Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
|
Kendilerine Söylenen Sözü Değiştirmeleri:
58- Demiştik ki: "Şu kente girin,oradan dilediğiniz yerde bol bol yeyin; secde ederek kapıdan girin ve "hitta (ya Rabbi, bizi affet)" deyin ki, biz de sizin hatâlarınızı bağışlayalım, biz güzel davrananlara daha fazlasını da veririz. 59- Derken o zalimler, onu, kendilerine söylenenden başka bir sözle değiştirdiler. Biz de yaptıkları kötülüklerden dolayı o zulmedenlerin üzerine gökten bir azâb indirdik. 60- Bir zaman da Mûsâ, kavmi için su (yağmur) istemişti: "Asanla taşa vur," demiştik. Bunun üzerine taştan on iki göze fışkırmıştı. Her bölük,
kendi içecekleri pınarı bilmişti: "Allah'ın rızkından yeyin, için ve yer*yüzünde bozgunculuk yaparak (şuna buna) saldırmayın." (demiştik.) 61-Hani siz demiştiniz ki: "Ey Mûsâ, biz bir yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbi'ne duâ et de bize yerin bitirdiği sebzesinden, acurundan, sa*rımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın." (Mûsâ): "İyi olanı, daha aşağı olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada size istediğiniz var," demişti. Üzerlerine alçaklık ve yoksulluk damgası vuruldu; Allah'ın gazabına uğradılar. Öyle oldu, çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. İsyana dal*dıkları, sınırı aştıkları için bunu hak ettiler. (Bakara: 92/58-61)
58-61: "Karye": küçük, büyük yerleşim merkezine denilir. Kur'ân'da kent anlamında kullanılmıştır. Havuzda toplanan suya kıra " havuzun kendisine mikrât " su kanalına kariyy " konuklara ziyafet vermeğe de kıra denilir.
:60'ncı âyette yine İsrâîloğullarına lütfe*dilen ni'metlere: çölde susuzluk çeken İsrâîloğullarına, Musa'nın mu'cizevî değneğini kayaya vurmasıyla, oniki İsrâîloğlu kabilesinden her birine ayrı ayrı su sağlamak üzere, kayadan oniki gözenin fışkırdığına işaret edil*mektedir.
İsrâîloğulları bu çölde Allah'ın lütfettiği kudret helvası, bıldırcın eti gibi külfetsiz rızıklara, kayalardan fışkıran mu'cizevî sulara rağmen tek tip yiyeceğe dayanamadılar, sebze, acur, soğan, sarmısak, mercimek gibi besinler istediler. Oysa istedikleri, kendilerine lütfedilenin altında olan şeylerdi. Bundan dolayı Hz. Mûsâ onlara: "Siz, daha üstün olanı, daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyle ise şehre inin." dedi.
Gerçi İsrâîloğullarının, orada yedikleri, tek tip gıda idi ama, onda Allah'ın lütfü ve o hayatta Allah'ın feyzi vardı. Onun ma'nevî değeri çok büyüktü. Öteki besinler her yerde bulunabilirdi fakat o İlâhî feyiz ve ni'metler başka yerde bulunamazdı. Elbette tek tip gıda, insana yeterli değildir. Fakat bu gıda bir İlâhî lütuf olarak, külfetsiz veriliyor ve onunla insan ruhuna feyiz ve huzur doluyorsa ondan hayırlı bir rızık olamaz, öylesine geçirilen bir hayattan daha üstün bir hayat bulunamaz. Ama onlar, içinde yaşadıkları bu mutluluğun kadrini bilemediler. İsrâîloğul*larına, gitmeleri emredilen mısr, burada nekire (belirsiz) olduğu için Filistin kentlerinden herhangi bir kent demektir. Meşhur Mısır anlamına gelmez.
Oradan ayrıldılar, fakat saptılar, Allah'ın gazabına uğradılar. Üzer*lerine alçaklık ve meskenet binası kuruldu. Yenilgiye uğradılar, ağır vergiler altında kaldılar. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar, haksız yere peygamberleri öldürüyorlar, isyan ediyorlar, haddi aşıyorlardı. Sınırı aşan, haktan sapan her toplumun uğrayacağı sonuç da yenilgidir, zillettir.
61'nci âyette geçen kıssa kelimesi, bizim Anadolu'da küte dediğimiz hiyar türünden bir sebzedir. [64] Bunu Türkçeye kabak diye çevir*mişlerdir. Halbuki yanlıştır, çünkü kabağın Arapçası "Ca"dır[65] Sanıyorum ki küte kelimesi, Arapça kıssa'mn Türkçe söylenişidir. Genelde buna acur denilir.
Derken o zalimler, onu, kendilerine söylenenden başka bir sözle değiştirdiler. Biz de yaptıkları kötülüklerden dolayı o zulme*denlerin üzerine gökten bir azâb indirdik. (Bakara: 92/59)
Bazı müfessirler, bu âyetten, Hadîs nakli konusunda şu sonucu çıkarıyorlar: İbâdet, dinde aktarılan sözlerin ya kendisiyle veya anla*mıyla yapılır. O sözü başka bir anlam verecek biçimde değiştirmek caiz değildir. Mâlik, Şâfi'î ve Ebû Hanîfe gibi bilginlere göre: hadîsi anlam olarak aktarmak caizdir, bazılarına göre de caiz değildir. Bunun caiz olmadığını söyleyen hadîsçilerden bir grup, hadîsin lafzında bir değişiklik yapmayı caiz görmezler. Hattâ onlar, melodili (melhûn) olarak duydukları sözü yine melhûn olarak öğretmişlerdir. Onlara göre hadîsin sözlerini anlam olarak nakil doğru olmadığı gibi, kelime düzeninde takdim ve te'hîr yapmak veya kelime ilâve etmek veya çıkarmak suretiyle nakil de caiz değildir. Tabii pratikte bunun müm*kün olmadığını bilen bilginlerin çoğunluğu, hadîsi anlam olarak aktar*mayı caiz görmüşlerdir. Bu görüşte olan Kurtubî şöyle diyor:
Sahâbîler, aynı olayı değişik sözlerle aktarmışlardır. Onlara göre önemli olan hadîsin kalıbı değil, anlamıdır. Onlar hadîsleri yinelemeğe ve bunları yazmağa değer vermemişlerdi. Vasile ibn el-Eska: "Biz Allah'ın Elçisi'nin bize söylediği her şeyi size nakletmiş değiliz. Bun*ların anlamı size yeter." demiştir. Katâde 'nin rivayetine göre de Zürâre ibn Evfa şöyle demiştir: " Peygamber (s.a.v.)in birkaç sahâbîsine rastladım, hepsi de bana aynı mânâyı değişik sözlerle anlattılar". Hasan-ı Basrîve Şa'bî,hadîsi anlamıyle naklederlerdi. Hasan: "Anlamı alırsan sana yeter." demiştir. Süfyân-i Sevrî de: "Size, 'hadîsi duyduğum gibi size aktarıyorum' dersem, bana inanmayın. Ben anlamı aktarıyorum" demiştir.
Esasen Allah dahi böyle yapmış, Kitabında geçmişlerin haberle*rini çeşitli yerlerde değişik sözlerle anlatmıştır ama hepsinin anlamı birdir. Ayrıca bu kıssaları, kendi dillerinden (yani Kitâb-ı Mukad*des'teki İbranî dilinden) Arapçaya geçirmiş, te'hîr, ilâve ve noksan ile aktarmıştır. Yabancı sözleri Arapça sözlerle değiştirmek caiz ol*duğuna göre Arapça sözleri de yine Arapça aynı anlamı veren sözlerle değiştirmek de caizdir.
Kurtubî: "Peki ama ilk rivayet eden şahsa, Peygamber'in sözünü kendi sözleriyle değiştirmek caiz olursa, ikinci râvî için de birincinin sözlerini kendi sözleriyle değiştirmek caiz olur. Bu ise hadîsin anla*mının değişmesine, ortadan kalkmasına yol açar. Zira aradaki farklar çok ince ve gizlidir. Fark edilmeyen bu nüanslar, hadîsin anlamının değişmesine yol açmaz mı?" sorusuna: değiştirmenin, ancak aynı anla*mı verecek biçimde yapılabileceği, aksi takdirde caiz olmadığı şeklinde yanıt veriyor." [66]
Gerçekte bu itirazın gayet yerinde olduğu ve mânâ ile aktarılan hadîslerde mânâların, râvîlerin yaşadıkları çağın ve ortamın şartlarına göre biçimlendiği ve o çağın düşünce yapısını yansıttığı gayet açıktır. Bunun binlerce örneği ve kanıtı vardır.
İsrâîloğulları, kendilerine böylesine lütuflarda bulunan Allah'a karşı nankörlük etmişler, Hz. Musa'nın sağlığında dahi altından yapılan bu*zağıya tapınışlardır. Yani içlerini dünyâ tutkusu sarmıştır. [67]
|