| 
				 Kurtuluş savaşı destanı 
 
			
			Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdırNe ağaç, ne kuş sesi, ne toprak kokusu vardır.
 Gündüz güneşin, gece yıldızların altında kayalardır.
 ……
 Kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
 Okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe’den
 Dünyanın en yıldızlı karanlığını.
 Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
 Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
 Şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
 Güzel ve rahat günlere inanıyordu
 Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
 Birdenbire beş adım sağında onu gördü.
 Paşalar onun arkasındaydılar.
 O, saati sordu.
 Paşalar: ‘üç’ dediler.
 Sarışın bir kurda benziyordu.
 Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
 Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
 Bıraksalar İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
 Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
 Kocatepe’den Afyon ovasına atlıyacaktı.
 …….
 Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
 Ve şu türküyü duydu.
 ‘Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
 Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.
 Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
 Ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
 Bu cehennem, bu cennet bizim.
 Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
 Yok edin insanın insana kulluğunu bu davet bizim…
 Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
 Ve bir orman gibi kardeşcesine, bu hasret bizim..’
 
 Nazım Hikmet
 
 Saygılarımla.
 Galip Yetkin.
 |