Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14. November 2012, 04:54 AM   #32
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

21. KUR’ÂN’DAKİ MEŞÎET VE İRÂDE KAVRAMLARI


Kur’ân’da meşiet. (المشيئة) ve irade. (الإرادة) kökünden türemiş kelimeler geçer. Bunlar arasında anlam farkı vardır. İrade bir şeyi istemek, meşiet ise isteyip yapmaktır. Meşiet. , Allah için kullanılırsa bir şeyi isteyip var etmesi anlamına gelir[1]. İnsanın meşieti için şartlar uygun olmalıdır. Uygun şartları yaratacak olan Allah’tır. Bu sebeple hadiste, (ما شاء الله كان وما لم يشأ لم يكن) “Bir şey, Allah’ın meşieti varsa olur, yoksa olmaz[2]” buyrulmuştur. İrade (الإرادة)sadece,isteme anlamında olduğu için gerçekleşmeyebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:



“Allah sizin tevbe ederek affa uğramanızı irade eder; şehvetlerinin peşinde olanlar ise büyük bir yamuklukla yamulmanızı irade ederler.”(Nisa 4/27)
Allah’ın iradesi “ol (كن = kün”emri ile gerçekleşir. Bu, iradenin meşiete dönüşmesidir. Bir ayet şöyledir:“Bir şeyi irade ettiği zaman onun yaptığı "ol" demekten ibarettir; hemen oluverir.” (Yasin 36/82) Bu sebeple Allah’ın iradesi tekvînî (الإرادة التكوينية)ve teşriî irade (الإرادة التشريعية)olmak üzere ikiye ayrılır. Tekvînî irade “ol” emri ile ortaya çıkar. Her şey bu şekilde yaratılır. Teşriî iradede “olemri yoktur. Allah insanların Müslüman olmasını ister ama kimseyi buna zorlamaz. Yani bu konuda iradesi vardır ama meşieti yoktur. Yoksa herkes, zorunlu olarak Müslüman olurdu. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أَفَلَمْ يَيْأَسِ الَّذِينَ آمَنُواْأَن لَّوْ يَشَاء اللّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَمِيعًا
“İmân edenler; “Allah’ın meşieti olsa da bütün insanları yola getirse” diye hâlâ ümit mi besliyorlar? (Ra’d 13/31)


Kişinin yola gelme iradesi meşiete dönüşünce Allah onu kabul eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلكِن يُضِلُّ مَنيَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَلَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Allah’ın meşieti olsaydı sizi bir tek ümmet yapardı. Ama o, sapma meşietinde olanı sapıklıkta bırakır, yola gelme meşietinde olanı da yola getirir. Yapmış olduğunuz şeyler size elbette sorulacaktır.” (Nahl 16/93)


Sonuç olarak Allah’ın meşieti olmadan hiçbir şey olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Hiç bir şey için «ben bunu yarın yaparım» deme; Allahın meşieti olursa yaparım de[3].(Kehf 18/23–24)


Zamanla meşiet ve irade kavramları arasındaki fark kaybolmuştur. Mesela Ehl-i sünnet’in iki büyük kolu olan Maturidî ve Eş’ârîmezhepleri, görüşlerini bu farkın kaybolduğu bir temel üzerine kurmuşlardır. Nuruddin es-Sabûnî(öl. 580 h./1184 m.) bu konuda şöyle der:
و لا فرق بين المشيئة و الإرادة عند أهل السنة
“Ehl-i Sünnet’e göre meşiet ile irade arasında fark yoktur[4].”
Bu anlayış insanları kaderciliğe sürüklemiş ve birçok âyetin yanlış yorumlanmasına yol açmıştır. Kur’ân’da geçen مَن يَشَاء (men yeşâ) ifadelerinin bundan gördüğü zarar oldukça fazladır.



“Yeşâ”nın faili “o” zamiridir. Zamir, men’i gösterir sayılsa anlam “isteyen kişiyi” olur. Allah lafzını gösterir sayılsa “Allah’ın istediği kişiyi” şeklinde olur. Bunlardan hangisinin fail olacağı, karinelere göre belirlenir. Sonradan ortaya çıkan gelişmelerin etkisiyle tefsir ve meallerin çoğu, karinelere bakmadan faili, Allah olarak kabul etmiş ve aşağıda görüleceği gibi birçok âyetin eksik veya yanlış anlaşılmasına yol açmıştır. Hâlbuki bazı ayetlerde fail yalnızca مَن(men), bazılarında yalnızca Allah lafzı, bazılarında da her ikisidir.

21.1. Failin YalnızcaMen Olması


Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَمَا أَرْسَلْنَامِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللّهُمَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah dileyeni sapıklıkta bırakır, dileyeni de yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.”(İbrahim 14/4)


Tefsir ve meallerin çoğunda âyete şu şekilde anlam verilmiştir:


“Biz, her elçiyi kendi toplumunun dili ile gönderdik ki onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de yola getirir. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.”



Ayete bu şekilde anlam verenler şunları düşünmeliydiler: Allah dilediğini yola getirecek ve dilediğini saptıracaksa neden elçi gönderir? Bu durumda elçinin, o toplumun dili ile açıklama yapmasının ne anlamı olur? Böyle anlamsız bir iş “doğru karar veren” Allah’a yakıştırılır mı? İçinde ciddi çelişkiler olan ifadeler, Allah’ın sözü olabilir mi?



Çelişkiler yeşânın faili olan “o” zamirinin Allah lafzını gösterir sayılmasından kaynaklanmıştır. Hâlbuki burada zamir, yalnız men= kim”i gösterir. Uzağında olan Allah lafzını göstermesi için karine gerekir. Burada böyle bir karine yoktur. Üstelik konu ile ilgili âyetler, yola gelmeyi ve sapmayı kişinin fiili olarak göstermektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
منِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّعَلَيْهَا وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَرَسُولاً
“Kim yola gelirse, kendi için gelmiş olur; kim yoldan çıkarsa, kendi aleyhine çıkmış olur. Kimse kimsenin yükünü yüklenmez. Bir elçi gönderinceye kadar da azap etmeyiz.”(İsrâ 17/15)



قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُمُالْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَنضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ

عَلَيْهَا وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِوَكِيلٍ
“De ki, ey insanlar! Size Rabbinizden bu gerçek geldi. Artık kim yola gelirse kendi için gelmiş olur. Kim de yoldan çıkarsa kendi aleyhine çıkmış olur. Ben sizin vekiliniz değilim.” (Yunus 10/108)

وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَنشَاء فَلْيَكْفُرْ
“De ki; bu gerçek sizin Rabbinizdendir; isteyen inansın, isteyen kâfir olsun(Kehf 18/29)


وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْهِ ءَايَةٌ مِنْ رَبِّهِ قُلْ إِنَّ اللَّهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ
“Kâfir olanlar derler ki: Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi? De ki: Allah dileyeni saptırır, kendisine yöneleni de yola getirir.”(Ra’d 13/27)


شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ يُنِيبُ
“Allah Nuh'a ne buyurmuşsa onu, sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: Dini ayakta tutun ve o konuda ayrı düşmeyin. Senin çağırdığın şey müşriklere ağır geldi. Allah isteyen kimseyi kendi tarafına alır ve doğruya yöneleni de kendine yönlendirir.” (Şurâ 42/13)


Elimizdeki mealler içinde Muhammed ESED’in yaptığı doğrudur. Onun meali şöyledir:


Biz her elçiyi, mutlaka kendi halkının diliyle [vahyedilmiş bir mesajla] gönderdik ki, [hakkı] onlara açık (ve dolaysız) bir biçimde ulaştırabilsin; artık bundan sonra Allah [sapmayı] dileyeni sapıklık içinde bırakır, [doğru yolu tutmayı] dileyeni de doğru yola yöneltir, çünkü doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen en yüce iktidar sahibi O'dur.” (İbrahim 14/4)
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla