| Uzman Üye 
				 
				Üyelik tarihi: Nov 2012 
					Mesajlar: 300
				 Tesekkür: 477 
		
			
				198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
			
		
	 
				
				Tecrübe Puanı: 24      | 
				  
 
			
			4.3.2. Büyüklere Kul  Olanlar
 İslam’ın dışına  çıkan her insan ya nefsinin ya  başkasının kölesi olur. Yanlış yolda olduğu için kendine  destekçiler  arar. Kendisi gibi düşünenlerle birlik olur. Bunların ortak hatası,   ortak değerleri olur. Bu yanlış değerler etrafında kenetleşirler.  Putperestlerde  de olan bu özelliği, Kur’ân şöyle anlatır:
 “İbrahim  dedi ki; Allah’ın yakınından putlara  tutulmanızın sebebi sadece bu dünyada, aranızda bir sevgi bağı  oluşsun diyedir...”(Ankebut 29/25)
 Her insan,  yaptığı yanlışın farkındadır.  Allah Teâlâ şöyle buyurur:
 “Her millete  bir elçi gönderdik;  «Allah’a kul olun ve azgınlardan uzak durun!» diye.  Sonra onlardan bir kısmına  Allah hidâyet nasip etti, bir kısmı da  sapıklığı hak etti. Yeryüzünde gezin  dolaşın da o yalancıların sonu ne  olmuş bir görün.”(Nahl 16/36)
 “Ya  Muhammed, seninle o gerçeği (Kur’ân’ı), müjdeci ve uyarıcı olasın diye  gönderdik. Her  ümmetin geçmişinde bir uyarıcı, kesin vardır.”(Fâtır 35/24)
 Her  millete elçi gönderildiğine  göre mevcut dinlerden her birinin temelinde bir  elçinin tebliğini  bulmak mümkündür. Nitekim Kur’ân’ın  müşrik saydığı Mekke’nin  geçmişinde İbrahim ve İsmail  peygamberler vardı. Kureyşliler İbrahim soyundan  gelmekle övünür[17],  ondan kalma hac ve umre İbadetlerini yerine getirirlerdi.
 
 Geçmişlerinde  İbrahim ve İsmail  peygamberler olmasına rağmen eski Mekkeliler şirke  düşmüşlerdi.  Hıristiyanların büyük bir bölümü ise, İsa aleyhisselamı ve Kutsal Ruh’u  yani Cebrail’i  sonradan Allah’a ortak saymaya başlamışlar ve şirke düşmüşlerdir.
 Allah,  dinlerdeki bozulmanın nasıl başladığını, ehl-i kitapa hitaben söylediği şu sözleriyle açıklamaktadır:  
 “Ey ehl-i kitap! Dininizde sınırı aşmayın. Allah’a karşı  gerçek dışı şeyler söylemeyin. Meryem oğlu İsa Allah'ın  sadece elçisi, Meryem’e yönelttiği  sözü[18] ve onun bir ruhudur[19].  Artık Allah'a ve Elçisi’ne inanın. Tanrı  üçtür, demeyin; buna bir son  verin, sizin için iyi olur. Allah tek tanrıdır,  onun çocuğa ihtiyacı  olmaz. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi onundur. Vekil  olarak  Allah yeter.”(Nisa  4/171)
 Sınırı önce  Yahûdiler aşmış, Hıristiyanlar onları takip  etmiştir. Allah  Teâlâ şöyle buyurur:
 “De ki: Ey ehl-i kitâp!  Dininizde haksız yere aşırılık yapmayın;  daha önce sapmış bir kavmin  arzusuna uymayın; onlar çoklarını yoldan çıkardılar.  Kendileri zaten  doğru yoldan çıkmışlardı.
 İsrail  oğulları  içinden  kâfir olan bu kimseler hem Davûd’un hem Meryem oğlu  İsâ’nın  diliyle lanetlendiler. Bu onların isyan etmeleri ve sınırı aşmaları   sebebiyle idi.”(Mâide 5/77-78)
 Yahûdi  ve  Hıristiyanlar, bu şekilde  aşırılıklar yaparak kendi din adamlarına kul olmuşlardır. Allah  Teâlâ şöyle buyurur:
  “Alimlerini  ve din büyüklerini, Allah ile aralarına rab olarak koydular. Meryem   oğlu Mesih’i de öyle. Oysa onlara verilen emir,  sadece  tek bir Tanrı’ya kul olmaları idi. Ondan başka tanrı yoktur. Allah, onların  şirkinden uzaktır.” (Tevbe 9/31)
 Adiyy  b. Hatim   diyor ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve seleme  geldim, boynumda  altın haç vardı; “Adiyy, at o putu”  dedi. Ondan yukarıdaki âyeti  dinledim.Dedi  ki, “Onlar bunlara İbadet etmediler, ama bir şeyi helal sayarlarsa helal  saydılar, haram sayarlarsa haram saydılar[20].”  Onları rab edinmeleri böyle oldu.
 Bir  çok müslümanın da bu konuda  yukarıdaki duruma düştüğü  gözlenmektedir. Bu kitapta yer alan bölümler  bunun delilidir. Örnek olarak  talak, Nikahın Denetlenmesi ve iftidâ  başlıklı yazılar incelenebilir.
 Sonuç  olarak doğru dindarlık,  aklı kullanmayı ve Allah’ın kitabına uymayı gerektirir.  Sınırları  aşanlar ise dinin akılla anlaşılamayacağını söyler, Allah’ın kitabı   yerine büyüklere uymayı tavsiye ve telkin ederler. Mesela üçlü tanrı  inancını  aklın kabul edemeyeceğini bilen Katolikler  şöyle derler:
 
 “İmanın  nedeni, açıklanan gerçeklerin doğal aklımızla anlaşılmaları ve gerçek olarak  görülmeleri değildir[21].”  İnanmak bir Kilise   eylemidir. Kilisenin imanı bizim imanımızdan önce gelir, imanımızı  taşır ve  besler. Kilise tüm inananların anasıdır. Anası Kilise  olmayanın Babası Tanrı  olamaz[22].”
 
 Allah  Teâlâ Yahûdi ve  Hıristiyanlara şöyle buyurur:
 “De ki:  Ey ehl-i kitap!  Siz Tevrat’ı ve İncil’i ve size  rabbinizden indirileni uygulamadıkça  hiç bir temeliniz olmaz. (Ya Muhammed!) Sana rabbinden indirilen -bu  Kur’ân- onlardan bir çoğunun  sadece aşırılığını ve kâfirliğini artıracaktır.  O kâfirler topluluğuna üzülme.” (Mâide 5/68)
 Allah  Teâlâ Müslümanlar için de benzer bir uyarıda bulunmuş  ve şöyle demiştir:
 “Kim  Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) bulanık görürse başına  bir şeytan  sararız. O onun arka*daşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru  yolda olduklarını hesap ederler.”(Zuhruf 43/36-37)
 Kur’ân,   fıtratın kelama dönüşmüş şekli olduğu için dili, evrenseldir. Onu  açıklayan ve  tebliğ eden Muhammed aleyhisselamın dili de  evrenseldi.  Kur’ân’da anlatılanlar, her insanın kendi  içinde ve çevresinde  gözlemlediği fıtrat âyetlerinin gereği olduğundan onu  anlamak ve  kavramak kolay olur. Yorumlar ise yereldir. Hangi mezhep,   hangi yorum veya hangi alimin görüşü olursa olsun, yerel unsurlar  taşır.  İnsanlara, onları hayata bağlayacak olan Kur’ân’ı  anlatmak,  doğru dini tebliğ etmek gerekir. Allah  Teâlâ şöyle buyurur:
 “Bu  Kur’ân,  insanlara en doğru yolu gösterir. İyi iş yapan  müminlere, kendilerini  büyük bir karşılığın beklediğini müjdeler. Ahirete inanmayanlara  gelince, onlar için elemli bir azap  hazırlamışızdır.” (İsrâ 17/9-10)
 el-Cevheri, es-Sıhah, (Tahkik: Ahmed Abdulgafûr Atar), Beyrut 1983, (دين) mad.
 
 [2]  Cemalüddin Muhammed b. Manzur, Lisanu’l-arab, Beyrut tarihsiz, (دين) mad.
 
 [3]  Muhammed Murtaza ez-Zebidi,  Tacu’l-arus, Mısır  1306/1889, (دين) mad.
 
 [4]  Kamus Tercümesi (دين) mad.
 
 [5]  Ragıp el-İsfahânî,  Müfredât,(دين)mad.
 
 [6]    İlgi duyanlar şu âyetleri inceleyebilirler: Bakara 2/164; Ali İmrân   3/190; En’âm 6/97, 99; A’raf  7/26, 58;  Yunus 10/5, 6, 67, 92, 101;   Yusuf 12/7, 35; Ra’d 13/2,  3, 4; Nahl 16/13, 65, 66, 67, 68, 69, 79;   İsrâ 17/12;  Kehf 18/9; Meryem 19/10; Tâhâ  20/128; Ankebût 29/ 24, 33,   34, 35; Rum 30/21, 22, 23,  24, 28; Lokman 31/31, 32; Secde 32/26;  Sebe’  34/15;  Zümer 39/42, 52; Mümin 40/13; Câsiye 45/3, 4, 5, 6;  Zâriyât   51/22, 23, 35, 36, 37; Kamer 54/12, 13, 14, 15.
 
 [7]  Hûd 11/2,26; Yusuf 12/40; İsrâ 17/23; Yasin 36/60-61; Fussilet 41/14; Ahkâf  46/21.
 
 [8]  İbn Manzûr, Lisanu’l-arab, İtaat, Tav’  (طوع) kökündendir. Tav’ boyun eğmek, istemek demek*tir. Zıddı, kerih  görmek ve hoşlanmamaktır. Âyette şöyle buyurulur:  “Sonra,   duman halinde bulunan göğe  yöneldi, ona ve yeryüzüne: "İsteyerek veya   istemeyerek buyruğuma gelin" dedi.  İkisi de "İsteyerek geldik"   dediler.” (Fussilet 41/11) Taat da aynı  köktendir, boyun eğmek   anlamına gelir ve daha çok “Emre uymak ve izinden  gitmek.” anlamında   kullanılır. (Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, (طوع)  mad.
 
 [9]  Bu hadis-i şerif, Sahih-i Buhârî’nin en başında yer  alır.
 
 [10]  Sünen-i Dârimî, Büyû',  2.
 
 [11]  Ragıb el-İsfahânî,  Müfredât,كرذ  mad.
 
 [12]  En’âm 6/80.
 
 [13]    Bkz. Al-i İmran 3/58, A’raf 7/63, Hicr 15/6,9; Nahl 16/44, Enbiya   21/2,50,105; Furkân 25/18, Yasin 36/11, Sad  38/8, Kamer 54/25.
 
 [14]Muhammed b.  Abdullah Hani, Adâb, (Terc:  Abdulkadir Akçiçek),  İstanbul, 1396/1976, s. 172.
 
 [15]  Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par.  467.
 
 [16]  En’am Arapça’da koyun, keçi, sığır ve deveye verilen  ortak addır.
 
 [17]  İbn Hişam, Siretu’n-Nebî,  Thk:  M. Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut, 1401/1981, c. I,  216.
 
 [18]  “Meryem’in rahminde ol” dediği için orada babasız olarak bir çocuk  oluşmuştur.
 
 [19]  “Allah’ın ruhu” terimi İsa aleyhisselama has değildir.  Bu terim, Adem için ve her insan için kullanılmıştır. Allah  Teâlâ şöyle buyurur:  “Adem’i tamamlayıp, içine ruhumdan üfürdüğüm  zaman, derhal ona secdeye kapanın.”(Sad 38/72) İnsanın yaratılışı ile ilgili bir âyet şöyledir:  “Sonra insanı tamamlayıp  şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir.” (Secde  32/9)
 
 [20]  Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân,  10.
 
 [21]  Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,   par. 156.
 
 [22]  Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,   par. 181.
 
 
				__________________De ki: “Ey kâfirler!
 Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
 Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
 Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim.  Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
 Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
 Kâfirûn Sûresi
 
				 Konu sevginur tarafından (14. November 2012  Saat 04:36 AM ) değiştirilmiştir.
 |