| Uzman Üye 
				 
				Üyelik tarihi: Nov 2012 
					Mesajlar: 300
				 Tesekkür: 477 
		
			
				198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
			
		
	 
				
				Tecrübe Puanı: 24      | 
				  
 
			
			9.  HAC 11-16. AYETLERİN AÇIKLANMASI  
 Arzularını ve  menfaatlerini öne  alanlar, Allah’ın her şeyi vermesini ama emir vermemesini  isterler.  Bazıları da Allah’a kulluğu, dünyalık elde etmenin vasıtası sayarlar.   İşler iyi giderse sevinir, dine sarılırlar.(Şirkle İman  Arasında Kararsızlık)
 Kötü giderse umutsuzluğa kapılır,  yoldan çıkarlar. Bunlar dine, doğru  olduğu için değil, menfaatlerine uygun  düştüğü için uyarlar.  Menfaatleri değişti mi kararları da değişir. Onun için  bunlara  kararsızlar demek uygun olur.
 
 Allah  Teâlâ bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:
 “İnsanlardan   kimi Allah'a sınırda kulluk eder. Eline bir imkân geçse rahatlar;  başına bir  sıkıntı gelse yüz çevirir. Böylesi dünyayı da kaybeder  âhireti de. Apaçık kayıp  budur işte.
 Allah'ın   yakınından, kendisine zarar vermeyecek ve yarar da sağlamayacak şeyi  yardıma  çağırır. İşte bu, pek derin bir sapıklıktır.
 Zararı  yararından yakın olan kişiyi de yardıma çağırır. O ne kötü bir veli ve ne kötü  bir yandaştır.
 
 Allah, iman eden  ve iyi işler yap
 anları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah,  dilediğini yapar.
 Kim  Allah'ın,  dünyada da âhirette de kendine yardım etmeyeceği kanaatine  varmışsa bir sebebe  tutunup göğe (Allah’a) yönelsin, diğer ilişkiyi  derhal kessin ve baksın ki, bu  yol kendini bunaltan şeyi gerçekten  giderecek mi yoksa gidermeyecek  mi?”(Hac  22/11-15)
 
 Tutunulacak  sebep, iman edip iyi işler yapmaktır. Bir âyet şöyledir: “Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namaz  kılarak yardım isteyin. Çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir.”  (Bakara  2/153))
 Bazıları  sıkıntıya düşünce Allah’ın yardımını almak için Allah’a yakın bildikleri  kişileri araya koyarlar. Önce Eyüp Sultan  gibi yatırlara koşar, onun ruhaniyetinden  yardım isterler. İstekleri  olmazsa Allah’a yakın bildikleri din büyüklerine  koşarlar. Onların bir  kısmı doğru yolu gösterirler. Bir kısmı ise, gelenlerin  kendilerine  bağlanmalarını ve cemaatlerinin bir üyesi olmalarını şart koşarlar.   Bunlar da Allah ile ilişkileri onlar aracılğıyla yürütmek ve yardım alıp   sıkıntıdan kurtulmak için onlara bağlanır; hediyeler sunar,  huzurlarında  saygıyla eğilirler. Bunların, Allah’tan aldıkları bir  yetkiyle kendilerine  yardım edecekleri hayalini kurarlar. Böylece  ellerine bir şey geçmeden en büyük  zarara uğramış, şirke düşmüş  olurlar. Allah Teâlâ bunlar hakkında şöyle buyurur:
 “Alimlerini ve din büyüklerini, Allah ile  aralarına rab olarak  koydular. Meryem oğlu Mesih’i de öyle. Oysa onlara verilen  emir, sadece  tek bir Tanrı’ya kul olmaları idi. Ondan başka tanrı yoktur. Allah,   onların şirkinden uzaktır.” (Tevbe  9/31)
 Ayette geçen أَحْبَار(ahbâr); iz anlamına  gelen حبر(hibr)’in  çoğuludur.  Bilgileri, insanların gönlünde iz bıraktığı  için Alim anlamında kullanılmıştır[1].  el-Halil b. Ahmed’e göre  حبر;  din alimlerinden bir alim demektir; ister  zimmi olsun, isterse ehl-i kitaptan iken Müslüman olmuş olsun[2].
 رُهْبَانَْ(ruhbân):Tekil  olabildiği gibi rahib kelimesinin çoğulu da olabilir. Kökü, ruhbanlık yani  الرهبانية(er-Ruhbâniyye)’dir;  “çok İbadet  yükü altına girme” anlamına  gelir[3].اتَّخَذُواْ  أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ  اللّهِ  وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ  إِلَـهًا  وَاحِدًا لاَّ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ 
 سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
 Bizde bu işi yapanlara sofu, sufi veya  derviş, onların başında  olanlara da şeyh denir. Halk bunları din büyüğü kabul  eder.
 أرباب(erbâb):  Rab kelimesinin çoğuludur. Rab sahip  demektir. Araplar kö*lenin  sahi*bine rab derler. Yusuf aleyhisselam hapiste iken hapisten çıkıp  krala  içki sunma görevi alacak olan köleye şöyle demişti:
 
 “Rabbinin  yanında benden bahset.”  (Yusuf 12/42)
 Bizde kölenin sahibine  efendi denir. Bir din büyüğünü,  Allah ile  kendi arasına bir rab, bir efendi olarak yerleştiren kişi ona  tanrılık özelliği  vermiş olur. Bu da kişiyi şirke sokar. Nitekim  Hıristiyanlar da İsa  aleyhisselamı araya sokar ve ona Rab derler. Kimi  din büyüklerine “Efendi  Baba” denmesi boşuna  değildir.
 Yukarıdaki ayet  mealine karşı  yapılacak en tutarlı itiraz şu olur: “Ahbar ve ruhban kelimeleri,  daha  çok ehl-i kitapın din adamları için kullanılır. Siz bu mealle Müslüman   alimleri ve din adamlarını da bu kapsama sokmuş  oluyorsunuz.”
 Bu itiraza  şöyle cevap verilir: Din  alimlerini ve din büyüklerini efendileri kabul edip  onların karşısında  köle gibi olan ve onlara kayıtsız şartsız itaat edenler,  onları Rab  edinmiş olacakları için ehl-i kitapla aynı konuma düşmüş olurlar.  
 Adiyy  b. Hatim diyor ki,  Peygamber sallallahu aleyhi ve seleme geldim, boynumda altın  haç vardı;  “Adiyy, at o putu” dedi. Ondan yukarıdaki âyeti dinledim.
 
 Dedi  ki, “Onlar bunlara İbadet etmediler, ama bir şeyi helal sayarlarsa helal  saydılar, haram sayarlarsa haram saydılar[4].”  Onları rab edinmeleri böyle oldu.
 Şimdi asıl  konuya dönelim. Sıkıntıya  düşen kişi, Allah’a yakın bildiği aracılara baş  vurarak destek almaya  çalışır. Sıkıntıyı bu yolla gidermeye çalışmak, Allah’a  ortak koşmak ve  çıkmaza girmek olur. Bütün ümitler yok olur gider. Allah Teâlâ  şöyle  buyurur:
 “Allah'a  ortak  koşan öyle olur ki, sanki gökten düşmüş de kendisini kuşlar  kapışıyor veya  rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyordur.”(Hac  22/31)
 Yapılacak tek  şey, derhal aracıları  bırakıp doğrudan Allah’a yönelmek ve sabır göstererek onun  yardımını  beklemektir. Allah, bizi sıkıntılara sokmak suretiyle imtihanını   tamamlayacağı için sabır çok önemlidir.  Allah Teâlâ şöyle buyurur:
 “Kim  Allah'ın kendisine, dünyada ve âhirette yardım  etmeyeceği kanaatine  varmışsa bir sebebe tutunup göğe (Allah’a) yönelsin, diğer  ilişkiyi  derhal kessin; baksın ki, bu yol, kendini bunaltan şeyi gerçekten   giderecek mi yoksa gidermeyecek mi?”  (Hac 22/15)
 Bunun hemen  arkasından şu âyet gelir:مَن  كَانَ يَظُنُّ أَن لَّن يَنصُرَهُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا  وَالْآخِرَةِ  فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَاء ثُمَّ لِيَقْطَعْ فَلْيَنظُرْ  هَلْ  يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغِيظُ.“İşte böylece  biz onu apaçık âyetler olarak indirmişizdir. Şüphesiz Allah, isteyeni yola  getirir.”(Hac  22/16)
 Bu âyetin,  şimdiye kadar yapılmış  bir çok tefsiri vardır. Buna geleneksel yöntem diyoruz.  Bir de onu  Kur’ân’la açıklama yöntemi vardır. Bu yöntem, Kur’ân’ın açık  olmasının  ne anlama geldiğini göstermektedir.وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَأَنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن  يُرِيدُ
 
				__________________De ki: “Ey kâfirler!
 Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
 Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
 Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim.  Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
 Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
 Kâfirûn Sûresi
 |