbe suresinin 108. ayetinde geçen Fityan kavramını yüzeysel olarak tefsir edip geçenler, dikkat etsinler. Şöyle ki; İslam Alimleri Ansiklopedisi cilt 3 de İbn Hanbel’in güzel bahsinden… “İlim insana ekmek ve su kadar lazımdır. İlim, rivayet ve kuru ma’lumat çokluğu değildir. İlim faydalı olan ve kendisiyle amel edilen şeydir.” Ahmet İbn Hanbel’e sordular ki, Züht nedir? “ Züht üç türlüdür. Cahil’in zühd’ü, haramı terk etmektir. Alim’in zühd’ü helal olanların fazlasından sakınmaktır. Arif’in zühd’ü, Allah teâlâyı unutturan şeyleri terk etmektir.” Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah, Baba fütüvvet nedir? Sorusuna; Korktuğun şey için, arzu ettiğin şeyi terk etmendir.” İşte, kendisine hidayet edilip Resullük verilmeden ve Allah dostluğuna ulaşmadan önce böyle bir geçmişten geliyordu. Allah’ın hikmetle hidayet etmesi için insanın aklını kullanması ve mülk tutkusunu içinden atarak anti liberalist bir güzel ahlaka sahip olması gerekir. Firavn’a hidayet edilmemesinin sebebi toplumculuktan nefret etmesi ferdiyetçiliği taparcasına sevmesidir. Kötülükten hicret, öncelikle bilgi ve fikir dünyasında yapılır. Artık o, gönül gözü açılmış, yetersiz bilgiden ve geleneklerden gelen fikirlerini, kabullerini, inanç ve imanını sorgulamış ve sonunda bu fikirlerini çürük bulmuş ve batıl fikirlerini, ilme dayanan ispatlı ve hak olanlarıyla değiştirmiştir. Zaten Kuran, İbrahim’in bu aşamayı geçirdikten sonra seçildiğini ayetle bildirir. O bir hakkı arayandır, arayış içindedir. Hidayet de böylelerine edilir. Yanaşmacılara, hidayeti Allah dışında, zanlarıyla kutsayanlardan arayanlara Allah hidayet etmez. Onun sapkın yolunu ona süsleyerek şirk ve putperestlik (Egoizm ve mülk şehveti) batağına yuvarlanmasını kolaylaştırır. Onu önce şeyhine, sonra dünya Firavunlarına uşak yapar. Çünkü körlerin kör itaatçisidir o. Zaten şirk de, putperestlik de kör itaatten başkası değildir. Zaten Allah’ın kimleri sağır ve kör ederek basiretini bağladığı bellidir. Çünkü onlar, başka kişilerin sevgi ve hürmetini Rableri olan Allah'a ihtiram ve sevgisine denk yaparak müşrik olmuşlardır. Yine maddi varlık ve güzellikleri Allah’ı sever gibi sevmiş ve sevgileri eşitleyerek putperest olmuşlardır. İşin tuhafıysa, halen hak üzerinde olduklarını zannederler. Körlüğün en kötüsü de zaten budur. Dikkat edin, sözde mürşidin o müride verdiği belli zikirler değildir. Onu Allah hidayetinden mahrum etmesidir. Bunun dışında ki öğretisi ve onu sorgulamayan kör itaat taraftarı yapmasıdır. Bunun yanında hak din öğretisini tersine çevirerek “Allah rızası ve Allah için iş işleme” (kâr ve menfaat için değil) hak dinin esası olmasına rağmen, dini kullanan tarikatın yaygınlaştırmaya çalıştığı öğreti “Allah’a ulaşma” safsatasıdır. Kur'an'da ne kadar rucu kavramı varsa, bunu Allah zatına insanın ulaşıp eklemlenmesi olarak açıklarlar. Oysa İhlâs suresi buna müsait değildir. İnsan gibi bir yaratığın Allah’la yekvücut olmak gibi bir saçma manâya uygun değildir vahiy. Din de bunun için gelmemiştir. Kamil insan projesinin gerçekleşmesi için insan dünyaya getirilmiş ve vahiy bunun için indirilmiştir. İnsan güzel ameller işleyecek ve bu güzel amelleri yeryüzünde Kıst’ın ayağa dikilmesini sağlayacak. Allah ta “Ben bu kulumdan razıyım” çünkü ahlaken kemâle erdi, insanlara ve insanlığa yararlı oldu, adaleti ( Kıst) ayağa dikti yolundaki rızasına kavuşmak içindir yeryüzüne getiriliş amacı. Allah kulunun iyi işlerinden razı ( memnun) olunca onu Melekût’ta överek anar. ''Ben bu abidimi sevdim sizde seviniz'' der. Onlarda onu severler ve iyi ahlaklı insanlara da onu sevdirir. Ahzab suresi 56. ayeti de benzer anlam taşır. Resulullah Yüce katta hayırla anılmaktadır. Allah müminleri de hayırla yad eder. Müminlerde birbirileri için iyilik dilemek zorundadırlar. Bunun için işlerin ve sosyal, siyasal, ekonomik faaliyetlerin çıkar gözetmeksizin onun rızasını kazanmak için yapılması şartı vardır. Zaten Ankebut suresinin tamamında verilen mesaj, örümceğin evine sığınmamak için yapılması gereken sosyo ekonomi politik yolun bulunup ona devam edilmesi emredilmektedir. Zamanın örümceği (Ankebutu) A.B.D'de karargâh kurup vakıf şirketlerinin tatlı karları ile yaklaşık iki bin yıl önce, Hıristiyanlığı da mahf eden “Mistik” tarikatçılık anlayışı ile milli mutabakatı bozmak ve kör itaatçiler yetiştirerek yabancı şirket ortakları ve Dünya Tâğutları ile uyuşan ve milletini emperyalizmin güdümüne sokanların keyfi yorumlarla insanları örümcek ağına takma çabaları artık fark edilmelidir. Fark edilerek Mustafa Kemal’in sorunun çözümünde gösterdiği yol olan ilmin mürşit yapılması yolunu devam ettirmek gerekmektedir. Kişiye değil ilkelere bağlılık önemlidir. Bu ilkeler nereden gelirse gelsin hakka, adalete, merhamete yönelikse bunlara uymak salih ameldir. Başkalarına ve insanlığa zararlı ise, işler zulüm, faili de zalimdir. Bu yol ise, Laikliği hak dine karşı lakaytlık değil, hak olanı mükemmel bir şekilde ve yeterli ve yetenekli öğretmenlerce çok güzel bir şekilde öğretip, batılına geçit vermemektir. Yani Laikliği paravan yapıp dinin hak olanına da, batıl olanını da cepheden saldırmak yerine, idealist yorumunu ortaya koyup, hak olan sosyo ekonomi politiğe davet etmek gerekir. İdeal değerlere davet te sosyal psikolojiye uygun olan, her insanın çelişkisini kendi değerlerinden referanslar vererek ortaya koymaktır bilimsel olan. Hak ve adaletin ayağa kaldırılması için de olsa, hak dinden referans vermemekte inatlaşanları anlamak mümkün değildir. İşte lakayt olanlar bunlardır. Bu kesim Ankebut suresinin 45. ayetin hakkında çeşitli bakış açılarını sunan merhum Hamdi Yazır, çok önemli bir manasını da şöyle kayıt etmiştir. “…Yahut Allah Taala’nın sizi anması, sizin onu anmanızdan daha büyüktür” Ayetle örtüşen iki önemli anlamdan biriside budur. Anlamın birisi, kâr-kazanç ve meleleşmek için değil, sınaî ticari v.s faaliyetlerin Allah rızasını kazanmak için yapılmasıdır. İkinci önemli anlamı ise, böyle bir iş Allah'ı memnun edeceği için, sizi yüce katta anar. İşte bu, sizin onu anmanızdan daha hayırlıdır. Çünkü insanın kemâl projesi, yeryüzünde Allah’ı memnun edecek şeyleri sergilemektir. Salât ve Salâvat’ın sosyal ve ekonomik anlamı ayette önemle vurgulanmakta ve tarif ve tanımı yapılmış olanın doğru sosyo ekonomi politik, bunun dışındakinin güzel olmayıp, mani olunması ile kötülükten sakının emri ile oluşacak erdemli insan toplulukları oluşturmak tavsiyesidir. Bunu ancak münkerin bâhillik(cimrilik) olduğunu bilenler anlar. Bu tema ayrıca cümlenin sonunda kullanılan özel kavram “Sana’a” (sanayi, hatta fend v.s gibi onlarca anlamı olan zengin bu kavram. Hıristiyanların ahitlerini bozduklarını açıklayan Maide suresi 14. ayette de geçmektedir) kavramı ile pekiştirilmiştir. Eğer amaç insanların sosyo ekonomik faaliyetleri dışında bir şey için olsa idi, genel bir kavram olan “Amel” say gibi onlarca kavramdan birisi kullanılırdı. Zaten son kısmın anlamı da, yaptığınız cari olanın da, idealist olacak olanın da Allah farkındadır. Sizi buna göre değerlendirecektir gerçeği vurgulanarak “ Allah yapmakta olduğunuzu bilmektedir” diye söz bitirilmektedir. Şimdi mistik uyutucu bunda bulunmayan anlamı niçin öğretisine dayanak yapar da, namazın-saâtın, insanlar için güzel ve hayırlı işler yaparak rıza kazanmaya giden anlamını örterek, pasifist bir toplum yaratmak ve yandaşları ile malı götürmeyi gözden kaçırarak örtmek istemektedir? Tabi ki insanlar, Allah’larını dilleri ile de yâd (Zikr) edeceklerdir. Bunun için bir piramitsel tahakküm kurup, akıllarını ipotek altına almaya ne gerek vardır. Maksat, eşitliksiz düzeni fark etmeyecek, insanın kör itaatini pekiştirerek her alanda ki müstevlinin nüfuzu altına girmeye hazır tutmaktır denilebilir İşte İslam da vahi’nin amacı “Allah’a ulaşmak “ değil, Allah tarafından iyilikle yâd edilmesi ve Melekût’ta anılması için güzel ahlaklı olması ve böyle bir sosyo ekonomi politik tavır sergilemesini hedeflemiştir. Her işte, Allah’ın zikredilmesi; iş yaparken, ticari, siyasi, ekonomik faaliyetlerde bulunurken, Allah rızasının daima hatırda tutulması, Allah’ı zikretmenin en üstün biçimidir. Bu ise, Salât-Salâvat ehli olarak, hem ihtiramını yerine getirerek ulûhiyette kıst üzere olmak, hem de insani ilişkilerde kıstı sistemin temeline oturtarak, emri bil marufa (İlim ve aklın yüksek faaliyeti ile tarif ve tanımı yapılmış şeyleri) sosyal siyasete hâkim kılmak, ahlaka, iffete, kavama, hayaya yönelerek, insanların sosyal, siyasi ve ekonomik açıdan dosdoğru olmasıdır. Rabbim Allah’tır deyip, sonra dosdoğru olmak ibadetin ta kendisidir.Bu tanımla biliriz ki,”Millet” kavramı, tekâmülün başını oluşturur. Millet kavramı ile tanımlanan şey, kendini fikir dünyasında yenilemek ve bir miktar da bireysel yaşama uygulamaya çalışmaktır. Ama hâlâ amorf veya hetorejen bir toplum içindedir, henüz ilkeli bir toplum oluşturmak ve homojen bir toplum yapısına kavuşmak aşamasına gelememiştir. Bireysel çapta ilkelidir. Erdemi ilke edinmiştir. Çevresinde yeteri kadar güç birliği edecek insan yoktur veya erdemlilerin çoğunlukta bulunduğu coğrafyadan uzaktır. Bunun için de idealini dışa yansıtamaz, çevresini değiştirip dönüştüremez. Bunun için de, doğru düşünür ama mücbir sebeplerden dolayı bunu hayata yansıtamaz, örnek bir toplumu kuramaz. Yani bireyleşmiş, millet olmuş ama milletleşememiş, hukukun üstünlüğünü ilke edinerek ümmetleşememiştir veya milletleşememiştir. Yani, aynı düşüncede olanlarla milletini toplumsallaştıramamıştır. Aynı idealist değer yargılarına sahip bireyler oluşturup, toplumlaştıramamıştır. Oysa Ümmetleşmek milletleşmeden sonraki Kemâl safhasıdır. Tabi ki doğru ümmetleşmek böyledir. Eğer yerel değişim ve dönüşümlü bir toplum kurup ayakta duracak kadar değişim ve dönüşümü gerçekleştirememiş ve bu imkânsızsa, çözüm yollarından birisi o coğrafyadan göçüp, kendisine bağımsız bir yurt edinmesi gerekir. Göçün istikameti ise, halen kurulmuş bir erdemli toplum varsa, ona doğrulur. Veya halen yeryüzünde sahipsiz ve vatan olmaya müsait arz parçaları varsa, orasının idealist topluma vatan yapılmasıyla mümkündür. Önce gelenek ve görenekten gelen fikirlerden hicret etmiş, milletleşmişti. Şimdi ise, bağımsız bir toprak parçası edinmek, erdemli hayat sürmesine engel olacaklardan sâlim olmak gerekir. İşte kendisi gibi erdemlilerle özgür bir toprak parçası üzerinde doğru ilkelere göre yaşamak için, ilkeli birlik için yapılan ahitten sonra oluşacak erdemli toplum safhasına ümmetleşme, güruhluktan kurtulan bu insan toplumuna da ümmet denilir. Yinede milletleşme ile ümmetleşme iç içedir. Çünkü “Ümm” kavramı doğal yapı ve fıtratla da ilintilidir. Öyle ise ümmetleşme bir anlamda milletleşerek varılan milli mutabakatı devam ettirme iradesinin kuşaklara aktarılması sonucunda devamı safhası diye de tanımlanabilir.(İstiklâl savaşında böyle yapılmıştı.)...... Bu amaçla yapılan, fikren kendini yenileme ve erdemli toplumu kurmak için verilen çabayı da kapsayan gayrete cihat denilir..... Onlar düşünen akıl edenlerdir. Bu öncelikle bilinçlenip taakkul, tezekkür, tefekkür etmekle başarılacak bir sürece girmektir. Onun için, öncelikle kendini hesaba çekme ve kendisiyle hesaplaşma ile işe başlanır. Kavramlar yeniden ele alınır, önceki kabuller, gelenekler, görenekler sorgulanır. Her şey yerli yerine oturtulur. Bu bir Istıfa işidir. Failine de MUSTAFA denilir. Yani hicret önce iç âlemdedir. İyilikler ve kötülükler yeniden ele alınır. Bunun için de âlemlerin Rabb’inden sadır olan ilimden yararlanılır. Çünkü âlemleri yaratan da, İnsanı yaratan da O’dur. En iyinin ve en güzelin bilgisi ve buna dayalı erdemli hayat onun katındadır. O, doğru yolu kolayca bulalım diye bize gerçek değerlerin tam listesini vahiylerle vermiştir. Dikkat edilecek şey ise, aslı ile yorumları bir tutmamaktır. Yoksa Talmud kafası ile körleştiriliriz bazı malum kişi ve gruplar gibi. Sadece atalarınıza ümmet olur Atavist ismini alırsınız. Buradaki bitmez tükenmez ilmi ancak Faruk ve mümeyyiz olanlar, seçmesini bilenler, öz eleştiri yapabilenler alırlar. Bunlardır ki, evrendeki mikro düzeydeki denge ile makro düzeydeki denge arasındaki ahengin farkında olanlar. Önce asıl kaynağından ve gerçek ilimden bilgi sahibi olurlar. Sonra bunu fikir olarak depolarlar. İşte Atavist olmayanlar da, günü taklit etmeyen(çağdaş veya görenekçi) olmayanlar da bunlardır. Çünkü ideal olan, çağı aşmaktır. İlkeli olmak bireyleşmek de budur işte. Önce aklı ipotekten kurtarmak gerekir. Bunun için de, atacı olmak ve de taklitçi olmak belâlarından arınmak, bağımsız akıl etme yeteneği kazanmaktır. Kişilik ve kimlik kazanmaktır. Sebep sonuç arasında bağıntı kurmak, ilk sebebe kadar gidebilmektir. Analiz ve yeniden sentezleme yapabilmektir. MUSTAFA olmak, yakın sebeplerde kalmamak, parçanın bilgisiyle(bilimle) yetinmemek, bütünü aramak ve bütüne varmak için daima İLİM aşamasında ilerlemektir. İlkelerden hareketle, ilkelere varmaktır. Kavramları doğru tanımak, içlem ve kaplamını keşfetmek ve fikir dağarcığına depo ederken de, kavramı iyi sağabilmek yetisi kazanmaktır. Sonra sentezleyerek evrensel konumunu kavramak gerek. Bu ise her gün biraz daha bilgisizliğinin farkına varmaktır. Bunu keşfeden birey narsis ve hedonist olamayacağı gibi, Allah dışında kimseyi de Rab edinmez. Kimseye de rab (Efendi) olmaya kalkışmaz. Aklını ve kendini kimsenin köleliğine terk etmez. Var ve mevcut olanın(Rayiç veya cari) dışında bir mükemmellik, bir kendinden güzel, kendinden iyi olduğunu fark eder ve onun kendisinde ve yakın çevresinde olmayan olduğunu fark etmiştir. İşte idealite de budur. Bir başka deyimle çevresindekilerin de mükemmel olmadıklarını ve mükemmele muhtaç olduklarını fark etmiştir. KEMÂL'e yönelmek, kendisini bütünleyecek parçayı aramaktır bilinçlenmek. Bu benzerleri ile sıkı fıkı ilişki kurmaya yönelişi