Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20. July 2013, 09:14 AM   #4
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
575 Mesajina 960 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Eh be Merdem!

Nihayet. Önünde sonunda dört dörtlük bir yazı bulmuşsun.

Bu konunun 2. sahifesinde orucun bir aylık müddet içinde bir öğün eksik yiyip de bu öğün bedelinin muhtaçlara verilmesi diye yapılan tarifine biraz da sert bir uslupla karşı çıkmıştım. Çünkü Allah adil bir paylaşımla kimsenin aç kalmayacağını bildirmiş dolayısı ile itidali-kavamı önermiş ve infak kurallarını koymuştur. Bu kurallara uyulduğunda bir öğün oruç tutulup bunun bedelinin muhtaçlara dağıtılması aldatmacadan, ağıza bal çalmaktan başka bir şey değildir... İnfak kurallarına aykırılıktır, dine yeni kural koymaktır.
Oruçtan maksat ayette belirtildiği gibi TAKVA sahibi olmaktır.

Nedir Takva? Hakkı Yılmaz'dan okuyalım:"TAKVA (cennetin bedeli) (Allah korkusu) (haşyetüllah) (eğitimde korku) 19.02.2006
TAKVÂ


"التقوى Takvâ'nın sözcük anlamı:

‘Takvâ' sözcüğünün aslı, ‘وقاية vikâye', ‘ توقيةtevkiye', ‘ وقاءة vikâe ' köklerinden türemiş olan " وقيvekâ' fiilidir.
Bu fiilin sözlük anlamı, ‘Bir şeyi korumak, himaye etmek. zarar vericek şeylerden çekinmek, bir şeyi başka bir şeyle bir tehlikeye karşı korumaya almak' demektir. Öz olarak ifade edersek, ‘zararlı şey ile kendi arasına bir engel koymak' tır.

Bunun Kur'ân'daki örnekleri:

İnsan suresi âyet 10, 11:

"Evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız.
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur (فوقاهم fevegâhüm); onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, ..."
Tahrim suresi âyet 6:

"Ey mü'minler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir Ateş'ten koruyun (قوا Gû). ......"

Teğâbün suresi âyet 16:

"Gücünüz yettiğince Allah'tan sakının ( اتقوا ittegû) ve buyruklarını dinleyin, boyun eğin; mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak bağışlayın. Kim, benliğinin açgözlülüğünden korunursa ( يوق Yûga) işte, başarıya ulaşanlar, ancak onlardır."



‘Vekâ' fiilinin mezidatından olan ‘اتّقاء ittikâ' ise sözlükte; ‘Korumayı kabul etmek' demektir. Başka bir ifadeyle: Acı ve zarar verecek şeyden sakınıp kendini korumaya almak, sakınmak demektir. Biz bu ifadeyi kısaca "sakınmak" olarak ifade edeceğiz.
Kur'ân'dan örnekler:

Haşr suresi âyet 18, 19 :

Ey inananlar! Allah'tan sakının ( اتّقوا ittegû); herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Ve Allah'tan sakının ( اتقوا ittegû). Evet, Allah, işlediklerinizden haberdardır.
Ve Allah'ı unutan kimseler gibi olmayın: Allah, onları kendilerine unutturur. İşte onlar, yoldan çıkmış kimselerdir."


Âl-i Imran suresi âyet 131:

"Ve inkarcılar için hazırlanmış Ateş'ten sakının (اتقوا ittegû)."
Bakara suresi âyet 24:

"Sonra, eğer bunu yapamazsanız -ki asla yapamayacaksınız,- öyleyse inkarcılar için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan Ateş'ten sakının (اتقوا ittegû)."


Ve daha bir çok âyette bu ifadeyi görürüz.

‘Takvâ' sözcüğü, ittikâ' sözcüğünün ismidir. Sözlük anlamı olarak, "kuvvetli himayeye girmek, korunmak, kendisini koruma altına almak" demektir.
متّقى Mütteki' sözcüğü ise, ittikâ eden, takvâ sahibi olan, takvalı davranan, koruma altına giren kimse" demektir. Çoğulu ‘ متّقون müttekûn'olarak gelir. Cümledeki yerine göre (mensup veya mecrur olduğu durumlarda) " متّقين müttekîn" şeklini de alır.



Kavram olarak takvâ:

Kur'ân'ı kerimde yer alan ‘takvâ' ve ‘ittikâ' sözcükleri incelendiğinde, bu sözcüklerin tümünün sözlük anlamına yakın manalarda kullanıldığını ve sözlük anlamı ekseninde kavramlaştığını görürüz.

Takvâ sözcüğü tamamen korkmak anlamında değildir. ‘Takvâ' sözcüğünün anlamında ‘korku' ve ‘korkmak' unsurları da olmasına rağmen, ‘takvâ' tek başına korku olayı değildir. Tamamen korku olmadığı gibi korku anlamından tamamen uzak da değildir. Ki bunu "kişinin, kendini korktuğu şeylerden koruması" olarak ifade edebiliriz. Arapça'da korku ve korkmak anlamı ‘ خوف havf', حزر hazer', ‘ خشية haşyet', ‘ اشفاق işfâk', ‘ رهبة rehbet', ve ‘ وجل vecel' gibi sözcüklerle ifade edilir. Bu sözcükler tefsir ve meallerde eşanlamlı sözcükler olarak ele alınsa da aslında birbirinden anlamca farklıdırlar. Bu incelik ayırt edilmediğinden bu konuda çok hata yapılmaktadır. Bir çok meal ve tefsir takvâ ve ittikâ sözcüklerini sadece "korkmak" anlamıyla açıklamıştır. Halbuki korku anlamına olan haşyet ile ittikâ bir âyeti celilede ayrı sözcüklerle ifade edilmiştir.

Nur suresi âyet 52:

"Ve kim Allah'a ve Elçi'sine boyun eğer, Allah'tan korkar ( يخشى الله yehşallaâhe) ve ondan sakınırsa ( و يتقه ve yetteghi), işte başarıya ulaşanlar, onlardır."

İnsan suresi âyet 10, 11:

"Evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız ( انا نخاف من ربنا İnnâ nehâfü min rabbina).
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur ( فوقاهم fevegâhüm); onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, ..."

İnsanın fıtratında korku ve ümit duyguları vardır. İnsan, bazı şeyler karşısında aciz kalır, ondan korkar ve sığınılacak bir kucak arar. Bu korku ve ümit çizgisi, onun çalışmalarına ve hayatına yön verir. Bu duygular onu hayata bağlar.
Kur'ân, insandaki bu yaratılışı göz önünde bulundurur. Ondaki bütün lüzumsuz korkuları ayıklar, korkulması gereken yerden korkmayı, ümit edilmesi gereken şeyi ümit etmeyi ona öğretir.
İnsandaki korku hissi iyi yönlendirilmezse veya asıl korkulması gereken makam olan Allah'tan hakkıyla korkulmazsa; insanın hayatındaki denge bozulduğu gibi, bir sürü sahte otoritenin önünde boyun eğmek zorunda kalır. İnsan tarih boyunca böylesine lüzumsuz korkular yüzünden sayısız tanrı edinmiştir. Doğa güçlerinden korkmuş, ateşi, gökleri, karanlıkları ilah edinmiş; Firavunlardan ve diktatörlerden korkmuş, onları ilah edinmiş; açlıktan korkmuş, ekmek ve maaş verenleri ilah edinmiş; yalnızlık ve sahipsizlikten korkmuş, putları veya başka şeyleri ilah edinmiştir. Bu lüzumsuz korkular yüzünden insanoğlu, sığınılacak kucaklar aramış, ancak çoğu zaman, sığındığı kucaklar kendisi için tehlikeli ve zararlı olmuştur.
Kur'ân, insan yaratılışındaki korku ve ümit duygularını yine fıtrata en uygun bir biçimde değerlendiriyor. Bu duyguları kulluk faaliyeti çerçevesinde, insana en faydalı bir şekilde yönlendiriyor. Asıl korkulması gereken makamı gösteriyor.
Takvâ, korku duygusunu içerisine alan bir çekinmenin, bir korunmanın ve bir saygının ahlak ve ibadet olarak gösterilmesidir. İslâm, insandaki bu korku ve ümit duygusunu işleterek, bu duyguların övülen bir sıfat haline gelmesini sağlıyor. Kur'ân, insandaki sıradan korku ve sığınma hissini geliştirerek, kişinin manevi olarak yücelmesinin yolunu açıyor. Evet takvâ duygusu, sıradan bir korku değil, belki yaratılıştaki korkunun düzene konularak, bir korunma ahlakı, bir yücelme faaliyeti, bir sorumluluk bilinci haline getirilmesidir.
En geniş ve kapsamlı koruma Allah'ın korumasıdır. Allah'ın rahmet sıfatı bütün yaratılmışları korur. Ancak insan, kendi isteği ile kendine zarar veren şeylerden Allah'ın korumasını ister, ya da işlediği fiillerin kötü karşılığı hakkında Allah'tan korkar. Buradaki koruma isteği daha çok, yapılan amellerin sonuçlarından dolayı duyulan bir korkudur.
Özetlersek: ‘Takvâ', insanın kendisini Allah'ın koruması altına koyarak ahirette zarar ve acı verecek şeylerden sakınması, ya da günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılmasıdır.
‘Takvâ'nın bir çok tanımı yapılmaktadır. Bu çeşitli tanımlar arasında bir çelişki yoktur. Hepsi de aynı anlamı değişik kelime ve ifadelerle anlatmaktadır.
Söz gelimi ‘takvâ'yı, ‘Allah'ın emrettiklerini yapmak, yasaklarından kaçmak' diye tarif edenler olduğu gibi; ‘yapılması günah olanı yapmaktan, terk edilmesi günah olanı terk etmemekten çekinmektir.', ‘Allah'ın cezalandırmasından korkarak, O'nun verdiği bir nur ile O'na itaat etmektir', ‘Allah'ın dışındakileri Allah'a tercih etmektir' şeklinde tanımlayanlar olmuştur.
‘Takvâ'nın türediği ‘veka' fiili ve türevleri Kur'ân'da tam ikiyüzellisekiz yerde geçmektedir. Kur'ân'ın en önemli kavramlarındandır. Takvâ veya ittikâ, kulun, rabbi karşısındaki durumunu en iyi anlatan bir sıfattır. Bir çok âyette insanlara ‘Allah'tan ittikâ edin' denilmektedir. Bir çok peygamber kavimlerini İslâm'a dâvet ederken, ‘Allah'tan ittikâ etmez misiniz? diyerek onları, Allah'tan çekinip O'nun korumasına girmelerini istemişlerdir.
Kur'ân ısrarlı bir şekilde Allah fikrini, yani O'na ait ulûhiyyeti gündeme getirir. Zaten insan için en önemli olay, yaratılışın sebebi, yaratıcının varlığı ve yaratılan insanın bir yaratıcı karşısındaki durumudur. İnsan, öncelikli olarak kendini var edeni tanımak ve O'nun razı olacağı bir hayatı yaşamaktan sorumludur. Hayatın ve nimetlerin sahibi olan Allah, en sonunda bütün insanları ölümle beraber kendisine döndürüyor. Bu bakımdan insan başıboş değildir ve hayatının hesabını vermek üzere ölecektir. Kur'ân, alemlerin Rabbi Allah'ı bütün sıfatlarıyla, O'na ait en üstün yücelik ve makamlar ile tanıtıyor. Sonra da insanın bu yücelik karşısında kendisine çeki düzen vermesini, kendini iyi amellerle korumaya almasını tavsiye ediyor.
İnsan, her halde kendinden yüce gördüğü ve bir makam sahibi kimselerin önünde kötü ve çirkin iş yapmaktan çekinir. Bu çirkin işleri daha çok gizli yapmak ister. Allah'a kuvvetli bir imanla bağlanan kimse; O'nun her yerde kendisini gördüğünü bilen, yaptığı her şeyin kayıt altına alındığının şuurunda olan bir kişi, şüphesiz kendine çeki düzen verir. Allah'ın yüce makamı karşısında çekinir, yaptığı hatalardan dolayı da O'na sığınır.
Demek oluyor ki takvâ, iman ve onun yansımasıdır. İbadet, takvânın kendisi değil, fakat takvâya ileten davranışlardır. İbadet, ilahi emir ve yasakları yerine getirmek, takvâ ise zarar verecek davranışlardan sakınmaktır.
İnsan takvâya yaklaştıkça, "ihsan" derecesine ulaşır. İhsan'ın, Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmek olduğunu biliyoruz. Allah cc. de Muhsinler ile beraberdir.

Nahl suresi âyet 128:

"Evet, Allah, takvâlı davrananlar ve iyilerle birliktedir."

Tevbe suresi âyet 123:

"Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkarcılarla savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Ve bilin ki, evet, Allah, takvâlılarla birliktedir."

Konumuz içerisindeki âyetlerden özetlersek göreceksiniz ki TAKVA:
İman etmek, şirkten uzak durmak, Allah'ı unutmamak, Allah ve Rasülü'ne boyun eğmek, inkarcılarla mücadele etmek, bollukta-darlıkta sahip olunan mallardan bağışta bulunmak, namaz kılmak, zekat vermek, verilmiş sözlerde durmak, sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, anaya-babaya iyi davranmak, hiçbir zaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak, tevbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek, yaptıklarının affını dilemek, öfkeye sahip olmamak, başkalarını bağışlamak, adaletli olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmektir.
Yani kısacası SORUMLULUK SAHİBİ OLMAKtır.
Bu özellikleri taşıyanlara da MÜTTEKİ deriz."

*********************



Ayette, bize yazıldığı gibi eskilere de yazıldığı belirtildiğine göre nedir bu yazılanlar? Bunu Peygamber İşea'dan alıntılayalım:
"Bunu öğrenmek için İşaya peygamberin kitabının 58. Babında, buna ilişkin açıklamalar vardır. Bu Babın 1 ila 8. ayetleri arasında bu konu yer almaktadır. Şöyle ki;

“Yüksek sesle çağır. Esirgeme sesini. Boru gibi yükselt ve Yakup evine SUÇLARINI BİLDİR “

“Hâlbuki her gün beni arıyorlar. Ve yollarını bilmekten hoşlanıyorlar. ADALET ETMİŞ ve Allah’ın hükümlerini bırakmamış bir millet gibi, benden doğru hükümler soruyorlar. Allah’a yaklaşmaktan hoşlanıyorlar “

“Niçin oruç tuttukta görmüyorsun, canımızı( nefsimizi) alçalttıkta bilmiyorsun diyorlar”

Dualarının kabul olmama sebebi adalete yeteri kadar önem vermemeleridir. Hakkını tam ödemeden ve insanların rahat bir geçimli olacak miktarın altında ücret ödeyip artık değerlere el koydukları için Maun suresinde açıklanan dua(Salâtın bu anlamına göre namazı anlayan) ile yetinip namazı “dosdoğru” kıldığını zannedenler, İnsanların kendi işlerini görmeleri için onları üretim aracı sahibi yapacak sosyal hukuk devletini ihmal etmişler ki, bol işsiz bulunsun da bizim işyerlerimizde ucuz çalışsınlar diyor. Yani tam bir feodalist, liberalist ve kapitalist ruhlu insanlar. Adalet ve rahmetten uzak bir merasimsel din üzerindeler. Şimdi bu hal üzerinde olan ve başkasının iyiliğini kendisiyle eşit bir düzeyde tutmayan sözde müminlere selam ona İşaya dualarının kabul olmama sebebini adaletsiz ve merhametsizliklerine getirerek şöyle cevaplıyor. Yani Allah’ın vahyedilen bir ayetini onlara okuyor.

“İşte siz orucunuz gününde işiniz peşindesiniz(şahsi işlerinizi kovalıyorsunuz, ferdiyetçi bir toplumsunuz) bütün işçilerinizi sıkıştırırsınız.( haklarını kıst üzere ödememelerine rağmen, verimi arttırmak ve çok kâr etmek için) “

Onlar günlük bildiğimiz orucu da, riyakârlıkla tutuyorlar. Bilinçsiz halk yığınları onları dindar zannetsin de sömürmeleri, istismarları kolay olsun diye. Yani Allah ile aldatan riyakârlardanlar. Çünkü hak dinin içinden Adalet ve Rahmeti çekip aldığınızda geriye riyakârlık kalır. Bunu da ayet şöyle dile getirir.

“İşte siz kavga ve çekişme için ve kötülük yumruğu ile vurmak için oruç tutuyorsunuz (rekabet ve yarışı bırakmadınız, sureti haktan görünmek, göz boyamak için ) bugün öyle oruç tutmuyorsunuz ki, yüksek yere ( Allah katına) sesinizi işittiresiniz.”

Şimdi oruç ehli olmuş içinden mülkleşme şehvetini atarak Mesihleşmenin(Oruç ehli olmak) şartlarını da şöyle sıralar ayet.

“BENİM SEÇTİĞİM ORUÇ, İNSANIN CANINI ALÇALTACIĞI GÜN (nefsinin kibrini ve hevasını kırmak, Kânit olmak, mütevazı olmak…) böyle mi olur. Saz gibi başını iğmek ve altına çul ve kül sermek mi? Buna mı oruç, Rabbe makbul gün diyorsunuz?”

Yaşamınızla kibirliler gibi(Firavun) bir hayat sürüyorsunuz, sayılı günlerde sanki kalben tevazu sahibi gibi çullara bürünmek midir tevazu. Bu günler bitince elinizi sıcak sudan soğuk suya sokmayan, insanları köle gibi çalıştırıp, altınlarla bezenip villalarda oturuyorsunuz… Bu eleştirilerden sonra Allah tıpkı Bakara 177. ve ayetteki Oruç tanımını ve Araf- 157 ayette ki gibi hak dinin sosyo ekonomik amacını ortaya koyuyor ki, takva ve vera sahipleri dünyevilikten böyle korunurlardı.

“KÖTÜLÜK ZİNCİRİNİ AÇMAK, BOYUNDURUK BAĞLARINI ÇÖZMEK, EZİLMİŞ OLANLARI HÜR OLARAK KOYVERMEK (işçi olarak sıkıştırıp çalıştırmak değil, onları iş sahibi yapmak) VE HER BOYUNDURUĞU KIRMAK. BENİM SEÇTİĞİM ORUÇ BU DEĞİL Mİ? “

“KENDİ EKMEĞİNİ (ihtiyaç içinde iken, dolup taşıp meleleşmeden iysar yapmak) AÇ OLANLA PAYLAŞMAK( zengin olup vardan değil, ancak kendine yetecek kadarken bölüp vermek) YURTSUZ DÜŞKÜNLERİ KENDİ EVİNE GETİRMEK ( yolcu ve yolda kalmışlar) VE ÇIPLAĞI GÖRÜNCE ÜSTÜNÜ ÖRTMEK VE KENDİ ETİNDEN OLANDAN (âdemoğlundan insan cinsinden) KAÇINMAMAK DEĞİLMİ?

İşte böyle yap, Adil ve Rahim ol, bak duan nasıl kabul olur diyor Allah. Yani bunları yapmadan, mescide gelmen ve sinagogda rutin ibadetini yapmak, camide dua anlamındaki namazı kılmak, kilisede dua edip ayin yapmak belli günlerde alışılmış sayılı günlerde ki orucu değildir makbul olan ibadet diyor. Önce Muhsin bir adam ol, başkalarını da kendini sevdiğin kadar sev, kendin patron, onlar ücretli işçi olur şey midir? İmanın şartı olarak hani kendin kadar sevecektin? Sen işçi ol da, o patron olsun bunu sen kabul edebiliyor musun? Böyle sevgi mi olur? Yukarıdakileri Salih amellerin arasına koy ve aksatmadan bir ömür boyu yap, o zaman mescide gel ve bak gör, diyor. Yarayı üstten pansuman niteliğindedir senin bu ayda biraz cömertleşmen diyor aşağıda, yaranın üstten iyi olması geçici tedbir, onun et sürerek yaranın kapanması ise yapılması gereken köklü değişimdir. Hani Erbakan hoca “Pansuman tedbir “ der di ya, işte şimdi Müslüman geçinenin yaptığı iki buçuk zekât, iftar yemeği kömür vererek seçim yatırımları var ya, işte Allah bunları oruç ehli saymaz. Çünkü bu dalalete sapan eski ümmetlerin hileli dini amel tavırlarıdır. Herkesin istisnasız ve rahatça maişetini sağlayacağı iş sahibi yapılması, iş sahibi yapılamayanlara da iş sahibi yaptıklarınla eşit maişet vermendir asıl Muhsin yönetim. İşte bu Bakara–219/2 ayetin emri olan artanla herkesin insan gibi infak emrine uymak. Allah ve şöyle diyor;

“O zaman ışığın tan gibi doğar, yaran çabuk et sürer. Ve senin önünde kendi salahın yürür. Rabbin izzeti dindarın olur. O zaman imdada çağıracaksın ve Rabb cevap verecek. Feryat edeceksin, işte ben buradayım diyecek.”

Ve yine ihsan etmekle ilgili tembihat yapılıyor;

“Eğer boyunduruğu ( başkasının emeğini sömürmeyi) parmak uzatmayı ve fesat söylemeyi ortanızdan kaldırırsan ve canın çektiği şeyi aç olana verirsen( İysar yaparsan veya çok arzu ettiğini, öyle eskisini bayatını sıradan olanını değil, iştah kabartanını) ve alçaltılmış canı (hakir görülenleri) doyurursan, (onları kendini besler ve ayakta durur hale getirirsen) o zaman karanlık içinde ışığın doğacak, koyu KARANLIĞIN ÖĞLE VAKTİ GİBİ OLACAK…”

Sen böyle yapınca, o eski harabeler, yani eski muttakilerin yaşam biçimleri tekrar gündeme gelecek, gerçek mescitler, manastırlar, havralar tam manası ile orijinal şekline ve işlevine bürünecek. Böylece toplumdan gedikler (imtiyazlar) kalkacak, insanlar arası ekonomik farklılık ortadan kalkacak(Bkz. Nahl–71). Nifak kalmayacak ve çukurlar herkesin maişetini kazanması ile bütün yer çukursuz olacak. Bu infaktır. Tam bir infak olmayan yerde nifak vardır. O toplum münafıktır. Eğer böyle yaparsan sana münafık ve ikiyüzlü denmeyecek(Bkz. Maun suresi). Şöyle denecek. Bab 58 Ayet 12 de şöyle denilir,

“Ve senden çıkacak olan eski harabeleri bina edecekler ; çok nesillerin temellerini dikeceksin.,. VE SANA GEDİK KAPATAN MEMLEKETTE OTURULSUN DİYE YOLLARI ESKİ HALİNE KOYAN DENİLECEK “

Kudüs'ü, Mekke’yi ve benzeri kurumları ziyaret yeri değil, oraları devamlı oturulan ve Takva üzere yaşanan yerler haline çevirip, eski sosyo ekonomik işlevini kazandıracaksın...... deniliyor. Kutsal topraklar uyutmacası'ndan dönüp, kutsal olanın ise, yaşam biçimi ve sistemleşme olduğunu izhar edeceksin diyor. Din edebiyatında buna “eskilerin iyi işleri” denilir(Bkz.Meâsır)

Kanımca İşaya peygamberden yapılan alıntı ile yeteri kadar bilgi edinilmiştir. İnsanların fıska karşı meyilleri ve Adaletten, Merhametten uzaklaştıklarını gördük. Hak din sosyo ekonomi politiğin de nasıl bir sapma ve tersine çevirmenin oluştuğunu izleyerek gördük.Hele, İşaya’nın Oruç tanımlaması eşsiz bir değerde ve Kuran hakikati ile bire bir örtüşmektedir.. Ne yazık ki, İsrail oğullarının yalancı öğütçü aradıkları gibi, diğer kitap ehli milletler de öyle yaptılar. İçinden gerçek şeraiti( sosyo ekonomi politiği) çıkartılıp, adeta posası kalan sözde dinler halen yürürlüktedir.



Ahdi-Atiyk(tevrat) külliyatından İşaya ve Yeramya çıkartıldıktan sonra, geriye pek dişe dokunur şeyler kalmaz. İsterdim ki, İşaya kitabının doyurucu Hakk din iman ve şeraiti konusunda ciltler dolusu şerh ve yorum yapmayı. Ama sadece oruç konusundaki doğru tanımı, onun Birr olarak tanımlaması her şeyi anlatmaya yeter. Birr’in Hak şeriatın ta kendisi olduğu, salih amel ve takvaya dayalı dinin (Hakk dinin) mihenk taşı olduğu yolundaki doğru beyanı, aklı başında her insan için yeter de artar bile.

Selam ona İşaya, Allah’a iman ve Allah’tan emin olmanın dışa yansımasını ister. Bu yansıma ise, onun sözlerinin tutulmasıyla görünür hale gelir. İman’ın yerleştiğinin göstergesinin dua ve ayin cinsinden yapılan ve kısaca anma diyebileceğimiz şekli hürmet göstermenin kâfi olmadığını, Adalet ve rahmeti yaşam biçimi yaparak, onun şeraitinin kişide görünür hale gelmesini ölçü alır. Doğrusu da budur. Özü sözü bir olanlar ve ahdine vefalı olanlar da bunlardır(Bkz. Bakara–177). Somut misal verirsek şöyledir. Bir İnsanın çokça Kiliseye, sinagoga, camiye giderek, merasim, ayin, dua yapmasını değil, onun güzel ahlakın bütün unsurlarını yaşamına yansıtmasını ölçü alır. Çünkü Şeriat budur. Allah güzeldir güzeli sever. Allah güzel ahlaklıdır. Güzel ahlaklıları sever. Güzel ahlak ise, Birr kavramında toplanmıştır. İnsanın, Allah Ahlakı ile Ahlaklanmasıdır. Allah’a hürmette samimiyet ve riyakâr olmamak da budur. Şeriat olarak Allah bunu göndermiştir. Allah dille övülmeye muhtaç değildir. Çok daha önemli olan, Allah’la övünmektir. Onun göstergesi de, temeli Adalet ve rahmet olan erdemli işlerdir. Onun vahyini adalet ve rahmete aykırı yorumlamaktan şiddetle kaçınmaktır Allah ile övünmek. Buna Salih amel denilir. Bu, insana, önceki hatalı değerleri ölçü yapıldığında, bir külfet gibi gelse de, yeni ahlak ve şeriat ölçülerine göre mutluluk olarak algılanmaktadır. Çünkü adalet ve doğruluğu şiar edinmiş birisi Allah emirlerinin adalet, Rahmet ve “SELAM” olduğunu idrak edince sevgisi kat kat artar. Bunu selam ona Davut mezmurlarında da görürüz.. Sevgiye dayalı makbul iman da budur.

Allah’a teslim olup, onun ölçülerine göre yaşamak ve bu Hakk yola teslim olmak ve onunla mesrur olmak, Allah ve onun emirlerinden mutmain olmaktır. Bu, imanın en üst düzeyidir. İnsan Allah’tan razı, Allah insandan razı. İşaya bunu otaya koymakta ve gelenekçilerin, ne imanın da, ne de amelinde bu hallerin dışa yansımamasından, bu güzel ahlaktan nasipleri olmayışından, adaletin ta kendisi olan Allah şeriatını umursamamaktan yakınmaktadır. Yani derdi, riyakârlardan, münafıklardandır. Buna karşı olan, tabi ki fasıklara da karşıdır. Ama münafıklık Fasıklıktan kötüdür. Çünkü fasık, insanların eğri yolunu “doğru budur, Hak budur” diyerek çarpıtmaz. İnsanlar hakkı adaleti aramaya devam ederler. Ama riyakâr ve münafık, salah budur der. İnsan da bunun Allah yolu olduğunu zanneder. Oysa onu insan ağzı söylemiş, insan yolu yapmıştır.

İşaya'nın ,şirkten ve açık put tapımından çokça bahsetmemesini,o zamanda bunların az da olsa olmadığına kimse yormasın. Elbette ki vardı. Nefsini İlah yapan her insan, açık veya gizli puta tapmaktadır. İşaya ise, gizli putperestler olan kibirliler le uğraşmaktadır. Tabi ki, bunların fikrî alt yapısını yanlış olarak dolduran sahte peygamberler de vardır. Çünkü, mülkleşmek ve biriktirerek infak etmemek, bir gizli putperestliktir. Tamahkarlığın putperestlik olduğunu Yakup mektuplarında da görürüz. Nefsini İlahlaştırmak açısından da bir şirktir. Kendisini aziz yapmak istemektedir.

İşaya'nın kitabı, Allah’la övünmek, onunla mutmain olmak ve onun hak şeriatından son derece memnun olarak Allah’a teslim olmayı, SİLM içinde yaşamayı külfet değil, nimet bilip onunla sevinmeyi çok veciz sözle ortaya koyarken, şeksiz, şüphesiz, şartsız koşulsuz kendisini Allah’ın emin ellerine bırakmak anlamına gelen İslam’la sevinmeyi ayetle ortaya koyar. Böylece Yeru-Silim kavramını da, bizim etimolojik analizle ortaya koyduğumuz güzellik ve berraklıkla ortaya koyar. Bunu, gerçek oruç açıklanırken 58. Bab ta geçen 14. ayeti hatırlatarak verelim ki, insicam devam etsin. Sözümüzü 65. Babın 18. ayeti ile bitirelim. Önce bu ayet;

“O zaman zevkini Rabb’de bulursun…”

Şimdi Bab 65 ve ayet 18;

“Ancak yaratmakta olduğumla MESRUR olacaksınız. Ve ebediyen sevinçle coşacaksınız. Ben sevinç olarak Yeruşilim(Yeru-Silim) ve meserret olarak onun kavmini yaratacağım “

Bu ise Maide–54 ayette bahsedilen özü sözü bir gerçek müminlerdir ki, Enbiya–105 de ve Kasas–5 ayette Allah vadi olan sınıfsız ve mutlak eşitlikçi toplumdur. Bu münafıkların son kuşağı inşallah yakında sona erecek, Allah ile aldatıp tâğutu hakem yapmaya kadar vardıran ikiyüzlülerin sonu inşallah bu asır çıkmadan gelir. Biz de beraberce bunu bekleyelim.


Bunun neticesi olarak: ORUÇLU OLMAK VE ORUCU İDRAK ETMENİN ÖNEMİ:

Oruçlu olma durumuna genel olarak perhiz yapmak diyerek tefekküre başlayalım. Sonra amaç ve ibadet açısından bu perhizin biraz tekamül etmiş şekli olan bedenin ve nefsin aç bırakılması pratiğinin yapıldığı Savm tipi olan rutin Müslüman orucu gelmektedir sırada. Benlik ve bencilliğin terki yolunda iyi ahlak kazanmaya yöneliktir. Sonra oruç(savm) kavram ve kumrunu tam idrak ederek oruçlu olmayı hak şeraite(sosyo ekonomi politiğe) minhac(yol,yordam) olarak yansıtarak yaşama kemal safhası gelir son sırada. Bir imsi de Mesih olan bu oruçlu olma hali zühd, takva ve verânın birey düzeyinden yükseltilerek, toplumculuk ve pozitif zühd olan başta devletçilik ve salavat(Havra) samimi dostluk ve muttakiler kollektivizmine kadar yükseltilerek ideal olana varmak ve bu tür Salât ve bu tür oruca sabretmektir.. Demek ki, bedeni aç bırakmak şeklinde yerine getirilen şekline Himyeri perhizi demekteyiz. Beden sağlığı açısından çoğunlukla yerine getirilen ibadet, Allah rızası gibi niyetleri pek içerdiği söylenemeyen amacı ve aracı başka olan bedeni zayıflatmak oruç tipi hak dinle çok da alakası olmayan diyet türüdür. Ortak noktalırı ise harareti düşürmektir. En basiti olan Himyeri perhizi vücuda giren kalori miktarını düşürerek harareti(Ramadan) düşürmektir. Bunun dahi faydasız bir şey olduğu söylenemez. Çünkü Resul ve Nebilerin oburlar gibi yiyip içmediğini, yemekten doymadan kalktıkları biliriz. Az yemenin nefsi zaptetme açısından faydasız olduğunu kimse söyleyemez. Kaldı ki, harcayabileceği kalorinin üzerinde kalori almak ve bunu faydasız yağlara çevirmek, iliklerini semirtmek israf olduğu için de dinen güzel sayılmayan şeylerdendir. Açlığını giderecek kadar rızka sahip olmayan ve olamayan çok sayıda insan varken, bunlar bilinirken, tıkabasa ve çeşitli nimetlerle şişinceye kadar doymak dini terimiyle gadretmektir(Toplumda geçim sıkıntısı çekenler varken, refah içinde yaşamayı içine sindiren ferdiyetçilik vebası).



Himyeri perhizden sonra sırada gelen ve ibadet amacı taşıyan Müslüman’ın bir ay süresince hem bedenin açlığına hem nefsin hevâsına direnerek kendi tutması pratiğidir. Nitelik ve faydaların binlerce hadisten idrak ettiğimiz bu oruç tipi vasat bir oruç tipidir. Onun tekamülü ise Mesih kavramıyla kısaca ifade edilen, hakiki havra, manastır ve tekke insanının işlerini birleştirmesi, ortaklaşa yaşaması samimi dostlar(Sıdk, sadakat, sıdık…) sistemidir. Bunun en mükemmeli ise mülkte iştirak halinde bulunmaktır. Hararetten tamamen böyle kurtulunur. Hararetle yaşamak Beyt ehli olmayı ret edip, Ebna-ı Ahrar(Farmason) gibi hararet içinde yaşamaktır. Özelleştirmeciler bu yolu seçenlerdir. Bunlar boşuna ramazan orucu tutmasınlar.Yani dalalet yolu olan özelleştirmelerden vazgeçip, milli servetin savm(oruç) kökünden gelen Savm’a (manastır silosu) kamusal mülkiyetinde( Beyt-Ül Mal) birikmesi, kul haklarının zimmetinde tutarak semirmiş özel girişimcileri olmayan, yöneticileri babalar gibi tüyü bitmemiş yetimlerin mallarını satmayan, münafıkların mütedeyyin zannedilmediği hikmetli ve basiretli müminlerinin bulunduğu ideal bir sistemdir. Zaten İdeal oruç Bakara suresinin onunla ilgili faslının en önemli ayetlerinden birisi olan ve takvanın tanımında yapıldığı Bakara 177. ayettir. Kamil manada Oruç takva üzere yaşamaktır. Bu ayet ise, takvanın toplumculuk sistemlerinde bulunduğunu bize haber verir. Sonra Allah peygamberlerinden selam ona İşeya peygamberde orucu böyle tanımlamıştır. Yani ona orucun tanımı bu şekilde vahyedilmiştir. Duaların kabul olmasına vesile olacak oruç tipi özelleştirmelerden dönülüp, devletçiliğin yeniden ihya edilmesi ve hatta onun ötesine geçerek Umru( Manastır: Gerçek umre budur) ve havra iştirak halinde mülke tasarruf etme sistemine dönülerek iki yüzlülerin iktidardan uzaklaştırılmasını akıl edecek kadar imandan nasibi olanların kuracakları İslâm’i ve insani sistemin minhacıdır. Şimdi lafı daha uzatmadan, Bakara suresinde Birr kavram ve kurumuyla özdeş olan oruç tanımını hatırlatalım. Sonra Eski Ahit peygamberlerinden olan İşeya’nın oruç tanımını hatırlatarak, takdiri inananlara bırakalım. Belki sözümüz fayda verir de gelecek ramazanlarda bu oruçla birlikte bütün hayat boyu oruçlu sayılan toplumcu sistemlerin kurulmasına vesile olur.



“Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır”.(Bakara-174)



“Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!”(Bakara-175)



”O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir”.(Bakara-176)



“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakîler ancak onlardır!”(Bakara-177)



Genel anlamda Mesih anlamına gelen vera içinde bir ömür yaşamak minhacın havra-manastır mescid el Haram üzere olduğu şeklinde hak din sosyo ekonomi politiğinin ezelden beri tebliğ edilen hak yol olduğunu, bunda ihtilafa düşenler ve dalalete sapanlar anti kollektivist yolları tercin ederek atalarının dinine uyduklarını bize haber veren takva, zühd, vera üzere yaşama şeklindeki orucu aşağıda ki ayet vurgular. Ayet zaten korunma, takva yolu olarak bunun hususiyetini belirtir.



“Ey iman edenler! Savm(Oruç) sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”(Bakara-183)



Şimdi tuttuğumuz orucu, yani belli ve belirli günlerde tutulan bu vasat orucu da 184. ayette niteliğini vurgulayarak rabbimiz şöyle belirtir.



“Sayılı günlerde olmak üzere ifa edilen oruca gelence. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa diğer günlerde kaza eder. Savm(Oruç)tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz Oruç( Savm-savma) tutmanız sizin için daha hayırlıdır”.(Bakara-184)



İslam aleminin perişanlığı ve dünyanın adalet ve merhametten uzak bir kaos durumunda bulunmasının sebebini Bakara 174. ayette bize anlatılmıştır. Gerçekten de bunun içeriğini bilen din bilginleri niçin demezler ki, bu orucunuza devam edin. Bakara 184. ayet bunu bırakmamızı değil, devam etmenizi emretmektedir. Ama Bakara 183. ayette bize bildirilen Salât-Salâvat içersinde yaşamanın gerekliği, ulusal değerlerin müşterek savma(silo, Beyt ül mal, müşterek hazine…) orucu mükemmelleştirmenin yolunun ezileni olduğunu açıklamaları gerekir. Bu oruçlu olma hali, sömüreni bulunmayan bir haktanır toplum oluşturmayı hedefleyerek yaşam biçiminin veraya göre oluşmasını ve minhacın bunun üzerine oturtulmasının ezelden beri emredildiğini bakara 183. ayete insanların dikkatini niçin çekmezler. Nitekim, bu tür orucu tutmayanları bakınız neredeyse üç bin yıla yaklaşan bir zaman önce ayet nasıl kınamaktadır. Hangi orucun kâmil mânâda olduğunu ve en makbulü olduğunu İşeya peygambere Allah söyler. O da, gerçeği diğerleri gibi gizlemeden, halkın tehdidinden de kınamasından da korkmayarak ikiyüzlülerin suçlarını yüzlerine vurur.

Şu anlatılanlara göre nedir oruç?

Sonraki yazımda da Bakara 184. ayette geçen "fidye" kavramına değineceğim.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (1. April 2021 Saat 10:45 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
bartsimpson (20. July 2013)