Selamun aleykum! Değerli Kardeşlerim!
Müzakerelerimizde tefekkürlerimize ışık olması dileğiyle...
حبل وريد – habl-i verîd tamlaması, uzun zamandan beri "şah damarı" olarak kabul edilmektedir. Oysa bu deyimin esas anlamı anatomi bilimindeki "şah damarı" değildir.
Anatomi bilimindeki, "şah damarı" kalpten çıkıp baş ve boyun bölgesine temiz kan taşıyan ana atardamarların ortak adıdır.
Habl-i verîd ise, "vücuttaki kirli kanı taşıyan ana toplardamar"dır.
Bu konuda klâsik kaynakların bazılarında şu bilgiler yer almaktadır:
• el-Verîdan, [iki toplardamar] boynun önündeki iki yüzünü kavramış iki damardır ki, vetine [şahdamarına] bağlı olup baştan kalbe doğru girerler. Sahibü'l–Keşşaf.
• Verîd, "boynun yüzündeki damar"dır ki, öfke halinde şişer. Bunlar iki verîddirler. [şahdamarıdırlar] İbn–i Esir.
• Verîd, "ciğere ve kalbe bağlı olan bir damardır ki, kanın akışı onda"dır. Râgıb. Ayrıca Râgıb, habl–i verîd'den maksadın "ruh" olduğunu da söylemiştir.
• Verîd, "atardamardan başka kanı taşıyan damar"dır.
• Verîdân, [iki toplardamar] ise, "boynun önünde, boynun iki yüzünü kavramış iki damardır. Baştan dağılırlar ve vetîne [şahdamarına] bağlıdırlar." Nizameddin Nisâburî.
Allah'ın insana yakınlığı belirtilirken habl-i verîd ifadesinin kullanılmasında iki ince nokta vardır:
1) Bilindiği gibi, atardamar, kanı kalpten vücuda dağıtmakta, yani kanı kalpten uzaklaştırmakta; toplardamar ise vücuttaki kanı kalbe doğru götürmekte, yani kanı kalbe yaklaştırmaktadır. Bu sebeple yakınlık ölçüsü olarak verîd [toplardamar] zikredilmiştir. Nitekim habl-i verîd deyimi, Arap kültürünün yazıya geçmeden önceki hâlinde, [kadim Arap dilindeki şiirlerde] "Ölüm ona verîdden daha yakındır" örneğinde olduğu gibi "pek yakında" anlamı ile yer almıştır.
2) Habl-i verîd, "kullanılmış, siyah renkli, kirli kanı taşıyan toplardamar"a denmektedir. Kalbin sağ kulakçığında toplanan bu kan oradan akciğerlere gönderilmekte, akciğerlerde temizlendikten sonra tekrar kalbe dönüp vücuda pompalanmaktadır. Bu döngü bir çeşit yeniden yaratma gibidir. Bize göre bu deyimin Âyette ifade ettiği diğer incelik de budur.
Kur’ân'da kendisini tanıttığı ifadelerden öğrendiğimize göre Allah'ın zatının kullarına mesafe itibariyle yakınlığı söz konusu değildir. Âyette geçen Allah'ın yakınlığı, mecâzî bir ifadedir. Bu ifade ile kastedilen mana, "insan üzerinde kudret yürütüp bir etki meydana getirme konusunda ona kendisinden daha yakın, daha mâlik, daha çok tasarruf sahibiyiz, onun nefsindeki vesveseyi de ondan daha iyi bilmekteyiz" demektir.
Allah'ın yakınlığı konusu, klâsik kaynakların bazılarında şu şekillerde değerlendirilmiştir:
Allah Teâlâ'nın ilminin kemalini, genişliğini beyandır. Allah ilmi ile ona damarındaki kandan daha yakındır. Çünkü damara bir engel vardır. O, ona gizli kalabilir. Fakat Allah Teâlâ'nın ilmine engel mümkün değildir. Buna şu mana da verilebilir:Kudretimizin eşsizliği itibariyle Biz ona "habl-i verîd"den daha yakınız. Emrimiz onda, damarlarındaki kanın akışı gibi cereyan eder. Râzî, Mefâtihu'l–Ğayb.
Biz ona daha yakınız ifadesi mecâzdır. Bundan maksat, Allah’ın ona ilmen yakınlığıdır. "Allah her yerdedir" ifadesiyle de O’nun ilminin her yeri kuşatmış olduğu kast edilir. Zira yakınlık mekân ve mesafe itibariyledir; Allah ise mekândan münezzehtir. Keşşaf sahibi.
Yani, "Biz onun halini, ona habl-i verîd’den daha yakın olandan daha iyi biliriz" demektir. Zatın yakınlığı ile ilmin yakınlığına mecâz yapılmıştır. Çünkü o onun gerekçesidir. Kadı Beydavî ve Ebu's–Suud.
Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
|