| Uzman Üye 
				 
				Üyelik tarihi: Oct 2011 
					Mesajlar: 107
				 Tesekkür: 791 
		
			
				69 Mesajina 174 Tesekkür Aldi
			
		
	 
				
				Tecrübe Puanı: 25      | 
				  
 
			
			Hummalı bir çalışma ile kısa sürede tercüme edilerek, Arapçaya kazandırılan felsefe kitapları ve bilhassa Hallac-ı Mansûr (309/922) gibi bazı sûfilerin Hint'i sık sık ziyaret etmeleri, Bekâbillah inancının oluşmasında etkili olan malzemeyi sağlamış görünüyor. Bu inancın oluşup, kabul görmesi fena inancının aslından oldukça farklı boyutlarda anlamlandırılmasına da zemin hazırlar. Bütün bunlar sonucunda da kendisinden geçilenin ne olduğuna yönelik soruya cevap verilmiş olur; 
 "Ben, sevgi ile bağlı olduğum O kimseyim ve sevdiğim O kimse benim,
 Biz bir tek cesede girmiş iki ruhuz,
 Sen beni görüyorsan, O'nu da görürsün,
 Şayet O'nu görüyorsan her ikimizi de görürsün"
 Biz bir tek cesede girmiş iki ruhuz,
 Sen beni görüyorsan, O'nu da görürsün,
 Şayet O'nu görüyorsan her ikimizi de görürsün" [1]
 
 Daha çok hulul inancını ifade eden bu ve benzeri ifadelerle de anlaşılmış olur ki, terkedilen, kendisinden geçilen yoktur. Aksine Mutlak Varlık oluşun bilincine varmak vardır. Hallac-ı Mansûr'un (309/922) diğer bir çok şiirinde ifade edilen bu inancın özeti ise "Enel Hakk" sözü olur. O, Hint seyahatleri sırasında öğrendiği Hulul inancını Fena inancının çarpıtılmış biçimi içerisinde ifade ederek bu inancın yaygınlık kazanmasına zemin hazırlar.
 
 Elbetteki Mansûr, değiştirilip, çarpıtılan ve bu nedenle Tevhid muhalifi bir özellik kazanan Fena konusunun tek örneği değildir. Daha bir çok sûfi, değişik vesilelerle Mansûr'unkine benzer inançlarını açığa vurmaktan geri kalmazlar. Zamanında zındıklıkla suçlanan
 Zü'n Nün el-Mısrî (246/861)
 
 "Harmaniyemin içinde Allah'tan başka birşey mevcut değil." [2]
 
 gibi sözleriyle, söz konusu inancı dile getirirken, bu inancı sistemleştirip, başlıbaşına bir inanç sistemi haline getiren İbn Arabî (638/1240) ise
 
 "O'nun peygamberi O'dur, göndermesi O'dur ve kelimesi O'dur. O kendisini kendisiyle Kendi'ne göndermiş'tir." [3]
 
 sözleri ve benzerleriyle aynı inancı bazı ufak farklılıklarla tekrarlar. Daha bir çok örneği bulunabilecek bu şahsiyetlerin bir diğer temsilcisi ise Yunus Emre (20/1320-21) olur.
 
 O, genel kabul görmüş olan şiirlerinin arasına serpiştirdiği ve hulul ile Vahdet-i Vûcud arasında gidip/gelen inancı ile Allah-Kul, Yaratan-Yaratılan ayrımını kaldırmaya yönelik tavırlar sergiler. Örneğin şu şiirinde olduğu gibi;
 
 "Dost yüzin göricek şirk yağmalandı Anunçün kapuda kaldı serî'at"
 "Dost yüzin göricek şirk yağmalandı Anunçün kapuda kaldı serî'at" [4]
 
 Ünlü mutasavvıf-şair Kaygusuz Abdal'ın (848/1444 ifadeleri de aynı inancın bir başka örneğidir;
 
 "Bu cümle eşyaya mevcûd olan sen
 Bu mevcûd olana vücûd olan sen
 Dohsın yirde gökde her mekânda
 Bî-nişân sır olarsın her nisanda
 Şol ay yüzlerde çesm-i siyah sen
 Hocasın dahi her bir meta' sen
 Geh olur âlemü'l-esrar olur sın
 Gehî Ahmet gehi Haydar olursın
 Gehî Yûnus ile batn-ı semekde
 Gehi asel olursın her petekde
 Gefi Yûsuf-ıla Mısır'da sultân
 Gehl Fir'avn-ıla Musa'ya düşman
 Külli şeyde mevcüd oldı çün ki Hakk 'un varlığı
 Gel Hakk'ı hâzır görürsen hüsni inkâr eyleme"[5]
 
 Bütün bu örneklerde anlam bulan ve bazı ufak farklılıklarla ifade edilen inancın en somut tezahürü Şebüsterî'de (725/1324-25) karşımıza çıkar;
 
 "Enelhak, mutlak olarak sırları açığa vurmaktır, Hak'tan başka kim Enelhak diyebilir?
 Alemin bütün zerreleri Mansur gibi Enelhak demektedir... Sen, onları ister sarhoş say, ister Mansur!
 Daima bu teşbihi çekip dururlar...hepsi de bu hakikatle vardır.
 Eymen vadisine gir de o ağaç, sana da "Ben Tanrıyım Tanrı" desin.
 Bir ağacın "Ben Tanrıyım" demesi doğru ve yerinde olsun da neden bir kutlu kişinin demesi doğru ve yerinde olmasın?
 Gönlünde şüphesi olmayan kişi şüphesiz olarak bilir ki varlık, ancak birdir.
 Birden başka bir şey daha olmadı ki hulul ve ittihat olabilsin. Halbuki birlik, sülük neticesinde tahakkuk eder.
 Halkın varlığı ve çokluğu görünüştedir. Yoksa görünenler zaten hakikatte yoktur
 Karşına bir ayna al da bak...oradaki aksi gör.
 İşte âlemin aslı da bu çeşit...bildin mi iman et ve bu imana yapış!
 Hak'tan başka bir varlık yok...ister o Hak'tır de, ister ben Hak'kım de" [6]
 
 Tarihî süreçte bütün bu inançların, şu veya bu şekilde yaygınlık ve meşruluk(!) kazanmasından sonra, Kur'an ve Sünnette açıklanan Tevhid hakikati had safhada değişime uğrar. Bütün yaratıklara oranla müteal (aşkın olan Allah inancının yerine, kendisiyle bir, hatta içice olunabilen Tanrı inancı alır.
 
 [1] Bazıları duygusal bir tavırla Hallac-ı Mansûr'u ve Ünlü sözü ‘Ene’l Hakk'ı savunup yorumlayarak, temize çıkarmaya ve Hallac-ı Mansur'un ilgili sözüyle kendisinin Allah olduğu gibi bir iddia taşımadığını isbatlamaya çalışırlar. Halbuki onun bü*tün yorumlara kapalı olacak kadar iddiasını ifade eden sözleri vardır ve bu örne*ğin Kitabu'l Tavasin'in de çokça bulunabilir. Ayrıca onun Allah'lık iddiası sonra*dan oluşturulmuş bir itham/suçlamada değildir. Çünkü bizzat yakın adamları ve arkadaşları onun (haşa)Allah' olduğuna inandıkları için öldürülmediğine ve ya*kında tekrar dünyaya geleceğine bizzat o öldürüldüğü sırada dahi inanıyorlardı.(Bkz; İslâm Tarihi, 4/148 Ayrıca İslâm Düşünürleri 20,21)
 Hallac-ı Mansur'un inançları konusuna Ehl-i Sünnet'in alimlerinden el-Bağdadî, kitabına ayrı bir bölüm ekler ve Hallac-ı Mansûr'u ve takipçilerini "sapıklar" arasına dahil eder. Bu konuda bakınız; el-Fark,239-243
 
 [2] Güngör, 255,257 Prof.Dr.Erol Güngör,Islam Tasavvufunun Meseleleri, ötüken yy. Ist. 1982
 [3] Üç Bilge, 120, Çev.Ali Ünal,Insan yy. Ist. 1985
 [4] (Yunus Emre Divânı, Kültür Bakanlığı Yayınları Seri.380 - B. 1989, Hazırlayan Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, sayfa 11.)
 Bu konudaki diğer örneklerden şunlar da anlamlı ve ilgi çekicidir; "Her gelen oldur giden ol görinen oldur gören ol ...süfli cümleten oldur ger bana görine"
 "Hak cihâna foludur kimsene Hakk'ı bilmez Anı sen senden iste o senden aynı olmaz"
 "Yûnus'un sözleri Hak cümle didügi saddak
 Ne gördüysen kamu Hak cümle vücûdda bulduk*
 "Tanrı kadîm kul kadîm ayrılmadum bir adım
 Gör kul kim Tanrı  kimdür anla iy sâhib-kâbüT (Yunus Emre Divanı.31,114,142,160)
 
 [5] Kaygusuz Abdal,265-267,  Doç.Dr.Adurrahman Güzel, Kültür Bakanl. Yy. Ankara
 [6] Gülşen-i Râz, 37-40  Şebusteri, Gülşeni Raz, Çev. Prof. Abdulbaki Gölpınarlı, MEB Yy.  2. Baskı, Ist. 1968
 
				 Konu yeşil tarafından (30. November 2011  Saat 06:08 PM ) değiştirilmiştir.
 |