hanifler.com Kuran odaklı dindarlık

hanifler.com Kuran odaklı dindarlık (http://www.hanifler.com/index.php)
-   Kuran Merkezli ve Allah odaklı iman! (http://www.hanifler.com/forumdisplay.php?f=463)
-   -   Soru: Lokmân 28 (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=3582)

dost1 24. June 2015 05:32 PM

Selamun aleyküm değerli kardeşlerim,

"Darabe" kök harflerinin anlamı, birşeyin başka birşey üzerinde oluşturduğudur. Örnek ayette "dövün" diye yapılan çeviri ; yangelip yattığı yerden hicret ettirilen kadınlar üzerindeki bıraktığı etkiye yöneliktir.
Bu kök harflerden türetilmiş bütün sözcüklerde bu anlam kaybolmaz.
Kur'an'da geçen ve bize de "darbı mesel " olarak geçen tamlamayı nasıl çevireceğiz. Örneği döv mü diyeceğiz. Örtülerinizi darbeden ayetini , örtülerinizi dövün diye mi çevireceğiz? Örnekleri çoğaltabiliriz.

Değerli kardeşlerim lütfen aşağıdaki ayetlere bakar mısınız?
14/24; 16/75,76,112; 30/28; 36/78; 39/29; 43/17; 66/10,11;
4/94,101; 5/106;
14/45; 25/39; 30/58; 39/27; 18/11
43/58; 16/74;
43/5; 29/43; 59/21; 2/26; 13/17; 14/25; 24/35; 47/3
34/31
8/50; 47/27; 73/20
2/60; 7/160; 26/63; 38/44; 18/32,45; 36/13; 20/77
8/12
2/73
22/73; 43/57; 57/13
2/61; 3/112
47/4
37/93
Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates 28. June 2015 10:42 AM

Kuranmeali.org, Kehf 12:

1. summe : sonra
2. beasnâ-hum : onları uyandırdık, dirilttik
3. li na'leme : bilmemiz için, belirtmemiz için
4. eyyu : hangisi
5. el hızbeyni : iki topluluk
6. ahsâ : daha iyi hesaplar
7. limâ : o şeyi
8. lebisû : kaldılar
9. emeden : uzun zaman, uzun süre, müddet

Hanifler.com'un "göndermek" olarak tercüme ettiği cümlenin yüklemi "ba'esetmek", diğer meallerde...
- uyandırmak
- diriltmek
- uyandırmak ve diriltmek
- uyandırarak diriltmek
olarak tercüme edilmiş.

Benim sorum, bu kelimenin Arapça'da uyandırmak ve diriltmek anlamlarını birlikte taşıyıp taşımadığı.

dost1 28. June 2015 11:26 AM

Selamun aleyküm, değerli kardeşim,
Bu sözcük lügatte “tek başına veya birisiyle birlikte göndermek” demektir. Tacü’l Arus; c.3, s. 170, 171. “ba’s” mad.)

Kur’an’a bakıldığında, bu sözcüğün “yeniden diriltme” anlamından çok, “gönderme” anlamında kullanıldığı görülmektedir. Sözcüğün “diriltme” anlamı da aslında “mezardan gönderme” anlamından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Kur’an’da elçi göndermenin “ بعثbease” fiiliyle ifade edildiği bir çok ayet vardır. Biz burada “kişi” ve “gurup” gönderme anlamıyla birkaç ayeti örnek vereceğiz:
Allah, İsrailoğuları’ndan söz almıştı. İçlerinden on iki nakip [müfettiş/başkan] göndermiştik. Ve Allah demişti ki: “Ben, muhakkak sizinle beraberim. Namazı ikame eder, zekâtı verir, peygamberlerime iman eder, onları destekler ve Allah’a güzelce borç verirseniz, ant olsun ki sizin günahlarınızı örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte sizden her kim de bundan sonra küfrederse, gerçekten dosdoğru yoldan sapmış olur. (Maide/12)
Ve eğer ikisinin [karı-kocanın] arasının açılmasından korktuysanız bir hakem onun [erkeğin] yakınlarından, bir hakem de onun [kadının] yakınlarından kendilerine gönderin. Bu ikisi [iki hakem] gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah onların [karı-kocanın] arasında geçim verir. Şüphesiz Allah, Alîm’dir, Habîr’dir. (Nisa/35)
De ki: “O, üstünüzden ve ayaklarınızın altından azap göndermeye yahut sizi fırkalara ayırıp kiminizin kiminize hıncını tattırmaya gücü yetendir.” Bak, onlar iyice anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl evirip çeviriyoruz [inceden inceye açıklıyoruz]. (En’am/65)
İşte o ikisinden birincisinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik de onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. Ve o yerine getirilmesi gereken bir vaat idi. (İsra/5)
Ve eğer çıkışı isteselerdi, kesinlikle onun [çıkış] için bir takım hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların gönderilmelerini hoş görmedi de onları yoldan alıkoydu. -Ve “oturun oturanlarla beraber” denildi.- (Tevbe/46)


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates 28. June 2015 12:32 PM

Açıklama için teşekkür ederim Halil kardeşim.

Açıklamandan anlıyorum ki bu kelimenin "göndermek" anlamı yanında "diriltmek" anlamı da var. Sorum, bu kelimenin Arapça'da "uyandırmak" anlamı da var mı?

dost1 28. June 2015 12:57 PM

Selamun aleyküm değerli kardeşim,

Sözcüğün Kökü belirttiğim gibi göndermek. Diriltmek kök anlamında yok ancak ölen insan için gönderme işlemi diriltmeden olamayacağı düşünülerek "diriltmek" kullanılıyor.
" uyandırmak" anlamı da aynı neden ile veriliyor.
Ragıp İsfahanî el-Müfredat adlı eserinde der ki: "el-Ba's sözcüğünün asıl anlamı, bir şeyi harekete geçirme ve yönlendirmedir. Araplar, 'Baastuhu fenbaase=Onu harekete geçirdim, o da hareket etti.' derler. Harekete geçirme, ilintili olduğu olguya göre farklı bir anlam ifade edebilir. Örneğin, 'Baast'ul-baire', 'Deveyi sürdüm' anlamına gelir. Bir ayette ise, 'Ve'l-mevta yeb'asuhumullah=Ölüleri ise Allah diriltir.' buyurulmuştur. Yani Allah, onları kabirlerinden çıkartır ve kıyamete doğru sürükler... Şu hâlde, 'ba's=harekete geçirme' iki kısma ayrılır. Bir kısmı beşerîdir. Deveyi sürmek ve bir insanı bir ihtiyaç peşinde göndermek gibi. "

Değerli kardeşim burada da gördüğümüz gibi birşeyi göndermek ve yönlendirmek ancak hareketsiz şeyler için kullanılabilir bu hareketsizlikten bir yöne göndermek de onların uyandırılması ile olur. Hani Türkçe'mizde " Mumu uyandır." Ifadesi vardır ya tıpkı onun gibi.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates 28. June 2015 01:50 PM

Şimdi hatırladım ki Lokman 28 'de aynı kelime için yazışmıştık ve şu ifaden vardı:

[I]Kur’an’a bakıldığında, bu sözcüğün “yeniden diriltme” anlamından çok, “gönderme” anlamında kullanıldığı görülmektedir. Sözcüğün “diriltme” anlamı da aslında “mezardan gönderme” anlamından kaynaklanmaktadır.
Ragıp İsfahanî el-Müfredat adlı eserinde de: "el-Ba's sözcüğünün asıl anlamı, bir şeyi harekete geçirme ve yönlendirmedir. Araplar, 'Baastuhu fenbaase=Onu harekete geçirdim, o da hareket etti.' derler. Harekete geçirme, ilintili olduğu olguya göre farklı bir anlam ifade edebilir. Örneğin, 'Baast'ul-baire', 'Deveyi sürdüm' anlamına gelir. Bir ayette ise, [COLOR="Red"]'Ve'l-mevta yeb'asuhumullah=Ölüleri ise Allah diriltir.[/COLOR]' buyurulmuştur. Yani Allah, onları kabirlerinden çıkartır ve kıyamete doğru sürükler... Sözleri ile sözcüğün açılımını yapmıştır.[/I]

Ben de şöyle demişim:

[I]"Biriyle veya tek başına göndermek" ve "mezardan göndermek" anlamları bendeki diğer ayetler ile uyumlu iken aşağıdaki ayetlerde sıra problemi çıkıyor:
[CENTER]“[COLOR="Blue"]Allah, diriltir de öldürür de.[/COLOR]” Ali İmran 156
“[COLOR="Blue"]diriltir de öldürür de.[/COLOR]” Tevbe 116
“[COLOR="blue"]O diriltir, O öldürür.[/COLOR]” Araf 158
“[COLOR="blue"]diriltir ve öldürür.[/COLOR]” Duhan 8
“[COLOR="blue"]diriltir, öldürür.[/COLOR]” Hadid 2[/CENTER]

Gözlemime göre Kuran'da kelimelerin kendisi gibi dizilişi de bilgi içeriyor. Yukarıdaki ayetlerde önce diriltilme olduğuna göre....
"biriyle veya tek başına göndermek"... bir alemden diğerine göndermek, sonraki ölüm de geri döndürmek oluyor.
"mezardan göndermek"... ise mümkün değil çünkü "mezardan gönderilen" daha sonra ölecek.[/I]

Bu durumda Kehf:
11 - Bunun üzerine Biz, onların kulakları üzerine o büyük mağarada nice yıllar vurduk.
12 - Sonra da iki gurubun hangisinin, onların bekledikleri süreyi daha iyi hesapladığını bilelim diye onları [Rakim / Yazıt Ashabı’nı] gönderdik.

ayetlerinde...

