| Uzman Üye 
				 
				Üyelik tarihi: Mar 2013 
					Mesajlar: 641
				 Tesekkür: 77 
		
			
				125 Mesajina 170 Tesekkür Aldi
			
		
	 
				
				Tecrübe Puanı: 23      | 
				 Güncel Konular 
 
			
			Firavun” ismi Kur’an’da tam 74 kez geçer.70’li yılların muhafazakâr dergilerinin başlık altında
 geçen ifadesiyle; dinî, millî, ilmî, siyasî, iktisadî ve
 ictimaî bir “kenz” (biriktirme) ve “temerküz”
 (merkezileştirme) karakteri olarak betimlenir.
 Bütün zamanlara ve mekanlara taşınabilsin diye mümkün
 mertebe yer ve mekan isimlerinden arındırılarak
 anlatılır.
 Kitab’ın en güncel, en yaşayan karakterlerinden
 birisidir.
 Hatta baş karakteridir bile diyebiliriz.
 ***
 Yaygın dini zihne göre Firavun “iman etmemenin” tipik
 karakteridir. Çünkü Musa ona hakâik-i imaniyeyi (iman
 hakikatlerini) götürmüş ve fakat o imana yanaşmamıştır.
 Ömrü boyunca imana gelmemiş, en son boğulurken “son
 dakika imanı” izhar etmişse de kabul edilmemiştir.
 Demek ki nasıl ki her binanın bir mimarı var, şu kainat
 mucizesinin da bir yüce mimarı var ve Firavun onu “kalp
 ile tasdik” etmiyor, bunun için de “imansız” giderek
 azabı hak ediyor.
 Buradan bakılınca mesele “inandın-inanmadın” meselesi
 oluyor.
 Acaba öyle mi?
 ***
 Kur’an’da geçen Musa-Firavun diyaloglarına baktığımızda
 bir “inandın-inanmadın” tartışması yapılmadığını
 görüyoruz.
 Çünkü Firavun, Musa’nın getirdiği ayetlerin ‘Göklerin ve
 Yerin Rabbin’den geldiğini çok iyi “bilmektedir” (İsra;
 102). Üstelik de halkı doğru yola (sebilu’r-reşâd)
 ilettiği iddiasındadır (Mu’min, 29). Yani Firavun için
 mesele “iman etmek” değil; bu işin “kendisinden izin
 alınmadan” yapılmaya kalkışılmasıdır (Araf; 123).
 O zaten kendi tanrısına iman etmektir. İman etmesi mi var
 adam “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi/gözü” olduğunu iddia
 ediyor. Firavunluk eski çağların aynı zamanda çok esaslı
 bir “dinî” kurumu…
 Peki, o zaman mesele nedir?
 Mesele hangi Tanrı, hangi din meselesidir.
 Musa’nın tanrısı “Mülk Allah’ındır” diyor. Firavun ise
 tanrısı Ra adına “Mısır mülkü benim” diyor. Amon
 tapınağının rahipleri de “Evet, öyle efendimiz” diye
 fetva döşeniyor…
 Klasik zihin Mekke’de “salât eden” Ebu Cehil’de
 göremediğini “Tanrı’nın yeryüzündeki gözü/oğlu” olan
 Firavun’da da göremiyor.
 Yani ortada “iki din” olduğunu, her iki tarafında Allah,
 din, iman iddiasında bulunduğunu ve fakat birbirinin
 dinini (yolunu, söylemini, taleplerini, yaşantısını)
 reddettiklerini, arada şiddetli bir “mülk, kenz”
 tartışması olduğunu anlayamıyor.
 Bunun, bütün zamanların mülk, kenz ve temerküz karakteri
 olarak ele alınan Firavun için de geçerli olduğunu,
 esasında Firavun’un Mekke’deki Ebu Cehil, Ebu Leheb ve
 Velid bin Muğire’ye çok benzediği için sıklıkla örnek
 verildiğini fark edemiyor.
 Şu halde “Firavun” kimdir?
 Nelere sahiptir?
 Nasıl yönetmektedir?
 Ne şekilde davranmaktadır?
 İtiraz edeni ne ile itham etmektedir?
 Buradan aynı şeylere sahip olanların, aynı tarzda
 yönetenlerin, aynı şekilde davrananların ve aynı şekilde
 itham edenlerin de genetiğini çıkarmış olacağız.
 Demek ki Firavunluğun itikat/iman kategorisinde değil;
 sahip olma, yönetme, hükmetme, ekonomi-politik duruş ve
 siyasal davranış kategorisinde yaşayan bir kuramsallık
 olarak ele alınması gerekiyor.
 ***
 Önce Firavun’un sahip olduğu şeyler nelerdi onlarla
 başlayalım.
 [Firavun kavmine seslenerek dedi ki: “Ey kavmim! Mısır
 mülkü benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan
 akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?"] (Zuhruf; 51).
 [Ey kavmim! Bugün yeryüzüne egemen kimseler olarak mülk
 sizindir.] (Mu’min; 29).
 Demek ki Firavun o kimsedir ki kendisini ülkenin mutlak
 sahibi olarak görür. Öyle ki tüm ülke onun mülküdür.
 Mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Dilediğini ihya
 eder, dilediğini ifna eder. İstediğine verir,
 istediğinden geri alır. Demek ki Firavunluk bir ülkede
 “mülkün” ele geçirilmesi ile başlıyor.
 Peki, bu mülkten maksat nedir?
 [Firavun ‘Onları bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden
 ve itibarlı makamlardan uzaklaştırdığımız için böyleler.’
 diyordu.] (Şuara; 57-58)…
 [Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun’a
 ve onun ileri gelenlerine, dünya hayatında nice zinet ve
 mallar verdin.] (Yunus; 88)
 Demek ki Firavun’un sahibi olmakla övündüğü “Mısır mülkü”
 ayette geçtiği gibi ırmaklar (enhâr), bahçeler (cennât),
 pınarlar (uyûn), hazineler/servetler (kunûz) ve itibarlı
 makamlar (meqâm kerîm) idi.
 Bunların bütün zamanlar için anlamı bir
 ülkenin/yeryüzünün yeraltı ve yerüstü kaynaklarını yani
 tüm zenginliklerini, en itibarlı makamlarını (köşe
 başlarını, stratejik noktalarını) ele geçirmek ve geri
 kalan herkesi bundan mahrum bırakıp muhtaç duruma
 düşürerek kendinde “kenz” ve “temerküz” etmektir.
 İşte Firavunluğun başlangıç noktası budur.
 Bunun içindir ki güç bir kişide veya gurupta kenze
 (birikmeye) ve temerküze (merkezîleşmeye) başladı mı
 Firavunluk iklimine girilmiş demektir.
 Bundan sonra Firavun kenzin ve temerküzün tabiatında
 olanı yapar yani hegemonyaya yönelir. Kur’an buna
 taşmak/haddi aşmak (tuğyân), bunu yapana da taşan/haddini
 aşan (tâğût) der: [Firavun’a git, çünkü o tuğyân
 etti/tâğût oldu.] (Naziat; 17).
 Bu noktada “Lehu’l-Mülk” (Mülk Allah’ındır) ne demek
 anlaşılıyor olmalı…
 Mülkü kenz ve temerküz eder işte böyle yoldan çıkar
 Firavun.
 ***
 Madem bunlara sahip olmakla Firavunluk iklimine
 giriliyor, bakalım bundan sonra Firavun nasıl davranıyor,
 edip eyliyor.
 [Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora
 halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor,
 oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu.
 Şüphesiz o, fesat çıkaranlardandı.] (Kasas; 4)
 Demek ki Firavun, sahip olduğu mülk (bahçe, pınar,
 servet, makam) ile büyüklük taslamaya (istikbar) başlar.
 Halkı ezer, sınıflara ayırır, erkeklerine kurbanlık koyun
 muamelesi yapar, kadınlarını hayasızlığa zorlar.
 Sahip olduğu mülkü korumak ve kollamak için halkı baskı
 altında tutmak, göz açtırmamak, takip etmek, fişlemek,
 dinlemek, bölmek, parçalamak, halkın bir kısmını dili,
 ırkı, dini, mezhebi nedeniyle diğer kısmına karşı
 kışkırtmak, birini tutup diğerine vurmak, sınıf,
 hiyerarşi, kast yaratmak… Bunların hepsi “ezmek ve
 sınıflara ayırmak” olup tipik
 Firavun davranışlarıdır…
 İtiraz edeni ve başkaldıranı biçmek, öldürmek, fail-i
 meçhullere kurban etmek, ağır hapislerde süründürmek,
 genç fidanları dar ağaçlarında sallandırmak, bir kuşağı
 yok etmek, kendi evlatlarını kıyıma uğratmak, ret, inkar,
 asimilasyon politikaları uygulamak, kimlikleri ve
 kişilikleri yok saymak, babaları kredi kartı kölesi
 haline getirmek… Bunların hepsi “oğullarını boğazlamak”
 olup tipik Firavun davranışlarıdır…
 Anaları ağlatmak, nişanlıları sızlatmak, geride dul ve
 yetimler bırakmak, 12 saat çalıştırmak, asgari ücretle
 çalışan kadınları sellere kaptırmak, karnındın sıpayı
 sırtından sopayı eksik etmemek, hayasızlığa zorlamak,
 beyaz kadın tacirlerine, uyuşturucu kaçakçılarına zebun
 etmek, güvencesiz çalıştırmak, ırgat gibi koşturmak,
 bedenini kullanmak, ruhunu kirletmek… Bunların hepsi
 “kadınlarını sağ bırakmak” olup tipik Firavun
 davranışlarıdır…
 Ayrıca “oğullarını/erkeklerini boğazlamak” şu anlama da
 gelir: Firavun eril çıkışları boğazlar, öldürür. Yani
 erkekçe dik duruşları sevmez. Başkaldıranı, itiraz edeni,
 muhalif olanı boğazlar. Bu durumda “kadınlarını sağ
 bırakmak” da şu demek olur: Dişil davranışlara ses
 çıkarmaz, hayat hakkı tanır, yaşatır. Yanaşmaları,
 sokulmaları, suyuna gitmeleri sağ bırakır hatta
 ödüllendirir…
 Keza oturduğu yerden para kazanmak, emeğe, alınterine el
 koymak, başkasının sırtından zengin olmak, arsa, tarla,
 ihale, yatırım adı altında oraya buraya sahip olmaya
 kalkmak, insanların barınma ihtiyaçlarını kullanarak 30
 yıl vadeyle ev taksidine bağlamak, sonra bir gecede kiriz
 çıkarıp hepsini geri almak, sıcak para adı altında
 ülkeyle para sokup insanları iliklerine kadar faizle
 sömürmek, yılda 56 milyar dolar faiz hortumu ile
 insanların kanını emmek… Bunların hepsi “fesat çıkarmak”
 olup Firavun-Karun ikilisinin banka-borsa-tahvil üç kağıt
 fasadına denir. Kur’an’da fesat sanıldığının aksine sahip
 olmak (mülk) yani ele geçirmek ile ilgilidir…
 Halkını sınıflara ayırır, yaşatır, öldürür, zebun eder
 işte böyle yürütür mülkünü Firavun.
 ***
 Firavun bunları yaparken hep dini diyaneti kullanır.
 [Firavun, ‘Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir
 ilâhınız olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân! Benim için bir
 ateş yakıp tuğla pişir de bana bir kule yap! Belki
 Mûsâ’nın ilâhına çıkar bakarım (!)] (Kasas; 38)
 Görüldüğü gibi Firavun kendine “ilah” diyor. Sahip olduğu
 mülk (bahçe, pınar, servet, makam) ile büyüklük taslıyor
 ve yıkılmaz bir güce sahip olduğunu düşünüyor.
 Demek ki, esasında, Kur’an’ın “ilah” dediği gökte uyduruk
 tanrılar veya yerde cansız, tahtadan taştan putlar
 değildir. Kur’an’ın “ilah” dediği mülkü ele geçirmiş,
 kenz ve temerküz sahibi içimizden birileri yani
 insanlardır.
 Bunlar mülkü (bahçe, pınar, servet, makam) ele geçirir,
 kenz ve temerküz eder, tabiatı icabı da hegemonyaya
 (tuğyan) yönelirler. Bununla halkı ezer, sınıflara
 ayırır, oğullarını boğazlar, kadınlarını sağ bırakır ve
 fasat çıkarırlar. İşte buna Kur’an ilahlaşmak diyor.
 Bu noktada “Lailahe illallah” (Allah’tan başka ilah
 yoktur) ne demek anlaşılıyor olmalı…
 Sonra Firavun, Hâmân (din adamı) ile de halka kumpas
 kurar. Ondan Musa’nın itiraz ve isyanı karşısında halkı
 afyonlayacağı bir uyuşturucu ister. “Bana ateş yak, tuğla
 pişir, kule yap” der. Bununla Musa’nın tanrısına
 çıkacaktır. Yani Musa’nın tanrısından aldığı şeylerin bir
 benzerini getirecektir. Ancak bir farkla ki onda
 Tanrı’nın Firavun’un yanında olduğu, Firavun’a (ulu’l-
 emre) itaatin farz olduğu, Musa’nın isyankar, ihtilalci
 ve servet düşmanı olduğu yazılı olacaktır. Çünkü Musa’ya
 karşı koymanın en etkili yolu onun konuştuğu kaynaktan
 (Allah, din) konuşmaktır. Hâmân’ın ateş yakması, tuğla
 pişirmesi ve kule yapması bu demektir…
 Din adamına fetvayı verdirtir, halkı işte böyle uyuşturur
 Firavun.
 ***
 Firavun muti kullarına bol rızık dağıtır, ödül verir.
 [Sihirbazlar Firavun’a geldi ve ‘Eğer yenersek ödül var
 mı?” dediler. Firavun, “Evet, en yakınlarımdan
 olacaksınız.’ dedi.] (Araf; 113-114)
 Görüldüğü gibi Firavun “sihirbazları” ile de halka kumpas
 kurar.
 Sihirbazlarına (göz boyacılarına, yandaşlarına,
 şaklabalanlarına) muhalefete karşı başarılı olurlarsa
 ödül vadeder. Bu ödül ise onları en yakınlarından
 yapmaktır. Yani yükselmeleri, kariyer yapmaları, iyi para
 kazanmaları, yönetimin gözdesi haline gelmeleri, en iyi
 makamlara yükselmeleri, birinci halka içinde yer
 almaları, majestelerinin uçağına binebilmeleri vs.dir.
 Bunun karşılığı olarak iyi göz boyamaları, yeni numaralar
 icat etmeleri, toz pempe tablolar çizmeleri, her şeyi iyi
 gidiyor göstermeleri, muhalefet edene iyi vurmaları,
 deşifre etmeleri, andıçlamaları, çok iyi teoriler
 yazmaları, kalemlerini, köşelerini, ekranlarını çok iyi
 kullanmaları yani asalarını yılana çevirebilme başarısını
 çok iyi göstermeleri gerekir.
 Sihirbazına tasmayı takar, işte böyle kendisi için
 havlatır Firavun.
 ***
 Firavun için önemli olan bir şeyin yapılması değil;
 yapılırken “kendisinden izin alınması”dır.
 [Firavun dedi ki: ‘Ben size izin vermeden ona iman
 ettiniz ha! Bu açıkça, kendi ülkemde halkı benden
 koparmak için kurulmuş bir tuzaktır. Göreceksiniz!]
 (Araf; 123).
 Görüldüğü gibi Firavun otoriter olduğu gibi totaliterdir
 de. Her şey için ondan izin alınmalıdır. Kuşlar bile
 uçarken ondan izin almalıdır. Memlekete komünizm lazımsa
 onu da o getirecektir. Ondan habersiz bir şey düşünmeye,
 bir karar almaya, bir eylem planlamaya gerek yoktur. Her
 şeyi zamanı geldiğinde o düşenecek ve yapacaktır. Bize
 düşen dinlemek, itaat etmek, gözlerimizi Firavun’dan
 ayırmadan, o ne yöne esiyorsa o yönde hizalanmaktır.
 Zatını aleme çok lazım sanır, işte böyle herkesi kör,
 sağır ve dilsiz eder Firavun.
 ***
 Ve gün olur asra bedel bir “uyarıcı, elçi” Firavun’un
 karşısına dikilir. Firavun ve âvanesinin ithamları
 sıradan mı sıradan, klasik mi klasiktir:
 [Firavun dedi: ‘Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp
 aramızda büyütmedik mi? (Şuara; 18)… Firavun’un kavminden
 zenginlikten şımarmış ileri gelenler dedi ki: ‘Bu adam
 usta bir sihirbazdır. Sizi yerinizden çıkarmak istiyor.
 (Araf; 109-110)… Firavun ‘Bu size gönderilen elçiniz
 mecnundur” dedi] (Şuara; 27)… Bu iki sihirbaz,
 sihirleriyle sizi yerinizden etmek ve rejiminizi yıkmak
 istiyor.] (Taha; 63).
 İtiraz, isyan ve uyarı önce görmemezlikten gelinir. (Musa
 Mısır’a geldiğinde iki yıl saraydan randevu
 verilmemişti). Derin bir sessizlik ve kale almama
 pozlarına bürünülür…
 Sonra başa kakma, ardından alay…
 Ve ithamlar başlar: Sihirbaz, mecnun, yalancı…
 “Sihirbaz” yalanları ortaya çıkaran, sahtekarlığı deşifre
 eden manasındadır. Elçilerin sihirbazlıkla suçlanması,
 şapkadan tavşan çıkardıkları için değildir. Firavun ve
 kavmin zenginlikten şımarmış ileri gelenleri (mele-i-
 mütref), halkın “kendilerinden izin almadan” nasıl olup
 da bu “saçma sapan” sözlere rağbet ettiğini anlayamaz ve
 büyülenmiş/kandırılmış görürler. Kurdukları yalan dolan
 düzenini deşifre ettikleri, sahtekarlıklarını ortaya
 döktükleri için de elçileri sihirbazlıkla suçlarlar.
 “Mecnun” ise delice sözler söyleyen, aklı başında
 konuşmayan, “reel-politiğe” uygun olmayan, akıntıya kürek
 çeken, uygulanabilirliği olmayan laflar edip duran,
 Firavunu kızdıracak, majestelerini rahatsız edecek sözler
 eden manasındadır.
 Ayette geçen “Yerinizden sizi çıkarırlar/çıkaracaklar”
 (yuhricâkum min arzıkum) tabiri “Sizi koltuğunuzdan
 edecekler, iktidarınızı elinizden alacaklar, buralardan
 sürüp çıkaracaklar, devirecekler” manasına geliyor. Keza
 “Örnek/üstün yolunuzu giderirler/giderecekler” (yezhebâ
 bitarîgatikumu’l-müslâ) tabiri de “Kurduğunuz herkese
 örnek ve üstün yolunuzu/sisteminizi/rejiminizi
 giderecekler, yıkıp çökertecekler” manasındadır. “Müsla”
 kelimesi örnek, üstün, ideal anlamına geliyor. Put,
 heykel (temâsil) kelimesi de bu köktenden. Bu durumda
 “Putlarınızı yıkacaklar, heykellerinizi devirecekler”
 manasını da zımnen içerir…
 İtirazı hiç sevmez, muhalefetten nefret eder, isyan
 karşısında panikler ve işte böyle itham eder Firavun.
 ***
 Tanıyın bunları.
 Dinî, millî, ilmî, siyasî, iktisadî ve ictimaî “kenz” ve
 “temerküzün” olduğu yerde görülür.
 Yeri, zamanı, mekanı, dini, mezhebi, ırkı, milliyeti
 yoktur.
 Kitab’ın en güncel, en yaşayan karakterlerinden
 birisidir.
 Kur’an’da tam 74 kez geçer.
 
 R.İhsan ELİAÇIK
 |