| 
			
			 Site Yöneticisi 
			
			
			
				
			
			
				 
				Üyelik tarihi: Sep 2008 
				
				
				
					Mesajlar: 3.094
				 
				 
	Tesekkür: 3.632 
	
		
			
				1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
			
		
	 
				
				Tecrübe Puanı:  100000 
				
				     
			 
	 | 
	
	
	
		
		
			
			
				 
				Secde sûresi
			 
			 
			
		
		
		
			
			MEKKE DÖNEMİ 
 
Necm. 347 
 
1Elif/1, Lâm/30, Mîm/40.308 
2Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir. 
3Yoksa onlar, “Onu kendisi uydurdu” mu diyorlar. Tam tersi Kur’ân, kılavuzlandıkları doğru yola ulaşırlar diye, senden evvel kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan toplumu uyarasın diye Rabbinden gelen gerçektir. 
(75/32, Secde/1-3) 
 
 
Necm: 348 
 
4Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı evrede oluşturan ve de en büyük taht üzerinde egemenlik kurandır.309  O'nun astlarından size bir yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın ve bir destekçi, iltimasçı yoktur. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? 
5Allah, gökten yere, sistemleri düzenler, sonra da sistemler, ölçüsü, sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde Allah'a yükselir; geri döner, sistem çöker,  bozulur. 
6İşte Allah, algılanabilenleri ve algılanamayanları, geçmişi, geleceği bilendir; en üstün, en güçlü,  en  şerefli,  mağlûp  edilmesi  mümkün  olmayan/mutlak  galip  olandır,  engin  merhamet sahibidir. 
7Ki O, oluşturduğu her şeyi en güzel yapan ve insanı oluşturmaya bir çamurdan başlayandır. 
8Sonra onun soyunu bir özden, basbayağı bir sudan yapmıştır. 9Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve onu bilgilendirdi.310 Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ne de az ödüyorsunuz? 
(75/32, Secde/4-9) 
 
 
Necm: 349 
 
10Ve onlar: “Biz, yeryüzünün içinde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir oluşturuluşta olacağız?” dediler. Aslında onlar, Rablerine kavuşmayı; O'nun huzuruna varmayı bilerek reddeden /inanmayan kimselerdir. 
11De ki:  “Size ölümle görevlendirilmiş  görevli  güç,  sizi  vefat311   ettirecek;  size geçmişte yaptıklarınızı  ve  yapmanız  gerekirken  yapmadıklarınızı  bir bir hatırlattıracak,  sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” 
12Suçluları,  Rablerinin  huzurunda  başları  öne  eğilmiş  olarak:  “Ey Rabbimiz!  Gördük  ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de sâlih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz” derlerken bir görsen! 
13Ve eğer Biz, dileseydik her kişiye doğru yolu verirdik. Velâkin Benden: “Bütün bilinen, bilinmeyen, geçmişten, gelecekten312  herkesten cehennemi elbette tamamen dolduracağım” sözü hak olmuştur. 
“14Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan/ terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz cezalandırdık sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!” 
(75/32, Secde/10-14) 
 
 
Necm: 350 
 
15Gerçekten  Bizim  âyetlerimize  ancak,  kendilerine  öğüt  verildiği  zaman  boyun  eğip teslimiyet göstererek yerlere kapanan ve Rablerinin övgüsüyle birlikte noksan sıfatlardan arındıran ve büyüklük taslamayan kimseler inanırlar. 
16Onların yanları, yan gelip yattıkları yerlerden uzaklaşır; onlar keyfetmezler, onlar korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bağışlarlar. 
(75/32, Secde/15-16) 
 
 
 
Necm: 351 
 
17İşte, kişi, kendisi için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor! 
18Peki, inanmış kimse, yoldan çıkan kimse gibi midir? Bunlar, aynı olmazlar. 
19İman  etmiş  ve  düzeltmeye  yönelik  işler  yapmış  kimselere  gelince;  artık  yaptıklarına karşılık, bir ağırlanma olarak, barınak bahçeleri yalnızca onlar içindir. 
20,21Ve yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer de Ateş'tir. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “Yalanlayıp durduğunuz Ateş'in azabını tadın” denilecektir. Hiç  kuşkusuz,  dönerler  diye  onlara,  büyük  cezanın  biraz  hafifinden,  en  yakın  cezadan  da tattıracağız. 
22Ve Rabbinin âyetleriyle kendisi öğütlendirilen, sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha yanlış; kendi zararına iş iş yapan kimdir? Şüphesiz Biz, günahkârları yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlayanlarız. 
(75/32, Secde/17-22) 
 
 
 
Necm: 352 
 
23Ve andolsun ki Biz, vaktiyle Mûsâ'ya o kitabı verdik. –Şimdi sen ona kavuşmaktan kuşku içinde olma.– Ve Biz, onu İsrâîloğulları için bir kılavuz yaptık. 
24Ve onlardan, sabrettikleri zaman, Bizim emrimizle kılavuzluk eden önderler yaptık. Ve onlar, Bizim âyetlerimize/alâmetlerimize/göstergelerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı. 
25Şüphesiz senin Rabbin; Allah, onların anlaşmazlığa düştükleri şeyler hakkında kıyâmet günü aralarında hükmedecektir. 
(75/32, Secde/23-25) 
 
 
 
Necm: 353 
 
26Yurtlarında  gezip  dolaşmakta  oldukları  kendilerinden  önceki  nice  kuşakları değişime/yıkıma uğratmış olmamız da, onlara kılavuz olmadı mı? Şüphesiz bunda nice alâmetler/göstergeler vardır. Hâlâ kulak vermeyecekler mi? 
27Ya da, Bizim kır-kurak yere suyu salıverip de onunla hayvanların ve kendilerinin yediği bir ekin çıkarmamızı da mı görmediler? Hâlâ görmezler mi? 
28Bir de onlar, “Ne zaman o yargı, eğer doğru kimseler iseniz?” diyorlar. 
29De ki: “Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere, o yargı günü iman etmeleri yarar sağlamaz ve onlara süre tanınmaz.” 
30Artık sen onlardan mesâfelen ve gözetle. Şüphesiz onlar gözetleyenlerdir. 
(75/32, Secde/26-30) 
 
 
Dip not: 
 
308      Kur’ân'da birçok sûrenin “kesik, bağlantısız harfler” ile başladığı görülür. Çeşitli kimselerce bu harflerin müteşâbih, bir şifre, bir sözcüğün kısaltılmış şekli, bazı sözcüklerin ilk harfi veya son harfi olduğu gibi görüşler ileri sürülür. Bize göre bu harfler, “elâ” [dikkat, gözünüzü açın] sözcüğü gibi bir uyarı işaretidir ve telefon konuşmalarındaki “alo!” ünlemi gibi dikkati, okunacak âyetlere çekmektedir. Ayrıca Kur’ân'ın matematiksel yapısındaki olmazsa olmaz unsurlardan  birisidir. Ayrıca bu harfler, sayısal bir değer de ifade ediyor olabilirler. Zira Kur’ân indiği dönemde  Araplar arasında rakamlar henüz icat edilmemişti, rakam yerine harfler kullanılmaktaydı. Rakam yerine harf kullanılması, “Ebced” hesabı olarak bilinir. Biz kesik  harflerin yanında  sayısal değerlerini  de gösterdik.  Sayısal  değerler ile neyin kastedilmiş  olabileceği noktasında  da henüz  bir kanaatimiz  oluşmamıştır.  “Ebced”  hesabının,  Kur’ân'ın  indiği dönemlerde rakam yerine kullanılmış olmasından başka, herhangi bir nitelik ve özelliği yoktur. 
Bu kesik harflerle ilgili henüz doyurucu bir çalışma yapılmamış olup mevcut eserlerde de eskilerin aktarımlarından başka bir bilgi bulunmamaktadır. Bu meselenin  tam aydınlığa kavuşması da, –diğer birçok mesele gibi– dürüst, samimî ve gönüllü Kur’ân erlerini beklemektedir. 
 
 
309    Arş, “en büyük, en yüksek makam koltuğu/taht” demektir. Kur’ân'da 26 kez geçer. Bunlardan  dördü Neml sûresi'nde Sebe melikesinin tahtı, biri de Yûsuf sûresi'nde Yûsuf peygamberin tahtı olmak üzere kullar için geçerken, 21 tanesi mecâzî olarak Allah'ın tahtı olarak geçer. 
Burada  arşın, mecâzen  Allah'a izafe edilmesi,  Allah'ın en yüksek  makam sahibi  oluşunun,  O'ndan üstün  bir  idarecinin bulunmayışının beyanıdır. 
   
Ayetin orijinalinde  geçen istiva ifadesi, mecâzen, “egemenlik kurdu, kontrolü altına aldı” demektir. Âyetlerde görüleceği üzere “Arşa istva etti”  ifadeleri, “en büyük, en yüce makamda egemenlik kurdu, kontrolü eline aldı” anlamındadır. Müteşâbih  olan bu kavram,  âyette mecâzî  olarak kullanılmıştır.  İstiva  sözcüğü,  Resmi  Mushaf'ın  Yûnus/3,  Ra‘d/2, Furkân/59, Secde/4, Tâ-Hâ/5, A‘râf/54, Bakara/29. âyetlerinde de yer alır. Âyetteki istiva eden ifadesi ile kastedilen de, “Allah”tır. Çünkü “istiva”, Allah'ın sıfatlarından olup melek veya kulların sıfatı değildir. 
 
310      Rûhun üfürülmesi/üflenmesi ifadesi, “Allah'ın insanı bilgilendirmesi, ona vahiy göndermesi,  az bir bilgi vermesi; bilgi koklatması” anlamına gelmektedir. Burada, Hicr/29 ve Secde/9'da yaratılmış insanın bilgilenme; ilk vahyi alma; ilk elçi gönderme  aşaması konu edilmektedir. Ayrıntılı bilgi Tebyînu'l-Kur’ân'da verilmiştir. 
 
311      Burada “vefat” anı anlatılmaktadır.  Vefat, “tastamam  verme, eksiltmeden yerine getirme” demektir. Vefat, Allah'ın insanlara, ölecekleri andan hemen önce yaşatacağı, herkese yaptıklarını ve yapması gerekirken ötelediklerini eksiksiz- fazlasız göstereceği, haber vereceği bir süreçtir. Başka bir ifade ile vefat, Rabbimizin, insanın hayatındaki tüm kayıtları en ince ayrıntısı  ile tıpkı  bir yazar-kasanın  “Z  raporu” gibi, ölüm anından kısa  bir süre  önce eksiksiz-fazlasız  ortaya koymasıdır. Bu “ortaya konuş” ise, insanın yapısına yaratılıştan yerleştirilmiş olan “koruyucular, bellekler, elçiler, hafıza hücreleri” ile sağlanmaktadır. Rabbimiz meselenin önemine binaen “ölme, öldürme” demeyip ölümü, ölüm öncesinin o esrarengiz olaylarının adıyla vermektedir. “Vefat” ile ilgili ayrıntılı bilgi Tebyinül’ Kur’an’da verilmiştir. 
 
312      Cin ve ins sözcükleri Kur’ân'da ilk kez burada  geçtiğinden bu sözcüklerle ilgili kısaca bilgi vermek istiyoruz: Cin, halk kültüründe “insan gibi yiyip içen, üreyen, inanan, bazen ehil insanlarca işçi gibi çalıştırılan, olağanüstü güç ve bilgilere sahip, insanları çarpan, istediklerine zarar veren, erdirici, yüksek değerler ilham eden gizli destekçi güç, görünmeyen yaratık” olarak bilinmekte; bu nedenle de Kur’ân yanlış anlaşılmaktadır. Cin sözcüğü, aslında “örtülü varlık; insanın beş duyusuyla  kavrayamadığı,  algılamaya kapalı, mevcudiyeti  kesin olan varlık veya güç” demektir. Bu sözcüğün  karşıt anlamlısı ins [insan] de; “beş duyu ile hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran” demektir. Aşina olduğumuz  şu sözcükler  de cin sözcüğünün türevlerindendir:  Cennet  [toprağı  ağaç yapraklarıyla saklanmış yer], cinnet [aklı, fikri saklanmak, delirmek],  cenin (–ana karnında saklandığı için bu adı almıştır–), cünnet [savaşta kullanılan kalkan (–kişiyi oktan mızraktan sakladığı için bu ad verilmiştir–)]. 
Kur’ân'da cin sözcüğünün; “mikroorganizmalar, elektrik, mıknatıs, ışın, radyasyon,  ajan/casus,  yabancı, kimliği belirsiz kimse” anlamlarında kullandığını göreceğiz. Bir de Kur’ân'da ins ve cin sözcüklerinin beraber  kullanıldığını görürüz. Bu iki zıt anlamlı sözcük birlikte kullanıldığında, sözcüklerin anlamı farklılaşmakta, başkalaşmakta ve zenginleşmektedir. 
Zıt anlamlı iki sözcükten, daha kapsamlı bir anlam çıkarmak her dilde var olan bir uygulamadır. Örneğin: Gece-gündüz, yaş-kuru, canlı-cansız, kedi-köpek,  sabah-akşam, yer-gök, iyi-kötü, acı-tatlı, sağ-sol, ileri-geri,  aşağı-yukarı, en-boy, ak-kara, irili- ufaklı, dünya-âhiret gibi zıt  anlamlı sözcüklerin  beraber deyimsel  kullanımında,  kalıbın anlamı, sözcüklerin  özel anlamlarından farklılaşmakta ve zenginleşmektedir. 
Anlamlarının birbirlerine  zıt olduğunu gördüğümüz ins ve cin sözcükleri, birlikte bir kalıp hâlinde kullanıldıklarınd a, “gördüğünüz- görmediğiniz, bildiğiniz-bilmediğiniz,  tanıdığınız-tanımadığınız,  yani herkes ve her şey”  anlamına gelmektedir.  Bunun Kur’ân pek çok örneği bulunmaktadır.
		 
		
		
		
		
		
		
			
				__________________ 
				Halil Ay
			 
		
		
		
		
	 |