| Uzman Üye 
				 
				Üyelik tarihi: Nov 2012 
					Mesajlar: 300
				 Tesekkür: 477 
		
			
				198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
			
		
	 
				
				Tecrübe Puanı: 24      | 
				  
 
			
			2- Bugünkü  Müslümanlar
 Sahabe   döneminde başlayıp devam eden karmaşa içinde oluşan mezheplerin ihmali  yüzünden  şirke kapı aralandı. Allah’ın asla affetmeyeceği günah şirk  olduğu halde akâidin  konusu olarak ele alınıp incelenmedi. Allah’tan  başkasına ibadet üzerinde  durulmadı. Kur’ân’ın birçok âye*ti,  Allah’tan başka*sına dua edip yardım beklemeyi müşriklerin en belirgin  özelliklerinden saydığı halde akâidin konuları arasına ne  dua  girdi ne de istiâne.  
 Herkes   Allah’ı var ve bir bildiği için hiçbir peygamber Allah’ın varlığını  ispatla  meşgul olmamış, bütün gayretini Allah’tan başka ilah olmadığı  üzerinde  yoğunlaştırmıştır. Akâid kitaplarında bunun tam tersi   yapıldı, Allah’ın varlığını ve birliğini ispat yani “İspât-ı Vâcib” ana konular arasına girdi.  Sonunda “lâilahe illallah, yani Allah’tan başka ilah  yoktur” inancı, “vücut ve vahdaniyet”   yani Allah’ı var ve bir bilme inancına dönüştü. Yeryüzünde Allah’ı var  ve bir  bilmeyen kimse olmadığı için kafirleri tanıma ve İslam’ın  farkını gösterme  konusunda zihin karışıklığı ortaya çıktı. 
 Müşrik,  Allah’ı var ve  bir bilir ama onu, yeryüzü krallarına benzetir ve  kendinden uzak sa*yar. Krala,  bir yakını aracılığı ile ulaşıldığı için  Allah’a yakın bildiği birini  aracı koyar. Hıristiyanların İsa’yı Allah’ın  oğlu, Mekkeli müşriklerin putlarını Al*lahh’ın kızları[17], büyüklerinin  ruhlarından yardım umanların da onları, Allah’ın dostu say*maları bundandır. 
 Allah  Teâlâ, bugünkü Hıristiyanlar hakkında şöyle buyurur:
 
 "Allah üçün üçüncüsüdür” diyenler tam kafir oldular.  Oysa Tek Tanrı’dan   başka tanrı yoktur. Eğer bu dediklerinden vazgeçmezlerse, onlardan  kafir  olanları, elem verici bir azap elbette çarpacaktır.”(Mâide 5/72-73)
 
 Oysa  onlara göre  Allah birdir; ondan  başka Tanrı  yoktur[18]. O, gerçeğin  kendisidir. Yeri ve göğü tek başına yaratmıştır. Yaratılış düzenini ayarlayan ve  dünyayı yöneten odur[19]. O insanlara  yakındır[20] ve her şeyi  bilir[21]. O her zaman  vardır[22], varlığının  başı ve sonu yoktur. Her şey varlığını ona borçludur. Sahip olduğumuz her şey  ondan gelmektedir[23].O,  kendiliğinden var olandır[24].  Allah’ın  Baba olarak  adlandırılması, her şeyin başlangıcı ve aşkın otorite sahibi olmasından ve tüm  çocuklarının üstüne titreyen sevgi dolu  iyiliğinden dolayıdır. Allah ne erkektir, ne kadın; Allah, Allah’tır[25].  
 Böyle   demelerine rağmen onların kâfir sayılmalarının sebebi, Allah ile  aralarına,  Allah’a ait özellikler verdikleri İsa’yı ve Kutsal Ruh’u  koymalarıdır.
 
 Hıristiyanlar şöyle derler:  “İsa, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine  aracılık etmek için hep  canlıdır. Allah’ın huzurunda  daima hazır bulunmaktadır[26]. Kendisi  aracılığı ile Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter[27].”
 
 Kutsal Ruh ile  ilgili olarak Pavlus’un Romalılara mektubunda şu ifadeler yer alır: “Kutsal  Ruh, bizim  zayıflığımıza yardım eder, çünkü nasıl dua etmemiz gerektiğini bilmiyoruz; ama  Ruh’un kendisi  sözle anlatılama*yan iniltilerle bizim için şefaat eder. İnsanların yüreklerini araştıran  Allah, Ruh’un  düşüncesinin ne olduğunu bilir. Çünkü Ruh, Allah’ın isteğine göre kutsallar için  şefaat eder[28].  
 Kur’ân, Mekkeli  müşriklerin putları hakkında şöyle dediklerini bildirir:
 
 “Onlara kul olmamız, başka değil  sadece bizi Allah’a iyice yaklaş*tırsınlar  diyedir.”(Zümer 39/3)
 
 Onlar,  ilahlarının Allah’ın yanında kendilerine şefaatçi olacaklarına da inanırlardı.  Allah  Teâlâ şöyle buyurur:
 “Onlar,   Allah’tan önce öyle şeye kul olurlar ki, onlara ne faydası olur ne de  zararı.  Derler ki, ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.’ De  ki: “Göklerde ve  yerde, Allah’ın bilmediği bir şeyi mi ona haber  veriyorsunuz?” Allah, onların  şirkinden uzaktır ve yücedir.”(Yunus  10/17-18)
 Hıristiyanların  ve Mekkeli müşriklerin Allah’ı var ve bir kabul etmedikleri söylenebilir mi?  Bunun doğurduğu zihin   karışıklığı içinde Kur’ân tefsirleri de şirkle ilgili  âyetleri  anlaşılmaz hale getirmiş ve hurafelere zemin hazırlamışlardır.  
 Mesela Kur’ân’da hem ibadet, hem de dua  kelimeleri geçer. İbadet, kulluk etmek; dua, çağrıda bulunmak ve yardım  istemektir. Tefsir  ve meallerin  çoğu, duaya “İbadet” anlamı vererek asıl anlamın  kaybolmasına yol açmıştır.  İbadet, yapılan duanın kabulüne yönelik  olacağı için bu iki kelime arasında sıkı  bağ vardır. Peygamberimiz; “Dua İbadetin iliği*dir, özü*dür[29]” buyurmuştur.  Ama dua, İbadet  diye tercüme edilince, birini olağan dışı  yollarla yardıma çağırmanın  İbadet olduğu anlamı kaybolmaktadır.Ahkaf  Suresinin 4, 5 ve 6.  âyetlerini örnek vererek, duaya İbadet anlamı vermenin,  âyetleri nereye  taşıdığını görelim:
 Allah Teâlâ şöyle buyurur: 
 “De ki, baksanıza, Allah’ın  yakınından neyi çağırıyorsunuz? Gösterin  bana, onların yer*yüzünde  yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde  bir payı mı  bulunuyor? Bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir kitap veya bir  bilgi  kalıntısı getirin bakalım. Eğer doğru sözlü kimselerseniz.
 
 Allah’ın yakınından Kıyâmet  gününe kadar kendi*sine cevap vere*meyecek  kimseleri çağı*randan daha  sapık kimdir? Oy*saki bunlar on*ların çağrısın*ın  farkında değillerdir.
 İnsanlar, ahirette  bir araya getirildiği gün, bunlar onlara düşman olacak ve onların kulluğunu  kabul etmeyeceklerdir.”(Ahkaf 46/4, 5,6)
 Duâya İbadet  anlamı verilince yeni  anlam kaymaları kaçınılmaz olmuştur. Hata, hatayı doğurmuş  ve ayetlerin  asıl anlamı kaybolmuştur[30]. Bu farkı,  Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan ve Türkiye’de en yaygın olan mealden  görebiliriz:
 “De ki:  Söylesenize, Allah’ı  bırakıp taptığı*nız şeyler yeryüzünde ne  yaratmışlar, göster*senize  bana! Yoksa onların göklere ortaklık*ları mı vardır?  Eğer doğru  söyleyenlerden iseniz, bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap yahut   bir bilgi kalıntısı varsa onu bana getirin.
 Allah’ı  bırakıp da Kıyâmet gününe kadar kendisine  cevap veremeyecek şeylere  tapan*dan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar,  bunların tapmalarından  habersizdirler.
 İnsanlar   bir araya toplandıkları zaman (müşrikler) onlara (tapındıklarına)  düşman  kesilirler ve onlara kulluk ettiklerini inkar ederler.(Ahkaf 46/4,5,6)”  [31]
 “Dua” yerine  İbadet, “kimseler” yerine şeyler denmiş, “şeyler” de “putlar” diye  açıklanmış ve âyetin anlamı tamamen değişmiştir. “Putlara tapan” nerde,  “Kıyâmet  gününe kadar  kendine cevap veremeyecek kimseleri yardıma çağıran”  nerde! Âyetlere bu anlamı  verebilmek için beş ciddi hatayı yapmak  kaçınılmaz olmuştur. Bu hatalar  şunlardır:
 a-  Duaya  İbadet anlamı  veril*mesi
 b-  “Men“ kelimesine  “mâ” anlamı verilmesi
 Arapça’da  “men“ kimse veya  kimseler anlamına gelir ve akıllı varlıklar için kullanılır[32]. “Mâ” ise şey veya şeyler demektir. Ahkâf 5. âyette üç kere “men”  kelimesi  geç*er. Dua’ya İbadet anlamı verenler, onlardan ikisine “men”  üçüncüsüne de  “mâ” anlamı vermek zorunda kalmışlardır.  
 c- “Hum  هم” zamirine  “hiye هي”anlamı  verilmesi
 “Bunlar” diye  tercüme edilen hum, Arapça’da  akıllı erkek varlıkları gösterir. Kur’ân’da kadınları  da kapsamına alır. Ama “Men”e “şeyler”  anlamı verildiği için hum zamirine de ya  “men“in lafzını  gösteren “huve” ya da  manasını gösteren “hiye” anlamını vermek kaçınılmaz  olmuştur. Bu, önemli bir hatadır.
 d- Cem’i  müzekker salime yanlış anlam verilmesi
 “Habersizdirler”  diye tercüme edilen  “gâfilûn kelimesi cem’i müzekker  salimdir; akıllı erkekler için  kullanılır. Kur’ân’da  kadınları da kapsar. “Men”e “şeyler”  anlamı verilmesi bu anlamı da yok etmiştir.
 e-  Putlar  cansız varlıklardır. Ahirette yeniden dirilecek ve kendilerini yardıma   çağıranlarla konuşacak olanlar ise insanlardır. Dolayısıyla “Kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek  şeyler…”  sözü yanlıştır. Sonuç olarak bu âyet, savunulması imkansız  hatalarla  dolu olarak tercüme edilmiştir. Bir çok Arapça tefsirde de durum   aynıdır[33]. Onlar da bu  âyetleri doğru anlamayı imkansız hale getirmişlerdir. 
 Tefsir ve  meallerdeki bu gibi hatalar, türbe ziyareti ile ilgili şu inanca yol açmıştır:  “Allah  bu sevgili  kullarına bazı yetkiler, imkanlar, özellikler bahşetmiştir,  bunlar  şefaatçilerimizdir, bizler günahkar ol*duğumuz için doğrudan  Allah’tan istemeye  yüzümüz yok, belki bunlar sayesinde Allah  dileklerimizi kabul eder.[34]”
 Bu gibi  yanlışlar sebebiyle, ölmüş bir din büyüğünü Allah’ın yakın dostu sayma, ona  hayali yetkiler verip Allah’a onun  aracılığı ile ulaşma hastalığı müslümanlara da  bulaşmıştır.
 
				__________________De ki: “Ey kâfirler!
 Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
 Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
 Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim.  Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
 Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
 Kâfirûn Sûresi
 |