gerektirir. Sonra, eksiği olmayana dayanıp inanmak gelir ardından. O ise Hakk’dır. Bu sadece ihtiyaçtan değil, aynı zamanda KEMÂL’e hayranlıktan doğan bir yöneliştir. Evrende mutlak erdem ve bununla Ahlaklanan biricik var, Allah’tır. Allah’a yönelmek, erdeme ilgi ve yöneliştir. Erdemli olmayı sevmeyen veya işine gelmeyenin böyle bir ilgisi olamaz. Kör ve sağır olanlar da bunlardır. O bozuk olan geçerli olana razıdır. İçinde iyilikten kırıntılar taşıyanlar ise başkadır. Güzele yönelme isteğini içinde duyanlar da bunlardır. (Bizim neden Gazi MUSTAFA'ya, neden Gazi KEMÂL'e Yani GAZİ MUSTAFA KEMAL'e bağlı olduğumuzu ve onun Rahman'ın ahlâkı ile 'donanmış olan ortaya koyduğu fikirlerine' bağlı olduğumuzu ve neden O'na ATATÜRK dediğimizi, senin gibi ''Peygamber ve sünnet tesettürü'' gerisinde şeyhine tapanlar, neden ATATÜRK'e tapmadığımızı, neden Millet olarak onun fikirlerine yöneldiğimizi anlayamazlar. Meczublar anlayamazlar. İstersen son iki paragrafı bir daha, bir daha, bir daha oku bakalım beyninin zincirlerini kırabilecek misin? Sen T.B.M.M. ifadesindeki BÜYÜK MİLLET ile ne anlatılmak istediğini bile bilemezsin.) Yönelmek için de, önce erdem nedir, sorusuna doğru yanıt bulmak gerekir. Sonra hangi fikir ve eylem erdemdir. Bu soruların doğru yanıtını ancak, akıllarını gelenekçi ve görenekçiliğe ipotek etmemiş gerçek akıl sahipleri, akıl etmenin yol ve yöntemini bilmek ve bulmak sureti ile başarırlar. İşte Istıfa budur. Önce kişi kendinden başlar eksiklikten huzursuz olup, mükemmellik ihtiyacı duymaya. Kendisini yeniden yapılandırmak ve gerçeği arama lüzumu duymak eğilimidir bu. Modernizm insanı işte bunu terk etti. Hakikat nedir arayışını bıraktı ve faydalı nedir, fırsatçılık daha iyidir ilkesizliğine kapıldı. Seçici olmak insanlaşmaya çalışmaktır. Belleğindeki fikirleri yeni ve doğru bilgi eşliğinde tekrar analiz ve sentezler, böylece bilgiye ve doğru bilgiye dayanan yeni kazanımlarla fikir oluşturur. Bunu kendini yenilemek için yapar. Şeylerin cüzi ve kopuk bilgisi anlamına gelen bilimin içinde bulunduğu ''evrensel bilim'', yani ilim, ölçü alınarak yeniden yapılandırmaktır. Bir başka deyişle bilim gereklidir, ama yeterli değildir, ilkelerine sadık kalma işidir bu. Parçadan bütüne varmak kemâl arayışının gereğidir. Bir anlamda da bilim fazilet içindir, ilkesinin kabulüdür. Bunun içinde, bilimin ona sahip olan kişiye sağladığı fayda ile yetinmeyip, evrensel faydası nedir ile meşgul olmaktır. Bu fayda herkes için midir sorularını sorup, olumlu cevap alma istek ve iradesidir. Çünkü bilim ona sahip olana güç verir. Ancak bu güç, güçsüzler için de zararınadır. Güçsüzlüklerinin daha da zaafa uğraması sonucunu doğurur. Öyle ise, bilimin ilimle denetlenmesi, yani evrensel fayda ve zararlarının göz önün de tutulup, herkes için iyi herkes için faydalı ilkesi sınırları için de kullanılmasının düzenlenmesinin ismidir erdemli düşünmek ve erdemli olmak. (''Hayatta en hakiki mürşit ilimdir'' diyen GAZİ MUSTAFA KEMEL ATATÜRK'ü neden ATA olarak kabul attiğimizi belki yukarıdaki satırları okurken sezebilmişsindir.Ama zannetmem.) Bu, en güzelin, en iyinin aranması “köküne inmek” olarak isimlendirilebilir. Yani ilke ''kök bilimi'' ve ''ilke bilimi''dir. Ümmet olmanın bir başka anlamı da “Ümm” kökünün bilimi, şeyin köküne-esasına inmek, ilkeleri belirleyip onları benimsemektir. Onun literatüründe, görenekçi ve gelenekçi olmayan, bilimsel analizler yaparak bilimi esas alan, ilimle, biliminin denetimini yapmayı akıl eden ve böyleleri ile bir birlik oluşturma ve itidal üzere yaşamayı mefkûre edinen kişiye ümmet denilir. Yani Milleti (fikri ve ahlakı ) güzel olanların, idealistlerin milletleşmesi İbrahim milletliğidir. Çünkü onlar Rahmet babalarıdır. Erham’dırlar. Mübalağa ile sever, Mübalağa ile acırlar. İdeal olan ve kandaşlığın fanatik çemberini kıranlar ve onu aşanlarda bunlardır. Errahmanerrahimin’in ahlakı ile ahlaklanmışlardır... Bunlar (Çok merhametliler) parçanın detaylı bilgisi anlamına gelen bilime inerler, ama burada kalmayıp ürettiklerini tekrar sentezleyerek ilimle bunu evrenselleştirenlerdir. Bilimde kalanlar erdemi önemsemezler. Onlar, bilimin günlük getirisi ile yetinir, gerçeği araştırmazlar. Bu ikisi arasındaki en belirgin fark, yasalaştırma alanında, kanun yapanla hukuk yapan arasındaki fark kadar derindir. Kanunla yetinip, evrensel ilkeleri(ilmi) ihmal eden, bir pozitivist gibidir bilimde kalan. Böyle birisi nasıl adaleti yakalayamazsa, bilimde kalanda hakikati yakalayamaz. Bilim gereklidir, ancak yeterli değildir. Bilimle ilim arasındaki farka, hukuk alanından örnek vermemiz tesadüfî değildir. Sözü vahyi asıllarıyla onların yorumlarının kanunlaştırılmasındaki yetersizliğine değineceğimiz için örneği oradan verdik. Bir başka deyişle kanunda kalan, iyi bir kural resmileştiricisidir, kendisine fıkıhçı denilebilir. Ama, hukuku ihmal ettiği, evresellikten bihaber olup, erdemle ilgilenmediği için, iyi bir şeriatçı(evrensel hukuku bilen ve erdemi cari kılan) değildir. Kanuncu herhangi bir davranışı resmileştirdiği ve bunu maksat edinip, bununla yetindiği, ilme ulaşıp hukuku hesaba katmadığı için, hayrın hizmetinde olabileceği gibi, pek ala,şerrin hizmetinde de olabilir.Çünkü erdem şartı, ilimle denetlenmemiştir. İlimsellikten habersiz ve bu alana ilgisiz olanların bir kesimine, felsefe alanında “görgücüler” denilir.Yine bir kısmı, gnostik, bir kısmı agnostik, bir kısmı materyalist düşünce yapısına sahiptirler. Hepsi de çıkar açısından Maddeci, yani egoist materyalisttirler. Üzüm peşindedirler, bağcıyı sormazlar. Fikir dünyaları pragmatist, Makyavalist, oportünisttir..Üzümü yer bağını sormazlar. Bağcıya vefaları yoktur. Başkalarının ne yiyip, ne yiyemedikleri onların ilgi alanında değildir.... Oysa realite hakikat değil göreceli gerçekliktir. Hakikat kavramı ise çok kapsamlı olup, ayrıca gerçek üstücülük deyimini kullanmayı gerektirmez. Çünkü göreceliliğin ötesini zaten kendiliğinden içermektedir. Anti idealist oldukları için, idealizmi hayalcilik olarak niteleyip akıl etmeyenlere yuttururken, bununla yetinmeyip, geçmiştekini ve halen mevcut olanı idolleştirmek gayelerini pekiştirmeye çalışırlar. Oysa bu kesimin kasıtları “Gayb”(idealite)yi inkârdır. Yani kasıtları erdemi yok saymaktır. ''İnsanın idealize olması mümkün değildir'' fikrini yerleştirmeye çalışlar. Onun hayvani yönleri baskındır, öyle ise, ''doğal temayülü istikametinde onu serbest bırakmak ve teşvik etmek, bunu kısıtlayan ilke ve kuralları değerden düşürmek gerekir'' fikrini yerleştirmektir amaçları. Bütün özelleştirmecilerin görüşleri budur. Bu tezi savunmanın, ''ahlak ve din iflas etmiştir'' demekten başka anlamı mı vardır? Bir kısmı bir de sıkılmadan dindar olduklarını iddia ederler. Bu ise nefse tapım dinini teşvik etmektir. Bu ise eski bir pagan dinidir. Promosyonla verimliliği artırmak diyebiliriz. Prometheusçuluk budur. Başka bir deyimle, ''insanın koşarcasına yarışması için, maddi getiri karşılığında gayrete getirmek gerekir'' ön kabulüdür. İnsan Allah için değil, çıkar için gayret gösterir demektir bu. Bu ise Sekuler düşünceden başkası değildir. İster kendilerine maddeci, ister faydacı ve fırsatçı deyiniz, idealiten uzak insanlardır. Kendilerini gnostik veya agnostik olarak tanımlamaları hiç önemli değildir. Buna çok tipik bir örnek Türkiye gnostik, agnostik, materyalist ve realitecilerini misal verebiliriz. Geleneksel dini inançlarını sorgulamayan bir kısım muhafazakâr kesimin gnostiği de agnostiğide özelleştirmeden yanadır. Yani insanlar Allah rızası, vatan sevgisi, Sıla-ı rahim-halkçılık ilkesine göre motivize edilemezler, onlar ancak maddi çıkarlarda serbest bırakılarak gayrete getirilebilir tezini benimsemekten başka şey mi söylemektedirler? Bunun dini ve Allah için iş yapmanın dini ilke olduğunu inkâr etmekten ne farkı vardır? Ya ahmaktırlar, yada milleti ahmak yerine koymaktadırlar. (Allah, ateistlerle uğraşmayıp bunlara yüklendiğinden, bakışları kendi üzerlerinden onlara yöneltmek için de ağızlarından ateist lafını düşürmezler. Parmakları hep onları gösterirken cambaza bak cambaza oyunu bunların en hoşlandıkları oyundur. Herkesle kavgalıdırlar, hakaret en başat hitap sitilleridir ve bunu ''hitabette sanat'' olarak sunarlar) Böylece, maddi gelişmenin sağlanacağını ve ”dünyada cennet yaratmak” olarak özetlenecek yemlerini tuzaklara yerleştirirler. Oysa cennet, ot ve et tutkunlarının aradıkları ve sandıkları maddi zevkler galaksisi ,(göğüsleri yeni tomurcuklnmışların sunulduğu yer) değildir. Bundan daha güzel olan bir şey vardır ki, oda güzel ahlaklı insanlarla birlikteliğidir. Kendileriyle olunmaya, hakiki dostluk yarenliklerine doyulamayan canların birlikteliğidir. Bunu Materyalist kindarlar, hasetçiler, kavgadan, ezip yok etmekten haz duyan ilkel libido mecnunları asla bilemezler. Zaten aklın zevkleri(sevinçleri), onlara göre değildir. Bunlardır, atomu parçalayanlar ama, halen atomcuların materyalist tezlerini uyduruk felsefelerini atomla birlikte parçalanıp yıkıldığı görmezden gelenler. Bunlardır, parçalanan atom biliminde kalıp, onun ilmine ulaşıp, maddenin mutlak olmayıp arka planı bulunduğunu idrak etme yerine, onu silah haline getirip yüz binlerce insanı yok etmek için kullananlar. İlme geçemeyip, bilimde kalmanın acı sonuçları bununla da bitmez. Bununla da yetinmeyip, tüm dünyayı ve insanlığı toptan yok edecek açık ve gizli plan ve projeler yapanlar da insanın ilkel libidosunun mülksel ve cinsel zevklerini serbest bırakmanın ismi olan, serbest yer ve serbest piyasa doktrinini savunan etçi ve otçu güruhtur bunlar. Globalleşen şey de işte bu insanlık dışı olma halidir''. Saygılarımla. Galip Yetkin. |
[QUOTE=yeşil;10982][COLOR="DarkRed"][B]Evet çok bilgili cemaattir doğru dersin, tüm cemaatler toplansa bir japonyanın tırnağı kadar bilgili olamaz bu böyle biline! Sizin ilim dediğiniz kendinizin çalıp kendinizin oynadığı çoğunluğu hurafe dolu şeylerdir.. Bize bilmediğimiz şeyin arkasından gittiğimizi söylemişsiniz asıl daha önceden bilmediklerimizin peşindeydik ve bu nasıl bir din nasıl bir inanç ki bu kadar skolastik olabilir mi İslam diyorduk ve neyin ne olduğunu bize başta Kur'an olmak üzere her objektif delil gösterdi.. İslamı hurafelere boğanlar gün gibi ortada, tabi gözlerini kapatana ne anlatsan boştur Yasin Suresi tam sizler gibilerini anlatıyor.. Yazıklar olsun ki dini oyuncağa çevirdi sizin gibiler ve asıl sizler apaçık deliller gelmesine rağmen ayrılığa, ihtilaflara düştünüz neden geldi bu Kur'an? Daha öncekiler gibi dinde ihtilaflar ayrılıklar yaşamayalım diye, Kur'an tastamam apaçık her şeyi içermekte yeter ki din adamı kılıklı şarlatanlar Kur'an'ın apaçık manasını halktan gizli tutmasın, mübin olan Kur'an'a üzeri örtük meal ve mufassal Kur'an üzerine bir de Allah kelamıyla dalga geçercesine tefsir yazmasınlar, kendi yazdıklarını hak diye yutturmasınlar millete..[/B][/COLOR]
[B][COLOR="DarkRed"]Yazık sizlere dilerim bir gün anlarsınız bu dünyada da diğer tarafa kalmaz, zira böylelerine helak olmak müstehaktir, ama Allah çok sabırlıdır..[/COLOR][/B][/QUOTE] [B]Asıl size yazıklar olsun diyorum..Beni illa zorla yazdıracasksınız. İslam'da hurefa yoktur.Tassupluk yoktur.Bid'at yoktur. Riyakarlık yoktur.Sizler kendi re'ylerinizle Kur'an'dan hüküm çıkarmaya çalışıyorsunuz..Ben size öyle ayetler gösterirdim ama sizler bu ayetlerin anlamlarının sırlarını bilemeyeceğinizden dolayı yazışmak istemiyorum.Siz, mezhepsizler sayesinde nice cahil cühela gençler ateist oldular.Bunun vebalini kıyamet gününde çekeceksiniz.Dinde şüphe edecek şeyler yoktur, Çözüm yolları vardır.Kur'an'ın ve sünnetin önünü tıkamayın.Dikkatli konuşun.Kur'an'da aklı zorlayan ayetler vardır bundan gafilsiniz. GİDECEĞİNİZ YOLDA PİLOTSUZ ŞOFÖRSÜZ GİTMEYE ÇALIŞIYORSUNUZ.EĞER O PİLOT VEYA ŞOFÖR SARHOŞ VE ACEMİ İSE YOLCULARINA VE KENDİLERİNE ZARAR VERİR CANINDAN OLUR,ÇOK CANLAR YAKAR.İŞTE BU PİLOT VEYA ŞÖFOR SAĞLAM GÜVENİLİR OLMALI YOLUNU, İZİNİ, ROTASINI İYİ BİLMELİDİR.İŞTE BİZ; DİNDE UZMAN, ÜSTAD, ALİM, MÜCEDDİD, OLANLARIN YOLUNDAYIZ.BİZ DE TAASSUPLUK YOKTUR.YANLIŞLARDAN GERİ DÖNERİZ.."BENİM ŞEYHİM HER ŞEYİ BİLİYOR" DEMEYİZ.BİZ; ADALETLİ, DOĞRU VE DÜRÜST,AKILI KİMSELERİN PEŞİNDEN GİDERİZ.UNUTMAYINIZ Kİ SÜRÜDEN AYRILAN KOYUNU KURT KAPARMIŞ.ÇOBAN SAĞLAM VE CESUR OLURSA KOYUNLARA ZARAR GETİRMEZ.HERŞEYİN BİR USTASI VARDIR.ÇIRAK USTADAN İŞİNİN MAHARETİNİ ÖĞRENİR.ŞAYET O ÇIRAK USTASINI DİNLEMEZ VE HAYLAZLIK EDERSE KAPI DIŞARI EDİLİR.TASAVVUF DA BUNA BENZEMEKTEDİR."EDEP YA HU!" DEMEYEN İÇERİ GİREMEZ.EDEBE RİAYET FARZDIR.TASAVVUF BİR EDEP METODUDUR.YOLU İSE TARİKATTIR.GEÇMİŞTE NİCE ALİM, VELİ OLANLARIN HEPSİNİN TASAVVUF HOCASI VARDIR.ERENLER, EVLİYALAR BU YOLDADIR.TASAVVUF, PEYGAMBER EFENDİMİZ ZAMANINDA ADI VERİLMEYEN İSLAMİ YAŞAMA HAYAT TARZIDIR.OLMAZSA OLMAZLARDANDIR.TEK KANATLA KUŞ UÇMAZ.KIRIK KANATLARLA DA KUŞ UÇAMAZ. SİZLER İSLAM'I BİR KAVANOZA KOYMUŞ ONU BEKLETİLEN TURŞULARA KONSERVELERE ÇEVİRMEYE ÇALIŞIYORSUNUZ..İSLAM MADDİ VE MANEVİ ALANLARDA HER YERDE HÜKÜM SAHİBİDİR.BUNU O KIT VE BAĞNAZ AKILLARINIZLA KEŞFEDEMEZSİNİZ.İLİM ÖĞRTENMEK İSTEMEYENİN DİNDE YERİ YOKTUR. YUNUS EMRE HZ.LERİ DE TASAVVUF EHLİNDENDİR.İŞTE ONUN DİVAN EDEBİYATINDAN, İLAHİLERDEN BİR KISMINI AŞAĞIDA SİZE NAKLEDİYORUM BUYRUN OKUYUN... “Elif okuduk ötürü Pazar eyledik götürü yaratılanı hoş gör Yaradandan ötürü Dört kitabın ma'nisi Bellidir bir elifte Sen elifi bilmezsin Bu nice okumaktır Bir kez gönül yıktın ise Bu kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil. Yetmiş iki millete bir Göz ile bakmayan Şer'in evliyasiyle hakikatte âsidir. [COLOR="Red"]Şeriat, tarikat yoldur varana Hakikat, marifet ondan içeri [/COLOR] Sen sana ne sanırsan Ayrığa da, onu san Dört kitabın manası Budur eğer var ise”[/B] |
[QUOTE=FEDAKARADAM;10984][B]Asıl size yazıklar olsun diyorum..Beni illa zorla yazdıracasksınız.