"kulakları üzerine yıllarca vurduk" = öldürdük, uyuttuk...

"gönderme" = dirilttik, uyandırdık...

anlamları Arapça'da yok ama Kuran'da "gönderme" ölüm ile ilgili kullanıldığından (bir alemden diğerine) diriltme/uyandırma anlamı yüklenir diyebilir miyiz?

[COLOR="White"].[/COLOR]

dost1 28. June 2015 04:28 PM

Selamun aleyküm kardeşim,

Türkçe'mizde olduğu gibi uyuyan bir Kişiyi uyandırma olarak kullanılmaz. Bunun için "yakaza " kullanılır.
Örneği verdiğiniz gibi açıklayabilmek için kullanılabilir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates 6. July 2015 11:22 AM

[QUOTE=ozkanates;20309]Şurada bir yazı var ama Arapça bilgisi istiyor, üzerinde konuşabiliri:

[CENTER]Nisa 34: [COLOR="Blue"]Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta) dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb” korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) [COLOR="Red"]ONLARI (HAFİFÇE) DÖVÜN[/COLOR]. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.[/COLOR] (Diyanet meali)

Nisa 34: [COLOR="blue"]Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah'ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara ÖNCE ÖĞÜT VERİN, SONRA ONLARI YATAKLARINDA YALNIZ BIRAKIN VE NİHAYET [COLOR="red"]ONLARI EVDEN ÇIKARIN/BULUNDUKLARI yerden başka yere gönderin[/COLOR]! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.[/COLOR] ( Yaşar Nuri Öztürk meali)[/CENTER]

Ayet erkeklerin kadınları koruyup, kollayıcı olması konusuna açıklık getiriyor ve diyor ki, Allah bazılarınızı, bazılarınızdan üstün/farklı kılmıştır. Buradan da anlaşılıyor ki, erkek kadına göre daha güçlü ve kuvvetli yaratıldığından, kadınları korumak, evin geçimini sağlamak erkeğin görevidir. Tabi bu sözlerden, kadın çalışmaz anlamını çıkaramayız. Çünkü Allah böyle bir hüküm özellikle vermemiştir. Böylece kadına yaşamında, büyük kolaylık sağlamıştır. Erkekler, kadınları koruyup kollayıcıdır diyen Rabbimiz, acaba aynı ayetin sonunda, gerektiğinde eşlerinizi dövün der mi? Yeri gelmişken hatırlatmak isterim, bu sözlerden yola çıkarak, şöyle tercüme yapılıyor ve ERKEKLER KADINLARIN ÜZERİNDE YÖNETİCİDİR DENİYOR. Elbette bu sözler Allah ın değil, uslanmaz nefislerin arzularıdır.

Ayette bazılarınızın, bazılarına üstün/farklı yaratılmasından bahsedilmesi, dikkat ediniz lütfen kimin hangi konuda kimden üstünlüğü söylenmiyor. Bazı konularda erkekler kadından üstün/farklı, bazı konularda, kadınlar erkeklerden üstün/farklı diye anlamalıyız. ÜSTÜNLÜK KONUSUNU, KİŞİYE AYRICALIK GETİRMEZ, TAM TERSİNE SORUMLULUK GETİRİR.

Örneğin bir kadın, dünyaya bir çocuk getirebilecek özelliğiyle, erkekten bu konuda üstün/farklı yaratılmıştır. Bu örnekler çoğaltılabilir. İki ya da üç yaşındaki erkek ve kız çocuklarını uzaktan izleyiniz, onların oynadığı farklı oyuncaklardan tutun, davranış ve hareketlerinin farklılığından, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Tüm bu üstünlükler, farklılıklar o kişiye Allah tarafından verilmiş olup, yaratılışında/yaşamında ona verilen görev ve sorumlulukları ile ilgilidir. Kadın erkek arasında, üstünlük yoktur, iş bölümü vardır. Üstünlük Allah a karşı sorumluluklarımızda, takvadadır.

İyi kadınların itaatkâr ve saygılı olması, Allah ın kanunlarına karşı takındığı tavırla ilgilidir. İtaatkâr sözüyle namusunu, iffetini koruyan kadın anlamındadır. Yoksa her ne şartta olursa olsun, kocasına itaat eden, onun sözünden çıkmayan anlamında değildir. Bunu da yanlış tercüme ederek, erkeğin kadına baskısının, nasıl inanılmaz boyutlara ulaştığının örneğidir.

Gelelim en çok tartışılan ve inanılmaz büyük bir yanılgıyla tercüme edilen ONLARI DÖVÜN KISMINA. Ayetin bu bölümünde, aile içinde geçimsizlik olan, BAZI KONULARDA ERKEĞİN, KADININ HALİNDE UYGUNSUZLUK, SADAKATINDAN ŞÜPHE, TOPLUM TARAFINDAN HOŞ GÖRÜLMEYEN DAVRANIŞLAR GÖRMESİ HALİNDE, nasıl bir yol izlenmesi gerektiği anlatılıyor ve diyor ki, böyle bir durumda erkek önce karısını, bu hoş olmayan konularda uyarmalıdır, dikkatini çekmelidir. Fayda etmediği takdirde, böyle devam ederse, artık evlilik koşullarımız devam edemez anlamında, YATAKLARINIZI AYIRIN DİYOR. Bir aile için en son çare olarak, bu yönteme başvurulması isteniyor. Buda fayda etmiyorsa, siz olsanız ne yaparsınız? Evet, bu durumda ne yapar sanız, Allah da onu ayetin devamında istiyor ve diyor ki, artık seni evimde bu davranışlarına devam ettiğin için istemiyorum ve birlikte oturamayacaklarını belirterek, evinden çıkartılması/gönderilmesi seçeneğini öneriyor. ZATEN ÇİFTLER ANLAŞAMAYINCA, GÜNÜMÜZDE DE BÖYLE YAPILIYOR.

Peki, Diyanet mealinde neden onları, birde parantez açarak, HAFİFÇE DÖVÜN diyor. Ayette geçen (VADRİBUHÜNN) kelimesine, ne yazık ki batıl inançlarımıza kanıt olacak bir anlamının seçilmesi ve topluma bu şekilde anlatılması, Kur’an a ve onun öğretisine yapılacak, en büyük saygısızlıktır. Bu kelime (daraba-darb) kökünden türetilmiş (darabe fiili) VURMAK, UZAKLAŞTIRMAK, GÖNDERMEK, SEFERE ÇIKMAK, ÖRNEK VERMEK, KAPATMAK, MUAF TUTMAK, ÖRTMEK….. anlamlarına geldiği halde, Kur’an ın öğretisine ve adalet hükümlerine tamamen ters düşen bir anlamı seçerek, toplum arasında kuşkular yaratılmış, hatta Kur’an düşmanlarının eline, koz verilmiştir. Bu ayette, DÖVÜNÜZ anlamını vermek ve kabul etmek, hem devamındaki ayete ters düşüyor, hem de Kur’an ın diğer ayetlerine.

KUR’AN IN HİÇBİR AYETİNDE, BİR SUÇ İŞLENDİĞİNDE, KİŞİLERE BİZZAT CEZASINI VERME YETKİSİ VERİLMEMİŞTİR. Önce bunu lütfen asla unutmayalım. Araştırılıp, şahitler tespit edildiğinde ceza verilir. Ayrıca Allah bir hüküm veriyorsa onu açıkça verir, kişilerin insafına asla bırakmaz. Diyanetin mealini tercüme edenler, kendi nefislerince, birde hafifçe dövüleceği notunu düşmüş. Bunu kim tespit edecek? KADINA KARŞI, ELİNİN AYARININ İNSAFINI, ERKEĞE Mİ BIRAKMIŞTIR SİZCE ALLAH? Bu koskoca bir iftiradır. Böyle bir adaletsizliği Rabbime isnat etmekten, yine Yaradan a sığınırım. Burada geçen zina değildir, zaten bunun cezası şahitler yoluyla tespit edilirse, Kur’an da açıkça belirtilmiştir. Bahse konu ayetin devamına bakalım şimdide.

[CENTER]Nisa 35: [COLOR="blue"]Eğer karıkoca arasının açılmasından endişeye düşerseniz, bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin. BU ARABULUCU HAKEMLER GERÇEKTEN BARIŞTIRMAK İSTERLERSE, Allah karıkoca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır.[/COLOR] (Elmalı meali)[/CENTER]

Sanırım Nisa 34. ayetin, en son kısmında geçen kelime dövmek mi, yoksa evden uzaklaştırmak anlamında mı olduğu, çok daha iyi anlaşılmıştır. Karı koca arasına dargınlık girip, ayrılma noktasına gelmiş, evinden uzaklaşmış kadını tekrar bir araya getirmek için, erkek ve kadın yakınları tarafından, ara bulucular oluşmasını öğütlüyor Yaradan. Aynı konuyu daha iyi anlayabilmemiz için, bir başka örnek verelim şimdide, hem de tam tersi konumunda. Bu sefer kadın aynı konuda, eşinden şikâyetçi durumunda.

[CENTER]Nisa 128: [COLOR="blue"]EĞER BİR KADIN KOCASININ, KENDİSİNE KÖTÜ DAVRANMASINDAN YAHUT YÜZ ÇEVİRMESİNDEN ENDİŞE EDERSE, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.[/COLOR] (Diyanet meali)[/CENTER]

Dikkat ederseniz bu ayette de, kadın kocasından şikâyetçi oluyor ve onun sadakatsizliğinden, kendisini terk etmesinden, yüz çevirmesinden endişe ederse diyor. Nisa 34. ayette de erkek, eşi için aynı sorunları yaşarsa diyordu ve açıklama getiriyordu. Bakın nasıl zor durumda kaldık, eğer erkek aynı şartlarda kadını dövebilir dersek. Erkek aynı şeyleri eşine yaptığında, aynı şeyi söylememiz gerekir ki söylemiyoruz. Bu durumda Kur’an da bu sözlerimizle, kadın erkek arasında ayrım yapmış oluruz. Dikkat ederseniz Kur’an aynı şartların oluşması durumunda, yine aynı çözümler getiriyor ve eşlerin barışması, uzlaşması önerisinde bulunanlara uyması önerisinde bulunuyor.

Çok ilginçtir Nisa 34. ayette geçen, aynı kelimeye DÖVÜNÜZ anlamı verildiği halde, Nisa 94. ayette kullanılan aynı kelimeye ÇIKMAK, gitmek anlamı verilmiştir. İşte bizler Allah ın ayetleriyle böyle oynuyoruz. Bunları yapanları Allah, asla affetmeyeceğini de bildiriyor.

Bu konuyu daha iyi aydınlatacak, çok dikkat çekici, Nur suresinden bazı örnekler vermek istiyorum. Tabi anlamak istememekte ısrar edenlere, sözüm meclisten dışarı.

[CENTER]Nur 6: [COLOR="blue"]Eşlerine zina İSNADINDA BULUNUP DA, KENDİLERİNDEN BAŞKA ŞAHİTLERİ OLMAYANLARA GELİNCE, onların her birinin şahitliği kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesidir. 7: Beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.[/COLOR] (Elmalılı meali)[/CENTER]

Bu ayette erkek, eşi ile ilgili zina suçlamasında bulunuyor, ama kendisinden başka şahit olmadığını iddia ediyor. Dikkat ederseniz bu durumda bile dayaktan, dövmekten bahsedilmiyor. İşte Kur’an ın adaleti böyle. Araştırılacak, soruşturulacak ve daha sonra gereken yapılacak. Kendisinden başka şahit bulamayan erkek, adaletin önünde dört kez yemin edecek, böyle bir zinanın yapıldığını gördüğüne dair. Peki, erkek bunu yaptıktan sonra, kadın suçlanacak, cezalandırılacak mı? Elbette hayır. İncir çekirdeği kadar hak yerini bulacaktır diyen Yaradan, erkeğin güç gösterisini her zaman kullanacağını bildiği için, bakın Allah kadından yana, nasıl çıkıyor ve ne diyor.

[CENTER]Nur 8: [COLOR="blue"]Kadının, KOCASININ YALAN SÖYLEYENLERDEN OLDUĞUNA DAİR DÖRT DEFA ALLAH ADINA YEMİN VE ŞAHİTLİK ETMESİ, 9: Beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi KENDİSİNDEN CEZAYI KALDIRIR. [/COLOR][/CENTER]

İşte Yüce Rabbimizin adaleti. Kadın, kocam yalan söylüyor diye yemin etmesi ve Allah ı şahit göstererek, eğer kocam doğru söylüyorsa, Allah ın gazabının kendi üzerinde olmasını dilemesi halinde kadına inanılarak, KADINA CEZA VERİLEMEYECEĞİNİ SÖYLÜYOR. Ama bizler Kur’an ın bunca açık ayetlerine gözlerimizi yumarak, batıl ve hurafe inançlarımıza kanıt aramak adına, Allah ın ayetlerine, kelime oyunları ile farklı anlamlar vermekten çekinmiyoruz. BÖYLECE KÂFİRLERDEN OLUYORUZ, farkında bile değiliz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
[url=http://hakyolkuran.com/]http://hakyolkuran.com/[/url][/QUOTE]


Haluk kardeşimin yazısından anladığımı özetlersem... [B]evlilikte aldatmanın hukuğu[/B]:

1- Ancak 4 şahit varsa ceza hukuğu işler = 80 sopa [I](yani öldürme yok/yasak)[/I].

2- 4 şahidi olmayan 4 kere yemin ve beşincide yalansa lanetin üzerine olmasını diler. Ama karşı taraf da 4 kere yemin eder ve beşincide yalansa lanetin üzerine olmasını dilerse artık söze karşı sözdür ve CEZA HUKUĞU (yani cezanın her türlüsü) düşer yani ceza verilemez.

3- Peki adam aldatmadan şüpheleniyor veya biliyor ama ispatlayamıyorsa evlilik zorla mı devam edecek. O zaman şimdiki boşanma basamakları uygulanır:
3.1- Konuş
3.2- Yatağı ayır
3.3- Evden uzaklaştır

Peki 3.3 maddesi neden "dövmek" değil. Çünkü HUKUĞA uygun olarak...
- Suçun ispat yeterlilikleri tanımlı,
- İspat durumunda ceza tanımlı,
- [B]İspat olmadığında da ceza verilemeyeceği tanımlı. [/B]

Ceza verilemediği için geriye boşanma kalır ki bu da madde 3 'dür ve aldatma olsa da olmasa da her iki tarafa her zaman geçerli HUKUKİ bir haktır.

dost1 6. July 2015 12:14 PM

Selamun aleyküm, değerli kardeşim,

Ne yazık ki, kavramlarla çok oynanıyor bunlar:

ErRicalu [B]kavvamune[/B] alen nisai Bi ma [B]faddal[/B]Allahu ba'dahüm alâ ba’din ve Bi ma enfeku min emvalihim* fes[B]salih[/B]atü kanitatün hafizatün lil ğaybi Bi ma hafızAllah* vellatiy tehafune [B]nüşüz[/B]ehünne feızuhünne [B]vehcüruhünne [/B]filmedaciı [B]vadribuhünne[/B], fein eta'neküm fela tebğu aleyhinne sebiyla* innAllahe kâne Aliyyen Kebiyra;

koyulaştırılan sözcüklerdir.

[B]Kavvam[/B] sözcüğü koruma ,kollama ve gözetme anlamındadır.
[B]Fadl [/B]sözcüğü üstün demek değil fazlalıklı demektir. üstünlük kerim ile belirtilir.
[B]Nüşuz,[/B] vadinin dibindeki kişinin kendisini vadinin tepesinde görmesidir. Kısaca kendini dev aynasında görmesidir ki bazı ayetlerde Alllah nüşuzu emreder.
[B]Salih[/B], sözcüğü sulh sözcüğünden türemiştir ki bozulmaları bozuk işleri düzeltmek anlamındadır. Toplumsal yaşamın huzur ve mutluluğunu gölgeleyen adlî, idarî, siyasî, iktisadî ve kültürel her türlü bozukluğun düzeltilmesi için gösterilecek çabaları sergileyen kadınlara saliha kadın denilir.

[B]Vehcuruhunne[/B], hicret anlamındadır. ayetteki birleştiği sözcük ile birlikte yatak ayırma değil yan gelip yatılan yerden hicret ettirme anlamındadır.
vadribuhunne ise daha önceki iletimde bu kökten türemiş sözcüklerin geçtiği ayetleri bile verdim. Yan gelip yattığı yerden uzaklaştırılan kadınlar üzerinde unutulmayacak,iz bırakacak eylemlerin sergilenmesidir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________

ozkanates 6. July 2015 12:15 PM

[QUOTE=ozkanates;20427]Haluk kardeşimin yazısından anladığımı özetlersem... [B]evlilikte aldatmanın hukuğu[/B]:

1- Ancak 4 şahit varsa ceza hukuğu işler = 80 sopa [I](yani öldürme yok/yasak)[/I].

2- 4 şahidi olmayan 4 kere yemin ve beşincide yalansa lanetin üzerine olmasını diler. Ama karşı taraf da 4 kere yemin eder ve beşincide yalansa lanetin üzerine olmasını dilerse artık söze karşı sözdür ve CEZA HUKUĞU (yani cezanın her türlüsü) düşer yani ceza verilemez.

3- Peki adam aldatmadan şüpheleniyor veya biliyor ama ispatlayamıyorsa evlilik zorla mı devam edecek. O zaman şimdiki boşanma basamakları uygulanır:
3.1- Konuş
3.2- Yatağı ayır
3.3- Evden uzaklaştır

Peki 3.3 maddesi neden "dövmek" değil. Çünkü HUKUĞA uygun olarak...
- Suçun ispat yeterlilikleri tanımlı,
- İspat durumunda ceza tanımlı,
- [B]İspat olmadığında da ceza verilemeyeceği tanımlı. [/B]

Ceza verilemediği için geriye boşanma kalır ki bu da madde 3 'dür ve aldatma olsa da olmasa da her iki tarafa her zaman geçerli HUKUKİ bir haktır.[/QUOTE]

Konunun bu şekilde ele alınmış olması … yapısı itibarıyla travmatik olan aldatılma konusunun…
- Kişisel boyutta olası yıkıcı anlık tepkilere ve,
- Toplumsal boyutta olası yıkıcı geleneklere (recm vb.),
karşı hem kişisel hem toplumsal bariyer oluşturmak, sonuçları genel hukuk kaideleri içine taşımak ve o kaideler içinde tutmak içindir.

Hem suçun ispat aşaması hem de sonraki aşamalar zorlaştırılarak zamana yayılmış ve böylece kişisel/toplumsal ani ve kontrolsüz tepkilerin önü kesilmiştir. İspat yeterliliği oluştuğunda da verilecek cezanın belirtilmiş olması, daha büyük cezaların verilemeyeceği anlamına gelir.

Aldatma ortaya çıktığında ve hatta sadece şüphe üzerine ani ve kontrolsüz yıkıcı tepkilere uğrayabilen taraf büyük ekseriyatla kadın olduğundan, bu hukuk sistemi büyük oranda kadını korumak üzerinedir.

ozkanates 6. July 2015 12:22 PM

[QUOTE=dost1;20428]Selamun aleyküm, değerli kardeşim,

Ne yazık ki, kavramlarla çok oynanıyor bunlar:

ErRicalu [B]kavvamune[/B] alen nisai Bi ma [B]faddal[/B]Allahu ba'dahüm alâ ba’din ve Bi ma enfeku min emvalihim* fes[B]salih[/B]atü kanitatün hafizatün lil ğaybi Bi ma hafızAllah* vellatiy tehafune [B]nüşüz[/B]ehünne feızuhünne [B]vehcüruhünne [/B]filmedaciı [B]vadribuhünne[/B], fein eta'neküm fela tebğu aleyhinne sebiyla* innAllahe kâne Aliyyen Kebiyra;

koyulaştırılan sözcüklerdir.

[B]Kavvam[/B] sözcüğü koruma ,kollama ve gözetme anlamındadır.
[B]Fadl [/B]sözcüğü üstün demek değil fazlalıklı demektir. üstünlük kerim ile belirtilir.
[B]Nüşuz,[/B] vadinin dibindeki kişinin kendisini vadinin tepesinde görmesidir. Kısaca kendini dev aynasında görmesidir ki bazı ayetlerde Alllah nüşuzu emreder.
[B]Salih[/B], sözcüğü sulh sözcüğünden türemiştir ki bozulmaları bozuk işleri düzeltmek anlamındadır. Toplumsal yaşamın huzur ve mutluluğunu gölgeleyen adlî, idarî, siyasî, iktisadî ve kültürel her türlü bozukluğun düzeltilmesi için gösterilecek çabaları sergileyen kadınlara saliha kadın denilir.

[B]Vehcuruhunne[/B], hicret anlamındadır. ayetteki birleştiği sözcük ile birlikte yatak ayırma değil yan gelip yatılan yerden hicret ettirme anlamındadır.
vadribuhunne ise daha önceki iletimde bu kökten türemiş sözcüklerin geçtiği ayetleri bile verdim. Yan gelip yattığı yerden uzaklaştırılan kadınlar üzerinde unutulmayacak,iz bırakacak eylemlerin sergilenmesidir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________[/QUOTE]


Halil kardeşim,

"[I]Yan gelip yattığı yerden uzaklaştırılan kadınlar üzerinde unutulmayacak,iz bırakacak eylemlerin sergilenmesidir[/I]"i... "[I]önce evden gönder sonra gittiği yerde bulup döv[/I]" anlamında demiyorsun sanırım.

Evinden, toplumundan, hayatından, çocuklarından geri dönüşsüz şekilde sökülmek, kişinin benliğinde unutulmayacak iz bırakacak bir eylemdir dersek,
İkinci maddeyi yatak ayırma değil, evden gönderme olarak alırsak,
Unutulmayacak, iz bırakacak eylem de boşanma olur,
Ve benim yoruma dönmüş oluruz. Yani,

- İspatsız suça ceza verilemediğinden (Nisa 8),
- İspatlı suçun cezası da belirtili olduğundan (80 sopa),
- Bunlar dışında cezai hüküme girecek hiç bir şey yapılamaz.
- Kadın bedeninde iz kalacak şekilde dövülemez, kolu kırılamaz ve benzerleri.
- Dolayısıyla 3.3 maddesi ya boşanma ya da boşanma ile meydana gelecek sonuçlar.
- Her ikisi de ceza hükmünde değil çünkü boşanma, her zaman için geçerli hukuki bir hak.


[COLOR="White"].[/COLOR]

dost1 6. July 2015 01:20 PM

Selamun aleyküm, değerli kardeşim,

[QUOTE=ozkanates;20430]Halil kardeşim,

"[I]Yan gelip yattığı yerden uzaklaştırılan kadınlar üzerinde unutulmayacak,iz bırakacak eylemlerin sergilenmesidir[/I]"i... "[I]önce evden gönder sonra gittiği yerde bulup döv[/I]" anlamında demiyorsun sanırım.

Evinden, toplumundan, hayatından, çocuklarından geri dönüşsüz şekilde sökülmek, kişinin benliğinde unutulmayacak iz bırakacak bir eylemdir dersek,
İkinci maddeyi yatak ayırma değil, evden gönderme olarak alırsak,
Unutulmayacak, iz bırakacak eylem de boşanma olur,
Ve benim yoruma dönmüş oluruz. Yani,

- İspatsız suça ceza verilemediğinden (Nisa 8),
- İspatlı suçun cezası da belirtili olduğundan (80 sopa),
- Bunlar dışında cezai hüküme girecek hiç bir şey yapılamaz.
- Kadın bedeninde iz kalacak şekilde dövülemez, kolu kırılamaz ve benzerleri.
- Dolayısıyla 3.3 maddesi ya boşanma ya da boşanma ile meydana gelecek sonuçlar.
- Her ikisi de ceza hükmünde değil çünkü boşanma, her zaman için geçerli hukuki bir hak.


[COLOR="White"].[/COLOR][/QUOTE]

Dikkatten kaçırılmaması gereken şey [B]feızuhünne vehcüruhünne filmedaciı vadribuhünne, [/B] öğüt verme, yan gelip yattığı yerden uzaklaştırma ve üzerinde iz bırakacak bir eylemin gerçekleştirilmesinin/fiziki şiddet uygulamak değil bir anda gerçekleştirilmesidir.

Yoksa, önce öğüt ver, sonra yangelip yattığı yerden uzaklaştır sonra da iz bırakacak bir eylemde bulun şeklinde anlaşılmamalı. Ayette üçünün de aynı anda gerçekleştirilmesi sözkonusudur.

Unutulmaması gereken bir gerçek de, "[B]nüşuz[/B]" sözcüğünün [B]fahişe[/B] ya da [B]zina [/B]sözcüğü ile uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığıdır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates 7. July 2015 06:16 AM

[QUOTE=dost1;20431]
Unutulmaması gereken bir gerçek de, "[B]nüşuz[/B]" sözcüğünün [B]fahişe[/B] ya da [B]zina [/B]sözcüğü ile uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığıdır.
[/QUOTE]

34. [COLOR="Blue"]Allah'ın, bazı şeyleri bazısına fazla kılması ve erkeklerin mallarından harcamaları nedeniyle erkekler kadınlar üzerine kavvamdırlar [iyi koruyup, iyi gözeticidirler]. Hâl böyle olunca, sâlih kadınlar, Allah'a itaat edicidirler, Allah'ın koruduğu şey nedeniyle ğayb için koruyucudurlar. Nüşûzundan [dikkafalılık yaparak kendisini taciz ve tecavüz riskine atmasından] korktuğunuz kadınlara da öğüt verin ve yataklarında yalnız bırakın ve de baskı yapın/sürgün edin/dövün. Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, çok büyüktür.[/COLOR]

"Sâlih kadınlar, Allah'ın koruduğu şey nedeniyle ğayb için koruyucudurlar" cümlesi "gizli olan için koruyucudurlar" yani mahrem olanı = cinsel organı = evlilikteki sadakat bağını şeklinde anlaşılabilir mi?

ozkanates 7. July 2015 06:23 AM

Taha 41:

1. vastana'tu-ke (ve astana'tu-ke) (sanaa) (astanaa) : ve ben seni (seçip) yetiştirdim : (yetiştirdi) : (seçip ayırıp yetiştirdi)
2. li nefsî : kendim için

"Kendim için" kelimesi Arapça'da "li nefsî" midir yoksa, Arapça'daki "nefsim için" kelimesinden yorumla mı Türkçe'deki "kendim için" kelimesine geçiliyor?

dost1 9. July 2015 11:17 AM

Selamun aleyküm, kardeşim,

[QUOTE=ozkanates;20433]Taha 41:

1. vastana'tu-ke (ve astana'tu-ke) (sanaa) (astanaa) : ve ben seni (seçip) yetiştirdim : (yetiştirdi) : (seçip ayırıp yetiştirdi)
2. li nefsî : kendim için

"Kendim için" kelimesi Arapça'da "li nefsî" midir yoksa, Arapça'daki "nefsim için" kelimesinden yorumla mı Türkçe'deki "kendim için" kelimesine geçiliyor?[/QUOTE]

“[B]Nefs[/B]” sözcüğü, bir şeyin iç ve dış yapısıyla ve özellikleriyle tamamını, yani öz yapısını, şahsına özgülüğünü ifade etmek üzere kullanılan bir zamirdir. (Lisan ül Arab; c:5, s:647–652)
Buna göre “[B]nefs[/B]” sözcüğünün zamir olarak anlamı; “[B]kendi, zatı” [/B]demektir. Nitekim sözcüğün, Kadim Arapçada ediplerce bu anlamda kullanılmış olduğunun klâsik metinlerde yüzlerce örneği mevcuttur.
“[B]Nefs[/B]” denilince her şeyden önce “insan” hatıra gelirse de, Allah’ın yarattığı her canlı varlık bir “nefs”tir. Yani her canlının bir “kendisi, zatı; kimliği” vardır ve buna “nefs” denir.

Lisan ül Arab’ta genişçe açıklandığına göre, belirli alâkalardan dolayı bu sözcük mecaz olarak; “ruh (can)”, “nefes”, “kan”, “benlik (ego)”, “kalp (zihin)”, “iç”, “büyüklük”, “yücelik” anlamlarında kullanılmaktadır. Meselâ, “can”, “kan” ve “nefes (teneffüs edilen hava)”in de “nfs” sözcüğüyle ifade edilmesinin sebebi Lazımıyet alâkasından dolayıdır.
Çoğulu “nüfus” ve “enfüs” kalıplarıyla ifade edilen “nefs” sözcüğü, Kur’an’da tekil ve çoğul formlarıyla 295 yerde geçmiş ve hem Allah için hem de diğer canlılar için kullanılmıştır.
“Nefs” sözcüğü Allah için kullanıldığında da, sözcüğün yukarıda verdiğimiz tanımının kapsadığı özelliklerin hepsini içerir. Yani Allah’ın zatî ve subutî sıfatlarının tamamını ifade etmiş olur.


Nisa 34 ile ilgili sorduğunuz :

Âyette geçen qavvam sözcüğü, fa‘al vezninde mübalağa ifade eden bir kelime olup, “[B]bir şey üzerinde özenle durmak, onu iyice gözetmek, bütün gayreti ile onu korumak, ona nezaret etmek”[/B] anlamındadır.
Bu âyette, erkek, hanımı üzerine değil, toplumun erkekleri, toplumun kadınları [ana, bacı, kız, eş, gelin, hala, teyze, komşu kadını vs.] üzerine “qavvam” tayin edilmiştir. Bu da, kadınların yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli tüm ihtiyaçların erkekler tarafından karşılanması gerektiğini ifade eder. Hanımın geçimi kocasının; kızın geçimi babasının, babası yoksa erkek kardeşlerinin üzerinedir.
Durumun böyle olması gerektiğine gerekçe olarak da, Allah'ın, bazı şeyleri bazısına fazla kılması gösterilmiştir.
• Erkekler, kadınları en iyi şekilde koruyup kollamalı ve gözetmelidirler.
• Sâlih kadınlar, Allah'ın bu ilkesine uymalıdırlar. (Çünkü bu ilke, kadınların korunmasına yönelik olarak konmuştur.)

Daha önceki iletimde bozulan kavramlardan fazl/fadl dan sözetmiştim.
Âyetin bu bölümü, –genellikle– “Allah, erkekleri kadınlara üstün kılmıştır” diye açıklanmaktadır, ki bu kesinlikle yanlıştır. Burada konu edilen üstünlük, kadın ve erkek arasındaki üstünlük değil, kadın ve erkeğin özellikleridir. Meselâ, erkekteki güç, cesaret, soğukkanlılık ve metanet, kadındakinden üstündür; kimse bunun aksini iddia edemez. Diğer yönden, yani hayâ, merhamet, şefkat, eğiticilik gibi özellikler açısından ise kadın erkekten üstündür; kimse bunun aksini iddia edemez. İşte âyette söz konusu edilen üstünlük, bu özellikler açısındandır; yoksa cinslerin birbirinden üstünlüğü değildir. İnsanların birbirinden üstünlüğünün tek ölçüsü, takva'dır.
Öyleyse, daha güçlü, daha cesur ve daha dayanıklı olmaları hasebiyle erkekler, kadınların koruyucusu ve gözeticisi olmalıdırlar. Bu, kamuya verilen bir görevdir.
Âyetin devamında da, Hâl böyle olunca, sâlih kadınlar, Allah'a itaat edicidirler, Allah'ın koruduğu şey nedeniyle ğayb için koruyucudurlar buyurularak, kadınların bu kuralı kabullenmeleri gerektiği bildirilmiştir. Çünkü Allah, onların onurlarını, ırz ve namuslarını koruma altına almış; onlara mehir verilmesini emretmekle, onların geçimlerini erkekler üzerine yüklemekle kadınları güvenceye almıştır. İyi kadınlar, başlarına gelebilecek taciz, tecavüz vs. muhtemel felaketlere karşı tedbirlerini alıp kendilerini korur, bu açıdan korunmayı da seve seve kabul eder, Allah'ın koyduğu bu kurala boyun eğer, kibir ve komplekse kapılıp erkeklerle yarışa girerek dışarıda zor ve riskli işler yapmaya kalkışmazlar.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates 8. September 2015 07:27 AM

1. fentalekâ hattâ izâ : böylece ikisi yola çıktılar
2. eteyâ : ikisi geldiler
3. ehle : şehir halkı
4. karyetin : bir karye, bir kasaba, bir ülke
5. istat'amâ : yemek istediler
6. ehle hâ : şehir halkı
7. fe ebev : fakat çekindiler
8. en yudayyifû humâ : ikisini misafir etmek
9. fe : fakat, böylece
10. vecedâ : (ikisi) buldular
11. fî hâ : orada
12. cidâren : bir duvar
13. yurîdu : istiyor
14. en yenkadda : yıkılmak üzere
15. fe ekâme-hu : o zaman onu ikâme etti, düzeltti
16. kâle : dedi
17. lev : eğer
18. şi'te : sen diledin
19. lettehazte (le ittehaze) : elbette buna karşılık
20. aleyhi : ona
21. ecren : ecir, ücret, bedel


"[COLOR="Blue"]Böylece yola koyuldular. Bir kente geldiler. Kent halkından yemek istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Derken orada yıkılmayı bekleyen bir duvar buldular;[/COLOR] [COLOR="Red"]onu düzeltti, "isteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın" dedi[/COLOR]."

3'ü hariç tüm tercümelerde kırmızı ile işaretlediğim cümlede, ilim sahibi kişi ve Musa olarak özne belirtilmiş.
Tercümenin yukarıdaki gibi olmasında bir sorun var mıdır?

dost1 8. September 2015 10:46 PM

Selamun aleyküm, değerli ozkanates kardeşim,

[QUOTE=ozkanates;20525]1. fentalekâ hattâ izâ : böylece ikisi yola çıktılar
2. eteyâ : ikisi geldiler
3. ehle : şehir halkı
4. karyetin : bir karye, bir kasaba, bir ülke
5. istat'amâ : yemek istediler
6. ehle hâ : şehir halkı
7. fe ebev : fakat çekindiler
8. en yudayyifû humâ : ikisini misafir etmek
9. fe : fakat, böylece
10. vecedâ : (ikisi) buldular
11. fî hâ : orada
12. cidâren : bir duvar
13. yurîdu : istiyor
14. en yenkadda : yıkılmak üzere
15. fe ekâme-hu : o zaman onu ikâme etti, düzeltti
16. kâle : dedi
17. lev : eğer
18. şi'te : sen diledin
19. lettehazte (le ittehaze) : elbette buna karşılık
20. aleyhi : ona
21. ecren : ecir, ücret, bedel


"[COLOR="Blue"]Böylece yola koyuldular. Bir kente geldiler. Kent halkından yemek istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Derken orada yıkılmayı bekleyen bir duvar buldular;[/COLOR] [COLOR="Red"]onu düzeltti, "isteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın" dedi[/COLOR]."

3'ü hariç tüm tercümelerde kırmızı ile işaretlediğim cümlede, ilim sahibi kişi ve Musa olarak özne belirtilmiş.
Tercümenin yukarıdaki gibi olmasında bir sorun var mıdır?[/QUOTE]

"Fentaleka* hatta iza eteya ehle karyetinistat'ama ehleha feebev en yudayyifuhüma feveceda fiyha cidaren yüriydü en yenkadda [B]feekameh[/B]* kale lev şi'te lettehazte aleyhi ecra"

ayetinde Musa ile yolculuk eden ve duvarı ikame eden ve zamir kullanılarak belirtilen sözkonusu kişi kehf 65 de:

"Feveceda abden min ıbadiNA ateynahu rahmeten min ındiNA ve allemnahu min ledünNA ılma"
"Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik."

şeklinde belirtilmiştir.

Bunun sağlamasını 82.ayetten:"Ve emmel cidaru fekâne li ğulameyni yetiymeyni fiyl mediyneti ve kâne tahtehu kenzün lehüma ve kâne ebuhüma saliha* feerade Rabbüke en yeblüğa eşüddehüma ve yestahrica kenzehüma* rahmeten min Rabbik* v[B]e ma fealtühu an emriy*[/B] zâlike te'vilü ma lem testı' aleyhi sabra"

"Bu durum Ve gelelim duvara; o, şehirde iki yetim oğlanındı, altında onlar için bir definevardı ve babaları iyi bir zat idi. Onun için Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Bu, Rabbinden bir rahmet olmak üzeredir ve [B]ben onu (duvar doğrultma işini) kendi görüşümle yapmadım. [/B]İşte senin sabredemediğin şeylerin açıklaması!” dedi."

de anlayabiliriz.

"[COLOR="Blue"]Böylece yola koyuldular. Bir kente geldiler. Kent halkından yemek istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Derken orada yıkılmayı bekleyen bir duvar buldular;[/COLOR] [COLOR="Red"]onu düzeltti, "isteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın" dedi[/COLOR]." şeklindeki çeviride sorun yoktur ancak,konuyu anlatan tüm ayetleri birarada vermez de sadece bu ayeti kullanırsak duvarı düzelten kişinin 65. ayetteki belirtilen ve 82.ayette pekiştirilen kişinin olduğunu aşağıdaki örnekte olduğu gibi belirtmekte yarar vardır.

"Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. [B]Âlim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi.[/B] Mûsâ: “İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın” dedi."

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates 9. September 2015 07:27 AM

Cevabın için teşekkür ederim Halil kardeşim. Söylediklerine aynen katılıyorum.

Benim sorguladığım nokta, "[I]isteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın[/I]" cümlesini söyleyenin Musa olup olmadığı. Çünkü özne değişmiyor, yine "o". O halde duvarı düzeltenle, cümleyi söyleyen aynı olmalı:

- Musa "sen bu duvarı neden düzelttin?" demedi ki ilim sahibi kişi duvarı neden düzelttiğini açıklasın!

- Resul olma aşamasına gelmiş birinin, ilim dersi alırken duvar işçiliğinden para kazanmanın derdine düşmesi makul değil.

Bu durumda şu çıkar ki... Kehf 77 eksik değil, bilakis tam olması gerektiği gibi. Duvarı doğrultan, sonra bununla alakasız bir cümle söyleyen ve sonra alakasız başka bir yorum yapan kişi ilim sahibi kişidir.

Tercümelerdeki değiştirmeye sebep olan yanılgı, ilim sahibi kişileri yanlışsız gören önyargı. Oysa resuller bile yanlışsız değiller, Kuran resulü bile Kuran'da yanlışsız değil ve tüm Musa kıssası bize bunu hatırlatmak için.

ozkanates 15. September 2015 05:01 AM

Kehf 63
1. kâle : dedi
2. e raeyte : gördün mü
3. iz eveynâ : sığındığımız zaman, orada bulunduğumuz zaman
4. ilas sahrati (ilâ es sahrati) : kayaya
5. fe in-nî : o zaman gerçekten ben
6. nesîtu : unuttum
7. el hûte : balığı
8. ve mâ ensâ-nî-hu : ve onu bana unutturmadı
9. illeş şeytânu (illâ eş şeytânu) : şeytandan başkası
10. en ezkure-hu : onu hatırlamayı
11. vettehaze (ve ittehaze) : ve edindi (tuttu)
12. sebîle-hu : kendi yolunu
13. fî el bahri : denizde (denizin içinde)
14. aceben : acayip, şaşılacak şekilde

Kehf 64
1. kâle : dedi
2. zâlike : bu
3. mâ kunnâ : bizim olduğumuz şey
4. nebgı : talep ediyoruz, arıyoruz, ibtiga ediyoruz
5. ferteddâ : o zaman döndüler
6. alâ âsâri-himâ : (ikisinin) izleri üzerinde
7. kasasan : takip ederek

Tercümelerin büyük çoğunluğu Kehf 64'e Musa kelimesini eklemiş. Öznenin "o" olmasında, yani "aradığımız şey bu" diyenin Musa değil arkadaşı olmasında bir zorluk var mı?

Bence burada da yukarıdaki yanılgı sözkonusu. Musa'nın arkadaşı ondan genç olunca, Musa'yı onun arkadaşı değil mürşidi yapmak önyargısı. Oysa böyle bir ifade yok, bilakis iki denizin birleştiği yere ikisi birlikte vardılar.

[COLOR="White"].[/COLOR]

dost1 15. September 2015 12:48 PM

Selamun aleyküm, değerli ozkanates kardeşim,

Zamirin kime gittiğini görmek için paragrafın başına gitmek gerekir. Böyle yaptığımızda sorunuzdaki öznenin Musa olduğu arkadaşı olmadığı açıkça görülür.

60Ve iz kale Musa li [B]fetahu[/B] la ebrahu hatta eblüğa mecmeal bahreyni ev emdıye hukuba//Ve bir vakit Mûsâ, [B]delikanlısına:[/B] “Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demişti.

61Felemma beleğa mecmea beynihima nesiya hutehüma fettehaze sebiylehu fiyl bahri sereba/Bunun üzerine “iki bilgin kişinin toplandığı yer”e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.

62Felemma caveza kale [B]lifetahu[/B] atina ğadaena* lekad lekıyna min seferina hazâ nesaba/Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, [B]delikanlısına[/B]: “Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi.

63Kale eraeyte iz eveyna ilesSahreti feinniy nesiytül hut* ve ma ensaniyhu illeşşeytanu en ezküreh* vettehaze sebiylehu fiylbahri aceba;/Delikanlı: “Gördün mü/ hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/ sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/ sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti” dedi.

64Kale zâlike ma künna nebğı, fertedda alâ asarihima kasasa/Mûsâ, “İşte bu, aradığımızdı!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

ozkanates 15. September 2015 01:29 PM

Halil kardeşim,

39 tercümenin hepsinin... "deniz" dediğine "bilgin kişi"; "balık" dediğine "bunalım/sıkıntı" demenin sebebini paylaşır mısın?
"İki bilgin kişinin toplandığı yer" tabiri neyi anlatıyor?

Tercümeleri belirttiğin şekilde yaptığımızda "işte bu, aradığımızdı!" diyenin delikanlı olmasına engel nedir?

ozkanates 15. September 2015 01:43 PM

Bendeki "deniz" tanımı Fatır 12 ve Rahman 19-24 'den geliyor ve Hanifler.com da bunlarda "deniz" demiş. Denize ait varlıklar, özellikle de gemiler kelimeyi deniz anlamına bağlıyor:

Fatır 12: [COLOR="Blue"]İki [B]deniz[/B] de eşit olmuyor; şu tatlıdır, [B]hararet keser[/B] ve [B]içerken[/B] kayar; şu da [B]tuzludur[/B], yakar kavurur. Her birinden de taze bir [B]et[/B] yersiniz ve giyeceğiniz bir [B]süs[/B] çıkarırsınız. O'nun armağanlarından hakkınız olanı arayasınız ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye onda [B]suyu yara yara giden gemileri[/B] de görürsün.[/COLOR]

Rahman 19-24: [COLOR="blue"]İki [B]denizi[/B] birbirine kavuşmak üzere salıverdi. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar... İkisinden [B]inci[/B] ve [B]mercan[/B] çıkar... Denizde koca dağlar gibi yükseltilen [B]gemiler[/B] de O'nundur.[/COLOR]

dost1 15. September 2015 10:49 PM

Selamun aleyküm, değerli ozkanates kardeşim,

“فتى Fetâ”, “sağlam genç, yiğit delikanlı” demektir. Sözcüğün çoğulu “fityetün”dür. Sözcüğün çoğul hali yine bu surenin baş kısmında [Kehf/10, 13’te] Ashab-ı Kehf için kullanılmıştır. “Fetâ” sözcüğü “filan kişinin fetası / filancanın genç yiğidi” şeklinde herhangi bir şahsa izafe edilerek kullanıldığında, genellikle o şahsın hür veya köle hizmetçilerini ifade eder. Arap dili buna uygundur.
Gencin kimliği ile ilgili Kur’ân’da bilgi verilmemiştir. Ancak Musa’nın Medyen’den ehli/ailesi/yakınları ile birlikte ayrıldığı [Kasas/29] bilinmektedir. Bu genç yiğit Musa’nın (as) ehlinden birisidir; ama oğlu, ama kardeşi, ama uşağıdır. Kur’an’dan anladığımıza göre, Musa (as) Medyen’den zengin birisi olarak ayrılmıştır.
Bu genç ile ilgili birçok rivayet ortaya atılmıştır. Gencin isminin şu veya bu olmasının önemi yoktur. Konunun bize verdiği mesajlar onun ismi ve kimliği üzerine kurulu değildir. Ayrıca kimliğini ön plana çıkaracak şekilde delikanlıya muteber bir isim bulmak da anlamsız ve Kur’ân terbiyesine aykırıdır.
Literatürdeki seyahatnamelere, özellikle de feodal dönem seyahatnamelerine bakıldığında, Marco Polo, Evliyâ Çelebi, Robinson Crusoe, Strabon, Piri Reis, İbn Batuta, Mark Twain, Henry Miller ve Paul Bowles gibi seyyahların/gezginlerin birer hizmetçilerinin/yardımcılarının olduğu görülür.

İKİ DENİZİN TOPLANDIĞI YER

Bu güne kadar ayetlerin Mekkî oluşu ve müteşâbihliği göz ardı edilip olay coğrafi olarak ele alınmıştır. Bu yaklaşım nedeniyle de yeryüzünün her tarafında “iki denizin toplandığı yer” nitelemesine uygun mekânlar aranmıştır. Kimi Karadeniz ve Hazar Denizi arasını, kimi Ermenistan’da Kur ve Res [Aras] nehirleri arasını, kimi Akdeniz ile Kızıldeniz arasını, kimisi de Ürdün ile Kuzum nehirleri arasını bu niteliğe uygun bulmuştur. Söz konusu coğrafî mekânın Antakya, Eyle, Atlas Okyanusu kıyısındaki bir Endülüs şehri, Afrika’da Tanca, Amerika kıtasında Panama olduğunu ileri sürenler olduğu gibi, İstanbul Boğazının Karadeniz’e çıkışı olan Anadolukavağı veya Çanakkale Boğazının çıkışındaki Gelibolu Yarımadası olduğu görüşünü dile getirenler de olmuştur.
Paragrafa göre, Musa’nın gideceği, arayacağı şey “ صخرة sahra [kaya]”dır. Hutlarını orada [iki denizin toplandığı yerde veya iki denizi toplayan şeyde] unutmuşlardır. Genç adam, 63. ayette geçen ikrarına göre, Hut’u Sahra’da [Kaya’da] unutmuştur, terk etmiştir, bir bakıma ondan kurtulmuştur. Bu durumda, Sahra [Kaya] ile Mecmeu’l-Bahreyn [İki Denizin Toplandığı Yer] aynı yer veya aynı şeydir.

صخرة SAHRA

“Sahra” “Büyük kaya” demektir. Ayette geçen [صخرة ] Sahra/ Büyük Kaya, bugün Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahra’nın [Mescid-i Aksa’nın] yakınında bulunan ve “Sahratullah” olarak bilinen Kaya’dır. Yahudiler de orayı “Ağlama Duvarı” olarak anmaktadırlar. Bundan da anlaşılmaktadır ki, Davud ve Süleyman peygamberler, ataları Musa peygamberden bu yana bir ilim merkezi olması sebebiyle Beytü’l-Makdis’i orada inşa etmişlerdir. Söz konusu Kaya’nın kutsal kabul edilmesine de bu olaylar neden olmuş olsa gerektir.
Sahra/Kaya sözcüğü, başına özel isim yapma eki olan “El” takısı alarak “ الصّخرة Es-Sahra” olmuş ve böylece özel bir isim haline getirilmiştir. Sözcüğü “Sahratullah” olarak da özel isim haline getirmek mümkündür. Lokman/16’da ise sözcük nekra [belirsiz] olarak yer almıştır.

BAHR [DENİZ]

“ البحرBahr” sözcüğü “genişlik ve açık yüzlülük” demektir. Denize “bahr” denmesi genişliğinden, enginliğinden dolayıdır. “Bahr” sözcüğü aynı zamanda “çok bilgili kişi” demektir. Mecaz olarak ise “çok bilgili, saygın kişi” demektir. Bilindiği gibi, Türkçemizde de çok bilgili insanlar için “derya gibi adam” deyimi kullanılmaktadır.
Buradan hareketle, ayette geçen “mecmau’l-bahreyn [iki bahrin toplandığı yer]” ifadesinin coğrafi olarak “iki denizin toplandığı, birleştiği yer” demek olmayıp “iki bilgin kişinin toplandığı yer” anlamında olduğunu söyleyebiliriz.
Pasajdan açıkça anlaşıldığına göre, Musa bu “iki denizin buluştuğu yer”e gitmek niyetiyle yola çıkmıştır. “Ben iki denizin toplandığı [iki bilgin kişinin toplandığı] yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demesi, bu konudaki kararlılığını göstermektedir. Genç hizmetçisine yaptığı açıklamadan, bilgi toplamak için yıllarını harcamayı göze aldığı anlaşılmaktadır. Daha sonraki ayetlerden de anlaşılacaktır ki, Musa’nın bu seyahatteki amacı ticaret değil, bilgi sahibi olmaktır; zihnindeki problemlerini çözmek, karamsarlıktan ve bunalımdan kurtulmaktır. Zira Musa elçilik görevine hazırlanmadan evvel birçok badirelerden geçirilmiştir, eğitilmiştir.

37Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: “38Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine geldin, ey Mûsâ!
41Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim.
(Ta Ha/37- 41)

Musa ve delikanlının Kehf suresinde anlatılan yolculukları ve Musa’nın bu yolculuktan öğrendikleri de onu peygamberliğe hazırlama işlemlerindendir.
Pasajda üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da genellikle “balık” diye çevrilen “hut” sözcüğüdür. Sözcükle ilgili olarak daha önce A’raf suresinde yaptığımız açıklamayı, öneminden dolayı kısaca tekrarlamayı yararlı görüyoruz:

HUT

“ حوت Hut” sözcüğü, dilbilimcilerinin bir kısmına göre “balık”, bir kısmına göre de “büyük balık” demektir. Bu anlamıyla sözcük, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan soğukkanlı omurgalıların genel adıdır. Ayrıca eski çağlardan beri burçlar kuşağındaki bir takımyıldızın adı olarak da kullanılmaktadır.
Ancak Kur’an’ı doğru anlamak için sözcüklerin teamüldeki kullanımını değil, gerçek anlamlarını bilmek gerekmektedir.
Sözcüğün kökü olan “حوت hvt”, Arap dilinde “hut” ve “havt” olmak üzere iki türlü okunur. Bu okunuşlardan ilki olan “Hut”, Bedeviler arasında “ağır ağır da yutsa, çabuk çabuk da yutsa kendisine kâfi gelmeyen [doymayan, doyma duygusu olmayan]” anlamında kullanılmıştır.
“Havt” ise “kuşun suyun çevresinde veya vahşî hayvanın bir şeyin çevresinde dönüp durması, oradan ayrılmaması” anlamındadır. Bu anlamlardan anlaşılacağı üzere, “hut” sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır, balık demek değildir. Nitekim herkesin bildiği gibi, sularda yaşayan balığın esas adı “semek”tir. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemeye ara verme nedenlerinin doymaları değil de tıkanmaları olması, bugün artık bilimsel bir bilgidir. Balıkların bu özelliklerini bilmeyen amatör akvaryumcuların, günlük ihtiyacın üzerinde yemleme yaptıkları takdirde çatlayarak ölen balıklarla karşılaştıkları bilinen bir durumdur. Balık oburluğunun balık cinsleri itibariyle gösterdiği özellikler ise Su Ürünleri Fakültelerinin araştırma raporlarına da girmiş durumdadır.
Buna göre, “hut” ve “havt” sözcüklerinin anlamlarını “hırs, doyumsuzluk” olarak ifade etmek mümkündür.
“Hut” sözcüğünün Kur’an’da yer aldığı pasajlardaki anlatım dikkate alındığında, sözcüğün daima “sebebiyet mecaz-ı mürseli” şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Yani, sebep olan “hırs ve doyumsuzluk” zikredilmekte fakat hırsın insanda sebep olduğu “bunalım ve karamsarlık” kastedilmektedir. Musa’nın bunalımının nedenini yukarıda açıklamıştık.

Şimdi pasajı tahlile devam edelim:


“Bu şekilde geçtikleri zaman o [Musa], delikanlısına: ‘Getir kuşluk yemeğimizi; gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk’ dedi” ayetinin metnine dikkatle bakıldığında, Musa’nın genç arkadaşından kuşluk yiyeceklerini istediği fakat “hutu getir de yiyelim” demediği görülmektedir. Ancak genç adam yemeği getirdi mi, getirmedi mi; yemeklerini yediler mi, yemediler mi; bize bildirilmemektedir. Musa kuşluk yemeği istediği bir anda, genç adam “Gördün mü? O Kaya’ya sığındığımız vakit doğrusu ben hutu unuttum/ terk ettim; ve onu anmamı muhakkak şeytan unutturdu/ terk ettirdi. O [Hut], şaşılacak bir şekilde denizde yolunu edindi” demektedir. 61. ayetteki ifadeye göre ise sadece genç adam unutmamış, Musa da hutunu unutmuştur/terk etmiştir; yani dertten kurtulmuş, rahatlamıştır.

HUT’UN BAHRDE [BİLGİN KİŞİDE] KAYBOLMASI:

Musa ve yardımcısının sıkıntıları, karamsarlıkları, bunalımları Büyük Kaya’da bilginler arasında yaşadıkları şeyler vasıtasıyla ortadan kalkmıştır. Sanki denizde bir balığın derin bir deliğe dalıp kaybolup gidişi gibi olmuştur.
Olay deniz ve balık sembolleri ile anlatıldığından, ifadeler dağdağalıdır.
64. ayetteki “O [Musa], ‘İşte bu, aradığımızdı!’ dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler” şeklindeki genel ifadeye göre, Musa’nın aslında aradığı yeri bulduğu fakat aradığı yerin orası olduğunu anlayamadığı anlaşılmaktadır.
Büyük Kaya’nın orada yaşadıkları olaylara - orada deniz gibi bilgiye sahip kimselerle karşılaşıp sıkıntıdan, bunalımdan kurtulmalarına- bakılırsa, Musa’nın varmak istediği yer; iki denizin birleştiği [bilginlerin toplanıp bilgi alışverişi yaptığı, bilgisizleri bilgilendirdikleri, zihinsel problemleri çözdükleri] yer orası olmalıydı. Oraya dönüp bir şeyler daha öğrenmeliydi. Bu nedenle hemen gerisin geri o Büyük Kaya’ya döndüler.

65Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.

Musa ile delikanlı geri döndüklerinde, iki bilginin buluştuğu o yerde [Kaya’da] bir kişi ile buluşurlar. Bu kişi, Allah’ın kendisine ilim ve rahmet vermiş olduğu bir kuldur.
Kanaatimize göre, Musa ile yardımcısının Sahra’da buldukları bu kul bir peygamberdir. Çünkü ayette “Biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik” denmiştir. Aşağıdaki Kur’an ayetleri, Yüce Rabbimizin bu ifadeyi peygamberlik nimeti için kullandığını göstermektedir:

31Yine onlar: “Bu Kur’ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” dediler.
32Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.
(Zühruf/31, 32)

86Ve sen Kitab'ın sana vahyedileceğini/indirileceğini ummuyordun. O, ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi. Öyleyse sakın kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere arka çıkma/ yardımcı olma.
(Kasas/86)

Bilgin Kul’un bir peygamber oluşunun diğer delili ise surenin 82. ayetinde duvar doğrultma işini kendi iradesi ile yapmadığını beyan ediyor olmasıdır. Bu demektir ki, duvar altında duran iki yetime ait gömünün varlığı ve bu gömünün belli bir süre daha bulunduğu yerde korunması gereği ve dolayısıyla bunun icabı olan duvarın doğrultma işi Bilgin Kul’a [peygambere] vahiy ile telkin edilmiştir.
Yukarıdaki delillere dayanarak peygamber olduğunu söylediğimiz “bilgin kul” hakkında Kur’an’da başkaca bilgi verilmemiştir. Bu durumda, onun da Nisa/164 ve Mü’min/78’de peygamberimize adlarının ve kıssalarının haber verilmediği bildirilen peygamberlerden olduğu anlaşılmaktadır.

66Mûsâ ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” dedi.

Musa “Bilgin Kul” ile tanışmış ve onun bilgin birisi olduğunu, doğru yolu bulma konusunda kendisine çok bilgi verilmiş olduğunu anlamıştır. Ondan “doğru yolu bulma konusunda ona öğretilenlerden öğrenmek için” öğrencisi olmayı istemektedir.
Olayın devamını ayetlerden biliyorsunuzdur.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allaha emanet olunuz.

ozkanates 9. October 2015 11:40 AM

Fussilet 9:

1. kul : de, söyle
2. e : mi
3. inne-kum : muhakkak ki siz, gerçekten siz
4. le : elbette, mutlaka, gerçekten
5. tekfurûne : inkâr ediyorsunuz
6. bi ellezî : onu
7. halaka : yarattı
8. el arda : arz, yeryüzü
9. fî : de, içinde
10. yevmeyni : iki gün
11. ve tec'alûne : ve kılıyorsunuz
12. lehu : onun için, ona
13. endâden : eşler, denk olanlar
14. zâlike : işte o
15. rabbu : Rab
16. el âlemîne : âlemler

Ayette geçen "el arda" 'nın temel/kendi anlamı yerküre mi yoksa yeryüzü mü? Bu ikisi Türkçe'de birbiri yerine kullanılıyor ama ilki atmosfer hariç tüm dünya, öbürü sadece yerkabuğunun üst yüzeyi.

dost1 9. October 2015 10:15 PM

Selamun aleyküm, değerli ozkanates kardeşim,
"Arz" sözcüğünün bir Elif'le başlayanı bir de ayın harfi ile başlayanı vardır ikisi de birbirinden farklıdır. Elif'le başlayan arz sözcüğü için Lisanül Arab cilt 1, s: 126 da :
- Üzerinde insanların bulunduğu yer.
- Her aşağı olan, aşağıda bulunan şey.
- Devenin ayakları.
- Yere yakın yaratıklar.
- Hayvanların ayaklarının yere yakın kısımları.
- İnsanın topuğundan aşağıdaki kısmı.
- Ayakkabının tabanı.
- Kuru ağaç yiyen böcek.
- İlk bahar günleri ortaya çıkan karıncaya benzer beyaz kurtçuk.
- Kum içinde yaşayan solucan, keme cinsinden yaratıklar.
tanımı yapılmaktadır.

Dikkat edilirse yukarıdaki anlamların ortak noktası, hepsinin de "aşağı oluşu, sefilliği, yere yakınlığı" ifade etmeleridir. Zaten Dünya`ya "arz" denilmesinin sebebi de, herkesin ayakları altında olmasından dolayıdır.

Ayın harfi ile yazılan arz sözcüğü uzunluğun karşıtı olup "en" demektir.
Bu sözcüğün fiil olarak anlamı, "enleştirme; yayma, yaygınlaştırmadır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:07 PM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam