| 
			
			 Site Yöneticisi 
			
			
			
				
			
			
				 
				Üyelik tarihi: Sep 2008 
				
				
				
					Mesajlar: 3.094
				 
				 
	Tesekkür: 3.632 
	
		
			
				1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
			
		
	 
				
				Tecrübe Puanı:  100000 
				
				     
			 
	 | 
	
	
	
		
		
			
			
				 
				şûrâ sûresi
			 
			 
			
		
		
		
			
			MEKKE DÖNEMİ 
 
Necm: 250 
 
1,2Hâ/8, Mîm/40, Ayn/70, Sîn/60, Kâf/100.265 
3En üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder. 
4Göklerde ve yerde olan şeyler sadece O'nundur. O, çok yücedir, çok büyüktür. 
5Gökler üstlerinden neredeyse çatlayacaklar. Tüm güçler ise Rablerinin övgüsüyle birlikte noksan sıfatlardan arındırıyorlar ve yeryüzünde bulunan kimseler için bağışlanma diliyorlar. Gözünüzü açın! Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 
6Ve O'nun  astlarından  yardımcı,  yol  gösterici,  koruyucu  yakınlar edinen kimseler;  Allah onların üzerinde yaptıklarını kayda almaktadır. Ve sen onların üzerinde canlı-cansız tüm varlıkları belirli  bir  programa  göre  ayarlayan  ve  bu  programı  koruyarak,  destekleyerek  uygulayan  biri değilsin. 
7İşte böylece Biz, kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur’ân vahyettik. 
Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. 
8Ve eğer Allah dileseydi kesinlikle onları bir tek önderli toplum yapardı. Fakat O, dileyeni rahmetinin içine girdirir. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da, kendileri için bir koruyucu, yol gösterici yakın ve bir yardımcı olmayanlardır. 
9Yoksa   O'nun   astlarından   birtakım   yardımcı,   yol   gösterici,   koruyucu   yakınlar   mı kabulleniyorlar? İşte Allah, yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakının ta kendisidir. Ve O, ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir.  
11İşte O, göklerin ve yerin yoktan yaratıcısıdır/parçalayıcısıdır. O sizin için kendinizden eşler ve hayvanlardan çiftler yaratmıştır. O, sizi bu düzenin içerisinde türetip üretiyor. O'nun meselinin; örnek alınacak söz ve anlatımının benzeri yoktur. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. Ve O, en iyi işitendir, en iyi görendir. 
12Göklerin ve  yeryüzünün  kilitleri  yalnızca  O'nundur.  O,  dilediği  kimse  için  rızkı  genişletir  ve  ayarlar. Şüphesiz ki O, her şeyi en iyi bilendir. 
13Allah, dinden Nuh'a  yükümlülük olarak ulaştırdığı şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Mûsâ’ya ve İsa'ya yükümlülük olarak ulaştırdığımız şeyi yaşam yolu yaptı: “Dini hayata geçirin, ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, ortak koşan kimselere ağır geldi. Allah, dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de o davet edilene kılavuzlar. 
14Ve onlar, ancak kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki taşkınlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından “adı konmuş bir süre sonuna kadar” sözü geçmemiş olsaydı aralarında kesinlikle gerçekleştirilirdi. Ve şüphesiz kendilerinden sonra Kitab'a vâris kılınan kişiler, Kur’ân'dan kesinlikle kararsızlığa götüren bir kesin olmayan, yetersiz bilgi içindedirler. 
15,10İşte bunun için sen, davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların boş iğreti arzularına uyma ve de ki: “Ben, Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve ben, aranızda adaleti gerçekleştirme görevi ile emrolundum. Allah, bizim Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız yalnızca bize, sizin yaptıklarınız da yalnızca size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir delile yer yoktur. Allah, bizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de yalnız O'nadır. Ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey; artık onun hükmü Allah'a aittir. İşte bu, benim Rabbim Allah'tır. Ben, yalnız O'na işin sonucunu havale ettim ve ben, yalnız O'na yöneliyorum.”266 
(62/42, Şûrâ/1-9, 11-15, 10) 
 
 
Necm: 251 
 
16Ve kendisine karşılık verildikten sonra Allah hakkında tartışanlar; onların kanıtları Rableri katında iptal edilmiştir. Ve onların üzerinde bir gazap vardır, çetin azap da onlar içindir. 
17Allah, bu kitabı ve teraziyi/ ölçüyü hakla indiren Zat'tır. Ve sana ne bildirir ki, belki de o kıyâmetin kopuş zamanı çok yakındır! 
18Ona  inanmayan  kimseler  kıyâmetin  çabuk  gelmesini  istiyorlar.  İnananlar  ise  ondan korkuyla titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki kıyâmetin kopuş zamanı hakkında tartışanlar kesinlikle geri dönüşü olmayan bir sapıklık içindedirler. 
19Allah kullarına çok armağan verendir. Dilediğini/ dileyeni rızıklandırır. Ve O, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır. 
20Her kim âhiret ekinini isterse, Biz onun ekininde, onun için arttırırız. Ve her kim dünya tarlasını isterse ona da ondan veririz. Ve onun için âhirette hiçbir nasip yoktur. 
(62/42, Şûrâ/16-20) 
 
 
Necm: 252 
 
21Yoksa onların, Allah'ın dinde izin vermediği şeyi kendileri için meşru kılmış ortakları mı vardır? Eğer “Fasl Sözü”267  olmasaydı, aralarında kesinlikle işleri bitirilmişti. Ve şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar; kendileri için acı bir azap olanlardır. 
22Kendilerine  vaki  olduğunda  kazandıkları  şeylerden  dolayı  şirk  koşarak  yanlış;  kendi zararlarına iş  yapan o kimselerin ürktüklerini görürsün. İman etmiş, düzeltmeye yönelik işleri yapmış kimseler de cennetlerin bahçelerindedirler. Rablerinin yanında onlar için istedikleri şeyler vardır. İşte bu, büyük armağanın ta kendisidir. 
23İşte bu, Allah'ın, iman eden, düzeltmeye yönelik işler yapan kullarına müjdelediği şeydir. – 
De ki: “Ben bu tebliğime karşı sizden yakınlıkta sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum.”– Ve her kim bir iyilik-güzellik yaparsa, Biz onun için onda iyiliği-güzelliği artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, karşılığını verendir. 
24Ya da onlar, “Allah'a karşı yalan uydurdu” mu diyorlar? İşte eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler; bâtılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O, göğüslerde bulunan şeyleri çok iyi bilendir. 
(62/42, Şûrâ/21-24) 
 
 
Necm: 253 
 
25Ve O, kullarının tevbesini kabul eder, kötülüklerden affeder ve sizin işlemekte olduğunuz şeyleri bilir. 
26Ve  O,  iman  etmiş  ve  düzeltmeye  yönelik  işler  yapanlara  karşılık  verir  ve  onlara armağanlarından daha fazlasını verir. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler ise, şiddetli bir azap onlar içindir. 
27Ve eğer Allah rızkı kullarına yaysaydı/ döşeseydi [bol bol verseydi], kesinlikle yeryüzünde azgınlık  ederlerdi.  Velâkin  Allah  dilediğini  belli  bir  ölçüye  göre  indiriyor.  Şüphesiz  ki  O, kullarından en çok haberi olandır, en iyi görendir. 
28Ve O, insanlar ümitlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayandır. Ve O, övülmeye lâyık olandır, yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakındır. 
29Ve göklerin, yeryüzünün oluşturulması ve göklerde ve yerde her dâbbehden/canlıdan türetip yayması,  O'nun  alâmetlerinden/ göstergelerindendir.  Ve  O,  dilediği  zaman  onların  hepsini toplamaya gücü yetendir. 
30Ve size musibetten isabet eden şeyler, işte kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. O da çoğunu affediyor. 
31Ve siz yeryüzünde âciz bırakıcılar değilsiniz. Ve sizin, Allah'ın astlarından, bir yakınınız yoktur, yardımcınız da yoktur. 
32-35Denizde dağlar gibi akıp gidenler de O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Eğer O dilerse rüzgârı durdurur da giden gemiler denizin sırtında duruverirler. Şüphesiz bunda tüm çok sabreden ve kendisine verilen nimetlerin karşılığını çok çok ödeyen kimseler için nice alâmetler/ göstergeler vardır. Yahut Allah, onların kazandıkları şeyler sebebiyle o gemileri değişime/ yıkıma uğratır. Birçoğunu da bağışlar. Ve âyetlerimiz/ alâmetlerimiz/ göstergelerimiz hakkında mücâdele edenler kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilirler. 
36-39İşte, verilen herhangi bir şey basit dünya hayatının kazanımıdır. Sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar [nimetler, ödüller] ise; iman etmiş ve sadece Rablerine işin sonucunu havale eden kimseler için, günahın büyüklerinden ve hayâsızlıktan kaçınan ve öfkelendikleri zaman bağışlayan kimseler için, Rablerinin çağrısına cevap veren, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek 
olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], işleri de kendi aralarında görüşme, danışma olan, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden harcamada bulunan kimseler için ve kendilerine bir haksızlık ve saldırı isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/ intikam alan kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. 
(62/42, Şûrâ/25-39) 
 
 
Necm: 254 
 
40Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse, artık onun ücreti Allah'a aittir. Şüphesiz ki O, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez. 
41Kim de haksızlığa uğradıktan sonra hakkını alırsa, işte onların aleyhine bir yol yoktur. 
42Yol ancak, insanlara haksızlık eden ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık eden kimseler aleyhinedir. İşte onlar, kendileri için acı bir azap olanlardır. 
43Her kim de sabreder ve kusuru bağışlarsa, şüphesiz işte bu, kesinlikle işlerin azmindendir. 
44Ve Allah her kimi saptırırsa artık bundan sonra onun için hiçbir yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın yoktur. Ve sen, azabı gördüklerinde şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların: “Geri dönüş yerine bir yol var mıdır?” dediklerini görürsün. 
45Ve  sen,  onları  aşağılıktan  dolayı  başları  öne  eğilmiş,  göz  ucuyla  gizli  gizli  etrafa bakarlarken ateşe sunulduklarını göreceksin. İman etmiş kimseler de: “Şüphesiz zarara uğrayanlar, kendilerini ve ailelerini, yakınlarını kıyâmet günü zarara uğratmış olan kimselerdir” dediler. Gözünüzü açın! Şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar devamlı bir azap içerisindedirler. 
46Onlar için Allah'ın astlarından kendilerine yardım edecek hiçbir yardımcı, yol gösterici, 
koruyucu yakın yoktur. Allah kimi de saptırırsa, artık onun için herhangi bir yol yoktur. 
47Allah'tan, kendileri için dönüş yeri olmayan geri çevrilemeyecek gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrılarına karşılık veriniz. O gün, sizin için sığınacak bir yer yoktur, sizin için tanımayacak hâle getirmek/ tanınmamak da yoktur. 
48Buna rağmen eğer onlar yüz çevirirlerse bilsinler ki, Biz, seni onların üzerine bir bekçi olarak göndermedik. Sana düşen sadece tebliğdir. Ve Biz, şüphesiz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevindi; eğer elleriyle yaptıkları yüzünden kendilerine bir kötülük isabet ederse de, o zaman görürsün ki şüphesiz o insan çok nankördür. 
(62/42, Şûrâ/40-48) 
 
 
Necm: 255 
 
49,50Göklerin  ve  yeryüzünün  hükümranlığı   yalnız  Allah'ındır.  O,  dilediğini  oluşturur, dilediğine kız çocuk bahşeder, dilediğine de erkek çocuk bahşeder. 
Yahut Allah onları erkek ve kız olmak üzere eşleştirir. Dilediğini de kısır yapar. Şüphesiz O, en iyi bilendir, çok güçlü olandır. 
51Ve bir beşer için, bir vahiy268 ile veya perde arkasından yahut bir elçi gönderip de izniyle/bilgisiyle dilediğini vahyetmesi dışında Allah'ın kendisine söz söylemesi olmaz. Şüphesiz O, çok yüce ve yücelticidir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır. 
52,53İşte  böylece  Biz,  sana  da  Kendi  emrimizden/Kendi  işimizden  olan  ruhu/ Kur’ân'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün 
işler yalnız Allah'a döner. 
(62/42, Şûrâ/49-53) 
 
 
Dip not: 
 
265      Kur’ân'da birçok sûrenin “kesik, bağlantısız harfler” ile başladığı görülür. Çeşitli kimselerce bu harflerin müteşâbih, bir şifre, bir sözcüğün kısaltılmış şekli, bazı sözcüklerin ilk harfi veya son harfi olduğu gibi görüşler ileri sürülür. Bize göre bu harfler, “elâ” [dikkat, gözünüzü açın] sözcüğü gibi bir uyarı işaretidir ve telefon konuşmalarındaki “alo!” ünlemi gibi dikkati, okunacak âyetlere çekmektedir. Ayrıca Kur’ân'ın matematiksel yapısındaki olmazsa olmaz unsurlardan  birisidir. Ayrıca bu harfler, sayısal bir değer de ifade ediyor olabilirler. Zira Kur’ân indiği dönemde  Araplar arasında rakamlar henüz icat edilmemişti, rakam yerine harfler kullanılmaktaydı. Rakam yerine harf kullanılması, “Ebced” hesabı olarak bilinir. Biz kesik  harflerin yanında  sayısal değerlerini  de gösterdik.  Sayısal  değerler ile neyin kastedilmiş  olabileceği noktasında  da henüz  bir kanaatimiz  oluşmamıştır.  “Ebced”  hesabının,  Kur’ân'ın  indiği dönemlerde rakam yerine kullanılmış olmasından başka, herhangi bir nitelik ve özelliği yoktur. 
Bu kesik harflerle ilgili henüz doyurucu bir çalışma yapılmamış olup mevcut eserlerde de eskilerin aktarımlarından başka bir bilgi bulunmamaktadır. Bu meselenin  tam aydınlığa kavuşması da, –diğer birçok mesele gibi– dürüst, samimî ve gönüllü Kur’ân erlerini beklemektedir. 
 
 
266      Resmi Mushaf'taki 10. âyeti, teknik ve anlam bilgisi gereği 15. âyetten sonra tertip ettik. 
 
267      RABBİMİZDEN  GEÇEN SÖZ: Âyette konu edilen söz, Rabbimizin  cezaları, “adı konmuş süreye erteleme” ilkesidir. Yüce Allah, bu ilkesinden  ve bu ilkeyi bozmayacağından  Resmi Mushaf:  Şûrâ/14,  Hûd/110, Fâtır/45,  Fussılet/45  ve Tâ- Hâ/129'da da bahsetmiştir. 
 
268      Âyetteki, müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi olan ve arşta egemenlik kuran ifadeleriyle, “Allah” kastedilmektedir. 
Tabii sözcükler, hakikat anlamından mecâzî anlama çekilmeli ve burada kastolunanın, bizzat Allah değil O'nun tecellisi, kudretinin yansıması olduğu bilinmelidir. Nitekim Allâh'ın, Mûsâ peygamberin ilk vahiy alışı esnasında da “dağda, ağaçta bir ateş” olarak tecelli ettiği Kur’ân'da yer almaktadır. 
Âyette geçen vahiy sözcüğünün vaz‘ ediliş [ilk konuş, türetiliş] anlamı, “gizlice bilgilendirmek”tir. Zamanla bu anlam çerçevesine uygun olarak, “gizli konuşma, işaret etme, emretme, ilham etme, ima etme, fısıldama, mektup yazma, elçi gönderme” anlamlarında da kullanılır olmuştur. 
Vahy'in terim anlamı  ise, “Allah'ın araçsız  ve aracısız  olarak emirlerini, hükümlerini gizlice ve süratlice  peygamberlerine bildirmesi”dir. Vahiy sözcüğü ilka sözcüğü ile anlamdaş olarak kullanılır. 
Vahyin nasıl gerçekleştiğini bilemiyoruz, bilemeyeceğiz de. Zira Allah, yoktan var etme işi gibi bu işi de, “Kendi işinden biri; kimsenin yapmadığı, yapamayacağı bir iş” olarak niteler.
		 
		
		
		
		
		
		
			
				__________________ 
				Halil Ay
			 
		
		
		
		
	 |