hanifler.com Kuran odaklı dindarlık

hanifler.com Kuran odaklı dindarlık (http://www.hanifler.com/index.php)
-   Kur’an (http://www.hanifler.com/forumdisplay.php?f=188)
-   -   Katılım Bankacılığı Bir Tuzaktır Aldatmaca dır. (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=3618)

halukgta 21. March 2015 09:28 AM

Katılım Bankacılığı Bir Tuzaktır Aldatmaca dır.
 
İslam ı Kur’an dan değil de, batıl ve hurafe kaynaklardan öğrenip yaşarsak, bizleri her zaman Allah ile aldatanlar çıkacaktır, önce bunu unutmayalım. Günümüz İslam toplumunda, din menfaat ve çıkar adına öyle kullanır olmuş ki, adeta MÜSLÜMAN IN CEBİNDE, BİRİLERİNİN ELLERİ DOLAŞIYOR.

Kur’an da geçen RİBA, yani dilimize çevrilmiş şekliyle faiz, topluma öyle farklı ve yanlış anlatılıyor ki, BÖYLECE TOPLUMUN PARASI, SERMAYESİ ÇIKAR ÇEVRELERİNİN ELİNDE OYUNCAK OLMUŞ. Bugünkü yazımın konusu, katılım bankacılığı altında, toplumun nasıl aldatıldığı üzerine olacak.

Özet olarak şunu söylemek isterim, Kur’an ın bahsettiği RİBA/FAİZ ile bugün bankaların çalışma sisteminde geçen faiz çok farklıdır. Elbette bankalar kontrol dışına çıkarsa, RİBA dan yani Kur’an ın bahsettiği FAİZ den, hiçbir farkı olmaz. Detayına girmek istemiyorum. Vereceğim örnekten katılım bankası ile diğer bankaların hiçbir farkının olmadığını, tam tersine katılım banka sisteminin, saf ve tertemiz Müslüman din kardeşlerimin, inancıyla aldatıldığını söyleyebilirim.

Katılım bankacılığı tuzaklarını, sizlere daha iyi anlatabilmek için, bu sistemle çalışan bir katılım bankasına girdim. Ben yeni bir araba almak istiyorum, onun içinde 25.000 TL kredi almak istediğimi söyledim. Bu krediyi 36 ayda ödemek istediğimi, geri aylık ödemelerimin, ne kadar olacağını sordum. Aylık geri ödemelerimin, 847 lira olacağını söylediler. Yani 3 yılda faiz yaklaşık 5.500 TL. Toplam 30.492. TL

Bu parayı bana elden verebilir misiniz dediğimde, katılım bankacığında elden ödeme yapılmıyor, biz alacağınız firmaya ödeme yapıyoruz dediler. Neden bizlerin eline vermeyip, firmaya veriyorsunuz dediğimde, size verirsek, siz belki bir kısmını başka bir yerde kullanırsınız, O ZAMAN FAİZE GİRER DEDİ GÖREVLİ. KELİME OYUNLARI İLE AÇIKÇA TOPLUM ALDATILIYOR.

İnanılmaz bir mantık. Anlayışa bakar mısınız lütfen. Alacağım kredinin bir kısmını, ailemin ihtiyaçları için harcarsam, bunun faiz olacağını söyleyebiliyor. Buna hiç kimse itiraz etmiyor ve kabul ediyor. Benim araba alırken, onlardan alacağım krediyi onlar firmaya verip, bendende yaklaşık 3 yıl içinde 5.500 TL fazla alıyor, buna faiz demiyor, ama parayı benim elime verdiğinde, ben bir kısmını yine farklı ihtiyaçlarımda kullandığımda, o zaman bu faiz olur diyebiliyor. Aman Allah ım, mantığı görüyor musunuz?

Kur’an ın bahsetti RİBA/faiz, birisine verdiğiniz borcun nerelerde harcanması ile ilgili değil, VERDİĞİNİZ BORCUN, KAT KAT ARTIRILARAK GERİ ALINMASIDIR. Bir insan ihtiyaç dan dolayı borç alır. Borcu verdiğimize de, bu parayı nereye harcayacaksın diye soramayız. Çünkü bu onun özel hayatıdır. Elbette alınan borcun, kötü amaçlı yanlış yerlerde harcanması durumu farklıdır. Bunu da bizlerin takip etmesi, ya da bilmesi mümkün değildir.

Katılım bankasının, müşterisine güvenimi yok, yoksa farklı amaçlar mı var? Ya da kredi alanın, günaha girmesini mi engelliyor bu yolla acaba (!) Görevli bunları söylerken, biz aldığınız aracı ipotek ederek, böylece verdiğimiz paranın da takibini yapmış oluyoruz dediler.

İyide diğer bankalar, neden böyle bir davranış içinde değiller. Onlar verdiği krediyi gelişigüzel vermiyorlar ki. Onlarda geri ödeyemeyecek kişilere, zaten kredi vermiyor ama müşterisine güvenip, aldığı krediyi ellerine veriyor. Çok ilginçtir katılım bankası, biz ticaret yapıyoruz, faiz almıyoruz diyorlar. Diğer bankalarda ticaret yapıyor, hatta bankalar ticari kuruluşları destekleyen, çok önemli ticari bir işletmedir. Bir insan herhangi bir konuda, özel ihtiyaçlarını karşılamak için bu durumda kredi alamaz, katılım bankasından. Peki, kimden alacak? Kat kat RİBA (Faiz) artırılmış, tefecilerden mi alsın?

Acaba aynı krediyi, normal bir bankadan almaya kalksak, aylık ne kadar geri öderiz? Birkaç bankaya sordum. Birbirine yakın değerler aldım. Bir banka, aynı meblağdaki aylık dönüşün, 848 TL olduğunu söyledi. BAKIN KATILIM BANKASIYLA HİÇBİR FARKI YOK. Katılım bankası aynı parayı senin eline vermiyor, firmaya veriyor, diğer banka ise elimize veriyor.

Çok daha ilginci, birikimi olan ve enflasyonda parasının erimesini engellemek için, bankaya yatıran vatandaşlarımızın durumu, çok daha dikkat çekici. Katılım bankası adıyla çalışan bankaya paranızı yatırdığınızda, geri dönüş olarak en düşük getiriyi sağlıyor. Getirisini önceden söylemiyor, bir ay sonra belli olur diyor. Buda yaklaşık yüzde 06 ya da 06.30 faiz getirisi veriyor.

Gerçi onlara sorsanız bu faiz değil, kar payı diyorlar. Diğer bankalar ise, ekonominin gidişatına enflasyona uygun, yaklaşık yüzde 09.30 ya da 10 civarında gelir getiriyor ve bunu paranızı yatırırken hemen söylüyor. Yani paranızın ne kadar nemalanacağını, siz baştan biliyorsunuz. Ama katılım bankasında bilmiyorsunuz. Onların insafına kalmış.

İlginçtir, kredi almaya gittiğinizde her iki sistemde çalışan bankalar, bir birine çok yakın faiz oranları ile kredi veriyor, ama halkın parasını çalıştırmaya gelince, en düşüğünü katılım bankası veriyor. Bumu sizin adaletiniz?

TOPLUM BÖYLECE FAİZ KORKUSUYLA ALDATILIYOR, KANDIRILIYOR. ASLINDA YOK BİRBİRLERİNDEN FARKI, TEK FARKLARI BİRİSİ, DİNİ KULLANARAK TOLUMUN PARASINI, İSTEDİĞİ GİBİ KULLANIYOR. Değerli din kardeşlerim. Allah Kur’an da, kat kat artırılmış RİBA yemeyin der.

Ali İmran 130: Ey inananlar, KAT KAT RİBA YEMEYİN, Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz. ( Süleyman Ateş)

BURADAKİ RİBA, TEFECİLİĞİN TAM KARŞILIĞIDIR. Bugün bankacılık, ya da katılım bankacılığı çağımızın, yaşantımızın gerçekleridir. Doğru kullanılırsa toplumun yararına olur, yanlış kullanılırsa zararına olur. Yani devletin mutlaka kontrolünde olmalıdır. Tabi devlete de millet sahip çıkıp, yöneticilerini EHİL insanlardan seçebiliyorsa.

Faiz/RİBA verdiğiniz borcu, kat kat artırarak geri almaktır. KATILIM BANKASI DA, DİĞER BANKALARDA, VERDİĞİ KREDİYİ GERİ ALIRKEN, AYNI MİKTARDA GERİ ALIYOR. BUNUN FARKLI OLDUĞUNU NASIL SÖYLERİZ. Normal bankadan, ya da katılım bankasından kredi aldığınızda, İster bir mal alın, ister çocuğunuzu evlendirin, ister evinize erzak alın. Hiç fark etmez.

Bu makaleyi yazmamdaki amaç, din kardeşlerimin aldatılmaması adınadır. Lütfen inançlarımızı, bizlere din adına öğretilenleri, Kur’an ile mutlaka sorgulayalım. Eğer bunu yapmazsak, aldatılmaktan, sömürülmekten asla kurtulamayız.

Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

galipyetkin 21. March 2015 01:56 PM

halukgta'dan[QUOTE]Ali İmran 130: Ey inananlar, KAT KAT RİBA YEMEYİN, Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz. ( Süleyman Ateş)[/QUOTE]

O halde RİBA YEMEK HELALdir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

halukgta 21. March 2015 02:12 PM

Allah açıkça bizlere bildirmiş. Bizler eğer nefislerimizin etkisinde olmadan, ayetleri sağa sola çekmeden anlamaya çaba harcarsak, kesinlikle doğru anlarız. Yorum ve karar bizlerin. Aynı ayeti, İslam toplumu içinde o kadar farklı anlayanlar var ki, hepside neredeyse bir birinden farklı. Ama içlerinden bir tanesi doğru. Sanırım imtihan bu olsa gerek.

galipyetkin 21. March 2015 11:39 PM

Bir babayiğit veya anayiğit çıksa da bize:
a-Riba,
b-Zekât,
c-Faiz
ç-Kâr
arasıdaki farkların neler olduğunu bir anlatsa da ............