İslam'da hurefa yoktur.Tassupluk yoktur.Bid'at yoktur. Riyakarlık yoktur.Sizler kendi re'ylerinizle Kur'an'dan hüküm çıkarmaya çalışıyorsunuz..Ben size öyle ayetler gösterirdim ama sizler bu ayetlerin anlamlarının sırlarını bilemeyeceğinizden dolayı yazışmak istemiyorum.Siz, mezhepsizler sayesinde nice cahil cühela gençler ateist oldular.Bunun vebalini kıyamet gününde çekeceksiniz.Dinde şüphe edecek şeyler yoktur, Çözüm yolları vardır.Kur'an'ın ve sünnetin önünü tıkamayın.Dikkatli konuşun.Kur'an'da aklı zorlayan ayetler vardır bundan gafilsiniz. GİDECEĞİNİZ YOLDA PİLOTSUZ ŞOFÖRSÜZ GİTMEYE ÇALIŞIYORSUNUZ.EĞER O PİLOT VEYA ŞOFÖR SARHOŞ VE ACEMİ İSE YOLCULARINA VE KENDİLERİNE ZARAR VERİR CANINDAN OLUR,ÇOK CANLAR YAKAR.İŞTE BU PİLOT VEYA ŞÖFOR SAĞLAM GÜVENİLİR OLMALI YOLUNU, İZİNİ, ROTASINI İYİ BİLMELİDİR.İŞTE BİZ; DİNDE UZMAN, ÜSTAD, ALİM, MÜCEDDİD, OLANLARIN YOLUNDAYIZ.BİZ DE TAASSUPLUK YOKTUR.YANLIŞLARDAN GERİ DÖNERİZ.."BENİM ŞEYHİM HER ŞEYİ BİLİYOR" DEMEYİZ.BİZ; ADALETLİ, DOĞRU VE DÜRÜST,AKILI KİMSELERİN PEŞİNDEN GİDERİZ.UNUTMAYINIZ Kİ SÜRÜDEN AYRILAN KOYUNU KURT KAPARMIŞ.ÇOBAN SAĞLAM VE CESUR OLURSA KOYUNLARA ZARAR GETİRMEZ.HERŞEYİN BİR USTASI VARDIR.ÇIRAK USTADAN İŞİNİN MAHARETİNİ ÖĞRENİR.ŞAYET O ÇIRAK USTASINI DİNLEMEZ VE HAYLAZLIK EDERSE KAPI DIŞARI EDİLİR.TASAVVUF DA BUNA BENZEMEKTEDİR."EDEP YA HU!" DEMEYEN İÇERİ GİREMEZ.EDEBE RİAYET FARZDIR.TASAVVUF BİR EDEP METODUDUR.YOLU İSE TARİKATTIR.GEÇMİŞTE NİCE ALİM, VELİ OLANLARIN HEPSİNİN TASAVVUF HOCASI VARDIR.ERENLER, EVLİYALAR BU YOLDADIR.TASAVVUF, PEYGAMBER EFENDİMİZ ZAMANINDA ADI VERİLMEYEN İSLAMİ YAŞAMA HAYAT TARZIDIR.OLMAZSA OLMAZLARDANDIR.TEK KANATLA KUŞ UÇMAZ.KIRIK KANATLARLA DA KUŞ UÇAMAZ. SİZLER İSLAM'I BİR KAVANOZA KOYMUŞ ONU BEKLETİLEN TURŞULARA KONSERVELERE ÇEVİRMEYE ÇALIŞIYORSUNUZ..İSLAM MADDİ VE MANEVİ ALANLARDA HER YERDE HÜKÜM SAHİBİDİR.BUNU O KIT VE BAĞNAZ AKILLARINIZLA KEŞFEDEMEZSİNİZ.İLİM ÖĞRTENMEK İSTEMEYENİN DİNDE YERİ YOKTUR. YUNUS EMRE HZ.LERİ DE TASAVVUF EHLİNDENDİR.İŞTE ONUN DİVAN EDEBİYATINDAN, İLAHİLERDEN BİR KISMINI AŞAĞIDA SİZE NAKLEDİYORUM BUYRUN OKUYUN... “Elif okuduk ötürü Pazar eyledik götürü yaratılanı hoş gör Yaradandan ötürü Dört kitabın ma'nisi Bellidir bir elifte Sen elifi bilmezsin Bu nice okumaktır Bir kez gönül yıktın ise Bu kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil. Yetmiş iki millete bir Göz ile bakmayan Şer'in evliyasiyle hakikatte âsidir. [COLOR="Red"]Şeriat, tarikat yoldur varana Hakikat, marifet ondan içeri [/COLOR] Sen sana ne sanırsan Ayrığa da, onu san Dört kitabın manası Budur eğer var ise”[/B][/QUOTE] [COLOR="Red"][B]Ya hu arkadaş şaka mısın sen? Nerede ateist gördüysem Geleneksel İslam'ın getirilerinden yakınıyor. Hala daha ilgili forumlara göz gezdiririm ve bizzat üzülmekteyim. Aslında onlar çok haklı, iki arada kalmak ne kadar zordur.. Peki biz miyiz bu vebale sebep olan? Bu ne çirkin bir iftira böyle?? Ya hu bizler ne kadarız toplumda zaten çoğunluk siz değil misiniz Allah aşkına? Kimin sözü geçmekte? Hurafeler bizden mi çıktı? Mezhebleri biz mi törettik? Dinde aklın sözü geçmez diyen biz miyiz? Dinde akıl işlemez diyen biz miyiz? Kur'an meallerinin yarısı örtük biz mi örttük yoksa sizin fetva aldığınız hocalar mı? Kur'an apaçık olduğu halde ilgili birçok manayı örterek saçma sapan açıklamalar getirerek insanları dininden eden biz miyiz? Arkadaş sana samimi söylüyorum, ben de sırf bundan dolayı az kalsın dinimden oluyordum ki çeken bilir, bunca yılı boşa geçirmişim, hurafe gafletine dalmışım, din diye birilerinin fetvalarına sarılmışım.. Misal Kur'an'a temiz olanlar dokunabilir diyen ayeti bile sırf bedensel temizliğe indirgeyen(oysa ayetin maksadı şirk pisliğinden arınmış olanlardır ve mecazidir) meşhur din adamlarına kulak asmışım, Yasin Suresi'nin 69. 70. ayetleri bu kitabı bizzat diri olanları uyarmak ve öğüt olsun diye indirdik demesine rağmen ölülere okutturan(Allah ile dalga geçer gibi), bu kitab gönüllere(akıllara) şifa derken (Yunus 57) ayetleri kağıda yazdırıp muska diye gezdiren, ilaç olsun diye baş ağrısına, diş ağrısına şifa olsun diye ayet yazılı kağıtları suya batırarak mürekkepli suyu şifa niyetine içtiren biz miyiz siz misiniz? Böyle olursa doktora ilaca ne hacet? Bu mu Kur'an'ın sizden istediği? Bunu mu öğüt aldınız Kur'an'dan? Bu mudur aklını işletmek? Böyle çoook ilerlersiniz siz var ya.. İslam'ı cahiliye devrinden beter hale getirdiniz yazık.. [/B][/COLOR] [B][SIZE="3"][COLOR="Green"]Şimdi kime yazıklar olsun? Allah'ım sana havale ediyorum.[/COLOR][/SIZE][/B] |
[QUOTE=yeşil;10985][COLOR="Red"][B]Ya hu arkadaş şaka mısın sen? Nerede ateist gördüysem Geleneksel İslam'ın getirilerinden yakınıyor. Hala daha ilgili forumlara göz gezdiririm ve bizzat üzülmekteyim. Aslında onlar çok haklı, iki arada kalmak ne kadar zordur.. Peki biz miyiz bu vebale sebep olan? Bu ne çirkin bir iftira böyle?? Ya hu bizler ne kadarız toplumda zaten çoğunluk siz değil misiniz Allah aşkına? Kimin sözü geçmekte? Hurafeler bizden mi çıktı? Mezhebleri biz mi törettik? Dinde aklın sözü geçmez diyen biz miyiz? Dinde akıl işlemez diyen biz miyiz? Kur'an meallerinin yarısı örtük biz mi örttük yoksa sizin fetva aldığınız hocalar mı? Kur'an apaçık olduğu halde ilgili birçok manayı örterek saçma sapan açıklamalar getirerek insanları dininden eden biz miyiz? Arkadaş sana samimi söylüyorum, ben de sırf bundan dolayı az kalsın dinimden oluyordum ki çeken bilir, bunca yılı boşa geçirmişim, hurafe gafletine dalmışım, din diye birilerinin fetvalarına sarılmışım.. Misal Kur'an'a temiz olanlar dokunabilir diyen ayeti bile sırf bedensel temizliğe indirgeyen(oysa ayetin maksadı şirk pisliğinden arınmış olanlardır ve mecazidir) meşhur din adamlarına kulak asmışım, Yasin Suresi'nin 69. 70. ayetleri bu kitabı bizzat diri olanları uyarmak ve öğüt olsun diye indirdik demesine rağmen ölülere okutturan(Allah ile dalga geçer gibi), bu kitab gönüllere(akıllara) şifa derken (Yunus 57) ayetleri kağıda yazdırıp muska diye gezdiren, ilaç olsun diye baş ağrısına, diş ağrısına şifa olsun diye ayet yazılı kağıtları suya batırarak mürekkepli suyu şifa niyetine içtiren biz miyiz siz misiniz? Böyle olursa doktora ilaca ne hacet? Bu mu Kur'an'ın sizden istediği? Bunu mu öğüt aldınız Kur'an'dan? Bu mudur aklını işletmek? Böyle çoook ilerlersiniz siz var ya.. İslam'ı cahiliye devrinden beter hale getirdiniz yazık.. [/B][/COLOR]
[B][SIZE="3"][COLOR="Green"]Şimdi kime yazıklar olsun? Allah'ım sana havale ediyorum.[/COLOR][/SIZE][/B][/QUOTE] [B][COLOR="Red"]Şu yazıyı okur musun lütfen... MEZHEPSİZLİK FİTNESİ NASIL ÇIKTI?.[/COLOR] Müslümanlar arasındaki dehşet verici kafa karışıklığının başlangıcı 1970'lere dayanır. O tarihlerde Diyanet'e hakim olan zihniyet, Osmanlı idaresindeki Suriye'den Mısır'a kaçmış olan reformcu ve yenilikçi Reşid Rıza'nın Telfik-i Mezahib (Mezheplerin fıkıh hükümlerini karışık olarak uygulamak) lehindeki kitabını Osmanlıca'dan bugünkü Türkçeye çevirtip yayınlamıştı. Bendeniz o zaman Almanya'da sürgünde bulunuyordum. 1974'te Af Kanunu çıktıktan sonra vatanıma döndüğümde şöyle bir vak'a anlatmışlardı: Bir cami, kürsüde turfa bir vaiz haykırıyor "Ey Müslümanlar! Problemlerimize çare ve çözüm getirecek çok değerli bir kitap ayınlandı. Ankara'dan yeterli miktarda getirttik, camiden çıkarken birer nüsha alınız..." Bu kitap Telfik-i Mezahib kitabıymış... Zehi gaflet!... Farmason, taqiyyeci, yalancı, Müslümanları aldatan, Halife-i Müslimîn Gazi Sultan Abdülhamid-i Sanî hazretlerini bir İngiliz ajanı ile birlikte tahttan indirme planları yapan Cemalüddin Efganî'nin talebesi Abduh'un şakirdi bir adamın yanlış bir tezi savunan kitabını okuyarak Müslümanlar kurtulacakmış... Bu zihniyet, ictihad yapmaya ehliyeti olmayan kimselerin işkembeden ictihad yapmalarını tavsiye ediyordu. Eskiden ümmet dört büyük müctehide bağlıydı. Şimdi bozukların ve bid'atçilerin sayesinde yüzbinlerce naylon müctehidimiz oldu. "Kur'ân Yahudileri ve Hıristiyanları İslâm'a çağırmıyor..." diyenler bile çıktı. Vah vah, ne günlere kaldık!.. Kıyamet'e kadar kapanmayacak bir fitne fesat, nifak şikak, çekişme, verimsiz tartışma kapısını açtılar. Birtakım mezhepsizlerin iddia ettiği gibi dört hak mezhep bir bölünme değildir. Asıl bölünme mezhepsizliktir. Ehl-i Sünnet içinde dört fıkıh sistemi vardır. Mezhepsizlikte ise on binlerce, yüz binlerce sistem değil, sistemsizlik, kafa karışıklığı bulunmaktadır. Artık bu işler kolay kolay düzelmez. Mezhepsiz bid'atçiler ictihad yaptıklarını, dini doğrudan doğruya Kur'ân'dan öğrendiklerini, Kutsal Kitabımızı doğru şekilde tefsir ettiklerini sanıyorlar. Bu zan onları gururlandırıyor, kendileriyle iftihar ediyorlar, kibre düşüyorlar. Birtakım Rafizîler de bu toz duman, bu kargaşa içinde pür ümid bekliyor. Ehl-i Sünnet Müslümanları kendi fıkıhlarını bırakacak ve onların mezhebine girecek. Zehi gaflet... Zehi gaflet... Mezhep ve fıkıh lehindeki bir yazımı iktibas etmiş olan internet sitesine bir okuyucu şu mail'i göndermiş: "İbn Arabî'yi destekleyenin imanından şüphe ederim." Ne kadar aşırı fikirlerdir bunlar. Mezhepsizlik Arap ülkelerinde Müslümanları yüceltti ve kurtardı mı ki, Türkiye'de kurtarsın? Mezhepler putmuş... Ne hezeyanlar ne hezeyanlar... Bu konuları Şiî kardeşlerimle tartışmak istemem. Onları kendi hallerine bırakırım. Benim sözüm Ehl-i Sünnet Müslümanlarınadır. İslâm'ı doğru anlamak ve uygulamak istiyorsanız, dört mezhepten birinin fıkhını kabul edeceksiniz ve (istisnaî ve zarurî) haller dışında bütünüyle uygulayacaksınız. İtikatta İbn Teymiyye ve onun gibi aşırılara tâbi olmayacak, Ehl-i Sünnet imamlarına ve gerçek ulemaya tâbi olacaksınız. Kur'ân'ı kendi re'yinizle ve hevanızla yorumlamayacaksınız. Dinde reformculuktan ve yenilikten ateşten kaçar gibi kaçacaksınız. Resulullah Efendimiz'in (sallalahu aleyhi ve sellem) sünnetine sımsıkı sarılacaksınız. Ashab-ı Kiram'ın tamamını sevip sayacaksınız. Onların bazısının arasında bundan 1400 sene evvel cereyan etmiş bazı üzücü hadiseleri dinin esası olarak kabul etmeyecek ve bunlar hakkındaki hükmü Âdil-i Mutlak olan Yüce Rabbimiz'e bırakacaksınız. Velhasıl din konusunda tartışmayacaksınız, çekişmeyeceksiniz. Bilmeyenler bilenlere tabi olacak. Yüce Kur'ân'da "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" buyurulmuştur. İslâmî hiyerarşiye riayet edeceksiniz. Mezhebi, fıkhı inkar etmek bir ordudaki rütbeleri, hiyerarşiyi, disiplini inkar etmek gibidir. Bizi Resulullah'a, O'ndan, Yüce Rabbimiz'e ulaştıran nuranî bir silsileye bağlanmak zorundayız. Bu silsile gerçek fakihlerin ve mürşidlerin silsilesidir. Mezhepsizlikte silsile milsile, icazet micazet yoktur. Mezhep devamlılıktır, mezhepsizlik kopukluktur. Bazı mezhepsiz kardeşlerimi uyarıyorum. Bendenize sövüp sayarak, hakaret ederek, saçma sapan konuşarak bir yere varamazsınız. Tefsir ve fıkıhta Resulullah Efendimiz'in iki büyük talebesi vardı. İbn Abbas ve İbn Mes'ud (radiyAllahu anhüma) hazretleri. Onlar Tabîi'nden talebe yetiştirdiler. Onlar da tebe-i Tabiî'nden... Böylece karnen ba'de karnin (bir nesilden öteki nesle) icazetli gerçek müfessirler ve fukaha yetişti. Bu devirde gerçek İslâm'ı onlar anlatıyor, öğretiyor. Bu muhterem zevata tabi olmakta büyük yararlar vardır. Resulullah'a geçerli ve sahih bir silsile ile bağlı icazetli gerçek ulemaya, fukahaya, müfessirlere, muhaddislere ve diğer din bilginlerine bağlananlar Mevlalarını bulurlar. Bunları inkar edip, dini kendi nefs, heva ve cehaletleriyle yorumlamaya yeltenenler ise, yanlış yorumları yüzünden korkarım belalarını bulacaklardır. Seçim bize aittir. [COLOR="Blue"] Mehmet Şevket EYGİ[/COLOR][/B] |
[COLOR="DarkGreen"][B]Konuyu nereye çektiniz tebrikler.. Sanki itikatta mezheb hakmış gibi (kesin ayetlere rağmen- hakla batılı ayıran kitab geldi bölünmeyin, parçalanmayın diyen ayetlere rağmen ve daha ilgili birçok ayete rağmen, peygamberin kafadan hüküm veremeyeceğini bildiren ayetlere rağmen, Allah'ın hükmünden Peygamberlerin dışarı çıkamayacaklarını, Allah adına kafadan hüküm veremeyeceklerini aksi halde Hakka Suresi 42,43,44. ayetlerdeki tehdidin işleyeceğini apaçık görmemize rağmen daha birçok apaçık kesin hüküm bildiren ayete rağmen hala mezhebler hakmışmış vay be..) bir de ilgili ilim adamlarına iftira atmakta üstünüze yok! Yok masonmuş yok ajanmış yok bilmem neciymiş başka bir şeyle suçlayamazlardı zaten![/B][/COLOR] [COLOR="Red"][B]Sen de şunu bir oku:[/B][/COLOR]
[COLOR="red"][B][U]Bu Kadar İftira Neden Veya Mehmet Akif Yalancı mı ?[/U][/B][/COLOR] [COLOR="DarkRed"][B]Hepimiz biliyoruz. Çoğu zaman bazı insanlar hakkında “mason, yahudi, mürted” gibi iftiralar üretilir. Bazıları bunu samimiyetle yapar. Ama bir kısım ikiyüzlüler var ki, onlar bu kirli ve çirkin kampanyaları çıkar doğrultusunda yürütürler. Ne yazık ki, bu karanlık ruhlu insanların “Türkiye” kolu var. Bunlar, iki yüzlülükleri, dolandırıcılıkları ve Müslümanları kandırmalarıyle şöhret bulmuşlardır. Allah-u Alem kalplerinde “İhlas” namına bir şey kalmamış olacak ki, bu kadar biperva davranıyorlar. Uzun zamandır kendilerinin nerede durduğuna, battıkları çirkefe bakmadan sözde yazdıkları kitaplarda, İslam’ın en güzide ilim, fikir ve aksiyon erbabına ağza alınmayacak hakaretler ediyorlar. Bu insanlar, kurdukları finans kurumuyla Müslümanların paralarını alıp, şarkıcı, dansöz ve mankenlerin peşinde çarçur ettiklerine bakmadan , Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Seyyid Kutub, Muhammed İkbal gibi hayatını Din-i İslam’a adamış insanlara ağıza alınmayacak hakaretler ediyorlar. Aslında, Bediuzzaman ve Mehmed Akif’den de nefret ederler. Bu düşünceleriyle Müslümanları kandıramayacaklarını bildikleri için. Akif ve Bediüzzamanı sever görünürler. Bu davranışları bile tam bir iki yüzülük örneğidir. Şimdi sever göründükleri Merhum Akif’in, Merhum Cemaleddin Afgani hakkında yazdığı bir makaleyi sadeleştirerek aşağıya alıyorum. Cemaleddin masondu iftiralarına bir cevaptır. Cemaleddin Afgani Doğunun yetiştirdiği fıtratların en yükseği olmasa bile en yükseklerinden biri olduğu şüphe götürmeyen merhum Cemaleddin Afgani hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. İçimizde merhumu görmeyen çoksa da zannederim bilmeyen duymayan yoktur. Büyük ihtimalle sevgili okuyucularımız bu satırlarda Cemaleddin’in özel hayatına, ilmi hayatına veya siyasi hayaına ait bilgi göreceklerini zannediyorlar. Hayır, öyle etrafli bir hayat hikayesini inşallah ileride yazarız. Benim bu gün yapmak istediğim bir şey varsa o da Hazret’in temiz hatırasına sürülmek istenilen lekeyi, iğrenç iftirayı göstermek, onun özelliklerini, nereden geldiğini incelemektir. Cemaleddin’in basılmış ve basılmamış birçok yazıları, makaleleri, konuşmaları varsa da merhumun en büyük, en ölümsüz eseri merhum Şeyh Muhammed Abduh’tur. Evet, Şinasi milletine en mükemmel hizmetini Namık Kemal’i yetiştirerek yerine getirdiği gibi, Cemaleddin de İslam alemine en kıymetli bir hatıra olarak merhum Müftüyü bırakmıştır. İnsanın ruhuna güzellik üfleyen sihirli ve etkileyici sözleri, o feyzi hangi kaynaktan alıyordu? Cemaleddin’in İstanbul’a birinci gelişi Ali Paşa’nın vezirliğine rastlamıştı. Merhum, Afganlılara özel o meşhur kiyafet içinde paşanın meclisine girer, kimsenin kolay elde edemeyceği, en yüksek iltifat ve hürmeti görürdü.. bu arada Cemaleddin'i takdir eden sadece Ali Paşa değildi. İstanbul’un bütün amirleri, yetkilileri, nazik davranışları, güzel giyimi, düzgün konuşması ve derin ilmi insanları kendisine hayran bırakıyordu. Aradan altı ay kadar bir zaman geçince Cemaleddin, Eğitim meclisi üyeliğine tayin edildi. Bu memuriyeti sırasında Eğitim için düşüdüğü şeyleri hiçbir şeyden çekinmeden ortaya koymuş fakat arkadaşları bu düşüncelere katılmıyordu. Zamanın Şeyhül İslam’ı olan zat, Cemaleddin’in bu düşüncelerini kendi menfaatine aykırı bulduğu için çok kızıyor ve zavallıyı gözden düşürmek için bahaneler arıyordu. 1287 yılının ramazanındaydı ki, Üniversitenin idarecesi Tahsin Efendi (Mösyö Tahsin) Merhum Cemaleddin’den üniversite ve sanaiye teşvik etmek için bir konuşma istemişti. Cemaleddin, kuvvetli bir Türkçeye sahip olmadığını ileri sürerek, özür beyan ettiyse de Tahsin Bey’in ısrarı üzerine mecbur kalarak geniş kapsamlı bir konuşma hazırlamış ve zaman-zemine uygun olup olmadığını anlamak için ilimlerine güvendiği, bu konularda bilgi sahibi insanlara göstermişti. Üniversitenin açılacağı gün, Cemaleddin’in konuşmasını dinlemek için İstanbul’un önemli şahsiyetleri, alimler, amirler toplanmıştı. Şeyhül İslam’da gelenler arasındaydı. Cemaleddin konuşmak için kürsüye çıkıp konuşmaya başlayınca Şeyhül İslam’da bütün dikkatini komuşmanın içinde kötüye yorumlayacağı bir iki cümleyi bulmaya vermişti. Cemaleddin konuşmasında diyor ki; “İnsan hayatı, bir bedenin uzuvlarına benzer. Sanayinin her biri, hayat için önemli olan bedenin bir uzvu gibidir, bu ölçüdedir. Mesela; yönetici, tedbirin ve iradenin merkezi olan beynin aynıdır. Demircilik kol,çiftçilik ciğer,gemicilik ayak gibidir…’’Cemaleddin bu gibi basit benzetmelerle bütün organları saydıktan sonra şu sonucu veriyordu: “İnsanlığın mutluluğu gözle görülür bir şekilde, cismen meydana gelir. Cismin hayatının ruh ile olabileceği yani ruhla ayakta durabileceği, hayat bulacağı göz önüne alınırsa, bu cismin, yani insanlığın mutluluğunun ruhu, nübüvvet veya hikmettir. Fakat bunlar başka başka şeylerdir. Nübüvvet Allah’ın bir lütfudur. Çalışmakla elde edilemez. Cenab-ı Hakk yarattıklarının arasından kimi isterse bu şerefe eriştirir. Hikmete gelince, fikir üreterek, çalışarak ve bilgi elde ederek kazanılabilir. Sonra, nebi hatanadan masumdur. Halbuki hakim, hikmet elde eden kişi hataya düşebilir. Bir de nübüvvete ait hükümler, ilahi kattan indirilmiştir. Dolayısyıla batılın bütün hücumlarından kendini korur. Buna inanmak imanın olmazsa olmazlarındandır. Hikmet sahibine gelince, ona uymanın bir farzı veya mecburiyeti yoktur. Allah kelamına muhalif, aykırı olmaması şartıyla akla uygun gelen fikirleri kabuledilebilir. İşte Cemaleddin, nubuvvetle alakalı söylediği sözler bundan ibaretti.Zaten İslam alimlerinin de bu konudaki görüşleri aynıdır. Şeyhül İslam, Merhumdan intimak almak, onu küçük düşürmek için Cemaleddin “Nübüvvet bir çeşit sanattır” diyor yalanını yaydı. Şeyhül İslam, bu iftirasını desteklemek için de; “Nübüvveti, sanayiyle iligi yaptığı konuşmada dile getirdi” dedi. Daha sonra camilerdeki vaizlere, hatiplere Şeyh’in aleyhinde konuşmalarını emretti.Zavallı Cemaleddin aleyhindeki sözlerin kuru iftiradan ibaret olduğunu, gerçeğin anlaşılması için Şeyhül İslamla muhakeme edilmesi gerektiğini söylediyse de kimse onu dinlemedi. Olay gazetecilerin ağzına düştü. Gazetelerin bir kısmı Şeyhül İslamı bir kısmı da Cemaleddin’in leyhinde yazdılar, çizdiler… Nihayet sevenleri Üstad Cemaleddin’e sukünet tavsiye ettiler. “Zaman bu gibi haksız iftira ve şaibeleri siler ve gerçeği meydana çıkarır” dediler. Fakat dini gayreti kadar ilmi de üst seviyede olan Cemaleddin duramadı. Şeyhül İslamla ısrarla mahkeme olunmasını istedi. Sonuç olarak bu olaylar suküta erinceye kadar İstanbul’u terketmesi gerektiği ona tebliğ edildi. Sonra isterse yine gelebileceği söylendi. Cemaleddin her yönüyle zulme uğramış bir halde İstanbul’u terk edip Mısır’a gitmeye mecbur kaldı. İşte merhumdan ne zaman söz edilse; “ilimine, irfanına, fazlına ve siyasetine söz söylenemezse de ne yazık ki, dinden dönmüş ve Peygamberlik müessesine inanmazdı” derler. Anlamadan, dinlemeden söylenen şu sözlerin nereden çkıtığı görülüyor; İki hasiyyet eder batıl ü hakkı temyiz! Biri tedkik-i haberdir,biri ta’miki nazar. .İşte Milli şair, Kamil insan Akif, Afgani ve Abduh hakkında böyle söylüyor. Peki onlara bu iftiraları atanlar kimler, milletin parasını dini alet ederek çalanlar. Haram parayla basıp dağıttıkları ve isimlerine Tam İmihal, faideli bilgiler vs. gibi isim koydukları kitaplarını almayalım. Çünkü onlar asla samimi değiller. Fiemanillah Yazar : A.Nusret ÇAVUŞOĞLU [/B][/COLOR] |
[QUOTE=yeşil;10987][COLOR="DarkGreen"][B]Konuyu nereye çektiniz tebrikler.. Sanki itikatta mezheb hakmış gibi (kesin ayetlere rağmen- hakla batılı ayıran kitab geldi bölünmeyin, parçalanmayın diyen ayetlere rağmen ve daha ilgili birçok ayete rağmen, peygamberin kafadan hüküm veremeyeceğini bildiren ayetlere rağmen, Allah'ın hükmünden Peygamberlerin dışarı çıkamayacaklarını, Allah adına kafadan hüküm veremeyeceklerini aksi halde Hakka Suresi 42,43,44. ayetlerdeki tehdidin işleyeceğini apaçık görmemize rağmen daha birçok apaçık kesin hüküm bildiren ayete rağmen hala mezhebler hakmışmış vay be..) bir de ilgili ilim adamlarına iftira atmakta üstünüze yok! Yok masonmuş yok ajanmış yok bilmem neciymiş başka bir şeyle suçlayamazlardı zaten![/B][/COLOR] [COLOR="Red"][B]Sen de şunu bir oku:[/B][/COLOR]
[COLOR="red"][B][U]Bu Kadar İftira Neden Veya Mehmet Akif Yalancı mı ?[/U][/B][/COLOR] [COLOR="DarkRed"][B]Hepimiz biliyoruz. Çoğu zaman bazı insanlar hakkında “mason, yahudi, mürted” gibi iftiralar üretilir. Bazıları bunu samimiyetle yapar. Ama bir kısım ikiyüzlüler var ki, onlar bu kirli ve çirkin kampanyaları çıkar doğrultusunda yürütürler. Ne yazık ki, bu karanlık ruhlu insanların “Türkiye” kolu var. Bunlar, iki yüzlülükleri, dolandırıcılıkları ve Müslümanları kandırmalarıyle şöhret bulmuşlardır. Allah-u Alem kalplerinde “İhlas” namına bir şey kalmamış olacak ki, bu kadar biperva davranıyorlar. Uzun zamandır kendilerinin nerede durduğuna, battıkları çirkefe bakmadan sözde yazdıkları kitaplarda, İslam’ın en güzide ilim, fikir ve aksiyon erbabına ağza alınmayacak hakaretler ediyorlar. Bu insanlar, kurdukları finans kurumuyla Müslümanların paralarını alıp, şarkıcı, dansöz ve mankenlerin peşinde çarçur ettiklerine bakmadan , Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Seyyid Kutub, Muhammed İkbal gibi hayatını Din-i İslam’a adamış insanlara ağıza alınmayacak hakaretler ediyorlar. Aslında, Bediuzzaman ve Mehmed Akif’den de nefret ederler. Bu düşünceleriyle Müslümanları kandıramayacaklarını bildikleri için. Akif ve Bediüzzamanı sever görünürler. Bu davranışları bile tam bir iki yüzülük örneğidir. Şimdi sever göründükleri Merhum Akif’in, Merhum Cemaleddin Afgani hakkında yazdığı bir makaleyi sadeleştirerek aşağıya alıyorum. Cemaleddin masondu iftiralarına bir cevaptır. Cemaleddin Afgani Doğunun yetiştirdiği fıtratların en yükseği olmasa bile en yükseklerinden biri olduğu şüphe götürmeyen merhum Cemaleddin Afgani hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. İçimizde merhumu görmeyen çoksa da zannederim bilmeyen duymayan yoktur. Büyük ihtimalle sevgili okuyucularımız bu satırlarda Cemaleddin’in özel hayatına, ilmi hayatına veya siyasi hayaına ait bilgi göreceklerini zannediyorlar. Hayır, öyle etrafli bir hayat hikayesini inşallah ileride yazarız. Benim bu gün yapmak istediğim bir şey varsa o da Hazret’in temiz hatırasına sürülmek istenilen lekeyi, iğrenç iftirayı göstermek, onun özelliklerini, nereden geldiğini incelemektir. Cemaleddin’in basılmış ve basılmamış birçok yazıları, makaleleri, konuşmaları varsa da merhumun en büyük, en ölümsüz eseri merhum Şeyh Muhammed Abduh’tur. Evet, Şinasi milletine en mükemmel hizmetini Namık Kemal’i yetiştirerek yerine getirdiği gibi, Cemaleddin de İslam alemine en kıymetli bir hatıra olarak merhum Müftüyü bırakmıştır. İnsanın ruhuna güzellik üfleyen sihirli ve etkileyici sözleri, o feyzi hangi kaynaktan alıyordu? Cemaleddin’in İstanbul’a birinci gelişi Ali Paşa’nın vezirliğine rastlamıştı. Merhum, Afganlılara özel o meşhur kiyafet içinde paşanın meclisine girer, kimsenin kolay elde edemeyceği, en yüksek iltifat ve hürmeti görürdü.. bu arada Cemaleddin'i takdir eden sadece Ali Paşa değildi. İstanbul’un bütün amirleri, yetkilileri, nazik davranışları, güzel giyimi, düzgün konuşması ve derin ilmi insanları kendisine hayran bırakıyordu. Aradan altı ay kadar bir zaman geçince Cemaleddin, Eğitim meclisi üyeliğine tayin edildi. Bu memuriyeti sırasında Eğitim için düşüdüğü şeyleri hiçbir şeyden çekinmeden ortaya koymuş fakat arkadaşları bu düşüncelere katılmıyordu. Zamanın Şeyhül İslam’ı olan zat, Cemaleddin’in bu düşüncelerini kendi menfaatine aykırı bulduğu için çok kızıyor ve zavallıyı gözden düşürmek için bahaneler arıyordu. 1287 yılının ramazanındaydı ki, Üniversitenin idarecesi Tahsin Efendi (Mösyö Tahsin) Merhum Cemaleddin’den üniversite ve sanaiye teşvik etmek için bir konuşma istemişti. Cemaleddin, kuvvetli bir Türkçeye sahip olmadığını ileri sürerek, özür beyan ettiyse de Tahsin Bey’in ısrarı üzerine mecbur kalarak geniş kapsamlı bir konuşma hazırlamış ve zaman-zemine uygun olup olmadığını anlamak için ilimlerine güvendiği, bu konularda bilgi sahibi insanlara göstermişti. Üniversitenin açılacağı gün, Cemaleddin’in konuşmasını dinlemek için İstanbul’un önemli şahsiyetleri, alimler, amirler toplanmıştı. Şeyhül İslam’da gelenler arasındaydı. Cemaleddin konuşmak için kürsüye çıkıp konuşmaya başlayınca Şeyhül İslam’da bütün dikkatini komuşmanın içinde kötüye yorumlayacağı bir iki cümleyi bulmaya vermişti. Cemaleddin konuşmasında diyor ki; “İnsan hayatı, bir bedenin uzuvlarına benzer. Sanayinin her biri, hayat için önemli olan bedenin bir uzvu gibidir, bu ölçüdedir. Mesela; yönetici, tedbirin ve iradenin merkezi olan beynin aynıdır. Demircilik kol,çiftçilik ciğer,gemicilik ayak gibidir…’’Cemaleddin bu gibi basit benzetmelerle bütün organları saydıktan sonra şu sonucu veriyordu: “İnsanlığın mutluluğu gözle görülür bir şekilde, cismen meydana gelir. Cismin hayatının ruh ile olabileceği yani ruhla ayakta durabileceği, hayat bulacağı göz önüne alınırsa, bu cismin, yani insanlığın mutluluğunun ruhu, nübüvvet veya hikmettir. Fakat bunlar başka başka şeylerdir. Nübüvvet Allah’ın bir lütfudur. Çalışmakla elde edilemez. Cenab-ı Hakk yarattıklarının arasından kimi isterse bu şerefe eriştirir. Hikmete gelince, fikir üreterek, çalışarak ve bilgi elde ederek kazanılabilir. Sonra, nebi hatanadan masumdur. Halbuki hakim, hikmet elde eden kişi hataya düşebilir. Bir de nübüvvete ait hükümler, ilahi kattan indirilmiştir. Dolayısyıla batılın bütün hücumlarından kendini korur. Buna inanmak imanın olmazsa olmazlarındandır. Hikmet sahibine gelince, ona uymanın bir farzı veya mecburiyeti yoktur. Allah kelamına muhalif, aykırı olmaması şartıyla akla uygun gelen fikirleri kabuledilebilir. İşte Cemaleddin, nubuvvetle alakalı söylediği sözler bundan ibaretti.Zaten İslam alimlerinin de bu konudaki görüşleri aynıdır. Şeyhül İslam, Merhumdan intimak almak, onu küçük düşürmek için Cemaleddin “Nübüvvet bir çeşit sanattır” diyor yalanını yaydı. Şeyhül İslam, bu iftirasını desteklemek için de; “Nübüvveti, sanayiyle iligi yaptığı konuşmada dile getirdi” dedi. Daha sonra camilerdeki vaizlere, hatiplere Şeyh’in aleyhinde konuşmalarını emretti.Zavallı Cemaleddin aleyhindeki sözlerin kuru iftiradan ibaret olduğunu, gerçeğin anlaşılması için Şeyhül İslamla muhakeme edilmesi gerektiğini söylediyse de kimse onu dinlemedi. Olay gazetecilerin ağzına düştü. Gazetelerin bir kısmı Şeyhül İslamı bir kısmı da Cemaleddin’in leyhinde yazdılar, çizdiler… Nihayet sevenleri Üstad Cemaleddin’e sukünet tavsiye ettiler. “Zaman bu gibi haksız iftira ve şaibeleri siler ve gerçeği meydana çıkarır” dediler. Fakat dini gayreti kadar ilmi de üst seviyede olan Cemaleddin duramadı. Şeyhül İslamla ısrarla mahkeme olunmasını istedi. Sonuç olarak bu olaylar suküta erinceye kadar İstanbul’u terketmesi gerektiği ona tebliğ edildi. Sonra isterse yine gelebileceği söylendi. Cemaleddin her yönüyle zulme uğramış bir halde İstanbul’u terk edip Mısır’a gitmeye mecbur kaldı. İşte merhumdan ne zaman söz edilse; “ilimine, irfanına, fazlına ve siyasetine söz söylenemezse de ne yazık ki, dinden dönmüş ve Peygamberlik müessesine inanmazdı” derler. Anlamadan, dinlemeden söylenen şu sözlerin nereden çkıtığı görülüyor; İki hasiyyet eder batıl ü hakkı temyiz! Biri tedkik-i haberdir,biri ta’miki nazar. .İşte Milli şair, Kamil insan Akif, Afgani ve Abduh hakkında böyle söylüyor. Peki onlara bu iftiraları atanlar kimler, milletin parasını dini alet ederek çalanlar. Haram parayla basıp dağıttıkları ve isimlerine Tam İmihal, faideli bilgiler vs. gibi isim koydukları kitaplarını almayalım. Çünkü onlar asla samimi değiller. Fiemanillah Yazar : A.Nusret ÇAVUŞOĞLU [/B][/COLOR][/QUOTE] [B] Mezhepsiz adamın yazısıyla mezhepsiz adamları savunuyorsunuz ama müctehidleri yerden yere vuruyorsunuz.Siz bu kadarsınız işte!.Dini parçalayan asıl sizsiniz.Mezhepsizlerin kitabını alınca bu millet tam müslüman mı oluyor mu beyefendi?Hani nerde ehli sünnet itikadı ve fıkhı?Sünneti seniyyeyi nasıl yaşayacaklar?."Kur'an bize yeter" diyenler Kur'an'ı yaşamayanlardır.Bunlar uyurgezer takımlarının figuranlarıdır.Bu millet mezhepsizlerin aklıyla mı yaşayacak?.Gidin işinize din anlayışınız kalıplaşmış ve de dar pencereden bakıyorsunuz.Merak etmeyin ictihad kapısı henüz kapanmış değildir.Ateistlerin sayısı arttıkça sizlerin hanesine kıyamete kadar günah yazılacaktır.İslam'da haram ve helal meselesini mezhepsizlerin çözdüğü görülmüş müdür?Neye göre amel ediyorlar?.Kur'an'da tam olarak belli olmayan hükümlerde neye göre fetva veriyorlar?. Tartışmalar bitmeyeceğe benziyor.Yıllar geçtikçe ictihada ihtiyaç duyuluyor.Mezhepsizlerin verdiği karar batıldır sapıklığa yol göstermektedir.Samimi Allah korkusundan soyutlamaktır.Uyuşuk, korkak ve miskin müslüman tipi yaratmaktır.Yolunu şaşıran, önünü göremeyen zavallı insanların önünde takoz olmaktır, mezhepsizlik. Merhum mehmed Akif'in mezhepsiz olduğuna dair rivayetler vardırŞimdi kısa bir şiiriyle onu sana havale ediyorum.Hakkında ileri geri konuşmayacağım. ASIM isimli çok uzun bir şiirinin son kısmında diyor ki: [COLOR="Blue"] Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh, Konuşurken neye dairse Cemaleddinle, Der ki Tilmizine Afganlı, Muhammed dinle, İnkılab istiyorum hem çabucak, Öne bizler düşüp İslam’ı da kaldırmazsak, Nazariye ile bir şeyler olur zannetme, O berahini de artık yetişir dinletme. İnkılab istiyorum ben de, fakat Abduh gibi.[/COLOR] Berahin, burhan = hüccet, delil kelimesinin çoğuludur. Teselsülün butlanı demek, her şey bir sebebe bağlıdır yani her şeyi bir yaratan vardır, yaratanın da yaratanı vardır şeklindeki silsile bâtıldır. Bunları reddeden delilleri bana söyleme diyor. Yani inkılap (reform) isteyen bu reformcu, dine aykırı konuşuyor. İslam’ı kaldırmak tabiri de hoş değildir. Yere düşmüş olan Müslümanlardır. İslam yücedir, yerde değildir. Yerdeki Müslümanlar da, İslam’a yapışıp yükselebilirler. [COLOR="DarkGreen"]EY MUHTEREM KARDEŞİM.BU MEZHEPLİ -MEZHEPSİZ TARTIŞMALARI BURADA NOKTALAYACAĞIM.FAYDASI OLMAYAN BİR TARTIŞMA BEYHUDE EMEKTİR.SEN ALLAHIN YOLUNDAN GİT! HARAMLARA HELALLERE DİKKAT ET İTİKADINDA DOĞRU VE DÜRÜST OLSUN GERİSİNİ DÜŞÜNME .SİZLERİ ALLAH'A EMANET BIRAKIYORUM.BEN ÇEKİLİYORUM.[/COLOR] ESSELAMÜ ALEYKÜM...[/B] |
[B][COLOR="darkred"]Komik olmayın arkadaş! Mezhebli birinin yazısını mı aktarmamı bekliyordunuz o zaman siz de zıddını yapın bakalım :) Ya hu bu kadar olur işte artık mezhebler arasındaki kavgalarınız bitti sırada mezhebsizlere ağzınıza ne gelirse söylemekte üzerinize yok! yok Kur'an'ı yaşamıyormuşuz siz çok yaşıyorsunuz ya bak ne demişsin Allah'ın o muzazzam kelamına karşı kınıyorum sizi! [/COLOR][/B]
[B][COLOR="Red"](Kur'an'da tam olarak belli olmayan hükümlerde neye göre fetva veriyorlar?.)-FEDAKARADAM[/COLOR][/B] [B][COLOR="Navy"]Bunu ahirette Allah'a karşı da söylersiniz, yazıklar olsun ki Allah'ın kelamına bu iftirayı atıyorsunuz! Allah'ın hükümleri eksik sizinkiler tamamlayacak peki neyle? Çoğunluğu uydurma/batıl rivayetlerle onlar da yetişmeyince sizinkiler tamamlayacak ictihad bahanesiyle! Oysaki Allah helali haramı bildirdiğini belirtiyor kelamında ve hakkında serbest bıraktıklarına da araştırmayın diyor.. Kim Allah hükmü üzerine hüküm verebilir?[/COLOR][/B] [U][B][COLOR="Red"]Al sana rivayet:[/COLOR][/B][/U] [B][COLOR="Purple"]Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 [/COLOR][/B] [B][COLOR="red"][B]Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/El-Müracaat sayfa 20[/B][/COLOR][/B] [COLOR="Green"][B]Ben ancak bir insanım. Sizler aranızdaki davaları bana getiriyorsunuz, umulur ki bazılarınız delillerini diğerlerinden daha iyi dile getirirler de ben duyduğum üzere onlar lehinde bir hükme varırım. Kime (haksız yere) kardeşinin hakkından hüküm verirsem, o kardeşinin hakkı olan bu şeyi kesinlikle almasın. Haksız yere alan için ancak ateşten bir parça ayırırım. El Kadı Iyaz, Eş Şifa, c.2 sf.179[/B][/COLOR] [COLOR="Teal"][B]-Selman el-Farisî ve İbnu Abbas anlatıyorlar: “Resulullah buyurdular ki:”Helal, Allah Teala hazretlerinin kitabında helal kıldığı şeydir. Haram da Allah Teala hazretlerinin kitabında haram kıldığı şeydir. Hakkında sükut ettiği şey ise affedilmiştir. Onun hakkında sual külfetine girmeyiniz.” Rezin tahric etmiştir. [Tirmizî, Libas 6, (1726); İbnu Mace, Et'ime 60, (3367).][/B][/COLOR] [B][COLOR="Teal"]Hz. Peygamber:” Allah’a yemin ederim ki, aleyhimde söyleyebileceğiniz hiçbir şey kalmadı. Kur’an’ın helal kıldığı hiçbir şeyi de haram kılmadım. O’nun haram kıldığı hiçbir şeyi de helal kılmadım.” İbn Hişam-Es-Sireh c.4 s.332[/COLOR][/B] [B][COLOR="Green"]Hz. Aişe’ye, Hz. Peygamberin ahlakı hakkında sormuştu, Hz. Aişe validemiz şöyle dedi: “Sen, hiç Kur’an okumuyor musun?” Sahabi: “Evet, okuyorum.” deyince, Hz. Ayşe şöyle devam etti: “İşte, Allah’ ın elçisinin ahlakı, Kur’an idi.” Muslim, Musafirin, 139; İbn Hanbel-Musned c.6/188[/COLOR][/B] [B][COLOR="Red"]“Bana isnad edilen hadisler çoğalacaktır. Size benden gelip de Kur’an’a uygun olanlar bana aittir. Benden gelip de Kur’an’a aykırı olanlarsa bana ait değildir.” Buhari-İsti’zan/13 Müslim-Edeb/32-37 İbn Mace-Edeb/17[/COLOR][/B] ... [B][COLOR="Blue"]İşte rivayetler, hele ki en sonuncusu ne kadar da güzel özetliyor durumu..[/COLOR][/B] [B][COLOR="Sienna"][U]Kur'an'da her emsal var her konuda bunun aksi ise sizlerin/sizinkilerin uydurması.. Her detay mevcut, ister amelde ister öğütte..(Hele ki objektif tahlilde ne kadar ayrıntı olduğu da mevcut) Ne varsa hepsi akla uygun ve huzur verici.. Lakin sizinkiler insanları bu devirde bile bu kelamın apaçıklığından uzak tutuyor, her kalktığım gün lanet okuyorum üzerlerine. Allah'ın kelamına her yaklaştığım gün huzur buluyorum oysa ve orada Rabbin anlattıkları asla sizin din diye yaşadığınız hurafelere kıyıdan köşeden yaklaşmıyor.. İnsan anlıyor dinin ne kadar yozlaştığını 14 asırdır.. Allah da üzerlerine pislik yağdırmakta(Yunus Suresi 100) dinden çıkar edinen kimler varsa ve bu pislik içerisinde gidecekler bu dünyadan.. Dini hafife almak, dinden rant sağlayarak, dine dayalı finansman kurumları işleterek halkı parmağında oynatanlar kendi açtıkları çukurda boğulacaklar, tıpkı eski kavimler gibi..[/U][/COLOR][/B] |
OO yeşil, hadis yazmışsın.
Ama bu fedakar işine gelen hadisleri gerçek diye muhataba alıyor :) buraya astıklarından ibret alır mı sence... sanmam... daha öncede astık ama o konuyu değiştirip farklı alanlara çıkış bulup bir şekilde seni KAFİR kendisini ise ÖZ MÜSLÜMAN hatta ŞEFAATE NAYİL OLACAK MÜMİN sıfatına sokacaktır. Hamdolsun ki insanların ne olduğunu belirleyen zanları değil, amelleri gereği Allahın vereceği hükümdür. Mahşer günü mehmet şevket eygi (ki samimiyetsizliği çok bariz sırtarıyor) ve onun müridi fedakaradam gibilerin nasıl hesap vereceğini gerçekten merak ediyorum. Ayette, size yemin ettikleri gibi Allaha da yemin edecekler diyor. Gerçekten o hesap verişlerini izlemek isterdim. Çünkü mşe gibilerin amacı din iman değil, dini kullanarak insanları kışkırtmak ve samimi müslümanları üzmek onları karalamak onlara çirkin iftiralar ve yakışıksız sözler sarfetmek... Artık inanmadıkları ama hep kullandıkları mahşer günü gelecek elbet... |
Sevgili FEDAKARADAM;
Kardeşim diyemiyorum çünkü son yazdıklarınla hiç değişmemiş olduğunu, foruma ilk geldiğin sorgulamayan FEDAKARADAM'la aynı olduğunu göstermişsin. Sen değişmediğin, sorgulamaya başlamadığın sürece seni muhatap almam yalnızca "SELAM" der geçerim. Sizin yaptıklarınız size bizim yaptıklarımız bize... [QUOTE]Boş lakırdıyı duyduklarında, ondan yüz çevirir şöyle derler: "Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size. Selam olsun hepinize. Biz cahilleri önemsemeyiz." Kasas 15 [/QUOTE] Konuyu okuyan diğer arkadaşlara ise biraz bilgi vermek istiyorum. Cübbeli ve hocaları, müşriklerin önde gideni/piridirler. "TV'de Cübbeli müşriğinin karşısına kimsenin çıkamadığı" PALAVRASI ile ilgili olarak söyleyeceğim onun kimsenin karşısına çıkmaya cesaretinin olmadığıdır. Onu İMSAK tartışmasına çağırmışlardı hem TV ye hem gözleme ama hiç birisine gitmedi çünkü giderse palavraları uydurdukları ortaya çıkar. Burada insanlar Cübbeli müşriği veya onun kaynakları gibi bir tarafından atıp tutmuyor Kuran ayetleri ile konuşuyorlar. Milyonlarca hurafeyi, binlerce uydurma hadisi ezberlemek ve binlerce alim kılıklı cahilin kitabını okumakla İLİM SAHİBİ Olunmuyor. Kafalarını çöple doldurup Kuranı arkalarına atan böylelerine Allah "kitap yüklü eşekler" der. Aşağıdaki videoda GERÇEK ilim nasıl yapılır belki fikir edinebilirsiniz. [YOUTUBE]4ye0M9diA4Y[/YOUTUBE] İtaat konusuna gelirsek itaat çok açık bir kelimedir. Canlı olmayan birisine itaat etmeniz mümkün değildir. İtaat edilen Allahın elçisidir Muhammed'in kendisi değildir. Ona itaatin sebebi Allahın elçisi olmasıdır. Müslümanlar Allahın elçisine itaat etmek zorundalardı çünkü o Muhammed değil Allahın elçisiydi. İtaat ayetlerinin ana fikri "Allahın sözünü söyleyenlere" yani "Allahın sözüne" itaat etmelisinizdir. Ölüye değil yaşayan kişiye itaat edilir. Şefaat konusu ise aslında zihin cimnastiği ile çözülebilecek bir meseledir. Peygamberimizin Allaha dua ederek bizi affettirmesi [U][B]mümkün olacak olsaydı bile[/B][/U] Peygamberden ŞEFAAT istemek sağlıklı bir akla ve mantığa aykırıdır. Allah "şefaatin tümü Allaha aittir" demişken Allahtan peygamber şefaati istemek saçmalığın daniskasıdır. Bu Allahtan araba dilemek yerine peygamberin duası daha makbuldur diye düşünerek "Allahım bana araba bağışlaman için peygamberimizin sana benim için dua etmesini sağla" demek kadar saçmadır. Doğrudan peygambere yönelerek "Şefaat ya resulullah" demek ise apaçık şirktir. Mezhepler de tıpkı tarikatler gibi ümmetin yüzkarasıdırlar. "Dinlerini bölüp parça parça olanlar gibi olmayın" ayeti nedeniyle Allahın APAÇIK emrine karşı gelmektir. Ayrıca unutmayın ki melekler gibi insanlar da put edinilebilir. Bir insanı tartışma ve sorgulama üstü görüyorsanız bu peygamber bile olsa bunu yaptığınızda putperest olmuş olursunuz. [U]Put'un latincesi/ingilizcesi/Fransızcası [B]İDOL[/B]'dür.[/U] Eğer peygamberin hırkası gelse onu kutsal sayıp öperseniz siz de putperest olmuş olursunuz. Mesele hırka değil hırkanın temsil ettiği peygambere biçtiğiniz rol'dür. Bu müşriklerin dinidir. Peygamberlerin hiç biri Allaha kulluktan gocunmamış, yalnız Allaha kulluk etmiş insanlardır. Selam olsun hepsine. Eğer mümin isek bize kullara "kul" olmak onları Rab edinmek yakışmaz. Peygamberleri ve alimleri Rab edinmememiz için Allah Kuran'da uyarmıştır ve bu "bilmeden yaptık, uyarılmadık" diyemeyiz doğrudan cehenneme gideriz demektir. Rahman ve Rahim olan Allah, karanlıklardan aydınlılara çıkaran nuru olan Kuran'ı rehber edinen bizleri nimet verdiği salih kullarının dosdoğru yoluna iletsin. |
[B]Mezepsizlerle uğraşmak ateistlerle uğraşmaktan daha zormuş da bilememişiz.Yahu tasavvuf erbabı olan bütün eliyaların hepsi bir kamil-i mürşit bulup hidayete ermişlerdir.Bakın bütün evliyaların, İslam büyüklerinin hayatına, hepsinde tasavvuf vardır.İmam-ı Azam efendimiz bile [COLOR="Red"]"2 senem olmasaydı Numan helak olmuştu" [/COLOR]demiştir.Bu 2 sene dediği tasavvufa girmesidir.Size ne oluyor ki tasavvufu yalanlıyorsunuz?
Cübbeli hocaya ve diğer hocalara böyle pislik atmanız sizi bir yere götürmez.O herkesi davet ediyor kimse gelmiyor.Onun davet ettiği yere o mezhepsiz sözde alim geçinen kimseler neden madem cesaretleri varsa bu davetine icabet etmemişlerdir?.. Mezhepsizlikte fıkıh ilmi ile meşgul olmak yoktur.Fıkıh ilmini bilmeyen zındıktır yolca sapık ve gafil olmaya davet çıkarmaktadır..Mezhepsizler Kur'an'ı kendi kafalarına göre te'vil edip konuşurlar.Tutturularsa ne ala, tutturamazlarsa yanında kâr kalır.Hangi bir mezhepsiz sözde alim kişi veya kişiler bir ateistle mücadele etmişlerdir?.Mezhepsizler hep ehli sünnet yolunda gidenlerle mücadele etmeye devam ederler.Bunların mücadelesi havanda su dövmek gibidir.Ehli sünnet uleması delilsiz bir fetva vermez.Oysa mezhepsizler kafalarına göre fetva vermeye cesaretli olurlar.Fetva vermek herkesin işi değildir.Onu,derin fıkıh ilminde kaim olanlar ancak verebilirler.İmam-Azam demek ki size göre çok halt etmiştir. Yahu mezhepsizlerden hacca gidenleri var mı?Varsa neye göre, ve nasıl hac farizatını yerine getiriyorlar?.Hacta bazı durumlar hariç hep hanefi fıkhına göre tüm müslümanlar ibadet ederler.Bunların hepsi de mi müşriktir. Be hey gafil mezhepsizler!Yolunuz kendi yolunuzdur, Kur'an yolu değildir.Sünneti ihya etmeyenler yarın hesap gününde Allah resulünün yüzüne nasıl bakacaklar?.[COLOR="Red"] "Benim bir sünnetimi kasden terkeden benden değildir,şefaatim ona haramdır." [/COLOR]hadisin hükmünce sizler ümmet-i Muhammed olamıyorsunuz.Siz sadece kendi başına çölde kalmış kimseler gibisiniz.Bilmediğiniz çöl yollarında saplantıda kalıyorsunuz.Ehli sünnet ulemesına hiçbir zaman dil uzatmanıza hakkınız yoktur.Mezhepsizler çıkmaz sokaktan geri dönmeye yanaşmadıkları için hesaba çekileceklerdir.Ve onlara şu soru sorulacaktır.[COLOR="Red"]"SİZLER BENİM KUR'AN'IMI DEYE DAYANARAK TE'VİL ETİNİZ HESABINI HEMEN ŞİMDİ VERİN!"[/COLOR] denilecektir.Vay o mezhepsizlerin haline ki artık onlar kendi kafalarından uydurdukları fetvalarla başbaşa kalacaklardır.Bir ictihad Kur'an'a ve sünnete uymuyorsa o kabul edilmez.İşte biz bu yoldayız, vesselam...[/B] |
[B]Bu[/B] [B][COLOR="Red"]FEDAKARADAM[/COLOR][/B] [B]gelenekçisi abimiz yine döktürmüş.. Tasavvuf erbabı demiş misal bakalım önüne tasavuf erbabından en ünlü isimlerin ünlü şiirlerini sunucam ne diyecek:[/B]
[B][COLOR="red"]“ Müslümanımsı mistiklerce evliyâ denilen bu insanlar hakkındaki inanışlardan bazıları şunlardır.[/COLOR][/B] [B][COLOR="DarkRed"]1- Bunlar masum, günahsız, yüce ve yanılmaz şahsiyetlerdir; kutsal birer kişiliğe sahiptirler. 2- Gizliyi ve özellikle gönüllerden geçenleri bilirler. 3- Duaları makbûldür; ne dilerlerse Allah o dileği yerine getirir. 4- Aynı anda birkaç yerde bulunabilirler. 5- İslam ordularının ön saflarında düşmana karşı çarpışır ve zafer sağlarlar. 6- En uzak mesafeleri en kısa bir zamanda kat ederler.” V.b. (Tarikatta Rabıta ve Nakşibendilik, Yazan Ferid Aydın, Ekin Yayınları, kasım 1996 baskısı, sayfa 286- 287 ).[/COLOR][/B] [COLOR="Blue"][B]İnsan-ı kâmil yani şeyhin bu alemde istediği gibi tasarrufta bulunabileceğini söylemeleri. “İnsan-ı kâmil de bu âlemde İlâhi isimler aracılığıyla dilediğince tasarrufta bulunur.” (Muhyiddin İbn el-arabi, Nakş El-Füsus Şerhi, İsmail Ankaravi, Ribat Yayınları, hazırlayan İlhan Kutluer 1981 Ocak baskısı, sayfa 14).[/B][/COLOR] [B][COLOR="Red"]Şeyh Abdulkâdir Geylani’nin bazı söylevlerinden seçmeler :[/COLOR][/B] [COLOR="DarkRed"][B]Şeyh Muhyiddin Abdulkâdir Geylani’ye ait olduğu kabul edilen Füyûzât-ı Rabbâniyye adlı eser, Kadirilerden Seyyid Muhammed Said’in oğlu Seyyid İsmail tarafından kaleme alınmış olup, müellif, “Gavs-i A’zam’a ait zikir, fikir, vird ve manzumelere, duâ ve niyazlara olan ehl-i tarikatın ihtiyacını ve bu hususta kendisine birçok defalar baş vurulduğunu, böyle bir eserin hazırlanması için kendisini teşvik edenlerin istek ve ısrarlarının kesilmediğini söyler ve buna bilhassa dikkati çekmek ister.” ( Füyûzât-ı Rabbâniyye, Şeyh Abdulkâdir Geylâni, Çeviren Celâl Yıldırım, önsözden, Bedir Yayınevi 1975 ).[/B][/COLOR] [B][COLOR="Purple"]Bu eser Kadiri tarikatinde kabul görmüş olması dolayısıyla, pirleri konusunda tarikat zihniyetini belirtmesi açısından önemlidir. Eserde şu ifadeler yer almaktadır;[/COLOR][/B] [B][COLOR="Red"][U]“Benim emrim, Allah’ın emridir; eğer ol! dersem oluverir.” “Hepsi de Allah’ın emriyledir, ama sen benim kudretime hükmet!” “Benim kabrim Beytullah’dır, gelen onu ziyaret eder.” “Ona seğirtir de izzet ve Rıfat ile yüce makama erişir.” “Benim ocağımı tavaf et yedi defa, emânıma sığın! Her yıl beni ziyâret için meşguliyetten sıyrıl!” “Bana doğru haccedip gelin, evim kurulu bir kâbe. Beytin sâhibi yanımdadır, koruluğu haremimdir.” “Her KUTUB tavaf eder Beytullah’ı yedi defa. Ben ise Beyt’in kendisiyim çadırımı tavaf ediciyim.” (Alıntılar, Füyûzât-ı Rabbâniyye, Şeyh Abdülkadir Geylâni, Çeviren Celâl Yıldırım, sayfalar, 57-67-68-69. Bedir Yayınevi 1975 ).[/U][/COLOR][/B] [B][U]Yukarda ki iddialarda, Allah gibi “Ol” emrine sahip olduğu söylenmekte. Kâbe’nin tavaf edilmesine alternatif olarak, evinin tavaf edilmesi istenmekte. Namaz kılmaması konusunda da şöyle denmektedir.[/U][/B] [B][COLOR="DarkRed"]“Bana dediler ki: “Ey filan! Namazı terk ettin.” Bilmezler ki ben Mekke’de namaz kılarım...” ( Füyûzât-ı Rabbâniyye, sayfa 73. )[/COLOR][/B] [B][COLOR="Red"]Peygamberlerden üstün olduğunun söylenmesi:[/COLOR][/B] [COLOR="red"][U] [B]“Mûsa Rabbine münacaat ederken beraberinde idim, Mûsâ’nın ASA’sı benim asamdan medet gördü.” “Yakub’un gözü kapanıp kör olduğunda onunla beraberdim, Yakub’un gözleri ancak benim nefesimle iyileşip şifa buldu.” ( Füyûzât-ı Rabbâniyye, sayfa 74. )[/B] [/U][/COLOR] [U][B]Ve bunun gibi birçok sözleri var veya ona mal edilmektedir.[/B][/U] [B][COLOR="red"]VAHDET-İ VÜCÛD İDDİALARI VE BUNA İLİŞKİN SÖZLERİ :[/COLOR][/B] [B][U]Daha öncede belirtildiği gibi, Vahdet-i Vücûd anlayışında olanlar için kainatla, Allah bir bütün ve aynı şeydir. İslam’a göre kainatla, Allah ayrı ve tamamen farklıdır, bir birlerine benzerlikleri yoktur, ve bütün kainat Allah tarafından yoktan var edilmiş olup, İlâh’lıktan pay almamıştır, yani kainattaki hiç bir şeyde İlâh olma özelliği yoktur. İlâh olarak yalnız Allah vardır. Bunun aksini iddia etmek İslâm’a göre şirk koşmak demektir. Kainatı yok saymakta, Allah’ın Kuran’da yaratmayla ilgili bildirdiği bütün ayetleri inkardır bu da küfrün ta kendisidir. Allah’ın kainatı yaratmış olması gerçek bir olay olup, bu durum Allah’ın tek İlâh olmasına aykırı değildir. [/U][/B] [COLOR="DarkGreen"][B]“Örneğin: Nakşibendilerin kendisinden saygı ve övgü ile söz ettikleri, Abdülkerim el-Ciyli, El-insan’ul - Kâmil, adlı kitabında aynen şunları kaydetmektedir: “Kâfirlere gelince, onlar bizzat Allah’a kulluk etmişlerdir. Çünkü, Cenab-ı Hak bütün varlıkların gerçeği (yani özü ve ta kendisi) olduğuna göre-ki kâfirler de varlıkların bir bölümüdürler - öyleyse Cenâb-ı Hak onların da gerçeğidir. (Yani onların da ta kendisidir.) Tabiatıyla O’nun ayrıca bir tanrısı yoktur. Mutlak rab (yani kesin genel anlamdaki ) ilâh O’dur. Dolayısıyla kâfirler, Allah’ın bizzat kendisi oldukları için varlıklarının kaçınılmaz gereği olarak O’na tapmış oldular.”[/B][/COLOR] [B][COLOR="Teal"]“Bu sözleri biraz daha açmak gerekirse Abdulkerim el Ciyli aslında daha ilk cümlede şunu demek istiyor:”[/COLOR][/B] [B][COLOR="RoyalBlue"]“Kafirler, (yani Kur’an’a göre Allah’ı inkâr edenler, ya da O’na ortak koşanlar), Allah’ın (Haşa!) ta kendisi oldukları için öz varlıklarını inkâr edemeyeceklerinden, (sonuç olarak) O’nu da dolaylı şekilde tanımış sayılırlar.” (Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik, ekin yayınları 1996 Yazan Ferit Aydın, sayfa 107).[/COLOR][/B] [B][COLOR="Teal"]Görüldüğü gibi, Sofulara göre kafirler bile (Haşa!) bizzat Allah’ın kendisidirler. Ve bu sözleri bir dil sürçmesi veya eleştirilere karşı kendilerini savunma ihtiyacı hissettiklerinde söyledikleri gibi sarhoşlukla ortaya atılmış iddialar olmayıp, kabul etmiş oldukları Vahdet-i Vücûd inancının gereğidir. Ve bunu örneklendirmek suretiyle sıklıkla açık açık söylemekten de çekinmezler., örneğin :[/COLOR][/B] [B][COLOR="DarkRed"]“(Allah Teâlâ’nın Zatı da dahil) kâinatta ne varsa hepsi bir Vücûdun parçalarıdır, şeklinde özetlenebilen “Vahdet-i Vücûd” inancının üzerindeki kapalılığı büsbütün kaldıran bazı tasavvufçular. “Köpek ve domuz da ilâhımızdır.” diyecek kadar daha da ileri gitmek sûretiyle bu bu düşüncenin üzerindeki maskeyi tamamen kaldırmış ve onu bütün çıplaklığıyla ortaya koymuşlardır.” (Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik, ekin yayınları 1996 Yazan Ferit Aydın, sayfa 352).[/COLOR][/B] [B][COLOR="Red"]Abdülkadir Geylâni’den : “Hakla hak (Allah’la, Allah ) olmak makamına eresin ki, buna mahfiyat ve fena hâli derler, büyük bir mertebedir. Allah hepimize nasip etsin...” “Sen artık eşsiz bir cevher hâline gelmişsin.. Tekle tek, birle bir olmuşsun... Gizlinin gizlisi, sırrın sırrı oldun; yetmez mi ?..” (Fütûh’ül - Gayb. Bahar Yayınları 1983, Yedinci Baskı, çeviren, Abdulkadir Akçiçek, sayfa 17 - 37 den alıntılar.)[/COLOR][/B] [COLOR="red"][U] [B]Abdulkadir Geylaniye ait olduğu kabul edilmiş bazı sözler:[/B] [/U][/COLOR] [COLOR="red"][U][B] “İbrahim ateşe atılınca onunla beraber idim. Ateş ancak benim duam ile soğuyup yakmaz oldu. İsmâil’e bedel getirilen koç ile beraber idim. Koçlar ancak benim gönül cömertliğimle indi. Yakub’un gözü kapanıp kör olduğunda anunla beraber dim. Yakub’un gözleri ancak benim nefesimle iyileşip şifâ buldu ! Yüceye çıkarken İdris ile beraber idim, Onu Firdevs’e en güzel CENNETİME oturttum ! Musâ Rabbine munacaat ederken beraberinde idim, Musâ’nın asa’sı benim asamdan meded gördü !” ( Füyûzât-ı Rabbâniyye, Şeyh Abdülkadir Geylâni, Çeviren Celâl Yıldırım, sayfa 74. Bedir Yayınevi 1975 ). [/B] [/U][/COLOR][B]Ve bunun gibi daha başka sözler. [/B] [COLOR="red"][U][B]Sofuların Muridlerine vermiş oldukları bir takım İslâm dışı güvence örnekleri :[/B][/U][/COLOR] [U][COLOR="red"][B]“Ben hakikaten varlığın kutuplarının kutbuyum. Diğer bütün kutuplar üzerinde izzet ve saygıdeğerliğim vardır. Bütün tehlike ve korkunç hallerde bize tevessül et, Varlık ve eşya içinde himmetimle senin imdadına koşarım. Ben müridim için korktuğu şeylere karşı koruyucuyum, Onu her türlü şer ve fitneden muhafaza ederim. Muridim ister doğuda, ister batıda olsun, Hangi beldede bulunursa bulunsun onun yardımına uzanırım. (Füyûzât-ı Rabbaniye, Bedir Yayınevi 1995 baskısı, sayfa 59 , Abdulkadir Geylani )[/B][/COLOR][/U] [B][U]İslam dininde, dua ancak Allah’a yapılır. Allah dışında dua yoluyla bir kimseden bir şey istenmesi, o kimseyi ilâh kabul etmek demektir. Hele bir insanın, ölüp gitmiş bir insandan dua yoluyla bir şey istemesi aynı zamanda boş bir rezalettir. Kuran’dan mealen :[/U][/B] [U][B]- (Rabbımız!) Ancak sana ibadet eder ve ancak senden medet isteriz. 1/4 Kafirlerin, Allah dışında bir takım kimselere duâ edip yalvarmaları muhakkak boşunadır. Bu konuda Kuran’dan mealen : - Hak olan duâ, yalnız O’na (Allah’a) yapılır. O’ndan başkasına duâ edenlere (yalvarıp yakaranlara), onlar hiçbir şekilde cevap veremezler. Bu, ağzına gelmesi için suya avuç açan kimse gibidir ki, su, ona aslâ gitmez. İşte kâfirlerin duâsı da, böyle boşunadır. 13/14 - De ki : “Allah’tan başka yalvardığınız ortaklarınızdan haber verin; yer yüzünden neyi yaratıklarını bana gösterin”. Yoksa onların, göklerin yaratılışında ortaklıkları mı var? Yoksa onlara bir kitap verdik de, o kitaptan bir delilleri mi var? Hayır, o zâlimler, birbirlerini aldatmaktan başka bir va’dde bulunmuyorlar. 35/40[/B][/U] [B][U][COLOR="Red"]Bu konuda en çok vaadte bulunanların başında sofular gelir, Neler Va’d etmiyorlar ki, örneğin :[/COLOR][/U][/B] [U][COLOR="red"][B]“Ey müridim aramızda ahdi koruyucu ol! Olayların meydana döküleceği gün ben de terazi başında hazır olayım!.. Eğer terazi cimrilik yapacak olsa, Allah’a and olsun ki o, İnayetimin ta kendisiyle, hakikat lütfuyla (cömertliğe) nail olacak![/B][/COLOR][/U] [B][COLOR="red"][U] (Füyûzât-ı Rabbaniye, Bedir Yayınevi 1995 baskısı, sayfa 74 - 75 , Abdulkadir Geylani )[/U][/COLOR][/B] [U][B]Bur da, Ahiretteki hesap terazisinden bahsederek, terazinin kendi hakimiyetinde olduğunu ileri sürüyor, ve bu güvenceyle, Ahirette hesaba çekileceğine ihtimal veren ve aynı zamanda Kuran konusunda cahil kimseleri avlamaya çalışıyor.[/B][/U] [B][U]Oysa terazinin yanilması yani cimrilik yapması mümkünmü ? Allahü teaala buyurur:[/U][/B] [B]- Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz. (Enbiya47) - O gün, her ümmet içinden ayetlerimizi yalan sayanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak (hesap yerine) sevkedilirler. (Neml 83) - Nihayet, (hesap yerine) geldikleri zaman Allah buyurur: Siz benim ayetlerimi, ne olduğunu kavramadan yalan saydınız öyle mi? Değilse yaptığınız neydi? (Neml 84)[/B] [COLOR="red"][B][U]Bir müridi ölmekten mi korkuyor, bu konuda ona güvence vermek sofu için sıradan işlerdendir. Örneğin :[/U][/B][/COLOR] [COLOR="Purple"][B]“(Veli diye tanımladığı kimseler konusunda) Yer onların hürmetine durur.. Sema onların duasıyla açılır... Ölüm, onların kararıyla olur... Bu salahiyeti onlara Mevlâ vermiştir.” Fütûh’ül - Gayb, Bahar Yayınları, Abdülkadir Geylani S.46).[/B][/COLOR] [B][U]Hal bu ki ecel konusunda Kuran’da şöyle denmiştir, mealen : - Allah, süresi geldiği zaman hiçbir canı ertelemez. Allah, yaptıklarınızı haber alandır. 63/11[/U][/B] [B][U]Görüldüğü gibi bu iddia Kuran’a aykırıdır ve sofistlerin bu gibi daha birçok boş vaatleri vardır.[/U][/B] [B][COLOR="Red"]Abdülkadir Geylani şöyle demektedir :[/COLOR][/B] [B][COLOR="Red"]“ŞEYTANLA BİR KONUŞMA”[/COLOR][/B] [U][B][COLOR="DarkRed"]“Rüya gördüm.. Büyük bir topluluk içindeydim.. Şeytan da orada idi.. Onu öldürmek istedim, bana şöyle söyledi : - << Beni neden öldürmek istiyorsun?.. Benim ne günahım var?.. Eğer bir şey şer olacaksa, onu hayra çeviremem.. Yine bir şey hayır olarak kalacaksa onu da şer yapmağa gücüm yetmez.. Benim elimde ne var? >> .” (Abdülkadir Geylani, Fütûh’ül - Gayb, Bahar Yayınları 1983 sayfa 63. )[/COLOR][/B][/U] [B]Görüldüğü gibi, onlara göre iyilik ve kötülük mukadderatın eseri olup, iyi ve kötü, suç ve suçlu yoktur, aslında bu iddia sofizmin temel mantığına da uygundur, zira onlara göre hakikat diye bir şey yoktur, her şey birdir. Hal bu ki, İslâm dininde, iyi ve kötünün varlığı, sabit bir gerçeğin ifadesidir. Bu konuda Kuran’dan mealen : [/B] [COLOR="Blue"][B]- Yoksa kötülük işleyenler ölümlerinde ve yaşamlarında kendilerini, İman edip iyi amaller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar! 45/21 - De ki : “İyi ve temiz olan şeyle, kötü ve pis olan şey, tuhafına git sade (bu böyledir). Bu itibarla, ey akıl sahipleri, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz. 5/100 - Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. 16/90 - Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter. 4/79 - Onlar bir kötülük yaptıkları zaman : “Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti” derler. De ki : Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? 7/28[/B][/COLOR] [B][U](Devamı diğer yorumda)[/U][/B] |
[B][COLOR="Red"]Bu mesajım artık son mesajımdır.Daha da bir şey yazmayacağım.Herşey anlaşılmıştır.
Tasavvufta bazı sözler vardı ki onu ancak onun gibi olanlar anlar.Zahiri alimler ancak yüzeysel sözleri yorumlaybilirler.Hallac-ı Mansur'un "ENEL HAK" demesi gibi.Bu sözünden dolayı o devirde yanlış anlayan alimler katledilmesine fetva vermişlerdir.Bir de Muhyiddin-i Arabi hz.leri bir hutbe okunduğu sıralarda Şam' da bir camiinde "Sizin taptığınız Allah (haşa)benim ayaklarımın altındadır" demiştir.Oysa bu olaydan 30 sene sonra Kanuni Sultan Süleyman Suriye'yi feth edince bu olayı araştırmış ve gerçek olarak, o hutbenin altında bir hazinenin var olduğunu cemaatin onu ele geçirmek için camiiden çıkmadığını anlamış ve söylemiştir.Buna benzer nice tasavvuf alimleri zahiri anlamda küfre götürecek sözler söylemişse de aslında o sözlerin mecazi anlamları çok derin olduğu için zahiri alimler ve avvam-ı nas, anlamadan bielemeden hakkında idam fetvası vererek ölmelerine sebep olmuşlardır. Sizler bu gibi şeyleri anlamaktan aciz olduğunuz için burada bir takım kendinizi haklı çıkarmak için bütün tasavvuf erbabını eleştirmiş oldunuz.Şu ayete dikkat edin bu ayet sizin gibileri aynen uyarıyor ve sizin ne kadar cahil olduğunuza işaret ediyor.İşte ayet; [COLOR="Blue"]İSRA SURESİ-36. "BİLMEDİĞİN BİR ŞEYİN ARDINA DÜŞME!.ZİRA BUNDAN, KULAK, GÖZ VE KALP MES'ULDÜR.[/COLOR] Kur'an'ın yüzeysel anlamıyla mana anlamı aynı değildir.Sizler yüzeysel anlayanlardansınız.Bunu ben sizin aklınıza yerleştirmek çok zordur.Anlamayan konuşmasın tasavvufla ilgili şeyleri.Daha sizin bilmediğiniz çok şeyler vardır.Allah adamları kendilrini Allah'a adamış ve evliyaullah olmuştur.Sizler bu evliyaları bilmezsiniz. Ben asla geleneksel İslam'a tabi değilim.Taassup ehi de değilim.Ancaak, Kur'an ve sünnete aykırı olan ne varsa ona karşı gelmek ve doğruları söylemek hakkımdır.Dileyen kendine bir yol edinir. Allah'ın şeriatına sımsıkı sarılın!.Peygamberimizin o mübarek sözlerine de itaat edin, sünnnetlere yapışın!. Yarın hesap gününde beraber olacağız.Bakalım o zaman ne diyeceksiniz.Biz mi dosdoğru yolda, yoksa siz mi; onu Allah hükmedecektir.Bu siteyi tamamen terk ediyorum artık başka bir şey yazmayacağım.Siz kendi kendinize yazın.Allah dostlarına, eviyalara ve müctehid imamlara dil uzattığınız için sizi Allah'a havale ediyorum.[/COLOR][/B] [B][COLOR="Red"] Herkes bildiği ve söylediği ile mes'ul olunacaktır.Burası mezhepsizler sitesi olmuş.Hadi bana eyvallah bir daha görüşmemek üzere Allah'a emanet olun.[/COLOR][/B] |
[B][COLOR="Red"]BEYAZİDİ BİSTAMİ VE YUNUS EMREYE ATFEDİLEN ESERLERDEKİ TEVHİD İNANCINA AYKIRI BÖLÜMLER[/COLOR][/B]
[U][B][COLOR="DarkRed"]([B][COLOR="Red"]AÇIKLAMA:[/COLOR][/B] Değerli Kardeşlerim, bu bölümü hazırlarken ben çok üzüldüm, çok zorlandım. Çünkü biz Türkiyeli müslümanlar Yunus Emrenin şiirleriyle, ilahileriyle büyüdük. Yunusu, Mevlanayı hep iyi insanlar bildik. İnşallah öyledirde. Fakat onlara atfedilen eserlerde ve beyitlerde İslama uymayan görüşler oldukça fazla. İnşallah bunları onlar yazmamışlardır. Çünkü Şeytan ve dostları insanları yoldan çıkarmak için devamlı bir uğraş içindedir. Biz Yunusa, Mevalanaya hüsn-ü zan beslemekle beraber, günümüzde onlara atfedilen Eserlerin yanlışlarla dolu olduğuna inanıyoruz. Bu yüzden bu bölümü hazırladık. Niyetimiz yanlış anlaşılmasın inşallah)[/COLOR][/B][/U] [U][B][COLOR="red"]Bayazidi Bestami’nin bazı söylevlerinden seçmeler :[/COLOR][/B][/U] [B][U][COLOR="Blue"]“Allah’a andolsun ki benim bayrağım Muhammed (S.A.V)’in bayrağından daha büyüktür! Benim bayrağım nurdur. Altında bütün insanlar ve cinler ve peygamberlerden olanlar bulunuyor.” ( Bayazidi Bestami ve İslam Tasavvufunun özü, Celal Yıldırım, Demir Kitabevi, Aralık 1978 baskısı, sayfa 263 ). [/COLOR][/U][/B] [B][U][COLOR="DarkGreen"]“Benim bir benzerim ne gökte bulunur; ne de benim sıfatlarımın bir benzeri yeryüzünde bilinir!” (Yukarıda adı geçen kitap, sayfa,sayfa 265 ). “Musa Peygamber, Allah’ı görmek istedi. Ben ise Allah’ı görmeyi değil, Allah beni görmeyi irade buyurdu!” (Yukarıda adı geçen kitap, sayfa 320 ).[/COLOR][/U][/B] [B][COLOR="Red"][U]VÜCÛD İDDİALARI VE BUNA İLİŞKİN SÖZLERİ[/U][/COLOR][/B] [B]Daha öncede belirttiğim gibi, Vahdet-i Vücûd anlayışında olanlar için kainatla, Allah bir bütün ve aynı şeydir. İslam’a göre kainatla, Allah ayrı ve tamamen farklıdır, bir birlerine benzerlikleri yoktur, ve bütün kainat Allah tarafından yoktan var edilmiş olup, İlâh’lıktan pay almamıştır, yani kainattaki hiç bir şeyde İlâh olma özelliği yoktur. İlâh olarak yalnız Allah vardır. Bunun aksini iddia etmek İslâm’a göre şirk koşmak demektir. Kainatı yok saymakta, Allah’ın Kuran’da yaratmayla ilgili bildirdiği bütün ayetleri inkardır bu da küfrün ta kendisidir. Allah’ın kainatı yaratmış olması gerçek bir olay olup, bu durum Allah’ın tek İlâh olmasına aykırı değildir. [/B] [B][COLOR="Indigo"][B]“Örneğin: Nakşibendilerin kendisinden saygı ve övgü ile söz ettikleri, Abdülkerim el-Ciyli, El-insan’ul - Kâmil, adlı kitabında aynen şunları kaydetmektedir: “Kâfirlere gelince, onlar bizzat Allah’a kulluk etmişlerdir. Çünkü, Cenab-ı Hak bütün varlıkların gerçeği (yani özü ve ta kendisi) olduğuna göre-ki kâfirler de varlıkların bir bölümüdürler - öyleyse Cenâb-ı Hak onların da gerçeğidir. (Yani onların da ta kendisidir.) Tabiatıyla O’nun ayrıca bir tanrısı yoktur. Mutlak rab (yani kesin genel anlamdaki ) ilâh O’dur. Dolayısıyla kâfirler, Allah’ın bizzat kendisi oldukları için varlıklarının kaçınılmaz gereği olarak O’na tapmış oldular.”[/B][/COLOR][/B] [B][U][COLOR="Red"]“Bu sözleri biraz daha açmak gerekirse Abdulkerim el Ciyli aslında daha ilk cümlede şunu demek istiyor:”[/COLOR][/U][/B] [B][U][COLOR="DarkGreen"]“Kafirler, (yani Kur’an’a göre Allah’ı inkâr edenler, ya da O’na ortak koşanlar), Allah’ın (Haşa!) ta kendisi oldukları için öz varlıklarını inkâr edemeyeceklerinden, (sonuç olarak) O’nu da dolaylı şekilde tanımış sayılırlar.” (Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik, ekin yayınları 1996 Yazan Ferit Aydın, sayfa 107).[/COLOR][/U][/B] [B]Görüldüğü gibi, Sofulara göre kafirler bile (Haşa!) bizzat Allah’ın kendisidirler. Ve bu sözleri bir dil sürçmesi veya eleştirilere karşı kendilerini savunma ihtiyacı hissettiklerinde söyledikleri gibi sarhoşlukla ortaya atılmış iddialar olmayıp, kabul etmiş oldukları Vahdet-i Vücûd inancının gereğidir. Ve bunu örneklendirmek suretiyle sıklıkla açık açık söylemekten de çekinmezler., [U][COLOR="DarkOliveGreen"]örneğin :[/COLOR][/U] [/B] [B][COLOR="Teal"][U]“(Allah Teâlâ’nın Zatı da dahil) kâinatta ne varsa hepsi bir Vücûdun parçalarıdır, şeklinde özetlenebilen “Vahdet-i Vücûd” inancının üzerindeki kapalılığı büsbütün kaldıran bazı tasavvufçular. “Köpek ve domuz da ilâhımızdır.” diyecek kadar daha da ileri gitmek sûretiyle bu bu düşüncenin üzerindeki maskeyi tamamen kaldırmış ve onu bütün çıplaklığıyla ortaya koymuşlardır.” (Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik, ekin yayınları 1996 Yazan Ferit Aydın, sayfa 352).[/U][/COLOR][/B] [B][COLOR="Red"]Bayezid-i Bestami’nün Sözlerinden :[/COLOR][/B] [B][COLOR="DarkRed"][U]“Kendimi (noksanlıklardan) tenzih ederim, şanım ne de yücedir !” “Eşyanın ta kendisi olduğu halde eşyayı izhâr eden Allah’ı tenzih ve tesbih ederim.” “Doğrusu sonradan meydana gelen mahlûkatın vücudu, Yaradanın vücudunun aynıdır.” “Kul Rab’dir; Rab de kuldur. Keşke bilseydim mükellef olan kimdir ?” “Bayezid-i Bestemi (K.S.) Hazretlerine sorulmuş : - Hakk’ı bilmenin manası nedir ? Cevap vermiş : << Hiçbir Hak yok, mutlaka ben oyum! >> “ ( Bayazidi Bestami ve İslam Tasavvufunun özü, Celal Yıldırım, Demir Kitabevi, Aralık 1978 baskısı, sayfa 18- 239 dan, alıntılar ). [/U][/COLOR][/B] [B][U][COLOR="Red"]Yunus Emre vahdeti vucut düsüncesi:[/COLOR][/U][/B] [B][U][COLOR="Green"]“Dutulmadı Yûnus canı geçdi tamudan uçmağı Yola düşüp dosta gider ol aslına uyukmağa” (Yunus Emre Divânı, Kültür Bakanlığı Yayınları Seri.380 - B. 1989, Hazırlayan Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, sayfa 1.)[/COLOR][/U][/B] [B]Yunus Emre bu sözleriyle Cennet ve Cehennemle ilgilenmediğini, aslı olduğuna inandığı Allah’ta batmak yani fenafillah olduğunu söylüyor. Zira ona göre hem kendisinin hem de herkesin aslı Allah’tır. Allah olduğuna inanan bir kimsenin cennet ve cehennem umurunda olmaz, onda böylece diğer sofistler gibi bu inancını dile getirmiş oluyor. Bir kimse Kuran’a dolayısıyla İslam Dinine inanmaya bilir, kendisine ait inançları da olabilir, fakat bunları İslami değerleri küçümsemek suretiyle dile getirmesi hiç hoş değildir. Kendisinin ve herkesin İlah olduğu konusunda şöyle diyor. [/B] [B][COLOR="Green"]“Yûsus’dur eşkere nihan Hak toludur iki cihan Gelsün berü dosta giden hûr u kusûr burak nedür” “Ol bi - nişandur cihandan ne diyelim dölümüz andan Ol âlem-i deyyân zat her zât içinde zât olur.” (Yunus Emre Divânı, Kültür Bakanlığı Yayınları Seri.380 - B. 1989, Hazırlayan Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, sayfa 25-35 den.)[/COLOR][/B] [B]Bu sözleriyle, dünya ve ahiretin Allah’la dolu olduğunu yani Allah’tan ibaret olduğunu, bu yapı içerisinde, cennetteki hûriler, köşkler ve burakların anlamsız birer hiç olduğunu söylüyor. Bu sözlerinin Kuran’a göre yanlış olduğunu söylemek isteyenlere, İlim diye söylenen sözlerle Kuran’ın manasız bir gözbağı olduğunu, asıl kitabın Aşk kitabı olduğunu, dolayısıyla Kuran’ın onu ilgilendirmediğini ifade ediyor.[/B] [U][B][COLOR="Red"]Şöyle ki :[/COLOR][/B][/U] [B][U][COLOR="Purple"]“İlim hod göz hicâbıdur dünya ahret hisâbıdur Kitab hod ışk kitabıdur bu okunan varak nedür.” (Yunus Emre Divânı, sayfa 25. )[/COLOR][/U][/B] [B][U]Bu gibi sözleriyle ne demek istediğini anlamak için kendisinden nişan (işaret) isteyenlerin. Hallâc-ı Mansur zihniyetini ölçü almalarını şu beyitleriyle söylüyor:[/U][/B] [B][U][COLOR="DarkGreen"]“Bunda beli diyen kişi andâ tamâm olur işi. Bizden nişân isteyene ol Hallâc-ı Mansûr nedür.” (Yunus Emre Divânı, sayfa 37. ) “Sen seni bırak dost yüzine sensüz bak Mansur’layın “ene’l - Hak” dahı sebükbar gerek.” (Yunus Emre Divânı, sayfa 73. ) “Bin yıl toprakda yatursam ben komayam “ene’l - Hakk’ı” Ne vakt gerek olurısa ışk nefesin urıgelem” (Yunus Emre Divânı, sayfa 101. ) “Yunus’a kadeh sunan “ene’l - Hak” demin uran Bir cur’a sundu bana içdüm ayılamazam”. (Yunus Emre Divânı, sayfa 103. ) “Bizim meclis mestlerinin demleri “ene’l - Hak” olur Bin Hallâc-ı Mansur gibi en kemine divanesi.” (Yunus Emre Divânı, sayfa 226. )[/COLOR][/U][/B] [U][COLOR="Red"]Diyor ki : “Bizim meclislerimizin her an konusu Allah olduğumuzu söylemektir, bizim zayıfımız bu konuda bin Hallâc-ı Mansur gibidir.”[/COLOR][/U] [B][U]Hani, Mevlânâ bütün kainatta meydana gelen olayların aslında, Allah’ın kendi kendisiyle huzur tavlası oynamasından ibaret olduğunu söylemişti. İş böyle olunca, emr edende emr edilende, iman edenle, iman etmeyen, iyi ile kötü hepsi bir olmuş olurlar. Sofizmin bu zihniyetine inanan ve kendisini Allah sanan Yunus Emre bu inancını şu sözlerle anlatmaya çalışıyor.[/U][/B] [COLOR="DarkGreen"][B][U]“Tangrı kadim kul kadim ayrulmadum bir adım Gör kul kim Tangrı kimdür anla iy sâhip-Kabûl “Bize birlik sarâyın toğru beşâret ayın Geç ikilik fikrinden kağıl benliği yâ kul.” (Yunus Emre Divânı, sayfa 81. ) “Nemrûd adın İbrahim’e ben bağ u bostan eyledim Küfür yüzinden toğuban gine odu yakan benem.” “Ol Hallâc-ı Mansur’ıla söyleridüm “ene’l-Hakk’ı” Benem gine onun boynuna dar uryanın dakan benem.” (Yunus Emre Divânı, sayfa 102. ) “Cercis olup basıldum Mansur oldum asıldum. Hallâc panbuğu gibi bunda atılup geldüm.” “Zekeryâ oldum kaçdum irdüm ağaca geçdüm. Kanum dört yana saçıp depem deldirüp geldim” “Yolumuz Sübhânıdı peygamberler cânıdı Yûnus hod pinhânıdı Sûret değşirüp geldüm.” (Yunus Emre Divânı, sayfa 107. ) “Gah hâlis gâh muhlis olam us Fûrkan’ıla Gâh Rahmânu’r-rahim yâ Hayyu yâ Mennan olam.” (Yunus Emre Divânı, sayfa 113. )[/U][/B][/COLOR] [B][COLOR="DarkRed"]Anlattığı şeyler, İlâh’lıkta halden hale geçerek tam bir huzur tavlası oynamak, iddiasındadır. Sofistlerin en ısrarlı söyledikleri şeylerden bir tanesi birer Hallac-ı Mansur örneği olduklarını söylemeleridir. Onlarca “Enel Hak” yani ben Allah’ım diyen Hallac-ı Mansur vazgeçilmez bir semboldür. Hallac-ı Mansur mantığıyla sözler söylediler, yazılar yazdılar; şiirler söyleyip onlara kafiyeler dizdiler. Bütün bunlara biri çıkıp ta samimi olarak dil sürçmesidir sarhoşluktur diyemez, zira söylenen bu sözler böyle bir müdafaa kalıbına sığmaz, binlerce küfür söz iddia ettikleri gibi olsaydı kitaplara geçirilip belgelenmezdi. Onları bu şekilde müdafaa edenler; kendileri de ya sofist’tir, yada sofistlere zihnen av olmuş meczup mürittir. Zira bütün bunlar sofizim sisteminden başka bir şey değildir. Bilerek ve isteyerek kaleme alınmışlardır.[/COLOR][/B] [B][COLOR="Red"][U]Yunusun, Allah’lık iddiasıyla kaleme alınmış aşağıdaki menzum sözlerine aklı başında olup ta, kim kasıtsız ve amaçsızdır diyebilir “Ol kadir-i kün feyekûn lutf idici Rahman benem Kısmedin rızkını viren cümlelere sultân benem Nutfeden âdem yaratan yumurtadan kuş düreden Kudret dilüni söyleyen zikr eyleyen sübyan benem Kimini zâhid eyleyen kimini fâsık eyleyen Ayıblarını örtüci ol delil ü bürhân benem Bir kulına atlar virüs avrat u mal çiftler virüs Hem yok birinün bir pulı Rahim ü Rahmân benem Benem ebed benem beka ol Kadir-i Hay-mutlak’a Hızır olan yarın sakka anı kılan gurân benem Dört dürlü nesneden hâsıl bilün benemüşde delil Odıla su toprag u yil; bünyad kılan Yezdân benem Ete deri sünük çatan ten perdelerini dutan Kudret işim çokdur benüm hem zâhir ü ayân benem Hem bâtınam hem zahirem hem evvelem hem âhıram Hem ben ol’am hem ol ben’em hem ol kerim ü han benem Yoktur arada tercümân andacı iş bana ayân Oldur bana viren lizân ol denize ummân benem Bu yiri gök’ yaradan bu arş,u kursi; durduran Bin bir adı vardur Yûnus ol sâhib-i Kur’an, benem.”[/U][/COLOR][/B] [U][B][COLOR="Purple"](Başlangıçtan Günümüze Tasavvuf, Timaş Yayınları-1996, Doç Dr.Ahmet Kırkkılıç, sayfa 184-185 ). [/COLOR][/B][/U] |
[B][COLOR="Red"]İSLAM DİNİNE UYMAYAN SÖZLERİNE ÖRNEKLER [/COLOR][/B]
[B][U][COLOR="Black"]Sofistlerin kullandıkları metotlarından biride, kendi yollarını yürütebilmek ve insanları doğru yolda gidenlerin yollarından alıkoymak ve dolayısıyla kendilerine bağlamak için Peygamberleri ve Müminleri kötülemektir. Böylece kendilerinin ve gittikleri yolun iyi olduğunu insanlara yutturmayı amaçlamaktadırlar. Ayrıca bu tuzaklarını tuttura bilmek için kullandıkları diğer bir metotta “Sağlam akla ve Sağlam duyularla bunların açık ve net olarak yaptıkları öğrenme ve tespitlere karşı çıkmaktır.” Bundan dolayı “Batıniliği” şiddetle savunurlar. Onların batın anlayışına göre örneğin; minare dense, muhakkak bunu kuyu olarak anlamak lazımdır. Birisine bunu yutturdular mı artık ona kabul ettiremeyecekleri hiçbir şey kalmaz. Öyle ki, İslam Dininde Allah bir mi deniyor, sofist buna karşılık her şeyin Allah olduğunu kabul ettirmeye çalışır ve etiket olarak kendisinin Allah olduğunu hemen iddiasının üzerine yapıştırır. İslam dinide Cennet güzelliğiyle mi övülüyor, sofist bunun iyi bir şey olmadığını, ahmakları kandırmak için kurulmuş bir tuzak olduğunu kabul ettirmeye çalışır. İslam dininde cehennem kötü bir yer olarak mı bildiriliyor, sofist onun iyi bir şey olduğunu içindekilerin ondan çıkmak istemediklerini kabul ettirmeye çalışır.[/COLOR][/U][/B] [U][B][COLOR="Red"]Şöyle ki :[/COLOR][/B][/U] [B][COLOR="red"][U]Yunus Emre’nin cennet için söylediklerinden :[/U][/COLOR][/B] [B][COLOR="DarkRed"]“Âşık mı direm ben ona Tanrının uçmağın seve Uçmak hod bir tuzak durur eblehler canın tutmağa” (Yunus Emre Divânı, Kültür Bakanlığı Yayınları Seri.380 - B. 1989, Hazırlayan Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, sayfa 1.) KELİMELER : Uçmağı, uçmak: Cennet Hod : Esasen, zâti; bizzat. Ebleh : Pek akılsız, ahmak, bön. Böylece Yunus Emre, şöyle demektedir. “Allah’ın Cennetini sevenler aşık değildirler. Cennet, özellikle ahmakların canını tutmak için kurulmuş bir tuzaktır.” Ona göre doğrusu şöyle olmalıdır. “Dutulmadı Yûnus canı geçti tamudan uçmağı Yola düşüp dosta gider ol aslına uyakmağa.” (Yunus Emre Divânı, sayfa 1.) KELİMELER : Uyakmak : Gurup etmek, batmak Tamu :Cehennem. Yani şöyle demektedir. “Yunusun canı tutulmadı, cehennemden, cennetten geçti. Yola düşüp dostu ve aslı olan Allah’la birleşmeğe gider.” Bir kimsenin, cenneti red edip kendisini Allah’ın bir parçası olarak görmesi ve aslının Allah olduğunu söylemesi. İslâm’a göre minarenin kuyu olarak tarif edilmesinden çok daha ters bir durumdur. Ve Yunus Emre bu iddialarında ısrarlıdır. Şöyle ki : “Yûnus’dur eşkere nihan Hak toludur iki cihan, Gelsün berü dosta giden hûr u kusur burak nedür.” (Yunus Emre Divânı, sayfa 25.) Yani diyor ki; Dünya ve Ahiret, Allah doludur. Allah’la birleşmek isteyenler beri gelsin, cennet hurileri, cenet köşkleri ve buraklar ehemmiyetsiz şeylerdir. Onun bu görüşünde yanlış olduğuna dair Kur’an’dan delil mi getirmek istiyorsun, sofistin buna cevabı hazırdır. Şöyle der : “İlim hod göz hicâbıdur dünya ahret hisâbıdur. Kitab hod ışk kitabıdur bu okunan varak nedür.” (Yunus Emre Divânı, sayfa 25.) Yani diyor ki: İlim gerçek bir göz perdesidir, hakikatleri görmeyi engeller, dünya ahret hesabıdır. Gerçek kitap aşk kitabıdır. Senin okuduğun bu sayfalar, yani Kuran sayfaları da neyin nesi oluyor. Her ne kadar, söz olarak cennet, cehennem söz ediyor ise de, söz etmesi bunların varlığını kabul ettiğinden değildir; sadece İslami değerleri eleştirmek içindir, yoksa sofiler böyle şeyleri var olarak kabul etmezler. Yunus Emre’nin bazı sözlerinden örnekler : “Adem yaratılmadın can kalıba girmedin Şeytan la’net almadın arşıdı seyran bana” (Yunus Emre Divânı, sayfa 7.) Bu sözlerle, Allah olduğunu vurgulamak istiyor, bu sözünün Kuran’a aykırı olduğunun söylenmesine karşın, Şöyle demektedir : “Şeriat ehli ırak iremez bu menzile, Ben kuş dilin bil üren Süleyman söyler bana” (Yunus Emre Divânı, sayfa 7.) “Dost yüznü görecek şirk yağmalandı Anunçün kapuda kaldı şeriat” (Yunus Emre Divânı, sayfa 11.) Bu sözleriyle, Kuran’a ihtiyacı olmadığını, şeriatın dışlanması gereken bir öğreti olduğunu, buna karşılık şirk’in yağma edercesine kapış, kapış alınması gereken bir meta olduğunu söylemektedir. Kendisinin İslam dışında hakikati bulduğunu, onun için İslam şeriatını kabul etmediğini ve buna ihtiyacı olmadığını şu sözlerle söylüyor : “Şeriat oğlanları nice yol ide bize Hakikat deryâsında bahrı oldum yüzerem” (Yunus Emre Divânı, sayfa 93.) Farzlar ve ibadetler konusunda ise şöyle diyor : “Oruç namaz gusl hac hicabdur aşıklara Âşık ondan münezzeh hâlis heves içinde” (Yunus Emre Divânı, sayfa 164.) “Oruç namâz zekât hac cürüm’ü cinayet durur Fakir bundan azadur hâss-ı havâs içinde” (Yunus Emre Divânı, sayfa 94.) (Yunus Emre Divânı, sayfa 165.) Dediğine göre, Oruç, namaz, gûsl, hac, zekat, gittiği yolda onu cürüm ve cinayet derecesinde engelleyecek bir perdeymiş, hal bu ki kendisi, hasların hası içinde bundan kurtulmuş, azad olmuştur inancındadır. Sofistlerin bu şekilde düşünmelerinin nedeni, hakikat diye bir şey kabul etmemeleri, iyi ile kötünün ak ile karanın, doğru ile yanlışın onların gözünde aynı ve bir olmasından dolayıdır. Örneğin : Mevlana, kendisinin hakikatler ve dinler konusundaki görüşünü anlatırken, kendisinin böyle şeylere bağlı olmadığını, mızrağın kalkanı deldiği gibi, böyle şeylerden kurtulup uzaklaştığını anlatmaktadır. Ona göre, geceyle gündüz birdir, dolayısıyla aydınlıkla karanlık da birdir ve kesin hakikat diye bir şey yoktur. Kesin hakikat kabul etmemekle de, bütün dinler ve bütün şeriatların aynı olduğunu yani herhangi bir gerçeği temsil etmediklerini söylemektedir. Daha öncede belirttiğim gibi, bu düşünce Sofizmin temel inancını temsil etmektedir. Yunus Emre’nin Kuran karşıtı sözlerinden bazı örnekler: “İlim hod göz hicâbıdur dünya ahret hisâbıdur. Kitab hod ışk kitabıdur bu okunan varak nedür.” (Yunus Emre Divânı, sayfa 25.) Yani diyor ki: İlim gerçek bir göz perdesidir, hakikatleri görmeyi engeller, dünya ahret hesabıdır. Gerçek kitap aşk kitabıdır. Senin okuduğun bu sayfalar, yani Kuran sayfaları da neyin nesi oluyor. O ancak göze perdedir diyor. Ve diyor ki : “Ben bir kitâb okudum kalem anı yazmadı Mürekkeb eylerisem yetmeye yedi deniz.” Onun okuduğu kitab, güya kalem onu yazmamış ve yazmaya kalkarsa yedi deniz kadar mürekkeb ona yetmezmiş. Ayrıca : “Işkıla çalındı kalem ışka yesirdurur âlem Âşıklar arasında Cebrail dahi hicabdurur.” “Medreseler müderrisi okumadılar bu dersi Şöyle kaldılar âciz bilmediler ne babdurur.” İddia ettiği aşk kitabını, medrese müderrislerinin anlamaktan aciz kaldığını, bu kitabı anlamaya Cebrail’in perde yani mania olduğunu, Cebrail’den kastı ise Cebrail’in getirdiği Kuran’dır. Böylece Kuran’ı zararlı sayarak öğretisine karşı çıkıyor. Kendisi için en büyük rakip olarak “Şeriati” yani Kuran’ı görmektedir. “Işk erinin gönli tolı padişahdan nevâledür Işksuz âdem nice_ anlasun çün şeriat havaledür” Bur da da şeriati, doğru anlamaya perde yane engel olarak tanımlıyor. Ve Sofizmin ana zihniyetini tanımlayan şu sözleri söylüyor : “Yitmişiki millete suçum budur hak didüm Korku hiyânetedür ya ben niçin kızarım.” Şeriat oğlanları nice yol ide bize Hakikat deryasında bahrı oldum yüzerim.” Bütün milletlerin inançlarının ne olursa olsun bir olduğunu iddia ederek, şeriatın yol gösterici olamayacağını, zira kendisinin hakikat deryasında yüzdüğünü söylüyor. Kuran yerine, iddia ettiği aşk kıtabını önermesinin neticesinde : “Zühd ü tâat usûl-i din ışk haddinden taşra durur Nisbet değil durur bana secde vü rükû’u kıyam.” Dediğine göre, Zahitlik, ibadet, din usulu aşk sınırından, dışta durur, secde ve ruku ona din ölçüsü veya gereği değilmiş. Namaz ve oruç yerine ise : “Ben oruç namâziçün seci içdüm esridim Tesbih u seccâdeyçün dinledim çeşte kopuz.” Oruç ve namaz yerine şarap içip sarhoş olmuş, tesbih ve seccade yerine, tanburla kopuz dinlemiş. Ve eğer bu sözleri anladınsa; diyerek; “Yunus’un bu sözünden sen mani anlarısan Konya minâresini göresin bir çuvaldız.” Konya minaresi artık sana bir çuvaldız, yani batmasıyla rahatsız eden bir şiş gibi gelir diyor. (Yunus Emre Divânı, sayfa 25, 31, 38, 57, 93, 118.) “Sûfilere göre, kul, Kur’an’ın her harfine bin mânâ verse, Allah’ın o harf de bulunan ilminin sonuna varmış olamaz.” Tefsir Tarihi Cilt 2 Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, sayfa 21. ) “Ne elif okudum ne cim ne varlıktandır gelicim. Okumaz yüz bin müneccim tâli’im yıldızdan gelür’ diyen Yûnus’un Divânında bu hurûf meselesine dair bâzı mühim işaretler vardır. Şu parçalarda olduğu gibi :” “Yigirmisekiz hece okursun ucdan uca Sen elif dersin hoca mânası ne demektir” “Dört kitâb’ın manası tamamdır bir elifte Bâ dedirmeniz bana ben bu yoldan azarım” “Yedi Mushaf mânasın okudum tamam kıldım Ya ne için karayı ak üstünde yazarım” (Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını 1991 baskısı, Ord. Prof. Dr. Fuat Köprülü, sayfa 328.) [COLOR="Red"][B][U]Kuran’ın bir harften ibaret olduğunu, okunup öğrenilmesinin gereksiz olduğunu iddia eden bu gibi sözler, Kuran’a yapılabilecek en büyük saldırılardandır[/U][/B][/COLOR][/COLOR][/B]. |
Peygamberin şefaatle affettirmesinin Kurandan delili; Artık şeyhlerin şefaatini siz düşünün
[B]Tevbe 80 (Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resulünü inkar etmelerinden ötürüdür. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.[/B] Yetmedi mi? İşte Allahtan başka şefaatçilerin sığınılacak yerlerin Kurandan delili; [B]Şûrâ 47 Allah'tan, geri çevrilmesi imkansız bir gün gelmezden önce, Rabbinize uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız, itiraz da edemezsiniz.[/B] Bunlarda mı yetmedi? Hani fedakaradam ne dedi? bir çok insal şeyhler sayesinde doğru yolu (!) bulmuş. tıpkı hristiyanların papazlar ve azizler sayesinde babayı bulması gibi (12. mezmur) İşte peygamberin hidayete erdirmesi ve doğru yolu erdiren o nurun Kurandan delili; [B]Bakara 272 (Ya Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allah'ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa; karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.[/B] Bunlar yeter sanırım :) Birde Allahın izniyle bir şeyi daha açıklamak istiyorum. fedakaradamın size karşı yaptığı şey, yani Kuranın çok ötesinde birkaç sapığı Allaha ortak koşma yarışını ayetten biliyorum. İşte karşılığı budur; [B]Nisâ 51 Kendilerine [U]Kitap'tan nasip verilenleri[/U] görmedin mi? Batıla (tanrılara) iman ediyorlar, sonra da kafirler için: "Bunlar, Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır" diyorlar![/B] *** araya aracı sokma sevdasındaki bu yoldan çıkmışlar Allahı ne ZANnediyorlar? Oysa Allah bizzat kendi elleri bizzat kendi iradesi bizzat kendi dilemesiyle hayata müdahale eder. Cübbeli gibi Allahı baraja benzeten onu aciz kılan bu inancın kaynağı kesinlikle Kuran değil. Artık sizin dininiz size bizimki bize. [B]Mâide 16 Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları [U]iradesiyle[/U] karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir.[/B] KISACA fedakaradam. ya sen yalancısın ya da Kuran. Bence nefsinin belini kır inadı bırak ve Allahın vahyi karşısında tevbe et. Aynı yoldan pekçoğumuz geçtik ve biz hatalı olduğumuzu kabul ettik. Çünkü Kuranla çelişkide kalmaktansa, bütün bilgimi ve inancımızı yerle bir edip boyun bükerek, şu melet egoyu (nefsi) yere vurarak, dosdoğru yola Allahın belirttiğine emrettiğine dönmeliyiz. Lütfen dikkat edelim, çok dikkatli okuyalım... Bu bilgi maddeyi yaratan Allahın bildirisi. Mubarek sözü, bu manaya varalım lütfen. [B]Mâide 68 "Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyle uygulamadıkça, (doğru) bir şey (yol) üzerinde değilsinizdir" de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme.[/B] |
[B][COLOR="DarkRed"]Ya hu bu mu kendini Allah'a adamak? Bunlar olsa olsa bu zatlara ya bir iftira olur(eğer arkalarından onlara isnad edilerek yazıldıysa) ya da tasavvuf yoluyla şirk. Ayrıca tasavvuf ve islam ne alaka desem? Tasavvuf başlı başına İslam'dan kopuk sofizm mantığıyla kurulu bir düzendir. Tabi bunu bir bizim insanımız yutuyor ne de olsa ataları ya mübarek oluyor bu insanlar yani kutsal kabul ediyorlar aman dokunmayın şeyhime![/COLOR][/B] [U][COLOR="Olive"][B]Onlar Allah dostudur evliya onlar evliya :) Halbuki Rabbimiz kelamında esas evliyanın kimler olduğunu bildirmekte, özelliklerini bildirmekte ama nedense bu özellikler arasında tasavvufu ve sofizmi göremiyoruz :) [/B][/COLOR][/U]
[B][U][COLOR="DarkRed"]Allah aracılık(şirk) batağından hepimizi uzak tutmaya çalışıyor, ben sizlere şah damarınızdan daha yakınım diyor ne istiyorsanız benden isteyin vereyim diyor kelamında, doğrudan kendisine dua yoluyla yaklaşmamızı istiyor, ara yok ki aracı olsun ama araya girenler her zaman oldu ve olacak tabi koyu taraftarları da(fanatikleri).[/COLOR] [/U][/B] [B]Bilmediğinin peşinden(efsaneler, atalarının eserleri ve birçok beşeri uydurmalar) giden biz değiliz, bizler Kur'an yolcusuyuz kendimizi Kur'an'a ve sadece Allah'a adayanız, yalnız Allah'ı dost bildik ve yalnız O'ndan yardım dileriz, sapmışlardan(kim olur olsun) değil. Peygamberimizi ve tüm diğer peygamberleri de aynen bu gibi iğrençliklerden(Onlara atfedilmiş -hadis vs yoluyla- sözlerden) arındırmak ve diğer kavimler gibi Peygamberleri putlaştırmamaktır, putlaştıranlara da karşı olmaktır amacımız. Peygamberlerin hiçbirini birbirinden ayırmaz, birini diğerine üstün tutmayız diğer kavimlerin yaptığı gibi(Onların hepsini eşit sever ve kabul ederiz- Rabbimizin kelamında bizlerde istediği de budur). Atalarının peşinden koşanlardır asıl bilmediğinin peşinden gidenler![/B] |
Müminler müminlerin dostu ve yardımcısı olup birbirlerine Kuranın ışığında yol gösterirler.
Birileri kendisi ve taraftarlarının daha mümin olduğunu idda ediyorsa diyecek birşey yok. Allahın hesabını beklemekteyiz. Ama o zamana kadar birbirimize yol göstermeye devam edeceğiz. Allah haniflerden ve hanif inanca sahip şirksiz ibrahimin dinine yönelen ve onun öğretilerini payaşanlardan razı olsun. |
[B][COLOR="Red"]FEDAKARADAM[/COLOR][/B] [B]abimiz demiş ki:[/B][COLOR="Teal"][U][B] ''Tasavvufta bazı sözler vardı ki onu ancak onun gibi olanlar anlar.''[/B][/U][/COLOR]
[U][B][COLOR="Purple"]Abimize şu yazıyı armağan ediyorum:[/COLOR][/B][/U] [B][COLOR="Red"]TASAVVUF EHLİNİN "ANLAŞILAMAZLIK" MİT'İ [1][/COLOR][/B] [B][COLOR="purple"]Tasavvuf erbabı, kendilerine yöneltilen bütün ciddi eleştirilere, "bizi anlamazsınız" zırhına bürünerek karşı koymuşlardır. Bizi, tasavvufçu olmayanlar anlamaz demek, iyi bir savunma mekanizmasıdır. Füsusül Hikem mütercimi M. Nursi GENCOSMAN, İbnül Arabi'yi red ve inkar edenlerin "rüsum uleması, fıkıh bilginleri" olduğunu, oysa bunların Ibnül Arabi'yi anlayamayacaklarını ileri sürer. Zira onların farklı ıstılahları, ayrı lisanları varmış. Tasavvuf terminolojisini bilmeyenlerin tasavvuf bahsinde söz ve salahiyet sahibi olmalarına imkan yokmuş! [2] A. Avni KONUK ise savunmasında aynı üslubu kullanır: "Bu ulûm ve hikemi anlamayanlar kendi istidatlarına kusur bulmalıdır." [3] Ona göre "akıllı adamlar" (erbabı ukûl) Ibnül Arabi'yi anlayamazlar. [4] Celaleddin Rumî, "biz Kur'an'ın özünü, ruhunu, içini ve cevherini aldık, postunu kufuryoklerin önüne attık" derken [5] "bizi herkes anlamaz" psikozu ile savunma geliştirmiş oluyordu. Said Nursi'ye göre de Risaie-i Nur'a itiraz edilemez [6] çünkü onlar Tanrısaldır. Hatta risalelere "Kutb-u Azam"dan itiraz gelse yine de dikkate alınmaz! [7] Çünkü Kutb-u Azam{!) yanılabilir. (Kutb-u Azam meğer pek de cahilmiş!) Şüphesiz C. Rumî de, İbnül Arabî de, S. Nursî de, tasavvuf epistemolojisi bağlamında gayet haklıdırlar. Bu iddialar tasavvufun temel âmentülerine gayet uygundur. Birileri, yazdığı şiirlerinin, risalelerinin, tevillerinin ALLAH tarafından kendisine vahyedildiğine, doğrudan Allah'dan geldiğine inanmışsa, kendileri bu işde yalnızca mütercim rolünde iseler, bunlara itiraz edilemez olması doğal bir sonuçtur. Mütercimin bu işde bir kabahati olmayacağına göre, anlayamayanlar kendilerini kontrolden geçirmeleri gerekecektir! Tasavvuf erbabının, "bunu ancak yaşayanlar anlar" tezleri tamamen bir manipülasyondur. Zira, eğer ki, bir sözü anlamak için mutlaka o sözün ait olduğu yaşam tarzını tecrübe etmek gerekli olsaydı, hiç bir müşrikin müslüman olmazdan evvel vahy'i anlamamış ve de anlayamaz olması gerekirdi! Örneğin, Nemrud'un, İbrahim'i hiç anlamadan öldüğünü kabul etmemiz mantıken zorunlu olurdu; çünkü müslüman olmamıştı! Böyle kalın kafalı bir adamın nasıl kral olduğu; ama aynı zamanda bu kalın anlayışının, İbrahim (a.s.)ı ateşe attırmayı düşünecek kadar da nasıl inceldiği, makul bir izahı gerektiren paradoks olurdu. Halbuki bir müşrik, anladığı için müslüman olur, yahut da yine anladığı için müslüman olmaz! En azından vahiy, ilkesel olarak "anlaşılır" özelliktedir. Ve anlaşılsın diye vahiy inzal edilir. Eğer vahiy anlaşılabiliyor da, İbnül Arabi'nin, S. Nursi'nin v.s. felsefeleri anlaşılmıyorsa bu durum, anlamayanlarla ilgili bir sorun olmaktan ziyade, ilgili felsefelerin doğasıyla alakalıdır. Kısacası, bu felsefeler bir çelişkiler yumağı, hurafeler bütünü ve herhangi bir realiteye dayanmayan, havaî söylemler olduğu için anlaşılmazdırlar. Tasavvuf felsefesi, şeyhin lâyuhtî, lâ-yüs'el mutlak otoritesine mutlak teslim olmayı merkeze alan mutlak kabul esasına, yani kula kulluk esasına dayandığı için, bu felsefeyi kabul edenler, anlıyor değiller, sadece körü körüne teslim oluyorlar. Yani, " Bu bağlamda, "erbab-ı ukûl"ün, tasavvufu "anlamamaları" kadar normal bir şey olamaz. Ve dahi "anla-mamalıdırlar"... Kendilerinden başka bütün insanları panteist felsefelerini anlamamakla suçlamak, tasavvuf ehlinin, sadece kendilerini akıllı, alemi kör sanmak gibi bir megalomani belirtisidir. Kendilerini İslam'a nisbet eden insanlar sadece Allah'ın vahyi olan Kur'an'dan sorumludurlar. O'nu anlamak ve O'na göre yaşamak zorundadırlar. Kendilerini Allah'a değil de, İbnul Arabi'ye, C. Rumi'ye veya S. Nursi'ye nisbet edenler ise Allah'ı veli olarak bulamayacaklardır. Hesap gününde hesabı görecek olan, bu şahıslardan biri değil, Allah'ın kendisidir.[/COLOR][/B] [B][COLOR="Red"]DEĞERLENDİRME[/COLOR][/B] [B][COLOR="Purple"]Görüldüğü üzere, tasavvufta bilgilenmenin kaynağını rüya, keşif İlham, doğrudan Allah'dan vahiy alma gibi temalar oluşturuyor. Söz konusu kavramların her biri geniş çaplı inceleme-araştırma alanları olup, bu makale sınırlarına sığmayacak çaptadırlar. Bu incelemeyle şunu gördük ki, tasavvufta bilgiler, doğrudan gayb aleminden alınmaktadır. Bu da sonuçta Allah tarafından (vahy ile) bilgilendirilme anlamına gelmektedir. Ve mistik filozof ve şairler, gaibten aldıklarını iddia ettikleri bu bilgilerini doğrulayabilme, akli ölçütlerle izah etme, nedenini-niçinini açıklama gibi bir kaygıyı asla taşımıyorlar. Kendilerinin sadece mütercim olduklarını, bu bilgilerin onlara Allah tarafından verildiğini öne sürüyorlar. Ortaya konan ürünler ise din adına sunulmakta ve bu ürünler dinin kaynağı olan Kur'an'la, onun pratiği olan sünnetle uyuşmamakta, hatta çatışmaktadır. Adeta, Kur'an'a alternatif yeni Kur'an'lar; dîne alternatif yeni dinler ve peygambere alternatif yeni peygamberler ortaya çıkmaktadır. Bunun İslâmî literatürdeki adı şirk'ten başka bir şey değildir. Tek tek insanların müşrik olanını, mü'min olanını belirlemek gibi bir görevimiz yok. Fakat, şirk olan bütün düşünce, ideoloji ve zihniyetleri tanımak görevimizdir. Biz şu ilkeden asla taviz vermemek azmindeyiz: Hz. Muhammed'(a.s.)den sonra günümüze kadar ölmüş olan hiçbir İnsan Kur'an'ın fevkinde olamaz Müslümanların anlayışı Hz. Muhammedin (a.s.) tebliğ ettiği din anlayışından farklı olamaz. Her kim olursa olsun, ortaya koyduğu din anlayışı Kur'an'a uygun olmak zorundadır. Uygun değilse İslam çerçevesinde değerlendirilemez. Rüyalarla, mitoslarla, "gaybdan geldi" gibi uyduruk referanslarla din anlayışı olamaz. Aksi takdirde, rüya gören sadece İbnül Arabî, C. Rumi, S. Nursî v.b. olmadığı için, yüzbinlerce hatta milyonlarca din ortaya çıkar. Dolayısıyla din adına söz söyleyen, iş yapan herkes, sözünü ve işini Kur'an'ın tanıdığı meşruiyyet zemini üzerinde söylemek ve yapmak zorundadır. Tamamen idare-i maslahatcı bir anlayışla tasavvuf ehlinin hep hayra yorulduğu, en olmadık tevillerle aklandığı, onların da İslam'ın bir başka boyutunu oluşturduğu şeklindeki yorumların kesinlikle ciddiye alınır bir tarafı yoktur. Zira, İslam'ın bütün akidelerine tamamen ters akideler geliştiren bir öğretinin, "bir başka boyutla" v.s. alakası yoktur. Belki "bir başka dinle alakası vardır. Herkes hangi dinden olduğuna da iyice dikkat etmelidir. bunları tasavvufcu olmayanlar anlamazlar" tezi, dayatmacılığın, mutlak mûtî "kullar" edinmenin bir biçimidir. Bu "anlaşılmazlık" dayatmasını yutanlar, perdelerini indirip, dışa kapanıyorlar, akıl ve iz'an dışı söylemlerle akıllarını ipotek ettirip ruhsal dengelerini sarsıyorlar. Dolayısıyla tasavvuf akideleri anlamakla değil, dogmatik olarak teslim olmakla alakalıdırlar.[/COLOR][/B] [COLOR="Teal"][B][1] Mehmet Durmuş [2] (Gencosman, X.). Muhyiddin-I Arabi, Füsusül Hikem, Tere. M. Nuri GENCOSMAN, 5. bşk. İst-1981. [3] (A. Konuk, 95). Ahmed Avni KONUK, Füsusül Hikem Tercüme ve Şerhi, Dergah Y. lst-1987. [4] (A. Konuk, 1). z [5] (Uludağ, 141), Süleyman ULUDAĞ, islam Düşüncesinin Yapısı, Dergah Y. lst-1979. [6] (Sikke, 56) Said NURSl, Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, Sinan Matbaası-1960. [7] (Kastamonu L. 145). Said NURSl, Kastamonu Lahikası, Sözler Y. lst-1993.[/B][/COLOR] [B][COLOR="Red"](Daha geniş bilgi için [url]http://www.hanifler.com/showthread.php?t=2625[/url] )[/COLOR][/B] |
İçlerinde sana [B][U]kulak verenler[/U][/B] de vardır. Peki, [B][U]sağırlar[/U][/B]a sen mi işittireceksin? Hele bir de akıllarını kullanmıyorlarsa!
Ve içlerinde sana [B][U]bakanlar[/U][/B] var; ama, eğer göremiyorlarsa, sen hiç [B][U]körler[/U][/B]e doğru yolu gösterebilir misin? Yunus 42-43 |
[B]Şu’arâ 213
O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, sonra azap edilenlerden olursun![/B] |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:27 PM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam