''Adalet, zaman ve mekân içersinde daima yeniden kurulan ve kurulması gereken istikrara yönelik eşitlik arayışıdır. Mizanda denk olmayı hangi sosyo ekonomi politik sağlıyorsa adalet odur. Demek ki, dini telakkinin en büyük açmazı Sünni anlayıştaki mevzuatı donduran, aklı devreden çıkartıp körü körüne bütün oluşmuş mevzuatı yeniden analiz etmeden, aynen muhafaza ederek korumaktır.
Tabi ki böyle bir anlayışta icmaa kapısının kapatılması zorunlu olur. Tabi ki böyle bir anlayışta zaten itibar görmeyen şahsi içtihat imkânına izin verilmez. Din donar, dinle dünyanın birbirinden ayrılması ve halk yönetimlerine direnç doğar. Çünkü bin sene evvel konulmuş yüz binleri bulan küçük büyük hükümler varken, devamlı yasa yapacak, ihtiyaç kalmayanları kaldıracak, ihtiyaç olanları yasalaştıracak parlamentoya ihtiyaç yoktur ki böyle bir organ kurulsun ve çalışsın. Bu nedenle müctehide de ihtiyaç yoktur.
İnsanın kendi dinini kendisinin yorumlamasına izin yoktur(çünkü otoriteleri kırılır) ki, her mümin kendi dininin Şeraitinden kendisinin çıkarttığı yorumla daha güzeli bulup onunla amel etsin ve bununla sosyal, ekonomi ve politikte bunu teklif etsin. Avrupa laiklik çabalarının yıllar süren mücadelesi sonunda Papa’dan, kendi dinini kendisinin yorumlama hakkını kopartabilmiştir ama bizim ''Papa''larımız buna asla izin veremez; çünkü maazallah ellerinden bazı şeyler kayıverir de....
Halbuki İslam da bu çok daha önemlidir. Çünkü Allah Kuran’da “ Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız” dediğine göre yorum kimseye bırakılamayacak kadar önemlidir. Kişinin kişisel sorumluluğu kitapla getirilmişse, artık, ''Âlim böyle söylemişti de'', ''ben öyle zannediyorum da'', gibi mazeretleri asla yoktur.
Tek bir şeyi vardır: o da cehennem ateşini canlı tutmak için odunluk.
Sagılarımla.
Galip Yetkin.
Konu galipyetkin tarafından (22. November 2011 Saat 01:50 AM ) değiştirilmiştir.
|