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

galipyetkin 23. March 2015 01:52 PM

Hayret bir şey. Millet acaba "yalnış yazarım da eleştiriye uğrarım" diye mi yazmıyor acaba? Öyle olsa ne olur ki? Doğru olduğuna inanıyorsan üstelersin; yalnışın varsa geri çekilirsin ki bu bir erdemdir. Ama bunun için de pısırıklık, içe kapalık değil, medeni cesaret gerekiyor. Yazın yahu!.....
Bir sürü üye var; bir türlu münasebet kuramıyoruz!....

Gelelim "RİBA"ya. Sayın [B]dost1[/B]'in KÂR, KİRA, ÜCRET, FAİZ VE KENZ adlı yazısından alıntılıyorum:
"Riba” kelimesi; “artma, çoğalma, şişme” demektir. (Lisan; 4/ 54-56, rbv mad.)
Arapçada “riba”, Türkçedeki “faiz” anlamına geldiği gibi, bir hukuk terimi olarak ise, değiş-tokuş sözleşmelerinde taraflardan birinin hakkı kabul edilen ve sözleşme esnasında şart koşulan “karşılıksız fazlalık” anlamında kullanılmaktadır. Yani riba, sadece parasal işlemlerdeki artmaları, çoğalmaları, şişmeleri değil, mal takası işlemlerindeki artmaları, çoğalmaları, şişmeleri de kapsamaktadır. (Konuya ait ayrıntı, Tebyin ve sitelerimizdeki makalelerde verilmiştir)"
(Biz faiz yönündeki gorüşlerin burası olduğunu zannetmiyoruz)

[B]dost1[/B]'in yazısında dikkati çeken "karşılıksız fazlalık" ifadesi nedir ve nasıl oluşur?

Sayın Gümüştabak'ın yukarıdaki yazısında bankadan almak istediği kredi karşılığı kendisinden geri ödeme için aylık 847 lira istenmiş, diğer bir bankanın da 848 lira istemesi, kendisinin hulus ve saffetinden istifadeye çalışılmadığını gösterir. Eğer bu faizle bu parayı alırsa muhakkak ki araba sahibi olacağından memnun olacak, banka da para satıp gelir elde ettiğinden o da memnun olacaktır. 10 numara bir işlem olmuştur. Yani alan razı ve memnun, veren razı ve memnun ki buradaki olgu faiz alınmasına rağmen tefecilik değildir. Serbest ticaret hayatının vazgeçilmez unsurlarından olan bankacılık işlemidir ve "RİBA"dır. Eğer banka işi alıcının durumu dolayısı ile aczinden faydalanarak işi 1000Tl'ye bağlamış olsa idi işte o zaman "karşılıksız artma", dolayısı ile, "kat kat riba" olurdu. Dikkat edilirse burada insanların davranış biçimleri ve kişisel durumları söz konusu.

Diğer bir misal de şöyle verilebilir. İki çuval buğdayını dört çuval arpa ile değiştirmek isteyen bir kişinin buğdaylarını hakikaten dört çuval ederken sıkışık olduğunu fark ederek iki çuval yedi kilo arpa ile değiştirerek kazıklayan kişi de "karşılıksız fazlalık" elde etmiş, "kat kat riba" yemiştir. Halbuki iki çuval buğday karşılığı dört çuval arpa verse idi iki taraf da kendi ihtiyaçlarına göre normali yani "riba"yı elde edeceklerdi. Burada da kişilerin davranış biçimleri söz konusudur.

Verdiğimiz misaller de gösteriyor ki riba haram değil "kat kat riba", Sayın [B]dost1[/B]'in belirttiği gibi "karşılıksız fazlalık" haramdır.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

Araştıran 23. March 2015 04:10 PM

Aynı şekilde bankadan enflasyon oranında alınan faizde Allahın savaş açtığı riba olmuyor değilmi?

dost1 24. March 2015 12:27 AM

Selamun aleyküm, değerli araştıran kardeşim,

[QUOTE=Araştıran;20039]Aynı şekilde bankadan enflasyon oranında alınan faizde Allahın savaş açtığı riba olmuyor değilmi?[/QUOTE]

Sağolsun Galip kardeşimiz riba ile ilgili yazıya gönderme yapmış.

Oluşacak soruları gidermeye yararı olur düşüncesiyle aynı yazıdan bir pasajı buraya aktarıyorum.

Yasaklanan “er riba” nasıl bir ribadır?

Rabbimiz, riba hakkındaki yasağı, daha önce gönderdiği vahiylerle, tüm inanmışlara yönelik olarak koymuştur:

Âl-i Imran; 130:
130- Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı yemeyin. Felâh bulmanız için Allah'a takvalı davranın.

Aslında bu yasak daha eski toplumlara da getirilmiştir. Meselâ riba konusu, bugünkü Kitab-ı Mukaddes’te aşağıdaki gibi yer almaktadır:

Tesniye 23/ 19, 20. cümleler:
19 "Kardeşinize para, yiyecek ya da faiz getiren başka bir şey ödünç verdiğinizde, ondan faiz almayacaksınız.
20 Yabancıdan faiz alabilirsiniz ama kardeşinizden almayacaksınız. Böyle yapın ki, mülk edinmek için gideceğiniz ülkede el attığınız her işte Tanrınız RAB sizi kutsasın.

Nehemya; 5/10. cümle:
10 Kardeşlerim, adamlarım ve ben ödünç olarak halka para ve buğday veriyoruz. Lütfen faiz almaktan vazgeçelim!

Çıkış; 22/ 25. cümle:
25 "Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula ödünç para verirseniz, ona tefeci gibi davranmayacaksınız. Üzerine faiz eklemeyeceksiniz.

Ama kıblelerini altın yapmış olan Yahudiler, yasaklanmış olmalarına rağmen riba konusunda da her yolu mübah saymışlardır:



Nisa; 160, 161:
160, 161– Sonra da Yahudileşen kimselerden olan zulüm, onların birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları hâlde riba (faiz) almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri haram kıldık. Ve onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık.

Görüldüğü gibi riba, bir kısım kimselerin çok eski çağlardan beri yasaklanmalarına rağmen, bir türlü vazgeçemedikleri bir kazanç türüdür. Rabbimizin “Yahudileşen kimseler” olarak isimlendirdiği bu bir kısım kimseler, sağladıkları bu tür kazançlardan mahrum olmak istemedikleri için konulan yasağa direnmişler ve ribanın, alışverişten sağlanan kazançtan bir farkı olmadığını ileri sürmüşlerdir.
Oysa, alışveriş ile riba doğuran işlemler arasındaki farkları görmek için, her iki faaliyetin hangi aşamalardan geçtiğini kaba hatlarıyla gözden geçirmek yeterlidir:
İlk aşamada; alışveriş yaparak kazanç sağlamayı planlayan kişi, önce bir malı satın alarak o malın sahibi olur. Riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişi ise, sahibi bulunduğu para veya malı ödünç vermek için, bu para veya mala ihtiyaç duyan bir başka kişiyi arar veya ihtiyaç sahibinin, kendisini bulmasını bekler.
İkinci aşamada; alışveriş yaparak kazanç sağlamayı planlayan kişi, sahibi olduğu malın alış fiyatı üzerine, elde etmeyi düşündüğü kârı ilâve ederek bir satış fiyatı belirler. Bu kâr içinde, malın alışından itibaren yaptığı masraflar ile kişinin yaptığı bu hizmet karşılığı kendisine değer biçtiği ücret vardır. Riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişinin ise, belirlediği riba miktarına kaynak olacak ne bir masrafı ne de değer biçeceği bir hizmeti vardır. O sadece, kendisi gibi ribadan kazanç sağlayanlarla birlikte belirlediği riba miktarını ödünç isteyene bildirir.
Üçüncü aşamada; alışveriş yaparak kazanç sağlamayı planlayan kişi malını, kendi belirlediği fiyata göre değil de iradesi dışında piyasada oluşan fiyata göre satmak zorundadır. Riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişi ise sözleşmesini, kendi belirlediği riba miktarı üzerinden yapar.
Görüldüğü gibi, alışveriş yaparak kazanç sağlamayı planlayan kişi ile riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişi, yukarıdaki aşamaları farklı davranışlarda bulunarak geçirirler ve farklı sonuçlar elde ederler:
- Alışveriş yaparak kazanç sağlamayı planlayan kişi, eylemli olarak gerçekleştirdiği iki hukukî işlemle, söz konusu malı üreticiden alarak tüketiciye ulaştırır. Bu kişinin belirlediği kâr, verdiği hizmete karşılıktır ama garanti değildir, risk altındadır.
- Riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişi ise, sözleşme imzalamak suretiyle eylemsiz yaptığı bir hukukî işlemle, herhangi bir masraf ve hizmet karşılığı olmadan belirlediği fazlayı, vade süresince almayı sürdürür. Riski; ödünç alanın ödeyemez duruma gelmesidir ki bu ahval de muhtemelen önceden düşünülmüş ve risk, rehin veya kefil yoluyla bertaraf edilmiştir.
Alışveriş ile riba doğuran işlemler arasındaki bu çok önemli farklar, sadece ticarî alanda değil, sanayi ve tarım sektörlerinde emek harcanarak yapılan üretim faaliyetleri için de söz konusudur. Yani kol gücü ve beyin gücü konularak meydana getirilmiş bir üretimin satışından elde edilen kâr ile, borç para vererek borçlunun serveti, emeği üzerinden sağlanan fazla, bir tutulamaz.
Yukarıda sayılan farklar, bir cümle ile ifade edilmeye çalışılsa, şunu söylemek mümkündür: Alışverişteki, sanayideki, tarımdaki emek; “yapıcıdır” ve bu emek karşılığı elde edilen kâr helâldir, riba doğuran işlemler sonucu elde edilen fazla ise; “yıkıcıdır” ve bu yolla sağlanan kâr haramdır.

Bu mukayeseden hareketle, yasaklanan ribanın özellikleri hakkında şunları söylemek mümkündür: Rabbimizin yasakladığı “er riba”; herhangi bir masraf veya hizmet karşılığı olmadan alınan, yani ödeyenin kazancına risksiz bir şekilde ortak olmak anlamına gelen ribadır. Başka bir söyleyişle Rabbimiz, “karşılıksız” ve “risksiz” olan “fazla”yı yasaklamıştır.

“Er riba” neden yasaklanmıştır?

Bu soruya cevap ararken hatırdan çıkarılmaması gereken bir ayet vardır:

Necm; 39:
39 - Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başka şey yoktur.

Yukarıdaki ayette, Rabbimiz nezdinde emeksiz, risksiz, çalışıp çabalamadan kolayca elde edilen kazançların bir değeri bulunmadığı bildirilmektedir. Rabbimiz başka ayetlerinde ise, bu türden kazanç elde etmeyi; “malların haksız yolla yenmesi” olarak tanımlamakta ve “insanların kendilerini öldürmesi” olarak nitelemektedir:

Bakara; 188:
188 - Aranızda mallarınızı da batıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını, bilerek ve günah ile yemek için, hâkimlere aktarmayın.

Nisa; 29:
29- Ey iman etmiş kişiler! Mallarınızı kendi aranızda yaptığınız ticaret şekli hariç olmak üzere, aranızda haksız yolla yemeyin, kendilerinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size çok merhametlidir.

Rabbimiz, bir “şeytan emri” olduğuna dikkat çektiği ve bir “tehlike” olduğunu ilan ettiği bu tür davranışlardan, insanların kendilerini ancak infak yaparak kurtarabileceklerini bildirmiştir:

Bakara; 268:
268- Şeytan, sizi fakirlikle korkutur ve size aşırılığı (çirkin hayasızlığı) emreder. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan vaat eder. Ve Allah Vâsi’dir (ilmi ve rahmeti sonsuz geniş olandır), en iyi bilendir.

Bakara; 195:
195– Ve Allah yolunda İNFAK yapın, ellerinizi (kendinizi)/ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve iyileştirin, güzelleştirin. Şüphesiz Allah, iyileştirenleri, güzelleştirenleri sever.

Bunlardan başka Allah, mal ve servetin, toplumda belli bir zümrenin kontrolünde bulunmasını da istememektedir:

Haşr; 7, 8:
7, 8- Allah'ın, o kent halkından, Resulüne verdiği ganimetler, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşmasın diye Allah'a, Elçi’ye, yakınlık sahiplerine; göç eden fakirler -ki onlar, Allah’ın lütuf ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'a ve Elçisine yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir-, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah’a da takvalı davranın. Şüphesiz Allah, kovuşturması çok çetin olandır.

Yukarıdaki ayetlerden kolayca anlaşılacağı üzere Yüce Allah; mal ve servet verdiği kimselerin, ellerinde tuttukları fazlalıkları muhafaza etmelerine veya daha da arttırmalarına imkân veren davranışlardan kaçınmalarını, kendilerine verilen bu fazlalıkları infak yoluyla harcamalarını, kişilerin gerçek kazançlarının ancak çalışıp didinerek elde edilecek cinsten olması sebebiyle boşu boşuna karşılıksız kazanç sağlama girişiminde bulunmamalarını istemekte, aksi davranışların ise “insanların kendi kendilerini tehlikeye atmaları”, hatta “birbirlerini öldürmeleri” anlamında olacağı ihtarını yapmaktadır.
Bu noktada biz, her Müslüman’ın, Allah’ın helâl kıldığı “alışveriş”in ve haram kıldığı “er riba”nın kapsamları üzerinde iyice düşünmesi lâzım geldiğine inanıyoruz. Çünkü konu; “o riba”dan vazgeçmeyenlerin, “Allah ve elçisinin kendilerine savaş açmış olduğu kimseler” olarak ilân edilmesi sebebiyle, büyük önem taşımaktadır. Allah ve elçisiyle savaşan biri ise, Allah ve elçilerinin mutlak galip gelecek olmaları sebebiyle, mutlaka mahvı perişan olacaktır:

Mücadele; 21:
Allah, “Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Aziz’dir.

“Er riba”nın kapsamı

Biz, bu çok önemli konudaki kapsam belirleme tahliline, en baştan, yani Kur’an’ın indirildiği dönemde uygulanmakta olan riba çeşitlerinden başlamakta yarar görüyoruz.
İster paraya, ister mala bağlı olsun “nesi’e ribası”nın bütün işlemlerinde, verilen ve geri alınan para veya mal miktarları arasındaki fark, vade sebebiyle oluşturulduğundan, yani bu riba çeşidi, vadeye bağlı bir ödünç verme işleminden kaynaklandığından, bu kapsamdaki işlemlerden sağlanan kazançlar tam anlamıyla “karşılıksız fazla” hükmündedirler, dolayısıyla da “er riba”dırlar. Örnek olarak, nasıl, ödünç olarak verilen para karşılığında ana paranın haricinde alınan her türlü fazla (faiz), “karşılıksız fazla”, yani “er riba” ise, elinde 10 kile buğdayı olan bir kişinin bu malını ödünç verip, ödünç verdiği kişiden altı ay sonra 12 kile buğday alması durumunda da, miktarlar arasındaki 2 kile buğday, aynı şekilde “karşılıksız fazla”dır, yani “er riba”dır.
“Fazlalık ribası”nın söz konusu olduğu, peşin yapılan mal değiştirmelerde ise, ortaya bir “karşılıksız fazla”nın, yani “er riba”nın çıkması, mantığa uygun görünmemektedir. Çünkü ister farklı, ister aynı cinsten olsun iki malın takas edilmesinde işlem, o malların ederleri ölçü alınarak yapılacağı için, böyle işlemlerde taraflardan herhangi biri lehine bir “karşılıksız fazla” oluşması anlamsızdır. Örnek olarak 1 Kg hurmanın ederi 20.-TL, 1 Kg sofralık zeytinin ederi 10.-TL ve 1 Kg yağlık zeytinin ederi 5.-TL ise, 1 Kg hurması ile zeytin almak isteyen kişi, ya 2 Kg sofralık zeytin veya 4 Kg yağlık zeytin alacaktır. Böyle bir işlemde miktarlar arasındaki farkların “karşılıksız” olduğunu söylemek mümkün değildir. Veyahut, elinde 1 Kg sofralık zeytini olan kişi malını yağlık zeytinle takas etmek isterse, 2 Kg yağlık zeytin talep edecektir. Çünkü ederi yüksek olan malın sahibinin, kendi malının bir ölçeğine karşılık, ederi düşük olan maldan daha fazla ölçekte mal talep etmesi kadar doğal bir şey yoktur. Kaldı ki, ederi yüksek olan malın sahibi, böyle bir takası tercih etmeyip alışveriş yoluyla önce kendi malını para ile satsa, sonra da diğer malı başkasından parayla satın alsa, ederi düşük olan maldan yine aynı ölçekte alacaktır. Yani, ortada herhangi bir aldatma veya aldanma yoksa, bu takas ticarî bir alışveriştir. Dolayısıyla da, aynı cins malların takası sırasında, miktarlar arasında kalitesi sebebiyle ederi yüksek mal sahibinin lehine oluşan farkın “er riba” olarak değerlendirilmesi söz konusu olmamalıdır.

Bize göre “o riba”nın en başta gelen ögesi, ister parayla ister malla olan ödünç verme işlemlerinde alınan fazlalıktır, yani faizdir. Bizim, “ribanın en başta gelen ögesi” olarak gördüğümüz faizi, “ribanın en müptezeli” olarak tanımlayanlar da vardır (Prof. Dr. Mehmet Yazıcı). Faizin, Rabbimizin haram kıldığı riba kapsamı içinde olduğu hususu tartışmasız olmasına rağmen, bir kısım kişiler günümüzdeki faizli muamelelerin, “zaruret hâli” istisnası gibi mütalâa edilip edilmeyeceğini tartışmaya açmışlar ve faizi; “paranın, enflâsyon karşısında değer kaybını önler” veya “paranın kirasıdır” gibi bir takım düşüncelerle yasak kapsamı dışına alma gayreti içine girmişlerdir. Allah’ın yasaklamış olmasına hiç önem atfetmeyen bazı kişiler ise faizi, ekonomik gelişmenin en önemli araçlarından biri olarak ileri sürmüşlerdir. Hâlbuki faiz; Rabbimizin bildirdiği gibi, kişiler, aileler ve ülkeler için tehlikedir, her zaman da baş belâsı olmuştur. Faizin nasıl bir belâ olduğunu anlamak için, yakın tarihimize bakmak yeterlidir:
Osmanlı Devleti, ilk kez 1854’te Kırım Savaşının getirdiği mali yükü hafifletmek amacıyla istikraz (tahvil çıkarma) yoluyla dış borç aldı. Dış borçlar, yatırım alanı arayan Avrupa sermayesinin özendirmesi ve bazı yenilikler için yapılan harcamalar nedeniyle hızla arttı. 1854-74 arasında 15 kez istikraz yoluyla dış borç alındı. Borcun toplamı 5.297.676.000 altın franka, bunların yıllık faizi de 300 milyon franka ulaştı. Osmanlı Devleti … bu borçların faizlerini bile ödeyemez duruma düşünce, Ekim 1875’te … vadesi gelen taksitlerin yarısını ödeyeceğini açıkladı. Ama bu taksitleri de ancak üç ay ödeyebildi ve Mart 1876’da ödemeler bütünüyle durdu. … Osmanlı hükümeti daha sonra Galata bankerlerinin verdiği kısa vadeli borç ve avanslardan oluşan iç borç ödemelerini de durdurdu. 22 Kasım 1879’da imzalanan anlaşmayla bu borçların faiz ve anaparası karşılığı olarak damga, müskirat, balık avı, tuz ve tütün resmi 10 yıl süreyle alacaklılara bırakıldı. … (Ana Britannica, c:11, s:22)

Osmanlı İmparatorluğu örneğinde olduğu gibi, devletlerin yaptıkları borcu ve faizi aslında, o paradan yararlanmayan halk ödemektedir. Hatta bazen de, batan kredi kurumlarının borçlarının devlet kasasından ödenmesi suretiyle, bir kısım mevduat sahiplerinin kurtarılması yükü de yine, borç alma ve verme ilişkilerinin tamamen dışında olan halka çektirilmektedir. Bunlar ise, “zulüm”den başka bir kelime ile açıklanması mümkün olmayan durumlardır.
“Er riba”nın bir numaralı unsuru olan faizin, bireyler üzerindeki etkilerine gelince, faiz gerçekten, insanlar üzerinde tehlikeli, manevî anlamda öldürücü etkiler doğurmaktadır:
Faiz, insanları çalışmaktan alıkoyar. Çünkü imkânı olan kimseler, paralarını faize vermek suretiyle kolayca; emek vermeden, riske girmeden kazanç sağlayacaklarından, çalışmaya gerek duymayabilirler. Bu durum, toplumsal hareketliliğin düşmesine, verimliliğin azalmasına yol açar. Zira borç alan kişi çalışır ve kazanır ama bu kişinin çalışması ile elde ettiği kazançtan, faiz alan kişi de çalışmadan beslenir. Oysa bir ülkenin refahının artması, ancak her alanda daha fazla çalışmak ve daha fazla üretmek ile mümkün olabilir. Kısacası daha az zahmet, daha az rahmet getirir.
Faiz, toplumlarda yardımlaşmayı, dayanışmayı ortadan kaldırır. Faiz gibi kolay elde edilen ve risksiz kazanç, genellikle insanları bencilliğe iter. Dolayısıyla, bir başkasına yardım edecek kadar birikimi olan kişiler, paralarını ihtiyacı olan kardeşlerine verecekleri yerde faize yatırmayı tercih ederler. Allah’ın emrettiği “ihtiyaç sahiplerine yardım” yolunun açılması için ise, faizin reddedilip bu yolla elde edilecek kazanca itibar edilmemesi gerekmektedir.
Faiz, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapar. Yüksek oranlı ve uzun süreli enflâsyon dönemlerinde spekülâtif yatırım yapanlar hariç, borç alıp faiz ödeyenin zengin olduğu görülmüş bir olay değildir. Çünkü faiz oranları, elinde parası olanlar tarafından belirlenir ve bu kişiler faiz oranlarını, içinde bulunulan ekonomik ortamın imkân verdiği kazanç oranlarındaki aslan payını kendileri alacak şekilde belirlerler. Yani faiz oranları, o ortamda sağlanabilecek ortalama rantın daima büyük kısmına tekabül eder. Dolayısıyla faizle borç alan yatırımcının zengin olmasına değil, ancak geçinmesine, başka bir ifade ile ancak borçlanmayı sürdürebilmesine izin verilir. Eğer borç alan yatırımcı değil de ihtiyaç sahibi, yani fakirse, bu kişinin faiz ödeyerek daha da fakirleşeceği zaten ortadadır. İşte bu yüzden; toplumda küçük bir azınlığın refah, çoğunluğun ise yoksulluk içinde yaşamalarını sağlayan ve sürekli kılan bir ortamın sebebi olduğu için faiz, fakiri daha fakir, zengini daha zengin yapar. Ama iş bununla bitmez, bu tarz bir düzenin, çoğunluğu teşkil eden dar gelirliler bakımından giderek cehenneme dönüşmesi kaçınılmazdır. Çünkü böyle toplumlardaki faizci zenginler, zenginleştikçe hayatlarından ve servetlerinden daha fazla endişe eder hâle gelirler ve onları koruyabilmek için de daha değişik zulüm yollarına başvururlar.
Faiz, kulun şükretmesine engel olur, kişiyi Allah’a karşı nankör yapar. Allah tarafından fazlalıklı kılınmış varlıklı kimselerin, bu fazlalıklarının karşılığını zekât, sadaka ve infak yollarıyla ödeyerek Allah’a şükretmeleri gerekmektedir. Ama kolay ve risksiz bir kazanç olan faizin cazibesine kapılan insan, Allah’ın kendisine verdiği nimetlerin karşılığını Allah’ın gösterdiği adreslere iletmek yerine faize meyleder ve tuzağa düşüp bu görevleri yerine getirmez. İnsanın bu yanlışa düşme ihtimalinin çok yüksek olduğunu, onun Rabbi olması dolayısıyla çok iyi bilen Allah, Bakara suresinin 276. ayetinde “Allah, ribayı yok eder, sadakaları da artırır. Allah, tüm çok nankör ve günahkâr kimseleri sevmez.” ifadesiyle; faizi de kapsayan ribanın kimseye hayrının, bereketinin olmayacağı, çünkü Kendisinin onu yok edeceği tehdidi ile sadakaların ve infakın dünyada ve ahırette kat kat iade edileceği vaadini birlikte yapmış, böylece de insanların nankörlüğü değil, şükrü tercih etmeleri gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştır. Kur’an’da; “Allah’ın ‘yaklaşma’ dediği ağaçtan Âdem’in tadıvermesi ve hemen de istifçiliğe başlaması” şeklinde temsilî olarak anlatılan da, aslında bu meseledir.

Görüldüğü gibi faiz, kişilerin psikolojilerinden başlayarak iş hayatlarını, geçimlerini değiştirmekte, aile düzenlerinin alt üst olmasına yol açmaktadır. Böyle bireylerin toplum içinde giderek çoğalması, o toplumu adım adım tehlikeye yaklaştırmakta, faizin kölesi hâline gelmiş böyle bir toplum da üzerinde yaşadığı ülkeyi, yukarıdaki Osmanlı örneğinde olduğu gibi, yerüstü ve yeraltı servetlerinin bitirilmesi sonucuna doğru, yani sömürgeleşmeye doğru, yani ateşe doğru götürmektedir.
Özet olarak faiz, sonuçları itibarıyla, fakirlerin köle, ülkelerin de sömürge hâline gelmesinde en büyük etkenlerden biridir.

Ancak, “er riba” faize indirgenemez. Çünkü yukarıda saptadığımız gibi Rabbimiz faizi değil, “karşılıksız” ve “risksiz” fazlayı yasaklamıştır. Dolayısıyla Müslümanların, sadece faizden uzak durup da, “er riba” kapsamına giren diğer karşılıksız fazlaları yemek gibi kendi kendilerini kandırma sapkınlığına düşmemeleri lâzımdır. Fakat ne yazık ki “er riba” insanlara vazgeçilmez gelmiş, bu tatlı kazancı bırakmak istemeyenler, “er riba”yı faize indirgemek ve yedikleri “er riba”yı da muamele-i şer’iyye denilen uygulamalarla faiz görüntüsünden çıkarmak suretiyle, yaptıklarının, Allah’ın yasakladığı “er riba” kapsamında olmadığına kendilerini inandırmışlardır.
Eğer söylenenler doğru ise, muamele-i şer’iyye denilen ve “Alacaklı tarafın borçludan, faiz sayılmayacak bir menfaat elde etmesini temin için yapılması gereken işlem” olarak tarif edilen bu çeşit uygulamalara dayanak teşkil eden fıkhî çözümlerin (!) bulunuşu, çok eski zamanlara; 700’lü yıllara kadar gitmektedir. Çeşitli usuller ihtiva eden bu uygulamalardan biri meselâ şöyledir: “Para sahibi, vadeli olarak vereceği 10 dirheme karşılık 13 dirhem almak istiyorsa o zaman borçlanacak olan tarafa, 13 dirheme bir mal satar ve teslim eder. Borçlanacak olan kişi de o malı üçüncü bir şahsa 10 dirheme satar ve teslim eder. Sonra bu üçüncü şahıs ta o malı ilk sahibine 10 dirheme satar, parayı peşin alıp malı teslim eder. Sonra biraz önce aldığı malın bedeli olmak üzere 10 dirhemi, borçlanacak olan kişiye verir. Böylece mal, ilk sahibine yani karşı tarafa borç vermek isteyen kişiye 10 dirhem karşılığında dönmüş ve karşı tarafın ona vadeli 13 dirhem borcu olmuş olur.” (İslâm Ekonomisinde Finansman Meseleleri, Ensar Neşriyat, İstanbul 1992, s: 316, 317)
Görüldüğü gibi, tarifinde bile “alacaklı, borçlu, menfaat elde etme” gibi, ödünç verme işlemlerine has kavramlar olan bu uygulamalar özünde; şikeli alışverişlerle borçlunun alacaklıya faiz kadar fazla ödemesini sağlamaktan başka bir şey değildir. Sadece ödemeler faiz adıyla yapılmamaktadır. Hukuk dilinde “kanunu dolanma” denilen bu tür davranışlarla Allah’ın koyduğu yasağı dolandığını zanneden bazı kıt akıl ürünü sapkın anlayışlar maalesef günümüzde de varlıklarını sürdürmektedirler. Meselâ, bankacılık sisteminin varlık sebebinin faiz olmasına rağmen bir takım çevreler “faizsiz bankacılık” diye bir kavram icat ederek, bu iddia ile kurdukları şirketlerden, kendilerine para yatıranlara “kâr payı” adı altında ödemeler yapmaktadırlar. Bu kâr payları, isteyene üç aylık, isteyene altı aylık, isteyene de yıllık olarak ödenmekte ve ne enteresandır ki, dönemlere göre yapılan ödemeler herkes için hep aynı tutarda olmaktadır. Yani bu faizsiz bankaların, topladıkları paralarla ortak oldukları (?) şirketlerin hepsi; tahsilâtlarını hep aynı dönemlerde yapmakta, dolayısıyla da kârlarını, ilan ettikleri ödeme dönemlerine uygun olarak elde etmekte ve hep aynı oranda kâr etmektedirler. Oysa, bu şirketlerin hepsinin; kârlarını, bütün giderlerini öngörerek dağıtılabilir kazanç olarak hesaplamaları mümkün olsa bile, tahsilâtlarını bu faizsiz bankaların ilan ettikleri kâr dağıtım dönemlerine uygun bir şekilde yapmaları ve kârlarını dağıtılabilir hâle getirmeleri mümkün değildir. Bu durumda, bu şirketlerin kâr payı adı altında yaptıkları ödemelere “karşılıksız fazla”dan başka bir şey denemez. Bu yargımızı doğrulayan bir diğer husus da, bu faizsiz bankaların birçok şirkete ortak olduklarını ilân etmelerine rağmen, sanki bir tek şirketin kârını dağıtıyormuş gibi, hep aynı oranda kâr payı dağıtmalarıdır.



Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Araştıran 24. March 2015 01:36 PM

Hocam doğru söylüyorsunuzda bu söyledikleriniz devlet düzeyinde ve toplumun genelinde olmazsa kıyıda köşede 3 kuruş biriktiren adam ne yapacak?Yani bu enflasyonla nasıl başedecek?Bunları uygulamamız şu koşullarda harakiri yapmamız demek değilmi?

dost1 24. March 2015 07:10 PM

Selamun aleyküm, değerli kardeşim,

[QUOTE=Araştıran;20044]Hocam doğru söylüyorsunuzda bu söyledikleriniz devlet düzeyinde ve toplumun genelinde olmazsa kıyıda köşede 3 kuruş biriktiren adam ne yapacak?Yani bu enflasyonla nasıl başedecek?Bunları uygulamamız şu koşullarda harakiri yapmamız demek değilmi?[/QUOTE]

Bu söyleminizin cevabı yazının içerisinde var.
"...Ancak, “er riba” faize indirgenemez. Çünkü yukarıda saptadığımız gibi Rabbimiz faizi değil, “karşılıksız” ve “risksiz” fazlayı yasaklamıştır. Dolayısıyla Müslümanların, sadece faizden uzak durup da, “er riba” kapsamına giren diğer karşılıksız fazlaları yemek gibi kendi kendilerini kandırma sapkınlığına düşmemeleri lâzımdır. Fakat ne yazık ki “er riba” insanlara vazgeçilmez gelmiş, bu tatlı kazancı bırakmak istemeyenler, “er riba”yı faize indirgemek ve yedikleri “er riba”yı da muamele-i şer’iyye denilen uygulamalarla faiz görüntüsünden çıkarmak suretiyle, yaptıklarının, Allah’ın yasakladığı “er riba” kapsamında olmadığına kendilerini inandırmışlardır..."

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle,
Allah'a emanet olunuz.

galipyetkin 24. March 2015 09:06 PM

Sayın [B]dost1.[/B]

İlk yazınızı yazdığınızdan beri üzerinde düşünüyorum ama bir neticeye varamadım. Son yazınızdan sonra da sormaya karar verdim.

Konu şu ifadeler:
"...Ancak, “er riba” faize indirgenemez.
Çünkü yukarıda saptadığımız gibi Rabbimiz faizi değil, “karşılıksız” ve “risksiz” fazlayı yasaklamıştır.
Dolayısıyla Müslümanların, sadece faizden uzak durup da, “er riba” kapsamına giren diğer karşılıksız fazlaları yemek gibi kendi kendilerini kandırma sapkınlığına düşmemeleri lâzımdır."

Üç ayrı cümle olarak verdiğim yazıda birinci cümlede "er riba" faize indirgenemiyeceğine göre faizden üstün bir durum arz eder.

"Çünkü" ile bağlanan ikinci cümlede ise faizi değil de, "karşılıksız ve risksiz" fazlalık gösteren "riba"nın yasaklandığı ima edilerek bu sefer de yasak olmayan faiz üstün bir konuma getirilmiştir.

Ve "dolayısı ile" diye başlayan netice cümlesi olan üçüncü cümleyi nasıl ve bu nasılı neye göre yorumlayacaksınız?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Araştıran 24. March 2015 10:38 PM

Ben ribayı şöyle anlıyorum:benim bin liram var ve bu parayla bin liralık salça alabiliyorum ama salça almaktan vazgeçtim ve bu parayı kötü günler için biriktirim dedim ama seneye bi baktım ki atıyorum aynı salça iki bin lira olmuş bu durumda zarara geçtim.Ama bu paranın koruma yolunu seçseydim aynı salçayı 2 binliraya alacaktım eğer riba yoluna gitseydim aynı salçayı 2 binliraya alıp üstüne para biriktirmiş olacaktım.Yani sizin dediğinize göre aynı salçayı alabilmek için koruma tercihim riba oluyor.Doğru anlamışmıyım?Benim anladığım riba ise aynı salçayı 2 binliraya alıp üstüne para artırmak yani 2 binliranın üstündeki para riba oluyor

dost1 25. March 2015 01:28 AM

Selamun aleyküm, Değerli Galipyetkin kardeşim,

[QUOTE=galipyetkin;20046]Sayın [B]dost1.[/B]

İlk yazınızı yazdığınızdan beri üzerinde düşünüyorum ama bir neticeye varamadım. Son yazınızdan sonra da sormaya karar verdim.

Konu şu ifadeler:
"...Ancak, “er riba” faize indirgenemez.
Çünkü yukarıda saptadığımız gibi Rabbimiz faizi değil, “karşılıksız” ve “risksiz” fazlayı yasaklamıştır.
Dolayısıyla Müslümanların, sadece faizden uzak durup da, “er riba” kapsamına giren diğer karşılıksız fazlaları yemek gibi kendi kendilerini kandırma sapkınlığına düşmemeleri lâzımdır."

Üç ayrı cümle olarak verdiğim yazıda birinci cümlede "er riba" faize indirgenemiyeceğine göre faizden üstün bir durum arz eder.

"Çünkü" ile bağlanan ikinci cümlede ise faizi değil de, "karşılıksız ve risksiz" fazlalık gösteren "riba"nın yasaklandığı ima edilerek bu sefer de yasak olmayan faiz üstün bir konuma getirilmiştir.

Ve "dolayısı ile" diye başlayan netice cümlesi olan üçüncü cümleyi nasıl ve bu nasılı neye göre yorumlayacaksınız?

Saygılarımla.
Galip Yetkin.[/QUOTE]

Allah razı olsun. Sorularınızla okuyucularda oluşan ya da oluşacak sorulara ışık tutuyorsunuz.

Sorunuza geçmeden kavramlara açıklık getirerek, örneklemeler yapmak istiyorum.

“[B]Riba[/B]” sözcüğü Arapça bir sözcük olup “[B]artma, çoğalma, şişme[/B]” anlamındadır.

[B]"Faiz/faid"[/B] sözcüğü de Arapça bir sözcük olup "[B]artık, artan, taşıp dökülen, fazla vb"[/B] anlamlardadır. Türkçemizde kullanılan "[B]feyiz[/B]" sözcüğü ile sözkonusu "[B]faiz[/B]" sözcüğü aynı kök harflerden türemiş sözcüklerdir.

[B]Riba ile fâiz[/B] arasındaki fark ise [B]riba[/B] olarak adlandırılan artma ,çoğalma ve şişmenin karşılıksız,risksiz olmasına karşın [B]fâiz [/B]olarak adlandırılan fazlalığın karşılığının ve riskinin olmasıdır.

"[B]Kâr"[/B] sözcüğü Farsça bir sözcük olup, "[B]gelir getiri vb[/B]" anlamındadır.

"[B]Zekât[/B]" sözcüğü, “ [B]üreme ve artma, arıtma[/B]” anlamındaki kök harflerden türetilmiş "[B]bir şeyin en iyi, en temiz, en düzgün hal[/B]i" anlamında bir sözcüktür.
Örneklersek;“[B]malın zekâtı[/B]”: “[B]Malın temizlenmesi, saf; arı-duru hale getirilmesi”[/B] anlamındadır ki, mü'minlerin yaşadıkları bağımsız devlete vermeleri gereken [B]vergidir[/B].
Bu vergi, müminlerin bağımsız bir devlet ortamında devletin kendisinden beklenen eğitim, öğretim, sağlık, iç-dış güvenlik, alt yapı işlerinin yapılması, dini hizmetlerin yerine getirilebilmesi, geleceğin güvence altına alınması, dinin ve bağımsız bir yurdun korunabilmesi ve tüm ibadetlerini özgürce yapmalarını sağlamaya yönelik olarak yapılması mutlak olan bir ibadettir.


Kur'an'da konumuz ile ilgili ayetlere baktığımızda "[B]faiz[/B]" sözcüğünün değil [B]"riba[/B]" sözcüğünün kullanıldığını görürüz.

Türkçemizde ise ikisi de Arapça olan sözcüklerden [B]"riba[/B]" değil "[B]fai[/B]z" sözcüğü kullanılmaktadır.

[B]Bakara Suresi[/B]:
275- O ribayı yiyen şu kişiler, şeytanın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, ”Alışveriş, [B]riba[/B] gibidir” demeleriyledir. Oysa ki, Allah, alışverişi helal, bu [B]ribayı[/B] haram kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah’adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte onlar ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır.
276- Allah, [B]ribayı [/B]yok eder, sadakaları da artırır. Allah, tüm aşırı nankör ve günahkar kimseleri sevmez.
277- Şüphesiz iman eden ve salihatı işleyen, salâtı ikame eden ve zekâtı veren kişilerin Rabbleri katında mükâfatları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku yoktur, onlar üzülmezler de.
278- Ey iman etmiş kimseler! Eğer müminler iseniz, Allah’a takvalı davranın ve [B]ribadan[/B] kalanı bırakın.
279- Artık böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve elçisinden size savaşı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız.
280- Eğer o (borçlu), darlık içindeyse, kolaylığına kadar mühlet! Eğer biliyorsanız, sadaka olarak vermeniz, sizin için daha hayırlıdır.
281- Ve kendisinde Allah’a döndürüleceğiniz güne takvalı davranın. Sonra da herkes kazancını tastamam alır. Ve onlar zulmedilmezler.

[B]Âl-i Imran Suresi:[/B]
130- Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak [B]ribayı[/B] yemeyin. Felâh bulmanız için Allah'a takvalı davranın.

[B]Nisa Suresi[/B]
160, 161– Sonra da Yahudileşen kimselerden olan zulüm, onların birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları hâlde riba almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri haram kıldık. Ve onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık.

[B]Kur'an'da er ribanın yasaklanış nedenleri de belirtilmiştir:[/B]

[B]Necm Suresi:[/B]
39 - Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başka şey yoktur.

[B]Bakara Suresi:[/B]
188 - Aranızda mallarınızı da batıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını, bilerek ve günah ile yemek için, hâkimlere aktarmayın.

[B]Nisa Suresi:[/B]
29- Ey iman etmiş kişiler! Mallarınızı kendi aranızda yaptığınız ticaret şekli hariç olmak üzere, aranızda haksız yolla yemeyin, kendilerinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size çok merhametlidir.


[B]Bakara Suresi:[/B]
268- Şeytan, sizi fakirlikle korkutur ve size aşırılığı emreder. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan vaat eder. Ve Allah Vâsi’dir , en iyi bilendir.

[B]Bakara Suresi:[/B]
195– Ve Allah yolunda İ[B]NFAK[/B] yapın, ellerinizi /ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve iyileştirin, güzelleştirin. Şüphesiz Allah, iyileştirenleri, güzelleştirenleri sever.

[B]Allah, mal ve servetin, toplumda belli bir zümrenin kontrolünde bulunmasını da istememektedir[/B]:

[B]Haşr Suresi:[/B]
7, 8- Allah'ın, o kent halkından, Resulüne verdiği ganimetler, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşmasın diye Allah'a, Elçi’ye, yakınlık sahiplerine; göç eden fakirler -ki onlar, Allah’ın lütuf ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'a ve Elçisine yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir-, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah’a da takvalı davranın. Şüphesiz Allah, kovuşturması çok çetin olandır.

[B]Alışveriş sonucu doğan Kâr ile Riba karşılaştırması:
[/B]

[B]İlk aşamada;[/B]

[B]Alışveriş yaparak kazanç sağlamayı planlayan kişi[/B], önce bir malı satın alarak o malın sahibi olur.

[B]Riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişi ise,[/B] sahibi bulunduğu para veya malı ödünç vermek için, bu para veya mala ihtiyaç duyan bir başka kişiyi arar veya ihtiyaç sahibinin, kendisini bulmasını bekler.

[B]İkinci aşamada;[/B]

[B]Alışveriş yaparak kazanç sağlamayı planlayan kişi, [/B]sahibi olduğu malın alış fiyatı üzerine, elde etmeyi düşündüğü kârı ilâve ederek bir satış fiyatı belirler. Bu kâr içinde, malın alışından itibaren yaptığı masraflar ile kişinin yaptığı bu hizmet karşılığı kendisine değer biçtiği ücret vardır.

[B]Riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişinin ise[/B], belirlediği riba miktarına kaynak olacak ne bir masrafı ne de değer biçeceği bir hizmeti vardır. O sadece, kendisi gibi ribadan kazanç sağlayanlarla birlikte belirlediği riba miktarını ödünç isteyene bildirir.

[B]Üçüncü aşamada;[/B]
Alışveriş yaparak kazanç sağlamayı planlayan kişi malını, kendi belirlediği fiyata göre değil de iradesi dışında piyasada oluşan fiyata göre satmak zorundadır.

[B]Riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişi ise[/B] sözleşmesini, kendi belirlediği riba miktarı üzerinden yapar.

Görüldüğü gibi, alışveriş yaparak kazanç sağlamayı planlayan kişi ile riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişi, yukarıdaki aşamaları farklı davranışlarda bulunarak geçirirler ve farklı sonuçlar elde ederler:

[B]Alışveriş yaparak kazanç sağlamayı planlayan kişi[/B], eylemli olarak gerçekleştirdiği iki hukukî işlemle, söz konusu malı üreticiden alarak tüketiciye ulaştırır. Bu kişinin belirlediği kâr, verdiği hizmete karşılıktır ama garanti değildir, risk altındadır.

[B]Riba doğuran işlemlerden kazanç sağlamayı planlayan kişi ise[/B], sözleşme imzalamak suretiyle eylemsiz yaptığı bir hukukî işlemle, herhangi bir masraf ve hizmet karşılığı olmadan belirlediği fazlayı, vade süresince almayı sürdürür. Riski; ödünç alanın ödeyemez duruma gelmesidir ki bu ahval de muhtemelen önceden düşünülmüş ve risk, rehin veya kefil yoluyla bertaraf edilmiştir.

Alışveriş ile riba doğuran işlemler arasındaki bu çok önemli farklar, sadece ticarî alanda değil, sanayi ve tarım sektörlerinde emek harcanarak yapılan üretim faaliyetleri için de söz konusudur. Yani kol gücü ve beyin gücü konularak meydana getirilmiş bir üretimin satışından elde edilen kâr ile, borç para vererek borçlunun serveti, emeği üzerinden sağlanan fazla, bir tutulamaz.

Yukarıda sayılan farklar, bir cümle ile ifade edilmeye çalışılsa, şunu söylemek mümkündür: Alışverişteki, sanayideki, tarımdaki emek; “yapıcıdır” ve bu emek karşılığı elde edilen kâr helâldir, riba doğuran işlemler sonucu elde edilen fazla ise; “yıkıcıdır” ve bu yolla sağlanan kâr haramdır.

Rabbimizin yasakladığı “er riba”; herhangi bir masraf veya hizmet karşılığı olmadan alınan, yani ödeyenin kazancına risksiz bir şekilde ortak olmak anlamına gelen ribadır. Başka bir söyleyişle Rabbimiz, “[B]karşılıksız”[/B] ve “[B]risksiz”[/B] olan “[B]fazla”[/B]yı yasaklamıştır.

Değerli Galipyetkin kardeşim,
Bu açıklamalardan sonra sorunuza geçecek olursak;
[QUOTE]"...Ancak, “er riba” faize indirgenemez. [/QUOTE]

Riba sözcüğü karşılıksız ve risksiz fazlalık olup karşılığı ve riski olan fazlalıkla aynı değildir.

[QUOTE]Çünkü yukarıda saptadığımız gibi Rabbimiz faizi değil, “karşılıksız” ve “risksiz” fazlayı yasaklamıştır. [/QUOTE]

Fâiz/artan fazlalık karşılığı ve riski olan alışverişlerimiz sonucu oluşmuşken riba/fazlalık artış, emeksiz,karşılıksız ve risksiz işlemlerden doğmuştur.

[QUOTE]Dolayısıyla Müslümanların, sadece faizden uzak durup da, “er riba” kapsamına giren diğer karşılıksız fazlaları yemek gibi kendi kendilerini kandırma sapkınlığına düşmemeleri lâzımdır."[/QUOTE]

Müslümanlar, enflasyon ya da devalüasyon kavramlarını bilmeden banka ya da başka birilerine nakit olarak verdikleri fâizden/artıştan -[I]ki, enflasyon ve devalüasyon varsa kesinlikle fâiz/artış olmaz[/I]- kaçarak emeksiz ve risksiz karşılıksız edinimleri yani ribayı yeme sapkınlığına düşmektedirler.

[QUOTE]Üç ayrı cümle olarak verdiğim yazıda birinci cümlede "er riba" faize indirgenemiyeceğine göre faizden üstün bir durum arz eder.[/QUOTE]

Er ribanın fâize indirgenemezden kastım riba ve fâiz ikilisinin aynı seviyede düşünülmemesi yönündedir. Amacım, ribanın fâiz gibi olmadığına vurgu yapmaktır. Çünkü birincisi emeksiz,karşıkısız, risksiz fazlalık iken, diğeri emek,karşılık ve riskin olduğu fazlalıktır.

[QUOTE]"Çünkü" ile bağlanan ikinci cümlede ise faizi değil de, "karşılıksız ve risksiz" fazlalık gösteren "riba"nın yasaklandığı ima edilerek bu sefer de yasak olmayan faiz üstün bir konuma getirilmiştir.[/QUOTE]

Mü'minler için emekten doğan fazlalık, emeksiz,risksiz ve karşılıksız doğan fazlalıktan daha üstündür. Birincisinden doğan kâr/getiri helal ikincisinden doğan kâr/getiri ise haramdır.

[QUOTE]Ve "dolayısı ile" diye başlayan netice cümlesi olan üçüncü cümleyi nasıl ve bu nasılı neye göre yorumlayacaksınız?[/QUOTE]
Değerli Kkardeşim,
Yazılı iletişimde kullandığımız kavramları açıklama gibi bir alışkanlığımız olmadığından yazan ile okuyan kişiler arasında her zaman sözcüklere yüklenen kavramlar nedeniyle iletişim sorunu yaşanabiliyor.

Sözlü iletişimin, yazılı iletişimden daha iyi olduğunu düşünüyorum. İnşaAllah RAbbim nasip eder de yüzyüze konuşur konuları müzakere eder ve birbirimizden yararlananlardan oluruz.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle,
Allah'a emanet olunuz.

dost1 25. March 2015 02:24 AM

Selamun aleyküm, Değerli Araştıran kardeşim,

[QUOTE=Araştıran;20047]Ben ribayı şöyle anlıyorum:benim bin liram var ve bu parayla bin liralık salça alabiliyorum ama salça almaktan vazgeçtim ve bu parayı kötü günler için biriktirim dedim ama seneye bi baktım ki atıyorum aynı salça iki bin lira olmuş bu durumda zarara geçtim.Ama bu paranın koruma yolunu seçseydim aynı salçayı 2 binliraya alacaktım eğer riba yoluna gitseydim aynı salçayı 2 binliraya alıp üstüne para biriktirmiş olacaktım.Yani sizin dediğinize göre aynı salçayı alabilmek için koruma tercihim riba oluyor.Doğru anlamışmıyım?Benim anladığım riba ise aynı salçayı 2 binliraya alıp üstüne para artırmak yani 2 binliranın üstündeki para riba oluyor[/QUOTE]

Riba, emeksiz,karşılıksız ve risksiz olan artıştır,fazlalıktır.

Alışveriş yaparak kazanç sağlamayı planladıysanız, önce bir malı satın alarak o malın sahibi olacaksınız. 1000 lira değerindeki salçanın sahibi olarak sahibi olduğunuz 1000 liralık bu malın alış fiyatı üzerine, elde etmeyi düşündüğünüz kârı/getiriyi ilâve ederek bir satış fiyatı belirleyeceksiniz. Ancak,malınızı, kendi belirlediğiniz fiyata göre değil de iradeniz dışında piyasada oluşan fiyata göre satmak zorunda kalacaksınız. Kazanç sağlamak için bir eylemde bulundunuz. Salçayı üreticiden alarak tüketiciye ulaştırmak için çaba sarfettiniz.Aldığınız salçayı satmak için belirlediğiniz kâr, verdiğiniz hizmete karşılıktır ama garanti değildir, risk altındadır. İstenilen müslümanın alışveriş yaparak kazanmasıdır.

Riba/ emeksiz,karşılıksız ve risksiz olan artış,fazlalık şeklinde kazanç sağlamayı planlayan olsaydınız, sahibi bulunduğunuz para/1000 lira veya malı/salçayı ödünç vermek için, bu para veya mala ihtiyaç duyan bir başka kişi ya da kişileri arar ve elinizdeki para/1000 lira veya salçaya ihtiyacı olan kişi veya kişilerin, sizi bulmasını beklerdiniz. Elinizdeki para veya salçaya belirleyeceğiniz riba/emeksiz,karşılıksız ve risksiz olan artış,fazlalık miktarını hiçbir masraf etmeden,hiç bir emek harcamadan emeksiz olarak, bu türden benzer ribadan/emeksiz,karşılıksız ve risksiz olan artış,fazlalık kazanç sağlayanlarla birlikte belirleyeceğiniz riba/emeksiz,karşılıksız ve risksiz olan artış,fazlalık miktarını elinizdeki para/1000 lira veya salçaya ihtiyacı olan kişi veya kişilere bildireceksiniz ve isterlerse de sözleşmesini, kendi belirlediğiniz riba/ emeksiz,karşılıksız ve risksiz olan artış,fazlalık miktarı üzerinden yapacaksınız.
Sözleşme imzalamak suretiyle emeksiz, herhangi bir masraf ve hizmet karşılığı olmadan belirlediğiniz fazlalığı, vade süresince almayı sürdüreceksiniz. Ödünç alanın ödeyemez duruma gelebilmesi olasılığına karşılık doğacak riski de , rehin veya kefil yoluyla gidermiş olacaksınız.

1000 liranızı alışveriş ya da riba türü bir gelir elde etmek istemeyip gerektiğinde kullanırım diye yıllık yüzde 12 getiri ile bankaya yatırdığınız. Bu 1000 liranız yıl sonunda 120 lira artışla 1120 lira oldu. Yaşadığınız memlekette yıllık yüzde 12 enflasyon olduysa paranızda bir değişim yaşanmadığı için bir fazlalık oluşmadı. Enflasyon olmasa 120 liralık bu artış emeksiz,risksiz , karşılıksız artış olması nedeni ile riba olacaktı. Enflasyon yüzde 6 olsa 60 liralık artış emeksiz, risksiz ,karşılıksız fazlalık yani riba olacaktı.

Değerli kardeşim varsayımdan çıktığımız bu örneklemeyi görüyor musunuz? Alışverişden doğacak kar/getiri fazlalık risk altındadır. Alışverişten doğmayan kar/getiri fazlalık ise emeksiz, risksiz ve karşılıksızdır. İlki helal iken ikincisi ribadır/emeksiz,karşılıksız ve risksiz olan artış,fazlalıktır ki, haramdır.

İslâm’da emeksiz,karşılıksız ve risksiz olan artışlar, fazlalıklar,haramdır. İslâm iktisat düzeninde emeksiz,karşılıksız ve risksiz olan artışlar fazlalıklar da, emeksiz,karşılıksız ve risksiz olan artıştışlara, fazlalıklara dayalı banka ve benzeri kurumların da yeri yoktur. İslâm iktisadında finansman sorunları, özellikle ortaklıklarla çözümlenir. İslâm, ortaklığın her türünü övmüştür. İslâm toplumlarında, ticaret yapmak, mal ve hizmet üretmek için küçük birikimlerle ortaklık yapma yolları araştırılmalıdır. İyi müslümanın ise, büyük birikimi zaten olmaz.” İhtiyaç dışı fazlalığını sürekli infak eden olur.

Ne yazık ki, günümüzde enflâsyon sebebiyle zarara uğranılacağından korkularak, müslümanlar arasındaki ödünç verme işlemlerinde yabancı para, kıymetli maden veya eşya cinsinden ölçüler kullanılmaktadır. Zarar etmekten korkan borç veren belki kendini bu yolla enflâsyondan korumaktadır ama bu korumayı borçlu karşılamakta, bu kez enflâsyondan zarar gören borçlu olmaktadır. Bir başka deyişle, borçludan daha kuvvetli olan borç veren, çarpık ekonominin ceremesini zaten güçsüz olan borçluya ödettirmektedir. Böyle bir davranışın, Rabbimizin “[B]Eğer o (borçlu), darlık içindeyse, kolaylığına kadar mühlet! Eğer biliyorsanız, sadaka olarak vermeniz, sizin için daha hayırlıdır[/B].” şeklinde ifade ettiği sözlerine pek uymadığı ortadadır. Çünkü Rabbimiz bu ifadesi ile; Müslümanların, gerekirse kardeşleri için zararı göze almaları gerektiğini bildirmektedir. Buna göre Müslümanların, zarara uğrama korkusuyla bu gibi davranışlarda bulunmamaları, hele hele daha kötü bir davranışa yönelerek borç vermekten vazgeçme gibi bir ilke edinmemeleri gerekmektedir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle,
Allah'a emanet olunuz.

bartsimpson 25. March 2015 09:15 AM

halukgta'dan
Alıntı:
Ali İmran 130: Ey inananlar, KAT KAT RİBA YEMEYİN, Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz. ( Süleyman Ateş)

[QUOTE=galipyetkin;20033]halukgta'dan

O halde RİBA YEMEK HELALdir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.[/QUOTE]

Bir soru da benden Riba'nın kaç katı haram kategorisine girer???

bartsimpson 25. March 2015 09:37 AM

Bankaların verdiği tüm krediler.

“karşılıksız” ve “risksiz” fazla kategorisine girer merak eden bankacılık sistemini araştırsın.

karşılıksız = bankaların verdikleri kredilerin tümünün TL karşılığı yoktur. dijital rakamlar alıp borçlanıyorsunuz. bknz. munzam karşılık kavramı.

Kısaca piyasaya 1.000.000.TL kredi verebilmen için bunun Max. %10 TCMB'de karşılığı olmalı.

Ne güzel TCMB'ye 100.000.TL yatır 900.000.TL olmayan para üzerinden karşılıksız kazanç sağla. bu kaç kat riba oluyor acaba..

risksiz = hiç bir banka karşılıksız kredi vermez ya aldığın mal ya da eşya kadar ipotek yersin yada maaşına haciz...

Verilen kredilerin geri dönüşüm (geri dönmeme) riski yaklaşık %10-12 arasındadır. İşin garibi bu oran muhasebe olarak görev zararı yazılıp vergiden düşülebiliyor.

Hani banka kredilerine alınan faiz riba değildi.

paranın olduğu yerde din olmaz....

galipyetkin 3. April 2015 01:58 PM

Dostum bartsimpson.

Evvelki sahifede, hepsi "artma" olduğundan Riba-Zekât-Faiz-Kâr arasındaki farkı ne olduğunu sormuştum. Hepsi artmayı anlatmasına rağmen,aralarında bir fark olmasa bunlara ayrı ayrı adlar verilmezdi. Kimse buna dokunmadı, cevaplamadı.
Eğer bir üretici iseniz, yeniden üretip ondan gelir elde edinceye kadar geçecek zaman dilimi içinde ihtiyacınız olan GEÇİM/İHTİYAÇ giderlerinin yanında üretim masraflarını da o ürettiğinizin satımından elde edeceğiniz bedel ile karşılamalısınız. Fazlasını "zekât" olarak vereceksiniz.

Şimdi bu verdiğim üretici misalinde, üretici ürettiğini ihtiyaç sınırları içerisinde satar ve o oranda kazanırsa bu işlem ticaret değil de mal değişimi, ufak çapta alış-veriş ise elde edilene, ihtiyaçtan ötesi bu fazlaya (ticarette kâr) riba denir. Kedisine yontmadığından, karşındakini kazıklamadığından bu "iyi/helâl riba"dır. İşte karşınızdakini kazıklayarak elde ettiğiniz, "iyi/helal riba" miktarından fazla olarak aldığınız kısım ise "kötü/haram riba"dır; "kat-kat riba"dandır.

Biz, yukarıda izah ettiğimiz gibi "riba"yı herkesin bildiğinin aksine yalnızca "kötü/haram" olarak değil, "iyisinin/helalinin" de olduğu iddiasındayız. Fakat riba olayını yalnızca bankacılık, tefecilik olayı içine hapsederseniz içinden çıkamazsınız.

Bakın; Bakara-276. ayet meali şöyledir:"Allah ribayı (riba gelirini) mahveder, sadakayı (sadaka gelirini) ise artırır............"
Burada "artırır" kelimesinin ayette geçen Arabça karşılığı "riba"dır. Arabça bilseniz de bilmeseniz de transkrıpsiyonundan da (YemhakullâhurRiba ve yurbis Sadakat) anlayabilirsiniz ki "artırır" denilen kelimenin karşılığı (yurbis) "ribalandırır" dır. Öyle ise birinci cümlede Allah ribayı mahvettiğine göre ikinci cümlede nasıl oluyor da sadakayı ribalandırıp da mahvetmiyor, tam tersine artırıyor?

Hani "riba" haramdı? Haramsa neden hem de sadakayı haramlaştırmıyor, mahfetmiyor da ribalandırıyor/artırıyor?

Ama Bakara-275. ayete bakarsanız "riba" haram kılınmış ve de Allah bunun yanında da "alış-veriş" helal kılınmıştır ifadesine neden lüzum duymuştur? Daha doğrusu ne anlatmak istemiştir?

Saygılarımla.
Galip Yetkin

dost1 4. April 2015 12:10 AM

Selamun aleyküm, değerli kardeşlerim,

Kur'an'da "riba" sözcüğünün de türetildiği "artmak,fazlalaşmak,gelişmek,şişmek,kabarmak vb." anlamındaki kök harflerden türetilmiş ayetler vardır.

Galipyetkin kardeşimizin dikkat çektiği ayette birincisi [B]er riba[/B]/belirli olan artış - ki, bu belirlilik karşılıksız, emeksiz risksiz elde edilen artıştır. diğeri ise belirli olmayan [B]riba[/B]/artış - ki, bu artış emeksiz,karşılıksız, risksiz olmayan artıştır.

Ku'an'da bununla ilgili ayetlerden bir kısmını paylaşacağım.

[B]Kabarmak,büyümek anlamında.[/B]

22;5:”… ve [B]rabet[/B] ve embetet min kulli zevcim behîc.”
41;39:”… ve[B] rabet[/B], innellezî ahyâhâ lemuhyil mevtâ, innehû alâ kulli şey'in gadîr. “

[B]Kabarma,taşma anlamında.[/B]

13;17: Enzele mines semâi mâen fesâlet evdiyetum bigaderihâ fahtemeles seylu zebeder [B]râbiyâ[/B], ve mimmâ yûgıdûne aleyhi fin nâribtiğâe hılyetin ev metâın zebedum misluh, kezâlike yadribullâhul hagga vel bâtıl, feemmez zebedu feyezhebu cufââ, ve emmâ mâ yenfeun nâse feyemkusu fil ard, kezâlike yadribullâhul emsâl.

[B]Çoğalma anlamında.[/B]

16;92: Ve lâ tekûnû kelletî negadat ğazlehâ mim bağdi guvvetin enkâsâ, tettehızûne eymânekum dehalem beynekum en tekûne ummetun hiye [B]erbâ [/B]min ummeh, innemâ yeblûkumullâhu bih, ve leyubeyyinenne lekum yevmel gıyâmeti mâ kuntum fîhi tahtelifûn.

[B]Emeksiz,karşılıksız,risksiz artma, çoğalma,şişme ile emekli,karşılıklı,riskli artma,çoğalma,şişme vb anlamlarda[/B]

30;39: Ve mâ âteytum mir ribel [B]liyerbuve [/B]fî emvâlin nâsi felâ [B]yerbû[/B] ındallâh, ve mâ âteytum min zekâtin turîdûne vechallâhi feulâike humul mud'ıfûn.

2;276: Yemhagullâhu[B]r ribâ[/B] ve [B]yurbis[/B] sadegât, vallâhu la yuhıbbu kulle keffârin esîm.
2.275 - Ellezîne yeé'kulûner ribâ lâ yegûmûne illâ kemâ yegûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel mess, zâlike biennehum gâlû innemel bey'u mislu[B]r ribâ,[/B] ve ehallallâhul bey'a ve harrame[B]r ribâ[/B], femen câehû mev'ızatum mir rabbihî fentehâ felehû mâ selef, ve emruhû ilallâh, ve men âde feulâike ashabun nâr, hum fîhâ halidûn.

2.278 - Yâ eyyuhellezîne âmenuttegullâhe vezerû mâ begıye mine[B]r ribâ [/B]in kuntum mué'minîn.
3.130 - Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ teé'kulu[B]r ribâ[/B] ed'âfem mudâafeh, vettegullâhe leallekum tuflihûn.

4.161 - Ve ahzihimu[B]r ribâ[/B] ve gad nuhû anhu ve eklihim emvâlen nâsi bil bâtıl, ve ağtednâ lilkâfirîne minhum azâben elîmâ.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle,
Allah'a emanet olunuz.
__________________

bartsimpson 6. April 2015 10:37 AM

[QUOTE=galipyetkin;20069]
Eğer bir üretici iseniz, yeniden üretip ondan gelir elde edinceye kadar geçecek zaman dilimi içinde ihtiyacınız olan GEÇİM/İHTİYAÇ giderlerinin yanında üretim masraflarını da o ürettiğinizin satımından elde edeceğiniz bedel ile karşılamalısınız. Fazlasını "zekât" olarak vereceksiniz.

Şimdi bu verdiğim üretici misalinde, üretici ürettiğini ihtiyaç sınırları içerisinde satar ve o oranda kazanırsa bu işlem ticaret değil de mal değişimi, ufak çapta alış-veriş ise elde edilen bu fazlaya (ticarette kâr) riba denir. Kedisine yontmadığından, karşındakini kazıklamadığından bu "iyi/helâl riba"dır. İşte karşınızdakini kazıklayarak elde ettiğiniz, "iyi/helal riba" miktarından fazla olarak aldığınız kısım ise "kötü/haram riba"dır; "kat-kat riba"dır.[/QUOTE]

Sevgili galip ağabey...

düşündüm düşündüm ama bayağı düşündüm...

yukarıda yazdığınız örneklemeye uygun günümüze uygulanabilecek bir ekonomik model bulamadım...

çiftçi tohumu $ kurundan alır, zirai ilaci $ kurundan alır, mazotu $ kurundan alır...

garibim der ki "ben bu sene domat ekeyim (azıcık bilgisi ile) $ kuru şu olur, bu kurdan mal alır, şu kurdan da ürünü kar koyup satarsam... eh elime geçen para ile oğlanı yaza everiririz gari".

tarlayı eker, sular masrafı yapar sabah bi kalkar bakar birileri ekonomi bakanı ile kapışmış $ olmuş bilmem me. TL %15-20 develüe olmuş.

bu çiftçi aşağıdakilerden hangisini yapar;

a) başlarım böle işe der çiftçilikten istifa eder.
b) zararın neresinden dönsem kardır der ürünü yok pahasına satar.
c) ürünü dereye döker ve hükümeti protesto eder.
d) ürünü tarlada yakar.
e) tefeci kabzımalların eline düşer onların ırgatı olur. ne paraya ne verirlerse o paraya üretim yapar.

yukarıdaki örnek birkaç değişiklikle hemen her sektöre uyarlanabilir.

belki yazdıklarım konu ile biraz alakasız gelmiş olabilir ama yukarıda hani "makul" kar ve "kazıklamadan" yapılan ticaretten bahsettik...

makul kar nasıl elde edilebilir göstergesi ve oranı nedir?
tüketici kazıklanmadan nasıl mal satılır?
ya da kazıklanmanın oranı ve ölçüsü nedir. (mesela sezonda 380TL satılan bir ayakkabının sezon sonunda indirimli 80TL satılması tüketiciyi kazıklamak mıdır?)

dedim ya ağabey paranın olduğu yerde din olmaz...

ekonomi, iktisat vb. hepsi şeytan ilimi, borsa ve merkez bankaları karargahları, ticaret hukuku, bankacılık kanunu vb. yazıtlar kutsal kitapları, bunları savunan ve çığırtkanlığını yapanlar da şeytanın avukatları...

Onlar çalaaaar biz oynaaar.

galipyetkin 6. April 2015 12:31 PM

Saygın bartsimpson.

Sayın arkadaşım. Sen bana bu gün altında yaşadığımız 'emperyalist kapitalizmin' etkilerinden bahsediyorsun. Millet memnun ki, bu sistemi tatbik edenleri iktidarda tutup "bizi yönet" diyorlar. Sonra da milletin %90'ı müslüman, müslüman da değil "inanmış/inançlı" diyorlar. Müslüman kelimesinin anlattığı mânâ belli; ya "inanan"ın veya "inançlı"nın?
Hiç düşündün mü İbrahim Peygamber'in beyti neden bekkede idi? Toplum içinde yaşamak varken neden havralar, manastırlar kuruldu hem de kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde? Meselâ: Sumela Manastırı ve Kapadokya'daki yeraltı şehri vs.. Neden Musa Peygamber kavmini 40 yıl çöllerde dolaştırdı? Kaçtıkları şey ne idi?

Uygulanan sitemi beğenmiyorsanız ve gücünüz yetiyorsa değiştirin! Hem de hemen.
Ama konu bu değil.

Bu sistemde olsa bile konu YASAL İHTİYAÇ MİKTARInı aşmayacak şekilde planlama yapmak ve diğer kişileri (ve de hatta hayvanları dahi çok çalıştırıp az yem vermek gibi) mağdur durumda bırakmamak,"kıst" üzere hareket etmek, böylece "riba"da(edilecek kârda) hakkı aşmamak ve "zekât"a girmemek, aksi takdirde zekâtı vermek.
İşte zekât olarak vermeyip de iç edilen kısım "kat kat riba"dır.

[B]“Müminler, mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin; karşılıklı rızaya dayalı bir ticaretle olursa yiyebilirsiniz.” (Nisa 4/29)[/B]

Saygılarımla.
Galip Yetkin

bartsimpson 7. April 2015 04:29 PM

[QUOTE=galipyetkin;20076]Hiç düşündün mü İbrahim Peygamber'in beyti neden bekkede idi? Toplum içinde yaşamak varken neden havralar, manastırlar kuruldu hem de kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde? Meselâ: Sumela Manastırı ve Kapadokya'daki yeraltı şehri vs.. Neden Musa Peygamber kavmini 40 yıl çöllerde dolaştırdı? Kaçtıkları şey ne idi?[/QUOTE]

Özellikle Kapadokya'yı gördükten sonra, ben can ve mal korkusu olarak düşünmüştüm ama...

Bozulmama ve etkilenmeme için toplumu izole etmenin de sakıncaları var...

O zaman da düşüncenin önünde duramazsınız...

Ben hala Lidyalılara sövenlerden tarafım...

Saygılarımla


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:39 PM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam