![]() |
Iki numaralı mahkeme
Bu anlattıklarımı
fotoğraflı olarak kitap haline getirdim. İÇİNDEKİLER 3- Önsöz 8- Sürü psikolojisi 14- Yine alarm 17- Dünyayı ele geçiren uzaylılar 22- Güler misin ağlar mısın? 29- Dayak 32- Aydemir’in kıyağı 34- Tüneğinde vurulan tavuk 36- Ne değişti? 37- Nasreddin hoca darbe yapıyor 38- Tutuklandık 39- Tutuklu yemeği 40- Fısıltı gazetesi 41- O ak saçlı var ya o ak saçlı 42- Nazik eller 43- Duruşma salonu 45- Mahkeme kurulu 47- Mahkemede ifade verdik ama... 51- Kahkahalar 52- Yargıç şakası 55- Erkek general 57- Satılmış saldırganlar 59- Benim suçum büyük Tanıklar 60- Binbaşı Eroğlu 61- Binbaşı Güven 65- General Hazer 66- Albay Özdemir 70- General Özkan 71- Albay Elverdi 75- General Tuncay 77- Bu ne biçim liste? 78- Ben ceza almaya razıyım 81- Yaktın bizi ey başlık Söz savunmanın 81- Ethem Baykara: Yanlış kişileri yargılıyorsunuz 82- Hasan Akçay: Gerçeği tanıklar söyledi 83- Bir büyük boşlukta bozuldu büyü 84- Hain, ölü, şehid 85- Savcının esas hakkındaki görüşü 87- Ne ağlıyorsunuz len inekler? 89- Gerekçe 90- Kumpas mıydı ihmal mi? 91- Üniforma 93- Densiz 94- Uyum 95- Bir molla kâsım gelir 96- Kader? 97- Darbe bana ne öğretti 98- Darbeler kişisel çıkarlar için yapılıyor ÖNSÖZ Kanla, irfanla kurduk biz bu [B]cumhuriyeti[/B] Cehennemler kudursa ölmez nigehbanıyız (Nigehban: koruyan, muhafız) İKİ NUMARALI MAHKEME 1963 yılının yaz aylarında Kara Harb Okulunda çalıştı, harb okulu öğrencilerini yargıladı ve İsmet İnönü hükümetini silah zoruyla devirmeye kalkışmaktan 75 Harb Okulu öğrencisini dört yıl ikişer ay hapis cezasına çarptı. Bir de Bir Numaralı Mahkeme vardı ama o, Mamak'ta çalıştı ve darbe girişiminde ele başılık eden harb okulu öğrencileri ile emekli albay Talat Aydemir ve emekli binbaşı Fethi Gürcan gibi darbeci subayları yargıladı. Bu iki subay ölüm cezasına çarpıldı, asılarak idam edildi. İKİ NUMARALI MAHKEME Mamak'takilerin değil, harb okulu'nda yargılanan "bin dört yüz elli dokuz Harbiyeli"nin öyküsüdür, duruşmalar sırasında tuttuğum notların üstüne kurulmuştur. Olayın henüz dumanı tüterken yazılan notlar bu günlerden o günlere değil, o günlerden o günlere bir bakıştır. Örneğin "darbeciler başarsaydı Suriye'ye benzerdik"ten kasıt o dönemin Suriye'sidir. Ben bin dört yüz elli dokuz harbiyeliden biriyim. 24 Haz 1965 tarihli Akşam gazetesinde Çetin Altan onların davranışını "çocuksu iyi niyet"e yorar ve devam eder: [I]Eminim ki onlar bu alandaki acemiliklerini meseleler ortaya çıktıkça yeni yeni sezmektedirler. Eksikliklerini ve hatalarını yeni yeni görmek- tedirler. İhtilal kavramının ne demek olduğunu[B]*[/B] yeni yeni anla- maktadırlar. Ama Türkiye'de hiç kimse acemiliğini onlar kadar ve o yaşta ödememiştir.[/I] Gerçekten öyleydi, bıyığı yeni yeni terlemeye başlayan birer çocuktuk. Ülkenin yazgısıyla oynayan koca koca adamlar değildik ama hani filler tepişirken çimler ezilirmiş ya bazı koca koca adamlar kendi siyasi oyunlarını oynarken ayaklar altında biz kaldık. "Harbiyeli aldanmaz" diye göğsümüzü şişire şişire aldandık, hüngür hüngür ağladık ve kahkahalarla güldük çocukça ve iyi niyetle. İlhan Selçuk ise 17 Aralık 1964 tarihli Cumhuriyet gazetesinde "bazı tarih gerçeklerinin üstüne ışık serpmek"ten söz ediyor: [I]Devlet bakanının bu iki yönlü cevabının üstünde de dikkatle durmak isteriz. Çünkü: 1. Eğer millî emniyet başkanı görevini yapmadıysa lastikli söz- lerle değil kesin olarak açıklanmalıdır. 2. Eğer millî emniyet başkanı 21 Mayıs hareketini başbakana ulaştırmışsa ortaya bir ikinci dava çıkıyor. 18 Mayıs gününden 21 Mayıs gününe kadar -üç gün- ihtilali önlemek için ne gibi tedbirler alınmıştır? Bu soruların cevabı yalnız bazı tarih gerçeklerinin üstüne ışık serpmekle kalmıyacaktır. Bin beş yüz genç harbiyelinin kaderi- ni değiştiren ve onları genç yaşlarında boşlukta bırakan bir büyük olayda sorumluların görevlerini yapıp yapmadıklarını or- taya koyacaktır. [/I] İyi güzel de o gerçeklerin üstüne kimin feneri tutulacak? Sa- nırım olaya bir de ayaklar altında kalan o "çocuk"ların gözüyle bakmakta yarar var. Belki bu anlattıklarım o işi yapar, öyle ki okunduğunda kulaklara o çocukların ağlama sesleri ve kahkahaları gelir. Ve inşallah bir gün tam demokrasi ülkemizde yerleşir; bu öykü, masal olur. ____________________________________________________________ *İhtilal = devrim. Atatürk devrimleri birer ihtilaldir. İhtilali [B]millet[/B] yapar, örneğin bağımsızlık savaşını kazanan millet meclisinin cumhuriyeti kurması ihtilaldir. Darbeyi ise [B]eşkıya[/B] yapar, örneğin inanç açısından talibana ters düşmeyenlerin tek adam yönetimini kurmaları darbedir. Kullanılan silahların farklı olması bu gerçeği değiştirmez. [U]İktidar olmak[/U] için askerin tankını tüfeğini kullanan albaylar da "minareler süngümüüüz!" diyen imamlar da eşkıyadır, silahlı zorbadır. Zorbalığın lüzumu yok, bir devlette iktidara gelmenin tek yasal yolu özgür seçimlerdir. Tank, tüfek, minare, süngü değil. _______________________________________________________ 1 yıl önce SÜRÜ PSİKOLOJİSİ[B]*[/B] 22 Şubat 1962, Perşembe. Akşam 19.00 gibi aniden alarm verildi, iç avluya koştuk. "Nolmuş, nolmuş?" "Darbe olmuş." "İnönü’yü öldürmüşler!" "Eyvaaah!" Çok üzüldük İçimizde ağlayanlar, dövünenler vardı. Tabur komutanımız binbaşı Ahmet Eroğlu geldi, çevresini sardık. "Binbaşım, biz napıcaz?" Bi dakka çocuklar. İç avlunun orta yerinde üstü tahtalarla kapatılmış kuru bir havuz vardı, biraz yüksekçe olduğu için tekmiller orda alınırdı. Tabur komutanımız oraya çıktı. [I]Dinleyin! Daha önce size söylemediğim şeyler oluyor Türkiye'de. Söylemedim çünkü istedim ki yalnızca derslerinize verin kendinizi. Ama şimdi vaktidir. Bazı maceracılar hükümet aleyhine bir harekete kalkıştılar. Ben sizin komutanınız olarak bu harekete katılmanızı istemiyorum. Bizim milli şefimiz kimdir?[/I] Sessizlik. Aklımıza İSMET İNÖNÜ gelmedi nedense. Komutanımız devam etti: İnönü! Evet, İnönü… Bazı maceracılar bugün milli şefimize karşı harekete geçtiler. Binbaşı Eroğlu, "Milli şefimiz!" dedikce biz hep birden "İnönü!" diye bağırdık tıpkı stadlardaki gibi. O amigoydu biz seyirci. Adamcağız sözünün sonunu bir türlü getiremedi ya da belki o da öyle yapmamızı istiyordu. Milli şefimiz... İnönü! Milli şefimiz... İnönü! Milli şefimiz... "İnönü!" Sonra birden çatık kaşlı bazı abiler peydahlandı. Komutanımızı tuttukları gibi karga tulumba götürdüler, bize de ayar verdiler: Naptığınızı sanıyorsunuz siz? "Abi, İnönü’yü öldürmüşler!" Yok öyle bişey. Ama gerekirse öldürülür. İhtilal bu. "?!" Evet, bu hareket İnönü hükümetine karşıdır. "Abi, daha önce niye söylemediniz? Valla bilmiyoduk." Ülkemiz Ata'mıza ihanet eden eyyamcılardan kurtulacak. "Tamam abi, görev verin yapalım." Tamam, şimdi sınıflarınıza çıkın. Bekleyin. Sabaha kadar sınıflarımızda bekledik, ha şimdi çağıracaklar ha birazdan çağıracaklar da ihtilal yapıcaz diye. Bir türlü çağırmadılar. Öyle alındık ki. __________________________________________________ [B]*[/B]Araştırmaların ortaya koyduğuna göre bir topluluktaki kişilerin yaklaşık % 30'u çoğunluğa uymaktadır, koyun gibi. O yüzden bu davranışı sağlayan ruh haline [B]sürü psikolojisi[/B] (mob mentality, mob psychology) deniyor. Bir odadaki yazı tahtasına 4 çizgi çizilmiş, 2'si aynı uzunlukta. A _________________________________ B _________________________________ C ___________ D ________________ Odaya 7 kişi alınmış. "Hangi 2 çizgi aynı uzunluktadır?" diye sorulmuş. Doğru cevabın A ve B olduğu açık ve nettir ama 7 kişinin 6'sına "Aynı uzunlukta olanlar C ve D’dir" demeleri önceden tembih edilmiş ve cevabı önce onlar vermişler. Denek en sonra. Ve deneme farklı deneklerle tekrar tekrar yapılmış. Sonuç: her 3 denekten 1'i çoğunluğa uyup "Aynı olanlar C ve D’dir" demiş. Yaklaşık % 30. Az önce "yaşasın filanca" diye bağıran aynı insanlar az sonra "kahrolsun o filanca" diye bağırırlar çünkü içinde bulundukları topluluğa uymaktadırlar, topluluk öyle yapıyor. General Osman Pamukoğlu disiplinle ilgili bir soruya verdiği cevapta "topluyken kritiktir" diyor. Kastettiği her halde budur. How to avoid [B]mob mentality[/B] [url]https://www.webmd.com/mental-health/what-is-a-mob-mentality[/url] Sürü psikolojisi nasıl önlenir: -İnsanları ve görüşlerini önemseyip kâle alın. -Topluluğun açığa vurmadığı kuralları ya da sanıları görüp çözümleyin. -Sizin de ön yargılarınız olabilir, onları çekinmeden kabul edin. -Karar verme alıştırmaları yapın. -Dürüst insanları ya da itiraz edenleri cezalandırmayın. -Emphasize including people and their points of view. -Identify and analyze unspoken rules or assumptions within your group. -Regularly acknowledge any biases you may have. -Practice decision-making. -Don’t punish people who are honest or disagree. __________________________________________________ 1 yıl sonra YİNE ALARM 1962-1963 okul yaşantımın son ders yılı olacaktı. Yıl sonu sınavları yapılıyordu. Sınavlar bir hafta önce başlamıştı, bir hafta sonra bitecekti. 24.00'e kadar sınıfta ders çalışma izni vardı. Arkadaşların çoğu o vakte kadar çalışıyordu ama benim tarzım yıl içinde düzenli çalışıp yıl sonunda rahat etmekti. Onun için her zamanki gibi 20 Mayıs 1963 Pazartesi akşamı da 22.00'de yattım. Yenice uyumuşum. "Alarm vaaar!" feryatlarıyla uyandım. "Kalkın arkadaşlar! Haydi arkadaşlar!" Herkes telaş içinde kalkıp gidiyordu. Koğuşta yalnızca iki ya da üç kişi kalmıştık, ben de acele giyinip aşağı indim. Depoda kendi silahımı bulamadım, rast gele bir silah aldım. Palaska da bana uymadı, elime gelen birini takıştırıp dışarı koştum. Bölüğüm iç avludaki toplanma yerinde yoktu, okul kapısı ise sonuna kadar açıktı. Kapıda nöbetçi yoktu. Bölüğe Meclis yolunda yetiştim, oldukça düzgün bir yürüyüş kolu içinde gidiyorlardı. Kısım çavuşu bir bağ mermi verdi. Nolmuş? Nereye gidiyoruz? [I]Şimdilik biz de bilmiyoruz. [/I] Herkes birbirini uyarıyordu: [I]Aman arkadaşlar! Silahınızı güvene alın; namluyu havaya tutun.[/I] Mermi de aldığımıza göre bu bir eğitim yürüyüşü değildi. Az sonra "Conguroğlu'nu gördün mü? Talat Aydemir gelmiş" gibi sözler dolaşmaya başladı. Durumu anladım. Talat Aydemir bir yıl önce harb okulu komutanıydı, Conguroğlu ise onun maiyetinde bir subay. 22 Şubat 1962'de İsmet İnönü hükümetini devirmeye kalkıştıkları için emekli edilmişlerdi. Simdi demek bir darbe girişimi daha başlatıyorlardı ve biz onlarla birlikte hareket ediyorduk. Daha önce kendi aramızdaki söyleşilerde ihtilalden söz ederdik. Ben şakaya vurup "Öyle bir şey olursa kaçarım" derdim. O gece kaçmayı aklımdan bile geçirmedim ama elimdeki silahın emniyetini de açmadım. Parola: harbiyeli, işareti: aldanmaz. Parola şuradan geliyor: 26 Şubat 1962’de Başbakan İsmet İnönü Mecliste bir konuşma yapar; "Harbiyeliler aldatılmıştır," der. Bazı harbiyeliler ertesi gün Taksim’deki Atatürk anıtına çelenk koyup İnönü’nün bu sözünü protesto ederler. Çelengin üzerindeki yazı: [I]Atatürk ve Türk ulusu, harbiyeli aldanmaz.[/I] DÜNYAYI ELE GEÇiREN UZAYLILAR Saat 24.30, uykuyla uyanıklık arasındaki zaman. Yaprak kımıldamıyor. Evlerinde herkes uykuda olmalı, yalnız biz kıpır kıpırdık dünyayı ele geçirmek üzere olan uzaylılar gibi. Genel Kurmay'ın önüne gelince ateş yedik, kendimizi yerlere attık. Yenice yağmur yağmıştı. Üstümüz başımız fena battı ama bir kaç saniye sonra ateş kesilince sanki az önce ateş edilmemiş, bir daha da edilmezmiş gibi elimizi kolumuzu sallaya sallaya yolumuza devam ettik. İçişleri Bakanlığı’nın önüne gelince "Başımızda kimse yok mu?" diye arandık. Conguroğlu varmış; yok olmuş. [I]Arkadaşlar! 22’nci Kısım Tarım Bakanlığı’nın önüne! [/I] dendi, oraya gittik. Bakanlığın doğusundaki yapı, Yüksek Denetleme Kurulu. Cadde iki metre yukarda kalıyor. Yani orda bir bakıma siper var. 22’nci Kısımdan İsmet Öztürk’le orda siper aldık. Ortalık şimdilik sakin. "Kimse var mı?" diye seslendik, bakanlığın önünde epey arkadaş varmış. Binanın üst katındaki bir pencerede ışık yandı. İsmet işkillendi. Yahu, kim ki o? [I]Bilmem[/I]. Bize ateş etmesin? [I]Yok canım. [/I] Sesimi yükselttim: [I]Bizim kimseye zararımız yok. Hem arkadan vurmak olur o, yakışır mı! O bize ateş etse bile ben ona ateş etmem.[/I] İşi amma da iyi ayarlamışlar diyorduk. Az ilerdeki kavşakta birileri arabaları durduruyor, denetliyor, geri çeviriyordu. Orda bir de tank vardı. Sahipsiz. Tek tük silah sesi duyuluyordu. Sonra önümüzden asker dolu GMC'ler geçti; karşımızdaki ağaçların arasına girdiler. Bakanlığın önündeki arkadaşların yanına geçtik. Coğunluğun yanında olmak insana güven veriyordu. Biraz sonra bizim sınıftan Adnan Midyat geldi sürüne sürüne. Heyecanlıydı, "Bize ateş ettiler," dedi. Adnan karşılık vermek istemiş ama "bu meret" tutukluk etmiş. Mermi yatağını, tetiği kurcaladı. Silah birden ateş aldı. "Vay canına yahu," dedi. "Orda ateş almamıştı." Bizim bulunduğumuz yerden çıkan tek silah sesi bu oldu. Sınıf arkadaşım Erdoğan Gülsoy da ordaydı. Morali bozuktu. "Bu iş yaş," diyordu. "Bir kere karşılıklı ateş edilmeye başlandı mı o işten hayır gelmez." Karşımızdaki ağaçların arasından birden ateş edilmeye başlandı sanki Erdoğan'ı haklı çıkarmak için. Yüksek Denetleme Kurulu ile Tarım Bakanlığının arasında dar bir sokak var, ordaki bir kapının girintisine sığındık. Erdoğan çömük ben ayakta beklemeye başladık. "Burdan çıkmayalım," dedim. "Ne zaman bizi almaya gelen olur o zaman çıkalım." SiLAH VE NAMUS Epey bekledik. Sabaha doğru bir ses duyduk önce uzaktan, sonra ses giderek yaklaştı: [I]Ateş etmek yok! Ateş etmek yok! Onlar sizin kardeşleriniz, harbiyeliler sizin kardeşleriniz. [/I] Ses iyice yaklaştı: [I]Gelin evlatlarım, gelin yavrularım.[/I] "Hadi Erdoğan." Çıktık. Ordan burdan gelenlerle yirmi kişi kadar olduk. Seslenen, bir albaydı. Sırtında kışlık palto, onun altında yazlık giysi. Yanında subaylar, ardında avcı koluna göre dizilmiş eli tomsonlu erler. "Verin silahlarınızı." Verdik. Hüseyin Dirhem de silahını uzattı. Ama birden heyecanlandı. Ben silahımı vermem! [I]Neden?[/I] Silah benim namusumdur! Albay anlayışlı biriydi. "Evladım," dedi "ben de askerim, namusunu bana teslim etmez misin?" Hayır! "Al, ben sana tabancamı vereyim." Tabancasını uzattı. Hüseyin onu da almadı. "Benim silahım var," dedi. Albay silahlarımızı almayı bıraktı. Toplananları da geri verdi. Silahların mekanizmalarını istedi. Onları itirazsız verdik. Bir GMC yanaştı. Albay "Binin," dedi. Ali İhsan Yılmaz binmeye davranınca silahı kazayla ateş etti. Albay dövünmeye başladı: "Evladım, birbirinizi vuracaksınız. Silahları onun için istedim." Neyse, baska bir aksilik olmadı. Hareket ettik. . |
ARA YORUM: GÜLER MiSiN AĞLAR MISIN
Aramızda para toplayıp bir sürü avukat tuttuk, içlerinde çok iyileri de vardı ama ben kendi savunmamı kendim yapmak istedim. Onun için duruşmalarda sürekli notlar aldım. Aklanıp köyüme gelince onları işte böyle temize çekiyorum. Okul komutanı bizi serbest bırakırken uyardı: [I]Gittiğiniz yerlerde halk size soğuk davranacak, dikkatli olun; üstünüzdeki giysinin onurunu lekelemeyin.[/I] Komutan haklı olabilir mi doğrusu emin değilim. Köyde insanlar şöyle bir yokluyor önce: [I]Talat Aydemir başaramadı, yazık.[/I] "Ne yani?" diyorum. "Aydemir'in darbe yapma yetkisi mi var?" Kimden almış o yetkiyi? [I]Albaymış. Olsun, emekli edilmiş. Sen neysen o da o. Darbe yapmaya senin hakkın var mı? Hem başarsa yol olurdu, eline silah geçiren sarbe yapmaya kalkardı. Suriye'ye benzerdik.[/I] Beni bu kadar uzun konuşturmuyorlar bile. "Yok, canım!" diyorlar, biz "Aydemir haklı," demiyoruz. [I]Ona ceza vermek haklı. O kadar öğrencinin başını yaktı, onlara yazık. Öğrencilerin ne günahı var? Onlar emir kulu. Bunca yıl dirsek çürüt; oku... tam subay çıkmak üzereyken umutların yıkılsın. İnsanın içi parçalanıyor.[/I] Ama bana acınması hiç hoş değil, acınacak nerem var benim! Şu dünyada acından ölen mi var? Allah bir kapıyı kapatırsa başka bir kapıyı açar. Bir de benim tanıdığım Nurcular var, onlar cumhuriyet okullarına karşıdır. "Aha," diyor birisi. "Okudunuz da n'oldu?" [I]Laik öğretim çürük meyvalı bir agaçtır, silkelediler işte yine. Sapır sapır döküldünüz.[/I] Tabii onlar biraz gazete okuyor. Ankara'da olup bitenden haberleri var. Geçen gün "Belki bizi okuldan atarlar," dedim. Bir birlerinin yüzüne bakıp bilgiç bilgiç başlarını salladılar. Daha ben köye gelmeden anama "Hasan okuldan atılacak" demişler. Anam onlara ermiş gözüyle bakıyor, "Bildiler, bildiler!" diyor. "Bööle olceeni bildiler." Haberi gayptan aldıklarına inanıyor. Babam bunlara müthiş öfkeli, "Bilemezler!" diye bağırıyor. Onlar da babama öfkeliler, beş vakit namazında niyazında olan babamı nerdeyse dinsiz ilan edecekler. Tavır olarak darbenin herkes aleyhinde: Nurcular, Demokrat Partililer, CHP'liler... Bense ne yapacağımı bilemiyorum, güleyim mi ağlayayım mı? Hani (sepetçioğlu) Mustafa dayı namazı beklerken caminin dışında anlattıydı. Sabah dağa giderken alaca karanlıkta arabasının tekeri çukura düşmüş. Onu kurtarayım derken dingilin ucu dizine çarpmış. Öyle canı yanmış öyle canı yanmış ki basmış kahkahayı. Bir yandan da "İyi ki kimse görmüyor!" dermiş içinden. Babam çok gergin, ikide bir soruyor: "Hasan, haber var mı? Emir geldi mi?" Sofrada yemek bekler gibi okuldan emir bekliyor. Tarlalarından birini satıp bana bisiklet aldı. . |
Devam.
Kamyonu bir binbaşı sürüyordu. Genel Kurmayın önüne geldik. Ordan yine ateş ediliyordu. Durmak zorunda kaldık. Binbaşı, elinde tabanca, indi. "Arkadaşlar!" dedi, "şu anda neler hissettiğinizi biliyorum çünkü ben de harbiyeliyim." [I]Şimdi sizi teker teker bırakacağım, istediğiniz yere gidin. Ama belli bir disiplin içinde. Benim başımı yakmayın. İki küçük çocuğum var beni emekli ettirip onların ahını almayın.[/I] Bir arkadaş kamyondan atlayacak oldu, binbaşı, "Yoo," dedi. "Daha değil! Bekle. Ben zamanı gelince söyleyeceğim" Sonra binbaşı yok oldu. Sürücü mahalline bir teğmen bindi. (Binbaşının korktuğu başına mı gelmişti?) Geriye dönüp hızla Çankaya'ya doğru yol almaya başladık. Ama tam olarak nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Dokunsalar ağlayacak gibiydik, halimizden utanıyorduk. Korkuyorduk çünkü yarınımız artık belirsizdi. En yüreklimiz her halde Ali Nihat Erhan’dı, bölük baş çavuşumuz. Onun da dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi; dişleri takır takır bir birine vuruyordu. Bir yerde durduk, kamyonun çevresini tomsonlu erler aldı. Bir yüzbaşı karşıladı bizi. "Niye geldiniz, yahu?" Getirdiler, efendim. "İyi. Hoş geldiniz." Silahlarımızı aldılar. Artik kimse vermem demiyordu. Silahını veren, bir odaya giriyordu. Bir arkadaşımız "Efendim, erler karışmasın bana!" diye bağırdı. "Ben bir ay sonra subay çıkacağım." Yüzbaşı erlere, "Siz çekilin," dedi. Sınıf arkadaşım İbrahim Nazlısöz: "Yüzbaşım! Erler dipçikle vuruyor. Vuruyor, yüzbaşım!" Erler uzaklaştırıldı. Burası Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı imiş. Sandalye dolu bir odadayız, bi derslik. Sandalyelere perişan oturduk. Başımıza tomsonlu bir teğmen koydular. Vakit ilerledikçe ona "Durum nasıl?" diye soruyorduk. Karışıkmış. "Kimin ne mok yedigi belli değil. En iyisini siz ettiniz." Bazı arkadaşlar "Sigaramız yok" dediler, bi yüzbaşı kendi sigara paketini ortaya attı. Teğmen yedek subaydı, sivilde kaymakammış. Hukuk mezunuymuş. Hukuk fakülteleri hakkında sorular sorduk Harb Okulundan atılırsak gireriz diye. Ortalık ağarınca uçaklar dolaşmaya başladı, bir uçak geldi gümbür diye bir şey bıraktı. Talimlerinde edindiğimiz refleksle kendimizi yerlere attık. Teğmen, silahını üstümüze doğrultarak "Kıpırdamayın, yakarım!" diye bağırdı. Ortalık yatışınca bir öğrenci, "Noluyor, teğmenim?" dedi, "Bizi vuracak mıydınız?" Kaçana şakam yok. "Kim kaçacak, teğmenim? Siz kovsanız bile giden kim?" Sonra öğrendik; darbe girişimi sırasında Muhafız Alayı ÜÇ ŞEHİT vermiş. Alayın komutanı mahkemede tanıklık ederken söyledi. Yargıç: Olayda can kaybınız nasıl oldu? Tanık : UÇAKLARIN ATEŞİYLE şehid oldular. Sonra gelenlere soruyorduk: Dışarda durum nasıl? Uçaklar Genel Kurmaya sabah 7.00'ye kadar süre tanımış, teslim olmazsa Genel Kurmay bombalanacakmış. Sonra gelenler bizden perişan… üst baş yırtılmış, çamur içinde, bet beniz atmış. Onlar bize bakıyor, şaşkın… biz onlara. Hangi taraf kazanırsa kazansın halimiz dumandı çünkü biz hiç kimseden yana değildik. Darbecilere göre haindik, hükümete göre asi. Tuvalete, baş vuru sırasına göre, iki erin gözetiminde gidebiliyorduk. Erin biri önde, biri arkada. Çevredeki erler yüz numaraya giden arkadaşa fena sövüyormuş. Erlere "Harbiyeliler hemşerilerinizi vurdu" diye gaz vermişler. DAYAK Odaya savaş giysili bir yüzbaşı girdi. Belinde tabanca, ayağında botlar. Yüzünden düşen bin parça. "Kalkın ayağa!" diye bağırdı. Kalkış o kalkış, bi daha "Oturun!" demedi. Kimliğimizi tesbite başladı. Bir yandan tesbit bir yandan dayak. "Sen nerelisin?" İzmir'li. "Ulan sen Rum tohumusun, ulan!" Ve yumruk, tekme, tokat... Payını alan dışarı çıkıyor. "Sen nerelisin?" Kars'lı. "Ulan, senin ananı Ruslar mı sin kaf?" Isparta'lıları (27 Mayıs 1960 darbesinde şehit olan) Ali İhsan Kalmaz'ın kentinden diye dövdü, Malatya'lıları İnönü'nün kentinden diye, babası çiftçi olanları "Baban senden darbe yapmanı mı istedi?" diye, babası subay olanları "Baban sana darbe yapmayı mı öğretti?" diye. Dayak yiyen Harbiyeli hüngür hüngür ağlıyordu. "Ulan sen katilsin!" Hayır, değilim. "Katilsin, katilsiiiin!" Dayak yiyenin çevresinde sekiz tane tomsonlu er. Öz saygının yerlerde süründüğü an. Herkes bir an önce sırasını savmak için öne atılıyor. Ben arkalardayım. Yüzümü avuçlarıma aldım. Ağlıyayım diyorum ağlıyamıyorum, başımı kaldırıp bakamıyorum. Biri kapıdan "Yüzbaşım, sizi çağırıyorlar" dedi, yüzbaşı işini teğmene bırakp çıktı: "Şimdi gelirim." Teğmen alabildiğine nazikti. Sıramı savmadan yüzbaşı geliverirse diye herkesin içi cız ediyordu. Ve sıra bendeyken çıkageldi. Cebimde ne varsa masaya boşalttım: Bir dolmakalem, cüzdan, mendil, babamdan gelen bir mektup, tarak. Kimlik tesbitim bitti. "Mektubu bırak, ötekileri al," dedi. Dediğini yaptım. "Çık!" Yüzüne bakıyorum. Tokatı ne zaman çakacak? I-ıh, tokat yok. Elimi kalçama götürdüm bi tekme bekliyerek. I-ıh, tekme de yok. Çıktım ama dayak yemişten beter oldum. Dayak bekleyip dövülmemek te zor. Ondan sonra kimseyi dövmedi. Sonradan öğrendik, alayın komutanı "Harbiyelileri dövmeyin!" demiş. . |
AYDEMiR’iN KIYAĞI
Nerdeyse öğlen oldu, tam olarak 10:00. Alayın yemekhanesine götürdüler bizi. Bize meydan dayağı atanlar, üstüne bir de kahvaltı verirler mi? Muhafız Alayı komutanı olduğunu sonradan öğrendiğim bir kurmay albay geldi. Merhamet dilenen ifadelerle bakıyor çocuklar. "Arkadaşlar!" dedi. "Bu işin olduğuna çok üzüldüm…" [I]Birkaç gün önce okulunuzda sizinle yemek yemiştim. Alay komutanınız Fahri Bey’e sordum sizi nasıllar diye. Sizi övdü bana, iyiler dedi. Şimdi noldu?! Arkadaşlar! Aydemir’in sizi nasıl kandırdığını gayet iyi biliyorum. Okulun komutanı Aydemir’ken harbiyelide poz bin beş yüzdü. Orduevinde çay partileri, balolar tertip ederlerdi. Kızla karıyla kandırdı sizi. Sizi, zayıf yanlarınızdan, iyi yakalamıştı. Onun zamanında harbiyeli üstlerinin yanında püfür püfür sigara içer, elini cebinden çıkarmazdı. Siz bunu matah sandınız. Askerlik bu muydu, komutanlık bu mu! Komutanlık alay komutanınız Fahri Bey’in yaptığıydı. Şimdi okulunuza yollayacağım sizi, gidin. Güzel güzel derslerinize çalışın. Büyüklerinize güvenin, inanın.[/I] Büyüklerinize inanın...mış. O anda hiç birimiz gıkımızı çıkaramadık, hiçkimsenin bize öyle bir kıyak geçmediğini söyleyemedik çünkü ne kadar babacan görünürse görünsün bir eşek sopası da bu albaydan yiyebilirdik. Eğer Aydemir gerçekten öyle bir kıyak geçtiyse biz ona yetişemedik. Nerdeyse görmedik onu, tanımadık. Aydemir bizim yalnızca üç ay kadar komutanlığımızı yaptı, o da kaydıkabak (kayd-ı kabul) dönemimizdi. Askerî okullarda bunun nasıl bir dönem olduğunu bilen bilir. O üç ayın ikisi Menteş'te kampta geçti. Günde 17 (onyedi) saat talim… Hazrol, sağa dön, sola dön, yere yat, karşıdaki tepeye sürünerek marş! Aydemir’i ben sevmedim, benim gibi bir sürü harbiyeli de sevmedi. Tanımıyorduk ki sevelim. Ama bu farketmiyordu. Önemli olan, öğretim şubesi müdürü alb Necati Özdemir gibi [B]üstler[/B] darbe esnasındaki tavırlarını bi kurban ile örteceklerdi. En iyi kurban bizim gibi "astlar"dan olurdu. Bizi seçtiler. . |
TÜNEĞiNDE VURULAN TAVUK
Muhafız alayının otobüsüne binip yola çıktık. Ben koltuğa oturur oturmaz başımı dirseklerimin arasına gömdüm. Halkın bakışını görmek istemiyordum. Bir an yanımdaki arkadaş dirseğini dürttü, "Kana bak!" Baktım, okula gelmiştik, koru duvarının dibi sofra genişliğinde kan olmuş. Sonradan öğrendim bunun öyküsünü, sınıf arkadaşım Yüksel Ulukal anlattı: [I]Koruda birinci sınıftan bi arkadaşla duvarın üstünde oturuyorduk. Ölümden filan söz ediyorduk. Bir uçak geldi, önce koruyu bi süzdü. Ona el salladık. Sonra yine geldi, birden ateş etti. Düştüm. Kendimi duvarın arkasında buldum. Kalktım. Arkadaş duvarın önünde çırpınıyordu. Mermi tam tepesine denk gelmişti, kafasından bilek kalınlığında kan fışkırıyordu. Kulağımı ağzına götürdüm bir şey der mi diye. Acayip sesler çıkarıyordu. Yakında bi cip vardı. Ona götürdüm ama cipe koyduğumda ölmüştü. Sonradan fark ettim: mermi yandan gelmiş, benim miğferi önden sıyırtmış. Ben o itmeyle düşmüşüm, mermi arkadaşın kafasına saplanmış.[/I] O uçaktan ateş edene sormak isterdim: Tüneğine saklanan tavuk gibi koruya saklanan harbiyeliyi neden öldürdünüz hem de o size el sallayıp dururken? Bakın o gece benim gibi bir yerlere sığınan başka harbiyeliler de varmış, darbeye katılmaya hiç hevesli değillermiş. Ben bir kapı girintisine sığındım, onlar örneğin bir eve tanrı misafiri olmuşlar[B]*[/B] ya da okulun korusuna saklanmışlar. _____________________________________________________ [B]*[/B]Duruşma yargıcımız yüzbaşı Mehmet Karaaslan bunu espriyle geçiştirdi ama o aileden birini mahkemeye tanık olarak çağırabi- lirdi. Sanık: Bir evin kapısını çaldım. "Tanrı misafiriyim" dedim, açtılar. Yargıç: Elbet açacaklar, elinde silah vardı. . |
DEĞİŞEN NEYDİ?
Okula teslim edildik. Kaydımı yeni yaptırıyormuşum gibi bir duyguya kapıldım. Burası sanki benim her zamanki yuvam değildi. Mesafeliydi. Hatta itici, soğuk. Sonra düşündüm, aslında değişen bendim. Dün geleceği parlak biriydim, bugün belirsiz. Dün insanların gözünde vatansever biriydim, şimdi hain. Akşam harbiyelilere dostça sigara atanların sabah eşşek döver gibi dayak attığını gördüm, okul korusunda kan gördüm... Aynı hasan olarak kalmam imkansızdı. DARBECİ NASREDDİN HOCA Sınıflarımıza çıktık. Arkadaşların çoğu bizden önce gelmiş. Herkes birbirine o gece nerde olduğunu, ne haltlar karıştırdığını anlattı. Çocuklar teslim oldukları yerlerde öyle iyi karşılanmışlar ki. Beyler, paşalar gibi ağırlanmışlar. 28. tümen komutanı radyo evinin önünde sekiz yüz kadar öğrenciyi cemselere bindirirken Nasreddin Hoca'nın fıkrasını anlatıvermiş: "Ya bir de tutarsa!" Yıkılana bir tekme de benden dememiş, yıkılmış, bitmiş harbiyelilere Nasreddin Hoca'nın ağzından gerçeği bir güzel anlatıvermiş: Darbe girişimleri göle maya çalmaktır. "Ya bir de tututarsa" diyen herkes bal gibi bilir: göl yoğurt tutmaz. İsmet Paşa'nın Aydemir için kullandığı deyimle "maskara"lığın lüzumu yok. . |
TUTUKLANIYORUZ
"Bize birşey yapamazlar" diyor arkadaşlar. Bunu bir sürü nedene bağlıyorlar. Öte yandan mahkemeye verilmemiz için hazırlık yapıldığını görüyoruz. Sıralarımızı, dolaplarımızı, yataklarımızı defalarca aradılar. Bazı öğretmenler yüzümüze boğulmaya götürülüyormuşuz gibi bakıyor. Bazıları nefretle. Bir İngilizce öğretmeni Harb Tarihi öğretmenine "Bunlar kendi komutanlarını vurdular" demiş, "bunlardan herşey beklenir." Tarih öğretmeni: Hoca! Onların yerinde sen olsan babanı vururdun babanı. Uykunun o tatlı yerinde alıp götürsünler de seni... Bir arkadaşın sırasına oturdum. Dalmış gitmişim. Önümdeki deftere "Tutuklanıyoruz" yazmışım. Arkadaş bunu görünce "Moral bozuyorsun" diye kızdı. 23 Mayısta sahiden tutuklandık. Kararı yüzümüze okudular. Suçumuz anayasayı ihlal suçuna fer'an katılmakmış (fer'an ne demekse). TUTUKLU YEMEĞİ Harbiyeli yemeğinden tutuklu yemeğine geçtik. Örneğin sık sık mercimek yemeği verdiler, sıfır yağ sıfır tuz. Mercimekler yıkanmadan haşlanmış, o yüzden üstünde bol çöplü çamur yüzüyor. Gördüğüm kadarıyla arkadaşların çoğu yemedi. Ben çatalımla mercimek tanelerini ikişer üçer çamurdan ayırdım, yemeye çalıştım. Tabi mercimekten tiksindim. Yemek seçen biri değilim ama 62 yıl sonra bile mercimek yiyemiyorum. . |
FISILTI GAZETESİ
Bunun üzerine çoğumuzun morali bozuldu. Mecit Kocacıklı bayılmış. Yzb Turgut Ekmekçi ağlamış, mendilini ıslatıp arkadaşı ayıltmaya çalışmış. Moralimizi bozan bir şey de gazete okuyamıyorduk. O yüzden bol bol dedi kodu yapılıyordu. Yeni Sabah gazetesi şöyle manşet atmış: İnönü "Harbiyeliler imha edilmiştir" dedi, biz buna inanıyoruz. Milliyet'te Refi Cevat Ulunay şöyle yazmış: Siyasî yazı yazmıyacağıma dair söz vermiştim, bugün dayanamadım, 1500 tane bıyığı yeni terlemiş evladımı kaybetmenin acısıyla yazıyorum. İsmet İnönü'ye seslenmiş: 27 Mayıstan önce "Artık sizi ben bile kurtaramam" dersin darbe olur, 22 Şubattan önce "Bu okulda ihtilal kokuyor" dersin 22 Şubat hareketi olur. 21 Mayıstan önce de "Üç dört güne kadar herşey olabilir, vaziyet çok vahimdir" dedin. Hepsinin müsebbibi sensin! . |
O AK SAÇLI VAR YA O AK SAÇLI
Nihayet ilk sorgulamalar başladı. 10'ar kişilik gruplar halinde alt kattaki odalara götürdüler bizi. Girdim, savcı masadaki sandalyeyi gösterdi, oturdum. -Sen neredeydin? Tarım Bakanlığının önünde. -Tamam. Kısaca anlat. Kısaca... Yorgun ve bıkkındı. Aynı hikayeyi benden önce kim bilir kaç arkadaştan dinlemişti. Bir de bazı arkadaşlar konuşmayı seviyor, duyduklarını gördüm düşündüklerini yaptım diye anlattıkça anlattılar. Savcı "Tamam!" deyinceye kadar. Ben kısa konuştum. Sonra konuşma zabtını okuyup imzaladım. Savcı bazı arkadaşlara zabtı okutmamış. "Bize güvenmiyor musun?" demiş. "İmzala, seni ölüme götürmüyoruz ya..." O arkadaşlar duruşmada savcılara sürekli çattılar. "Efendim savcı beni dinlemedi ki, yemek vakti geldi, seni mi bekliycem" dedi. "O ak saçlı var ya o ak saçlı." . |
NAZİK ELLER
Darbe girişiminden hemen sonra bazı öğrencileri bizden ayırdılar. Bunlar olayı önceden biliyormuş, Aydemir'le öğrenciler arasında teması sağlamışlar ve eylem esnasında elebaşılık etmişler. Okul komutanı tuğgeneral Burhan Ercan bunları konuşturmak için işkenceden geçirirmiş. Üç dört subay daire oluşturur, komutan dairenin içinde öğrenciyi dövermiş. Öğrenci dengesini yitirip düşünce hangi subayın kucağına düştüyse o subay öğrenciyi tekrar ortaya iter, komutanın nazik (!) ellerine teslim edermiş. Örneğin sigara verirmiş, bir de yakıverirmiş. Birden sorarmış: Emri kim verdi? Bilmiyorum. Sigarayı kim verdi? Öğenci (şaşkın): Siz efendim! (Göğse okkalı bir yumruk): Ulan, sigarayı kimin verdiğini bilirsin de emri kimin verdiğini neden bilmezsin? O öğrencilerden biri Kemal Ülkütanak'tı, her halde eşyalarını alsın diye bir ara yanımıza bıraktılar. Görenler anlattı: Kemal'in dudakları, kaşları patlamış. Avukatlarımız nerdeyse her duruşmada bunlara dikkat çektiler. . |
DURUŞMA SALONU
Tutuklu olduğumuz yer nasıl kendi sınıflarımız, kendi koğuşlarımız idiyse duruşmaların yapıldığı yer de kendi spor salonumuzdu, ki aynı zamanda sahneli, balkonlu konser salonuydu. Bu sahnede örneğin Saniye Can sazı omuzunda yürüdü, sanki orada yürüyen kendimizmişiz gibi hissedip ayağa fırladık, alkışladık. [I]Evlerinin önü yaldız piyade Yaşı küçük ama gönlü ziyade Anan baban sevmez benden ziyade On üç şeftaliye kızlar ahdım var ben yandım Ah kara gözlüm şirin sözlüm sevdam var ben yandım. Evlerinin önü yoldur geçilmez Soğuktur suları bir tas içilmez Andan geçilir yardan geçilmez On üç şeftaliye kızlar ahdım var ben yandım Ah kara gözlüm şirin sözlüm öfkem var, sevdam var ben yandım. Evlerinin önü yüksek kaldırım Kaldırımdan düşdüm beni kaldırın Ya sevdiğmi verin ya da öldürün On üç şeftaliye kızlar ahdım var ben yandım Ah kara gözlüm şirin sözlüm sevdam var ben yandım.[/I] [url]https://www.youtube.com/watch?v=DtuRDnUBclY[/url] Şimdi orayı duruşma kürsüsü yapmışlar. Bayraklar, TSK forsu ve tanıdık ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR yazısı. Göreceğiz mülkün temeline ne yapacaklar. Sahnenin ortasında yargıç kürsüsü bulunuyor. Mahkeme kuruluna göre savcılar sağ uçta, avukatlar solda ama avukatlar sahnenin dışında. Duruşmaları gazeteciler de izledi, örneğin zaman zaman Milliyet gazetesinden Mete Akyol izledi. Harbiyelilerden biri adaşı mıymış ne, bir duruşmada adı geçince "Burda!" diye ayağa kalkmış. Şakayla karışık yazardı. Örsan Öymen de öyle. İhtilallere dair yazdığı kitabın adı bile şaka gibiydi: [B]Bir İhtimal Daha Var[/B]. Ben okumadım. Akrabalarımız izleyebilir miydi? Sanmıyorum. Babam mektubunda geleyim mi diye sordu, gelme dedim, görüştürmezler. Beni o ortamda görüp üzülmesini istemedim, ordan burdan para bulup harcamasını da. Kendimize yeten bir aileyiz ama çok ta varlıklı sayılmayız. Neyse. 1 500 sanık, 1 500 ziyaretçi… Görüşmek imkansız gibiydi. Sandalyeler salona o kadar sık yerleştirilmiş ki öğrenciler omuz omuza oturuyor ve salona sığmayan beş yüz kadar öğrenci için dışarıya sandalyeler konmuş. Sıcak, güneşin dünyayı kavurduğu günlerdeyiz. MAHKEME KURULU Duruşma yargıcı: Yüzbaşı Mehmet Karaaslan. Bilgili, enerjik, anlayışlı, dürüst bir hukukçu. Çok güçlü bir belleği var. Biz ifade verirken "Ama senin daha önceki ifaden farklı" deyiveriyor. Çelişkiyi gideremezsek gülümsüyor, "Biraz garip olmuyor mu? Öyle oluyor." Başkan: Tuğgeneral Nihat Günaşan. Kolay gülen, kolay ağlayan biri. Takma dişleri var ama yaşından genç görünüyor. Olaya bizzat karışmış, o yüzden ön yargılı. Hukuktan ancak bir asker ne kadar anlarsa o kadar anlıyor. Üye: Kurmay albay Haydar Topçak. Başkana kıyasla daha ciddi bir insan. Halden anlıyor gibi. Hazırlık sorgulaması yapılırken okul komutanıyla birlikte olmuş. Kelle koltukta kendilerini savunan 1459 ergen harbiyeliyi yargıla- mak her halde zor iştir. Bizim yargıcımız bunu başardı. Başarmak için de kuralları sıkı sıkıya uygulaması gerekiyordu. Öyle yaptı. Her ne kadar sanıklar ve avukatlar bundan yakınsa da. Örneğin bir keresinde Mecit Kocacıklı söz aldı. Son derece öfkeliydi: Efendim, dedi, bize burada çok ağır suçlar yöneltiliyor. Ken- dimizi savunmak için soru sormaktan başka çaremiz yok ama siz sorularımıza kendiniz cevap veriyorsunuz. Vermeyin, tanığa sorun! Mecit gırtlağının bütün gücüyle bağırıyordu. Anlaşılan mah- kemeye zorluk çıkarmaktan ceza almayı göze almıştı. Sayın Karaaslan Mecit'in öfke patlamasını sükunetle karşıladı. Bak, dedi. Her soru tanığa yöneltilir diye bir usul yok, yalnızca gerekliyse yöneltilir ama siz bazan öyle gereksiz sorular soruyorsunuz ki arkadaşlarınız bile gülüyor. Mecit bağırmaya devam etti: Azarlamayın bizi. Soru sormaya cesaretimiz kalmıyor. Yargıcın işi gerçekten zordu, yalnızca bize değil başkana ve üyeye de deveye hendek atlatır gibi söz anlatmak zorunday- dı. Çünkü hukuk öğrenimi görmemişlerdi. . |
MAHKEMEDE İFADE VERDİK AMA...
İfadeler numara sırasına göre alındı. Mikrofonda önce heyecanlı ve şaşırmış haldeydik ama kısa zamanda alıştık. Herkes kendisini savunurken ne diyecekti, tam olarak bunu bilmiyorduk. Yargıcın "Neden aşağıya indin?" sorusuna bir arkadaş şu cevabı verince sorun çözüldü: [I]Bir darbe girişimi olmuş, bastırılmış. Biz nöbet tutmaya gidiyoruz dendi.[/I] Avukatlarımız hemen bir kağıt yolladılar: herkes "darbe bastırılmış, biz nöbet tutmaya gittik" desin. Kağıt elden ele dolaştı. Ondan sonra herkes bunu söyledi. Önce kendimiz ikna olduk. "Suçsuz olduğuma ben bile inandım" diye espri yapan arkadaşlar vardı. Ve hepimiz aynı şeyi söyleyince yargıç "Acaba doğru olabilir mi?" diye düşünmeye başladı, sonunda ikna oldu ama hala aklına takılan pürüzler vardı, sürekli onlarla ilgili sorular sordu. (Y: yargıç, S: sanık) Y: Okul kapısında yabancı şahıs görmedin mi? S: Gördüm ama tabur komutanımız da orada olduğu için bi kötülük yapacakları aklıma gelmedi. Y: Neden yabancı subaylara itaat ettin? S: Çünkü onlar bizi tabur komutanımızın gözü önünde alıp götürdüler. Yeni tayin edilmişler diye düşündüm. Y: Harb Okuluna tayin edilen subaylar gece mi gelir? S: Sıra dışı bir geceydi, sıra dışı tayinler olabilir. Y: Genel Kurmaydan size neden ateş edilir? S: Onu ben de anlamadım efendim. Y: Yaaa... Biraz garip olmuyor mu, öyle oluyor. Y: Radyoevinde sabaha kadar ne yaptın? S: Nöbet tuttum efendim. Y: Ne nöbeti? S: Sivilleri içeriye sokmadım, yağmaya engel oldum... Y: O kadar er ve inzibat var. Neden onlar değil de sen? Bak sınavların da varmış. S: Efendim bize nöbet tutacaksın dediler tuttuk. Askerlikte erden mareşale herkes nöbet tutar. Y: Askerlikten kaç alıyorsun sen? S: 100 efendim (gülüşmeler). Y: Peki. Sabaha kadar sizi hiç uyaran olmadı mı hükümete karşı hareket ediyorsunuz diye? S: Hayır. Y: Kültürlü bir harbiyeli olarak durumu kendin sezemedin mi? S: Kuşkulanacak bi durum yoktu. Y: Neden radyoevine gittin? (İpini koparan oraya gitmiş) S: Arkadaşlar hep oraya gidiyordu, ben de gittim. Y: Aşağıda bastırılmış bir darbe belirtisi gördün mü? S: Hayır. Y: Neden dönmedin öyleyse? S: Bir görev verilmişti. Bizi görevi verenlerin geri çekmesi gerekirdi. . |
EN İYİ SAVUNMA SALDIRIDIR
Arkadaşların çokça söylediği sözler: - Bir darbe girişimi olmuş, bastırılmış. Biz nöbet tutmaya gidiyoruz dendi. - Alarm dolayısıyla uyandım. - Tabur komutanımız okulun kapısındaydı. - Genel kurmayın önünde ateş yedik. - Orda birisi "Yanlışlık oldu, gelenler harbiyeliymiş. Ateş keees" diye bağırdı. - Elimizi kolumuzu sallaya sallaya geçtik. - Orduevinin önündeki subaylar "Harbiyeliler, uyanık olun. Rüzgar nereye eserse oraya yelken açın" diyordu. Ve karşı saldırıya geçtik. - Neden kendi komutanlarımız bizi aramadı? - Bizimle hareket eden erler mahkemeye verilmedi. Bizim suçumuz harbiyeli olmak mı? - Uçaklar hem bildiri bırakıyor hem ateş ediyordu. Bildiriler oltanın ucundaki zokaydı. - Harb okulu binasına sabotaj yapılsa, örneğin bomba konsaydı da biz ölseydik suçlu biz mi olacaktık? - Darbeciler neden rahatça okula girebildi? Okul kapısında neden nöbetçi yoktu? Başbakanın "Durum vahimdir, üç güne kadar vahim şeyler olabilir" dediği bir zamanda okul neden yol geçen hanı gibiydi? - Darbeci Turgut Alpagut'u hademe sandım. - Talât Aydemir'i iki tomsonlu arasında görünce tutuklanmış sandım. KAHKAHALAR Güldüğümüz şeyler kendi sözlerimizdi: - Yürüye yürüye radyoevine yürüdüm. - Ananos mananos duymadım. - Anons duymadım. Gece karanlıktı. - Bi cemseye bindim, sonra cipten indim. - Sınıfta ders çalışıyordum, alarm dolayısıyla uyandım. - Sayın savcıya bize ağabeylik ettiği için müteşekkirim (yağcııı). - Merdivenin üstünde apartman vardı. - Hani okulun kapısında duvar gibi direkler (sütun sütun). - Ne var ne yok, kim kimi yiyor diye merak ettim. - Uçaklar bomba gibi bişeyler atıyordu (yok armut atacaktı). - Üsteğmen "Valla ben yeni evlendim. Beni bu işe karıştırma" dedi. - Alarm vaaar, fasulye kazanı patladııı feryatlarıyla uyandım. - Ben köşede doksan derece gibi duruyordum (?!) - O menfur gecede ben de koruda uyudum. - Kurmay albayla kucaklaştık. O ağladı, ben ağladım. - Radyoevinin yanındaki Kız Tekniğe gittim, zaten hep giderdim. - Belki bida gelemem diye radyoevinde son bi tur attım. . |
YARGIÇLAR DA ŞAKA YAPAR
Gülüşmelerimizden zannederim yargıç da hoşnuttu. Çünkü o sıcakta nerdeyse kucak kucağa oturmanın zorluğunu takdir ediyordu. Çok kere kendisi de espri yapardı. Sanık: Efendim, üniformamı giyememiştim. Picamamın etekleri sarkıyordu. Yargıç: Toplasaydın eteklerini. Sanık: Bir eve gittim. Kapıyı çaldım. Tanrı misafiriyim, açın dedim. Açtılar. Yargıç: Elbet açarlar, elinde silah vardı. Bir keresinde çalışma saati bittiği halde duruşmaya son verilmedi. Öğrenciler sabırsızlandı, salondan of puf sesleri gelmeye başladı. Nihayet yargıç "gereği düşünüldü" dedi ve onunla birlikte bütün salon: gereği düşünüldü. Yargıç: Uzatırım haaa. Yargıç savcıyı her fırsatta bozardı. Bir keresinde savcı Genel Kurmayın orda kaç silah ateş etmiştir, tanığa sorulmasını istedi. Yargıç: Bilir mi o! Yine de sordu: Saydın mı kaç mermi atılmış? Bir keresinde yargıcın dalgınlığına geldi, savcının tanığa soruları bitmeden öğrencilerin soru sormasına izin verdi. Sorular bitti. Savcı bir daha izin istedi. Yargıç: Herkes sırasını bilsin canım. Senin sıran geçti. Savcı: Ama efendim biz bitirmeden sanıkların sorularına geçildi. Yargıç: Hah bu kere sen haklısın. Savcımızın mimikleri de hoştu. Kalınca bir sesi vardı ama bazan "Patates soğan patlıcaaan!" diye bağırıyor gibi sesinin tonu değişirdi. -Efendim bilgi toplayamıyoruz. Sanıklar çok ketum. Yemişleeer, içmişleeer, gezmişleeer. -Efendim bu öğrenci arkadaşlarıyla birlikte Etimesğut'a cereyanı kesmeye gitmiş. Arkadaşları kimlermiş, kaç kişiymişler, oradan nereye kaçmışlar? -Efendim sınıf beşleri, bölük onbeşleri varmış. Sanığın malumatı var mıdır? Bu tür sorulara da aksi cevaplar verilmeye başlandı: "Üçler yediler kırklar"dan... haberim yoktur. Savcımız böyle aksi cevaplar karşısında başını eğip ağzını eliyle kapatarak homurdanırdı. Sanki küfür ediyordu. Bana öyle gelirdi. -Efendim sanıklar habire bize çatıp duruyor. Kendi durumlarıyla meşgul olsalar daha iyi ederler. İftira edenlerin numaralarını size sunuyoruz. Yargıç savcının elindeki kağıda baktı: Böyle posta posta mı sunacaksınız? Onlar posta posta iftira ediyor, biz de posta posta bildiriyoruz. Yargıç halden anlamıyordu: İftira etmiyorlar, [B]kendilerini savunuyorlar[/B]. . |
ERKEK GENERAL
Bizim böyle gülüşmemize ifrit olan da varmış: okul komutanı tuğ- general Burhan Ercan... Bizi yemekhanede topladı, gözlerinden a- teş saça saça şu konuşmayı yaptı: [I]Harbokulunda [U]hükümete[/U] karşı[B]*[/B] tarihimizde ilk defa isyan ettiniz, Harbokulunun şerefini batırdınız. Hakkınız yoktur. Burası eşkiya yuvası değildir. Canınız istemediyse defolup gitseydiniz. Avluda yürürken bir subayımdan herif diye söz eden olmuş. Had- dine mi düşmüş. Eğer bir subayıma her hangi biriniz saygısızlık ederse hepinizi teker teker cezalandırırım. Mahkeme salonu tiyatro değildir. Sizin 21 Mayıstaki davranışınız da övünülecek, gülüp geçilecek bir şey değil. Gülün gülün siz burda. Millet te size gülüyor. Sizin ar damarınız çatlamış. Yaptı- ğınız ahlaksızlıktır. Bari mert olun. Yok kız arkadaşımı görmeye Kız Tekniğe gittim- miş, yok üşüdüm de radyoevine girdimmiş... Erkek olun. Bir in- san erkekse erkektir, her zaman doğruyu söyler. Bu kadar.[/I] Bundan sonra sayın generale "erkek general" dedik. Elbet iro- niydi. Erkek general geliyor dendi mi kaçacak delik arardık, ka- çamazsak kediye yakalanmış fare gibi felaketimizi beklerdik. Örneğin sınıfta ceketsiz durmaya izin verilmiş olduğu halde her hangi birimiz ceketsiz yakalanırsa tecrid cezası alabilirdi. __________________________________________________________ *Burhan Ercan erkek insan her zaman doğruyu söyler diyor ama kendisi yalan söylüyor. Örneğin "tarihimizde hükümete karşı [U]ilk defa[/U] isyan ettiniz" diyor. Oysa harbiyeliler 27 Mayıs 1960 darbesinde ve başka darbe girişimlerinde de hükümete karşı kullanıldı. Örneğin askerî liseyi ben 1960'ta bitirdim, 27 Mayıs darbesinin hemen ardından yazın bize bile görev verdiler. İki ayaklanma arasındaki fark: Ayaklanma 27 Mayıs 1960'da görünürde [B]başarılı[/B] oldu, 21 Mayıs 1963'te her bakımdan [B]başarısız[/B]. Eğer erkek insan doğruyu her zaman söyleyense darbe girişimlerinin hepsine itiraz edecek, başarılı başarısız ay- rımı yapmayacak. ________________________________________________________ SATILMIŞ SALDIRGANLAR Ankara sıkıyönetim komutanı korgeneral Cemal Tural bizim için "Satılmış Saldırganlar" demiş. Gazetede okudum. Fotoğrafı da vardı. Anıtkabir'de nöbet değiştiren askerler gibi rap rap rap yürüyordu, bana bacaklarından rahatsız da o yüzden öyle yürüyor gibi geldi. [I]Adıma sanık talebe diyorlar [B]Tahliye[/B] istedim "Yok be!" diyorlar Aldandım diyorum "Deve!" diyorlar Satılmış oğlu saldırganım ben.[/I] Tahliye talepleri bismillah duruşmaların ilk günü başladı. Kabul edilecek mi edilmeyecek mi önceleri biz de merakla izledik, sonra kabul edilmeyeceğine ikna olduk. Ve yargıç gırgır geçmeye başladı. Efendim tahliyemi talep ediyorum. Salon: Oho ooOH! Yargıç: Olur, ederiz... Avukat Şefik Çapanoğlu 146 öğrencinin müvekkiliydi, ilk ifadeler bitti, tahliyelerini istedi: [I]Tutuklu kalmalarını gerektiren hiçbir neden yoktur, tahliye edilmezlerse bu genç yaşlarında üzerlerinde derin bir iz bırakılacaktır.[/I] Savcı cevap verdi: [I]Sanıkların kendi görüş ve ifadelerine bakarak tutuklu kalmalarının gerekmediğine hükmetmek mümkün değildir.[/I] Uzun sözün kısası, son kararlara kadar istisnasız hepimiz tutuklu kaldık. Oysa Mamak'taki 1 Numaralı Mahkeme ilk günden itibaren tahliye kararları vermeye başlamış. Anlaşılan bizim başımıza öyle bir bela gelmiş ki ahtapot gibi sarmış sarmalamış. . |
BENİM SUÇUM BÜYÜK
O gece soğukkanlı bir şekilde mühimmat deposunun kapısını kırmışım, mermi sandığı taşımışım, arkadaşlara mermi dağıtmışım. Bunu Bircan Sevgör ilk sorgulamasında söylemiş, yanımda Hasan vardı demiş. Hangi Hasan? Savcı bölüğün fotoğraflarını Bircan'ın önüne koymuş, beni göstermiş, "Bu mu?" Bircan "Evet" deyivermiş. Bircan sonra bana geldi. Yanıldım özür dilerim, mahkemede düzeltirim dedi ama ifade verirken heyecandan şaşırdı, yanlışını düzeltmeyi unuttu. İfade sırası Hasan Şenarbay'a geldi. Hasan mermi sandığı taşıdığını söyledi. Söz aldım: [I]Efendim, Hasan mermi sandığı taşıdığını söylüyor. Bircan'ın tutanaktaki yanlışı düzeltilsin.[/I] Yargıç Hasan'a sordu: sen mermi sandığı taşıdın mı? Hasan bu kere "Hayır, taşımadım" dedi. Yargıç: Neyse... zaten esasa taalluk etmez bu. Avukatlar benim bu çıkışımı sakıncalı buldular. "Bir birinizi suçlamayın Hasan Akçay gibi" diye bir kağıt gönderdiler, kağıt elden ele dolaştı. . |
TANIKLAR
Ahmet Eroğlu Bnb, 22 Şub 1962'de harbiyelilerin tabur komutanı ([B]Korkmamış[/B]): Ben sadece merkez komutanlığında 15-20 öğrenci gördüm, onlar da hareketten vaz geçmiş durumdaydılar. Avukat Hasan Önen: Sayın tanık geçen yıl şimdi yargılanmakta olan Üçüncü Taburun komutanıymış. 22 Şubat darbe girişimi esnasında tabur nasıl davranmış? Yargıç: Bu soruyu sorunca ne olacak? Avukat: Efendim o zaman öğrenciler İsmet İnönü lehinde tezahurat yapmışlar. O zaman tezahurat yapan öğrenciler şimdi neden darbe yapsınlar? Yargıç: Onu savunmanızda söylersiniz. Şimdi değil. (Tanığa) Siz efendim, soruyu dinlediniz. Anlatın. Mümkün olduğu kadar kısa. Taburuma önce bir şey söylemek istemedim ama bundan vaz geçtim, açıklama yapmanın daha uygun olacağını düşündüm. Bunları etrafıma topladım. "Arkadaşlar" dedim... [I]Derslerinizden başka şeylerle uğraşmayın diye şimdiye kadar söylememiştim, şimdi sırasıdır. Hükümetin aleyhine bir harekete kalkışıldı. Komutanınız olarak sizin bu harekete katılmanızı istemiyorum.[/I] Bundan sonra, beni sessizce dinledikten sonra hep birden "İnönü! İnönü!" diye tezahürat yaptılar. 22 Şub gecesi bunlar sınıflarına kapatıldı. Kenan Güven Bnb, 21 May 1963'te harbiyelilerin tabur komutanı ([B]Korkmuş)[/B]: 02.00 gibi okula geldim. Nöb subay Şendoğan'ı gördüm. Darbeci subayların okulu ele geçirmiş olduğunu anladım. Talat Aydemir'le karşılaştım. Bana görev vermek istedi. Reddettim. Okuldan çıktım. Aşağıda bir öğrenci grubunu sıraya soktum, Çan- kaya'ya doğru "İleri! Marş!" dedim ama üçüncü taburdan İbrahim Demir buna engel oldu. "Geriye dön! Marş!" diye bağırdı. Öğrenciler geriye dön- düler, uzaklaştılar. İbrahim bana da silahını çevirdi, "Burda senin borun ötmez!" dedi. Yargıç: Okul kapısında öğrenciler sizi selamlamış, onları neden emrinize almadınız? Tanık: Silahlarını üzerime çevirenler vardı, kork- tum. Turan Çağlar Hava kur alb [B](Okul korusuna saklanmış)[/B]: 24.00'te Bahçelievler'den harbokuluna geldim. Koruya saklanıp harbiyelileri gözetledim. Okulun kapısında yarınki atamaları konuşuyor, "Nihat Erim başbakan olacak" gibi sözler ediyorlardı. Aydemir geldi. Etrafına toplandılar. Bir konuşma yaptı, harbiyeliler alkışladılar. Öğrenci 1: Neden görevine gitmemiş te harbokuluna gelmiş? Yargıç: Sana ne? O görevini yapmamışsa kendi komutanı var, kendi komutanına hesab verir, sana değil. Öğrenci 2: Efendim serbest olarak bir şey söylemek istiyorum. Yargıç: Elbette, serbest olarak. Kimseden çekinmeyeceksin. Öğrenci 2: O gece nöbetçi subay olan Yekta Başeğmez'in tanık olarak burada anlattığına göre Nihat Conguroğlu gelmiş, "Arabam bozuldu, telefonunuzu kullanabilir miyim?" demiş. Bahçelievler'den bir yere telefon etmiş, araba gelince içinden bir radyo çıkarıp masanın üstüne koymuş. Radyoda darbe bildirisi okunuyormuş: Silahlı Kuvvetler idareye el koydu... Şimdi... bu tanık Bahçelievlerden beklenen saatte bir arabayla geldiğini söylüyor. Biraz garip olmuyor mu? Yargıç: Tamam mı. Peki. Mehmet Ali Ergin Kur alb ([B]Bu tanık hapsedilsin[/B].) Talat Aydemir'in emriyle indik, başımızda bir üsteğmen var dediler. Yargıç: Talat Aydemir'in emriyle indik dediler mi? Tanık : Hayır, alarm dolayısıyla indik dediler. Savcı : Sözlerinin başı sonunu tutmuyor, tazyik hapsi talep ediyoruz. Yargıç: Tavzih etti, alarm dolayısıyla indik dediklerini belirtti. Savcı : Kararı mahkeme kurulunun vermesini talep ediyoruz. Yargıç başkana ve üyeye kulağını uzattı, başkana bir daha döndü. Salon nefesini tutmuş izliyordu. Bizi korumaya çalışan tanığın cezalanması moralimizi bozacaktı. Yargıç: Gereği düşünüldü. Tanığın tazyik hapsinde tutulması hakkındaki talebin mahkeme başkanının muhalefetine rağmen reddine karar verilmiştir. Bütün başlar başkana çevrildi. Yüzü kıpkırmızı olmuştu, salonda sanki gürültü varmış ta susturmak istiyormuş gibi önündeki mikrofona kalemiyle vuruyordu. İsmail Hakkı Bayındır Kur alb, cumhurbaşkanlığı muhafız alayı komutanı ([B]Kaçmaya çalışan darbeci subayı yakalamış[/B]) Alayım 05.30'da harekete geçti. Bir öğrenci jandarma genel komutanlığının penceresinden ateş ediyordu. Yaralılar vardı, onların alınmasına engel oluyordu. Pencereye yoğun şekilde ateş ederek yaralıları aldım. Rastladığımız öğrencileri enterne ede ede harb okuluna kadar geldik. Korudan bize ateş edenler vardı, silahla karşılık verdik ve onları enterne ettik. Okula geldim. Nizamiyede silahlı silahsız öğrencilerle Salim Miman vardı. Bir öğrenci yerden büyük bir mermi aldı. Bakın albayım dedi, bunu bize attılar. Yazık... Ben de sebep sizsiniz, dedim. Baktım Salim Miman gidiyor. Önünü kestim. "Nereye?" dedim. Bizim işimiz bitti dedi, öğrencileri yatıştırdık. Sizin işiniz asıl şimdi başlıyacak dedim, hele biraz sabredin. Onu tutukladım. Okulu teslim aldık. Yargıç: Size gelen bütün öğrencilerin silahlı çatışmaya girdikleri öne sürülüyor, çatışmaya girdiler mi? Tanık: Onu onları getirenler bilir, ben bilemem. Ben çatışmadan söz eden bir liste imzalamadım. Esasen bu bir serlevhadır, serlevha diye her şey yazılabilir. Nuri Hazer Tuğgeneral, 28. tümen komutanı ([B]Harbiyeliler [U]habersiz[/U]miş[/B]): Önce ortalıkta harbiye öğrencileri yoktu, sonra göründüler. Ben aralarından geçtim. Bana parola sormadılar, ateş etmediler. Şoförüm "Ateş ettiler" derse inanmayın, öyle olsaydı ben de duyardım. Radyoevindeki öğrencilerle herhangi bir yanlışlık ve kazaya sebep olabilir endişesiyle sabaha kadar temas kurmadık. Sabahleyin başlarında bulunan subayla temas ettim ama bu temastan öğrencilerin haberi yoktur, onlar karşıda duvar gibi duruyorlardı. Sivil halkın yanında silahlarını teslim etmek istemiyorlardı. Sonunda itirazsız arabalara binip okullarına döndüler. Necati Özdemir Kur alb, okullar dairesi öğretim şubesi müdürü ([B]Yuuuh[/B]): Olayı duyar duymaz sivillerimi giydim, Kızılay'a doğru hareket ettim. O meşhur Fethi Gürcan'ı gördüm fakat o beni görmedi, görseydi beni muhakkak şehit ederdi (gülüşmeler). Öğrenciler azimliydiler, gözlerinden ateş saçıyorlardı. Kur'ân üzerine yemin ederim ki önlerine ana babaları çıksa çiğner geçerlerdi. Bütün salon: Yuuuh! Yargıç: Ne demek yuh! Diyeceği olan varsa gelir mikrofon başında konuşur. Böyle olursa tedbir alırım. Bakın bu hareket sizin o geceki halinizi de anlatır. Tanık: Evet efendim, o gece tıpkı böyleydiler. Yargıç: Siz de susun efendim, söz vermeden konuşmayın. Öğrenci 1: Bu albay o gece önümüze geçip gelin ardımdan demiş te gelmemiş miyiz? Öğrenci 2: Bu albay bi YELKENCİ çünkü göreve gideceğine sivillerini giyip durumu izlemeye gidiyor. Öğrenci 3: Fethi Gürcan beni şehid ederdi diyor, kendisi Fethi Gürcan'ı niye vurmamış? Avukat Asım Ruacan: Tanık öğrencileri uyaran bir subay topluluğu görmüş mü? Tanık: Görmedim ama öğrencileri siviller uyarıyordu... Muhterem hakim bey! Şu talebe bana fena halde başını salladı, hem de fena halde! Yargıç: Kimdir o? İbrahim Demir: Hayır efendim sallamadım. İspat edebilirim. Savcı: Efendim İbrahim Demir'in bari bu hareketi hakkında bir karar verilsin. Yargıç savcının talebini kâle almadı. İbrahim yalnızca başını sallamış, herkesin vücudu zangır zangır sallanıyordu. Ah benim garib anam, babaların şahı babam! Sizi çiğner geçermişim... Yuuh! Ordakilerin çoğu subaylar dahil üzüntümüze isyanımıza kapılmış, ağlıyordu. Yargıç: Öğrencilerin aldatılmış olup olmadığı hakkındaki kanaatiniz nedir? Tanık: Azimliydiler, kararlıydılar. Yargıç: Bu kanaate nerden vardınız? Tanık: Çünkü parolaları "harbiyeli aldanmaz"dı. Yargıç: Peki çekilebilirsiniz. Önümden geçerken gözlerimi kapadım ama çoğu arkadaşın albayın yüzüne tükürür gibi baktığından, "senin gibi subay olacağıma olmayayım daha iyi" dediğinden eminim. YELKENCİ avukatlarımızın şaka yollu söylediğine göre hukuk diline bizim kazandırdığımız bir terimmiş yani rüzgara göre yelken açacaksın. Eğer darbe hedefine ulaşıyor gibiyse darbeci olacaksın, yok eğer bastırılıyor gibiyse darbeye karşı... Örneğin benim içinde bulunduğum grup sabaha doğru muhafız alayına teslim olduğunda darbenin hala başarıya ulaşma ihtimali vardı. Bazı arkadaşlar sigaramız yok dediler, bir subay kendi sigara paketini ortaya attı. Böylece biz darbecileri anlayışla karşıladığını gösterdi. Sonra ortalık ağarıp darbenin bastırıldığı kesinleşince darbeciyiz diye tekme tokat dayak yedik. Sigara paketini ortaya atan da sille tokat dayak atan da belki aynı yelkenci subaydı. Müberra Yetkin spiker ([B]Hanımefendiye silah çekmişler[/B]): Öğrenciler dadyoevini işgal ettiler. 30-40 harbiyeli bana silah çekti. Radyodan yapılan bütün uyarıları öğrenciler her halde duyuyordu, hepsi dinliyordu. "30-40 harbiyeli bana silah çekti" deyince salonda gülenler oldu. Yargıç: Gülmeyin gülmeyin, ağlamak lazım. Hani nöbet tutmaya gitmiştiniz? Oysa gülünç olan 1 kadına 30-40 harbiyelinin silah çekmesiydi. Müberra Yetkin sözleriyle karikatür çizmişti. Ömer Özkan tuğgeneral ([B]Ben generalim, ben generalim demiş.[/B]) Beni Tarım Bakanlığının solundaki kavşakta durdurdular. "Ben generalim, bırakın beni" dedim. Biz sadece Tulga ve Talat paşalardan emir alırız dediler. Durumu jandarma komutanlığının binasından takip ettim. Ortalık ağarınca alanda bir harbiyeli gördüm, perişandı. Çağırdım. Yaklaştı. "Ben generalim, silahını bırak gel dedim." Bırakamam, silah benim namusum- dur dedi. Bir assubaya emrettim. Silahını aldı. Bulunduğum odaya geldi. "Kimden emir aldınız, naptınız siz?" dedim. Bir koltuğa yığılır gibi oturdu, mırıldandı: Yarın sınavlarımız vardı. Alarm dediler, aldılar getirdiler. Bu sayın generalin "Ben generalim" deyişi aramızda şaka konusu oldu: Ben generalim dedim, inanmadı. Pencereden apoletimi gösterdim, bakmadı. Apoletimi söküp önüne attım, işte bak dedim. Sahtedir dedi. Ali Elverdi Kur alb, şu anda radyoevi müdürü ([B]Talât'ın bir avuç çapulcusu[/B]): Radyoevi silahlı çatışma ile verildi. 01.57'de radyodan "Talât'ın bir avuç çapulcusu başaramıyacaktır" diye duyuru yaptım. Öğrencilerin hiçbir şeyden haberi yoktu. Hatta kendilerine görevler verdim, yaptılar. Ben yazılı ifademde radyoevinin öğrenciler tarafından ele geçirildiğini belirtmiştim, yanılmışım. Onlar teğmendi. Üçüncü sınıf olması gereken teğmenler burda okumuyormuş. Bir ara tutuklanıp harbokuluna getirildim, başıma Nezihi Fırat'ı diktiler. Beni öldürmek istediler. Yargıç: Öğrenciler ne yaptıklarını bilmiyor muydu? Elverdi: Hayır. Kanaatimce onlar aldatılmış. Yargıç: Bu kanaate nasıl vardınız? Elverdi: Efendim çünkü bana da itaat ediyorlardı. Ali Elverdi konuşurken öğrenciler dinleyici balkonunda oturan Müberra Yetkin'e dönüp dönüp baktılar. "Nasıl, uyarıları herkes duyuyor muymuş?!" gibilerden. Bu sayın yarbayın "Beni öldürmek istediler" derken kastettiği şuydu: Ali Elverdi'yi harbokulunda bir odaya hapsedip başına Nezihi Fırat'ı dikmişler. Nezihi "Arkanı duvara yasla" demiş, tomsonunu üzerine çevirmiş, "Seni vuracağım" diye korkutmuş. Sonra Aydemir'in yanına götürmüş. Aydemir 3 öğrenci ve kendisinden oluşan bir mahkeme kurmuş, yarbayı "anayasayı ihlal"den ölüme mahkum etmişler. "Alın koruda bunun işini görün!" demiş. Götürmüşler. Elverdi bir ağaca arkasını dayayıp "Hadi vurun!" demiş. Öğrencilerden biri: "Yarbayım biz seni vuramıyacağız, burdan kaçın." Yarbay da doğru radyoevine gidip 01.57'de o anonsu yapmış. Orhan Çokdeğer Kur albay, Ankara merkez komutanı ([B]Bize itirazsız teslim oldular[/B]): Tarım Bakanlığının önünde 15-20 öğrenci bize [U]itirazsız[/U] teslim oldular. Yalnız içlerinden biri silahını vermek istemedi. Zaten bence de bir askerin silahını teslim edivermesi şerefli bir hareket sayılmaz. Bunların arasında ateş etmesini bilmeyenler de vardı, biri cemseye binerken kazayla ateş etti. Yargıç: Tarım Bakanlığının önünde müsademe oldu mu? Tanık: Hayır, orada itirazsız teslim oldular ama başka yerlerde direnenler oldu, sağımdan solumdan vızır vızır mermiler geçiyordu. Yargıcın aklına pek yatmadı: Siz orta yerde açıktaydınız, niye isabet almadınız? Tanık: Efendim... Her halde havaya ateş ediyorlardı. Yargıç: Öğrencilerin aldatılmış olup olmadığı hakkındaki kanaatiniz nedir? Tanık: Bu bir silahlı ayaklanmadır. Bu bir Kabakcı isyanı, bu bir Patrona Hali isyanı gibidir. Genel kurmay başkanının yatağının altını arayanlaaar, genel kurmay ikinci başkanına ateş edenleeer! Yargıç: Bırakın onları! Farklı tavırlar olacaktır. Onlar başka. On- lar öteki mahkemede. Ben size yalnızca kanaatinizi sordum. Tanık: Bunlar aldatılmışlardır. Bunların temiz kanları üzerine bir darbe hükümeti kurulmak istenmiştir. Yargıç: Tamam. Zühtü Özkurt Er [B](Yabancı subaylar)[/B] Okul kapısında nöbetciydim. Talat Aydemir geldiği zaman öğrenciler ordaydı. Başlarında yabancı subaylar vardı. Öğrenciler Talat Aydemir'i kapıda gördüler. İbrahim Dirviz Er ([B]Gotün gotün gitmiş[/B]): Depo nöbetçisiydim. Öğrenciler kapıyı açmak için üzerime yürüdüler. Gotün gotün gittim (gülüşmeler). Yargıç: Gülmeyin. Bunları siz eğiteceksiniz. Süleyman Tuncay Hava tuğgeneral ([B]O gece kokteyldeymiş[/B]): İran hava kuvvetleri komutanına verilen kokteyldeydim. Olaydan 24.00'ten önce haberdar oldum. Tandoğan alanında Harbiyeliler tarafından durdurulduk. "Başınızda kim var? Kimden yanasınız?" dedim. Başımızda kim olduğunu söyleyemeyiz, dediler. Uyardık. "Emir kuluyuz, siz olsanız ne yapardınız?" dediler. Bir yüzbaşının gelmesiyle sertleşiverdiler. Başlarında Talat Aydemir'in bulunduğunu biliyorlardı. Yalnız öğrencilerden bazıları 23.30'da yataklarından kaldırılıp getirildiklerini söylediler. Elazığ'lı esmer bir öğrenci "Talat Aydemir'den emir alıyoruz" dedi. Tuğgeneral Tuncay'ın yanında başka havacı subaylar da varmış, hepsi tek tek gelip tanıklık ettiler. Yargıç birin- den Erzurum'lu öğenciyi tanımasını istedi. "Gelsinler buraya" dedi. Benzer görünüşte 5, 6 arkadaş kalktılar. Ama aralarında Erzurum'lu yoktu. Tanık eliyle gösterdi, "Şudur" dedi. Salonda gülüşmeler oldu. Yargıç ta gülümseyerek "Olur böyle şeyler" dedi, "her- kes yanılır... Erzurum'lu öğrenci gelsin!" Geldi. "Bu mu?" Tanık kızararak "Evet bu!" Bir öğrenci: Efendim sayın tanık kokteylden geliyormuş, acaba içkili miydi? Avukat Asım Ruacan da tanığa bir soru sordu. Ta- nık "Avukat bey ne konuştuğunu galiba bilmiyor!" dedi. Ruacan: Avukat bey ne konuştuğunu biliyor, TANIK ne konuştuğunu bilmiyor! Yargıç: Buna izin vermem. Ruacan (bağırarak): Vermeyin efendim, konuştur- mayın böyle! Asım Ruacan sevdiğimiz bir hukukçuydu. O gelir gelmez moralimiz yükselirdi. Çok az ama çok kritik sorular sorardı. Örneğin tanıklık eden bir yarbay dedi ki: [I]O gece dört öğrencinin hareketten vaz geçmelerini sağladım. Durumu pek âlâ biliyorlardı. Onları Merkez komutanlığına götürüp radyo dinlettim. [/I] Ruacan: O sırada radyoda kim konuşuyordu? Yargıç: Tabi ki devlet adamlarımızdan biri. Öyle değil mi? Tanık: Efendim evet. Ruacan: O halde sayın tanık öğrencileri hükümete karşı hareket etmekte olduklarına inandırmaya çalışıyordu. Öğ- renciler gerçeği bilseydi radyo dinletmek gerekmezdi. Tanık o ana kadar yaptığı suçlamaların boşa gittiğini gö- rünce şaşırıverdi. Yargıç: Elbette, tanık bunu söylemeye çalışıyordu zaten. NE İTİRAFI? Tecriddeki bir öğrenci itirafname gibi bir rapor yazmış ve bu, tecrid- deki herkese imzalatılmış ama ötekiler raporda ne var bilmiyordum diyorlar. Her birinin savunması şöyle: Raporu yazanı tanımıyorum. Beni sabahın karanlığında kaldırdılar, bir odaya götürdüler. Önüme boş bir kağıt koydular, "İmzala!" dedi- ler. Baskı zoruyla imzaladım. Savcı: Suçlananlar neden 1459 öğrencinin her hangi biri değil de özellikle bunlardır? Savcının bu sorusu elbet önemliydi ama yargıç rapora savcı kadar önem vermiyordu, sanki ört bas etmek ister gibiydi. Raporu yazdı- ran yarbay duruşmada tanıklık ederken "Efendim raporu yazan öğ- renciyi tanıyorum. Az önce burdaydı" dedi. Yargıç "Kimdir o? Gelsin buraya!" demedi. Ve onun kim olduğunu hepimiz biliyorduk. Yarbay tanık kürsüsü- ne yürürken onun nasıl saklandığını gördük ("o" beraat etti). CEZA ALMAYA DA RAZIYIM EĞER... Bana yöneltilen suçlardan biri de o gece nasıl teslim olduğumla ilgiliydi. Ben ve yanımdakiler "teslim olduk, teslim alınmadık" di- yorduk. Savcının iddiasına göre ise müsademe (silahlı çatışma) sonucu teslim alınmışız. Bir çete gibi, vuruşa vuruşa. Duruşmada bizim gruptan biri ifade verirken sürekli soruluyordu: Kimle müsademe ettiniz? Savcı, Erdoğan hakkında iddiasını daha da ileri götürdü: Erdoğan Gülsoy bu grubun başıymış. Elimizde delil var. Erdoğan sersemledi: vallahi efendim yok öyle bir şey... Garibim ha bire sağa sola bakıyordu. Yargıç bana da sordu: Siz çarpışarak mı teslim oldunuz? "Hayır efendim!" Tanıklar gelir de öyle oldu derlerse mahcub olmak var ama. Kontrolumu kaybettiğimi hatırlıyorum: Efendim, eğer yalan dolanla olacaksa ben ceza almaya da razıyım. Yargıç: Orası bizi ilgilendirir. Yalan mı değil mi biz biliriz. Kendimi toparladım: Evet efendim, baş üstüne komutanım. . |
YAKTIN BİZİ [B]SERLEVHA[/B]!
Muhafız alayı komutanı İsmail Hakkı Bayındır tanık olarak geldi. Yargıç sordu: Size gelen bütün öğrencilerin silahlı çatışmaya girdikleri öne sürülüyor, çatışmaya girdiler mi? Tanık: Onu onları getirenler bilir, ben bilemem. Ben çatışmadan söz eden bir liste imzalamadım. Esasen bu bir serlevhadır, serlevha diye her şey yazılabilir. Bütün arkadaşlar listenin bize dayak atan yüzbaşı tarafından hazır- landığını düşünüyor. Erdoğan'ın açıklaması şöyle: Yüzbaşı Muhafız Alayının adlî subayıdır. Önce müsademe başlıklı listeyi hazırladı, imza için alay komutanına sundu, komutan imzalamadı. Bunun üzerine yüzbaşı yalnızca "teslim alınanlar" yazan listeyi hazırladı, komutan imzaladı. Yüzbaşı imzasız listeyi imzalıya iğneledi, ikisini de yolladı. Bu arkadan vuruculuk o yüzbaşının karakterine çok uyar diyorduk. Tanıklık etmeye gelsin, soracağım: "Nerelisin?" Nereli olursa olsun "senin kanın bozuk" diyeceğim. Eğer son isteğim sorulursa o yüzbaşıya dayak atmak istiyorum diyeceğim. . |
SAVUNMALAR
[B]Ethem Baykara[/B]: (Alb, oğlu sanık) Bir tabur komutanı ki kendisini selamlayan öğrencilerini korktum diye emrine almaz, bir alay komutanı ki hareket başlar başlamaz gider Genel Kurmaya sığınır, bir okul komutanı ki yıl içinde öğrencilere yaptığı konuşmaları delil olsun diye kasede aldırır, nöbetçi heyetinin o geceki kavuk sallayıcılığı malum... Sonra da kalkar öğrencileri muhakeme edersiniz. Bu masum öğrenciler kimlere paravan yapılıyor? Sanık sandalyelerinde okul idaresini görmek isterdim ben, öğrencilerin komutanlarını görmek isterdim. Ben Muhabere Okulu komutanıyım. Emrimde beşbin asker var. Hükumet olayı önceden bildiği halde beni haberdar etmedi. Yine de askerlerimi sabaha kadar sıkı kontrol altın- da tuttum, hiçbir olaya mahal vermedim. Peki benim asker- lerim de Harb Okulu öğrencileri gibi bir kör dövüşüne atıl- saydı ülkenin hali ne olurdu? BİR ÇETE GİBİ Ben savunmamı kısa tuttum: Efendim esas hakkındaki mütalâda benim mermi sandığı taşıdığım Bircan Sevgör'den naklen öne sürülüyor. Ben bunun isim benzerliği yüzünden, yanlışlık eseri olduğunu duruşmada Hasan Şenerbay'ın sorgusu esnasında belirttim. İkincisi o gece bizim bir çete gibi vuruşa vuruşa teslim alındığımız öne sürülüyor. Delil olarak Muhafız Alayından gelen listeye atıfta bulunuluyor. Oysa Muhafız Alayı komutanı kurmay albay [B]İsmail Hakkı Bayındır[/B] öğrencilerin nasıl teslim alındığıyla ilgili sorunuzu şöyle cevapladı: Onu ben bilemem, getirenler bilir. Esasen ben vuruşmadan söz eden bir liste imzalamadım. Zaten o bir serlevhadır, serlevha diye her şey yazılabilir. Öteki tanıkların söylediklerini hatırlatayım. Kur albay [B]Orhan Çokdeğer[/B]: Tarım Bakanlığının önünde 15-20 öğrenci kendiliklerinden gelip bize teslim oldular. Yalnız içlerinden biri silahını vermek istemedi. Zaten bence de bir askerin silahını teslim edivermesi şerefli bir hareket sayılmaz. Bunların arasında ateş etmesini bilmeyenler de vardı, biri cemseye binerken kazayla ateş etti. Yarbay [B]Ziya Karahan[/B]: Tarım Bakanlığının önünde 50-60 öğren- ci kendiliklerinden bize teslim oldular. Yalnız bazıları silahlarının alınmasına hassasiyet gösterdiler. Bunları gruplar halinde Muhafız Alayına ve başka yerlere sevkettik. Efendim beratımı talep ediyorum. Ardımdan [B]Bircan Sevgör[/B] söz aldı, mermi sandığı konusunda be- nim doğruyu söylediğimi belirtti, "Yanılmışım, özür dilerim" dedi. Beni askerî ortaokuldan beri tanıyan bir öğretmenim bu savunmamdan sonra harbokulunun avlusunda şunu söylemiş: "Artık durumu en iyi olan grup Hasan ve yanındakiler." Duyan arkadaş söyledi. BİR BÜYÜK BOŞLUKTA BOZULDU BÜYÜ [url]https://www.youtube.com/watch?v=_xO6CGE0gRc&t=205s[/url] Bu videoyu yeni gördüm. Taksim'deki anıta [B]Harbiyeli Aldanmaz[/B] diye çelenk koyan arkadaşlardan biri "Biz aldanmadık" diyor. Bakın biz aldandık, harbiyeliler bunu sanık olarak oturdukları sandalyelerin arkalarına büyük büyük harflerle yazdılar: 1459 MASUM HARBİYELİ İBNE TALAT O kadar aldandık ki halaskar diye parlatılan Talat Aydemir'in ibne talat olduğunu bile farkedemedik. "vatan dedik hain olduk" "millet dedik sanık olduk" "hürriyet dedik mevkuf olduk" "adalet dedik..." [I]Öldük ölümden birşeyler umarak bir büyük boşlukta bozuldu büyü[/I] Bizim ölümümüz okuldan alınıp götürülmemizdi, sonrası: çıplak gerçek. Darbe dahil, darbeyi meslek edinmek dahil her şeyin büyüsü orda bozuldu. Hiç kimseye "Ölmek ister misin?" diye sormazlar, bize de sormadılar. Kendimizi o boşluğun içinde bulduk. Yine de safiyane bir şekilde iyi şeyler olmasını bekledik. Yalnızca kötü şeyler oldu: Komutanlarımız bizi terketti, komutanımız olmayan üstlerimiz o geceyi yelken açmak için uygun rüzgarı beklemekle geçirdiler. Ve gün ağarınca bizi suçladılar: Ulan sen katilsin! "Hayır, değilim!" Katilsin katilsiiin. Eşşek döver gibi dövdüler. Aldandık kardeşim, harbiyeli aldanmaz diye kendimize gaz verdik, aldandık. Aldanmanın bedeli varmış öğrendik ... ve ödedik. ÖLÜ KİMDİ ŞEHİD KİM? Bazı gazetelere göre olayda yer alan harbiyeliler [U]hain[/U] canını veren harbiyeliler [B]ölü[/B], ama başkaları [B]şehid[/B] imiş. Terazinin ağır gelen kefesine bir ağırlık daha koymaktı bu. Yaralı kalblerimiz daha bi acıdı. Tepki duruşmada gösterildi: [I]Biz harbiyeliler aşağıya vatan için indik. Canını verenler şehid mi oldu, öldüler mi o hükmü Allah verir, insanlar veremez. [/I] Gerçeği ise hukuğu konuşturarak yargıç açıkladı: [I]Size hiçkimse [U]hain[/U] diyemez. Duruşmalar devam ediyor, mahkemenin kararını kimse bilemez.[/I] Ve onlardan ne zaman söz etse şehid dedi, ve son kararda şehid denildi. SAVCININ ESAS HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ Sekiz gün sona erdi, savcı mahkemeye "esas hakkındaki görüş"ünü sunuyor. Özetle talepleri: -320 sanığın aklanması -1139 sanığın 5 yıldan 15 yıla kadar ağır hapsi ve kamu haklarından yasaklanması. Savcı görüşünü okurken yargıç tavanı seyretti, sonunda "Tamam mı?" dedi, alıp dosyaya koydu. İlginç olan en başta okunan iddianamede ne varsa "esas hakkındaki görüş"te nerdeyse aynen o vardı. Tanıkların sanıklar lehindeki ifadeleri hiçbir şeyi değiştirmemişti. Örneğin bizim grubun vuruşa vuruşa teslim alındığı iddiası "esas hakkındaki görüş"te aynen duruyordu tanıkların iddiayı çürüten beyanlarına inat. Savcının bu duyarsız tavrını ben de savunmamda kendimce dile getirdim. Yüzümü savcıya çevirdim, savcıya baktım ama "sayın savcı" demedim, "sayın savcıLIK" dedim. Saygım makamaydı. Duruşma yargıcı başını eğdi, gözleriyle anlıyorum dedi. O andaki sezgim bu idi. Tabi disiplin de toz duman oldu. Bağıra çağıra protesto edenler, sandalyeleri tekmeleyenler, birbirinin omuzunda ağlayanlar, dışarı çıkanlar, içeri girenler... Displinden sorumlu subay umut vermeye, teselli etmeye çalışıyordu: [I]Arkadaşlar! Kendinizi bırakmayın, o savcıdır, Şeker de verir çikolata da. Onun istediği olacak değildir.[/I] Salona tuğgeneral Burhan Ercan girdi, herkes kediye yakalanmış fare oluverdi. Disiplin sağlandı. . |
Hasan Akçay kardeşim,
Rahmetli Talat Turhan abi vardı. O yıllarda tanıyor muydunuz? |
[QUOTE=dost1;22979]Hasan Akçay kardeşim,
Rahmetli Talat Turhan abi vardı. O yıllarda tanıyor muydunuz?[/QUOTE] Talat Turhan'ı tanımadım sevgili [B]dost1[/B], hakkında bir şey söyleyemiyeceğim. |
NE AĞLIYORSUNUZ LEN İNEKLER
Kararların okunacağı gün geldi. Yerlerimizi aldık. Salonda çıt yok, heyecan içinde bekliyoruz. Galiba en sakin benim ama içimde bir şeyler eriyor gibi. Dudaklarımı sıkıyor, çoraplarımla oyalanıyorum. Avukatlar girdiler. Bir üsteğmen avukat sanıklar arasındaki kardeşine gülümsedi. Salonun sorusu: Kaç kişi, kaç kişi? Üsteğmen ellerini ölçü diye kullandı: on, yirmi, otuz, kırk, elli, altmış, yetmiş... Çocuklar "Çok!" dediler, fiyuuu yaptılar. Mahkeme heyeti geldi. Duruşma yargıcı Mehmet Karaaslan ceza alan öğrencilerin adlarını okumaya başladı, eğer cezaya itiraz etmişse onu da belirtiyordu Bunların toplamı epeyce vardı. Adı okunan öğrenci ön tarafa çıkıyor, 10 kişi olunca salondan ayrılıyorlardı. En ummadığım arkadaşlar ceza almaya başladı. "Şimdi benim adım okunacak" diye yüreğim hopluyordu. Adı okunan arkadaş allak bullak oluyor, tarifsiz bir duyguyla "Hoppalaaa!" diyordu. Hiçbiri ağlamadı ama salon kendini tutamadı. Kriz geçirenler vardı, arkadaşları onları tuvalete götürdü. Salonda disiplin kalmadı. Duruşma yargıcı "Sessiz olun!" diye yararsız bir iki uyarıdan sonra sanki sağır gibi başını kaldırmadan okumaya devam etti. Sesi titriyordu, bizden bile daha üzgündü. Kenan Dikici'nin ceza alıp salondan ayrılırken gülümsediğini gördüm. "Ne ağlıyorsunuz len inekler?" der gibiydi. Askerî liseden beri arkadaşımdı, bu kelimeyi çok kullanırdı. 75 arkadaşımız ceza aldı. Mahkeme heyeti salondaki disiplinsizlik yüzünden aramızdan geçemedi, her halde salon boşaldıktan sonra çıktılar. . |
GEREKÇE
Kararın gerekçesinde açıklandığına göre harekete [B]bütün[/B] harb okulu öğrencileri katılmıştır. - Ama hastanedekiler katılmadı, ve herkes gibi onlar da tutuklanıp yargılandı. Açıklamada bundan hiç söz edilmiyor. Okuldan onlar da atıldı. Bizim "erkek general" gibilere yakışan da buydu, şöyle diyordu: İçinizden biri bir subayımdan herif diye söz etmiş, haddine mi düşmüş. Eğer bir subayıma her hangi [B]biriniz[/B] saygısızlık ederse [B]hepinizi[/B] teker teker cezalandırırım. Hayır, masumu suçludan ayrı tutacaksın, hukuk bunu gerektirir. Keşke hiç olmazsa duruşma yargıcı yüzbaşı Mehmet Karaaslan'ı dinleselerdi. Bir tanığa öğrencilerin aldatılmış olup olmadığını sordu. Tanık: Bu bir silahlı ayaklanmadır. Bu bir Kabakcı isyanı, bu bir Patrona Halil isyanı gibidir. Genel kurmay başkanını yatağının altında arayanlaaar, genel kurmay ikinci baş- kanına ateş edenleeer! Yargıç: Bırakın onları! Farklı tavırlar olacaktır. Onlar başka. On- lar öteki mahkemede. - Gerekçe devam ediyor: Katılanların kimisi "isyan olmuş, bastırılmış. Biz nöbet tutmaya gidiyoruz" diye, kimisi ise "Silahlı Kuvvetler ihtilal yapmış" diye düşünmüştür. İkinci düşüncede olanların harekete BİLEREK katıldığı açıktır ama hangi öğrencinin hangi düşüncede olduğu tesbit edilememiştir. Buna göre yasal olarak benim ceza almam gerekirdi çünkü Talât Aydemir'le birlikte hareket ettiğimizi biliyordum. Bunu "Conguroğlu gelmiş, Talat Aydemir'i gördün mü?" söz- lerini duyunca anladım. Ama suç işlemedim, darbecilerin yanında olmadım. Asker olarak ne yapmam gerekiyorsa onu yaptım: Alarm verilmişti, kalktım. Birliğim silahlanıp gitmişti, bir silah kapıp arkalarından koştum. Onlara meclis yolunda yetiştim, gece talimi yapıyor gibiydiler. Olağan bir şeydi, ta ki "Conguroğlu gelmiş, Aydemir'i gördün mü?" sözleri dolaşmaya başlayıncaya kadar. O zaman da iş işten geçmişti, bize biz okuldayken sahip çıkmaları gerekirdi. Okulun dışında arkadaşlarımı bırakıp kaçmayı aklımdan bile geçirmedim. Ama darbe "silahlı zorbalık"tır, ona itirazımı sürdürdüm: Silahımın emniyetini açmadım. Bana ateş edilse bile karşılık vermiyecektim, bunu daha önce söylemiştim, o gece de söyledim. Ve ilk fırsatta sınıf arkadaşım Erdoğan Gülsoy'la birlikte gidip bir kapı girintisine sığındım. Sabah ortalık ağarmaya başlayıp ta darbe karşıtı bir subay bizi alıncaya kadar orda bekledik. Bunu mahkemede örneğin savunmamı yaparken söylemedim, yalnızca buraya yazıyorum. İHMAL Gerekçede şu da var: hareket gecesi harbiyelilerin [U] ihmal[/U] edildiği kanaatine varılmıştır. Aslında harbiyeliler yalnızca harekeket gecesi değil Talat Aydemir onların okuluna komutan yapılmak suretiyle 2 yıldan beri ihmal edilmiş. Aydemir'in harbiyelileri şartlandıracağı biline biline. Albay Aydemir bizden önceki devreyle 22 Şub 1962'de darbe girişiminde bulununca emekli edildi, yerine tuğgeneral Kemalettin Eken atandı. Onun ne yaptığını ise kendi oğlunun avukatlığını üstlenen albay Ethem Baykara anlattı: [I]Bir okul komutanı ki yıl içinde öğrencilere yaptığı konuşmaları delil olsun diye kasede aldırır.[/I] Hatırlıyorum, bir keresinde komutanımız bizi yemekhanede topladı. O konuşurken bazı öğrenciler "Yemekler kötü, yemekhaneyi pislik götürüyor" diye yüksek sesle sürekli homurdandılar, parazit yaptılar. O zaman bunu yadırgamıştım. Saygı gerekir ve daha önemlisi disiplin gerekir diye düşünmüştüm. Homurdananlar bence Talat Aydemir'in çengeline takılıp onun tarafından beyni yıkanan öğrencilerdi. Demek ki homurtular kasede alınmış. Oysa komutan babadır, hiçbir baba bunu yapmaz, yapmamalı. Peki, bir topluluğu yöneten kişi nasıl davranmalı? Buna dair bazı öneriler SÜRÜ PSİKOLOJİSİ başlıklı bölümde var. Neyse. Ben aklandım. Serbest bırakıldık, hakkımızda sonra karar verilecekmiş, çağırırlarsa okula döneceğiz. . |
ÜNİFORMA
Aynı yaz, 1963. Jandarma karakolundan çağırdılar, resmî yerdir diye üniformamı giyerek gittim. Hayal: Komutanın odasına girdim. "Beni çağırmışsınız komutanım." Evet. Hoş geldiiin. "Hayırdır." Hayırdır hayır hayır. Haberler güzel. "Okuldan?" Evet. Kalan sınavlara çağırıyorlar. Subay olacaksın. "Çok şükür." Gerçek: Koltuğu gösterdi, oturdum. Eliyle üniformamı işaret ederek "Bunu giymemen lazım" dedi. Efendim? "Eve varınca üniformayı çıkar. Tebliğ etmemiz isteniyor, disiplin kurulu okuldan atılmanıza karar vermiş." O da üzgündü. Kalktım, tebliği aldığıma dair imzamı attım, çıktım. Cep defterimden kopardığım bir yaprakla başlayan assubay-subay olma maceram böyle bitti. Şöyle başlamıştı: Pancar çapalıyordum. El kadarcık bir cep defterim vardı. Çıkardım, bir yaprak kopardım. Yazdım: Konya assubay okulu müdürlüğüne, okulunuza öğrenci alıyormuşsunuz. Ben assubay olmak istiyorum. Anam babam razıdır. Kaydımın yapılması için gerekli işleme izin verilmesini... Bu dilekçeyi ciddiye alıp işleme koydular, iyi mi. Fakat... Sınava gireceğim. Giriş belgesi almaya gittim, memur olmaz dedi. Neden? Evraklarından biri eksik. Dünyam başıma yıkıldı. Ben öyle üzgün oradan çıkarken üst kata çıkan merdivenin başında bir adam belirdi, kırk yıllık tanıdığımmış gibi, "Ne oldu?" dedi. Sınava giremiyorum. "Neden?" Evraklarım eksik. "Sen dur orda." İndi geldi, kapıdan adama biraz da öfkeyle baktı: Verin buna sınav belgesini. Memur ayağa fırladı, eğilip bükülerek, ellerini ovuşturarak: Onu hazırlıyordum komutanım, derhal efendim, hazır. Sonradan öğrendim, okulun müdürüymüş. Albay. Sınava girdim, kazandım, askerî üniformayı giydim. Okulu bitirme vaktinde genel kurmay başkanı orgeneral Rüşdü Erdelhun galiba Amerika dönüşü bizim okula da uğramış. Önüne beni çıkarıp tanıttılar: bu yıl okulumuzu birincilikle bitiren öğrencimizdir, komutanım. Yüzüme babam gibi bakarak "Benim bir Osman'ım vardı" dedi, assubay okulunu birincilikle bitirdi, liseye devam etmesini sağladık. Şimdi çok başarılı bir subay. Hadi seni de göreyim. Ödüller verdiler. Bir tanesi duvar takvimiydi. Aslında bir şiir seçkisi. Her yaprağının ön sayfasında, arka sayfasında dün- yadan ve Türkiye'den şiirler vardı. Su içer gibi kana kana okudum, bir kısmı hala aklımdadır. Subay olmak üzere askerî liseye böyle geçtim. Şimdi harb okulunu bitirmeme yalnızca 1 hafta kala üniformayı çıkar diyorlar. Malum, askerde işler emirledir ama emir var emir var. Örneğin size ölmeyi emrediyorum... [B]asker olun[/B] demektir, üniformayı çıkarın ise [B]asker olmayın[/B]. Madem öyle, ben de çıkardım. Garibim bir süre odamın duvarında asılı kaldı, sonunda babam mı attı ben mi attım hatırlamıyorum. MERHABA SİVİL DÜNYA Yeniden okula başladım, öğretmen olacağım. Bir hocam "senin İngilizcen çok iyi" dedi, "özel ders verir misin?" Kabul ettim, aileme yük oldum diye zaten içim içimi yiyordu. Bir gün Bahçelievler'de derse giderken az ötemde bir subay (Harb Okulunda Almanca hocası) durdu. Baktı. Tanımıştı. Bir şey söyleyecek gibiydi ama arkası gelmedi, o yoluna devam etti ben yoluma. Hoşça kal askerlik, merhaba sivil dünya. . |
UYUM
Eh biraz uyum sorunu yaşandı. Örneğin Harbiyede hocalarımızın nerdeyse hepsi subaydı, o yüzden öğretmen öğrenci ilişkisi aynı zamanda ast üst ilişkisiydi. Derste bir şey söyleyeceksek ayağa kalkardık, sıranın dışına çıkıp orda hazırola geçer, öyle konuşurduk. Sivilde de öyle yaptım. Sonra baktım benden başka kimse öyle yapmıyor, bıraktım. Oturduğum yerden konuştum. Kahvede sohbet eder gibi. Oh... Rahatmış. Sivilde hocalardan da uyum sağlayamıyan oldu. Bir hoca "Sen çok çalışıyorsun" dedi, "özel bi maksadın mı var?" Ne diyebilirdim? Şaka olarak bile evet efendim az biraz ihtilal yapmak istiyorum demedim. . |
DENSİZ
Genel Kurmay Başkanlığına dilekçe yazdım, postayla yolladım. Dedim ki: Ben hep askerî okullarda okudum, askerî ortaokulu, liseyi birincilikle bitirdim. Askerliği çok seviyorum. Çevirmenlik gibi bir görev verilirse askeriyede sivil olarak ta çalışır, mutlu olurum. Cevap vermediler ama gazetelerde Genel Kurmay Başkanlığına çevirmen alınacaktır, isteyenlerin filan tarihteki sınava katılmaları... diye bir ilan yayınlandı. Belki tesadüftü. Sınava gitmedim. "Gel seni sınavsız alalım" deseler de gitmeyecektim çünkü amacım işe girmek değil bize yapılan haksızlığı Genel Kurmaya hatırlatmaktı. Öğretmenlik te güzel bir meslek. O zamanın genel kurmayına yaptığım bu [U]densizlik[/U] gösterir ki çoğu arkadaşım gibi ben de derinden sarsılmışım. Biz çürük meyvalı ağaçtan döküldük ya, bazan yuvarlanarak bir araya geldiğimiz oluyor. Öyle bir keresinde "Filanca arkadaşımız noldu?" dedim. Cevap: Yasa dışı işlere karışmış. Öyle duydum. Bir gün Galata köprüsünün kalabalığında benim yaşımda birini gördüm, kendisinden büyükçe biri, her halde ağabeyi, onu yakasından çeke çeke götürüyordu. Yaşıtım beni tanıdı, eu au gibi sesler çıkararak el kol hareketleri yapmaya başladı. Ağabeyi "Kusura bakmayın" dedi, "okuldan atıldıktan sonra böyle oldu." Bir keresinde de İngilizce öğretmenleri için düzenlenen bir yaz çalış- masında Ortadoğu Teknik Üniversitesinden gelen biri "Size Ahmet Bey'in selamı var" dedi. Ahmet Bey? "Profesör Ahmet Çıtır." Hatırladım. Harb okulunda kendisine Ahmet Çatır Çutur diye takıldığım bir arkadaşım. Hayata olumlu bakan, neşeli biriydi. "Ama" dedi selamı getiren, "Profesör Çıtır biraz değişik biri." Biz... dedim, çoğumuz biraz değişik biriyiz. Darbe yedik, darbe bizi değişik biri yaptı. . |
MOLLA KÂSIM
Yıllar önce harbiyeli hasan akçaylar vardı, onların üzerinde birileri siyasî oyunlar oynadılar ve yavrularını yuvadan atan leylek misali onları yuvadan attılar. Ama insanlar leylek değildir. Şimdi de yıllar sonra harbiyeli başka hasan akçaylar var, onların üzerinde de siyasî oyunlar oynanıyor. Ona yanarım. Bizim leylek analar bu dünyadan göçüp gittiler, şimdikiler de göçüp gidecek ama hesab soran bir molla kâsım mutlaka gelecek: Derviş Yunus bu sözü Eğri büğrü söyleme Seni sigaya çeker Bir Molla Kâsım gelir. . |
[url]https://www.youtube.com/watch?v=JANKA8pp33g[/url]
|
KADER?
Şimdi 85 yaşındayım, yıl 2025. 62 yıl önce "İki Numaralı Mahkeme"yi yazdığım defterimi evden çıkarken olduğu yerde bırakırdım, bilirdim ki babam okuyacak. Üzgün olduğumu elbet anlıyordu. Üzülme boş ver diye bana bisiklet aldı. "Bin, dolaş... Açık havaya çık." Üzüntüm ise subay olamadığım için değil onun isteğini yerine getiremediğim içindi. Çok istiyordu subay olmamı, bizim köyden ilk ben subay çıkacaktım. Nolur affet baba, kaderi yenemedim. Ama yenemediğim sahiden [U]kader[/U] miydi? . |
[QUOTE=Hasan Akçay;22990][url]https://www.youtube.com/watch?v=JANKA8pp33g[/url][/QUOTE]
Talat Aydemir'in ikinci Darbe Girisimi | 21 Mayis 1963 | 32. Gün Arsivi İzledim geçmişi anmış olduk. |
Bu anlattıklarımı kitap haline getirdim
ama yayınlamıyacağım. |
[QUOTE=Hasan Akçay;23001]Bu anlattıklarımı kitap haline getirdim
ama yayınlamıyacağım.[/QUOTE] Değerli Hasan Akçay, Tarihe not düşürmek adına yayınlamanız iyi olmaz mı? |
DARBE BANA NE ÖĞRETTİ
Sorgulayan ve disiplin uğruna çoğunluğa ters düşmekten çekinmeyen biriyim. Böyle davranmayı sanırım bana darbe öğretti. Bir gün okulumda öğrenciler boykota gitmiş. Ben ders yaparken sınıfın kapısı tekmelenir gibi açıldı. Kapıda iri yarı biri. "Hocam herkes deniz kenarında toplandı, bu sınıf bekleniyor." Neden? "Boykot var." Okul müdürülüğü bana öyle bir şey duyurmadı. "Hocam! Boykota katılmayan bir tek bu sınıf kaldı." Ceketinin önünü açtı, silahlıyım der gibi. Bu benim tepemin tasını attırdı. Bana bak dedim, ben ders yapıyorum, bırakacak mısın dersime devam edeyim, yoksa... Yoksa ilk iş iki elimle gırtlağına dalacaktım. Anladı, çekip gitti. Derse devam ettim. Hazırlık sınıfıydı. 13 yaşında bebeler. Ama onları hep takdirle anarım. Sesim titriyordu, aldırmadılar, her zamankinden daha çok ellerini kaldırdılar, derse katıldılar. . |
DARBELER KİŞİSEL ÇIKARLAR İÇİN YAPILIYOR
Darbe dediğin "silahlı zorbalık"tır. Zorbalıkla yönetime gelen hangi eşkiya kendisinden başkasının çıkarını düşündü ki Aydemir başkasının çıkarını düşünsün. Onun amacı İnönü hükümetini devirip devlet başkanı olmaktı. Güneri Civaoğlu'nun da içinde bulunduğu gazetecilere kendisi söylemiş bu- nu. Hani bazı uyanıklar derler ya: kendim için bir şey istiyorsam namerdim! Duy da inanma. Ne yapıyorlarsa kendileri için yapıyorlar. Yok Atatürk unutturuluyormuş, yok "hocafendi"ye haksızlık ediliyormuş... da darbe onun için gerekliymiş. Geçin bunları. Kişisel ikbal için yapılıyor darbeler. Bunun üstüne 15 Temmuz 2016'da bir de din savaşına döktüler işi. Mina- relerden salalar okutup halkı kör dövüşüne soktular. Kaç masumun kanına girdiler, kaç masumun katili oldular? Öyle bir hava estirdiler ki sanki Uhud savaşında Okçular Tepesi ne idiyse bu kalkışmada Bogaziçi Köprüsü odur. Tanıdığım imam-hatip çıkışlı bir yargıç "İstanbul'da olsaydım" dedi, "tabancamı kaptığım gibi o köprüye koşardım." Ateş eder miydin? Bir an bile tereddüt etmezdim, o darbeci askerlerin alınlarına sıkardım. Samimi söyleyin hakim bey, halifelik gelmeli mi? Evet. - Bu gözü bağlanmışlığın elbet bir bedeli olacak. - Efendim, eğer halk engel olmasaymış darbe başarıya ulaşırmış. Yok kardeşim. Darbe girişimleri hep oldu bu ülkede, hiç birine sivil halk karıştırılmadı, hepsinde darbeyi yasal kuvvetler bastırdı. Örneğin 15 Temmuz darbesine canları pahasına sorumluluk sahibi yasal kuvvetler dur dediler. [url]https://www.youtube.com/watch?v=_YMDwzbeTWA[/url] O köprüye neden getirildiğini bile bilmeyen erlere sıkmadı onlar, herşeyi bile bile yapan darbeci eşkıyaya ateş ettiler. Ve karşılıklı ateş edilmeye başlandığı an darbe de balon gibi sönmeye başladı. Tankla tüfekle yapılan darbeler eskidendi, şimdi silah olarak din kullanılıyor. Halifelik gelsin diye beyni yıkanan BİR tane yargıç meclis bombalayan bir sürü uçaktan etkilidir. 15 Temmuzun darbecisi bu gerçeği ıskalamış. . |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:55 AM. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam