Tekil Mesaj gösterimi
Alt 31. July 2013, 01:38 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.017
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

7. Özal Bunalımı ve Büyük Yozlaşma

1983’te Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’yle Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştır.Bu süreçte bir taraftan tarikat ticaret ve mafya örgütlenmesi tüm hızıyla devam ederken diğer taraftan rüşvet ve adam kayırma zirve yapmıştır.

Bu sırada 80 darbesinin kabuğuna çekilmek zorunda bıraktığı gençlik, Özal’ın “piyasa ekonomisi” ve “sivilleşme” politikalarıyla kabuğundan çıkmıştır. Fakat bir şiddet ve baskı döneminden sonra gelen bu “aşırı özgürlük” Türk gençliğinin yeni kabusu olmuştur.Özal gençliği, “yasaklar”, “günahlar” ve “aşırı özgürlükler” arasında bocalayıp durmuştur.

1985 sonrasında, apolitizasyon, eğitimin gereksizliğine inanma, kısa yoldan köşe dönme Türk gençliğinin yükselen değerleriydi.

Özal gençliği, pop ve arabeskten hoşlanan, futbolla deşarj olan ve varoşlardaki gecekondu kültürüne teslim olan, hatta tespihiyle, saç modeliyle, yeşil kumaş pantolonuyla ve “selamünaleykümüyle” o kültürü idealize eden bir kuşaktı. Bu kuşak, bir taraftan televizyonun da etkisiyle Batıya açık, Batılıya benzemeye çalışan, onun gibi yaşamaya özenen, diğer taraftan da dinci yönlendirmenin ve Türk İslam Sentezci eğitimin kıskacında “dindarlaşmaya” çalışan “karışık kimlikli” bir nesildi. Ne Batılılaşabiliyor ne de gerçek anlamda dindarlaşabiliyordu.Bocalyıp duruyordu.

İşte bu yıllarda<Türk siyaseti de deyim yerindeyse “buz üstünde yürümeye çalışan bir seçmen kitlesinin oylarıyla” şekillenmiştir. Popülist söylemlerin tavan yaptığı, 1983-1993 arasındaki seçmen kitlesi kendisine dinle soslanan, içi boş hayal vaad eden (iki anahtar gibi)partilerin peşine takılmıştır. İşte 80 sonrasında böyle bir seçmen kitlesinin belirlediği iktidarlar,Türkiye’yi bugünkü durumuna getirmiştir.

İşte Recep Tayip Erdoğan ve AKP’yi hazırlayan koşullar bu tarihsel ürecin bir sonucudur.

8. AKP’yi Hazırlayan Koşullar ve Yüzde Kırk Yedinin Sırrı

Türk İslam Sentezi, 1985’lerde Milli Görüş adlı bir yavru dünyaya getirmiştir.Milli Görüş, Türk-İslam Sentezi’ndeki Türk’ü devreden çıkararak sadece İslam’ı ön plana çıkarıyordu. Hareketin tabanında “şeriat devleti” özlemi taşıyanların sayısı çok fazlaydı. Kökleri 1950’lerde Menderes’in DP’sine ve 1970’lerde Erbakan’ın MSP’sine dayanan bu hareket Özallı yıllarda siyasal ve toplumsal örgütlenmesini tamamlamış,tarikat, ticaret ekseninde çok önemli bir güç haline gelmiştir.

Kendisi de bir Nakşibendi olan Özal’ın korumasındaki Nurculuk hareketi (Fethullah Gülen)Türkiye’yi örümcek ağı gibi sarmıştır. Bu sırada bir çok tarikat yurt içine ve yurt dışında örgütlenmesini büyük bir hızla sürdürmüştür. Türkiye’deki tarikat örgütlenmesini güçlü kılan tarikatların aynı zamanda ekonomik olarak da örgütlenmesiydi. Planlı ve programlı bir şekilde yapılan tarikat toplantılarında toplanan bağışlar ve Arap ülkelerinden gelen yardımlarla 90’ların başında finans kurumlarıyla ve bankalarıyla tarikatlar artık bir ekonomik bir güç haline gelmiştir.

Fethullah GÜLEN

80 sonrasında özellikle eğitime el atan tarikatlar, kitap okumayan, sığ kültürlü, apolitik gençliği, kolayca ağlarına düşürmeyi başarmıştı. Okullar,dersaneler ve Kuran Kursları, camiler ve kahvelerde sürekli "menfi din propagandasına" (dikat burada söz konusu olan din propagandası yüce dinimizin gerçek güzelliklerini ortaya koymayı değil, birilerine menfaat sağlamayaı amaçlamaktadır.) maruz kalan 80 kuşağı, yaşadığı kısa süreli bunalımdan sonra “İslamileşmeye” başlamıştır. 90’ların başından itibaren taşradan kente gelen gençler, tarikat evlerinde, tarikat oklarlında ve tarikat yurtlarında ücretsiz ağırlandılar.Gerektiğinde ekonomik olarak desteklendiler ve bu sırada sürekli “şeriat” propagandasına maruz kalarak “rejim düşmanı” olarak yetiştirildiler.

Beyni yıkanan bu genç kuşak 90’larda seçmen niteliği kazanınca kendisin,besleyen, büyüten tarikat ehlini utandırmayacak, önce Erbakan Hoca’nın Refah ve Fazilet Partilerine daha sonra da Erbakan ekolünden gelen Tayip Erdoğan’ın AKP’sine oy vererek bir anlamda borcunu ödeyecekti.

Dolayısıyla, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde AKP’nin nasıl %47 oyaldığını anlamaya çalışırken, her şeyden önce 1938’den sonraki "tarihsel süreci" doğru tahlil etmek gerekir.

Tayyip Erdoğan

Tanınmış bilim insanlarımızdan Prof. Emre Kongar Atatürk sonrasındaki " gaflet, dalalet ve hıyanet sürecinin" en belirgin özelliğinin "çok partili düzen" adı altında oluşturulan "dinci oligarşi" olduğunu ileri sürmekte ve 38′den günüze yaşanan değişimi şöyle özetlemektedir:

"Türkiye’de çok partili rejimin dinci oligarşiye dönüşme süreci kimi zaman birbirini izleyen, kimi zamanda birbirinin içine geçen şu aşamalardan oluşuyor:

- Çoğunluk diktatörlüğü

- Yağma düzeni

- Liderler oligarşisi

- Dışa bağımlılık

- Dinci iktidar

- Dinci oligarşinin kurumlaşması

Bu aşamalar üç dönemde gerçekleşti.

Birinci dönemde çok partili rejim Demokrat Parti’nin iktidarında demokrasiye doğru evrimleşeceğine çoğunluk diktatörlüğüne dönüştü.

Böylece birinci aşamada ortaya çıktı.

Tabii aynı anda yağmacılığın liderler oligarşisinin ve dışa bağımlılığın da tohumları atılıyordu.

İkinci dönemde, 1965′den sonra gelen iktidarlar zamanında rejim hem yağmacılık hem de lider sultası çizgisinde evrimleşti.

Çok partili rejim, artık yağmacı bir ilişkiler yumağına ve liderler oligarşisi düzenine dönüşmüştü.

Bu sırada dışa bağımlılık iyce gelişti. Aynı süreç içinde dinci oligaşinin tohumları da yeşermeye başlamıştı.

Böylece ikinci, üçüncü ve dördüncü aşamalar eş zamanlı olarak gelişti.

Üçüncü dönem 1980 darbesi ile yaşandı. Bu darbe sonucunda iktidara gelen Evren- Özal ikilisi, yağmacı düzeni, liderler oligarşisini ve dışa bağımlılığı iyice kurumlaştırdı. Dinci oligarşinin filizlenen tohumlarını daha da büyüttü.

Dördüncü dönem 2002 seçimleriyle başladı.

Bu dönemde beşinci aşama olan "dinci oligarşinin iktidarı" vucut buldu.

Prof.Dr.Emre KONGAR

Şimdi 22 Temmuz 2007 seçimleri ve 28 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi ile iktidaraki dinci oligarşinin kurumlaşması başladı.

Bundan sonra çok daha hızlı ve açık bir biçimde bu oligarşinin kurumlaşma çabalarına tanık olacağız.

Başta anayasa olmak üzere tüm yasalar, yönetmelikler dnci oligarşinin önünü açacak biçimde değiştirilecek. Tüm hükümet, devlet ve yerel yönetim kadroları dinci cemaat mensupalrı tarafından doldurulacak.

Tabii bu arada yargı ve üniversiteler de ihmal edilmeyecek

Medya buna göre yeniden yapılandrılacak.

Sermaye el değiştircek, iç ve dış kaynaklı dinci sermaye piyaslara egemen olacak.

Toplumsal yaşam da mahalle baskısı ile denetim altına alınacak.Tesettür, haremlik-selamlık ve benzeri uygulamalar yaygınlaşacak.

Tabii zaman içide bu dinci oligarşi kurumlaşmasının diyaelektik tepkileri oluşacak.

Onları da hep birlikte izleyeceğiz. (Emre Kongar, 28 Eylül 2007, Cumhuriyet)"

Geldiğimiz noktada Türkiye, 1938 ve özellikle 1950 sonrasındaki "karşı devrim sürecinin" sancılarını yaşamaktadır. İçte ve dışta Türkiye’nin karşılaştığı tüm problemler "gaflet, dalaet ve hıyanet içinde olanların" yarattıkları bu sürecin meyvelerıdır.

Prof. Dr. Ergun Aybars, bugün bu ülkeyi idare etmeye çalışanların nasıl gaflet, dalalet ve hıyanet içinde bulunduklarını şöyle ifade etmiştir:

“2006 yılında Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nden çok uzaktır.Dış politikada ABD ve AB’ye ipoteklenmiş, ekonomisi ve para politikaları İMF ve Dünya Bankası’na bırakılmş, dıştan büyük bir kuşatma, içte şeriatçı ve bölücü tehdit ile karşı karşıya, rüşvet, yolsuzluk, partizanlık, hastalığı içinde Cumhuriyet’in kazanımları 56 senede adeta terk edilmiş duruma geldi.

Prof. Dr.Ergun AYBARS

AB’nin kapsamında devamlı aşağılanan dış politikamız, Atatürk’ün onurlu,bağımsızlık idealinden çoktan ayrılmıştır. AB Hristiyan partileri, Müslüman Türkiye’yi almayacaklarını açıkça söylerlerken, sosyal demokratların eski başbakan ve bakanları Sevr’i reddetmekle Türkiye’nin hata yaptığını söyleyecek kadar ileri gidebilmektedirler. Hiçbir aday ülkeye uygulanmamış olan yöntemler,Gümrük Birliği anlaşması yanı sıra, varlığımızı tehdit edecek istekleri Türkiye’nin önüne getirtip baskı yaparken buna karşı koyacak bir iktidar bulunamamasının sıkıntısı görülmektedir.

AB sözde Ermeni soykırımını Türkiye’nin kabul etmesini, Kıbrıs’ı terk etmesini,Ege’den vazgeçmesini, Patrikhane’nin Ekümenliği’ni onaylamasını ve Güneydoğu Anadolu’da açıkça söylemeseler bile Kürdistan kurulmasına olanak sağlanmasını,Dicle,Fırat sularının bile kullanımını ele geçirmek istemektedir.

Görülüyor ki AB İstiklal Savaşı’nda Türkiye’ye karşı kullandığı kozları kullanmaktadır. Yunan kartı, Ermeni kartı, Kürt kartı ve İslam Teali’nin yerini alan İslamcı akımlar, işbirlikçi mütareke basını, her isteklerini yerine getiren iktidar, AB’nin Türkiye’ye yönelik parçalama ve sonra hazmetme politikasının araçları olarak görülüyor.

Bütün bu baskıları yapanlar ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışanlar başta ABD olmak üzere AB’nin hemen tüm ülkeleri NATO’da müttefiklerimiz.Ancak NATO’ya olurumuzla katılan Polonya bile hemen parlementosundan soykırım kararı çıkarmıştır.

9 Eylül 1922’de İzmir’de denize dökülüp Lozan’ı imzalattığımız, intikam ortamını yakaladıkları bir ortam bulmuş gözüküyorlar. BOP’la güdülen bir ılımlı İslam yaratılmak istenirken ABD’nin resmi organlarına ait dergide yayınlanmış ve Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde kurulmuş bir Kürdistan gösteren harita Cumhuriyet gazetesinin ön sayfasında yer alıyor.Maalesef bütün bu açık uyarılara rağmen Türkiye’de “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” içinde bir vurdumduymazlık ortamı yaygınlaşıyor.

Sinan MEYDAN
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla