Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
|
İsrâîloğullarından Mîsâk Alınması:
3- inanan bir kavim için Mûsâ ile Firavun'un haberlerinden bir parçayı, doğru olarak sana okuyacağız: 4- Firavun, o yerde ululandı (zorbalığa kalktı), halkını çeşitli gruplara böldü. Onlardan bir zümreyi (İsrâîloğullarını) zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınlarını sağ bırakıyordu, çünkü o, bozgunculardan idi. (Kasas: 49/3-4)
63- Bir zaman da sizin sözünüzü almış, üzerinize dağı kaldırmıştık: "Size verdiğimizi kuvvetle tutun, içinde olanı hatırlayın ki (azabımızdan) korunasınız," (demiştik). 64- Ardından yine dönmüştünüz; eğer Allah'ın size iyiliği ve merhameti olmasaydı, elbette ziyana uğrayan*lardan olurdunuz. (Bakara: 92/63-64)
Bu âyetlerde Allah'ın, İsrâîloğullarından söz aldığı ve kendilerine verdiği Kitâb'ı düşünüp uygulamaları için dağı üstlerine kaldırdığı, o durumda buyruklara uyacaklarına söz veren İsrâîloğullarının, daha sonra döndükleri, yine de Allah'ın, acıyarak onları cezalandırmadığı bildiril*mektedir.
Allah'ın, İsrâîloğullarından aldığı ahid, hitâbedilen toplumca bilindiği için izah edilmemiş, sadece adından söz edilmiştir. Hitâbedilen toplum, Hz. Peygamber devrindeki Yahûdîlerdir. Onlar bu olayları kendi Kitâbla-rında okur ve halka anlatırlardı. İşte Kur'ân onları uyanmağa davet için kendi din tarihleriyle ilgili bu olayları ana çizgileriyle kendilerine anım*satmaktadır. Kitâb-ı Mukaddes'te Allah'ın İsrâîloğullarından, peygam*berleri vasıtasıyla çeşitli zamanlarda aldığı söz anlatılmaktadır.
Dağın, kavim üzerine kaldırılması olayına elde bulunan Tevrat'ta rastlayamadım ama Allah'ın Musa'ya bulut direği içinde indiği, bu iniş sırasında orada bulunanların büyük sarsıntılar geçirdikleri çeşitli yerlerde anlatılır. Olay Tevrat'ta, Kur'ân'in işaret ettiği biçimde muhakkak vardı ama zamanla bu parçalar Kitâb'dan düşmüş olabilir. Yahut Hz. Peygamber devrindeki nüsha zamanla kaybolmuştur.
Burada Allah'ın Dağı üstlerine kaldırdığı, A'râf Sûresinde ise Dağın bir gölge gibi üstlerine kaldırıldığı, o kimselerin, dağın üstlerine düşeceğini sandıkları anlatılmaktadır. Allah dilerse bir mu'cize olarak Dağı insanların üstüne kaldırır. Ama Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah'ın yasasında bir değişiklik bulamazsın"[94] buyurulduğu üzere Allah, genel yasasını değiştirmez. Dağı da genel yasası uyarınca bir deprem olayı ile İsrâîloğullarının üstüne kaldırabilir. Dağın eteğinde bulunan insanlar, Dağın üstlerine düşeceğini sanırlar ve bunun, kendi hatâ ve günâhları yüzünden ileri geldiğini anlayarak
Allah'a tevbe edip O'ndan mağfiret dilerler. Nitekim bazı bölgelerde dağ*ların kaydığı, eteğindeki evlerin yıkıldığı, insanların paniğe kapıldığı bilinen olaylardandır. Genellikle halk böyle durumlarda Allah'a yönelir, hatâ ve günâhlarından tevbe ederler. İşte bu âyetlerde, İsrâîloğullarının başına gelmiş böyle bir olay anlatılmaktadır.
Yalnız burada olay, bir mu'cize olarak anlatıldığına göre mutlaka olağan üstü bir tarzda cereyan etmiştir. Birçok olağanüstü şey vardır ki insanlar bunun farkına varmaz, tabii olay deyip geçerler. Gerçeği Allah bilir. Her şeyin bir dış sebebi vardır ama sebepleri yaratan Allah'tır. Bir olayın meydana gelmesini istediği zaman onun sebebini yaratır. Görünürde normal bir olay da olsa o, gerçek mu'cizedir.
63'ncü âyetin sonunda İsrâîloğullarına hitaben: "O Kitâb'da bulunan*ları düşünün ki korunasınız." buyurulmaktadır. Bu cümle üzerinde duran Reşîd Rızâ, şöyle diyor: "Bu cümle, Kur'ân'ı okurken gönülleri, akılları Kur'ân'dan hiç etkilenmeyen, sadece Kur'ân'ın kalıplarına, müziğine önem veren; davranışları Kur'ân'ın getirdiklerine aykırı olan kimselerin aleyhine bir kanıt taşımaktadır." Ve sözlerine kanıt olarak Gazalinin bir örnekle*mesini anıyor:
"Kimi tedebbürsüz (anlamını düşünmeden) çok Kur'ân okumakla aldanır.Fâtiha'nın ve diğer zikirlerin (âyetlerin) harflerini mahreçlerinden çıkarma vesvesesine kapılır. Şeddelere bastırır (ğunneler yapar), dât ile sâd'ın arasını ayırmağa, hasılı bütün namazında harflerin mahreçlerine özen göstermeğe çalışır. Bunun dışında bir amacı yoktur. Kur'ân'ın anla*mını, ondan öğüt almayı, esrarını anlamağa çalışmayı düşünmez. Gurur çeşitlerinin en çirkini budur. Çünkü halk, Kur'ân okurken harfleri mahreç*lerinden çıkarmakla yükümlü değildir. Kur'ân'ı, normal konuşma diliyle okurlar. (Ashâb-ı kiram da konuşma lehçesiyle Kur'ân okurlar, harfleri mahreçlerinden çıkarma gibi bir yapmacığa asla kaç-mazlardı). Bu mağ*rurların durumu, sultanın meclisine bir mektup götürüp orada okumakla görevlendirilen adamın durumuna benzer. Şimdi bu adam, mektubun ama*cını ve meclisin saygınlığını düşünmeden mektubun harflerini güzel çıkar*mağa ve mektubu tekrar tekrar okumağa kalkarsa aklını yitirmiş kabul edip onu deliler hastanesine gönderirler.
Başka bir grup da Kur'ân okumakla aldanmıştır. Öyle sür'atli Kur'ân okurlar ki gündüz ve gecede bir hatim yaparlar. Dillerinden Kur'ân sözleri geçer ama kalbleri başka vadilerde dolaşır. Kur'ân'ın anlamlarını düşün*mezler ki tehdidinden çekinsin, öğütünden öğüt alsınlar. Zannederler ki
Kur'ân'ın indirilmesindeki gaye, gaflet ile hemheme(paldır küldür okuma)-dır. Bunların durumu da bir köleye benzer ki efendisi ona bir mektup yazarak bazı şeyleri yapmasını, bazı şeyleri yapmamasını emretmiştir. Bu köle, mektubun içeriğini anlamağa çalışmaz da sadece sözlerini ezberler ve efendisinin emir ve yasaklarına aykırı gitmeğe devam eder. Ancak ezberlediği mektubu da her gün sesle, nağmeli olarak yüz kere okur. Bu köle cezaya müstahak olur. Çünkü mektuptan maksadın, onun içeriğini uygulamak değil, sözlerini okuyup tekrar etmek olduğunu zannederek aldanmıştır. [95]
Allah, İsrâîloğullarına amel ile yerleşecek olan zikri emretmiş ve
ardından da " Tâ ki korunasınız." buyurarak bunun yararını bildirmiştir ki bu yarar da kişinin, ruhunu Allah'tan korunmaya hazırla-masıdır. Çünkü eyleme devam, ruha daima Allah'ı düşünme yeteneğini yerleştirir. Böylece nefis temizlenir, râdıye ve mardıyye olur: "Sonuç korunmanındır. "[96]
83- fî/z İsrâîloğullarından şöyle söz almıştık: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz, anaya-babaya, yakınlara, yetimlere, yok*sullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin!" Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz; hâlâ da yüz çevirip duru*yorsunuz. 84- "Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtları*nızdan çıkar-mayacaksınız?" diye sizden kesin söz almıştık; göre göre bunu kabul etmiştiniz. 85- Ama siz yine birbirinizi öldürüyorsunuz, sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz; onlara karşı günâh ve düşmanlık yapmakta birleşiyorsunuz, onları çıkarmak size yasaklanmış iken (çıkarı*yorsunuz, sonra da) esir olarak geldiklerinde fidyelerini veriyor(kurtarı*yor )sunuz. Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir? Kıyamet gününde de (onlar) azabın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptık-larınızı bilmez değildir. (Bakara: 92/83-85)
92/83-84'ncü âyette Yahûdîlere verilmiş olan on emir ve Hz. Mûsâ aracılığı ile bu buyruklara uyacakları hakkında onlardan alınan kesin söz anlatılmaktadır. Bu buyruklar şunlardır:
1) Allah'tan başkasına tapmayın, 2) Anaya-babaya iyilik edin, 3) Akrabaya iyilik edin, 4) Yetîmlere iyilik edin, 5) Yoksullara iyilik edin, 6) İnsanlara güzel söz söyleyin, 7) Namazı kılın, 8) Zekâtı verin, 9) Birbirinizin kanını dökmeyin, 10) Birbirinizi yurdunuzdan çıkarmayın.
Ana babaya iyilik, Allah'a ibâdetle birlikte anılmıştır. Çünkü insanı yaratan Allah, özenle büyüten, eğitip yetiştiren de ana-babadır. Bundan dolayı Allah hakkından sonra ana-baba hakkı gelir.
"el-Kurbâ": yakınlık anlamında masdardır. Zî'l-kurbâ, yakınlık sahi*bi, yani akraba olan insandır. Akrabaya iyilik de gerek Tevrat'ın, gerek Kur'ân'ın ortak buyruğudur.
"el-Yetâmâ": Yetîm'in çoğuludur. Babası ölmüş çocuğa yetîm deni*lir. Yetîme iyilik de İlâhî Kitâbların ortak emirlerindendir.
"el-Mesâkîn": Miskin'in çoğulu olan mesâkîn, yoksulluğun kendi*lerini hareketsiz bıraktığı, çok fakîr, zavallı kimselerdir. Peygamber (s.a.v.): "Dul ve miskin 'in yardımına koşan kimse, Allah yolunda cihâdeden, sürekli namaz kılan ve hiç ara vermeden oruç tutan gibidir"[97] buyurmuştur.
"İnsanlara güzel söz söylemek" de Tanrısal dinin temel buyruk-larındandır. Çünkü ancak böylece gönüller fethedilir, toplum ilişkileri düzelir. "İnsanın gerek iyilere, gerek kötülere karşı güzel sözlü, güler yüzlü olması; fakat dalkavukluktan, kötünün işlediği günâhlardan razı olma zannını uyandıracak sözler söylemekten kaçınmak gerekir. Yüce Allah, Mûsâ 'ya ve Hârûn 'a: "Firavun 'a yumuşak söz söylemelerini" emret*miştir. [98] Şimdi konuşacak hiç kimse Musa'dan ve Harun'dan üstün olmadığı gibi, hiçbir fâcir de Firavun'dan daha kötü değildir. Allah, fâcirlerin en kötüsü Firavun 'a dahi yumuşak söz söylenmesini emretmiş iken başkalarına nasıl kaba ve katı söz söylenir? Talha ibn Ömer şöyle demiştir: "Atâ'ya dedim ki:
Senin yanına çeşitli arzular taşıyan kimseler gelip toplanıyor. Ben ise sert bir adamım, onlara kaba söz söylüyorum.
Şöyle dedi:
Yapma, yüce Allah, insanlara güzel söz söylemeyi emrediyor. Güzel söz söylenecekler arasına Yahudiler, Hıristiyanlar da dahildir. Böyle iken müslümana karşı kaba konuşmak olur mu? [99]
"Namaz kılmak, zekât vermek" de İlâhî dinlerin ortak buyrukla-rındandır. 92/84-86'ncı âyetlerde Allah'ın, Yahudilerden birbirlerine destek olmaları, birbirlerini öldürmemeleri, birbirlerini yurtlarından sürmeyecek*leri konusunda mîsâk (söz) aldığı, bunu açıkça kabul ettikleri halde yine birbirlerini öldürmeğe ve yurtlarından sürmeğe devam ettikleri; kendi soydaşlarına karşı yabancılarla işbirliği yaparak haram işledikleri belirtil*mekte ve"Siz, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyor*sunuz?" şeklindeki inkâr sorusunun ardından, böyle yapanların dünyâda perişan olacakları gibi âhirettte de azabın en şiddetlisine çarpılacakları; Allah'ın, onların yaptığından gafil olmadığı; âhireti verip dünyâyı almış olan o insanlardan azabın hiç hafifletilmeyeceği ve onlara hiç yardım edilmeyeceği vurgulanmaktadır.
Yesrib Yahûdîlerinden Nadîr Oğullarıyla Kaynuka Oğulları, Hazrec-lilerin; Kurayza Oğulları da Evs kabilesinin müttefiki olmuşlardı. Medi*ne'deki iki Arap kabilesi Evs ile Hazrec arasında zaman zaman, savaşa dönüşen anlaşmazlıklar olurdu. Bu savaşlarda her Yahûdî kabilesi de müttefiki olan Arap kabilesinin yanında savaşa katılırdı. Böylece karşı tarafla birleşmiş olan soydaşlarına karşı savaşır, onları öldürür veya esir alırlardı. Savaş bitip barış yapılacağı zaman her iki taraftaki Yahûdî kabi*leleri, aralarında yardım toplayıp Arap kabilelerine tutsak olan Yahudileri fidye ile kurtarırlardı.
Bu durum da Yahudilerin, kendi aralarında birleşik, dayanışma içinde bir kütle değil, birbirlerinedüşman bir kütle olduğunu gösterir. Yahudiler de bölge Araplarının sosyal karakterine uymuşlardı. Böyle soydaşlarına karşı dövüşüp onları yurtlarından sürgün eden, soydaşlarına karşı yaban*cılarla işbirliği yapan toplumların sonu dünyâda yenilgidir. Bu haram işleri yapanlar âhirette de azabın en çetinine atılırlar. Ahiret karşılığında dünyâyı satın almış olan bu çıkarcı insanların âhiret azabı hafifletilmez ve kendilerine yardım eden de olmaz!
Bir zaman üzerinize Tûr(dağın)ı kaldırıp sizden kesin söz almıştık:
"Size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun, dinleyin!" (demiştik). "Dinledik ve isyan ettik." dediler, tnkârlanyla kalblerine buzağı sevgisi içirildi. De ki: "Eğer inanan kimseler iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor!" (Bakara: 92/93)
Bu âyette de Allah'ın, İsrâîloğullarından mîsak aldığı, Dağı başlarının üstüne kaldırıp "Size verdiklerimi kuvvetle tutun (uygulayın), sözlerimi dinleyin (buyruklarıma itaat edin)" dediği, fakat onların "İşittik, isyan ettik" dedikleri, küfürleri yüzünden kalblerine buzağı sevgisi içirilmiş (içlerine putperestlik sinmiş) bulunan İsrâîloğullarının, itaate söz verdikleri halde sanki "İşittik isyan ettik" demişçesine ters davrandıkları belirtilmekte ve şayet inanıyorlarsa -ki böyle iman olmaz- bu imanlarının, kendilerine ne kötü şeyler emrettiği sorulmaktadır. Yani sor onlara: Bu ne biçim imandır ki sizi kötü yollara yöneltiyor. İmanın iyiye yöneltmesi gerekir, davranışlarıyla sanki Dağın kaldırılması olayına sebebolduklarına işaret edilmektedir.
Bu âyetteki " kalblerine buzağı (sevgisi) içirildi" cümlesi, Kur'ân'ın eşsiz isti'ârelerinden biridir. (işrâb),
bir şeyin başka bir şeye karışması, ya da içirmek anlamına gelir. Âyette, buzağı sevgisinin, suyun bedene karışması gibi tapanlarının gönüllerine akıp canlarının her zerresine karıştığı ifade edilmektedir.
100- Ne zaman bir ahit (andlaşma) yaptılarsa, onlardan bir grup o ahdi bozup atmadı mı? Zaten çokları inanmazlar. 101- Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir elçi gelince, Kitâb verilenlerden bir grup, Allah'ın Kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi, sırtlarının arkasına attılar. (Bakara: 92/100-101) âyetlerinde de İsrâîl-oğullarının verdikleri sözde durmadıkları; Allah tarafından, kendilerine, yanlarında bulunan Kitabı doğrulayan Elçi geldikçe, Elçiye destek olmaları gerekirken, içlerinden bir grupun, bilmiyormuş gibi Allah'ın Kitabının hükümlerini arkalarına atıp o Elçi'ye engel olmağa çalıştığı anlatılmaktadır.
Allah, kendilerine Kitâb verilenlerden:
"Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz!" diye söz almıştı. Fakat onlar, verdikleri sözü sırtlarının ardına attılar ve ona karşılık birkaç para aldılar. Ne kötü şey satın alıyorlar. (Al-i İmrân: 94/187)
Bu âyette de Allah'ın, Kitap ehlinden, Kitabın içeriğini insanlara açıklayacakları, onu gizlemeyecekleri hususunda söz aldığı, fakat onların, verdikleri sözü, değersiz dünyâ çıkarı karşılığında satıp gerçekleri gizle*dikleri bildirilmektedir.
İsrâîloğulların-dan söz almıştı. İçlerinden oniki başkan göndermiştik. Allah demişti ki: "Ben sizinle beraberim, eğer namazı kılar, zekâtı verirseniz; elçilerime inanır ve onlara yardım eder ve Allah'a güzel borç verirseniz, (Allah için yoksullara sadaka verirseniz, yahut ihtiyacı olanlara Allah için ödünç para verirseniz) elbette sizin günâhlarınızı örterim ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim nankörlük ederse, düz yoldan sapmış olur. 13- Sözlerini bozdukları için onları lanetledik ve kalblerini katılaştırdık. Kelimeleri yerlerinden kaydı*rıyorlar. Uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular. İçlerinden pek azı hariç, daima onlardan hainlik görürsün. Yine de onları affet, aldırma, çünkü Allah güzel davrananları sever. (Mâide: 110/12-13) İsrâîloğullarından sağlam söz alan yüce Allah, onların içinde oniki nakîb (lider) yaratmış, namazı kıldıkları, zekâtı verdikleri, elçilerine inanıp destek oldukları, Allah'a güzel borç verdikleri takdirde kendileriyle beraber olacağını; günâhlarını örtüp kendilerini, alt taraflarından ırmaklar akan cennetlere sokacağını, fakat buna rağmen nankörlük edenin, düz yoldan şaşmış olacağını bildirmiştir. İsrâîloğutları verdikleri sözde durmadık*larından dolayı Allah'ın la'netine uğramışlar, kalbleri katılaştı. Artık söy*lenen sözler, verilen öğütleF kendilerini etkilemez oldu. Dünyâ tutkusu ruhlarını sardığından, keyiflerince hareket edebilmek için Allah'ın kelime*lerini değiştirmeğe, ya da Allah'ın sözlerini işlerine geldiği biçimde yo*rumlamağa başladılar. O kelimelerle kendilerine hatırlatılan hazzı, yani o kelimelerle emredilen eylemleri yapmayı unuttular, dinî görevlerinden yüz çevirdiler. Onların bu dünyâ tutkusu, acımasız davranışları, asırlarca sürüp gitti. "İşte ey Muham-med, sen de hâlâ onlardan hıyanet görüyor*sun!" Sen peygambersin. Seni görünce ibret alıp uslanacakları yerde, kendi içlerinde yetişen peygam-berlere yaptıkları gibi sana da hiyânet yapmakta, sana ve arkadaşlarına tuzak kurmaktadırlar. Ama sen yine de onları affet, onların kaprislerine aldırma, onlara hoşgörülü davran. Çünkü Allah, güzel davrananları, iyilik edenleri sever.
70- Andolsun, biz İsrâîloğullarından söz almış ve onlara elçiler gönder*miştik. Ne zaman bir elçi onlara canlarının istemediği bir şey getirdiyse (gelen elçilerin) bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürüyorlardı.
71- Bir fitne kopmayacak sandılar, kör oldular, sağır kesildiler. Sonra Allah onların tevbesini kabul etti. Sonra yine çokları kör, sağır kesildiler. Allah yaptıklarını görüyor.(Mâide: 110/70-71)
Yahudilerin, peygamberlerine karşı olumsuz davranışlarını anlatan bu âyetlerde de Allah'ın, İsrâîloğullarından sağlam söz aldığı ve onlara elçiler gönderdiği; fakat gelen her elçi, onlara, keyiflerine uymayan bir şey emredince ya onu yalanladıkları veya öldürdükleri; bu davranışlarının cezasız kalacağını sanıp gerçekleri görmedikleri, hak sözü dinlemedikleri; Allah onları her ne kadar affetmiş ise yine sonunda gerçeklere karşı kör ve sağır kesildikleri belirtilmekte ve Allah'ın, yaptıklarını gördüğü bildi*rilerek bu davranışlarının cezasız kalmayacağı vurgulanmaktadır.
Yüce Allah, bu âyetlerle Elçisi'ni tesellî etmekte, kendisini inkâr eden, müslümanların arasını bozmağa çalışan Yahudilerin tutumlarına üzülmemesini bildirmekte; daha önceki peygamberlere saygısızlık edenler nasıl Allah'ın cezasına çarpılmışlarsa bunların da bir gün Allah'ın hışmına uğrayacaklarını anlatmaktadır. Bu âyetlerde Peygamber'e hiyânet eden Medîne Yahudilerinin, ileride cezalandırılacaklarına işaret vardır.
110/71'nci âyet, İsrâîloğullarının, hakkı görmez, hidâyete karşı sağır olmalarının, iki kez vukubulduğunu gösterir. Müfessirlere göre İsrâîloğullarının bu davranışlarının ilki Zekeriy-yâ Aleyhisselâm zamanındadır. Ona karşı kör ve sağır olmuşlar, onun gösterdiği yolu görmemiş, öğütlerini dinlememişlerdir. Sonra bazılarının inanmasıyla yüce Allah, tevbelerini kabul edip onları affetmiştir. İkincisi de Hz. Muhammed Aleyhisselâm zamanındadır. Onun peygamberliğini kabul etmemekle kör ve sağır kesilmişlerdir. Kaffâl 'e göre de İsrâ Süre*sindeki: "
4- Kitâb 'da İsrâîloğullarına şu hükmü verdik: 'Siz o ülkede iki kere fesat çıkaracaksınız ve büyük bir yükselişle yükseleceksiniz (çok kabarıp kibredeceksiniz.).' 5- Birincisinin zamanı gelince üzerinize güçlü kulla*rımızı gönderdik, evlerin aralarına girip (sizi) araştırdılar. Bu, yapılması gereken bir va'd idi. 6- Sonra tekrar size, onları yenme imkânı verdik ve sizi mallarla, oğullarla destekledik ve savaşçılarınızı çoğalttık." [100] âyetleri, bu âyeti tefsîr niteliğindedir. İsrâîloğullarının böbürlenip taşkınlık yapma*larını anlatan bu âyetler, buradaki : Kör ve sağır kesildiler" cümlesinin anlamını açıklamaktadır. O âyetlerin devamı olan "
7- İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, o da kendi aleyhinizedir. Son taşkın*lığınızın zamanı gelince (yine öyle kullar göndeririz) ki, yüzlerinizi kötü duruma soksunlar (üzüntüden suratlarınızın asılmasına sebeb olsunlar) ve ilk kez girdikleri gibi yine Mescid(Kudüs) 'e) girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler." [101]âyeti de Sonra onlardan çoğu, yine kör ve sağır oldular" âyetini tefsir etmektedir. [102]
|