hanifler.com Kuran odaklı dindarlık

hanifler.com Kuran odaklı dindarlık (http://www.hanifler.com/index.php)
-   Oruç (http://www.hanifler.com/forumdisplay.php?f=237)
-   -   Yazın Ortasında Oruç? (http://www.hanifler.com/showthread.php?t=1736)

hiiic 11. August 2010 09:31 AM

Yazın Ortasında Oruç?
 
[B][U]Bakara 185[/U]
Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir. [/B]

[COLOR="Red"]Ayeti biraz açalım.[/COLOR]

[B]Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır.[/B]
Şimdi sorarım size, özellikle kadir gecesini ramazanın son 10 gününde arayın denmektedir. Eğer bu doğruysa şu anki tuttuğumuz oruç takvimine göre ne kadir gecesi sabit bir gün ne de ramazan ayı sabit. Bir hesaplama takvim hatası nedeniyle sürekli 10 gün geriye gidiyor. Oysaki kadir gecesi senenin bütün günleri olamaz. Bu ayarlamaya göre kadir gecesi senenin her gününe rastlayabiliyor çünkü yerinde durmuyor... Kuranın indirildiği ay ve gün sürekli değişiyor mu? bunun sabit bir günü yok mu? Bize göre ramazan ayı ve kadir gecesi sabit olmalı. Sırf kadir gecesinin sabit olması gerekliliğinden dolayı ramazan ayının sabit olduğunu anlayabiliriz ama takip edelim.

[B] Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun.[/B]
Oruç denen ibadet ramazan ayında yapılıyor.

[B]Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.[/B]
En önemli olan burası, çünkü yazın ortasında ağustosun bağrında oruç tutmak aczmedilerin kendisine şiş sokma ibadetinden farksızdır. Her ikiside sağlık açısından zararlı ve kendimizi riske attığımız bir uygulama olup böyle bir ibadet kolay değil zordur. Oysa Allah zorluğu değil kolaylığı istiyor.
***

1-Kadir gecesi sabit değil mi?
2-Ramazan sabit değil mi?
3-Allah bir ibadetle sağlığı riske atmayı, zorluğu uygun buluyor mu?
4-Ramazanın bir mantığı olmalı...

Bu soruların cevabı bize göre ramazan ayının sabit olan bir ayda saklı olduğunda. Bildiğimiz üzere 3 mübarek ay anılır bunlar recep, şaban ve ramazandır... Bu 3 ay aslında bir mevsimin içerisinde bulunan 3 aydır. Biliyoruz ki bir sene 12 aydan 12 ay 4 mevsimden ibaret olup her mevsim kendi içerisinde 3 ay içerir, işte ramazan ayı denen ayda bu sabit mevsimlerden brisinde gizli.

Bu sorunun cevabıda 4 ve 5. sorularda gizli.
Geleneksel din prensiplerinin temelini oluşturan hicri takvimdeki bazı hatalardan (aslında hata sayılmaz ama senenin belirlenmesinde ay hareketinin dikkate alınmasından) dolayı sabit olması gereken Ramazan ayı insan hayatını riske atacak mevsimlerde yazın ortasında ve sıcakta oruç tutmaya yönlendiriyor. Oysaki bu ay aslında insan için tutması en kolay olan yani en kısa gündüzlerin olduğu kış ayındn başkası değildir. Kışın sadece insanlar değil hayvanlar bile kış uyksuna yatarak kendi oruçlarını tutarlar, uzun süre birşey yemezler, ayılarm ihramlarına çekilerek yaşar, bunun sebebi ise kış ayında yeterli yiyeceğin bulunamıyor olmasından kaynaklanır. Orucun mantıksal açıklaması da budur. Kışın yiyecek yetersizliği ve mescitlere (sosyal kurumlara) duyulan ihtiyacın artmasından dolayı Allah bu aylarda yiyecek stoğunun hem düzgün harcanması gibi sebepleri bilerek bu ayda orucu bize farz kılmıştır.
Recep -- Şaban -- Ramaza adlarıyla anılan aylar ise bu günkü ismiyle
Ocak -- Şubat -- Mart aylarıdır
Hicri takvimdeki 10 günlük boşluk bu hataya neden olmaktadır. Evet benim görüşüm budur.

[B]Bakara 187
Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah ayetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar. [/B]

Düşüncelerinizi alayım

hiiic 11. August 2010 09:43 AM

Sayın dost1 hocam bu konudaki düşüncelerinizi bekliyorum.
Özellikle kutuplarda 6 ay gündüz yaşayan halkın ne zaman oruç açacağı şahibesinden dolayı orucun sosyal yapıda daha farklı manalar içerdiğini düşünüyorum.
Bu konuda kelime eki ve kökünden çıkarılabilecek manalar arasından bilime, akıla ve insafa en yakın olanı sizin seçtiğinizden eminim...
Ayın hilal hali ile medeni takvimin uyuşmaması, ayların ve günlerin sabitliğini nasıl etkiliyor... Kuranda ayın ramazanda kullanılmasının hükmü nedir? Allah miladi takvime geçilmesini yasaklıyor mu?

Miralay 11. August 2010 10:42 AM

Selam hiiiç kardeşim

yukarıda yazdıklarından hicri takvimle ilgili olanlarına ben de katılıyorum. Bilindiği gibi "hicri takvimi" benimseyenler, ayın hareketlerine göre belirlenen ay takvimini baz alırlar. Halbu ki, dünya kurulduğundan beri tüm insanlar için kullaılan en muteber takvim, "güneş takvimi" 'dir.
Sanırım Kur'an'da da güneş takviminden bahseden ayetler vardı ama şu anda hatırlamıyorum.

Lügat konusunda Dost1 kardeşimden yardım istediğim konu ise şu:

"Ramazan" 'ın kelime anlamı "kavurucu sıcak" olduğuna dair bir makale okumuştum. Sanırım Hasan Akçay kardeşimizin bir yazısıydı.
Değerli Dost1 kardeşim; bu konuda ve hiiiç kardeşimin sorularına cevap vererek yardımcı olursanız çok mutlu olurum.

Altimuray 11. August 2010 02:24 PM

Oruç kışın olsun diyorsun, Güney Yarımküre'dekileri düşünmüyor musun? Bence Allah'ın bir rahmeti bu. Ayın kavuşumu 29,5 günde bir oluyor. 12 ile çarp 354 oluyor yaklaşık. Hata bunun neresinde?

hiiic 11. August 2010 10:39 PM

Kışın olsun demiyorum, bana göre kışın olmalı diyorum, kendi zannımdan başka bişey değil, kafama göre delillerimi sundum. Zaten konunun alimleri cevap verince ayetleri eki köküne inince işin ne olduğu ortaya çıkar. Bilene danışıyoruz işte, en doğrusunu Allah bilir.
Belki çok farklı bir manası da olabilir bilmiyorum.

dost1 11. August 2010 11:45 PM

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

Sorularınıza cevap bulabileceğiniz bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

[B][savm][/B] kelimesi, “[B]yemeyi, içmeyi, konuşmayı ve cinsel ilişkiyi bırakmak[/B]” demektir. Sözcük ilk olarak, “atın yemeden-içmeden ayakta durması, kişinin hareketsizce dikilmesi, rüzgârın esmemesi, güneşin tam tepeye dikilmesi” anlamlarında kullanılmıştır. İbn Arabi bu sözcüğün aslının, “insan görüntüsünde çirkin manzaralı, meyvelerine “şeytânların başı” denilen, yapraksız ağaç” demek olduğunu söyler.

Lisânu'l-Arab'ın ifadesinden de anlaşıldığı üzere savm sözcüğü, “konuşmamayı” da kapsamaktadır. Bakara/183-187'de Müslümanlar için farz kılınan savm, yememeyi, içmemeyi, cinsel ilişkide bulunmamayı ve konuşmamayı gerektirir. Fakat birçok lügat ve ilmihalde, savm'ın sadece “yeme, içme ve cinsel ilişkiyi bırakma” olduğu yazılmıştır, ki bunu, yalnızca sözcüğünün anlamını bozan bir hata olarak değerlendirmek doğru olmaz. Çünkü bize göre bu, dine karşı büyük bir iftiradır. Eğer “terk-i kelam” savm'ın kapsamından çıkarılsaydı, bunun Kur’ân'da yer alması (yani, bizzat Allah tarafından çıkarılması) gerekirdi. Nitekim, Sizden kim o aya [Ramazân ayına] tanık olursa o ayı oruçlu geçirsin (Bakara/185) talimatıyla getirilen yeme, içme ve cinsel ilişki yasaklarına, Orucun gecesi refes [kötü söz, cima] size helâl kılındı (Bakara/187) buyruğu ile refese [kötü söze, cimaya] istisnâ getirilmiş, böylece oruç tutma geceleri kapsam dışı bırakılmıştır. Dinde belirleme işte böyle olur.
“Helâl kılındı” ifadesi, daha evvel harâmlaştırılmış bir şey için kullanılır. Eşyada aslolan ibaha olduğundan, eskiden helâl olan bir şey için “helâl kılındı” denmez. Ayrıca Meryem/24-26'da, Sonra ona aşağısından/aşağısındaki kişi seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin alt tarafında bir su arkı akıttı. Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine olgunlaşmış taze hurmalar düşsün. Sonra ye, iç, gözün aydın olsun. Sonra eğer beşerden birini görürsen, ‘Ben Rahmân'a bir oruç adadım, onun için bugün hiçbir kimseyle konuşmayacağım’ de buyurulduğuna göre, “terk-i kelam”, orucun aslî unsurudur.
Kur’ân'da, “terk-i kelam”ın savm'ın kapsamından çıkarıldığına dair herhangi bir işaret olmadığına göre, oruç esnasında konuşmanın da terk edilmesi gerekir. Kişiyi takvâ sahibi yapacak olan orucun, kimseyi takvâ sahibi yapmayıp aksine savurgan ve riyakâr yapmasının arkasındaki sebep, orucun İslâm'daki gerçek anlamından farklı uygulanması olsa gerek.
Teknik yapısı itibariyle 184. âyetin bağımsız bir cümle değil, 183. âyetin bir parçası; tümleci olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda 184. âyet, 183. âyete iki şekilde bağlanabilir:
[B]A) [/B]184. âyet, 183. âyetteki, size yazıldı fiiline bağlanabilir. Buna göre anlam, “Ey iman etmiş kimseler! Oruç tutmak, takvâ sahibi olasınız diye, sizden evvelkilere yazıldığı gibi size de sayılı günlerde, o nedenle sizden her kim hasta olursa veyahut yolculuk üzere olursa diğer günlerden sayısıncadır. Oruca takati zail olmuş olanlar/gücü yetenler üzerine ise bir yoksulun yiyeceği fidye vardır [borçtur]. Kim de gönüllü hayır [iyilik] yaparsa bu kendisi için çok hayırlıdır [yararlıdır]. Ve eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için hayırlıdır [yararlıdır] şeklinde yazıldı [farz kılındı]” şeklinde olur.

Bu durumda, ya mü’minlere Ramazânın haricinde başka “sayılı günlerde” orucun farz kılındığı, ya da 185. âyetin 183-184. âyetlerin açılımı olduğu kabul edilecektir. Bu ise, 185. âyetteki mesaj dikkate alındığında tercihe şayan olmaz.

[B]B)[/B] 184. âyet, 183. âyetteki, sizden evvelkilere yazıldı filine bağlanabilir. Buna göre de anlam yukarıda verdiğimiz gibi olur.

Birinci şık, 185. âyetin tekrarı olacağından ve 185. âyetteki “kolaylaştırma” ilkesine aykırı düşeceğinden ikinci şık tercihe şayan gözükmektedir. Buna göre Allah, geçmiş toplumlara da farz kıldığı orucun hükümlerini açıklamaktadır, ki bunlar şöyle sıralanabilir:
* Oruç sayılı günlerde tutulacaktır.
* Hasta olan, yolda bulunan diğer günlerde kaza edecektir.
* Oruca takatı olmayanlar/orucu tutabilenler bir yoksulun yiyeceği bedeli fidye olarak vereceklerdir. Yoksul sayısını veya yiyecek miktarını gönüllü olarak artırırlarsa kendileri için daha yararlı olacaktır.
Oruç tutma gücünü yitirenler, “ihtiyarlar, çocuklarına zarar geleceğinden korkan gebe ve emzikli kadınlar, iyileşmesi mümkün olmayan hastalar”dır.
الفدية [fidye], “karşılık” demek olup bu da, bir şeye mukabil olan bir bedelden ibarettir.

184. ÂYETTEKİ يطيقون [YUTÎQÛNE] FİİLİ
İbn Abbâs, ط [tı] harfini şeddesiz, و [vav] harfini şeddeli olarak, يطوّقون [yutavviqûnehu/zorlukla bu oruca güç yetirenler] şeklinde okumuştur. Bu kıraate göre veya sözcüğün if‘âl babından olup bu babın hemzesinin de “izale” için olmasından hareketle ibare, “oruca güç yetirmiş [tutabilmiş] olanlar üzerine de bir yoksulun yiyeceği fidye vardır [borçtur]” şeklinde de anlaşılmıştır ki bu durumda, kişi hem oruç tutmak hem de fidye vermek durumundadır.

Bizce bu âyet geçmiş ümmetlere ait oruç hükümlerini bildirdiğinden müslümanları ilgilendirmez. Müslümanlar, 185. âyette gösterilen kolaylık nedeniyle bu hükümlerden muaf tutulmuştur.

Bu durumda, 184. âyetteki sayılı günler ifadesi, geçmiş ümmetlere farz kılınan orucun zamanını ifade etmekte olup Müslümanlara farz kılınan orucun zamanı [Ramazân ayı] ile ilgisi yoktur.

[B]Sayılı günler'in, hangi günler ve kaç gün olduğuna dair Kur’ân'da herhangi bir ifade yer almamaktadır. Herhangi bir değeri olmamakla birlikte bu husustaki görüşleri naklediyoruz:[/B]
Yüce Allah Hz. Mûsâ ile Hz. Îsâ'nın kavimlerine Ramazân ayı orucunu farz olarak yazdı, onlar ise bunu değiştirdiler. Bilginleri onlara 10 gün daha ilave ettiler. Daha sonra bilginlerinden birisi hastalandığında, Allah kendisine şifa verdiği takdirde oruçlarına 10 gün ilave etmeyi adadı ve bu adağını yerine getirdi. Bunun sonucunda Hristiyanların oruçları 50 günü buldu. Ancak sıcakta bu kadar süre oruç tutmak onlara ağır gelince bu orucu yazdan bahara aktardılar.
eş-Şa‘bî der ki: “Bütün yıl boyunca oruç tutsam şekk günü mutlaka orucumu açarım. Çünkü Hristiyanlara bize olduğu gibi Ramazân ayında oruç tutmak farz kılınmıştır. Onlar bunu güneş senesindeki mevsime havale ettiler, değiştirdiler. Çünkü artık oruç oldukça sıcak günlere tesadüf ediyordu. O bakımdan 30 gün sayarak (diğer mevsimde) tutmaya başladılar. Ardından bir başka nesil geldi. Bunlar da kendileri için işi sağlam tutmak istediler. 30 günden önce 1 gün sonrasında da 1 gün oruç tuttular. Arkalarından gelenler kendilerinden önce gelenlerin yolunu izlemeye devam etti, nihâyet oruçlarının sayısı 50 günü buldu.”
1) Allah Teâlâ Ramazân orucunu Yahûdi ve Hristiyanlara da farz kılmıştır. Yahûdiler bu ayda oruç tutmayı terketmişler, senenin tek bir gününde oruç tutmuşlar ve bu günün Firavun'un denizde boğulduğu gün olduğunu söylemişler.
2) Oruç sayılı günlerdir ifadesi ile ilgili olarak şöyle demişlerdir:“Önceleri oruç, her ayın üç gününde tutulmak üzere farz kılınmıştı. Ehl-i Kitab'a da bu şekilde farz kılınmıştı. Önceleri Peygamberimiz ve mü’minler, bu uygulamayı gönüllü olarak yerine getiriyorlardı. Sonra farz kılındı. Ardından da Ramazân orucunun farz kılınışı ile birlikte neshedildi.”

[B]ORUCUN AMACI, TAKVÂ'YA ULAŞMAKTIR: TAKVÂ[/B]
Yapılan takvâ tanımları, kelime ve ifadeleri değişiklik gösterse de aynı anlam ekseninde olup aralarında bir çelişki yoktur. Meselâ, “Allah'ın emrettiklerini yapmak, yasaklarından kaçmak” diye tarif edenler olduğu gibi, “Yapılması günah olanı yapmaktan, terk edilmesi günah olanı terk etmemekten çekinmektir” ya da “Allah'ın cezalandırmasından korkarak O'nun verdiği bir nûr ile O'na itaat etmektir” veya “Allah'ın dışındakileri Allah'a tercih etmemektir” şeklinde tanımlanmıştır. Biz de şu tanımı yapabiliriz:
Takvâ, “insanın kendisini Allah'ın koruması altına koyarak âhirette kendisine zarar ve acı verecek şeylerden sakınması, ya da günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılması”dır.
Ancak konu ile ilgili diğer Kur’ân âyetleri de göz önüne alınarak daha geniş bir tarif de yapılabilir:
[B]Takvâ;[/B] “iman etmek, şirkten uzak durmak, Allah'ı unutmamak, Allah ve elçilerine boyun eğmek, inkârcılarla mücadele etmek, bollukta ve darlıkta sahip olunan mallardan bağışta bulunmak, namaz kılmak, zekât vermek, verilmiş sözlerde durmak, sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, ana-babaya iyi davranmak, hiçbir zaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak, tevbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek, yaptıklarının affını dilemek, öfkeye sahip olmamak, başkalarını bağışlamak, adaletli olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmek”tir.
Bütün bu tariflere dayanarak takvâ'nın, kısaca “iman ve onun yansıması” olduğunu söylemek de mümkündür.

Bu noktada takvâ ile ibâdet arasındaki bağlantının belirtilmesinde yarar görüyoruz.

Bizce, “ilâhî emir ve yasakları yerine getirmek” demek olan ibâdet, “zarar verecek davranışlardan sakınmak”demek olan takvâ değil, ama kişiyi takvâya ileten davranışlardır.

Takvâ sözcüğünün anlamında, “korku” unsuru bulunmasına rağmen, takvâ'nın sadece “korku” olarak anlaşılması doğru değildir. Fakat ne yazık ki, birçok meal ve tefsir, takvâ ve ittikâ sözcüklerini sadece “korkmak” anlamıyla açıklamıştır. Takvâ ve ittikâ sözcüklerinin ifade ettiği korunma ve sakınmanın, havf, mehâfet, rehbet gibi sözcüklerle ifade edilen “basit korku” ile aynı anlama gelmediği şu âyetten de anlaşılmaktadır:

Şüphesiz, biz asık sûratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız [انا نخاف من ربنا /innâ nehâfü min rabbinâ]. Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur [فوقاهم /fe veqâhum]. Onlara aydınlık ve sevinç rastlar. (İnsan/10-11)

Takvâ, içerdiği “korku” unsuruyla birlikte, “kişinin korktuğu şeylerden kendini koruması”şeklinde tanımlanabilir. Ancak bu önemli kavramın basitçe, “Allah korkusu” olarak anlaşılması son derece yanlıştır.

[B]BİZDEN EVVELKİLERE FARZ KILINAN ORUÇ[/B]

[B]GERÇEK ORUÇ[/B]
Avaz avaz bağırın, çekinmeyin, sesinizi boru sesi gibi yükseltin; halkıma başkaldırılarını, Ya‘kûb soyuna günahlarını bildirin. Bana her gün danışıyor, yollarımı öğrenmekten zevk duyuyorlarmış! Doğru davranan, Tanrısı'nın buyruğundan ayrılmayan bir ulusmuş gibi... Benden âdil yargılar diliyor, Bana yaklaşmaktan zevk alıyorlarmış. Diyorlar ki: “Oruç tuttuğumuzu neden görmüyor, benliğimizi yendiğimizi neden farketmiyorsun?” Bakın, oruç tuttuğunuz gün keyfinize bakıyor, işçilerinizi eziyorsunuz. Orucunuz kavgayla, çekişmeyle, şiddetli yumruklaşmayla bitiyor. Bugünkü gibi oruç tutmakla sesinizi yükseklere duyuramazsınız. İstediğim oruç bu mu sanıyorsunuz? İnsanın benliğini yenmesi gereken gün böyle mi olmalı? Kamış gibi baş eğip çul ve kül üzerine mi oturmalı? Siz buna mı oruç, Rabbi hoşnut eden gün diyorsunuz? Benim istediğim oruç, hakksız yere zincire, boyunduruğa vurulanları özgür kılmak, tutsakları salıvermek, her türlü boyunduruğu kırmak değil mi? Yiyeceğinizi açla paylaşmak değil mi? Barınaksız yoksulları evinize alır, çıplak gördüğünüzü giydirir, yakınlarınızdan yardımınızı esirgemezseniz, ışığınız tan gibi ağaracak, çabucak şifa bulacaksınız. Doğruluğunuz önünüzden gidecek, Rabbin yüceliği artçınız olacak. O zaman yardım çağrılarınıza Rabb yanıt verecek, feryat ettiğinizde, “İşte buradayım” diyecek, eğer boyunduruğa, kaba işaretler yapmaya, kötücül konuşmalara son verirseniz, açlar uğruna kendinizi feda eder, yoksulların gereksinimini karşılarsanız, ışığınız karanlıkta parlayacak, karanlığınız öğlen gibi ışıyacak. Rabb her zaman size yol gösterecek, kurak topraklarda sizi doyurup güçlendirecek. İyi sulanmış bahçe gibi, tükenmez su kaynağı gibi olacaksınız. Halkınız eski yıkıntıları onaracak, geçmiş kuşakların temelleri üzerine yeni yapılar dikeceksiniz. “Duvardaki gedikleri onaran, sokakları oturulacak hâle getiren” denecek sizlere. Kutsal günümde dilediğinizi yapmaz, Şabat Günü'nü çiğnemezseniz, Şabat Günü'ne “Zevkli”, Rabbin kutsal gününe “Onurlu” derseniz, kendi yolunuzdan gitmez, keyfinize bakmayıp boş konulara dalmaz, o günü yüceltirseniz, Rabbden zevk alırsınız. O zaman sizi yeryüzünün yüksek yerlerine çıkarır, atanız Ya‘kûb'un mirasıyla doyururum. Çünkü bu sözler Rabbin ağzından çıktı.
Oruç tuttuğunuz zaman, ikiyüzlüler gibi surat asmayın. Onlar oruç tuttuklarını insanlara belli etmek için kendilerine perişan bir görünüm verirler. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır. Siz oruç tuttuğunuz zaman, başınıza yağ sürüp yüzünüzü yıkayın. Öyle ki, insanlara değil, gizlide olan Babanıza oruçlu görünesiniz. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir.
Bu arada Yahyâ'nın öğrencileri gelip Îsâ'ya, “Biz ve Ferisiler oruç tutuyoruz da, senin öğrencilerin niçin tutmuyor?” diye sordular. Îsâ şöyle karşılık verdi: “Güvey hâlâ aralarındayken, davetliler yas tutar mı hiç? Ama güveyin aralarından alınacağı günler gelecek, onlar işte o zaman oruç tutacaklar. Hiç kimse eski bir giysiyi çekmemiş bir kumaş parçasıyla yamamaz. Çünkü konulan yama, giysiden kopar ve yırtık daha kötü duruma gelir. Hiç kimse yeni şarabı eski tulumlara doldurmaz. Yoksa tulumlar patlar; hem şarap dökülür, hem de tulumlar mahvolur. Yeni şarap yeni tulumlara doldurulur, böylece her ikisi de korunmuş olur.”
Kendi doğruluklarına güvenip başkalarına tepeden bakan bazı kişilere Îsâ şu benzetmeyi anlattı: “Biri Ferisi, öbürü vergi görevlisi iki kişi dua etmek üzere tapınağa çıkmış. Ferisi ayakta dikilip kendi kendine şöyle dua etmiş: ‘Tanrım, diğer insanlar gibi soyguncu, hakk yiyici ve zina edici olmadığım için, hatta şu vergi görevlisi gibi olmadığım için sana şükrederim. Haftada iki gün oruç tutuyor, bütün kazancımın ondalığını veriyorum.’ Vergi görevlisi ise uzakta durmuş, gözlerini göğe doğru kaldırmak bile istemiyor, ancak göğsünü döverek, ‘Tanrım, ben günahkâra merhamet et’ diyormuş. Size şunu söyleyeyim, Ferisi'den çok, bu adam aklanmış olarak evine dönmüş. Çünkü kendini yücelten herkes alçaltılacak, kendini alçaltan ise yüceltilecektir.”

Bakara;185: Ramazân ayı ki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık açık açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. (Bu kolaylık, takvâlı davranmanız) ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir.

183. âyette orucun, geçmiş toplumlara farz kılındığı gibi bize de faz kılındığı bildirilmiş, fakat zamanı ve hükümleri hakkında bilgi verilmemişti. Bu âyette ise orucun zamanı ve oruçla ilgili hükümler beyân edilmiştir. Bu âyete göre;
* Oruç Ramazân ayında tutulmalıdır.
* Ramazân ayında hastalık veya yolculuk nedeniyle tutulamayan oruçlar Ramazân'dan sonra tutulmalıdır.

Görüldüğü üzere, Müslümanlara emredilen oruçta, geçmiş toplumlardaki gibi fidye yoktur. Âyetteki, Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez ifadesinden anlaşılacağına göre bu, Allah'ın Müslümanlara bir lütfudur. Ramazânda tutulamayan orucun kaza edilmesinin emredilmesi de Müslümanların yararınadır. Âyetlerde orucun bozulmasına ve bunun neticesine dair herhangi bir açıklama yoktur. Bu konu hakkında oruç pasajının sonunda açıklama yapılmıştır.

RAMAZÂN SÖZCÜĞÜ ve RAMAZÂN AYI
رمضان [ramazân] sözcüğünün kökü, ر م ض 'dır [r-m-z'dır]. Muteber lugatlarda bu sözcüklerle ilgili şu bilgiler verilir:
رمَض [ramaz] ve رمضا [ramzâ], “şiddetli sıcak”tır. Ramaz, güneşin sıcaklığının şiddetinden taşların sıcaklaşması” demektir.
İbn Sikit, bu sözcüğün, “okun ucunu incelsin diye iki taş arasında dövmek” anlamına gelen رمض 'dan [ramd'dan] geldiğini, ucu inceltilmiş oka رامض [râmid] denildiğini söylemiştir.
Denildiğine göre Araplar ayların isimlerini eski dilden değiştirdiklerinde o ayların denk geldikleri zamana göre adlandırdılar. Bu ay da sıcağın ileri derecede olduğu günlere denk geldi. O bakımdan ona bu isim verildi.

Her dilde, ilk defa karşılaşılan şeyi ifade etmek için bir sözcük vaz‘ edilir. Vaz‘ edilen sözcük ile sözcüğün ifade ettiği şey arasında her zaman doğru ilgi olmayabilir. Türetilen sözcük halk arasında yaygınlaştığında, kimse o sözcük ile o sözcüğün ifade ettiği şey arasındaki ilginin doğru veya yanlış olduğuna bakmaz ve herkes o sözcüğü kullanır.
Meselâ, Kristof Kolomb Hindistan'a ulaştığını sanarak karşısına çıkan adalara “Batı Hind Adaları” ismini vermiştir. Bu ismin coğrafî gerçeklere uymadığı bugün herkesçe bilinmesine rağmen isim düzeltilmeden kullanılmaya devam edilmektedir. Bağırsakta sadece bir tane olduğu zannedilerek “tek şerit” anlamındaki taenia solium diye adlandırılan parazit de böyledir. Sonraları bu parazitin bağırsakta birden çok olduğu öğrenilmesine rağmen ismi değiştirilmemiştir. Ya da, eskiden rahimdeki bir illetten kaynaklandığı zannedilerek “rahim” anlamına gelen hysteria sözcüğü ile tanımlanmış olan bir sinir hastalığı, artık kaynağının rahim olmadığının bilinmesine rağmen hâlâ bu isimle anılmaktadır.

Bu durum Arapça için de aynen geçerlidir. Meselâ, bir kimsenin, “cinn” denilen görünmez doğa-üstü güçlerin etkisi altına girdiği zannıyla vaz‘ edilmiş olan mecnûn [cinlenmiş] sözcüğü, bugün akıl hastalıklarının cinnlerle alâkası olmadığının bilinmesine rağmen hâlâ akıl hastaları için kullanılmaktadır. Veya, güneş sistemindeki hareketlerin ve yörüngelerin bilinmediği dönemlerde, “güneşin ufkun üzerine çıkması” anlamına gelen tulûu'ş-şems [güneşin doğması] ve “güneşin ufukta kaybolması” anlamına gelen grubu'ş-şems [güneşin batması] sözcükleri, artık bu olayların dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesinden kaynaklandığının öğrenilmesine rağmen, hâlâ aynen kullanılmaktadır.

Demek ki, sözcük ile sözcüğün ifade ettiği şey arasındaki ilginin yanlışlığı her dilde söz konusudur. Bu tip sözcüklerin kullanımı yaygınlaştıktan sonra, sözcüklerin bina edildikleri temelin hatalı veya yanlış olduğunu bilen bilim adamları bile sözcükleri aynı şekilde kullanmaya devam etmişlerdir.

Bu açıklamalarla söylemek istediğimiz şudur: Diğer diller gibi Arapça'da da, sözcükler ile bunların ifade ettiği şeyler arasındaki ilginin yanlış olduğu bilindiği hâlde kullanılan sözcükler vardır. Bu tip sözcükler Kur’ân'da o dönemde yaygın olan anlamları ile kullanılmıştır. Çünkü Arap diliyle inmiş olan Kur’ân, insanların kolayca anlaması ve öğüt alması için indirilmiştir. Bundan dolayı, insanların Kur’ân'ı anlamaları için sözcüklerin yaygın anlamlarıyla kullanılması kaçınılmazdır. Nitekim Câhiliye dönemi Araplarının inançlarına göre “cinnler ülkesinin ismi” olan ve “harikulâde şeyler” için kullanılanابقر [ebqar] sözcüğü, “Ebgar” diye bir ülke olmamasına rağmen, Kur’ân'da, وابقرىّ حسان [ve ebqariyyin hisân/ve Ebgarlı halılar/harikulâde, nefis, şahane halılar] (Rahmân/76) şeklinde kullanılmıştır.
Ramazân sözcüğü de bu kapsamdadır. İlk vaz‘ edildiğinde, senenin en sıcak günleri olması nedeniyle bu isim verilmiştir. Ramazân, senenin serin veya soğuk günlerine de denk gelmesine rağmen bu isim değiştirilmemiş, ilk vaz‘ındaki gibi kalmıştır.
Sözcüğün bu anlamları ekseninde, “çöl kumlarında yalın ayak yürürken ayakların yanması, sıcağın şiddetinden çadırlardan kente dönülmesi, aşırı susuzluktan insanın hararetinin atması, güz döneminde yağan yağmur vs. gibi bir çok versiyonu oluşmuştur.

“Ramazân” sözcüğünün, Allah'ın isimlerinden biri olduğu bile ileri sürülmüştür:
Mücâhid şöyle dermiş: “Bana “Ramazân”ın Allah'ın isimlerinden bir isim olduğuna dair haber ulaşmıştır.”
Bu konuda rivâyet edilen, “Ramazân Yüce Allah'ın isimlerinden bir isimdir” ifadesi delil gösterilir ise de bu sahih değildir. Çünkü bu Ebû Ma‘şer Necih'in rivâyet ettiği hadistendir ki bu da zayıftır.
İbn Sikkit ise, Câhiliye Araplarının Şevval, ayında harâm ayların girişinden önce savaşmak amacıyla Ramazân ayında silâhlarını incelterek savaş hazırlığı yapmalarından olsa gerektir” demiştir.
Bazıları, senenin bu ayına Ramazân adının verilmesinin nedenini, günahları sâlih amellerle yakması şeklinde açıklamıştır. Bir başkası da, “Ramazân ayında kalpler âhiret hakkında düşünüp öğüt alma hararetinden dolayı tıpkı kum ve taşların güneş ışığından ısınıp yanmaları gibi yandıklarından dolayı bu adı almıştır” demiştir. Ama bunlara itibar edilemez, zira bu isim, senenin 9. ayına İslâm'ın gelişinden sonra verilmiş değildir.

Ayın dünyanın etrafında dönüşüne göre tanımlanan Kamerî takvimde, 1) Muharrem, 2) Safer, 3) Rebîü'l-Evvel, 4) Rebîü'l-Âhir, 5) Cemâziye'l-Evvel, 6) Cemâziye'l-Âhir, 7) Receb, 8) Şâban, 9) Ramazân, 10) Şevval, 11) Zilkâde, 12) Zilhicce olmak üzere 12 ay bulunur. Kamerî takvimde bir ay, yaklaşık 29.5 gün, bir yıl ise 354 gündür. Bu durumda Kamerî takvimde ayların 6'sı 29 gün, 6'sı da 30 gün kabul edilir.

Kamerî aylardan olması hasebiyle Ramazân'ın güneş takvimine göre herhangi bir ayda sabitlenmesi söz konusu olmaz. Zira Allah birçok görevi Kamerî takvime bağlamıştır.

[B]O, güneşi bir aydınlık, ay'ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye aya menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile yaratmıştır. O, bilecek olan bir kavim için âyetleri detaylandırır.[/B] (Yûnus/5)

[B]Sana hilâllerden [yeni aylardan] soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hacc için, zaman ölçüleridir.” Evlerinize arka taraflarından girmeniz “birr” değildir. Ama “birr”, takvâlı davranmaktır. Öyleyse, evlerinize kapılarından girin. Ve başarıya erenlerden [kurtulanlardan] olmanız için Allah'a takvâlı davranın.[/B] (Bakara/189)

Bu âyetlerden ve konumuz olan Bakara/185. âyetten, özellikle hacc ve oruç görevlerin Kamerî takvime göre yapılması gerektiği anlaşılıyor.

Bunun hikmetlerine gelince; dünya güney ve kuzey yarım küre olarak ayrılmakta, yarım kürenin birinde kış iken diğerinde yaz hüküm sürmektedir. Örneğin, kuzey yarım kürede Ocak ayı soğuk iken, güney yarım kürede en sıcak aydır. Ayrıca sabır ve takvâ sahibi olacak kimseler için her zaman diliminde ve her türlü atmosferde eğitim alıp deneyim kazanmaları çok yararlıdır. Ayrıca, Kamerî yıl, güneş yılından 10 gün eksik olduğundan, ömürde birkaç Ramazân fazla idrak edilir, hacc birkaç yıl fazla yapılır ve zekât birkaç yıl fazla verilir.

[B]KUR’ÂN, RAMAZÂN AYINDA İNDİRİLMİŞTİR[/B]
Âyetten açıkça anlaşıldığına göre Kur’ân, Ramazân ayında indirilmiştir. Kadr ve Duhân sûrelerinde de Kur’ân'ın Kadr gecesinde ve mübarek bir gecede indirildiği belirtilmişti:

[B]Muhakkak ki Biz onu Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir, sana ne idrak ettirdi [bildirdi/öğretti]? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler [haberciler], içlerindeki rûh ile Rabb'lerinin izniyle iner/hulûl eder dururlar; her bir işten. Bir esenliktir o şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar.[/B] (Kadr/1-5)

[B]Ha [8], Mim [40]. Apaçık/açıklayan Kitab'a yemin olsun ki, şüphesiz Biz, Kendi katımızdan bir iş olarak, onu, hikmetle dolu/sağlam her işin/oluşun kendisinde ayırdedildiği, mübarek [bolluklu] bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz uyarıcılarız. Şüphesiz Biz, Rabbinden; göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin Rabbinden –eğer kesin inanan kimseler iseniz– bir rahmet olarak elçi gönderenleriz. Şüphesiz O, en iyi duyanın, en iyi görenin ta kendisidir. [/B](Duhân/1-7)

Buradan anlaşıldığına göre Kadr gecesi ve mübarek gece, Ramazân ayının bir gecesidir. Fakat kaçıncı gecesi olduğu bildirilmemiştir. Bu konuda önceki açıklamalarımıza bakılabilir.
Âyetteki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık açık açıklamalar olarak ifadesiyle, Ramazân ayı değil, Kur’ân önplana çıkarılmıştır; zira Ramazân ayı değerini Kur’ân'dan almaktadır. İnananlar, oruç tutarken bir taraftan da Kur’ân'ı öğrenirlerse, oruç hâlinin de etkisiyle daha fazla tefekkür imkânı bulurlar. O nedenle mü’minlerin, bu ayda Kur’ân'ı anlayarak çok çok okumaları gerekir. Çünkü, manasını anlamadan Kur’ân okumak, huşû ve hudûsuz teravih kılmak, Kur’ân'sız Ramazân kutlamaları yapmak, lüks otel ve restoranlarda iftar ziyafetleri vermek, Ramazânı heder etmektir.

Açıkladığımız âyetle ilgili olarak, mealci ve tefsirciler tarafından görmezden gelinen teknik bir özelliğe dikkat çekmek istiyoruz: Ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir şeklinde çevirdiğimiz 185. âyetin son cümlesi, و [ve] bağlacı ile başlamakta ve ikinci gerekçe zikredilmektedir.

Anlaşıldığı kadarıyla burada hazf vardır. Yani, birinci gerekçe zikredilmeyip و [vav/ve] bağlacıyla bunun varlığına işaret edilmiş ve kelam ikinci gerekçe ile devam etmiştir. Aynı uygulama, En‘âm/105; Ahkâf/19; Yûsuf/21, 52 ve Bakara/259'da da bulunmaktadır.

Pasajdan anlaşıldığına göre âyetteki hazf şöyle takdir edilebilir: “(Bu kolaylık, takvâlı davranmanız) ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve şükretmeniz içindir.”

Âyetin son cümlesinde, orucun sayının kaza edilerek tamamlanması istenmektedir.

[B]ORUCUN İNSANI TAKVÂYA ULAŞTIRMASI[/B]

Kur’ân'ın öngördüğü oruç, sabrı ve tefekkürü celbeder. Zira tefekkürün en büyük engeli, tokluk ve konuşmaktır. İnsan tok iken ve konuşurken düşünemez. Sabır ve tefekkür, dinin iyi anlaşılmasını ve yaşanmasını temin eder. Oruç sayesinde gelişen sabır ve kararlılık, hayatın her alanında başarı getirir.

Oruç, oruç tutan varlıklı insanların, yoksullar ile halleşmesini, açlığı ve açları çok daha iyi anlamasını sağlar. Böylece, Allah'ın lütfu olan servetinde yoksulun hakkı olduğunu idrak ederek malından ihtiyaç sahiplerine vermek sûretiyle Allah'a karşı borcunu öder. Ayrıca bu, toplumsal patlamaya da engel olur.

Büyük dertlere sebebiyet veren aşırılıklar ve taşkınlıklar, çoğu kez mideye bağlı isteklerden ve cinsel arzulardan kaynaklanır. İşte sabır, bilinç ve tefekkür kaynağı olan oruç tüm bu olumsuzlukları firenler.

Oruç, dıştan görülmemesi nedeniyle riya karışmayan, samimiyetle yapılan bir görev olduğundan etkisi diğer görevlerden daha fazladır.

Oruç tutan toplumlarda merhamet, şefkat muhabbet ve muavenet hisleri gelişip yerleşir, bunun neticesi olarak da toplum huzurlu, müreffeh, mutlu ve güvenli olur.
Ancak böyle olan oruç insanı muttaki yapar ve cennete girmeye vesile olur.

İşte bunlar sebebiyle oruç; yemin, cinâyet, hacc, zıhar kusurlarında kefaret olarak öngörülmüştür.
Orucun sağlık açısından faydası bizi ilgilendirmiyor. Zira oruca bu açıdan bakmak, orucu oruç olmaktan çıkarıp, diyet ve perhiz hâline getirir.

Bakara;187. [B]Oruç tutma gecesinde kadınlarınıza refes [çirkin söz, cinsel ilişki], size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir giysidir siz de onlar için bir giysisiniz. Allah, sizin kendinize hâinlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara [kadınlarınıza] yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığı şeylerden arayın. Ve fecrden beyaz iplik siyah iplikten sizin için açığa çıkıncaya kadar yiyin, için. Ve geceye kadar orucu tamamlayın. Ve siz mescidlerde “âkif” [programlı ibâdet hâlinde] iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, Artık onlara [Allah'ın sınırlarına] yaklaşmayın. Allah, takvâlı olsunlar diye âyetlerini insanlara işte böyle açıkça ortaya koyar. [/B]

Bu âyet, 185. âyetteki, Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda oruç tutsun ifadesinin tefsiri ve tavzihi olduğundan, 185. âyetin arkasına konulmuştur.

Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda oruç tutsun buyruğunun zâhirinden, gecesi ve gündüzüyle Ramazân ayının tamamında yemeden, içmeden, konuşmadan ve cinsel ilişkide bulunmadan oruç tutulması gerektiği gibi bir sonuç çıkmaktadır. İşte bu âyetle, durumun böyle olmadığı; Ramazân ayı gecelerinin –mescidlerdeki âkiflere cima hariç– oruç kapsamı dışında tutulduğu beyân edilmekte, ayrıca orucun başlangıç ve bitiş zamanları beyân edilmektedir.

[B]الرّفث [REFES][/B]
Refes, “kötü söz, sözün aşırısı, cinsel ilişkide kadınlara söylenen söz” demektir.
Sözün kötüsünün helâl kılınması, iyisinin evleviyetle helâl olduğunu gösterir. Ayrıca “refes”, cima esnasında kullanılan sin-kaflı sözleri ihtiva ettiğinden cimanın da helâl olduğu anlaşılır.

Bir de âyetteki kadınlarınıza ifadesinden, refes'in aile bünyesindekiler için helâl, aile dışındakiler için helâl olmadığı anlaşılmaktadır. Refes sözcüğü, bu sûrenin 197. âyetinde hacc için de kullanılmaktadır.

Klasik kaynaklarda bu âyet ile ilgili şu açıklamalar mevcuttur:
Ebû Dâvûd'un İbn Ebî Leyla'dan rivâyetine göre İbn Ebî Leyla şöyle demiş: Arkadaşlarımız bize anlatarak dedi ki: Kişi orucunu açıp yemek yemeden önce uyuduğunda sabahı edinceye kadar yemek yiyemezdi. Bir seferinde Hz. Ömer (eve) geldi ve hanımının yanına gelmesini istedi. Hanımı da, “Daha önce uyudum” dedi. Hz. Ömer ise onun mazeret uydurduğunu sandı ve hanımına yaklaştı. Ensârdan bir adam (evine) vardı, yemek getirilmesini istedi ona, “Sana bir şeyler ısıtıncaya kadar bekleyiver” dediler o da uyudu. Sabahı ettiklerinde bu âyet-i kerîme indi ki onda, Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı buyruğu vardır.
Buhârî'nin rivâyetine göre ise el-Berâ şöyle demiş: Muhammed'in d (s.a) ashâbından herhangi bir adam oruçlu olup da iftar hazır olduğunda iftardan önce eğer uyumuş ise o gece ve ertesi gün akşama kadar oruç açmazdı. Ensârdan olan Kays b. Sırma oruçlu idi. (Bir rivâyette, “Gündüzün hurma bahçelerinde çalışırdı ve oruçlu idi.”) iftar vakti gelince hanımının yanına varıp; “Sende yiyecek bir şey var mı?” diye sorunca hanım, “Hayır” dedi, “fakat senin için yiyecek bir şey isteyeyim.” Gün boyunca çalışan birisi idi. Uyku bastırdı. Hanımı gelip onun uyumakta olduğunu görünce, “Yazık sana” dedi. Ertesi gün, gün ortasında baygın düştü. Bu durumdan Peygamber'e (s.a) söz edildi bunun üzerine, Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı âyeti indi. Bundan dolayı da pek çok sevindiler. Yine (bu âyette), Fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden tarafınızdan ayırdedilinceye kadar yiyin için buyruğu da nâzil oldu.
Yine Buhârî'de el-Bera'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ramazân ayı orucu nâzil olduğunda Ramazânda hanımlarına yaklaşarak kendilerine hâinlik edenler vardı. Bunun üzerine Yüce Allah, Allah nefislerinize karşı hâinlik etmekte olduğunuzu bildiğinden tevbenizi kabul ve günahlarınızı affetti buyruğunu indirdi.
Burada sözü geçen “hâinlik etmek”ten kasıt, Ramazân gecelerinde hanımlara yaklaşmak sûretiyle kendilerine hâinlik etmeleridir. Allah'a isyan eden bir kimse eğer kendisinin cezalandırılmasını gerektiren bir iş yaptıysa kendi kendisine hâinlik etmiş olur.
el-Kutebî der ki: “Hâinliğin asıl anlamı, kendisine emanet edilen bir şeyi yerine getirmemektir.”
Taberî'nin naklettiğine göre Hz. Ömer, sohbet ettikten sonra Peygamber'in (s.a) yanından bir gece evine döner. Hanımının uyumuş olduğunu görür. Hanımına yaklaşmak isteyince hanımı ona, “Ben uyumuş bulunuyorum” deyince, o hanımına, “Hayır uyumamışsın” dedi ve hanımına yaklaştı. –Ka‘b b. Mâlik de aynı duruma düştü.– Ertesi günü Peygamber'in (s.a) yanına gidip; “Allah'a ve sana özür beyan ediyorum” dedi, “nefsim bana (emre karşı gelmeyi) süslü gösterdi ve bunun sonucunda hanımıma yaklaştım. Benim için bu hususta bir ruhsat [bir çıkar yol] bulabiliyor musun?” Hz. Peygamber bana, “Bunu yapmak sana yakışmazdı yâ Ömer” dedi. Hz. Ömer evine ulaşınca ona haberci gönderip Kur’ân-ı Kerîm'deki bir âyet ile mazur görüldüğünü ona bildirdi.
Bir diğer rivâyete göre Hz. Ömer uyumuş, daha sonra hanımına yaklaşmış, Peygamber'in (s.a) yanına gelip durumu bildirince şu âyet-i kerîme nâzil olmuş: Allah nefislerinize karşı hâinlik etmekte olduğunuzu bildiğinden tevbenizi kabul ve sizi affetti. Artık onlara yaklaşın...
Bu harâmlığın bizim şeriatımızda da mevcud olduğunu, fakat daha sonra neshedildiğini söyleyenler bu âyetin sebeb-i nüzûlü konusunda şunu zikretmişlerdir:İslâm'ın ilk yıllarında oruçlu iken, insan uyumadığı veya yatsı namazını kılmadığı müddetçe yemesi, içmesi ve cinsî münâsebette bulunması helâl idi. İnsan uyuduğu ve yatsı namazını kıldığı zaman, ertesi günün akşamına kadar yeme, içme ve cinsi münasebette bulunma harâm oluyordu. Ensârdan bir adam yatsı vakti, oruçtan dolayı iyice yorulmuş olarak evine geldi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) ona, yorgunluk ve halsizliğinin sebebini sorunca, o da, “Yâ Rasûlallah! Bütün gün akşama kadar hurmalıkta çalıştım. Yemek yemek için akşamleyin evime geldiğimde, ailem yemeği getirmekte gecikti. Bu arada ben de uyumuşum. Derken beni uyandırdılar; böylece de bana, yemek-içmek harâm oldu” dedi. Bunu müteakiben Hz. Ömer de ayağa kalkarak, “Ey Allah'ın Rasûlü! Ben de sana buna benzer bir mazeret beyan edeceğim. Yatsı namazını kıldıktan sonra, eve geldim ve zevcemle cinsî münasebette bulundum” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Ey Ömer! Bu sana yakışmadı” dedi. Daha sonra, pek çok kimse de ayağa kalkarak, bu türden yaptıkları şeyleri itiraf ettiler. İşte bunun üzerine, Oruç gecelerinde kadınlarınıza refes helâl kılındı âyeti nâzil oldu.
Ebû Ca‘fer ibn Cerîr et-Taberî der ki; Bana Müsennâ, Mûsâ ibn Cübeyr'den nakletti ki, o Abdullah ibn Ka‘b ibn Mâlik'in babasının şöyle dediğini duymuş: Ramazân ayında oruç tuttukları zaman, geceleyin yatınca; ertesi gün iftara değin insanlara yemek, içmek ve kadın yasaklanmıştı. Bir gece Ömer ibn el-Hattâb Hz. Peygamber'in yanından geç vakitte dönmüştü. Eşinin uyumuş olduğunu görmüş ve ona yaklaşmak istemişti. Kadın, “Ben uyudum” deyince, “Uyumadın” diyerek ona yaklaşmıştı. Kâ‘b ibn Mâlik de böyle yapmıştı. Ertesi sabah Hattâb oğlu Ömer Hz. Peygamber'e gelip durumu haber verdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Sizin nefislerinize hiyânet edeceğinizi Allah bildi de tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın hakkınızda yazdığını isteyin âyetini inzâl buyurdu.Mücâhid, Atâ, İkrime, Süddî ve Katâde ile diğerlerinden de bu âyetin nüzûl sebebi konusunda, Ömer ibn el-Hattâb'ın ve onun gibilerin davranışlarıyla, Sırma ibn Kays'ın davranışı nakledilir. Onlar sayesinde Allah'ın bir rahmeti ve ruhsatı olarak rıfk ile bütün gece boyu, yemek, içmek ve cinsî münâsebet mübâh oldu.

Bu nakillerde âyetin, bireysel bir durum nedeniyle indiği iddia edilmektedir. Oysa nakledilen olay, âyette konu edilen hükümlerin kapsamına girmemektedir. İşin aslı şu ki: Bu âyet, 185. âyetin tefsiri ve tavzihidir.

Bu âyette evli çiftler, Onlar, sizin için bir giysidir siz de onlar için bir giysisiniz ifadesiyle, birbirinin elbisesi olarak nitelenmiştir. Eşlerin birbirlerinin elbisesi olmakla nitelenmeleri; bedensel, ruhsal ve toplumsal hususlarda birbirlerini sarmaları nedeniyledir.

Âyetteki, Allah, sizin kendinize hâinlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı ifadesinden anlaşılan o ki, bu tavzihin gerekçesi, insanın altından kalkamayacağı bir işe: gecesi ve gündüzüyle bir ay boyunca yiyip içmeden, konuşmadan ve cinsel ilişkiye girmeden yaşamaya teşebbüs etmesi durumunda kendisine hâinlik edeceğidir.

Allah'ın engin merhametiyle üzerimizden ağır bir yükü kaldırmasının örneğini Müzzemmil sûresi'nde de görmüştük:
[B]Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin gecenin üçte-ikisinden daha azını, yarısını, üçte-birini ayakta geçirmekte olduğunu biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyle. Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye bağlar. Sizin onu kuşatamayacağınızı bildi de size tevbe nasip etti. O hâlde Kur’ân'dan kolay geleni okuyun! Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O hâlde ondan kolay geleni okuyun! Salâtı ikâme edin! Zekâtı verin! Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok esirgeyicidir. [/B](Müzzemmil/20)

Âyetteki, Artık onlara [kadınlarınıza] yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığı şeylerden arayın. Ve fecrden beyaz iplik siyah iplikten sizin için açığa çıkıncaya kadar yiyin, için. Ve geceye kadar orucu tamamlayın ifadesiyle de, orucun başlangıç ve bitiş zamanları bildirilmektedir. Buna göre oruç, fecrin aydınlığından gecenin başlangıcına (ki gece, gün batımı ile başlar) kadar tutulacak; gün batımından fecrin aydınlığına kadar da yenilecek, içilecek, konuşulacak ve meşru çerçevede cinsel ilişkide bulunulabilecektir.

Ancak âyetteki, Ve siz mescidlerde ‘âkif [programlı ibâdet hâlinde] iken onlara yaklaşmayın ifadesi, mescidlerde âkif olanların, Ramazan ayı gecelerinde de cinsel ilişkide bulunamayacaklarını ifade etmektedir.

Âyetteki, Ve fecrden beyaz iplik siyah iplikten sizin için açığa çıkıncaya kadar ifadesinden, orucun başlangıç vaktinin güneşin doğumu olmayıp, tan yerinin ağarması olduğu anlaşılmaktadır.

‘[B]ÂKİF, İTİKAF[/B]
عاكف [‘âkif] sözcüğünün kökü olan ع ك ف [‘a-k-f], “bir şey üzerine sürekli odaklanmak, kendini ona adamak ve ondan yüz çevirmemek” demektir. Anlaşılıyor ki kelime, “gâyet bilinçli olarak bir şeye odaklanmak, taparcasına bağlanmak” anlamındadır. Nitekim birçok yerde [A‘râf/138; Tâ-Hâ/91, 97; Enbiyâ/52; Şu‘arâ/71] “tapma” boyutuyla geçmektedir. Bakara125, Hacc/25 ve Fetih/25'te ise “ısrarla bir şeye yönelme” anlamındadır.
Âyetteki, Ve siz mescidlerde ‘âkif [programlı ibâdet hâlinde] iken ifadesi, “mescidlerde tevhidi öğrenme ve öğretme, dinî konularda ikna olma ve ikna etme amacıyla planlı ve programlı bir çalışmaya yönelme; bir nevi kampa girme” olarak anlaşılabilir.

Bu işin adı “itikaf” olarak yerleşmiştir. Ve fıkıh kitaplarında “belli bir zamanda belli şartlara riâyet ederek özel bir yerde özel bir itaate devam etmek” şeklinde tarif edilmiştir. Bu ifadeleri “Ramazân, oruç ve Kur’ân” konu edilen bir pasajda gördüğümüze göre bu ibâdeti, insanın kendini bir mağaraya hapsetmesi olarak değil, “Ramazân ayında, mescidlerde (bu günkü camiler mescid sayılmazlar) Kur’ân'a odaklanarak Allah'ın mesajını iyi ve doğru anlamaya çalışmak olarak özetleyebiliriz.

[B]KEFFÂRAT-İ SAVM [ORUÇ BOZMANIN CEZASI][/B]

“Örtmek” anlamındaki küfr kökünden türetilmiş olan keffâret sözcüğü, “günahı örten şey” demektir. Keffâret, sadece yaptığımız hataların bir cezası olmayıp aynı zamanda ibâdet ve insanın aklını başına getiren bir uyarıcı ameldir.
DİNİMİZDEKİ KEFFÂRETLER
1) Zıhar keffâreti (Mücâdele/2-4).
2) Öldürme keffâreti (Nisâ/92).
3) Yemin keffâreti (Mâide/89).
4) Haccda avlanma keffâreti (Mâide/95).
5) İhramlı iken tıraş olmanın keffâreti (Bakara/196).

[B]ORUÇ BOZMANIN KEFFÂRETİ MESELESİ[/B]

Kur’ân orucun bizden evvelki ümmetlere farz kılındığı gibi bize de farz kılındığını bildirmektedir. Orucun ne zaman ve nasıl tutulacağı, kimlerin tutmamasına izin verildiği, tutamayanların ne yapması lazım geldiği, eski ümmetlerce deforme edilen orucun orijinal şekli, Bakara/183-187. âyetlerde genişçe açıklanmıştır. Ama Kur’ân'da orucu kasten bozan kişinin ne yapması gerektiğine hiç değinilmemiştir.
Orucu bozanı veya tutmayanı Allah dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Kur’ân, üçüncü şahısları ve kamuyu ilgilendirmeyip sadece kul ile Allah arasında olan ibâdetlerin bozulması ya da yapılmaması ile ilgili herhangi bir ceza koymamıştır. Çünkü ibâdet, Allah rızası için, gönülden, samimiyetle/ihlasla yapılır, dayatma, ceza ve zorlama ile olmaz.
Kur’ân'da kasıtlı oruç bozana herhangi bir keffâret öngörülmemesine rağmen âlimler, kasıtlı oruç bozmaya ya da mazeretsiz oruç tutmamaya, “altmış günü ceza bir günü kaza olmak üzere toplam altmış bir gün keffâret icat etmişlerdir. Bunu da şu ve benzeri rivâyetlere dayandırmışlardır:
Ebû Hureyre şöyle demiştir: Bizler Peygamber'in yanına oturmuş bulunduğumuz sırada o'na bir kimse geldi de dedi ki:
-- Yâ Rasûlallah! Helak oldum!
Rasûlullah ona sordu:
-- Sana ne oldu ki?
O kimse şöyle cevap verdi:
-- Oruçlu olduğum hâlde kadınımın üzerine düştüm (yani, cinsî münasebet yaptım).
Rasûlullah sordu:
-- Hürriyete kavuşturabileceğin bir köle bulabilir misin?
O zat cevap verdi:
-- Hayır, bulamam.
Rasûlullah tekrar sordu:
-- Öyleyse iki ay zincirleme oruç tutmaya gücün yeter mi?
O zat cevap verdi:
-- Hayır, buna güç yetiremem.
Rasûlullah yeniden sordu:
-- Altmış yoksulu doyurmak yolunu bulabilir misin?
O zat cevap verdi:
-- Hayır.
Ebû Hureyre dedi ki: Peygamber bir süre bekledi. Bizler bu bekleyiş üzere iken Peygamber'e içinde hurma dolu bir arak getirildi. (Arak, miktel/ölçek demektir.) Peygamber buyurdu:
-- O, mes’ele soran kimse nerededir?
O zat karşılık verdi:
-- Benim (buradayım diye ayağa kalktı).
Peygamber şöyle dedi:
-- Bu hurmayı al da yoksullara sadaka et!
O adam de şöyle karşılık verdi:
-- Allah'a yemin ederim ki, Medîne'nin iki kara taşlığı arasında benim ev halkımdan daha fakir bir ev halkı yoktur.
Bu sözü üzerine Peygamber, köpek dişileri meydana çıkıncaya kadar güldü. Sonra da o zata şöyle dedi:
-- Haydi bu hurmayı al da âilene yedir!
Doğru olduğu farz edilse bile bu rivâyeti, keffârete yönelik bir hükümden ziyâde, köpek dişleri görülünceye kadar güldüğüne göre Peygamberimizin latifesi olarak değerlendirmek gerekir. Aksi hâlde bundan, oruç bozana ödül olarak bir sepet hurma verileceği hükmü çıkar. Ayrıca, cinsel ilişki iki cins arasında olacağı için, kadına yönelik bir hükmün de bulunması gerektiği hâlde, rivâyette kadının durumuna ait bir hüküm yoktur. Bazı fakihler bu konuda rivâyet dikkate almayıp, oruç bozmayı, zıhara kıyas etmişlerse de, kıyasın şartları bu konuda oluşmuş değildir. Sonuç olarak: Kur’ân'da, “keffâretu's-savm” [kasıtlı oruç bozanın 61 gün oruç tutması] yoktur. Bu, daha sonra icat edilmiş bir bidattır.

Bakara;186. [B]Ve kullarım, sana Benden sordukları zaman; biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Bana yakarınca, yakaranın yakarışına cevap veririm. O hâlde reşit olmaları için, onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar.[/B]

Bu âyette Allah, Kendisini tanıtmakta ve yakaranın yakarışına icâbet edeceği taahhüdünde bulunmaktadır.
Ramazân ve oruç pasajıyla birlikte ele alınması hâlinde bu âyette, Kur’ân'ın “yol göstericilik” özelliği sayesinde insanların rüşde ereceği mesajı verilmektedir:
[B]De ki: “Bana vahyedildi ki şüphesiz cinnden bir grup Kur’ân dinleyip de demişlerdir ki”: “Şüphesiz biz, rüşde kılavuzluk eden hayret verici bir Kur’ân dinledik. Bundan dolayı, biz ona iman ettik ve Rabbimize hiçbir şeyi asla ortak koşmayacağız.”[/B] (Cinn/1-2)

Bu âyetin sebeb-i nüzûlü ile ilgili klasik kaynaklarda şu bilgiler verilmektedir:
Bu âyet-i kerîmenin nüzûl sebebi hakkında farklı görüşler vardır. Mukâtil der ki: “Hz. Ömer, (bir Ramazân günü) yatsı namazından sonra hanımı ile birlikte olmuş, daha sonra buna pişman olup ağlamıştı. Rasûlullah'ın (s.a) yanına gelerek durumu o'na bildirmiş ve üzüntülü bir şekilde geri dönmüştü. Bu olay, konuyla ilgili ruhsatın inişinden önce idi. Bunun üzerine, Kullarım sana Benim hakkımda sorarlarsa şüphesiz Ben pek yakınım âyeti nâzil oldu.”
Bir diğer görüşe göre önceleri uyuduktan sonra yemek yemeyi terk farz idi. Onlardan birisi uyuduktan sonra yemek yedi, sonra da pişman oldu. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme tevbenin kabulü ve sözü geçen hükmün neshini belirtmek üzere nâzil oldu ki ileride (187. âyette) buna dair açıklamalar gelecektir.
el-Kelbî'nin Ebû Sâlih'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivâyetine göre İbn Abbâs şöyle demiş: Yahûdiler şöyle dedi: “Sen bizimle sema arasında 500 yıl bulunduğunu ve her bir semanın kalınlığının yine bu kadar olduğunu ileri sürdüğün hâlde Rabbimiz bizim dualarımızı nasıl işitir?” Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.
el-Hasen der ki: Bu âyet-i kerîmenin iniş sebebi şudur: Birtakım kimseler Rasûlullah'a, (s.a) “Rabbimiz yakın mıdır, O'na fısıldaşarak dua edelim, yoksa uzak mıdır O'na yüksek sesle seslenelim” dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme indi.
Atâ ve Katâde der ki: Yüce Allah'ın, Rabbiniz buyurdu ki: “Bana dua edin ki Ben de duanızı kabul edeyim” (Mü’min/60)buyruğu nâzil olunca kimileri, “Hangi vakitte O'na dua edelim?” diye sordular. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.
a) Ka‘bu'l-Ahbar'dan rivâyet edildiğine göre, o şöyle demiştir: Hz. Mûsâ (a.s), “Yâ Rabbi! Yakın mısın, Sana münacaatta bulunalım [fısıltı ile yalvaralım]. Yoksa uzak mısın, öyle ise Sana bağırarak dua edelim” demiş. Bunun üzerine Allah Teâlâ, “Ey Mûsâ! Ben Beni zikreden kimselerin oturma arkadaşıyım” dedi. Hz. Mûsâ (a.s) da, “Yâ Rabbi! Fakat biz bazan cünüb olma ve tuvalette bulunma gibi Seni zikretmekten tenzih edeceğimiz bir hâl üzerinde oluyoruz?” dedi. Cenâb-ı Allah, “Ey Mûsâ! Beni her hâlde zikret” buyurdu. Emir bu şekilde olunca, Allah Teâlâ kullarını Kendisini zikretmeye ve bütün durumlarında Kendisine başvurmaya teşvik etmiş ve bu âyeti indirmiştir.
b) Bir bedevi Hz. Peygamber'e (s.a) gelerek, O'na, “Rabbimiz yakın mıdır ki biz de O'na sessizce yakarışta bulunalım, yoksa bize uzak mıdır ki böylece biz O'na yüksek sesle yalvarıp yakaralım?” der. Bunun üzerine de Allah Teâlâ bu âyeti indirir.
c) Hz. Peygamber (s.a), ashâbıyla beraber tehlîl, tekbir ve duada seslerini yükselttikleri bir gazvede bulundu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Sizler sağır olan ve burada bulunmayan bir kimseye duâ etmiyorsunuz; siz ancak, her şeyi duyan ve size yakın olan bir Rabbe duâ ediyorsunuz” buyurdu.
d) Katâde ve diğerlerinden rivâyet edildiğine göre bu âyet-i kerîmenin nüzûl sebebi, sahâbe-i kiramın, “Ya Rasûlallah! Rabbimize nasıl duâ edelim?” demiş olmalarıdır. İşte bunun üzerine Hakk Teâlâ bu âyet-i kerîmeyi indirmiştir.
e) Atâ ve diğerleri de, sahâbe-i kiram, Hz. Peygamber'e, “Hangi saatte Allah'a duâ edelim?” diye sorduklarında, Allah Teâlâ'nın bu âyeti inzâl ettiğini söylemişlerdir.
f) İbn Abbâs'ın zikrettiği şeydir. Buna göre Medîne halkının Yahûdileri, “Ey Muhammed! Senin Rabbin bizim dualarımızı nasıl işitir?” dediklerinde, bu âyet-i kerîme nâzil oldu.
g) Hz. Peygamber'in (s.a) ashâbı, Hz. Peygamber'e (s.a) soru sorup da, “Rabbimiz nerede?” dediklerinde, Allah Teâlâ bu âyet-i kerîmeyi indirdi.
h) Bizim, daha önce zikrettiğimiz Hakk Teâlâ'nın, Sizden öncekilere farz kılındığı gibi... (Bakara. 183) âyeti, uyuduktan sonra yemenin harâm kılınmasını gerektirip, sonra onlar yemek yiyip, bunu müteakiben de pişman olarak tevbe edip Hz. Peygamber'e, “Allah Teâlâ tevbelerimizi kabul eder mi?” diye sordukları zaman, Allah Teâlâ bu âyeti indirmiştir.

[B]ALLAH'IN YAKINLIĞI[/B]
Allah, biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınım buyurmuştur. Bu yakınlıktan maksat, yön ve mekan yönünden yakınlık değil, ilmi ve kudretiyle kuşatması, rahmet etmesi, duaları kabul etmesi, ihtiyaçları gidermesi yönündendir, ki bu şu âyetlerde belirtilmiştir:
[B]O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istivâ eden, yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilendir. Ve nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Ve Allah yaptıklarınızı görendir. [/B](Hadîd/4)

[B]Ve and olsun insanı Biz yarattık. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız.[/B] (Kaf/16)

[B]Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri, Allah'ın bildiğini görmedin mi? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O, mutlaka dördüncüleridir. Beşte de O, mutlaka altıncılarıdır. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O, mutlaka onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü onlara yaptıkları şeyleri haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir.[/B] (Mücâdele/7)

[B]Ve sizin Rabbiniz, “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim. Şüphesiz Bana ibâdet etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış olarak cehenneme gireceklerdir” dedi. [/B](Mü’min/60)

[B]De ki: “Kendinizi gördünüz mü [hiç düşündünüz mü], Allah'ın azabı size gelse veya Sâ‘at [kıyâmet vakti] gelse, Allah'tan başkasına mı yalvarırsınız? –Eğer doğru kimselerseniz.– Aslında yalnızca O'na [Allah'a] yalvarırsınız da O, dilerse çağırdığınız şeyi açar [kaldırır] ve siz ortak koştuğunuz şeyleri ağzınıza almazsınız.[/B] (En‘âm/40-41)

[B](Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır?) Ya da, Kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve kötülüğü gideren, sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Çok az düşünüyorsunuz! [/B](Neml/62)

[B]De ki: “Duanız olmasa Rabbim size kıymet verir mi ki de siz kesinkes yalanladınız? Artık size o kaçınılmaz olacaktır.” [/B](Furkân/77)

[B]İşte onlar, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah'a özgü kılarak O'na yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, kendilerine verdiklerimize nankörlük etmek ve kazançlı çıkmak için şirk koşuyorlar. Artık onlar, yakında bilecekler. [/B](Ankebût/65-66)

[B]Ve gölgeler gibi bir dalga onları bürüdüğünde, O'nun için dini arındırarak Allah'a yalvarırlar. Ama ne zaman ki karaya çıkararak kurtardı, onlardan bir kısmı orta yolu tutar [iman-küfür arasında bir yol tutar]. Ve Bizim âyetlerimizi ancak, tam hâin ve tam nankör bile bile inkâr eder. [/B](Lokmân/32)

[B](İbrâhîm,) O, beni yaratandır. Ve bana doğru yolu O gösterir. Ve O, beni yediren, içirenin ta kendisidir. Hastalandığım zaman O bana şifa verir. Ve O, beni öldürecek, sonra beni diriltecektir. Ve O, din günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur. Rabbim! Bana hüküm ver ve beni iyilere kat! Ve beni, sonra gelecekler için doğrulukla anılanlardan kıl! Ve beni naim [nimeti bol] cennetin mirasçılarından kıl! Ve babamı da bağışla, şüphesiz o sapıklardan oldu. Ve yeniden diriltilen gün; mal ve oğulların sağlam bir kalple [gerçek imanla] gelenlerden başkasına fayda vermediği ve cennetin muttakilere yaklaştırıldığı, azgınlar için de cehennemin açılıp gösterildiği gün beni rezil etme!” dedi.[/B] (Şu‘arâ/78-91)

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

Altimuray 12. August 2010 05:19 AM

[QUOTE=hiiic;6280]Kışın olsun demiyorum, bana göre kışın olmalı diyorum, kendi zannımdan başka bişey değil, kafama göre delillerimi sundum. Zaten konunun alimleri cevap verince ayetleri eki köküne inince işin ne olduğu ortaya çıkar. Bilene danışıyoruz işte, en doğrusunu Allah bilir.
Belki çok farklı bir manası da olabilir bilmiyorum.[/QUOTE]

Oruç ayetlerinin zanna ihtiyaç duyulmayacak kadar açık olduğunu düşünüyorum.

nerdogan 2. August 2011 10:01 AM

[QUOTE=Miralay;6262]Selam hiiiç kardeşim

yukarıda yazdıklarından hicri takvimle ilgili olanlarına ben de katılıyorum. Bilindiği gibi "hicri takvimi" benimseyenler, ayın hareketlerine göre belirlenen ay takvimini baz alırlar. Halbu ki, dünya kurulduğundan beri tüm insanlar için kullaılan en muteber takvim, "güneş takvimi" 'dir.
Sanırım Kur'an'da da güneş takviminden bahseden ayetler vardı ama şu anda hatırlamıyorum.

Lügat konusunda Dost1 kardeşimden yardım istediğim konu ise şu:

"Ramazan" 'ın kelime anlamı "kavurucu sıcak" olduğuna dair bir makale okumuştum. Sanırım Hasan Akçay kardeşimizin bir yazısıydı.
Değerli Dost1 kardeşim; bu konuda ve hiiiç kardeşimin sorularına cevap vererek yardımcı olursanız çok mutlu olurum.[/QUOTE]

Ramazan ın kelime anlamı ile ilgili gerek bu forumdan gerekse dış kaynaklardan edindiğim bilgiye göre, Ramazan- Sıcak Dolunay anlamına geliyor ve tarih olarak da 21 Marta tekabül ediyor. Sayın Dost1 ve Hiiic'in verdiği bilgileri de okudum.Mantığıma uymayan tek şey doğumgünlerimiz bile sabitken nasıl olurda bu kadar büyük öneme sahip olan Ramazan ayı her yıl kaymakta.Nasıl olurda hatalı hesaplanmış bir takvim baz alınarak-Arap takvimi- bu önemli aylar geceler hesaplanmakta.Yani doğru matematiksel hesaplar yapıyoruz ama kaynak kim?Arap takvimi..peki bu takvim sabit ve gerçekçi bir takvim olabilir mi?Kanıma göre hayır.Öyleyse neden sabit ay ve günleri bulamıyoruz.Böyle işi aklım almıyor.10 yıl sonra ramazan yı ocak ayına vs e denk gelicek..Yani bu 19 mayısın 23 nisanın yada sizin doğumgününüzün 5-10 yılda bir mevsim değiştirmesi habire kayması kadar anlamsız değil mi?
Ülkemizde alim adı ile bu konuları araştıranlar ya da müftülüklere hiç mi garip gelmiyor bu konu?Ya da sadece birkaç kişiyemi tuhaf geliyor?Allahın yarattığı yeryüzü mükemmeldir ve şaşmaya yer yoktur.Her yıl aynı gün aynı saatte güneş aynı açıya mutlaka ki gelecektir.Yıldızların bundan yüzlerce yıl sonra alacakları haller şu andan hesaplanabilir.Yine ay halleride..Bu halde nasıl olurda her yıl önemli zamanlar günler geceler kayarak ilerler?

nerdogan 2. August 2011 10:06 AM

[QUOTE=Altimuray;6286]Oruç ayetlerinin zanna ihtiyaç duyulmayacak kadar açık olduğunu düşünüyorum.[/QUOTE]

Kuran ayetleri açıktır apaçıktır.Ancak sadece aklı olan ve düşünen toplumlar için gönderildiği de sıksık belirtilmiştir.Buradan da sadece düz mantıkla yaşayan Arap toplumuna değil aklını çalıştıran her topluluğa geldiği anlaşılır..Demekki ayetleri eğip büken veya kendince basitçe anlayan toplumlar olduğu gibi ayetleri her okuduğunda bikaçkere düşünen bilimle tarihle ilimle yoğuran toplumlar da var..

Ayrıca grönlandde yaşayan bir topluluk kurandaki bu oruç ayetlerini okuduğunda mecburen ciddi anlamda kafa patlatmak ve anlamak için uğraşmak zorunda olacaklardır..

nerdogan 2. August 2011 11:55 AM

Birde aklıma takılan apayrı bir nokta var ve konu dışı,
affınıza sığınarak;

[QUOTE]Takvâ; “iman etmek, şirkten uzak durmak, Allah'ı unutmamak, Allah ve elçilerine boyun eğmek, inkârcılarla mücadele etmek, bollukta ve darlıkta sahip olunan mallardan bağışta bulunmak, namaz kılmak, zekât vermek, verilmiş sözlerde durmak, sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, ana-babaya iyi davranmak, [B]hiçbir zaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak[/B], tevbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek, yaptıklarının affını dilemek, öfkeye sahip olmamak, başkalarını bağışlamak, adaletli olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmek”tir.[/QUOTE]

Sayın Dost1, daha önce Sn.Hakkı Yılmazın eserinden okumuştum bu bölümü.Gerçekten de Takva, iman eden bir insanı bütünüyle anlatan bir ifade.Ancak bu tanımda dikkatimi şu çekiyor, hiçbirzaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak.Bu maddeyi tam olarak anlayamadım.Çok ayrıntıcı olduğumu düşünebilirsiniz ama bu ifadeyi okuduğumda ne anlamalıyım?Yani haksız olduğum bir mevzuda tartışma çıkarıp hani denir ya "zeytinyağı misali" üste mi çıkmaya çalışmamdır bu ya da bir toplulukta sırf yüceltilmek için sürekli kendimi öven şekilde anlatmak sürekli en iyi en güzel benim demek mi, yoksa haklıda olsam kendimi ispat etme anlatma hakkımı savunma gereği duymamammıdır?

hiiic 2. August 2011 04:07 PM

namaz ve oruç ritüeli Kutuplara uyarlanamıyor ise ya ritüel yanlış yada dünya düz :)

Benim anladığım, yaşanılan bölgenin kendine özgü zor dönemleri, kıt zamanları vardır. Bu arabistanda yakıcı kurak sıcaklar iken antartikada dondurucu soğuklar, norveçte ısı dalgalanması ve balıkların kayboluşu v.s. Bu dönemlerde eldeki gıdanın paylaşılması içindir.

***
En doğrusunu Allah bilir, bize ölçüyü indirdi ki kısır fikirleri deneylerle test edip en doğru olanı bulalım. Şimdiye kadar ramazanın kişilere ve toplumlara olan faydasını ne kadar araştırmacı ele aldı bilmiyorum ama az çok tahminen bir faydasının olmadığını düşünüyorum.
sokuşturma faydalar düzenlerin ortaya attığı iddalar ise (sağlık gibi) aslında kulp takmadan öte birşey değilidir. bırakın faydasını, beslenmedeki düzensizlikten dolayı zararı bile vardır.

pramid 2. August 2011 04:48 PM

Kadir gecesi

peygamberin kendine ne zaman vahyin geldiğini bilmemesi ne garip... "niye son 10 gece arayın" diyor ki veya o bu lafı dememiştir...bence de demedi.. bu atalar kültünden geliyor.... bir kavram yanlışı var.... çözmek lazım

ramazan
infak ayı.... miskin ile orucu tutalip hayır verenlerin inceldiği ay.... Kuran kalıbı ile şekillendiği ay zira bu ortamda yani ayda nüzul edildi... İnsanlığın sorunlarının bir potada dağıtıldığı ay... ama idrak edene veya edebilene..

miskini niye oruca zorlanan doyursun ki... niye insanlar oruçlu iken miskin doyur muyor. aslında ayet onu tutabilenlere dediği halde, o zamirini belirteç bulunan el-savm dan alınmıyor. yoksa para vermek ağır mı geliyor. zaten malı çok seviyorsunuz demiyor mu ?

Hasta ve yolcuların, tutamadıkları oruçları kaza etmelerinin gerekçesi olarak şöyle buyrulmuştur: “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara 2/185) Demek ki Bakara 184. ayettekiler, oruç tutabilen kimselerdir. Eğere Oruca zor gücü yetenler olarak alınırsa, bunlara oruçlarını kaza etmeleri emredilirken emzikli kadın, dökümcü, maden işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışanların, zarar görmeleri halinde oruç yerine fidye verebileceklerine hükmetmek tam bir çelişki olur.

BAKAR 184. AYET ANALİZİ (ORUÇ)


Oruç konusunda çok tartışılan ayete, kuran kalıpları ile bakalım…

على الذين يطيقونهBakara 184 konu oruç ve oruca (ona) güç yetirenler üzerine

على الذين يتولونهNahl 100 konu şeytan ve şeytanı(onu) veli edinenler üzerine

على الذين يبدلونهBakara 181konu vasiyet ve vasiyeti (onu) değiştirenler üzerine

Bakara 181. ayette zamir Bakara 180. ayette (الْوَصِيَّةُ) vasiyeti,

Nahl100. ayette zamir Nahl 98. ayette ki (الشَّيْطَانِ) şeytanı işaret etmektedir.

Bakara 184. ayette zamir, Bakara 183. ayette ki (الصِّيَامُ) orucu işaret etmektedir.

Zamirler, kuran hangi konuyu anlatır ise, zamir konuyu işaret etmektedir. Zamirler hemen önceki özneye gitmesi ise, konu dahili iş yapan öznenin yaptığı iştir.

::ANALİZ::

Bakara 184. ayette ki Yutîkûnehû’ya yestatî’ûnehû manası vermek yanlıştır. Zira tâka, “gayretin en üstünü ve ihtimalin son noktasıdır” (bak: 2:249 (savaşmaya gücümüz yok),). Hem zaten güç yetiremeyenden oruç düşer. Zira teklîf-i mâ lâ-yutak (güç yetirilemeyen bir şeyi emretmek) muhaldir. Bu bir hakikattir. Bakara Sûresi’nin 286. âyetindeki duada bu hakikat dile gelir.

Hasta ve yolcuların, tutamadıkları oruçları kaza etmelerinin gerekçesi olarak şöyle buyrulmuştur: “Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara 2/185) Demek ki Bakara 184. ayettekiler, oruç tutabilen kimselerdir. Eğere Oruca zor gücü yetenler olarak alınırsa, bunlara oruçlarını kaza etmeleri emredilirken emzikli kadın, dökümcü, maden işçisi, tellak, hamal gibi ağır işlerde çalışanların, zarar görmeleri halinde oruç yerine fidye verebileceklerine hükmetmek tam bir çelişki olur.

Âyette emredilen fidye “gücü yeten” üzerinedir. Fakat burada kapalı kalan “gücü yetenlerden” kastın kimler olduğudur. Bir de, neye gücü yetenler? Oruca mı, fidyeye mi, kazaya mı? Zamirin orucu göstermesi, uzağı göstermesidir ki, bunun için karine gereklidir lafzı geçerli değildir. Zira Nahl 100. ayetteki zamir 98. ayetteki (ال) belirteçli şeytana gitmektedir. Buradaki zamir (ال) belirteçli kelimeyi yani ORUCU gösterir. BAKARA 185 ayette seferi ve hasta üzerine “kaza etmeye gücü yetenler üzerine bir yoksulu doyuracak fidye gerekir” ibaresi yoktur.

2/185:“(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanlığa rehber olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran Kur’an işte bu ayda indirilmiştir. Sizden biri bu aya ulaştığında oruç tutsun. Hasta ya da yolcu olan kimse de, başka günlerde iade etsin. Allah sizin için kolaylık ister, sizi zora koşmak istemez. Oruç günlerinin sayısını tamamlamanızı, sizi doğru yola ulaştırdığı için O’nu yüceltmenizi ve şükretmenizi ister.”

Bizler oruç tutarak Allah’ı yüceltir ve orucun fidyesinin vermekle şükretmiş oluruz. Şükür “hamd” gibi sözlü bir eylem olmayıp karşılık verilen eylemdir. Şükrün zıddı ise nankörlüktür.

Oruç, sadaka ve kurban gibi bir fidyenin karşılığı olur. (bak 2:196). Bizler sağlıklı olmamızın fidyesini veririz. Oruç tutan, ister ramazanda tutsun isterse ramazan ayı dışında sayıyı tamamlasın, fidyesini vermek zorundadır. Oruc tutmaya güç yetiremeyenler de oruç fidyesini vermelidir. Zira oruç tutmak hayırlıdır. Bakara 184. âyetinin sonundaki “ama –eğer bilirseniz- oruç tutmanız sizin için hayırlıdır” ifadesi bakara 148. ayette “hayırlarda yarışın” (bak: 2:148, 23:61) ayeti ile örtüşür.

nerdogan 3. August 2011 06:06 AM

[QUOTE]Benim anladığım, yaşanılan bölgenin kendine özgü zor dönemleri, kıt zamanları vardır. Bu arabistanda yakıcı kurak sıcaklar iken antartikada dondurucu soğuklar, norveçte ısı dalgalanması ve balıkların kayboluşu v.s. Bu dönemlerde eldeki gıdanın paylaşılması içindir.[/QUOTE]

Aslında bahsettiğiniz şartlar hakikaten de mevcut.Yakın zamanda izlediğim Human Planet-kesinlikle öneririm- belgeselinde Kutup bölgesinde yaşayan bölge insanı ile ilgili bölümde kışın tüm halka yetecek boyutlarda balıkları rahatlıkla avlamalarına rağmen bahar geldiğinde ve buzlar eridiğinde maalesef balık tutulması imkansızlaşıyor.Bu nedenle kıştan saklanılanlar ile kuş vs gibi protein kaynaklarından faydalanılıyor.Yani bizler kış yaşarken bahara giren ya da havası ısınan bölgelerde hakikaten de enterasan biçimde besinlerde kıtlık azlık yaşanıyor.Bu dönemlerde ayılarda uykuya çekiliyor-kutup ayıları- Doğa canlanıyor ama bitki yetişmiyor.Sadece kuş gibi ufak canlılar yenebiliyor.Bu gerçeği de bilginize sunmak istedim.

Ayrıca halen neden ramazan ayının kadir gecesinin veya haram aylarının nasıl her yıl ay veya mevsim değiştiriyor olduğuna cevap alamadım.Sabit olması gerektiğini şiddetle savunuyorum.Heleki haram aylardan bahsediliyorsa nasıl her yıl yerinden kayabilir inanılması güç!

gerçek hanif 3. August 2011 08:44 AM

Hocam benimde kafama çok takılan bir mevzuu.Bende işin içinden çıkamıyorum.Neden Sabit değil de ....değişiyor ? Sabit olsa kolayına geleni yapar ülkeler.Kimi 18 saat kimi 10 saat tutmaz.Yada Temmuz -ağustos sıcağında kendini tehlikeye atmak zorunda kalmaz.Eşit olması gerekmez mi ? sabit bir ay olsa ramazan neden olmaz ?Dinen mahsurumu var ?

gerçek hanif 3. August 2011 08:47 AM

Birde kafama takılan şu; Neden Dünyadaki oruç tutan ülkeler bizim gibi 10 gün geriden takip ediyor.Hiçbir ülke çıkıpta bunu ( Ramazan ayını ) neden senenin sabit bir ayı olarak belirlemedi.Sabitlemedi ? Onlarda 10 gün geriden takip ediyor neden ?

gerçek hanif 3. August 2011 09:03 AM

Hiic'in dediği gibi Ramazan ayının Fakir ve aç ülkelere olan faydası tartışılır.Katkısı nedir ? Ama pis göbekli yobaz hoca takımına getirisi çok.Acaba bugün kim davet edecek iftara ? Menüde neler var ? Önceden haber vereyimde sevdiğim yemekleri yapsınlar ? Yemeğin üzerine baklava ,Tatlı yemek yemeklerin padişahı bayat espirilerini yaparak fıkra anlatmak.Yemek için dünyaya gelmiş gibi yaşayan yobaz sahtakarların elinde şekil alıyor ramazan maalesef.

nerdogan 3. August 2011 10:10 AM

Ayrıca şu da var, Kuran ayetleri üzerinde düşünülmek için geldi bence..Yani ayetler açıktır ama akıl kullanmadan çözemeyiz..Eğer herşey armut piş ağzıma düş olsaydı -Araplar bunu istediler- o zaman insan olmanın anlamı yoktu.O nedenle şu anda ay adları verilmeden sadece bize kullanmamız gereken doneleri veren Allahın sözlerinden haram ayların ve ramazan ayının hangi ay ve günler olduğunu kaç gün olduğunu tartışıp tespit etmeye çalışıyoruz.Demekki Allah bizden öylece okuyup düşünmeden bizden öncekiler ne yaptıysa uygun görüp devam etmemizi değil irdeleyip gerçeğe ışığa ulaşan yolda bize rehber olmasını istemiştir Kuranın.

hiiic 3. August 2011 11:44 AM

[B]Hac 78
Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; [U]din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi;[/U] babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size "müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekatı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlanızdır. Ne güzel mevladır, ne güzel yardımcıdır![/B]

Çünkü hayatın kendisi zorluk içeriyor.

[B]Beled 4
Biz, insanı ( yüzyüze geleceği nice ) zorluklar içinde yarattık.
[/B]

Din zoruluk yüklemedi ve aslında insanın karşılaşacağı zorlukları dindirmek, insana çıkış yolu göstermek için geldi.

Allah gereksiz zorluğu yasaklar; gerçekçi olalım, bu günkü oruç zorluktur, Allahın emrine terstir. Ancak llahın bahsettiği Oruç zor zamanlarda yapılırsa toplum ve birey için kolaylık olur.

Tıpki savaş gibi. Savaş zordur, ilk bakışta kötüdür. Ancak eğer savaşılmazsa daha kötüsüyle karşı karşıya kalınır (yakın trarih bakz; fransa-cezayir, ingiltere-filistin veya daha yakın tarih ırak-abd)

Allah zor zamanlarda savaşın bir zorluk değil kolaylık olduğunu söylüyor. Nefsleriniz istemesede o sizin için hayırlıdır diyor.

Aynısını oruç içinde söylüyor;

[B]Bakara 184
Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. [U]Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.[/U][/B]

savaş nasıl zor günlerin işi ise, oruçta zor günlerin işidir. Bolluğun bereketin olduğu günlerde oruç tutmak ancak kişisel bir işkence, vücuda ve zihne zararın ötesi değildir.

Oysa kıt zamanlarda gıdanın yada gıda harcamasının bir kısmının kısılarak ihtiyaç sahiplerine verilmesi bir kolaylıktır. Bu zorluk o dönemlerde dinin kolaylaştıcı etkisini gösterir.

Allah zoru din olarak seçmemiştir, zaten mevcut hayat zordur ve onu kolaylaştırmanın yöntemlerini bedensel ve düşünsel yapıyı bizlere öğütlemiştir.

hiiic 3. August 2011 12:34 PM

Ayrıca az önce bir arkadaşım Atatürkün oruç ttutmadığından içki içtiğinden, dinen laik (laiklik bir yönetim biçimidir, kişi değildir, kelimelerin yerlerini değiştirerek Yahudilerin peygamberle geçtiği dalga gibi dalga geçmeleri devam ediyor) dinen laik olduğunu, hatta burda söylemeyeceğim bir çok hakaretide ekleyerek kendi inancının en üstün olduğunu idda etti.


Çünkü piyasada Atatürkün namaz kılıp oruç tuttarkenki bir fotoğrafı yokmuş..

Ona verdiğim cevabı buradada paylaşmak istiyorum;

1. Siz namaz kılarken poz verip resim mi çektiriyorsunuz? Sözde Allahın huzuruna çıktıklarını idda ettikleri ritüelin fotoğrafını çekip paylaşanlar bu fotoğrafı Allaha göstermek için mi çekmişlerdir yoksa insanlara gösteriş için mi? Elbetteki onların namazı gösteriştir.

2. olarak işte Atatürkün Oruç tuttuğunun fotoğrafı.

[IMG]http://www.resimle.net/data/media/364/canakkale-yemek-listesi.jpg[/IMG]

gerçek hanif 3. August 2011 02:44 PM

Atatürk kendisi belki ritüel ibadet yapmıyordu ancak,temiz bir duruşu olan Din aleyhine faliyet gösteren oluşumların içindede olmadı.Şu bizim Yalova'nın Güney köyü denen Abhaza -Çerkez köyü var.Orada 1937 lerde Şeyh Şerafettin Dağıstani denen bir zat yaşıyormuş.(Köylülerle konuştum,Türbeside köyün dışında mezarlıkta).Atatürk Yalovadaki Çiftliğine geldiğinde bizzat Makam aracını yollar Şeyh Şerafettin Dağıstaniyi aldırır,çiftliğinde misafir eder saatlerce sohbet edrmiş.Köyde bunu hep anlatırlar.Atatürkün Din adamlarına hürmet ettiğini(Yobazlar hariç ) okuduk.Ama Atatürke saldıran grupların yaşantısını irdeleyin ,gözlemleyin ne kadar islami bir duruşları var.Din adına ne ortaya koyuyorlar.Boş boş konuşmaktan başka.

pramid 3. August 2011 04:02 PM

millet işin gırgırında... kuran ne anlatır millet ne yapar ne konuşur...sırf reklam

dost1 3. August 2011 04:04 PM

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

[B]SAVM[/B]" ; yemeden, içmeden,konuşmadan,refesten/cinsellikten el çekerek Kur'an'a odaklanmak, Kur'an'ı kendsine yaşam kılavuzu edinmek , doğru ve yanlışı ayırdetme bilincine erişmek, kulu olmaktan onur duyduğu Allah'ı yüceltme etkinliklerinde bulunmak, bunun AKİFİ/öğretmeni olmak ve Allah'ın kendisine verdiği hertürden nimetin ŞÜKRÜNÜ/KARŞILIĞINI vererek kul olma onuruna erişmektir. Rabbımız, kendisine kul olma sevdasında olanlara gereği gibi savmda bulunmayı nasip eylesin.

Savm bizleri TAKVAya ulaştıracak bir araçtır. Günümüzde amaç unutulmuş araca amaç diye sarılınmıştır. Kur'an yöresel değil evrenseldir ve zaman üstüdür. Yeter ki bizler onu yöreye ve zamana hapsedenlerden olmayalım. Günümüzde, günümüzün çalışma koşullarında her insan savm halinde olarak Bakara 185 de belirtilenleri gerçekleştiremez. Bu nedenle de Rabbımız ayette " ...Allah size kolaylık diler,size zorluk dilemez..." diye buyurmuştur. Bugün bakıyoruz yerin metrelerce altında çalışan madenci kardeşlerimiz yer altında sahur ve iftar yapmaktalar. Oysa ki, Allah'ın bizlerden istediği TAKVA dır.

[B]İnsanlar olanakları uygunsa[/B]: yemeden, içmeden,konuşmadan,refesten/cinsellikten el çekerek Kur'an'a odaklanacak, Kur'an'ı kendsine yaşam kılavuzu edinecek , doğru ve yanlışı ayırdetme bilincine erişerek, kulu olmaktan onur duyduğu Allah'ı yüceltme etkinliklerinde bulunacak, Allah'ın kendisine verdiği hertürden nimetin ŞÜKRÜNÜ/KARŞILIĞINI vererek kul olma onuruna erişecektir.

Kusursuzluk sadece Alalh'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

hiiic 3. August 2011 04:33 PM

[QUOTE].Ama Atatürke saldıran grupların yaşantısını irdeleyin ,gözlemleyin ne kadar islami bir duruşları var.Din adına ne ortaya koyuyorlar.Boş boş konuşmaktan başka.[/QUOTE]

Din adamlarının kötülüğü engellemek gibi bir yetenekleri yoktur. İnsanların haram yemelerini engelleyemez sadee boş konuşurlar.

[B]Mâide 63
Din adamları ve alimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten menetselerdi ya! İşledikleri (fiiller) ne kötüdür![/B]

Bu gün Atatürke laf uzatan din adamlarının, Yusufa laf atan amon hutep rahiplerinden ne farkı var?

gerçek hanif 4. August 2011 05:14 AM

Haklısın.Çığırtkan sesleriyle yırtındıkları halde cemaatin bir kulağından girip ötekinden çıkıyor söyledikleri.Demekki sözler ağızdan çıkıyor,kalpten değil.Kalpten çıkan kalbe tesir eder.Tezgahlarında din satmasalar bu halde olmazdık.
Bu insanlarla hiç bir yere varılmaz.size yaşadığım bir olayı anlatayım.
Bizim Fabrikada emekli olanları pek göndermiyoırlar.(Torpilli olanları )
Bir departman var.Müdürü Tarikat ehlinden(Cemaatçi).Bünyesinde çalışan 50 kadar işçi usta teknisyen var.Emekliliği gelen emekli oluyor.60.000 TL filan emekli ikramiyesi alıyor.Maaşları çalışırken ortalama 2.000 TL civarı.20-25 sene çalışmış işçi bu sürede evini arabasını almış,çocuk okutmuş, evlendir olanlarda var.Şimdi emekli olma vakti geliyor.Emekli olacak eğer Departman müdürünün cemaatindense işe yarayan olsun yada yaramayan hiç fark etmez.İşi hemen hazır ,ertesi günü yine aynı maaşa yakın parayla devam.Kendini dindar ,cemat taassubu zanneden zavallılar hemen 15.000 Tl lik arabasını satıp 35-40 milyarlık araba alıyor.Evini satıp daha şaşalısını alıyor.Zaten kazancından ,ihtiyaçtan arta kalanı infak ettiği yok.Habire biriktirmek var.
İyide buraya kadar hadi normal diyelim.Peki emekliliği gelmiş sade vatandaş ihtiyaçtan olayı devam etmek istiyor.( Özel sebeb).ama işe geri alınmadığını ,alınanların ise yalaka,çıkarcı hatta iki yüzlü olanların olduğunu görüyoruz.Neden ? Departman müdürü kendi tayfasını tekrar işe başlatıyor.Neden sade bir vatandaşı geri almıyor ihtiyacı olduğu halde ?Adam beni çarşıda görünce bir ağlamadığı kaldı.kendisini geri çağırmamışlar.Çağrılanları sordum kimler diye...Hepsi müdürün kendi müritleri.böyle insanlık olur mu ? Bırak müslümanlığı.aynı siyasi parti kadrolaşması gibi.Halbuki iş başka ,yeteneğe,beceriye ihtiyaca göre geri alınmalı alınacak adam.Liyakat esas olmalı.Bunu kafası bastığı halde böyle yapmayan bu odun kafalı sözde dindar insanlarla bir yere varılamaz.
Birde başka bir işyerinde şunu işittim.arkadaş işe müracaat etti.Namaz kılıyonmu ? Sohbetlere gidiyon mu ? Eşin kapalımı ? sigara içiyonmu ?içki hiç içmedin değilmi ?..v.s .vs. gibi ahiret soruları soruyor işe almadan önce...EE... iyi. Peki iyide.. maaşa gelelim. Ne vercen.asgari ücret veririm.Niye ?az önce müslümanlık testi yapıyordun ya. Maaşa gelince niye kapitalist oldun ? Yada yahudi mantığı ile haraket ettin ? Niye maske ile yaşıyorsun ? iki yüzlüsün ?

hiiic 4. August 2011 02:48 PM

Bırak dünya onları oyalasın. Sen gözlerin korkudan döneceği günü bekle.

[B]Nisâ 135
Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.[/B]

Bu ayet Allahın kesin emir ve farzıdır. Bırak onlar kendi uydurdukları farzlarına devam etsinler. Başka birşeyden değil, sadece bu kitap Kurandan hesaba çekilecekler.

nerdogan 5. August 2011 04:58 AM

[QUOTE]Birde aklıma takılan apayrı bir nokta var ve konu dışı,
affınıza sığınarak;

Alıntı:
Takvâ; “iman etmek, şirkten uzak durmak, Allah'ı unutmamak, Allah ve elçilerine boyun eğmek, inkârcılarla mücadele etmek, bollukta ve darlıkta sahip olunan mallardan bağışta bulunmak, namaz kılmak, zekât vermek, verilmiş sözlerde durmak, sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, ana-babaya iyi davranmak, hiçbir zaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak, tevbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek, yaptıklarının affını dilemek, öfkeye sahip olmamak, başkalarını bağışlamak, adaletli olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmek”tir.
Sayın Dost1, daha önce Sn.Hakkı Yılmazın eserinden okumuştum bu bölümü.Gerçekten de Takva, iman eden bir insanı bütünüyle anlatan bir ifade.Ancak bu tanımda dikkatimi şu çekiyor, hiçbirzaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak.Bu maddeyi tam olarak anlayamadım.Çok ayrıntıcı olduğumu düşünebilirsiniz ama bu ifadeyi okuduğumda ne anlamalıyım?Yani haksız olduğum bir mevzuda tartışma çıkarıp hani denir ya "zeytinyağı misali" üste mi çıkmaya çalışmamdır bu ya da bir toplulukta sırf yüceltilmek için sürekli kendimi öven şekilde anlatmak sürekli en iyi en güzel benim demek mi, yoksa haklıda olsam kendimi ispat etme anlatma hakkımı savunma gereği duymamammıdır? [/QUOTE]

Tekrar etmek istedim..

dost1 5. August 2011 11:58 PM

Selamun Aleykum! Değerli Nerdoğan Kardeşim!

[QUOTE=nerdogan;9956]Birde aklıma takılan apayrı bir nokta var ve konu dışı,
affınıza sığınarak;



Sayın Dost1, daha önce Sn.Hakkı Yılmazın eserinden okumuştum bu bölümü.Gerçekten de Takva, iman eden bir insanı bütünüyle anlatan bir ifade.Ancak bu tanımda dikkatimi şu çekiyor, hiçbirzaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak.Bu maddeyi tam olarak anlayamadım.Çok ayrıntıcı olduğumu düşünebilirsiniz ama bu ifadeyi okuduğumda ne anlamalıyım?Yani haksız olduğum bir mevzuda tartışma çıkarıp hani denir ya "zeytinyağı misali" üste mi çıkmaya çalışmamdır bu ya da bir toplulukta sırf yüceltilmek için sürekli kendimi öven şekilde anlatmak sürekli en iyi en güzel benim demek mi, yoksa haklıda olsam kendimi ispat etme anlatma hakkımı savunma gereği duymamammıdır?[/QUOTE]

İsterseniz önce tezkiyenin ne olduğuna bakalım. “تزكية [B]Tezkiye[/B]”, “زكى [B]zekâ[/B]” fiilinden gelir. “[B]زكى Zekâ[/B]”, sözlükte temizlik, paklık, artıp büyümek, feyiz ve bereket anlamlarına gelir. (Türkçe`de kullandığımız “ذكى zeki, zekâ” sözcükleri “peltek ze” yani “ذ zel” harfi ile yazılır ve konumuz olan sözcükten farklıdır.)
“[B]Tezkiye[/B]”: Temizlemek, geliştirmek, feyizlendirmek, büyütmek ve temize çıkarmak demektir.
Kavram olarak “tezkiye”: Nefsini temizlemek, onu şirk, günah, nifak (ikiyüzlülük), rics (pislik), cehalet, kötü duygular ve benzeri şeylerden temizlemek, ona itaati ve takvayı (sakınmayı) öğretmek demektir.
“Tezkiye” Allah`ın bir emri ve bir ibadet eylemidir. Bu anlamda “tezkiye”, takvaya ulaşmak için çaba, insanı Allah`tan uzaklaştıracak her şeyden kaçma, nefsi fücur (iman ve din örtüsünü yırtıp atmak) sayılan şeylerden alıkoymaya gayret göstermektir. “Zekat” sözcüğü de bu kökten gelmektedir.

Şüphesiz bizler kendimizi sürekli "tezkiye" eylemi içerisinde olacağız. Bu "tezkiye" eylemi davranış olarak bizlerde görünecek ancak bu yaşanan olaylar içerisinde başkalarına karşı takındığımız tavırda bizleri kibire sokacak söylemlere götürmeyecek.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

nerdogan 6. August 2011 07:45 AM

Açıklayıcı cevabınız için teşekkürler, yani bu durumda "hiçbirzaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak" ifadesiyle "hiçbirzaman haklı olduğumuz hallerde kendi hakkımızı savunup kendimizi temize çıkarma mücadelesi vermemeyi" anlamıyoruz.Ben bu şekilde anladım açıkçası.Haklı olan bir insan hakkını hiçbirzaman savunmamasının takva tanımı içinde olması garip geldi.Ne de olsa Allah her zaman Hak ve haklı yanında olmamızı ve bu uğurda mücadele etmemizi istiyor.Yanılıyor muyum acaba?

dost1 6. August 2011 02:36 PM

Selamun Aleykum! Değerli Nerdoğan Kardeşim!

[QUOTE=nerdogan;9986]Açıklayıcı cevabınız için teşekkürler, yani bu durumda "hiçbirzaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak" ifadesiyle "hiçbirzaman haklı olduğumuz hallerde kendi hakkımızı savunup kendimizi temize çıkarma mücadelesi vermemeyi" anlamıyoruz.Ben bu şekilde anladım açıkçası.Haklı olan bir insan hakkını hiçbirzaman savunmamasının takva tanımı içinde olması garip geldi.Ne de olsa Allah her zaman Hak ve haklı yanında olmamızı ve bu uğurda mücadele etmemizi istiyor.Yanılıyor muyum acaba?[/QUOTE]

Allah razı olsun. Sorunuzu göremediğim için atlamışım kusuruma bakmayınız. Değerli Kardeşim! Her durumda kendimizi savunmak Allah'ın bize yüklediği bir görevdir. Rabbımız bizlerden salihat işlemeyi ister. Muhsin/iyileştiren güzelleştiren, muhlis/has halis ve muslihun/bozuk giden işleri düzelten olmamızı ister. Durumun daha da netleşmesi için "tezkiye" ile ilgili şöyle bir örnek vereyim. Allah'ın emrettiği gibi örtün diyen birisine; "Benim kalbim temiz,ben böyle rahatım." cevabı bu insanın gerçekte değil de söz de kendisini tezkiye ettiğini gösterir. Oruç tut diyen birisine ;" Allah'ın benim açlığıma ihtiyacı mı var . Benim kalbim temiz. Önemli olan iyilik etmek değil mi? Ben iyilik ediyorum ." türünden cevapları da o kişinin gerçekte değil de sözle tezkiye etmeye çalıştığını gösterir. Sorunuza neden olan "hiçbirzaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak" tan kasıt;Takvaya giden yolda Allah'ın dediklerini yaparak kendisini tezkiye etmek için çalışmak varken, bunları yapmayarak kendisini birtakım sözlerle tezkiye etmeye çalışmanın yanlış olduğuna vurgu yapmaktır.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

mavera 10. August 2011 07:44 PM

[QUOTE=nerdogan;9953]Ayrıca grönlandde yaşayan bir topluluk kurandaki bu oruç ayetlerini okuduğunda mecburen ciddi anlamda kafa patlatmak ve anlamak için uğraşmak zorunda olacaklardır..[/QUOTE]

Bu konuyu birkaç senedir sorarım, araştırım, hala da tatmin edici bir yanıt duymuş değilim. Kutup değil, Helsinki gibi yaşanılan kuzey şehirlerinde bile, geleneksel yaklaşımın açıklamalarına göre Haziran'da 24 saatin 21 saatinde oruç tutulması gerekiyor. Şanslarına küssünler diyeni okudum, kışın da onlar az tutuyorlar ama diyeni de. Hakkı Bey'in (bu konuyla ilgili değil) genel olarak fidye verilemez yaklaşımını da. Kuran evrenseldir diyen çok ama bu konuya açıklama getireni duymadım.

Aklıma gelen tek çözüm, güneş ışıklarını fiziki güneş ışığı olarak değil, "normal" bir insanın güne başlaması, "normal" bir günün bitişi olarak ele almak. Bunu da bugüne kadar hiç okumadım :)

mavera 10. August 2011 07:55 PM

[QUOTE=dost1;9976]

[B]İnsanlar olanakları uygunsa[/B]: [/QUOTE]


Hakkı Bey'in açıklamalarında fidye eski toplumlar için geçerli bugünü ilgilendirmez diyor. Bu durumda benim anladığım kadarıyla herkesin mutlaka tutması gerektiğini savunuyor.

Sizden de aynı paralelde açıklamalar görüyorsum, ilk kez bu farklı ifadeyi okudum.

Açabilir misiniz?

hiiic 10. August 2011 08:08 PM

kutuplarda da bazı kötü zamanların güneş gibi açığa çıkdığı zamanlar olur. Her bölgede zaman zaman yokluklar, krizler ağırlaşıp insanları zora sokar. apaçık bir toplumsal sorundur bu, varlığı kıyaslamayla kolayca anlaşılır. İyi bir olayın dönemini yada referans bir değeri bu dönemle kıyaslarsanız sorunun varlığı Gün gibi apaçık ortadadır. Yani bu ara sıra kapılarmızı çalan milli sorunların varlığı diğer dönemleri yada sabit bir değeri kıyasla anlaşılır. İşsizlik rakamları, yoksulluk sınırı gibi değerleri krizin ve sorunun varlığını GÜN gibi açığa çıkarır.

Daha edebi bir dille anlamak gerekirse,,, sorunlar beyaz ipin rengini kıyaslayarak gün gibi açığa çıkarır. kıyas değeri her ne ise toplumsal sorun içerisinde kendisini belli eder. Bu sıkıntılı dönemlerde kendi harcamalarımızı kısıp bunları olmayan ihtiyaç sahipkerine ulaştırmamızla emrolunduk. Ha eğer sorunun üzerini kapatmak, sorunu çömeyip geçiştirmek yada paylaşmak istemiyorsanız senenin 1 ayı aç kalın...

Ancak sorun devam ettiği sürece, yani refernas değere (beyaz ipe) dayalı Gün gibi belirlenmiş sorun mevcut olduğu sürece her gün oruç bozuyorsunuz. Sorun ne zaman ortadan kalkar, artık yokluğun veya eksikliğin belirtisi hissedilmez, sorun ne zaman gece karanlığına bürünür ve kıyas değerleri normaline dönerse işte o zaman diğer sıkıntı belirene kadar yiyin için... Dışarısı yanarken kendi zevkini düşünen oruç bozmaktadır, isterse akşama kadar yemesin.

***
bunu daha önce okudunuz mu?

dost1 11. August 2011 12:13 AM

Selamun Aleykum! Değerli Mavera Kardeşim!

[QUOTE=mavera;10005]Hakkı Bey'in açıklamalarında fidye eski toplumlar için geçerli bugünü ilgilendirmez diyor. Bu durumda benim anladığım kadarıyla herkesin mutlaka tutması gerektiğini savunuyor.

Sizden de aynı paralelde açıklamalar görüyorsum, ilk kez bu farklı ifadeyi okudum.

Açabilir misiniz?[/QUOTE]

Alıntı yapmış olduğunuz yazıda "SAVM"ın ne olduğunu belirtmiştik. Savm bizleri TAKVAya ulaştıracak bir araçtır. İnsanın takvaya ulaşabilmesi için Kendisine kılavuz olarak gönderilen ve bunun açıklamalarının bulunduğu Kur'an'ın okunması ile doğru ile yanlışı ayırdetme bilincine ulaşarak Allah'ın koruması altına girecek Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik eylemlere girişecek ve Allah'ın kendisine sunduğu nimetlerin karşılığını verecektir. Savm halinde amaç olarak sunulan "takvaya" ulaştıracak yukarıdaki belirtilen etkinlikleri yapmaya durumu uygun olmayan kişiler savm halinde olmazlar. Durumları buna uygun olduklarında Allah'ın istediği TAKVAYA ulaşmak için SAVM halinde gerekenleri yaparlar. Allah bizlerden kolaylık ister zorluk istemez.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.

gerçek hanif 11. August 2011 04:54 AM

Ramazan ayı insan hayatını riske atacak mevsimlerde yazın ortasında ve sıcakta oruç tutmaya yönlendiriyor. Oysaki bu ay aslında insan için tutması en kolay olan yani en kısa gündüzlerin olduğu kış ayındn başkası değildir. Kışın sadece insanlar değil hayvanlar bile kış uyksuna yatarak kendi oruçlarını tutarlar, uzun süre birşey yemezler, ayılarm ihramlarına çekilerek yaşar, bunun sebebi ise kış ayında yeterli yiyeceğin bulunamıyor olmasından kaynaklanır. Orucun mantıksal açıklaması da budur. Kışın yiyecek yetersizliği ve mescitlere (sosyal kurumlara) duyulan ihtiyacın artmasından dolayı Allah bu aylarda yiyecek stoğunun hem düzgün harcanması gibi sebepleri bilerek bu ayda orucu bize farz kılmıştır.

Demişsiniz hocam,
Peki Şimdi yaz kuraklığından dolayı Milyonlarca Afrikalı (Somali) açlıktan ölmek üzere.Sizin mantığınıza göre Dünya Müslümanlarının yaz ayında oruç tutması ve arttırması artanı Aç Ülkelere göndermesi gerekmez mi ? selam ve muhabbetle.

nerdogan 11. August 2011 06:51 AM

[QUOTE=mavera;10002]Bu konuyu birkaç senedir sorarım, araştırım, hala da tatmin edici bir yanıt duymuş değilim. Kutup değil, Helsinki gibi yaşanılan kuzey şehirlerinde bile, geleneksel yaklaşımın açıklamalarına göre Haziran'da 24 saatin 21 saatinde oruç tutulması gerekiyor. Şanslarına küssünler diyeni okudum, kışın da onlar az tutuyorlar ama diyeni de. Hakkı Bey'in (bu konuyla ilgili değil) genel olarak fidye verilemez yaklaşımını da. Kuran evrenseldir diyen çok ama bu konuya açıklama getireni duymadım.

Aklıma gelen tek çözüm, güneş ışıklarını fiziki güneş ışığı olarak değil, "normal" bir insanın güne başlaması, "normal" bir günün bitişi olarak ele almak. Bunu da bugüne kadar hiç okumadım :)[/QUOTE]


Merhaba, aslında çok uzun zamandır bende merak ediyordum ama sürekli araştırmaya vaktim olmuyor.Bu konuda bazı bilgilerr edindim ve belki ışık tutar diye paylaşmak istiyorum.
[URL="http://www.yildizsesli.com/wp-content/uploads/gunbatimi-yildizsesli.jpg"]http://www.yildizsesli.com/wp-content/uploads/gunbatimi-yildizsesli.jpg[/URL]

Yukarıdaki resimdede göreceğiniz gibi, güneş tam batmak üzereyken tekrar hava aydınlanmaya başlıyor. Yani bu konuda herhangi bir belgesel vs izleyenler daha iyi bilirler ama genelde gözle görülür biçimde özellikle İsveç Norveç gibi ülkelerin birçok bölgesinde ve de kutuplarda geceler uzun olmasına rağmen sürekli zifiri karanlık olmuyor.Yani resimdeki gibi güneş doğacakmış gibi yapıyor gün süresince hafif bir alacakaranlık oluyor ve burada bildiğimiz zifiri karanlık gece boyunca sürüyor.Yani günler bu şekilde yaşanyor.Eğer güneye gidilirse-örn Norveçte- gece kısalıyor ama aynı şekilde belli bir süre zifiri karanlık ve ardından gece yaşanıyor.Ama elbette yaz dönemlerinde gündüz süresi muhtemelen bizden uzundur.Bunu tam bilemiyorum.Ama gecenin nasıl yaşandığını sorarsanız bu konuda hem izlediklerim hem de okuduklarımdan anladığım gördüğüm böyle.

Birde bir yazıyı sizle paylaşmak istiyorum.Buna göre kutuplarda bir nimet gibi oluşan kutup ışıklarınınn da hikmetleri anlaşılıyor.Bu ışıklar rastgele değil belli bir düzene uygun ortaya çıkıyorlar.
Buradan ilgili ışıkların görüntüsü görülebilir,
[URL="http://img17.imageshack.us/img17/6094/055143425g.jpg"]http://img17.imageshack.us/img17/6094/055143425g.jpg[/URL]

Ayrıcaaaa ansiklopedik bilgi için,
[URL="http://tr.wikipedia.org/wiki/Kutup_%C4%B1%C5%9F%C4%B1klar%C4%B1"]http://tr.wikipedia.org/wiki/Kutup_%C4%B1%C5%9F%C4%B1klar%C4%B1[/URL]

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Süleymaniye Vakfı Din ve Fıtrat Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, 20 yıl süren araştırmaları sonucu “Kutuplarda namaz” sorununu tarihe gömdü. Bayındır’ın çalışmasına göre; modern astronominin bizlere öğrettiklerinde derin bir belirsizlik var. “Güneş doğduğunda gündüz, battığında da gece olur” kabulünü çürüten Bayındır, kutuplarda yaptığı çalışmayla, Güneş’in ufuk çizgisi altında olmasına rağmen gündüzün yaşanabildiğini, ufuk çizgisi üzerinde olduğunda da gecenin olabileceğini ortaya koydu. 20 yıldır gökyüzü gözlemleriyle uğraşarak, namaz vakitleri üzerinde çalışmalar yapan Bayındır, kutuplarda bulunan ve “Kuzey Işıkları” olarak bilinen Güneş halelerinin de Allah’ın bu bölgedeki vakit ayarlama sisteminin bir parçası olduğunu öne sürüyor.

GECE İLE GÜNDÜZ, GÜNEŞ’TEN BAĞIMSIZ

Ayetleri mecaz yorumlayarak daha iyi anladığını kaydeden Prof. Dr. Bayındır, “Astronomi bu konuyu tahlil edemediği için gündüz ve gece deyip geçiştiriyor. Gece ve gündüze dair bildiğimiz tanımlama tarih olmuştur” diye konuştu. Kutuplarda 7 kişilik ekibiyle çalışmalar yürüten Bayındır, bu bölgede 5 vakit namaz için Kuzey Işıkları’nın yeterli olduğunu belirledi. Enbiya Suresi’nin “Geceyi, gündüzü ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir” mealindeki 33. Ayeti’ni örnek gösteren Bayındır, gece ile gündüzün Güneş’ten bağımsız hareket etiklerini dile getirdi.

Çıplak gözle bile anlaşılır

“Vakitler çıplak gözle bile anlaşılabiliyor” diyen Bayındır, 22-26 Haziran’da Norveç’in Tromso kentinde ikinci bir çalışma yapacaklarını ve bunun kamuoyuna duyurulacağını anlattı. Bu çalışmayla takvim çalışması yapacaklarını vurgulayan Bayındır, İÜ Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Ökten’in bu çalışmalar sonucunda yeni bir takvimin yapılabileceğini söylediğini aktararak, namaz vakitlerinin bölgesel nitelikte hazırlanmasına çalışılacağını kaydetti.

Işıkların meridyene göre konumu

Kutuplarda namaz vakti, dünyanın geri kalan kısımlarında olduğu gibi Güneş esas alınarak değil, gözlem yöntemiyle belirleniyor. Tüm vakit namazları ufuktaki ışıklara bakılarak kılınıyor. Vakitleri ise Kuzey Işıkları olarak bilinen güneş halesinin, meridyene göre olan konumu ortaya koyuyor. Buna göre 5 vakit namaz şu gözlemlere göre kılınıyor:

SABAH: Kuzey ışıkları batı ucuna kadar belirir.

ÖĞLE: Güneşin halesi ve ışık dairesinin, meridyenin sağına doğru kaymaya başladığı an

İKİNDİ: Güneşin halesinin orta noktasının bulunduğu yerle, batı noktasının tam ortasına güneş kaydığı an

AKŞAM: Doğu tarafında, diğer yönlere göre göreceli olarak karanlık belirdiğinde

YATSI: Yatsı batı tarafında beliren aydınlığın yok olmasıyla birlikte.
[url]http://www.otekimahalle.com/kutuplarda-namazin-sirrini-cozdu/[/url]

nerdogan 11. August 2011 06:57 AM

Ayrıca sürekli aklımı kurcalayan bir mevzu var.Kutuplara Çİne oraya buraya peygamber gelmişmi diye binlerce insan soruyor merak ediyor.Bence durduğumuz yerden sürekli soruyor ama başka da birşey yapamıyoruz gibi..Sonuçta oradaki insanlar bir şekilde Hz İbrahimi bilmiyorlar ve ne istendiğini de bilmiiyorlarsa orucu bilmelerinin namazı bilmelerinin tekbaşına bir anlamı olmıyacak.Yani herşeyden daha önemli sorunumuz bence orucun namazın nasıl yapılacağı-kutup da- olmamalı.Bu insanların Hz İbrahim ve soyundan Allahın bizden istediklerinden nasıl haberdar olabilecekleri olmalı sanki.Bence bunları bende dahil hepimiz merak ediyoruz ancak, gerek Hz İbrahimin gerekse devamındaki tüm elçilerin bize öğretmek istediği öğretiyi pek de yayamıyoruz onların gösterdiği gibi.Kendi içimizde bile yayamıyoruz aslında.Ancak onlar onca sefalet ve zorluklara rağmen ülke ülke coğraafya coğrafya gezdiler ve ömürleri yettikçe yaydılar.Biz ise deveye bile ihtiyacımız olmadan uçakla her türlü tatiile seyahate gidebilir durumda iken birazda bunu kafamıza taksak mı acaba diyorum.Yani sürekli bir peygamber gelsede bizi güdse-biraz tuhaf ama kusurabakmayın- herkese öğretse görevini yapsa, bu bizim işimiz değil mı diyoruz-genel insanlık adına yazıyorum lütfen yanlış anlaşılmasın bu forumdan ve yazarlarından da Allah razı olsun-.Ne diyorsunuz?

gerçek hanif 11. August 2011 07:33 AM

[QUOTE=nerdogan;10012]Ayrıca sürekli aklımı kurcalayan bir mevzu var.Kutuplara Çİne oraya buraya peygamber gelmişmi diye binlerce insan soruyor merak ediyor.Bence durduğumuz yerden sürekli soruyor ama başka da birşey yapamıyoruz gibi..Sonuçta oradaki insanlar bir şekilde Hz İbrahimi bilmiyorlar ve ne istendiğini de bilmiiyorlarsa orucu bilmelerinin namazı bilmelerinin tekbaşına bir anlamı olmıyacak.Yani herşeyden daha önemli sorunumuz bence orucun namazın nasıl yapılacağı-kutup da- olmamalı.Bu insanların Hz İbrahim ve soyundan Allahın bizden istediklerinden nasıl haberdar olabilecekleri olmalı sanki.Bence bunları bende dahil hepimiz merak ediyoruz ancak, gerek Hz İbrahimin gerekse devamındaki tüm elçilerin bize öğretmek istediği öğretiyi pek de yayamıyoruz onların gösterdiği gibi.Kendi içimizde bile yayamıyoruz aslında.Ancak onlar onca sefalet ve zorluklara rağmen ülke ülke coğraafya coğrafya gezdiler ve ömürleri yettikçe yaydılar.Biz ise deveye bile ihtiyacımız olmadan uçakla her türlü tatiile seyahate gidebilir durumda iken birazda bunu kafamıza taksak mı acaba diyorum.Yani sürekli bir peygamber gelsede bizi güdse-biraz tuhaf ama kusurabakmayın- herkese öğretse görevini yapsa, bu bizim işimiz değil mı diyoruz-genel insanlık adına yazıyorum lütfen yanlış anlaşılmasın bu forumdan ve yazarlarından da Allah razı olsun-.Ne diyorsunuz?[/QUOTE]


Bu dediğinizi yapanlar var.Gülen Cemaati.Oralara ulaştı.

Astrocosmo 11. August 2011 12:39 PM

Sıcak ve uzun günlerde Ramazan hakkında
 
Merhaba

Konuyu bir süredir takip ediyorum,
Yaz ortasında ramazan ve oruç hakkında Kameri aya göre 1 Yıl 354 Gün ise bu Güneş takvimine endekslenince içinde çıkılmaz sorunlar ortaya çıkması kaçınılmazdır. İslam dünyasının temel aldığı 1 Yıl 365 Güne göre 11 gün daha kısadır. Neticede bu durum Şu anki gibi, Mısır vs eski uygarlıklarında temel aldığı evrensel güneş takvimine göre bu endekslemeden dolayı akıl adalet ve iradenin kabul edemediği sorunlar ortaya çıkmaktadır bu şu anki kullanılan güncel (hristiyan) takvimine göre endekseleme 11 gün fark atar ve neticede istenmeyen sonuçlar ile birlikte gelir, Ayrıca konuya Adil bakıp Allah'ın bizim için tasarruf ayını iyi düşünürsek, Ramazan Ayı Kameri Takvime göre [B]9. aya yane Eylüle[/B] denk gelmektdir Yane Mart gibi gece ve gündüz eşitliğinin başladığı aylara! Bu da demektirki yeryüzü Mart ayındaki gibi Eylül ayının sonuna doğru 12 saat gece 12 saat gündüz yaklaşık olarak eşit aydınlanmaktadır, ve böylecede nimetin azaldığı kutuplara doğru zaman biraz kısalsada temel olarak adalet gerçektende sağlanmış olmaktadır. Yeryüzünde madem öyle 354 Gün (Kameri Takvim) esas alınsaydı 11 gün fark atma gibi oldukca anlamsız bir durum ortaya çıkmazdı, ama zaten asıl vahim mesele güneş takviminin var olup olması değil İslam alimlerinin mesheblerinin içinde akıl ve irade dışı kararlar alıp bu takvimi 365 güne endekselemeye çalışmalarıdır.. Bilinirki esasen mübarek aylar Kameri aya göre değişmez, Bu sonradan var olan bir çelişkidir.. Şüphesis Kuran Ramazan ayının Mübarek bir gecesinde KADIR ayında inmiştir. Esasen ne Kadir gecesi ne Mirac gecesi nede berat gecesi tarihleri değişmez Ayette bildirildiği Cuma günleri gibi sabittir[QUOTE].[B] Bakara - 185[/B] Sizden kim (mâzereti olmaksızın) bu ay(ın ilk hilâlin)e erişirse/görürse hemen orucunu tutsun[/QUOTE] - Burada Parantez içindekiler mealin açıklamaları dışında kalırsa, yane -kim o aya erişirse Oruç tutsun- anlamında meal ortaya çıkmaktadır. Rabbimiz temelde bizim her ihtiyacımızı karşılamıştır, sonra bizim (adil bir çerçevede tasarrufumuza bırakmıştır) biz onun için zaten ne yaprsak yapalım yeterli değildir, herşey onun merhametine kalmıştır, Dinde Niyet takvaa irade ve tevazuu esas alınmalıdır. Malum o bizden gücümüzün dışında hiç bir şey istemez.. Şüphesis bizim için kolaylık isteyen O dur.. Unutmayalımki Şu an ki Ramazan Ayında esas alınan takvim sisteminin [B]Vebali oldukca büyüktür[/B]! Din Alimleri bilmlelidirki, Peygamber efendimizin buyudruğu gibi "Kolaylaştırınız Zorlaştırmayınız" ilkelerini temel alınması gerekirken bu uzun ve sıcak Yaz Aylarında malum yüz binlerce insan Oruçlarını can güvenliği ve ortaya çıkan ciddi Sağlık sorunları nedeniyle tutamıyorlar, oysa Gerçek Ramazan ayının gece gündüz eşitliğine göre orta derece veya hafif rahatsız insalar bile oruç tutabileceklerdi! Diyanetin malesef ırsarla düzeltmediği Yanlış Takvimi ve buna bağlı yaşlı, çocuk ve hasta dinlemeden çok erken gelen gereksiz Ramazan davulcu zulmü de eklenince, İslamın itibarı malesef zedeleniyor!

konuyu toparlamak gerekirse Kameri takvim esas alındığından Güneş takvimine göre özellikle Kutuplara yakın bölgelerde oruç sahur ve iftar saatleri uygulanması son derece zor sonuçlar ortaya çıkmaktadır.. Dinimizi Bilinçli ve hakkıyla adil bir şekilde yaşamak hepimizin hakkıdır ve bu konularda çağımızda kullanılmayan Arap takvimini ele alıp sorgulayabilen sağduyulu ilahiyatcıların ve din adamlarından adil bir çözüm dilemek sanrım yine utopik bir talep ve düşünce olur..

Saygılarımla.

gerçek hanif 11. August 2011 12:58 PM

Foruma hoş geldin öncelikle.Peki , Bu durum bizde böyle de , diğer ülkelerde neden bizim gibi.

hiiic 11. August 2011 07:19 PM

[QUOTE]Ayrıca sürekli aklımı kurcalayan bir mevzu var.Kutuplara Çİne oraya buraya peygamber gelmişmi diye binlerce insan soruyor merak ediyor.Bence durduğumuz yerden sürekli soruyor ama başka da birşey yapamıyoruz gibi..Sonuçta oradaki insanlar bir şekilde Hz İbrahimi bilmiyorlar ve ne istendiğini de bilmiiyorlarsa orucu bilmelerinin namazı bilmelerinin tekbaşına bir anlamı olmıyacak.Yani herşeyden daha önemli sorunumuz bence orucun namazın nasıl yapılacağı-kutup da- olmamalı.Bu insanların Hz İbrahim ve soyundan Allahın bizden istediklerinden nasıl haberdar olabilecekleri olmalı sanki.Bence bunları bende dahil hepimiz merak ediyoruz ancak, gerek Hz İbrahimin gerekse devamındaki tüm elçilerin bize öğretmek istediği öğretiyi pek de yayamıyoruz onların gösterdiği gibi.Kendi içimizde bile yayamıyoruz aslında.Ancak onlar onca sefalet ve zorluklara rağmen ülke ülke coğraafya coğrafya gezdiler ve ömürleri yettikçe yaydılar.Biz ise deveye bile ihtiyacımız olmadan uçakla her türlü tatiile seyahate gidebilir durumda iken birazda bunu kafamıza taksak mı acaba diyorum.Yani sürekli bir peygamber gelsede bizi güdse-biraz tuhaf ama kusurabakmayın- herkese öğretse görevini yapsa, bu bizim işimiz değil mı diyoruz-genel insanlık adına yazıyorum lütfen yanlış anlaşılmasın bu forumdan ve yazarlarından da Allah razı olsun-.Ne diyorsunuz?[/QUOTE]

Kuranda Allah;
-resul (uyarıcı) göndermeden bir yere zulmetmem diyor.
-resullerin en önemli özelliği halkın onları red etmesi inanmaması
-resuller boş beleş gelmez, akla mantığa yatkın vicdana yatkın bilgileri verirler.
-resuller para için (fetonun 240 milyon doları ne?) çalışmaz, milletin sefası için teşekkür bile beklemeden çalışır.

fetonun yaydığı din değil, batılıyettir.

Oysa Anadoluya gelen bu özelliklerde bir lider ve uyarıcı var. tarihten ders alınmasını emreden, ders almayanların ceza çekeceğini bildiren bir lider. Allahın emrettiği gibi sınırları asker ve silahlarla, düşmanda olan teknolojiden daha üstünü almayı emreden bir lider var. Yurtta ve cihanda barışı emreden, savunmak dışındaki saldırıların cinayet olduğunu emreden bir resul var.

ve onu insanlar diğerleri gibi redediyor, anlamıyor ve inadına atalarının öğretilerine sarılıyor. Keza atalarına emredilen Kitapta o resulün emirlerinden bahsediyordu.

feto din değil batılıyet yayıyor. bağış veren kesimlere tatlı gözükmek için şovdan öte birşey değil. Salatı gösteriş amacıyla yapıyor. Tıpkı deniz feneri örgütü gibi.

Akledene anlayana sivrisinez saz. anlamayana davul zurna az demişler.


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 06:52 AM.

Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam