| Uzman Üye 
				 
				Üyelik tarihi: Nov 2012 
					Mesajlar: 300
				 Tesekkür: 477 
		
			
				198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
			
		
	 
				
				Tecrübe Puanı: 24      | 
				  
 
			
			13.  İNSANI İNSAN YAPAN  ÖZELLİKLER  
  
 Allah  Teâlâ şöyle buyurur:
 “Yarattığı her şeyi güzel yaratan odur.  İnsanı yaratmaya sulanmış topraktan (tîn) başlamıştır.
 Sonra onun soyunu süzülmüş bir özden,  dayanıksız bir sudan yaratmıştır.
 Sonra onu düzenli bir şekle sokmuş ve içine   ruhundan üflemiştir. Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var  etmiştir. Ne  kadar az şükrediyorsunuz!”(Secde  32/7-9)
 
 İnsan  genellikle, düşünen veya konuşan canlı diye tarif edilir. Buna bağlı olarak  akıl,  insan ile hayvanı ayıran en önemli varlık sayılır. Halbuki Kur’ân’da   kuşların ve karıncaların konuşmalarına ve akıllarını kullanarak  yaptıkları  değerlendirmelere yer verilir. Yukarıdaki âyetler, insanı  diğer canlılardan  ayıran temel farkın, kulaklar, gözler ve gönüllerde  aranması gerektiğini  bildirir.
 
 Karıncalar ve kuşlarla ilgili âyetler şunlardır:
 
 “Süleyman için cinlerden, insanlardan ve kuşlardan  ordular toplandı. Düzenli bir halde idiler.
 Karınca deresine kadar geldiler. Bir karınca şöyle  dedi: “Karıncalar, yuvalarınıza girin! Süleyman ve askerleri sakın sizi ezmesin!  Onlar farkına  varmazlar.”
 
 “Süleyman  dişleri gözükecek şekilde gülümsedi. “Rabbim!”  dedi. “Beni bana  bırakma ki ettiğin iyiliğin kıymetini bileyim. Anama, babama   ettiklerinin de. Senin isteğine uygun iş yapayım.
 Beni, ikramınla, iyi kulların  arasına kat.”
 Süleyman kuşlar ordusunu teftiş etti. Sonra şöyle  dedi:“Ne  oldu, neden Hüdhüd’ü (çavuş kuşunu) göremiyorum. Yoksa kayıplara mı  karıştı?
 
 Ne  olursa olsun ona ağır bir ceza vereceğim, ya da onu keseceğim. Bana apaçık  bir kanıt getirirse başka!”
 Fazla  beklemedi. (Hüdhüd çıka geldi.) Dedi ki;   “Senin bilmediğin bir şey öğrendim. Sana Seba’dan doğru bir haber  getirdim.
 
 Orada  hükümdarlık yapan bir kadın gördüm. Her şeyi var, bir de koskoca tahtı.
 Baktım  ki, hem o, hem toplumu, Allah’ı  bırakmış güneşe secde ediyorlar. Şeytan yaptıkları kötülükleri onlara güzel göstermiş,  onları yoldan çıkarmış; doğruyu göremiyorlar.
 
 Allah’a  secde  etseler ya! Yerlerin ve göklerin bütün  gizlilerini açığa çıkaran,  onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da  bilen odur.
 Allah...  Ondan başka tanrı yoktur. O büyük arşın  sahibidir.”
 Süleyman dedi ki: “Bakacağız, doğru mu söylüyorsun,  yoksa yalancının teki misin?
 
 Şu  mektubumu götür, onlara at. Sonra biraz kenara çekil. Bak bakalım ne  diyecekler.”
 Kraliçe.   dedi ki: “Ey ileri  gelenler! Bakın, bana değerli bir mektup atıldı;
 Süleyman  tarafından..  “Bismillahirrahmanirrahim”  diye başlıyor,
 
 “Bana  karşı çıkmayın. Gelin teslim olun.” diyor.
 Dedi  ki: Ey ileri gelenler! Bu işte bana doğru bir çözüm getirin. Sizlerle görüşmeden  bir işi kesip atamam.”
 (Neml  27/17-32)
 
 Bu âyetlerde,  kuşun ve karıncanın akıllıca yaptıkları konuşmalar ve değerlendirmeler vardır.  Bütün âyetler incelenince  insanı hayvandan ayıran temel farkın akıl  olmadığı anlaşılır. İlgili âyetlerden biri şudur:
 
 “Cinlerden ve insanlardan bir çoğunu  gerçekten  Cehennem için yaratmış olduk. Onların da kalpleri vardır, onunla   kavramazlar. Onların da gözleri vardır, onlarla görmezler. Onların da  kulakları  vardır, onlarla işitmezler. Onlar; en’âm (koyun, sığır ve  deve) gibidirler; hayır, daha da düşüktürler.  Gafiller işte onlardır.”(A’raf  7/179)
 
 Karşılaştırmanın  bütün hayvan çeşitleriyle değil de en’âm denen koyun, sığır  ve deveyle yapılması ve görmezlik edip kâfir  olanların daha düşük  durumda olduklarının bildirilmesi önemlidir. En’âm’dan  düşüğü kargadır.  Bu gibi insanlar, esasen kargaya benzetilmişlerdir.
 
 Allah Teâlâ şöyle buyurur:
 
 “Kâfirlik edip gerçekleri  görmezlikten  gelenler, kavramadığı sese karşı öten karga gibidirler;  kavradığı sadece bağırtı  ve çağırtıdır[1].  Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar akıllarını  kullanmazlar.” (Bakara 2/171)
 
 En’âmın da  kalbi vardır ama  kanı vücuda pompalama dışında bir iş yapmaz. İnsanın kalbi,  aynı  zamanda bir karar organı, vücudun ana kumanda merkezidir. Akıl, doğruları  tespit eder. Kalp,  menfaatlerin,  beklentilerin ve özentilerin etkisiyle onları ya kabul  veya reddeder. Akıl,  kalbin yanında bir danışman gibidir.
 
 Kalp, akla uygun karar vermeyince onu  kullanmamış olur. İmanın, kalp  ile tasdik şartına bağlanması bunu gösterir.  Yoksa peygamberlerin  söylediklerinin doğru olduğunu hiçbir akıl inkar edemez.  Kur’ân’ın  sürekli akla vurgu yapması bundandır. Nitekim Firavun,  Musa’nın elçiliğini  kabul etmemişti ama aklı, onun Allah’ın elçisi  ol*duğundan emindi.
 
 İlgili âyetler şöyledir:
 
 “Belgelerimiz  bütün açıklığı ile onlara gelince: “Bunlar apaçık büyüdür” dediler.
 Onları,  içten kanasıya, anlamışken zalim*likten ve büyüklük taslamadan dolayı, onlara  karşı inkarcılık yaptılar”.(Neml  27/13-14)
 
 Cehennemlikleri  anlatan aşağıdaki âyetler, onların bu suçu, bile bile işlediklerini  gösterir.
 
 “Rablerini görmezlikten gelip kâfir olanlara  Cehennem azabı vardır. Ne kötü hale düşmedir o!
 İçine atılınca homurtusunu işitirler. O,  kaynıyor olacaktır.
 Öfkeden sanki çatlayacak gibi olur. Her bir  bölük içine atıldı mı cehennem bekçileri sorarlar: “Size bir uyarıcı gelmedi  mi?”
 
 “Evet” derler, bize uyarıcı geldi; ama biz  yalana sarıldık. Allah hiç  bir şey indirmiş değildir, siz büyük bir sapkınlık içindesiniz” dedik.
 Şöyle devam ederler: “Keşke onu dinlemiş   olsaydık, ya da aklımızı çalıştırsaydık şimdi bu kızgın ateşe arkadaş  olanlar  arasında olmazdık.”
 Suçlarını itiraf ettiler. Def olsunlar, o  kızgın ateşe arkadaş olanlar!”(Mülk  67/6-11)
 
 En’âmda  göz  vardır, ama basiret yoktur. Âyetler basirete  vurgu yapar. Basiret,  baktığı şeyi kavramadır. Eğer en’âm yani koyun sığır ve  deve, elinde  bıçakla gelen kişinin kendini keseceğini kavrasaydı neler olurdu?   Yanındaki ineğin kesildiğini gören bir boğa,  hiçbir şey  olmamış gibi otlamaya devam eder miydi? Ama insanlar, bir  katilin elini kolunu  sallayarak dolaşmasına razı olmazlar.
 
 İşitme, duyduğu  sesleri sınıflandırıp anlamını kavramadır. En’âmda bu da yoktur.
 Yukarıda ana  karıncanın  uyarısı ve hüdhüd kuşunun değerlendirmesi, onların insan gibi işitme  ve  basiret sahibi olduklarını gösterir. Ama onlarda hayatlarına yön  çizecek  karar merkezi durumundaki kalp yoktur. Bu açıdan en’âm ile aynı   konumdadırlar.
 
 İnsan  farklıdır; o,  duyularıyla elde ettiği bilgilere göre hayatına yön verir. Önünde  iki  yol vardır; ya doğrulara uyacak, ya da doğruları kendine uyduracaktır.   Eğer bir düşünce ve  anlayışa esir olmuşsa hür karar  veremez. Evrensel doğruların yerini  kendi doğruları veya bağlı olduğu cemaatin  doğruları alır. Asıl körlük ve sağırlık budur.
 
 Allah Teâlâ şöyle buyurur:
 
 “Onlar yeryüzünde hiç gezip  dolaşmadılar mı  ki kalpleri olsun, onunla düşünsünler; ya da kulakları  olsun, onunla duysunlar.  Aslında kör olan gözler değildir. Kör olan,  göğüslerdeki kalplerdir.”  (Hac  22/46)
 
 Gözler  ve kulaklar kalbin  danışmanıdır. Göz doğruları görür, kulak doğruları işitir  ama, kalp  bunları dikkate almayabilir. O zaman görmenin ve iştimenin bir faydası   olmaz. Hatta kalp, doğruları görmeye ve işitmeye tahammül edemez hale de   gelebilir. Asıl vurgunun, işitmeye ve görmeye değil kalbe yapılması ve  imanın  kalp ile tasdik olması bundandır.
 
 Allah  Teâlâ şöyle buyurur:
 
 “Eski halkının çekilmesinden  sonra o toprağa  yerleşenler için şu gerçek belli olmadı mı? Eğer  istesek günahlarına karşılık  onları da çarpardık. Ama kalpleri üstünde  yeni bir tabiat oluştururuz, artık  işitmezler.”(A’raf  7/100)
 
				__________________De ki: “Ey kâfirler!
 Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
 Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
 Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim.  Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
 Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
 Kâfirûn Sûresi
 |