hanifler.com Kuran odaklı dindarlık

hanifler.com Kuran odaklı dindarlık (http://www.hanifler.com/index.php)
-   Kendinizi Tanıtın (http://www.hanifler.com/forumdisplay.php?f=25)
-   -   Iki numaralı mahkeme (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=4005)

Hasan Akçay 31. October 2017 06:48 AM

Iki numaralı mahkeme
 
Bu anlattıklarımı
fotoğraflı olarak
kitap haline getirdim.

İÇİNDEKİLER

3- Önsöz
8- Sürü psikolojisi
14- Yine alarm
17- Dünyayı ele geçiren uzaylılar
22- Güler misin ağlar mısın?
29- Dayak
32- Aydemir’in kıyağı
34- Tüneğinde vurulan tavuk
36- Ne değişti?
37- Nasreddin hoca darbe yapıyor
38- Tutuklandık
39- Tutuklu yemeği
40- Fısıltı gazetesi
41- O ak saçlı var ya o ak saçlı
42- Nazik eller
43- Duruşma salonu
45- Mahkeme kurulu
47- Mahkemede ifade verdik ama...
51- Kahkahalar
52- Yargıç şakası
55- Erkek general
57- Satılmış saldırganlar
59- Benim suçum büyük

Tanıklar
60- Binbaşı Eroğlu
61- Binbaşı Güven
65- General Hazer
66- Albay Özdemir
70- General Özkan
71- Albay Elverdi
75- General Tuncay

77- Bu ne biçim liste?
78- Ben ceza almaya razıyım
81- Yaktın bizi ey başlık

Söz savunmanın
81- Ethem Baykara: Yanlış kişileri yargılıyorsunuz
82- Hasan Akçay: Gerçeği tanıklar söyledi

83- Bir büyük boşlukta bozuldu büyü
84- Hain, ölü, şehid
85- Savcının esas hakkındaki görüşü
87- Ne ağlıyorsunuz len inekler?
89- Gerekçe
90- Kumpas mıydı ihmal mi?
91- Üniforma
93- Densiz
94- Uyum
95- Bir molla kâsım gelir
96- Kader?
97- Darbe bana ne öğretti
98- Darbeler kişisel çıkarlar için yapılıyor



ÖNSÖZ

Kanla, irfanla kurduk biz bu [B]cumhuriyeti[/B]
Cehennemler kudursa ölmez nigehbanıyız

(Nigehban: koruyan, muhafız)

İKİ NUMARALI MAHKEME 1963 yılının yaz aylarında Kara Harb Okulunda çalıştı,
harb okulu öğrencilerini yargıladı
ve İsmet İnönü hükümetini silah zoruyla devirmeye kalkışmaktan
75 Harb Okulu öğrencisini dört yıl ikişer ay hapis cezasına çarptı.

Bir de Bir Numaralı Mahkeme vardı
ama o, Mamak'ta çalıştı
ve darbe girişiminde ele başılık eden harb okulu öğrencileri ile
emekli albay Talat Aydemir ve emekli binbaşı Fethi Gürcan gibi darbeci subayları yargıladı.
Bu iki subay ölüm cezasına çarpıldı, asılarak idam edildi.

İKİ NUMARALI MAHKEME Mamak'takilerin değil,
harb okulu'nda yargılanan "bin dört yüz elli dokuz Harbiyeli"nin öyküsüdür,
duruşmalar sırasında tuttuğum notların üstüne kurulmuştur.

Olayın henüz dumanı tüterken yazılan notlar bu günlerden o günlere değil,
o günlerden o günlere bir bakıştır. Örneğin "darbeciler başarsaydı Suriye'ye
benzerdik"ten kasıt o dönemin Suriye'sidir.

Ben bin dört yüz elli dokuz harbiyeliden biriyim.

24 Haz 1965 tarihli Akşam gazetesinde
Çetin Altan
onların davranışını
"çocuksu iyi niyet"e yorar ve devam eder:

[I]Eminim ki onlar bu alandaki acemiliklerini meseleler ortaya çıktıkça
yeni yeni sezmektedirler. Eksikliklerini ve hatalarını yeni yeni görmek-
tedirler. İhtilal kavramının ne demek olduğunu[B]*[/B] yeni yeni anla-
maktadırlar.

Ama Türkiye'de hiç kimse
acemiliğini onlar kadar ve o yaşta ödememiştir.[/I]

Gerçekten öyleydi, bıyığı yeni yeni terlemeye başlayan birer
çocuktuk. Ülkenin yazgısıyla oynayan koca koca adamlar
değildik ama hani filler tepişirken çimler ezilirmiş ya
bazı koca koca adamlar kendi siyasi oyunlarını oynarken
ayaklar altında biz kaldık.

"Harbiyeli aldanmaz" diye göğsümüzü şişire şişire aldandık,
hüngür hüngür ağladık ve kahkahalarla güldük çocukça ve iyi
niyetle.

İlhan Selçuk ise 17 Aralık 1964 tarihli Cumhuriyet gazetesinde
"bazı tarih gerçeklerinin üstüne ışık serpmek"ten söz ediyor:

[I]Devlet bakanının bu iki yönlü cevabının üstünde de dikkatle
durmak isteriz. Çünkü:

1. Eğer millî emniyet başkanı görevini yapmadıysa lastikli söz-
lerle değil kesin olarak açıklanmalıdır.

2. Eğer millî emniyet başkanı 21 Mayıs hareketini başbakana
ulaştırmışsa ortaya bir ikinci dava çıkıyor. 18 Mayıs gününden
21 Mayıs gününe kadar -üç gün- ihtilali önlemek için ne gibi
tedbirler alınmıştır?

Bu soruların cevabı yalnız bazı tarih gerçeklerinin üstüne ışık
serpmekle kalmıyacaktır. Bin beş yüz genç harbiyelinin kaderi-
ni değiştiren ve onları genç yaşlarında boşlukta bırakan bir
büyük olayda sorumluların görevlerini yapıp yapmadıklarını or-
taya koyacaktır. [/I]

İyi güzel de o gerçeklerin üstüne kimin feneri tutulacak? Sa-
nırım olaya bir de ayaklar altında kalan o "çocuk"ların gözüyle
bakmakta yarar var.

Belki bu anlattıklarım o işi yapar, öyle ki okunduğunda
kulaklara o çocukların ağlama sesleri ve kahkahaları gelir.

Ve inşallah bir gün
tam demokrasi
ülkemizde yerleşir; bu öykü, masal olur.

____________________________________________________________

*İhtilal = devrim. Atatürk devrimleri birer ihtilaldir.

İhtilali [B]millet[/B] yapar,
örneğin bağımsızlık savaşını kazanan millet meclisinin
cumhuriyeti kurması ihtilaldir.

Darbeyi ise [B]eşkıya[/B] yapar,
örneğin inanç açısından talibana ters düşmeyenlerin
tek adam yönetimini kurmaları darbedir.

Kullanılan silahların farklı olması
bu gerçeği değiştirmez.

[U]İktidar olmak[/U] için
askerin tankını tüfeğini kullanan albaylar da
"minareler süngümüüüz!" diyen imamlar da
eşkıyadır, silahlı zorbadır.

Zorbalığın lüzumu yok,
bir devlette iktidara gelmenin tek yasal yolu
özgür seçimlerdir.
Tank, tüfek, minare, süngü değil.
_______________________________________________________


1 yıl önce
SÜRÜ PSİKOLOJİSİ[B]*[/B]

22 Şubat 1962, Perşembe.
Akşam 19.00 gibi aniden alarm verildi,
iç avluya koştuk.

"Nolmuş, nolmuş?"
"Darbe olmuş."
"İnönü’yü öldürmüşler!"
"Eyvaaah!"

Çok üzüldük
İçimizde ağlayanlar, dövünenler vardı.

Tabur komutanımız
binbaşı Ahmet Eroğlu geldi,
çevresini sardık.
"Binbaşım, biz napıcaz?"

Bi dakka çocuklar.

İç avlunun orta yerinde
üstü tahtalarla kapatılmış kuru bir havuz vardı,
biraz yüksekçe olduğu için tekmiller orda alınırdı.
Tabur komutanımız oraya çıktı.

[I]Dinleyin! Daha önce size söylemediğim şeyler oluyor Türkiye'de.
Söylemedim çünkü istedim ki
yalnızca derslerinize verin kendinizi. Ama şimdi vaktidir. Bazı
maceracılar hükümet aleyhine bir harekete kalkıştılar. Ben sizin
komutanınız olarak bu harekete katılmanızı istemiyorum.

Bizim milli şefimiz kimdir?[/I]

Sessizlik.
Aklımıza İSMET İNÖNÜ gelmedi
nedense.

Komutanımız devam etti:

İnönü! Evet, İnönü…
Bazı maceracılar bugün milli şefimize
karşı harekete geçtiler.

Binbaşı Eroğlu, "Milli şefimiz!" dedikce
biz hep birden "İnönü!" diye bağırdık
tıpkı stadlardaki gibi.

O amigoydu biz seyirci.

Adamcağız sözünün sonunu bir türlü getiremedi
ya da belki o da öyle yapmamızı istiyordu.

Milli şefimiz...
İnönü!
Milli şefimiz...
İnönü!
Milli şefimiz...
"İnönü!"

Sonra birden çatık kaşlı bazı abiler peydahlandı.
Komutanımızı tuttukları gibi karga tulumba götürdüler,
bize de ayar verdiler:

Naptığınızı sanıyorsunuz siz?
"Abi, İnönü’yü öldürmüşler!"
Yok öyle bişey. Ama gerekirse öldürülür. İhtilal bu.
"?!"

Evet, bu hareket İnönü hükümetine karşıdır.
"Abi, daha önce niye söylemediniz? Valla bilmiyoduk."
Ülkemiz Ata'mıza ihanet eden eyyamcılardan kurtulacak.
"Tamam abi, görev verin yapalım."
Tamam, şimdi sınıflarınıza çıkın. Bekleyin.

Sabaha kadar sınıflarımızda bekledik,
ha şimdi çağıracaklar ha birazdan çağıracaklar da ihtilal yapıcaz diye.
Bir türlü çağırmadılar. Öyle alındık ki.

__________________________________________________

[B]*[/B]Araştırmaların ortaya koyduğuna göre
bir topluluktaki kişilerin yaklaşık % 30'u çoğunluğa uymaktadır,
koyun gibi. O yüzden bu davranışı sağlayan ruh haline
[B]sürü psikolojisi[/B] (mob mentality, mob psychology) deniyor.

Bir odadaki yazı tahtasına 4 çizgi çizilmiş, 2'si aynı uzunlukta.

A _________________________________
B _________________________________
C ___________
D ________________

Odaya 7 kişi alınmış. "Hangi 2 çizgi aynı uzunluktadır?" diye
sorulmuş. Doğru cevabın A ve B olduğu açık ve nettir
ama 7 kişinin 6'sına "Aynı uzunlukta olanlar C ve D’dir" demeleri
önceden tembih edilmiş ve cevabı önce onlar vermişler. Denek
en sonra. Ve deneme farklı deneklerle tekrar tekrar yapılmış.

Sonuç: her 3 denekten 1'i çoğunluğa uyup "Aynı olanlar C ve D’dir"
demiş. Yaklaşık % 30.

Az önce "yaşasın filanca" diye bağıran aynı insanlar
az sonra "kahrolsun o filanca" diye bağırırlar
çünkü içinde bulundukları topluluğa uymaktadırlar,
topluluk öyle yapıyor.

General Osman Pamukoğlu disiplinle ilgili bir soruya verdiği cevapta
"topluyken kritiktir" diyor. Kastettiği her halde budur.

How to avoid [B]mob mentality[/B]
[url]https://www.webmd.com/mental-health/what-is-a-mob-mentality[/url]
Sürü psikolojisi nasıl önlenir:

-İnsanları ve görüşlerini önemseyip kâle alın.
-Topluluğun açığa vurmadığı kuralları ya da sanıları görüp çözümleyin.
-Sizin de ön yargılarınız olabilir, onları çekinmeden kabul edin.
-Karar verme alıştırmaları yapın.
-Dürüst insanları ya da itiraz edenleri cezalandırmayın.

-Emphasize including people and their points of view.
-Identify and analyze unspoken rules or assumptions within your group.
-Regularly acknowledge any biases you may have.
-Practice decision-making.
-Don’t punish people who are honest or disagree.
__________________________________________________


1 yıl sonra
YİNE ALARM

1962-1963
okul yaşantımın son ders yılı olacaktı.
Yıl sonu sınavları yapılıyordu.

Sınavlar
bir hafta önce başlamıştı,
bir hafta sonra bitecekti.

24.00'e kadar sınıfta ders çalışma izni vardı.

Arkadaşların çoğu o vakte kadar çalışıyordu
ama benim tarzım yıl içinde düzenli çalışıp yıl sonunda rahat etmekti.
Onun için her zamanki gibi 20 Mayıs 1963 Pazartesi akşamı da
22.00'de yattım.

Yenice uyumuşum.
"Alarm vaaar!" feryatlarıyla uyandım.
"Kalkın arkadaşlar! Haydi arkadaşlar!"

Herkes telaş içinde kalkıp gidiyordu.
Koğuşta yalnızca iki ya da üç kişi kalmıştık,
ben de acele giyinip aşağı indim.

Depoda kendi silahımı bulamadım,
rast gele bir silah aldım.

Palaska da bana uymadı,
elime gelen birini takıştırıp dışarı koştum.

Bölüğüm iç avludaki toplanma yerinde yoktu,
okul kapısı ise sonuna kadar açıktı.

Kapıda nöbetçi yoktu.

Bölüğe Meclis yolunda yetiştim,
oldukça düzgün bir yürüyüş kolu içinde gidiyorlardı.
Kısım çavuşu bir bağ mermi verdi.

Nolmuş? Nereye gidiyoruz?
[I]Şimdilik biz de bilmiyoruz. [/I]

Herkes birbirini uyarıyordu:

[I]Aman arkadaşlar! Silahınızı güvene alın;
namluyu havaya tutun.[/I]

Mermi de aldığımıza göre bu bir eğitim yürüyüşü değildi.

Az sonra
"Conguroğlu'nu gördün mü? Talat Aydemir gelmiş"
gibi sözler dolaşmaya başladı.

Durumu anladım.

Talat Aydemir bir yıl önce harb okulu komutanıydı,
Conguroğlu ise onun maiyetinde bir subay.
22 Şubat 1962'de İsmet İnönü hükümetini devirmeye
kalkıştıkları için emekli edilmişlerdi.

Simdi demek bir darbe girişimi daha başlatıyorlardı
ve biz onlarla birlikte hareket ediyorduk.

Daha önce kendi aramızdaki söyleşilerde
ihtilalden söz ederdik. Ben şakaya vurup
"Öyle bir şey olursa kaçarım" derdim.

O gece kaçmayı aklımdan bile geçirmedim
ama elimdeki silahın emniyetini de açmadım.

Parola: harbiyeli,
işareti: aldanmaz.

Parola şuradan geliyor:

26 Şubat 1962’de Başbakan İsmet İnönü Mecliste bir konuşma yapar;
"Harbiyeliler aldatılmıştır," der.

Bazı harbiyeliler
ertesi gün Taksim’deki Atatürk anıtına çelenk koyup
İnönü’nün bu sözünü protesto ederler.

Çelengin üzerindeki yazı:

[I]Atatürk ve Türk ulusu,
harbiyeli aldanmaz.[/I]


DÜNYAYI ELE GEÇiREN UZAYLILAR

Saat 24.30,
uykuyla uyanıklık arasındaki zaman.
Yaprak kımıldamıyor.

Evlerinde herkes uykuda olmalı,
yalnız biz kıpır kıpırdık
dünyayı ele geçirmek üzere olan uzaylılar gibi.

Genel Kurmay'ın önüne gelince ateş yedik,
kendimizi yerlere attık. Yenice yağmur yağmıştı. Üstümüz başımız fena battı
ama bir kaç saniye sonra ateş kesilince
sanki az önce ateş edilmemiş, bir daha da edilmezmiş gibi
elimizi kolumuzu sallaya sallaya yolumuza devam ettik.

İçişleri Bakanlığı’nın önüne gelince
"Başımızda kimse yok mu?" diye arandık.
Conguroğlu varmış; yok olmuş.

[I]Arkadaşlar!
22’nci Kısım Tarım Bakanlığı’nın önüne! [/I]
dendi, oraya gittik.

Bakanlığın doğusundaki yapı, Yüksek Denetleme Kurulu.
Cadde iki metre yukarda kalıyor. Yani orda bir bakıma siper var.
22’nci Kısımdan İsmet Öztürk’le orda siper aldık.

Ortalık şimdilik sakin. "Kimse var mı?" diye seslendik,
bakanlığın önünde epey arkadaş varmış.

Binanın üst katındaki bir pencerede ışık yandı. İsmet işkillendi.

Yahu, kim ki o?
[I]Bilmem[/I].
Bize ateş etmesin?
[I]Yok canım. [/I]

Sesimi yükselttim:

[I]Bizim kimseye zararımız yok.
Hem arkadan vurmak olur o,
yakışır mı! O bize ateş etse bile
ben ona ateş etmem.[/I]

İşi amma da iyi ayarlamışlar diyorduk.

Az ilerdeki kavşakta birileri
arabaları durduruyor, denetliyor, geri çeviriyordu.
Orda bir de tank vardı. Sahipsiz.

Tek tük silah sesi duyuluyordu.

Sonra önümüzden asker dolu GMC'ler geçti;
karşımızdaki ağaçların arasına girdiler.

Bakanlığın önündeki arkadaşların yanına geçtik.

Coğunluğun yanında olmak
insana güven veriyordu.

Biraz sonra
bizim sınıftan Adnan Midyat geldi sürüne sürüne.
Heyecanlıydı, "Bize ateş ettiler," dedi.

Adnan karşılık vermek istemiş
ama "bu meret" tutukluk etmiş.
Mermi yatağını, tetiği kurcaladı. Silah birden ateş aldı.
"Vay canına yahu," dedi. "Orda ateş almamıştı."

Bizim bulunduğumuz yerden çıkan tek silah sesi bu oldu.

Sınıf arkadaşım Erdoğan Gülsoy da ordaydı.
Morali bozuktu.
"Bu iş yaş," diyordu.

"Bir kere karşılıklı ateş edilmeye başlandı mı o işten hayır gelmez."

Karşımızdaki ağaçların arasından
birden ateş edilmeye başlandı
sanki Erdoğan'ı haklı çıkarmak için.

Yüksek Denetleme Kurulu ile Tarım Bakanlığının arasında
dar bir sokak var,
ordaki bir kapının girintisine sığındık.
Erdoğan çömük ben ayakta beklemeye başladık.

"Burdan çıkmayalım," dedim.
"Ne zaman bizi almaya gelen olur o zaman çıkalım."


SiLAH VE NAMUS

Epey bekledik.
Sabaha doğru bir ses duyduk önce uzaktan,
sonra ses giderek yaklaştı:

[I]Ateş etmek yok! Ateş etmek yok!
Onlar sizin kardeşleriniz,
harbiyeliler sizin kardeşleriniz. [/I]

Ses iyice yaklaştı:

[I]Gelin evlatlarım,
gelin yavrularım.[/I]

"Hadi Erdoğan."

Çıktık.
Ordan burdan gelenlerle
yirmi kişi kadar olduk.

Seslenen, bir albaydı.

Sırtında kışlık palto,
onun altında yazlık giysi.

Yanında subaylar,
ardında avcı koluna göre dizilmiş eli tomsonlu erler.
"Verin silahlarınızı."

Verdik. Hüseyin Dirhem de silahını uzattı. Ama birden heyecanlandı.

Ben silahımı vermem!
[I]Neden?[/I]
Silah benim namusumdur!

Albay
anlayışlı biriydi.

"Evladım," dedi
"ben de askerim, namusunu bana teslim etmez misin?"
Hayır!
"Al, ben sana tabancamı vereyim."

Tabancasını uzattı.

Hüseyin onu da almadı. "Benim silahım var," dedi.
Albay silahlarımızı almayı bıraktı. Toplananları da geri verdi.
Silahların mekanizmalarını istedi. Onları itirazsız verdik.

Bir GMC yanaştı. Albay "Binin," dedi.
Ali İhsan Yılmaz binmeye davranınca silahı kazayla ateş etti.
Albay dövünmeye başladı:

"Evladım, birbirinizi vuracaksınız. Silahları onun için istedim."

Neyse,
baska bir aksilik olmadı.
Hareket ettik.
.

Hasan Akçay 31. October 2017 10:20 AM

ARA YORUM: GÜLER MiSiN AĞLAR MISIN

Aramızda para toplayıp bir sürü avukat tuttuk,
içlerinde çok iyileri de vardı
ama ben kendi savunmamı kendim yapmak istedim.
Onun için duruşmalarda sürekli notlar aldım.

Aklanıp köyüme gelince
onları
işte böyle temize çekiyorum.

Okul komutanı bizi serbest bırakırken uyardı:

[I]Gittiğiniz yerlerde halk size soğuk davranacak,
dikkatli olun;
üstünüzdeki giysinin onurunu lekelemeyin.[/I]

Komutan haklı olabilir mi
doğrusu emin değilim.

Köyde insanlar şöyle bir yokluyor önce:

[I]Talat Aydemir başaramadı,
yazık.[/I]

"Ne yani?" diyorum.
"Aydemir'in
darbe yapma yetkisi mi var?"

Kimden almış o yetkiyi?

[I]Albaymış. Olsun,
emekli edilmiş.
Sen neysen o da o.

Darbe yapmaya senin hakkın var mı?

Hem başarsa
yol olurdu,
eline silah geçiren sarbe yapmaya kalkardı.
Suriye'ye benzerdik.[/I]

Beni bu kadar uzun konuşturmuyorlar bile.

"Yok, canım!" diyorlar,
biz "Aydemir haklı," demiyoruz.

[I]Ona ceza vermek haklı.
O kadar öğrencinin başını yaktı, onlara yazık.
Öğrencilerin ne günahı var? Onlar emir kulu.

Bunca yıl dirsek çürüt; oku...
tam subay çıkmak üzereyken umutların yıkılsın.
İnsanın içi parçalanıyor.[/I]

Ama bana acınması hiç hoş değil,
acınacak nerem var benim!
Şu dünyada acından ölen mi var? Allah bir kapıyı kapatırsa başka bir kapıyı açar.

Bir de benim tanıdığım Nurcular var,
onlar cumhuriyet okullarına karşıdır.
"Aha," diyor birisi. "Okudunuz da n'oldu?"

[I]Laik öğretim çürük meyvalı bir agaçtır,
silkelediler işte yine.
Sapır sapır döküldünüz.[/I]

Tabii onlar biraz gazete okuyor. Ankara'da olup bitenden haberleri var.

Geçen gün
"Belki bizi okuldan atarlar,"
dedim.

Bir birlerinin yüzüne bakıp
bilgiç bilgiç başlarını salladılar.

Daha ben köye gelmeden
anama
"Hasan okuldan atılacak" demişler.

Anam onlara ermiş gözüyle bakıyor,
"Bildiler, bildiler!" diyor. "Bööle olceeni bildiler."
Haberi gayptan aldıklarına inanıyor.

Babam bunlara müthiş öfkeli,
"Bilemezler!" diye bağırıyor.

Onlar da babama öfkeliler,
beş vakit namazında niyazında olan babamı
nerdeyse dinsiz ilan edecekler.

Tavır olarak darbenin herkes aleyhinde:
Nurcular, Demokrat Partililer, CHP'liler...

Bense ne yapacağımı bilemiyorum,
güleyim mi ağlayayım mı?

Hani (sepetçioğlu) Mustafa dayı
namazı beklerken
caminin dışında anlattıydı.

Sabah dağa giderken
alaca karanlıkta
arabasının tekeri çukura düşmüş.

Onu kurtarayım derken
dingilin ucu dizine çarpmış.

Öyle canı yanmış
öyle canı yanmış ki basmış kahkahayı.

Bir yandan da
"İyi ki kimse görmüyor!"
dermiş içinden.

Babam çok gergin,
ikide bir soruyor:

"Hasan, haber var mı? Emir geldi mi?"

Sofrada yemek bekler gibi
okuldan emir bekliyor.

Tarlalarından birini satıp
bana bisiklet aldı.
.

Hasan Akçay 4. November 2017 06:48 AM

Devam.

Kamyonu bir binbaşı sürüyordu.
Genel Kurmayın önüne geldik.
Ordan yine ateş ediliyordu. Durmak zorunda kaldık.

Binbaşı,
elinde tabanca,
indi.

"Arkadaşlar!" dedi, "şu anda neler hissettiğinizi biliyorum çünkü ben de harbiyeliyim."

[I]Şimdi sizi teker teker bırakacağım,
istediğiniz yere gidin.
Ama belli bir disiplin içinde.

Benim başımı yakmayın.

İki küçük çocuğum var
beni emekli ettirip
onların ahını almayın.[/I]

Bir arkadaş kamyondan atlayacak oldu,
binbaşı, "Yoo," dedi. "Daha değil! Bekle.
Ben zamanı gelince söyleyeceğim"

Sonra binbaşı yok oldu. Sürücü mahalline
bir teğmen bindi. (Binbaşının
korktuğu başına mı gelmişti?)

Geriye dönüp
hızla Çankaya'ya doğru yol almaya başladık.

Ama tam olarak
nereye gittiğimizi bilmiyorduk.

Dokunsalar ağlayacak gibiydik,
halimizden utanıyorduk.

Korkuyorduk çünkü yarınımız artık belirsizdi.

En yüreklimiz her halde Ali Nihat Erhan’dı,
bölük baş çavuşumuz.
Onun da dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi; dişleri takır takır bir birine vuruyordu.

Bir yerde durduk,
kamyonun çevresini tomsonlu erler aldı.
Bir yüzbaşı karşıladı bizi.

"Niye geldiniz, yahu?"
Getirdiler, efendim.
"İyi. Hoş geldiniz."

Silahlarımızı aldılar. Artik kimse vermem demiyordu.

Silahını veren,
bir odaya giriyordu.

Bir arkadaşımız
"Efendim, erler karışmasın bana!" diye bağırdı.
"Ben bir ay sonra subay çıkacağım."

Yüzbaşı erlere, "Siz çekilin," dedi.

Sınıf arkadaşım İbrahim Nazlısöz:
"Yüzbaşım! Erler dipçikle vuruyor. Vuruyor, yüzbaşım!"
Erler uzaklaştırıldı.

Burası Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı imiş.

Sandalye dolu bir odadayız,
bi derslik.

Sandalyelere perişan oturduk.

Başımıza tomsonlu bir teğmen koydular.
Vakit ilerledikçe ona "Durum nasıl?" diye soruyorduk. Karışıkmış.
"Kimin ne mok yedigi belli değil. En iyisini siz ettiniz."

Bazı arkadaşlar "Sigaramız yok" dediler,
bi yüzbaşı kendi sigara paketini ortaya attı.

Teğmen yedek subaydı,
sivilde kaymakammış. Hukuk mezunuymuş.
Hukuk fakülteleri hakkında sorular sorduk
Harb Okulundan atılırsak gireriz diye.

Ortalık ağarınca uçaklar dolaşmaya başladı,
bir uçak geldi gümbür diye bir şey bıraktı.

Talimlerinde edindiğimiz refleksle
kendimizi yerlere attık.
Teğmen, silahını üstümüze doğrultarak
"Kıpırdamayın, yakarım!" diye bağırdı.

Ortalık yatışınca bir öğrenci,
"Noluyor, teğmenim?" dedi, "Bizi vuracak mıydınız?"
Kaçana şakam yok.
"Kim kaçacak, teğmenim? Siz kovsanız bile giden kim?"

Sonra öğrendik;
darbe girişimi sırasında Muhafız Alayı
ÜÇ ŞEHİT vermiş.

Alayın komutanı mahkemede tanıklık ederken söyledi.

Yargıç: Olayda can kaybınız nasıl oldu?
Tanık : UÇAKLARIN ATEŞİYLE şehid oldular.

Sonra gelenlere soruyorduk: Dışarda durum nasıl?

Uçaklar Genel Kurmaya sabah 7.00'ye kadar süre tanımış,
teslim olmazsa Genel Kurmay bombalanacakmış.

Sonra gelenler bizden perişan…
üst baş yırtılmış, çamur içinde, bet beniz atmış.
Onlar bize bakıyor, şaşkın… biz onlara.

Hangi taraf kazanırsa kazansın halimiz dumandı
çünkü biz hiç kimseden yana değildik.
Darbecilere göre haindik, hükümete göre asi.

Tuvalete, baş vuru sırasına göre,
iki erin gözetiminde gidebiliyorduk.
Erin biri önde, biri arkada.

Çevredeki erler
yüz numaraya giden arkadaşa
fena sövüyormuş.

Erlere
"Harbiyeliler hemşerilerinizi vurdu" diye
gaz vermişler.


DAYAK

Odaya savaş giysili bir yüzbaşı girdi.
Belinde tabanca, ayağında botlar. Yüzünden düşen bin parça.

"Kalkın ayağa!" diye bağırdı.

Kalkış o kalkış,
bi daha "Oturun!" demedi.

Kimliğimizi tesbite başladı.

Bir yandan tesbit
bir yandan dayak.

"Sen nerelisin?"
İzmir'li.
"Ulan sen Rum tohumusun, ulan!"

Ve yumruk, tekme, tokat...

Payını alan
dışarı çıkıyor.

"Sen nerelisin?"
Kars'lı.
"Ulan, senin ananı Ruslar mı sin kaf?"

Isparta'lıları
(27 Mayıs 1960 darbesinde şehit olan) Ali İhsan Kalmaz'ın kentinden diye dövdü,
Malatya'lıları İnönü'nün kentinden diye,
babası çiftçi olanları "Baban senden darbe yapmanı mı istedi?" diye,
babası subay olanları "Baban sana darbe yapmayı mı öğretti?" diye.

Dayak yiyen Harbiyeli
hüngür hüngür ağlıyordu.

"Ulan sen katilsin!"
Hayır, değilim.
"Katilsin, katilsiiiin!"

Dayak yiyenin çevresinde
sekiz tane tomsonlu er.

Öz saygının yerlerde süründüğü an.

Herkes
bir an önce sırasını savmak için
öne atılıyor.

Ben arkalardayım.

Yüzümü avuçlarıma aldım.
Ağlıyayım diyorum ağlıyamıyorum,
başımı kaldırıp bakamıyorum.

Biri kapıdan
"Yüzbaşım, sizi çağırıyorlar" dedi,
yüzbaşı işini teğmene bırakp çıktı:
"Şimdi gelirim."

Teğmen alabildiğine nazikti.

Sıramı savmadan yüzbaşı geliverirse diye
herkesin içi cız ediyordu.

Ve sıra bendeyken çıkageldi.

Cebimde ne varsa
masaya boşalttım:

Bir dolmakalem, cüzdan, mendil, babamdan gelen bir mektup, tarak.

Kimlik tesbitim bitti. "Mektubu bırak, ötekileri al," dedi. Dediğini yaptım.
"Çık!" Yüzüne bakıyorum. Tokatı ne zaman çakacak? I-ıh, tokat yok.
Elimi kalçama götürdüm bi tekme bekliyerek. I-ıh, tekme de yok.
Çıktım ama dayak yemişten beter oldum. Dayak bekleyip dövülmemek te zor.

Ondan sonra kimseyi dövmedi.

Sonradan öğrendik,
alayın komutanı
"Harbiyelileri dövmeyin!" demiş.
.

Hasan Akçay 5. November 2017 04:10 AM

AYDEMiR’iN KIYAĞI

Nerdeyse öğlen oldu,
tam olarak 10:00.
Alayın yemekhanesine götürdüler bizi.

Bize meydan dayağı atanlar, üstüne bir de kahvaltı verirler mi?

Muhafız Alayı komutanı olduğunu sonradan öğrendiğim
bir kurmay albay geldi.
Merhamet dilenen ifadelerle bakıyor çocuklar.

"Arkadaşlar!" dedi. "Bu işin olduğuna çok üzüldüm…"

[I]Birkaç gün önce okulunuzda sizinle yemek yemiştim.
Alay komutanınız Fahri Bey’e sordum sizi nasıllar diye. Sizi övdü bana,
iyiler dedi.

Şimdi noldu?!

Arkadaşlar! Aydemir’in sizi nasıl kandırdığını gayet iyi biliyorum.
Okulun komutanı Aydemir’ken
harbiyelide poz bin beş yüzdü. Orduevinde çay partileri, balolar tertip ederlerdi.
Kızla karıyla kandırdı sizi. Sizi, zayıf yanlarınızdan, iyi yakalamıştı.

Onun zamanında
harbiyeli üstlerinin yanında püfür püfür sigara içer, elini cebinden çıkarmazdı.
Siz bunu matah sandınız.

Askerlik bu muydu,
komutanlık bu mu!

Komutanlık
alay komutanınız Fahri Bey’in yaptığıydı.

Şimdi okulunuza yollayacağım sizi,
gidin. Güzel güzel derslerinize çalışın.
Büyüklerinize güvenin, inanın.[/I]

Büyüklerinize inanın...mış.
O anda hiç birimiz gıkımızı çıkaramadık,
hiçkimsenin bize öyle bir kıyak geçmediğini söyleyemedik
çünkü ne kadar babacan görünürse görünsün
bir eşek sopası da bu albaydan yiyebilirdik.

Eğer Aydemir gerçekten öyle bir kıyak geçtiyse
biz ona yetişemedik.

Nerdeyse görmedik onu, tanımadık.

Aydemir
bizim yalnızca üç ay kadar komutanlığımızı yaptı,
o da kaydıkabak (kayd-ı kabul) dönemimizdi.

Askerî okullarda bunun nasıl bir dönem olduğunu bilen bilir.

O üç ayın ikisi Menteş'te
kampta geçti.
Günde 17 (onyedi) saat talim…

Hazrol, sağa dön, sola dön, yere yat, karşıdaki tepeye sürünerek marş!

Aydemir’i ben sevmedim,
benim gibi bir sürü harbiyeli de sevmedi.
Tanımıyorduk ki sevelim.

Ama bu farketmiyordu.

Önemli olan,
öğretim şubesi müdürü alb Necati Özdemir gibi [B]üstler[/B]
darbe esnasındaki tavırlarını bi kurban ile örteceklerdi.

En iyi kurban bizim gibi "astlar"dan olurdu. Bizi seçtiler.
.

Hasan Akçay 5. November 2017 05:19 AM

TÜNEĞiNDE VURULAN TAVUK

Muhafız alayının otobüsüne binip
yola çıktık.

Ben koltuğa oturur oturmaz
başımı dirseklerimin arasına gömdüm.
Halkın bakışını görmek istemiyordum.

Bir an
yanımdaki arkadaş dirseğini dürttü,
"Kana bak!"

Baktım, okula gelmiştik,
koru duvarının dibi
sofra genişliğinde kan olmuş.

Sonradan öğrendim bunun öyküsünü,
sınıf arkadaşım Yüksel Ulukal anlattı:

[I]Koruda
birinci sınıftan bi arkadaşla duvarın üstünde oturuyorduk.
Ölümden filan söz ediyorduk.

Bir uçak geldi,
önce koruyu bi süzdü.
Ona el salladık.

Sonra yine geldi,
birden ateş etti. Düştüm.
Kendimi duvarın arkasında buldum.
Kalktım.

Arkadaş duvarın önünde çırpınıyordu.

Mermi tam tepesine denk gelmişti,
kafasından bilek kalınlığında kan fışkırıyordu.

Kulağımı ağzına götürdüm
bir şey der mi diye.
Acayip sesler çıkarıyordu.

Yakında bi cip vardı.
Ona götürdüm
ama cipe koyduğumda ölmüştü.

Sonradan fark ettim:
mermi yandan gelmiş, benim miğferi önden sıyırtmış.
Ben o itmeyle düşmüşüm,
mermi arkadaşın kafasına saplanmış.[/I]

O uçaktan ateş edene sormak isterdim:
Tüneğine saklanan tavuk gibi
koruya saklanan harbiyeliyi neden öldürdünüz
hem de o size el sallayıp dururken?

Bakın o gece
benim gibi
bir yerlere sığınan başka harbiyeliler de varmış,
darbeye katılmaya hiç hevesli değillermiş.

Ben bir kapı girintisine sığındım,
onlar örneğin bir eve tanrı misafiri olmuşlar[B]*[/B]
ya da okulun korusuna saklanmışlar.

_____________________________________________________
[B]*[/B]Duruşma yargıcımız yüzbaşı Mehmet Karaaslan bunu espriyle
geçiştirdi ama o aileden birini mahkemeye tanık olarak çağırabi-
lirdi.

Sanık: Bir evin kapısını çaldım. "Tanrı misafiriyim" dedim, açtılar.
Yargıç: Elbet açacaklar, elinde silah vardı.
.

Hasan Akçay 22. January 2024 02:08 PM

DEĞİŞEN NEYDİ?

Okula teslim edildik.
Kaydımı yeni yaptırıyormuşum gibi
bir duyguya kapıldım.
Burası sanki
benim her zamanki yuvam değildi.
Mesafeliydi. Hatta itici, soğuk.

Sonra düşündüm,
aslında değişen bendim.

Dün
geleceği parlak biriydim,
bugün belirsiz.

Dün
insanların gözünde
vatansever biriydim,
şimdi hain.

Akşam
harbiyelilere dostça sigara atanların
sabah eşşek döver gibi dayak attığını gördüm,
okul korusunda kan gördüm...
Aynı hasan olarak kalmam imkansızdı.


DARBECİ NASREDDİN HOCA

Sınıflarımıza çıktık.
Arkadaşların çoğu bizden önce gelmiş.

Herkes birbirine o gece nerde olduğunu,
ne haltlar karıştırdığını anlattı.

Çocuklar teslim oldukları yerlerde
öyle iyi karşılanmışlar ki.
Beyler, paşalar gibi ağırlanmışlar.

28. tümen komutanı
radyo evinin önünde
sekiz yüz kadar öğrenciyi cemselere bindirirken
Nasreddin Hoca'nın fıkrasını anlatıvermiş:
"Ya bir de tutarsa!"

Yıkılana bir tekme de benden dememiş,
yıkılmış, bitmiş harbiyelilere
Nasreddin Hoca'nın ağzından
gerçeği bir güzel anlatıvermiş:

Darbe girişimleri
göle maya çalmaktır.

"Ya bir de tututarsa" diyen herkes
bal gibi bilir: göl yoğurt tutmaz.
İsmet Paşa'nın Aydemir için kullandığı deyimle
"maskara"lığın lüzumu yok.
.

Hasan Akçay 3. March 2024 07:12 AM

TUTUKLANIYORUZ

"Bize birşey yapamazlar" diyor arkadaşlar. Bunu
bir sürü nedene bağlıyorlar.

Öte yandan
mahkemeye verilmemiz için hazırlık yapıldığını görüyoruz.
Sıralarımızı, dolaplarımızı, yataklarımızı defalarca aradılar.

Bazı öğretmenler
yüzümüze
boğulmaya götürülüyormuşuz gibi bakıyor.

Bazıları nefretle.

Bir İngilizce öğretmeni Harb Tarihi öğretmenine "Bunlar
kendi komutanlarını vurdular" demiş, "bunlardan herşey beklenir."
Tarih öğretmeni: Hoca! Onların yerinde sen olsan babanı
vururdun babanı. Uykunun o tatlı yerinde alıp götürsünler de seni...

Bir arkadaşın sırasına oturdum. Dalmış gitmişim. Önümdeki
deftere "Tutuklanıyoruz" yazmışım. Arkadaş bunu görünce "Moral
bozuyorsun" diye kızdı. 23 Mayısta sahiden tutuklandık.

Kararı yüzümüze okudular.

Suçumuz anayasayı ihlal suçuna
fer'an katılmakmış
(fer'an ne demekse).


TUTUKLU YEMEĞİ

Harbiyeli yemeğinden
tutuklu yemeğine geçtik.

Örneğin
sık sık mercimek yemeği verdiler,
sıfır yağ sıfır tuz.
Mercimekler yıkanmadan haşlanmış,
o yüzden üstünde bol çöplü çamur yüzüyor.

Gördüğüm kadarıyla
arkadaşların çoğu yemedi.

Ben çatalımla
mercimek tanelerini ikişer üçer
çamurdan ayırdım,
yemeye çalıştım.

Tabi mercimekten tiksindim.
Yemek seçen biri değilim ama
62 yıl sonra bile
mercimek yiyemiyorum.
.

Hasan Akçay 3. March 2024 08:35 AM

FISILTI GAZETESİ

Bunun üzerine çoğumuzun morali bozuldu.
Mecit Kocacıklı bayılmış. Yzb Turgut Ekmekçi ağlamış,
mendilini ıslatıp arkadaşı ayıltmaya çalışmış.

Moralimizi bozan bir şey de
gazete okuyamıyorduk.

O yüzden bol bol dedi kodu yapılıyordu.

Yeni Sabah gazetesi şöyle manşet atmış:
İnönü "Harbiyeliler imha edilmiştir" dedi,
biz buna inanıyoruz.

Milliyet'te Refi Cevat Ulunay şöyle yazmış:
Siyasî yazı yazmıyacağıma dair söz vermiştim,
bugün dayanamadım,
1500 tane bıyığı yeni terlemiş evladımı kaybetmenin acısıyla yazıyorum.

İsmet İnönü'ye seslenmiş:

27 Mayıstan önce "Artık sizi ben bile kurtaramam" dersin darbe olur,
22 Şubattan önce "Bu okulda ihtilal kokuyor" dersin 22 Şubat hareketi olur.
21 Mayıstan önce de "Üç dört güne kadar herşey olabilir,
vaziyet çok vahimdir" dedin.
Hepsinin müsebbibi sensin!
.

Hasan Akçay 4. March 2024 02:57 AM

O AK SAÇLI VAR YA O AK SAÇLI

Nihayet ilk sorgulamalar başladı.
10'ar kişilik gruplar halinde
alt kattaki odalara götürdüler bizi. Girdim,
savcı masadaki sandalyeyi gösterdi,
oturdum.

-Sen neredeydin?
Tarım Bakanlığının önünde.
-Tamam. Kısaca anlat.

Kısaca... Yorgun ve bıkkındı. Aynı hikayeyi
benden önce
kim bilir kaç arkadaştan dinlemişti.

Bir de bazı arkadaşlar konuşmayı seviyor,
duyduklarını gördüm düşündüklerini yaptım diye
anlattıkça anlattılar.
Savcı "Tamam!" deyinceye kadar.

Ben kısa konuştum.
Sonra konuşma zabtını
okuyup imzaladım.

Savcı bazı arkadaşlara zabtı okutmamış. "Bize güvenmiyor
musun?" demiş. "İmzala, seni ölüme götürmüyoruz ya..."

O arkadaşlar
duruşmada
savcılara sürekli çattılar.
"Efendim savcı beni dinlemedi ki,
yemek vakti geldi,
seni mi bekliycem" dedi.

"O ak saçlı var ya o ak saçlı."
.

Hasan Akçay 4. March 2024 03:14 PM

NAZİK ELLER

Darbe girişiminden hemen sonra
bazı öğrencileri bizden ayırdılar.
Bunlar olayı önceden biliyormuş, Aydemir'le öğrenciler arasında
teması sağlamışlar ve eylem esnasında elebaşılık etmişler.

Okul komutanı tuğgeneral Burhan Ercan
bunları konuşturmak için işkenceden geçirirmiş.

Üç dört subay daire oluşturur,
komutan
dairenin içinde öğrenciyi dövermiş.

Öğrenci dengesini yitirip düşünce
hangi subayın kucağına düştüyse o subay
öğrenciyi tekrar ortaya iter,
komutanın nazik (!) ellerine teslim edermiş.

Örneğin sigara verirmiş, bir de yakıverirmiş.
Birden sorarmış:

Emri kim verdi?
Bilmiyorum.

Sigarayı kim verdi?
Öğenci (şaşkın): Siz efendim!

(Göğse okkalı bir yumruk):
Ulan, sigarayı kimin verdiğini bilirsin de
emri kimin verdiğini neden bilmezsin?

O öğrencilerden biri Kemal Ülkütanak'tı,
her halde eşyalarını alsın diye bir ara yanımıza bıraktılar.
Görenler anlattı:
Kemal'in dudakları, kaşları patlamış.

Avukatlarımız
nerdeyse her duruşmada
bunlara dikkat çektiler.
.

Hasan Akçay 6. March 2024 04:27 AM

DURUŞMA SALONU

Tutuklu olduğumuz yer nasıl kendi sınıflarımız,
kendi koğuşlarımız idiyse
duruşmaların yapıldığı yer de kendi spor salonumuzdu,
ki aynı zamanda sahneli, balkonlu konser salonuydu.

Bu sahnede örneğin Saniye Can sazı omuzunda yürüdü,
sanki orada yürüyen kendimizmişiz gibi hissedip ayağa fırladık,
alkışladık.

[I]Evlerinin önü yaldız piyade
Yaşı küçük ama gönlü ziyade
Anan baban sevmez benden ziyade

On üç şeftaliye kızlar ahdım var ben yandım
Ah kara gözlüm şirin sözlüm sevdam var ben yandım.

Evlerinin önü yoldur geçilmez
Soğuktur suları bir tas içilmez
Andan geçilir yardan geçilmez

On üç şeftaliye kızlar ahdım var ben yandım
Ah kara gözlüm şirin sözlüm öfkem var, sevdam var ben yandım.

Evlerinin önü yüksek kaldırım
Kaldırımdan düşdüm beni kaldırın
Ya sevdiğmi verin ya da öldürün

On üç şeftaliye kızlar ahdım var ben yandım
Ah kara gözlüm şirin sözlüm sevdam var ben yandım.[/I]

[url]https://www.youtube.com/watch?v=DtuRDnUBclY[/url]

Şimdi orayı duruşma kürsüsü yapmışlar.
Bayraklar, TSK forsu ve tanıdık ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR yazısı.
Göreceğiz mülkün temeline ne yapacaklar.

Sahnenin ortasında yargıç kürsüsü bulunuyor.

Mahkeme kuruluna göre
savcılar sağ uçta, avukatlar solda
ama avukatlar sahnenin dışında.

Duruşmaları gazeteciler de izledi,
örneğin zaman zaman Milliyet gazetesinden Mete Akyol izledi.
Harbiyelilerden biri adaşı mıymış ne, bir duruşmada
adı geçince "Burda!" diye ayağa kalkmış.
Şakayla karışık yazardı.

Örsan Öymen de öyle.
İhtilallere dair yazdığı kitabın adı bile şaka gibiydi:
[B]Bir İhtimal Daha Var[/B]. Ben okumadım.

Akrabalarımız izleyebilir miydi? Sanmıyorum.

Babam mektubunda geleyim mi diye sordu,
gelme dedim, görüştürmezler.

Beni o ortamda görüp üzülmesini istemedim,
ordan burdan para bulup harcamasını da.
Kendimize yeten bir aileyiz
ama çok ta varlıklı sayılmayız.

Neyse.
1 500 sanık, 1 500 ziyaretçi…
Görüşmek imkansız gibiydi.

Sandalyeler salona o kadar sık yerleştirilmiş ki
öğrenciler omuz omuza oturuyor
ve salona sığmayan beş yüz kadar öğrenci için
dışarıya sandalyeler konmuş.

Sıcak,
güneşin dünyayı kavurduğu günlerdeyiz.


MAHKEME KURULU

Duruşma yargıcı: Yüzbaşı Mehmet Karaaslan. Bilgili, enerjik,
anlayışlı, dürüst bir hukukçu. Çok güçlü bir belleği var.
Biz ifade verirken "Ama senin daha önceki ifaden farklı"
deyiveriyor. Çelişkiyi gideremezsek gülümsüyor, "Biraz
garip olmuyor mu? Öyle oluyor."

Başkan: Tuğgeneral Nihat Günaşan. Kolay gülen, kolay ağlayan
biri. Takma dişleri var ama yaşından genç görünüyor.
Olaya bizzat karışmış, o yüzden ön yargılı. Hukuktan ancak
bir asker ne kadar anlarsa o kadar anlıyor.

Üye: Kurmay albay Haydar Topçak. Başkana kıyasla
daha ciddi bir insan. Halden anlıyor gibi. Hazırlık sorgulaması
yapılırken okul komutanıyla birlikte olmuş.

Kelle koltukta kendilerini savunan 1459 ergen harbiyeliyi yargıla-
mak her halde zor iştir. Bizim yargıcımız bunu başardı.
Başarmak için de kuralları sıkı sıkıya uygulaması gerekiyordu. Öyle
yaptı. Her ne kadar sanıklar ve avukatlar bundan yakınsa da.

Örneğin bir keresinde
Mecit Kocacıklı söz
aldı. Son derece öfkeliydi:

Efendim, dedi, bize burada çok ağır suçlar yöneltiliyor. Ken-
dimizi savunmak için soru sormaktan başka çaremiz yok
ama siz sorularımıza kendiniz cevap veriyorsunuz. Vermeyin,
tanığa sorun!

Mecit gırtlağının bütün gücüyle bağırıyordu. Anlaşılan mah-
kemeye zorluk çıkarmaktan ceza almayı göze almıştı.

Sayın Karaaslan Mecit'in öfke patlamasını
sükunetle karşıladı. Bak, dedi. Her soru tanığa yöneltilir diye
bir usul yok, yalnızca gerekliyse yöneltilir ama siz bazan öyle
gereksiz sorular soruyorsunuz ki arkadaşlarınız bile gülüyor.

Mecit bağırmaya devam etti: Azarlamayın bizi. Soru sormaya
cesaretimiz kalmıyor.

Yargıcın işi gerçekten zordu, yalnızca bize değil başkana ve
üyeye de deveye hendek atlatır gibi söz anlatmak zorunday-
dı. Çünkü hukuk öğrenimi görmemişlerdi.
.

Hasan Akçay 6. March 2024 04:42 AM

MAHKEMEDE İFADE VERDİK AMA...

İfadeler numara sırasına göre alındı.

Mikrofonda
önce heyecanlı ve şaşırmış haldeydik
ama kısa zamanda alıştık.

Herkes kendisini savunurken ne diyecekti,
tam olarak bunu bilmiyorduk.
Yargıcın "Neden aşağıya indin?" sorusuna
bir arkadaş şu cevabı verince sorun çözüldü:

[I]Bir darbe girişimi olmuş,
bastırılmış. Biz nöbet tutmaya
gidiyoruz dendi.[/I]

Avukatlarımız hemen bir kağıt yolladılar: herkes
"darbe bastırılmış, biz nöbet tutmaya gittik" desin.
Kağıt elden ele dolaştı.
Ondan sonra herkes bunu söyledi.

Önce kendimiz ikna olduk.
"Suçsuz olduğuma ben bile inandım" diye espri
yapan arkadaşlar vardı.

Ve hepimiz aynı şeyi söyleyince yargıç "Acaba
doğru olabilir mi?" diye düşünmeye başladı,
sonunda ikna oldu ama hala aklına takılan pürüzler
vardı, sürekli onlarla ilgili sorular sordu.

(Y: yargıç, S: sanık)

Y: Okul kapısında yabancı şahıs görmedin mi?
S: Gördüm ama tabur komutanımız da orada olduğu için bi kötülük yapacakları aklıma gelmedi.

Y: Neden yabancı subaylara itaat ettin?
S: Çünkü onlar bizi tabur komutanımızın gözü önünde alıp götürdüler. Yeni tayin edilmişler diye düşündüm.

Y: Harb Okuluna tayin edilen subaylar gece mi gelir?
S: Sıra dışı bir geceydi, sıra dışı tayinler olabilir.

Y: Genel Kurmaydan size neden ateş edilir?
S: Onu ben de anlamadım efendim.
Y: Yaaa... Biraz garip olmuyor mu, öyle oluyor.

Y: Radyoevinde sabaha kadar ne yaptın?
S: Nöbet tuttum efendim.
Y: Ne nöbeti?
S: Sivilleri içeriye sokmadım, yağmaya engel oldum...

Y: O kadar er ve inzibat var. Neden onlar değil de sen? Bak sınavların da varmış.
S: Efendim bize nöbet tutacaksın dediler tuttuk. Askerlikte erden mareşale herkes nöbet tutar.
Y: Askerlikten kaç alıyorsun sen?
S: 100 efendim (gülüşmeler).

Y: Peki. Sabaha kadar sizi hiç uyaran olmadı mı hükümete karşı hareket ediyorsunuz diye?
S: Hayır.
Y: Kültürlü bir harbiyeli olarak durumu kendin sezemedin mi?
S: Kuşkulanacak bi durum yoktu.

Y: Neden radyoevine gittin? (İpini koparan oraya gitmiş)
S: Arkadaşlar hep oraya gidiyordu, ben de gittim.

Y: Aşağıda bastırılmış bir darbe belirtisi gördün mü?
S: Hayır.
Y: Neden dönmedin öyleyse?
S: Bir görev verilmişti. Bizi görevi verenlerin geri çekmesi gerekirdi.
.

Hasan Akçay 7. March 2024 03:05 AM

EN İYİ SAVUNMA SALDIRIDIR

Arkadaşların çokça söylediği sözler:

- Bir darbe girişimi olmuş, bastırılmış. Biz nöbet tutmaya gidiyoruz dendi.
- Alarm dolayısıyla uyandım.
- Tabur komutanımız okulun kapısındaydı.
- Genel kurmayın önünde ateş yedik.
- Orda birisi "Yanlışlık oldu, gelenler harbiyeliymiş. Ateş keees" diye bağırdı.
- Elimizi kolumuzu sallaya sallaya geçtik.
- Orduevinin önündeki subaylar "Harbiyeliler, uyanık olun. Rüzgar nereye eserse oraya yelken açın" diyordu.

Ve karşı saldırıya geçtik.

- Neden kendi komutanlarımız bizi aramadı?
- Bizimle hareket eden erler mahkemeye verilmedi. Bizim suçumuz harbiyeli olmak mı?
- Uçaklar hem bildiri bırakıyor hem ateş ediyordu. Bildiriler oltanın ucundaki zokaydı.
- Harb okulu binasına sabotaj yapılsa, örneğin bomba konsaydı da biz ölseydik suçlu biz mi olacaktık?
- Darbeciler neden rahatça okula girebildi? Okul kapısında neden nöbetçi yoktu? Başbakanın "Durum
vahimdir, üç güne kadar vahim şeyler olabilir" dediği bir zamanda okul neden yol geçen hanı gibiydi?

- Darbeci Turgut Alpagut'u hademe sandım.
- Talât Aydemir'i iki tomsonlu arasında görünce tutuklanmış sandım.


KAHKAHALAR

Güldüğümüz şeyler
kendi sözlerimizdi:

- Yürüye yürüye radyoevine yürüdüm.
- Ananos mananos duymadım.
- Anons duymadım. Gece karanlıktı.
- Bi cemseye bindim, sonra cipten indim.
- Sınıfta ders çalışıyordum, alarm dolayısıyla uyandım.
- Sayın savcıya bize ağabeylik ettiği için müteşekkirim (yağcııı).
- Merdivenin üstünde apartman vardı.
- Hani okulun kapısında duvar gibi direkler (sütun sütun).
- Ne var ne yok, kim kimi yiyor diye merak ettim.
- Uçaklar bomba gibi bişeyler atıyordu (yok armut atacaktı).
- Üsteğmen "Valla ben yeni evlendim. Beni bu işe karıştırma" dedi.
- Alarm vaaar, fasulye kazanı patladııı feryatlarıyla uyandım.
- Ben köşede doksan derece gibi duruyordum (?!)
- O menfur gecede ben de koruda uyudum.
- Kurmay albayla kucaklaştık. O ağladı, ben ağladım.
- Radyoevinin yanındaki Kız Tekniğe gittim, zaten hep giderdim.
- Belki bida gelemem diye radyoevinde son bi tur attım.
.

Hasan Akçay 8. March 2024 05:23 AM

YARGIÇLAR DA ŞAKA YAPAR

Gülüşmelerimizden zannederim yargıç da hoşnuttu. Çünkü o sıcakta
nerdeyse kucak kucağa oturmanın zorluğunu takdir ediyordu. Çok kere
kendisi de espri yapardı.

Sanık: Efendim, üniformamı giyememiştim. Picamamın etekleri sarkıyordu.
Yargıç: Toplasaydın eteklerini.

Sanık: Bir eve gittim. Kapıyı çaldım. Tanrı misafiriyim, açın dedim. Açtılar.
Yargıç: Elbet açarlar, elinde silah vardı.

Bir keresinde çalışma saati bittiği halde
duruşmaya son verilmedi. Öğrenciler sabırsızlandı,
salondan of puf sesleri gelmeye başladı.
Nihayet yargıç "gereği düşünüldü" dedi
ve onunla birlikte bütün salon: gereği düşünüldü.
Yargıç: Uzatırım haaa.

Yargıç savcıyı her fırsatta bozardı. Bir keresinde savcı Genel
Kurmayın orda kaç silah ateş etmiştir, tanığa sorulmasını istedi.

Yargıç: Bilir mi o!
Yine de sordu:
Saydın mı kaç mermi atılmış?

Bir keresinde yargıcın dalgınlığına geldi, savcının tanığa soruları
bitmeden öğrencilerin soru sormasına izin verdi. Sorular bitti. Savcı
bir daha izin istedi.

Yargıç: Herkes sırasını bilsin canım. Senin sıran geçti.
Savcı: Ama efendim biz bitirmeden sanıkların sorularına geçildi.
Yargıç: Hah bu kere sen haklısın.

Savcımızın mimikleri de hoştu. Kalınca bir sesi vardı
ama bazan "Patates soğan patlıcaaan!" diye bağırıyor gibi
sesinin tonu değişirdi.

-Efendim bilgi toplayamıyoruz. Sanıklar çok ketum. Yemişleeer, içmişleeer, gezmişleeer.
-Efendim bu öğrenci arkadaşlarıyla birlikte Etimesğut'a cereyanı kesmeye gitmiş.
Arkadaşları kimlermiş, kaç kişiymişler, oradan nereye kaçmışlar?
-Efendim sınıf beşleri, bölük onbeşleri varmış. Sanığın malumatı var mıdır?

Bu tür sorulara da
aksi cevaplar
verilmeye başlandı:

"Üçler yediler kırklar"dan... haberim yoktur.

Savcımız böyle aksi cevaplar karşısında
başını eğip ağzını eliyle kapatarak homurdanırdı.
Sanki küfür ediyordu. Bana öyle gelirdi.

-Efendim sanıklar habire bize çatıp duruyor.
Kendi durumlarıyla meşgul olsalar daha iyi ederler. İftira
edenlerin numaralarını size sunuyoruz.

Yargıç
savcının elindeki kağıda baktı:

Böyle posta posta mı sunacaksınız?

Onlar posta posta iftira ediyor,
biz de posta posta bildiriyoruz.

Yargıç halden anlamıyordu:
İftira etmiyorlar,
[B]kendilerini savunuyorlar[/B].
.

Hasan Akçay 8. March 2024 08:58 AM

ERKEK GENERAL

Bizim böyle gülüşmemize ifrit olan da varmış: okul komutanı tuğ-
general Burhan Ercan... Bizi yemekhanede topladı, gözlerinden a-
teş saça saça şu konuşmayı yaptı:

[I]Harbokulunda [U]hükümete[/U] karşı[B]*[/B]
tarihimizde ilk defa isyan ettiniz,
Harbokulunun şerefini batırdınız. Hakkınız yoktur. Burası
eşkiya yuvası değildir. Canınız istemediyse defolup gitseydiniz.

Avluda yürürken bir subayımdan herif diye söz eden olmuş. Had-
dine mi düşmüş. Eğer bir subayıma her hangi biriniz saygısızlık
ederse hepinizi teker teker cezalandırırım.

Mahkeme salonu tiyatro değildir. Sizin 21 Mayıstaki davranışınız
da övünülecek, gülüp geçilecek bir şey değil. Gülün gülün siz
burda. Millet te size gülüyor. Sizin ar damarınız çatlamış. Yaptı-
ğınız ahlaksızlıktır.

Bari mert olun. Yok kız arkadaşımı görmeye Kız Tekniğe gittim-
miş, yok üşüdüm de radyoevine girdimmiş... Erkek olun. Bir in-
san erkekse erkektir, her zaman doğruyu söyler.

Bu kadar.[/I]

Bundan sonra sayın generale "erkek general" dedik. Elbet iro-
niydi. Erkek general geliyor dendi mi kaçacak delik arardık, ka-
çamazsak kediye yakalanmış fare gibi felaketimizi beklerdik.
Örneğin sınıfta ceketsiz durmaya izin verilmiş olduğu halde her
hangi birimiz ceketsiz yakalanırsa tecrid cezası alabilirdi.

__________________________________________________________

*Burhan Ercan erkek insan her zaman doğruyu söyler diyor
ama kendisi yalan söylüyor. Örneğin "tarihimizde hükümete
karşı [U]ilk defa[/U] isyan ettiniz" diyor. Oysa harbiyeliler
27 Mayıs 1960 darbesinde ve başka darbe girişimlerinde de
hükümete karşı kullanıldı.

Örneğin askerî liseyi ben 1960'ta bitirdim,
27 Mayıs darbesinin hemen ardından yazın
bize bile görev verdiler.

İki ayaklanma
arasındaki fark:

Ayaklanma
27 Mayıs 1960'da görünürde [B]başarılı[/B] oldu,
21 Mayıs 1963'te her bakımdan [B]başarısız[/B].

Eğer erkek insan doğruyu her zaman söyleyense darbe
girişimlerinin hepsine itiraz edecek, başarılı başarısız ay-
rımı yapmayacak.
________________________________________________________


SATILMIŞ SALDIRGANLAR

Ankara sıkıyönetim komutanı
korgeneral Cemal Tural
bizim için "Satılmış Saldırganlar" demiş.
Gazetede okudum.

Fotoğrafı da vardı.

Anıtkabir'de nöbet değiştiren askerler gibi
rap rap rap yürüyordu,
bana bacaklarından rahatsız da
o yüzden öyle yürüyor gibi geldi.

[I]Adıma sanık talebe diyorlar
[B]Tahliye[/B] istedim "Yok be!" diyorlar
Aldandım diyorum "Deve!" diyorlar
Satılmış oğlu saldırganım ben.[/I]

Tahliye talepleri
bismillah
duruşmaların ilk günü başladı.

Kabul edilecek mi edilmeyecek mi
önceleri biz de merakla izledik,
sonra kabul edilmeyeceğine ikna olduk.
Ve yargıç gırgır geçmeye başladı.

Efendim tahliyemi talep ediyorum.
Salon: Oho ooOH!
Yargıç: Olur, ederiz...

Avukat Şefik Çapanoğlu
146 öğrencinin müvekkiliydi,
ilk ifadeler bitti,
tahliyelerini istedi:

[I]Tutuklu kalmalarını gerektiren
hiçbir neden yoktur,
tahliye edilmezlerse
bu genç yaşlarında üzerlerinde derin bir iz bırakılacaktır.[/I]

Savcı cevap verdi:

[I]Sanıkların kendi görüş ve ifadelerine bakarak
tutuklu kalmalarının gerekmediğine hükmetmek
mümkün değildir.[/I]

Uzun sözün kısası, son kararlara kadar
istisnasız hepimiz tutuklu kaldık.
Oysa Mamak'taki 1 Numaralı Mahkeme
ilk günden itibaren tahliye kararları vermeye başlamış.

Anlaşılan
bizim başımıza öyle bir bela gelmiş ki
ahtapot gibi sarmış sarmalamış.
.

Hasan Akçay 9. March 2024 03:11 AM

BENİM SUÇUM BÜYÜK

O gece soğukkanlı bir şekilde
mühimmat deposunun kapısını kırmışım,
mermi sandığı taşımışım,
arkadaşlara mermi dağıtmışım.

Bunu Bircan Sevgör
ilk sorgulamasında söylemiş,
yanımda Hasan vardı demiş.

Hangi Hasan?

Savcı bölüğün fotoğraflarını Bircan'ın önüne koymuş,
beni göstermiş, "Bu mu?"
Bircan "Evet" deyivermiş.

Bircan sonra bana geldi. Yanıldım özür dilerim,
mahkemede düzeltirim dedi
ama ifade verirken heyecandan şaşırdı,
yanlışını düzeltmeyi unuttu.

İfade sırası Hasan Şenarbay'a geldi.
Hasan mermi sandığı taşıdığını söyledi.

Söz aldım:

[I]Efendim,
Hasan mermi sandığı taşıdığını söylüyor.
Bircan'ın tutanaktaki yanlışı düzeltilsin.[/I]

Yargıç Hasan'a sordu: sen mermi sandığı taşıdın mı?
Hasan bu kere "Hayır, taşımadım" dedi.
Yargıç: Neyse... zaten esasa taalluk etmez bu.

Avukatlar
benim bu çıkışımı sakıncalı buldular.
"Bir birinizi suçlamayın Hasan Akçay gibi" diye
bir kağıt gönderdiler,
kağıt elden ele dolaştı.
.

Hasan Akçay 10. March 2024 01:56 AM

TANIKLAR

Ahmet Eroğlu
Bnb, 22 Şub 1962'de harbiyelilerin tabur komutanı
([B]Korkmamış[/B]):

Ben sadece merkez komutanlığında 15-20 öğrenci gördüm,
onlar da hareketten vaz geçmiş durumdaydılar.

Avukat Hasan Önen: Sayın tanık geçen yıl
şimdi yargılanmakta olan
Üçüncü Taburun komutanıymış.
22 Şubat darbe girişimi esnasında tabur nasıl davranmış?

Yargıç: Bu soruyu sorunca ne olacak?

Avukat: Efendim o zaman öğrenciler İsmet İnönü lehinde
tezahurat yapmışlar. O zaman tezahurat yapan öğrenciler
şimdi neden darbe yapsınlar?

Yargıç: Onu savunmanızda söylersiniz. Şimdi değil. (Tanığa) Siz
efendim, soruyu dinlediniz. Anlatın. Mümkün olduğu kadar kısa.

Taburuma önce bir şey söylemek istemedim
ama bundan vaz geçtim, açıklama yapmanın
daha uygun olacağını düşündüm.
Bunları etrafıma topladım. "Arkadaşlar" dedim...

[I]Derslerinizden başka şeylerle uğraşmayın diye
şimdiye kadar söylememiştim,
şimdi sırasıdır. Hükümetin aleyhine bir harekete kalkışıldı.
Komutanınız olarak sizin bu harekete katılmanızı istemiyorum.[/I]

Bundan sonra, beni sessizce dinledikten sonra
hep birden "İnönü! İnönü!" diye tezahürat yaptılar.
22 Şub gecesi bunlar sınıflarına kapatıldı.


Kenan Güven
Bnb, 21 May 1963'te harbiyelilerin tabur komutanı
([B]Korkmuş)[/B]:

02.00 gibi okula geldim. Nöb subay Şendoğan'ı
gördüm. Darbeci subayların okulu ele geçirmiş
olduğunu anladım. Talat Aydemir'le karşılaştım.
Bana görev vermek istedi. Reddettim.

Okuldan çıktım.

Aşağıda bir öğrenci grubunu sıraya soktum, Çan-
kaya'ya doğru "İleri! Marş!" dedim ama üçüncü
taburdan İbrahim Demir buna engel oldu. "Geriye
dön! Marş!" diye bağırdı. Öğrenciler geriye dön-
düler, uzaklaştılar.

İbrahim bana da silahını çevirdi, "Burda senin
borun ötmez!" dedi.

Yargıç: Okul kapısında öğrenciler sizi selamlamış,
onları neden emrinize almadınız?

Tanık: Silahlarını üzerime çevirenler vardı, kork-
tum.


Turan Çağlar
Hava kur alb
[B](Okul korusuna saklanmış)[/B]:

24.00'te Bahçelievler'den harbokuluna geldim. Koruya
saklanıp harbiyelileri gözetledim. Okulun kapısında yarınki
atamaları konuşuyor, "Nihat Erim başbakan olacak" gibi
sözler ediyorlardı. Aydemir geldi. Etrafına toplandılar.
Bir konuşma yaptı, harbiyeliler alkışladılar.

Öğrenci 1: Neden görevine gitmemiş te harbokuluna gelmiş?
Yargıç: Sana ne? O görevini yapmamışsa kendi komutanı var,
kendi komutanına hesab verir, sana değil.

Öğrenci 2: Efendim serbest olarak bir şey söylemek istiyorum.
Yargıç: Elbette, serbest olarak. Kimseden çekinmeyeceksin.

Öğrenci 2: O gece nöbetçi subay olan Yekta Başeğmez'in tanık
olarak burada anlattığına göre Nihat Conguroğlu gelmiş, "Arabam
bozuldu, telefonunuzu kullanabilir miyim?" demiş. Bahçelievler'den
bir yere telefon etmiş, araba gelince içinden bir radyo çıkarıp
masanın üstüne koymuş. Radyoda darbe bildirisi okunuyormuş:
Silahlı Kuvvetler idareye el koydu...

Şimdi...
bu tanık Bahçelievlerden beklenen saatte bir arabayla geldiğini
söylüyor. Biraz garip olmuyor mu?

Yargıç: Tamam mı. Peki.


Mehmet Ali Ergin
Kur alb
([B]Bu tanık hapsedilsin[/B].)

Talat Aydemir'in emriyle indik,
başımızda bir üsteğmen var dediler.

Yargıç: Talat Aydemir'in emriyle indik dediler mi?
Tanık : Hayır, alarm dolayısıyla indik dediler.
Savcı : Sözlerinin başı sonunu tutmuyor, tazyik hapsi talep ediyoruz.
Yargıç: Tavzih etti, alarm dolayısıyla indik dediklerini belirtti.
Savcı : Kararı mahkeme kurulunun vermesini talep ediyoruz.

Yargıç başkana ve üyeye kulağını uzattı,
başkana bir daha döndü.
Salon nefesini tutmuş izliyordu. Bizi korumaya çalışan tanığın
cezalanması moralimizi bozacaktı.

Yargıç: Gereği düşünüldü.
Tanığın tazyik hapsinde tutulması hakkındaki talebin
mahkeme başkanının muhalefetine rağmen
reddine karar verilmiştir.

Bütün başlar başkana çevrildi. Yüzü kıpkırmızı olmuştu,
salonda sanki gürültü varmış ta susturmak istiyormuş gibi
önündeki mikrofona kalemiyle vuruyordu.


İsmail Hakkı Bayındır
Kur alb, cumhurbaşkanlığı muhafız alayı komutanı
([B]Kaçmaya çalışan darbeci subayı yakalamış[/B])

Alayım 05.30'da harekete geçti. Bir öğrenci jandarma genel
komutanlığının penceresinden ateş ediyordu. Yaralılar vardı,
onların alınmasına engel oluyordu. Pencereye yoğun şekilde
ateş ederek yaralıları aldım.

Rastladığımız öğrencileri enterne ede ede harb okuluna kadar
geldik. Korudan bize ateş edenler vardı, silahla karşılık verdik ve
onları enterne ettik.

Okula geldim. Nizamiyede silahlı silahsız öğrencilerle Salim Miman
vardı. Bir öğrenci yerden büyük bir mermi aldı.

Bakın albayım dedi, bunu bize attılar. Yazık... Ben de sebep sizsiniz,
dedim.

Baktım Salim Miman gidiyor. Önünü kestim. "Nereye?" dedim. Bizim
işimiz bitti dedi, öğrencileri yatıştırdık.

Sizin işiniz asıl şimdi başlıyacak dedim, hele biraz sabredin. Onu
tutukladım. Okulu teslim aldık.

Yargıç: Size gelen bütün öğrencilerin silahlı çatışmaya girdikleri
öne sürülüyor, çatışmaya girdiler mi?

Tanık: Onu onları getirenler bilir, ben bilemem. Ben çatışmadan
söz eden bir liste imzalamadım. Esasen bu bir serlevhadır, serlevha
diye her şey yazılabilir.


Nuri Hazer
Tuğgeneral, 28. tümen komutanı
([B]Harbiyeliler [U]habersiz[/U]miş[/B]):

Önce ortalıkta
harbiye öğrencileri yoktu,
sonra göründüler.

Ben aralarından geçtim. Bana parola sormadılar,
ateş etmediler.
Şoförüm "Ateş ettiler" derse inanmayın,
öyle olsaydı ben de duyardım.

Radyoevindeki öğrencilerle
herhangi bir yanlışlık ve kazaya sebep olabilir endişesiyle
sabaha kadar temas kurmadık.

Sabahleyin
başlarında bulunan subayla temas ettim
ama bu temastan öğrencilerin haberi yoktur,
onlar karşıda duvar gibi duruyorlardı.
Sivil halkın yanında
silahlarını teslim etmek istemiyorlardı.

Sonunda
itirazsız
arabalara binip okullarına döndüler.


Necati Özdemir
Kur alb, okullar dairesi öğretim şubesi müdürü
([B]Yuuuh[/B]):

Olayı duyar duymaz
sivillerimi giydim, Kızılay'a doğru hareket ettim.
O meşhur Fethi Gürcan'ı gördüm
fakat o beni görmedi,
görseydi beni muhakkak şehit ederdi (gülüşmeler).

Öğrenciler azimliydiler,
gözlerinden ateş saçıyorlardı.
Kur'ân üzerine yemin ederim ki
önlerine ana babaları çıksa
çiğner geçerlerdi.

Bütün salon: Yuuuh!

Yargıç: Ne demek yuh! Diyeceği olan varsa gelir
mikrofon başında konuşur.
Böyle olursa tedbir alırım. Bakın
bu hareket sizin o geceki halinizi de anlatır.

Tanık: Evet efendim, o gece tıpkı böyleydiler.
Yargıç: Siz de susun efendim, söz vermeden konuşmayın.

Öğrenci 1: Bu albay o gece önümüze geçip
gelin ardımdan demiş te gelmemiş miyiz?

Öğrenci 2: Bu albay bi YELKENCİ
çünkü göreve gideceğine
sivillerini giyip durumu izlemeye gidiyor.

Öğrenci 3: Fethi Gürcan beni şehid ederdi diyor,
kendisi Fethi Gürcan'ı niye vurmamış?

Avukat Asım Ruacan: Tanık
öğrencileri uyaran
bir subay topluluğu görmüş mü?

Tanık: Görmedim
ama öğrencileri siviller uyarıyordu...
Muhterem hakim bey! Şu talebe
bana fena halde başını salladı, hem de fena halde!

Yargıç: Kimdir o?
İbrahim Demir: Hayır efendim sallamadım. İspat edebilirim.
Savcı: Efendim İbrahim Demir'in bari bu hareketi hakkında
bir karar verilsin.

Yargıç savcının talebini kâle almadı.

İbrahim yalnızca başını sallamış,
herkesin vücudu zangır zangır sallanıyordu.

Ah benim garib anam,
babaların şahı babam!
Sizi çiğner geçermişim...
Yuuh!

Ordakilerin çoğu
subaylar dahil
üzüntümüze isyanımıza kapılmış,
ağlıyordu.

Yargıç: Öğrencilerin aldatılmış olup olmadığı hakkındaki kanaatiniz nedir?
Tanık: Azimliydiler, kararlıydılar.
Yargıç: Bu kanaate nerden vardınız?
Tanık: Çünkü parolaları "harbiyeli aldanmaz"dı.
Yargıç: Peki çekilebilirsiniz.

Önümden geçerken gözlerimi kapadım
ama çoğu arkadaşın
albayın yüzüne tükürür gibi baktığından,
"senin gibi subay olacağıma olmayayım daha iyi"
dediğinden eminim.

YELKENCİ
avukatlarımızın şaka yollu söylediğine göre
hukuk diline bizim kazandırdığımız bir terimmiş
yani rüzgara göre yelken açacaksın.

Eğer darbe
hedefine ulaşıyor gibiyse darbeci olacaksın,
yok eğer bastırılıyor gibiyse darbeye karşı...

Örneğin benim içinde bulunduğum grup
sabaha doğru
muhafız alayına teslim olduğunda
darbenin hala başarıya ulaşma ihtimali vardı.

Bazı arkadaşlar sigaramız yok dediler,
bir subay kendi sigara paketini ortaya attı.
Böylece biz darbecileri
anlayışla karşıladığını gösterdi.

Sonra
ortalık ağarıp darbenin bastırıldığı kesinleşince
darbeciyiz diye tekme tokat dayak yedik.

Sigara paketini ortaya atan da
sille tokat dayak atan da
belki
aynı yelkenci subaydı.


Müberra Yetkin
spiker
([B]Hanımefendiye silah çekmişler[/B]):

Öğrenciler dadyoevini
işgal ettiler. 30-40 harbiyeli
bana silah çekti.

Radyodan yapılan
bütün uyarıları
öğrenciler her halde duyuyordu,
hepsi dinliyordu.

"30-40 harbiyeli bana silah çekti" deyince
salonda gülenler oldu.
Yargıç: Gülmeyin gülmeyin, ağlamak lazım. Hani nöbet tutmaya gitmiştiniz?

Oysa gülünç olan
1 kadına 30-40 harbiyelinin silah çekmesiydi.
Müberra Yetkin
sözleriyle
karikatür çizmişti.


Ömer Özkan
tuğgeneral
([B]Ben generalim, ben generalim demiş.[/B])

Beni Tarım Bakanlığının solundaki kavşakta
durdurdular. "Ben generalim, bırakın beni" dedim.
Biz sadece Tulga ve Talat paşalardan emir
alırız dediler. Durumu jandarma komutanlığının
binasından takip ettim.

Ortalık ağarınca alanda bir harbiyeli gördüm,
perişandı. Çağırdım. Yaklaştı. "Ben generalim, silahını
bırak gel dedim." Bırakamam, silah benim namusum-
dur dedi. Bir assubaya emrettim. Silahını aldı.

Bulunduğum odaya geldi. "Kimden emir aldınız,
naptınız siz?" dedim. Bir koltuğa yığılır gibi oturdu, mırıldandı:
Yarın sınavlarımız vardı. Alarm dediler, aldılar getirdiler.

Bu sayın generalin "Ben generalim" deyişi aramızda
şaka konusu oldu:

Ben generalim dedim, inanmadı. Pencereden
apoletimi gösterdim, bakmadı. Apoletimi söküp
önüne attım, işte bak dedim. Sahtedir dedi.


Ali Elverdi
Kur alb, şu anda radyoevi müdürü
([B]Talât'ın bir avuç çapulcusu[/B]):

Radyoevi silahlı çatışma ile verildi.
01.57'de radyodan "Talât'ın bir avuç çapulcusu
başaramıyacaktır" diye duyuru yaptım.

Öğrencilerin hiçbir şeyden haberi yoktu. Hatta
kendilerine görevler verdim, yaptılar.

Ben yazılı ifademde
radyoevinin öğrenciler tarafından ele geçirildiğini
belirtmiştim, yanılmışım. Onlar teğmendi. Üçüncü sınıf
olması gereken teğmenler burda okumuyormuş.

Bir ara tutuklanıp harbokuluna
getirildim, başıma Nezihi Fırat'ı diktiler.
Beni öldürmek istediler.

Yargıç: Öğrenciler ne yaptıklarını bilmiyor muydu?
Elverdi: Hayır. Kanaatimce onlar aldatılmış.
Yargıç: Bu kanaate nasıl vardınız?
Elverdi: Efendim çünkü bana da itaat ediyorlardı.

Ali Elverdi konuşurken öğrenciler
dinleyici balkonunda oturan Müberra Yetkin'e
dönüp dönüp baktılar. "Nasıl, uyarıları
herkes duyuyor muymuş?!" gibilerden.

Bu sayın yarbayın "Beni öldürmek istediler"
derken
kastettiği şuydu:

Ali Elverdi'yi harbokulunda bir odaya hapsedip
başına Nezihi Fırat'ı dikmişler.
Nezihi "Arkanı duvara yasla" demiş,
tomsonunu üzerine çevirmiş,
"Seni vuracağım" diye korkutmuş.

Sonra Aydemir'in yanına götürmüş. Aydemir
3 öğrenci ve kendisinden oluşan bir mahkeme kurmuş,
yarbayı "anayasayı ihlal"den ölüme mahkum etmişler.

"Alın koruda bunun işini görün!" demiş.

Götürmüşler. Elverdi bir ağaca arkasını dayayıp
"Hadi vurun!" demiş. Öğrencilerden biri:
"Yarbayım biz seni vuramıyacağız, burdan kaçın."

Yarbay da doğru radyoevine gidip
01.57'de o anonsu yapmış.


Orhan Çokdeğer
Kur albay, Ankara merkez komutanı
([B]Bize itirazsız teslim oldular[/B]):

Tarım Bakanlığının önünde 15-20 öğrenci bize [U]itirazsız[/U] teslim
oldular. Yalnız içlerinden biri silahını vermek istemedi. Zaten bence de
bir askerin silahını teslim edivermesi şerefli bir hareket sayılmaz.

Bunların arasında ateş etmesini bilmeyenler de vardı, biri cemseye
binerken kazayla ateş etti.

Yargıç: Tarım Bakanlığının önünde müsademe oldu mu?

Tanık: Hayır, orada itirazsız teslim oldular
ama başka yerlerde direnenler oldu, sağımdan solumdan
vızır vızır mermiler geçiyordu.

Yargıcın aklına pek yatmadı: Siz orta yerde açıktaydınız, niye
isabet almadınız?

Tanık: Efendim... Her halde havaya ateş ediyorlardı.

Yargıç: Öğrencilerin aldatılmış olup olmadığı hakkındaki
kanaatiniz nedir?

Tanık: Bu bir silahlı ayaklanmadır. Bu bir Kabakcı isyanı, bu
bir Patrona Hali isyanı gibidir. Genel kurmay başkanının
yatağının altını arayanlaaar, genel kurmay ikinci başkanına
ateş edenleeer!

Yargıç: Bırakın onları! Farklı tavırlar olacaktır. Onlar başka. On-
lar öteki mahkemede. Ben size yalnızca kanaatinizi sordum.

Tanık: Bunlar aldatılmışlardır. Bunların temiz kanları üzerine
bir darbe hükümeti kurulmak istenmiştir.

Yargıç: Tamam.


Zühtü Özkurt
Er
[B](Yabancı subaylar)[/B]

Okul kapısında nöbetciydim. Talat Aydemir geldiği
zaman öğrenciler ordaydı. Başlarında yabancı subaylar
vardı. Öğrenciler Talat Aydemir'i kapıda gördüler.


İbrahim Dirviz
Er
([B]Gotün gotün gitmiş[/B]):

Depo nöbetçisiydim. Öğrenciler kapıyı açmak için
üzerime yürüdüler. Gotün gotün gittim (gülüşmeler).
Yargıç: Gülmeyin. Bunları siz eğiteceksiniz.


Süleyman Tuncay
Hava tuğgeneral
([B]O gece kokteyldeymiş[/B]):

İran hava kuvvetleri komutanına verilen
kokteyldeydim. Olaydan 24.00'ten önce haberdar
oldum.

Tandoğan alanında Harbiyeliler tarafından
durdurulduk.

"Başınızda kim var? Kimden yanasınız?" dedim.
Başımızda kim olduğunu söyleyemeyiz, dediler.

Uyardık.
"Emir kuluyuz, siz olsanız ne yapardınız?"
dediler.

Bir yüzbaşının gelmesiyle sertleşiverdiler.

Başlarında Talat Aydemir'in bulunduğunu
biliyorlardı. Yalnız öğrencilerden bazıları 23.30'da
yataklarından kaldırılıp getirildiklerini söylediler.
Elazığ'lı esmer bir öğrenci "Talat Aydemir'den
emir alıyoruz" dedi.

Tuğgeneral Tuncay'ın yanında başka havacı subaylar
da varmış, hepsi tek tek gelip tanıklık ettiler. Yargıç birin-
den Erzurum'lu öğenciyi tanımasını istedi.

"Gelsinler buraya" dedi. Benzer görünüşte 5, 6 arkadaş
kalktılar. Ama aralarında Erzurum'lu yoktu.

Tanık eliyle gösterdi, "Şudur" dedi. Salonda gülüşmeler
oldu. Yargıç ta gülümseyerek "Olur böyle şeyler" dedi, "her-
kes yanılır... Erzurum'lu öğrenci gelsin!" Geldi. "Bu mu?"
Tanık kızararak "Evet bu!"

Bir öğrenci: Efendim sayın tanık kokteylden geliyormuş,
acaba içkili miydi?

Avukat Asım Ruacan da tanığa bir soru sordu. Ta-
nık "Avukat bey ne konuştuğunu galiba bilmiyor!"
dedi.

Ruacan: Avukat bey ne konuştuğunu biliyor, TANIK
ne konuştuğunu bilmiyor!

Yargıç: Buna izin vermem.
Ruacan (bağırarak): Vermeyin efendim, konuştur-
mayın böyle!

Asım Ruacan sevdiğimiz bir hukukçuydu. O gelir
gelmez moralimiz yükselirdi. Çok az ama çok kritik
sorular sorardı. Örneğin tanıklık eden bir yarbay
dedi ki:

[I]O gece dört öğrencinin hareketten vaz geçmelerini
sağladım. Durumu pek âlâ biliyorlardı. Onları Merkez
komutanlığına götürüp radyo dinlettim. [/I]

Ruacan: O sırada radyoda kim konuşuyordu?
Yargıç: Tabi ki devlet adamlarımızdan biri. Öyle değil mi?
Tanık: Efendim evet.

Ruacan: O halde sayın tanık öğrencileri hükümete karşı
hareket etmekte olduklarına inandırmaya çalışıyordu. Öğ-
renciler gerçeği bilseydi radyo dinletmek gerekmezdi.

Tanık o ana kadar yaptığı suçlamaların boşa gittiğini gö-
rünce şaşırıverdi.

Yargıç: Elbette, tanık bunu söylemeye çalışıyordu zaten.


NE İTİRAFI?

Tecriddeki bir öğrenci itirafname gibi bir rapor yazmış ve bu, tecrid-
deki herkese imzalatılmış ama ötekiler raporda ne var bilmiyordum
diyorlar.

Her birinin savunması şöyle:

Raporu yazanı tanımıyorum. Beni sabahın karanlığında kaldırdılar,
bir odaya götürdüler. Önüme boş bir kağıt koydular, "İmzala!" dedi-
ler. Baskı zoruyla imzaladım.

Savcı: Suçlananlar neden 1459 öğrencinin her hangi biri değil de
özellikle bunlardır?

Savcının bu sorusu elbet önemliydi ama yargıç rapora savcı kadar
önem vermiyordu, sanki ört bas etmek ister gibiydi. Raporu yazdı-
ran yarbay duruşmada tanıklık ederken "Efendim raporu yazan öğ-
renciyi tanıyorum. Az önce burdaydı" dedi.

Yargıç "Kimdir o? Gelsin buraya!" demedi.

Ve onun kim olduğunu hepimiz biliyorduk. Yarbay tanık kürsüsü-
ne yürürken onun nasıl saklandığını gördük ("o" beraat etti).


CEZA ALMAYA DA RAZIYIM EĞER...

Bana yöneltilen suçlardan biri de o gece nasıl teslim olduğumla
ilgiliydi. Ben ve yanımdakiler "teslim olduk, teslim alınmadık" di-
yorduk. Savcının iddiasına göre ise müsademe (silahlı çatışma)
sonucu teslim alınmışız. Bir çete gibi, vuruşa vuruşa.

Duruşmada bizim gruptan biri ifade verirken sürekli soruluyordu:
Kimle müsademe ettiniz? Savcı, Erdoğan hakkında iddiasını daha
da ileri götürdü:

Erdoğan Gülsoy bu grubun başıymış. Elimizde delil var.

Erdoğan sersemledi: vallahi efendim yok öyle bir şey... Garibim
ha bire sağa sola bakıyordu.

Yargıç bana da sordu: Siz çarpışarak mı teslim oldunuz?
"Hayır efendim!"
Tanıklar gelir de öyle oldu derlerse mahcub olmak var ama.

Kontrolumu kaybettiğimi hatırlıyorum: Efendim, eğer yalan
dolanla olacaksa ben ceza almaya da razıyım.
Yargıç: Orası bizi ilgilendirir. Yalan mı değil mi biz biliriz.
Kendimi toparladım: Evet efendim, baş üstüne komutanım.
.

Hasan Akçay 10. March 2024 04:54 AM

YAKTIN BİZİ [B]SERLEVHA[/B]!

Muhafız alayı komutanı
İsmail Hakkı Bayındır
tanık olarak geldi. Yargıç sordu:

Size gelen bütün öğrencilerin silahlı çatışmaya girdikleri öne sürülüyor,
çatışmaya girdiler mi?

Tanık: Onu onları getirenler bilir, ben bilemem. Ben çatışmadan
söz eden bir liste imzalamadım. Esasen bu bir serlevhadır, serlevha
diye her şey yazılabilir.

Bütün arkadaşlar listenin bize dayak atan yüzbaşı tarafından hazır-
landığını düşünüyor. Erdoğan'ın açıklaması şöyle:

Yüzbaşı Muhafız Alayının adlî subayıdır. Önce müsademe başlıklı
listeyi hazırladı, imza için alay komutanına sundu, komutan imzalamadı.
Bunun üzerine yüzbaşı yalnızca "teslim alınanlar" yazan listeyi hazırladı,
komutan imzaladı. Yüzbaşı imzasız listeyi imzalıya iğneledi, ikisini de
yolladı.

Bu arkadan vuruculuk o yüzbaşının karakterine çok uyar diyorduk.
Tanıklık etmeye gelsin, soracağım:

"Nerelisin?"

Nereli olursa olsun "senin kanın bozuk" diyeceğim. Eğer son isteğim
sorulursa o yüzbaşıya dayak atmak istiyorum diyeceğim.
.

Hasan Akçay 3. May 2024 05:19 AM

SAVUNMALAR

[B]Ethem Baykara[/B]:
(Alb, oğlu sanık)

Bir tabur komutanı ki kendisini selamlayan öğrencilerini
korktum diye emrine almaz,
bir alay komutanı ki hareket başlar başlamaz
gider Genel Kurmaya sığınır,
bir okul komutanı ki yıl içinde öğrencilere yaptığı
konuşmaları delil olsun diye kasede aldırır,
nöbetçi heyetinin o geceki kavuk sallayıcılığı malum...

Sonra da kalkar öğrencileri muhakeme edersiniz. Bu
masum öğrenciler kimlere paravan yapılıyor? Sanık
sandalyelerinde okul idaresini görmek isterdim ben,
öğrencilerin komutanlarını görmek isterdim.

Ben Muhabere Okulu komutanıyım. Emrimde beşbin asker
var. Hükumet olayı önceden bildiği halde beni haberdar
etmedi. Yine de askerlerimi sabaha kadar sıkı kontrol altın-
da tuttum, hiçbir olaya mahal vermedim. Peki benim asker-
lerim de Harb Okulu öğrencileri gibi bir kör dövüşüne atıl-
saydı ülkenin hali ne olurdu?


BİR ÇETE GİBİ

Ben savunmamı
kısa tuttum:

Efendim esas hakkındaki mütalâda benim mermi sandığı
taşıdığım Bircan Sevgör'den naklen öne sürülüyor. Ben
bunun isim benzerliği yüzünden, yanlışlık eseri olduğunu
duruşmada Hasan Şenerbay'ın sorgusu esnasında belirttim.

İkincisi o gece bizim
bir çete gibi vuruşa vuruşa teslim alındığımız öne sürülüyor.
Delil olarak Muhafız Alayından gelen listeye
atıfta bulunuluyor.

Oysa Muhafız Alayı komutanı
kurmay albay [B]İsmail Hakkı Bayındır[/B]
öğrencilerin nasıl teslim alındığıyla ilgili
sorunuzu şöyle cevapladı:

Onu ben bilemem, getirenler bilir. Esasen ben vuruşmadan söz eden
bir liste imzalamadım. Zaten o bir serlevhadır, serlevha diye her şey
yazılabilir.

Öteki tanıkların söylediklerini hatırlatayım.

Kur albay [B]Orhan Çokdeğer[/B]: Tarım Bakanlığının önünde 15-20
öğrenci kendiliklerinden gelip bize teslim oldular. Yalnız içlerinden
biri silahını vermek istemedi. Zaten bence de bir askerin silahını
teslim edivermesi şerefli bir hareket sayılmaz. Bunların arasında
ateş etmesini bilmeyenler de vardı, biri cemseye binerken kazayla
ateş etti.

Yarbay [B]Ziya Karahan[/B]: Tarım Bakanlığının önünde 50-60 öğren-
ci kendiliklerinden bize teslim oldular. Yalnız bazıları silahlarının
alınmasına hassasiyet gösterdiler. Bunları gruplar halinde Muhafız
Alayına ve başka yerlere sevkettik.

Efendim beratımı talep ediyorum.

Ardımdan [B]Bircan Sevgör[/B] söz aldı, mermi sandığı konusunda be-
nim doğruyu söylediğimi belirtti, "Yanılmışım, özür dilerim" dedi.

Beni askerî ortaokuldan beri tanıyan bir öğretmenim
bu savunmamdan sonra
harbokulunun avlusunda şunu söylemiş:
"Artık durumu en iyi olan grup Hasan ve yanındakiler."
Duyan arkadaş söyledi.


BİR BÜYÜK BOŞLUKTA BOZULDU BÜYÜ

[url]https://www.youtube.com/watch?v=_xO6CGE0gRc&t=205s[/url]
Bu videoyu yeni gördüm.
Taksim'deki anıta [B]Harbiyeli Aldanmaz[/B] diye
çelenk koyan arkadaşlardan biri
"Biz aldanmadık" diyor.

Bakın biz aldandık,
harbiyeliler bunu
sanık olarak oturdukları sandalyelerin arkalarına
büyük büyük harflerle yazdılar:

1459 MASUM HARBİYELİ
İBNE TALAT

O kadar aldandık ki
halaskar diye parlatılan Talat Aydemir'in
ibne talat olduğunu bile farkedemedik.

"vatan dedik hain olduk"
"millet dedik sanık olduk"
"hürriyet dedik mevkuf olduk"
"adalet dedik..."

[I]Öldük ölümden birşeyler umarak
bir büyük boşlukta bozuldu büyü[/I]

Bizim ölümümüz okuldan alınıp götürülmemizdi,
sonrası: çıplak gerçek.
Darbe dahil, darbeyi meslek edinmek dahil
her şeyin büyüsü orda bozuldu.

Hiç kimseye
"Ölmek ister misin?" diye sormazlar,
bize de sormadılar.
Kendimizi o boşluğun içinde bulduk.

Yine de safiyane bir şekilde
iyi şeyler olmasını bekledik.

Yalnızca kötü şeyler oldu:

Komutanlarımız bizi terketti,
komutanımız olmayan üstlerimiz
o geceyi
yelken açmak için
uygun rüzgarı beklemekle geçirdiler.

Ve gün ağarınca bizi suçladılar:

Ulan sen katilsin!
"Hayır, değilim!"
Katilsin katilsiiin.

Eşşek döver gibi dövdüler.

Aldandık kardeşim,
harbiyeli aldanmaz diye kendimize gaz verdik, aldandık.
Aldanmanın bedeli varmış öğrendik
... ve ödedik.


ÖLÜ KİMDİ ŞEHİD KİM?

Bazı gazetelere göre
olayda yer alan harbiyeliler [U]hain[/U]
canını veren harbiyeliler [B]ölü[/B],
ama başkaları [B]şehid[/B] imiş.

Terazinin ağır gelen kefesine
bir ağırlık daha koymaktı bu.
Yaralı kalblerimiz daha bi acıdı.

Tepki
duruşmada gösterildi:

[I]Biz harbiyeliler aşağıya vatan için indik.
Canını verenler şehid mi oldu, öldüler mi
o hükmü Allah verir, insanlar veremez. [/I]

Gerçeği ise
hukuğu konuşturarak
yargıç açıkladı:

[I]Size hiçkimse [U]hain[/U] diyemez.
Duruşmalar devam ediyor,
mahkemenin kararını kimse bilemez.[/I]

Ve onlardan ne zaman söz etse
şehid dedi,
ve son kararda şehid denildi.


SAVCININ ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ

Sekiz gün sona erdi,
savcı mahkemeye
"esas hakkındaki görüş"ünü sunuyor.
Özetle talepleri:

-320 sanığın aklanması
-1139 sanığın 5 yıldan 15 yıla kadar ağır hapsi
ve kamu haklarından yasaklanması.

Savcı görüşünü okurken
yargıç tavanı seyretti,
sonunda "Tamam mı?" dedi,
alıp dosyaya koydu.

İlginç olan
en başta okunan iddianamede ne varsa
"esas hakkındaki görüş"te
nerdeyse aynen o vardı.

Tanıkların sanıklar lehindeki ifadeleri
hiçbir şeyi değiştirmemişti.
Örneğin bizim grubun vuruşa vuruşa teslim alındığı iddiası
"esas hakkındaki görüş"te aynen duruyordu
tanıkların iddiayı çürüten beyanlarına inat.

Savcının bu duyarsız tavrını
ben de
savunmamda kendimce dile getirdim.
Yüzümü savcıya çevirdim, savcıya baktım
ama "sayın savcı" demedim, "sayın savcıLIK" dedim.
Saygım makamaydı.

Duruşma yargıcı
başını eğdi,
gözleriyle anlıyorum dedi.
O andaki sezgim bu idi.

Tabi
disiplin de toz duman oldu.
Bağıra çağıra protesto edenler,
sandalyeleri tekmeleyenler,
birbirinin omuzunda ağlayanlar,
dışarı çıkanlar,
içeri girenler...

Displinden sorumlu subay
umut vermeye,
teselli etmeye çalışıyordu:

[I]Arkadaşlar! Kendinizi bırakmayın,
o savcıdır,
Şeker de verir çikolata da.
Onun istediği olacak değildir.[/I]

Salona
tuğgeneral Burhan Ercan girdi,
herkes kediye yakalanmış fare
oluverdi. Disiplin sağlandı.
.

dost1 3. May 2024 09:11 PM

Hasan Akçay kardeşim,
Rahmetli Talat Turhan abi vardı. O yıllarda tanıyor muydunuz?

Hasan Akçay 4. May 2024 05:34 AM

[QUOTE=dost1;22979]Hasan Akçay kardeşim,
Rahmetli Talat Turhan abi vardı. O yıllarda tanıyor muydunuz?[/QUOTE]

Talat Turhan'ı tanımadım sevgili [B]dost1[/B],
hakkında bir şey söyleyemiyeceğim.

Hasan Akçay 16. June 2024 03:49 PM

NE AĞLIYORSUNUZ LEN İNEKLER

Kararların okunacağı gün geldi.
Yerlerimizi aldık.

Salonda çıt yok,
heyecan içinde bekliyoruz.
Galiba en sakin benim
ama içimde bir şeyler eriyor gibi.
Dudaklarımı sıkıyor,
çoraplarımla oyalanıyorum.

Avukatlar girdiler. Bir üsteğmen avukat
sanıklar arasındaki kardeşine gülümsedi.
Salonun sorusu: Kaç kişi, kaç kişi?
Üsteğmen ellerini ölçü diye kullandı:
on, yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş...
Çocuklar "Çok!" dediler, fiyuuu yaptılar.

Mahkeme heyeti geldi.

Duruşma yargıcı Mehmet Karaaslan
ceza alan öğrencilerin adlarını okumaya başladı,
eğer cezaya itiraz etmişse onu da belirtiyordu
Bunların toplamı epeyce vardı.

Adı okunan öğrenci ön tarafa çıkıyor,
10 kişi olunca salondan ayrılıyorlardı.

En ummadığım arkadaşlar
ceza almaya başladı.
"Şimdi benim adım okunacak" diye yüreğim hopluyordu.

Adı okunan arkadaş
allak bullak oluyor,
tarifsiz bir duyguyla "Hoppalaaa!" diyordu.

Hiçbiri ağlamadı
ama salon kendini tutamadı.
Kriz geçirenler vardı,
arkadaşları onları tuvalete götürdü.

Salonda disiplin kalmadı. Duruşma yargıcı "Sessiz olun!" diye
yararsız bir iki uyarıdan sonra
sanki sağır gibi
başını kaldırmadan okumaya devam etti.

Sesi titriyordu,
bizden bile daha üzgündü.

Kenan Dikici'nin
ceza alıp salondan ayrılırken
gülümsediğini gördüm.
"Ne ağlıyorsunuz len inekler?" der gibiydi.

Askerî liseden beri arkadaşımdı,
bu kelimeyi çok kullanırdı.

75 arkadaşımız ceza aldı.

Mahkeme heyeti
salondaki disiplinsizlik yüzünden
aramızdan geçemedi,
her halde salon boşaldıktan sonra çıktılar.
.

Hasan Akçay 16. July 2024 04:51 AM

GEREKÇE

Kararın gerekçesinde açıklandığına göre
harekete [B]bütün[/B] harb okulu öğrencileri katılmıştır.

-

Ama hastanedekiler katılmadı,
ve herkes gibi onlar da tutuklanıp yargılandı.
Açıklamada bundan hiç söz edilmiyor.

Okuldan onlar da atıldı.

Bizim "erkek general" gibilere yakışan da buydu,
şöyle diyordu:

İçinizden biri bir subayımdan herif diye söz etmiş,
haddine mi düşmüş. Eğer bir subayıma her hangi
[B]biriniz[/B] saygısızlık ederse
[B]hepinizi[/B] teker teker cezalandırırım.

Hayır,
masumu suçludan ayrı tutacaksın,
hukuk bunu gerektirir.

Keşke hiç olmazsa
duruşma yargıcı
yüzbaşı Mehmet Karaaslan'ı dinleselerdi.

Bir tanığa öğrencilerin aldatılmış olup olmadığını sordu.

Tanık:
Bu bir silahlı ayaklanmadır. Bu bir Kabakcı isyanı, bu
bir Patrona Halil isyanı gibidir. Genel kurmay başkanını
yatağının altında arayanlaaar, genel kurmay ikinci baş-
kanına ateş edenleeer!

Yargıç:
Bırakın onları! Farklı tavırlar olacaktır. Onlar başka. On-
lar öteki mahkemede.

-

Gerekçe devam ediyor: Katılanların
kimisi "isyan olmuş, bastırılmış. Biz nöbet tutmaya gidiyoruz" diye,
kimisi ise "Silahlı Kuvvetler ihtilal yapmış" diye düşünmüştür.
İkinci düşüncede olanların harekete BİLEREK katıldığı açıktır
ama hangi öğrencinin hangi düşüncede olduğu tesbit edilememiştir.

Buna göre yasal olarak benim ceza almam gerekirdi
çünkü Talât Aydemir'le birlikte hareket ettiğimizi biliyordum.
Bunu "Conguroğlu gelmiş, Talat Aydemir'i gördün mü?" söz-
lerini duyunca anladım.

Ama suç işlemedim,
darbecilerin yanında olmadım.

Asker olarak
ne yapmam gerekiyorsa
onu yaptım:

Alarm verilmişti, kalktım.

Birliğim silahlanıp gitmişti,
bir silah kapıp arkalarından koştum.
Onlara meclis yolunda yetiştim,
gece talimi yapıyor gibiydiler. Olağan bir şeydi,
ta ki "Conguroğlu gelmiş, Aydemir'i gördün mü?"
sözleri dolaşmaya başlayıncaya kadar.

O zaman da iş işten geçmişti,
bize biz okuldayken sahip çıkmaları gerekirdi.
Okulun dışında arkadaşlarımı bırakıp kaçmayı
aklımdan bile geçirmedim.

Ama darbe "silahlı zorbalık"tır,
ona itirazımı sürdürdüm:

Silahımın emniyetini açmadım.
Bana ateş edilse bile karşılık vermiyecektim,
bunu daha önce söylemiştim,
o gece de söyledim.

Ve ilk fırsatta
sınıf arkadaşım Erdoğan Gülsoy'la birlikte
gidip bir kapı girintisine sığındım.

Sabah ortalık ağarmaya başlayıp ta
darbe karşıtı bir subay
bizi alıncaya kadar orda bekledik.

Bunu mahkemede
örneğin savunmamı yaparken söylemedim,
yalnızca buraya yazıyorum.


İHMAL

Gerekçede şu da var:
hareket gecesi harbiyelilerin [U] ihmal[/U] edildiği kanaatine varılmıştır.

Aslında harbiyeliler yalnızca harekeket gecesi değil
Talat Aydemir onların okuluna komutan yapılmak suretiyle
2 yıldan beri ihmal edilmiş. Aydemir'in
harbiyelileri şartlandıracağı biline biline.

Albay Aydemir
bizden önceki devreyle
22 Şub 1962'de
darbe girişiminde bulununca emekli edildi,
yerine tuğgeneral Kemalettin Eken atandı.

Onun ne yaptığını ise
kendi oğlunun avukatlığını üstlenen
albay Ethem Baykara anlattı:

[I]Bir okul komutanı ki
yıl içinde öğrencilere yaptığı konuşmaları
delil olsun diye kasede aldırır.[/I]

Hatırlıyorum, bir keresinde komutanımız bizi yemekhanede
topladı. O konuşurken bazı öğrenciler "Yemekler kötü, yemekhaneyi
pislik götürüyor" diye yüksek sesle sürekli homurdandılar,
parazit yaptılar.

O zaman bunu yadırgamıştım. Saygı gerekir ve
daha önemlisi disiplin gerekir diye düşünmüştüm.

Homurdananlar
bence
Talat Aydemir'in çengeline takılıp
onun tarafından
beyni yıkanan öğrencilerdi.

Demek ki
homurtular kasede alınmış.
Oysa komutan babadır,
hiçbir baba bunu yapmaz, yapmamalı.

Peki, bir topluluğu yöneten kişi
nasıl davranmalı?
Buna dair bazı öneriler
SÜRÜ PSİKOLOJİSİ başlıklı bölümde var.

Neyse.
Ben aklandım. Serbest bırakıldık,
hakkımızda sonra karar verilecekmiş,
çağırırlarsa okula döneceğiz.
.

Hasan Akçay 23. July 2024 02:39 AM

ÜNİFORMA

Aynı yaz,
1963.

Jandarma karakolundan çağırdılar,
resmî yerdir diye
üniformamı giyerek gittim.

Hayal:

Komutanın odasına girdim.
"Beni çağırmışsınız komutanım."
Evet. Hoş geldiiin.
"Hayırdır."
Hayırdır hayır hayır. Haberler güzel.
"Okuldan?"
Evet. Kalan sınavlara çağırıyorlar. Subay olacaksın.
"Çok şükür."

Gerçek:

Koltuğu gösterdi, oturdum.
Eliyle üniformamı işaret ederek
"Bunu giymemen lazım" dedi.

Efendim?

"Eve varınca üniformayı çıkar.
Tebliğ etmemiz isteniyor,
disiplin kurulu okuldan atılmanıza karar vermiş."

O da üzgündü.

Kalktım,
tebliği aldığıma dair imzamı attım,
çıktım.

Cep defterimden kopardığım bir yaprakla başlayan
assubay-subay olma maceram böyle bitti.

Şöyle başlamıştı:

Pancar çapalıyordum.
El kadarcık bir cep defterim vardı. Çıkardım,
bir yaprak kopardım. Yazdım:

Konya assubay okulu müdürlüğüne,
okulunuza öğrenci alıyormuşsunuz. Ben assubay olmak
istiyorum. Anam babam razıdır. Kaydımın yapılması için
gerekli işleme izin verilmesini...

Bu dilekçeyi ciddiye alıp işleme koydular, iyi mi.

Fakat...
Sınava gireceğim. Giriş belgesi almaya gittim,
memur olmaz dedi.
Neden?
Evraklarından biri eksik.

Dünyam başıma yıkıldı.

Ben öyle üzgün oradan çıkarken
üst kata çıkan merdivenin başında bir adam belirdi,
kırk yıllık tanıdığımmış gibi,

"Ne oldu?" dedi.
Sınava giremiyorum.
"Neden?"
Evraklarım eksik.
"Sen dur orda."

İndi geldi,
kapıdan adama biraz da öfkeyle baktı: Verin buna sınav belgesini.

Memur ayağa fırladı, eğilip bükülerek, ellerini ovuşturarak: Onu
hazırlıyordum komutanım, derhal efendim, hazır.

Sonradan öğrendim, okulun müdürüymüş. Albay.

Sınava girdim, kazandım,
askerî üniformayı giydim.

Okulu bitirme vaktinde
genel kurmay başkanı orgeneral Rüşdü Erdelhun
galiba Amerika dönüşü
bizim okula da uğramış.

Önüne beni çıkarıp tanıttılar:
bu yıl okulumuzu birincilikle bitiren öğrencimizdir, komutanım.

Yüzüme babam gibi bakarak
"Benim bir Osman'ım vardı" dedi,
assubay okulunu birincilikle bitirdi,
liseye devam etmesini sağladık. Şimdi çok başarılı bir subay.
Hadi seni de göreyim.

Ödüller verdiler. Bir tanesi duvar takvimiydi. Aslında bir şiir
seçkisi. Her yaprağının ön sayfasında, arka sayfasında dün-
yadan ve Türkiye'den şiirler vardı.

Su içer gibi kana kana okudum,
bir kısmı hala aklımdadır.

Subay olmak üzere askerî liseye böyle geçtim.

Şimdi harb okulunu bitirmeme yalnızca 1 hafta kala
üniformayı çıkar diyorlar.

Malum, askerde işler emirledir
ama emir var emir var.

Örneğin
size ölmeyi emrediyorum... [B]asker olun[/B] demektir,
üniformayı çıkarın ise [B]asker olmayın[/B].

Madem öyle,
ben de çıkardım.

Garibim
bir süre odamın duvarında asılı kaldı,
sonunda babam mı attı ben mi attım
hatırlamıyorum.


MERHABA SİVİL DÜNYA

Yeniden okula başladım,
öğretmen olacağım.

Bir hocam "senin İngilizcen çok iyi" dedi,
"özel ders verir misin?"
Kabul ettim, aileme yük oldum diye
zaten içim içimi yiyordu.

Bir gün Bahçelievler'de derse giderken
az ötemde bir subay
(Harb Okulunda Almanca hocası)
durdu. Baktı. Tanımıştı.
Bir şey söyleyecek gibiydi
ama arkası gelmedi,
o yoluna devam etti ben yoluma.

Hoşça kal askerlik,
merhaba sivil dünya.
.

Hasan Akçay 23. July 2024 04:37 AM

UYUM

Eh biraz uyum sorunu yaşandı.
Örneğin Harbiyede
hocalarımızın nerdeyse hepsi subaydı,
o yüzden öğretmen öğrenci ilişkisi
aynı zamanda ast üst ilişkisiydi.

Derste bir şey söyleyeceksek
ayağa kalkardık,
sıranın dışına çıkıp
orda hazırola geçer, öyle konuşurduk.

Sivilde de öyle yaptım. Sonra baktım
benden başka kimse öyle yapmıyor,
bıraktım. Oturduğum yerden konuştum.
Kahvede sohbet eder gibi.
Oh... Rahatmış.

Sivilde
hocalardan da uyum sağlayamıyan oldu.
Bir hoca "Sen çok çalışıyorsun" dedi,
"özel bi maksadın mı var?"

Ne diyebilirdim?

Şaka olarak bile
evet efendim
az biraz ihtilal yapmak istiyorum
demedim.
.

Hasan Akçay 19. October 2024 01:44 PM

DENSİZ

Genel Kurmay Başkanlığına dilekçe yazdım,
postayla yolladım. Dedim ki:

Ben hep askerî okullarda okudum,
askerî ortaokulu, liseyi birincilikle bitirdim.
Askerliği çok seviyorum.
Çevirmenlik gibi bir görev verilirse
askeriyede sivil olarak ta çalışır, mutlu olurum.

Cevap vermediler
ama gazetelerde
Genel Kurmay Başkanlığına çevirmen alınacaktır,
isteyenlerin filan tarihteki sınava katılmaları...
diye bir ilan yayınlandı. Belki tesadüftü.

Sınava gitmedim.
"Gel seni sınavsız alalım" deseler de gitmeyecektim
çünkü amacım işe girmek değil
bize yapılan haksızlığı Genel Kurmaya hatırlatmaktı.
Öğretmenlik te güzel bir meslek.

O zamanın genel kurmayına
yaptığım bu [U]densizlik[/U] gösterir ki
çoğu arkadaşım gibi
ben de
derinden sarsılmışım.

Biz çürük meyvalı ağaçtan döküldük ya,
bazan yuvarlanarak bir araya geldiğimiz oluyor.
Öyle bir keresinde "Filanca arkadaşımız noldu?" dedim.
Cevap: Yasa dışı işlere karışmış. Öyle duydum.

Bir gün Galata köprüsünün kalabalığında
benim yaşımda birini gördüm,
kendisinden büyükçe biri, her halde ağabeyi,
onu yakasından çeke çeke götürüyordu.

Yaşıtım beni tanıdı, eu au gibi sesler çıkararak
el kol hareketleri yapmaya başladı.
Ağabeyi "Kusura bakmayın" dedi,
"okuldan atıldıktan sonra böyle oldu."

Bir keresinde de
İngilizce öğretmenleri için düzenlenen bir yaz çalış-
masında Ortadoğu Teknik Üniversitesinden gelen biri
"Size Ahmet Bey'in selamı var" dedi.
Ahmet Bey?
"Profesör Ahmet Çıtır."

Hatırladım. Harb okulunda
kendisine
Ahmet Çatır Çutur diye takıldığım bir arkadaşım.

Hayata olumlu bakan, neşeli biriydi.

"Ama" dedi selamı getiren,
"Profesör Çıtır biraz değişik biri."

Biz... dedim,
çoğumuz biraz değişik biriyiz.
Darbe yedik,
darbe bizi değişik biri yaptı.
.

Hasan Akçay 21. October 2024 05:05 AM

MOLLA KÂSIM

Yıllar önce
harbiyeli hasan akçaylar vardı,
onların üzerinde birileri siyasî oyunlar oynadılar
ve yavrularını yuvadan atan leylek misali
onları yuvadan attılar.

Ama insanlar leylek değildir.

Şimdi de
yıllar sonra harbiyeli başka hasan akçaylar var,
onların üzerinde de siyasî oyunlar oynanıyor.
Ona yanarım.

Bizim leylek analar bu dünyadan göçüp gittiler,
şimdikiler de göçüp gidecek
ama hesab soran bir molla kâsım
mutlaka gelecek:

Derviş Yunus bu sözü
Eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeker
Bir Molla Kâsım gelir.
.

Hasan Akçay 30. November 2024 08:23 AM

[url]https://www.youtube.com/watch?v=JANKA8pp33g[/url]

Hasan Akçay 5. January 2025 06:22 AM

KADER?

Şimdi 85 yaşındayım,
yıl 2025.

62 yıl önce
"İki Numaralı Mahkeme"yi yazdığım defterimi
evden çıkarken olduğu yerde bırakırdım,
bilirdim ki babam okuyacak.

Üzgün olduğumu elbet anlıyordu.
Üzülme boş ver diye bana bisiklet aldı.
"Bin, dolaş... Açık havaya çık."

Üzüntüm ise subay olamadığım için değil
onun isteğini yerine getiremediğim içindi.

Çok istiyordu subay olmamı,
bizim köyden ilk ben subay çıkacaktım.
Nolur affet baba,
kaderi yenemedim.

Ama yenemediğim
sahiden [U]kader[/U] miydi?
.

dost1 5. January 2025 01:11 PM

[QUOTE=Hasan Akçay;22990][url]https://www.youtube.com/watch?v=JANKA8pp33g[/url][/QUOTE]

Talat Aydemir'in ikinci Darbe Girisimi | 21 Mayis 1963 | 32. Gün Arsivi
İzledim geçmişi anmış olduk.

Hasan Akçay 22. February 2025 04:54 AM

Bu anlattıklarımı kitap haline getirdim
ama yayınlamıyacağım.

dost1 23. February 2025 10:06 AM

[QUOTE=Hasan Akçay;23001]Bu anlattıklarımı kitap haline getirdim
ama yayınlamıyacağım.[/QUOTE]

Değerli Hasan Akçay,
Tarihe not düşürmek adına yayınlamanız iyi olmaz mı?

Hasan Akçay 24. February 2025 08:15 AM

DARBE BANA NE ÖĞRETTİ

Sorgulayan
ve disiplin uğruna
çoğunluğa ters düşmekten çekinmeyen biriyim.
Böyle davranmayı sanırım bana darbe öğretti.

Bir gün okulumda
öğrenciler boykota gitmiş.

Ben ders yaparken
sınıfın kapısı tekmelenir gibi açıldı.

Kapıda iri yarı biri.

"Hocam herkes deniz kenarında toplandı, bu sınıf bekleniyor."
Neden?
"Boykot var."
Okul müdürülüğü bana öyle bir şey duyurmadı.
"Hocam! Boykota katılmayan bir tek bu sınıf kaldı."

Ceketinin önünü açtı,
silahlıyım der gibi.

Bu benim tepemin tasını attırdı.

Bana bak dedim, ben ders yapıyorum,
bırakacak mısın dersime devam edeyim,
yoksa...

Yoksa ilk iş
iki elimle gırtlağına dalacaktım.
Anladı, çekip gitti.

Derse devam ettim.

Hazırlık sınıfıydı.
13 yaşında bebeler.

Ama onları hep takdirle anarım.
Sesim titriyordu, aldırmadılar,
her zamankinden daha çok
ellerini kaldırdılar, derse katıldılar.
.

Hasan Akçay 14. May 2025 01:51 PM

DARBELER KİŞİSEL ÇIKARLAR İÇİN YAPILIYOR

Darbe dediğin "silahlı zorbalık"tır. Zorbalıkla yönetime gelen hangi eşkiya
kendisinden başkasının çıkarını düşündü ki Aydemir başkasının çıkarını
düşünsün. Onun amacı İnönü hükümetini devirip devlet başkanı olmaktı.
Güneri Civaoğlu'nun da içinde bulunduğu gazetecilere kendisi söylemiş bu-
nu.

Hani bazı uyanıklar derler ya: kendim için bir şey istiyorsam namerdim!
Duy da inanma. Ne yapıyorlarsa kendileri için yapıyorlar.

Yok Atatürk unutturuluyormuş,
yok "hocafendi"ye haksızlık ediliyormuş... da darbe onun için gerekliymiş.
Geçin bunları. Kişisel ikbal için yapılıyor darbeler.

Bunun üstüne 15 Temmuz 2016'da bir de din savaşına döktüler işi. Mina-
relerden salalar okutup halkı kör dövüşüne soktular.

Kaç masumun kanına girdiler, kaç masumun katili oldular?

Öyle bir hava estirdiler ki
sanki Uhud savaşında Okçular Tepesi ne idiyse
bu kalkışmada Bogaziçi Köprüsü odur.

Tanıdığım
imam-hatip çıkışlı bir yargıç
"İstanbul'da olsaydım" dedi,
"tabancamı kaptığım gibi o köprüye koşardım."

Ateş eder miydin?

Bir an bile tereddüt etmezdim,
o darbeci askerlerin alınlarına sıkardım.

Samimi söyleyin hakim bey,
halifelik gelmeli mi?

Evet.

-

Bu gözü bağlanmışlığın
elbet bir bedeli olacak.

-

Efendim,
eğer halk engel olmasaymış
darbe başarıya ulaşırmış.

Yok kardeşim.
Darbe girişimleri hep oldu bu ülkede,
hiç birine sivil halk karıştırılmadı,
hepsinde darbeyi yasal kuvvetler bastırdı.

Örneğin 15 Temmuz darbesine
canları pahasına
sorumluluk sahibi yasal kuvvetler dur dediler.
[url]https://www.youtube.com/watch?v=_YMDwzbeTWA[/url]

O köprüye neden getirildiğini bile bilmeyen erlere sıkmadı
onlar, herşeyi bile bile yapan darbeci eşkıyaya ateş ettiler.
Ve karşılıklı ateş edilmeye başlandığı an darbe de balon gibi
sönmeye başladı.

Tankla tüfekle yapılan darbeler eskidendi,
şimdi silah olarak din kullanılıyor.
Halifelik gelsin diye beyni yıkanan BİR tane yargıç
meclis bombalayan bir sürü uçaktan etkilidir.

15 Temmuzun darbecisi bu gerçeği ıskalamış.
.


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:55 AM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam